ÖNSÖZ
Uyumaya değil,
Rüyalarıma gidiyorum.
Orda yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de güzeldi
,gençti
Sevdim,sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç dinlenemediğim
…
AZİZ NESİN
Ölüm böyle bir şey işte.Yaşayamadığın;ama umut ettiğin o kadar çok şey vardır ki şu dünyada, bir bakmışsın ömür gelip geçmiş ve hayattan umduğun her şey ölümle birlikte uçup gitmiş.Bilememişsin ne yapacağını ölüm alıp gidince seni,zaten kim bilebilir ki ölümün ne zaman geleceğini?
Ömer de bilemezdi.Harç parası kazanmak için gittiği inşaatta tüm yaşamını,hayallerini kaybedeceğini.Otuz lira karşılığında umutlarının yok edileceğini,nereden bilebilirdi ki?
İşte bu hikayede bunu anlattım.Ömer Çetin,halleri,yaşamı,okulu…Onunla ilgili her şeyi,kendimle de özleştirerek anlattım.Çağdaş Türk Edebiyatı bölümü ikinci sınıfta okuyan ve harç parasını çıkarmak için gittiği İstanbul’da yapılacak olan bir lise inşaatının dördüncü katından düşerek her şeyini kaybeden Tutaklı bir genç.Ağrı’dan çıkıp hayatını kazanmaya giden bir gencin hayatını kaybetmesini anlatan bir öykü bu.
Belki sadece öykü olduğu için her şey gerçek olmayabilir bu öyküde;ama tek büyük gerçek,tek büyük soru var:’’Hayatını kurtarmak isteyen;ama çalışmak zorunda olan her gencin sonu böyle mi olacak?’’Kim bilir birkaç kişi soruyor olabilir bu soruyu kendine;ama önemli olan herkesin sorması.Umarım bu öyküden sonra okuyan herkes, biz gençleri en azından beş dakika daha fazla düşünür.
Sonuç olarak bu sadece benim değil,Ömer’in değil tüm zorlukla okuyan gençlerin hikayesi ve unutulmaması gereken bir husus:Ne zaman bu gençlerin hayalleri hayal olarak kalmamaya başlayacak?
DAİMA
MUĞLA ÜNİVERSİTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI ÖĞRENCİSİ KALACAK OLAN ÖMER ÇETİN ANISINA
*1*
Zor olacak.Ailemden,sevdiğimden çok zor ayrılacağım.Hep böyle mi devam edecek hayat?Hep yokuşlu,acı veren yüzünü mü gösterecek bana? Hep böyle mi olacağım?
Az da olsa bir umudum var.Biter belki bu günler diye.Bir gün ben de çektiğim bu eziyetlerin, bu yorgunlukların mükafatını alırım diye.Görebilir miyim ki o günleri? Bilmem belki hayat bana da gülümser.Fazla bir şey istemem kahkahalarla gülmesin sorun değil sadece birazcık gülümsesin bana o da yeter.
Üniversite ikinci sınıfa geçtim.Yaklaşık iki yıl sonra ben de bir öğretmen olup çalışacağım rahatça.Rahatça diyorum çünkü o gelecek günleri şimdiden özlüyorum.İşte ileride ben de rahatça çalışacağım.Artık ellerim donmayacak,çatlamayacak soğukta.Ben de tertemiz ellerle, tertemiz elbiselerle ekmek götüreceğim evime.’’UMARIM.’’
İsyan edesim geliyor bazen hayata haykırmak istiyorum:’’Ben ne yaptım hayat sana; ne istiyorsun benden?’’ diye.İçimdeki çığlıkları bir duysa; ama nerde hep karşı hayat bana.
Çocukluğumdan beri çalışıyorum.Hayat bu yolu gösterdi;ben de gidiyorum.Önce babamı aldı ellerimden.Daha altı yaşındaydım o zamanlar.Nerden bilebilirdim ki canım babacığımın ellerimden kayıp gideceğini, beni bu dünyada yalnız bırakıp dönüşü olmayan bir yolda ilerleyeceğini.O gitti ve bana emanet üç kardeş bıraktı.O gittiğinde canım kardeşlerim yeni dünyaya gelmişti. Çok iyi hatırlıyorum o günü babamın ölümünün üçüncü günü üçüzler geldi dünyaya.Üç küçük melek…Tanrı bir can aldı, üç can verdi bize.O zamanlar çok sormuştum kendime:’’Bu üç meleğin bize armağan edilmesi için babamın bizden gitmesi şart mıydı?’’Kendi kendime çok sordum; ama hiç cevap bulamadım nedense .Ama olsun babamdan bize kalan üç kardeşim vardı ve onlara bakmak boynumun borcu olmuştu.Söz vermiştim kendime okulumu asla bırakmayacaktım yeminim vardı anneme, okuyup öğretmen olacağım diye.Okuyacaktım; tabi kardeşlerim ve anneme de bakacaktım.Zordu tamam; en iyi öğrendiğim tek şey vardı o zamanlar babamdan : Asla vazgeçmemek.Çünkü başarıya ancak zorluklar aşılarak ulaşılabilir.
Bunu biliyordum ve zaten bu yüzden vazgeçmedim.Hem her okul çıkışında işe gittim hem de başarı ile bitirdim her senemi.Zoru gerçekleştirdim ben; yani başarıya giden yolda adım attım işte.Büyük çabalarla bitirdim ortaokulu.Şimdi lise vardı önümde ve ben de çalıştım,çalıştım,çalıştım.Anadolu lisesini kazandım ve bu sefer şanslıydım.Hayat ilk defa gülümsemişti az da olsa bana.Ailemin olduğu yerde liseyi okuyacaktım ve onlara bu sayede yardımcı olabilecek,kardeşlerime sahip çıkabilecektim.Düşündüğüm gibi de oldu.Gündüzleri akşamüstü saat beşe kadar okulum vardı, bir saat aradan sonra doğru lokantaya tabi.Gece saat on ikiye kadar.Eve bir gelirdim ki tüm ışıklar sönmüş annem,bizim üçüzler Esma,Elif ve Engin uyumuş olurdu.Tam kapıyı açardım ki canım kardeşim Engin hemen sese uyanır ve gelirdi yanıma.Erkek ya hani, kızların abisi görüyordu herhalde kendini ki;’’İşte abi sen gelinceye kadar sahip çıktım annem ve kardeşlerime.Onlara hiçbir zarar gelmedi’’ der gibi bakardı gözlerime.Ben de onun alnına ödül niyetine bir öpücük kondurup yatırırdım onu.Onun uykuya dalışını seyretmek kadar güzel bir şey yoktu benim için.
Yıllar geçti böyle işte.Tam anlayamamıştım; hayat ben büyüdükçe kolaylaşıyor muydu, zorlaşıyor muydu; yoksa aynı zorlukta mı kalıyordu?İşte lise son sınıfa gelmiştim büyük çabalarla.Önemli bir sınav vardı o sene.Her şey bu sınava bağlıydı. Ama ben neler neler atlatmıştım, bu mu korkutacaktı beni.Oluyordu işte hem çok ders çalışmak hem de yine çok çalışıp kardeşlerine bakmak, birlikte gidiyordu.Zaten gitmek zorundaydı, başka bir çare yoktu ne yazık ki.
Girdim o yıl sınava ve Muğla Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü kazandım. Çok mutluydum.Sadece ben değil;tüm ailem, sevdiklerim, beni tanıyan herkes çok mutluydu.Keşke o mutluluk hep devam etseydi.Okulum bitmişti tamam ;ama ya şimdi ne olacaktı.Harç parası, yurt parası, kitap parası, yemek, içmek ve tabi ev, kardeşlerim,annem, onların okul masrafı, ev ihtiyaçları…Liste kabarıp gidiyordu işte.Bunları düşününce delirmemek elde değildi.Ama onlara sağlam bir abi lazımdı.Bunu çok hem de çok iyi biliyordum.O yüzden İstanbul’a gitmeye; orada çalışıp para biriktirmeye karar verdim.Okul bitince sadece üç gün evde kalıp yola çıkacaktım.Hazırlıklara başladım.Önce küçük bir bavul, yanına yolluk;çünkü yol uzun boşuna molalarda fazladan para harcama lüksüm yoktu.Tabi en önemlisi biraz yol parası ne olur ne olmaz diye.
Hep ailemin yanındaydım şimdiye kadar.Ayrılmadım ki hiç onlardan.Şimdiye kadar her gün onların o tertemiz kalplerinin yansımış olduğu güzel yüzlerini istediğin her an gördükten sonra, üç ay da olsa onlardan ayrı kalmak çok zor gelecekti.Buna alışmak elbette çok, çok, çok zor olacaktı.Bunu çok iyi biliyordum; ama elden gelen bir şey olmadığı gibi bir an önce onlardan ayrılıp geleceğimiz için para kazanmaya gitmek zorundaydım.
Artık işte son bir gün kalmıştı.Gidiyordum hiç bilmediğim diyarlara.Orda beni neler bekliyordu acaba?Her şey güzel mi gidecekti; yoksa yine hep olduğu gibi zorluklar mı çıkacaktı zaten yeterince taşlarla dolu olan yoluma.Umudum var demek isterdim her şeyin güzel olacağına dair; ama içimdeki ses kendimi boşuna kandırmamam gerektiğini ve yine hep olduğu gibi hayatın bana bir çelme daha takmaya çalışacağını haykırıyordu sanki.Ona ne kadar kulak vermek istemesem de bir şekilde sesini duyurmayı başarıyordu bana; ama kararlıydım ne derse desin umrumda değildi ve ben yolumdan vazgeçmeyecektim.Dediğim gibi de yaptım, tüm hazırlıkları bitirdim ve işte ertesi gün yola çıktım.Çok zor oldu geride gözü yaşlı ailemi bırakmak;ama şimdiden onlara umut bıraktım ve söz verdim.Geriye gelirken mutluluk getirecektim.Evet zor oldu ayrılık; ama İŞTE GİDİYORUM.
*2*
Yoldaydım, yine yollardaydım.Çok eskiden yakın yerlere giderdim çalışmaya.O zamanlar da gidiyordum; ama tek fark yakın yerler değil artık İstanbul’a gidiyordum.Adana nerde,İstanbul nerde.O yol bitmez diye düşünmüştüm; gerçi eninde sonunda o yollar da bitiyormuş,öğrenmiştim.Yoldayken başlamıştım bir şeyler karalamaya,ellerim kendi kendini yönetiyordu.Önce bir kalem ve bir kağıt buldu; sonra başladılar çizmeye.Ama nedense çizilenler geride bırakmış olduğum yüzlerdi.Hala saklarım o resmi.Baktıkça geçmiş gelir aklıma,acı dolu geçmiş.Zaman geçtikçe bakmıştım ki resim bitmiş; yerini yazı almaya başlamıştı.İşte bulmuştum zamanın nasıl geçeceğini:Yazarak.
Ardından başladım yazmaya.Önce ruh halimi yansıttım bembeyaz sayfalara; sonra geçmişim, geleceğim, hayallerim, anılarım yerleşiverdi o sayfaya.Sanki hepsi yerini biliyordu,sanki zaten çok önceden hazırlardı yerlerini almaya.Onlar bu kadar hazırken ben de yazdım,yazdım, yazdım.Bir sayfayla başlayan yazı beş sayfa olmuştu bile.Yazdıkça içim rahatlıyor, içim rahatladıkça yazmak istiyordum.Ben de ilk molada gittim kendime bir defter aldım.Artık
hiçbir şey önemli değildi sanki, o otobüste yalnızca ben ve defterim vardı.Umutlarımı gülümseyen yüzümle yazıyordum .İşte o zamandan beri yazıyorum.Belki çok iyi değil yazdıklarım; ama ben yazdıkça huzur buluyorum ve önemli olan da bu bence.O yüzden hala devam ediyorum ya yazmaya.
Neyse zaman geçmişti öylece ve varmak üzereydim İstanbul’a.Bırakmıştım yazmayı ve başlamıştım o büyüleyici güzelliğe sahip olan müthiş kıza.Onun adı da kendi gibi müthişti: İstanbul.Güzeller güzeli.Büyülenmiştim adeta.Aklım almamıştı; bir şehre gece nasıl bu kadar yakışabilirdi.Nasıl bu kadar ışık bir arada olup da onun tacı gibi olabilirdi ve en tuhafı da nasıl olur da bir insan hem bu şehre bu denli hayranlık duyup hem de aynı derecede bu şehirden korkabilirdi.Sanki insanı içine alacak ve bir daha asla bırakmayacaktı.İşte beni korkutan da buydu.Onu izledikçe bu korku geçiyordu.Yavaş yavaş korkulu veya heyecan dolu düşüncelerin yerini endişe alıyordu.Ve tabi iş bulabilir miyim korkusu…Bu düşünceler beynimi kemirirken otobüs durdu.İşte gelmiştim koskoca İstanbul’a.Hemen iş bulmanın bir yoluna bakmalıydım.Bunun için de önce annemin burada yaşadığını söylediği babamın asker arkadaşını bulmaydım.İyi ki elimde hem adamın adresi hem de numarası vardı.Hemen bir telefon kulübesi bulup aradım Salih Amca’yı.Yalnız benim değil tüm ailenin amcasıydı o.Herkesi sever, herkes de onu çok severdi.Hep duyardım onun ismini.Umarım onunla birbirimizi severiz diye dua etmiştim.
*3*
Sonunda buldum Salih ağabeyimi.Belki o bana bir iş ayarlar diye düşünüyordum, daha doğrusu umuyordum.O akşam beni çok iyi ağırladılar.Ailesi ve o çok iyi insanlar.Hala daha görüşürüz onlarla.Geçen yıl iki çocuğunu da aldım Adana’ya götürdüm bir hafta bizde kalmışlardı ve çok güzel zaman geçirmiştik.Neyse biz konumuza dönelim değil mi kadim dostum?Salih amcam ertesi gün onun çalıştığı yerde iş yerine gidip eleman ihtiyacı var mı bakabileceğimizi söyledi ve bu benim için çok büyük mutluluk olmuştu.İlk defa inşaat işçiliği yapmayacaktım;çünkü ortaokuldayken bir yazım orda geçmişti.Hem en büyük şans benim için, İstanbul’da ücretler Adana’dakinden biraz daha yüksekti.Bu da tüm yaz sonunda biraz daha fazla para demekti.Yani kışın az da olsa rahatlık demekti.O gece ilk defa rahat uyuyordum sanki veya bu yorgunluktan ileri gelen bir şeydi.O sabah erkenden uyanmıştım nedendir bilmem sanki ilk defa çalışmaya gidecek gibiydim ya da bu heyecan şehirdendi.Ama şehrin güzelliğine bakacak zamanım yoktu hiç.Çok çalışmam lazımdı çok.Kahvaltıdan sonra hemen iş yerine gittik.İçimde öyle bir umut vardı ki ama bu umutlu halim çok sürmedi.Çünkü eleman ihtiyacı yokmuş orada.İçime bir acı çökmüştü.Salih amcam üzülmemem gerektiğini en büyük korku ve üzüntünün umutsuz kalmak olduğunu söyledi ve ben de tekrar umut dallarına sarılmaya karar verdim.Koskoca İstanbul bana mı iş vermeyecekti sanki.Bekleyecektim sonuna kadar karalıydım.Derken Salih amcamı orada bırakıp iş aramaya gittim ve akşama gezmediğim inşaat kalmadı.Sanki herkes her işi almıştı, bana hiçbir yerde iş yoktu.Akşam olmuştu eve gitme vakti gelmişti; ama elleri bomboş geri dönüyordum.Eve varınca ev halkı bana moral vermeye çalışıyordu.Onların sayesinde kendime geldim ve yeniden iş aramaya hazır bir şekilde çıktım yollara.
Bu seferki adresim bulunduğumuz çevre değil daha uzaklar oldu.Yapacak bir şey yoktu, ne kadar uzak olursa olsun iş bulmam şarttı.Bunları her düşündüğümde gözümün önüne zavallı kardeşlerim ve canım annem geliyordu.
O yüzden daha da hırs kaplıyordu içimi.Ama yine ellerim bomboş gidiyordum eve.Artık alışmıştım sanki; çünkü günler hep aynı geçiyordu.Bir hafta olmuştu İstanbul’a geleli hala iş yoktu.Her akşam bana iş bulup bulmadığımı sorduklarında ‘’Ne yazık ki yine iş yok, çok aradım; ama yok’’ demekten çok yorulmuştum.
Yemekten sonra yine iş bulamamanın hüznü,kaldığım yere ufacık da olsa yararımın olmamasının acısı ve yarının nasıl olacağı korkusuyla sessizce odaya gidip başımı yastığa koyup saatlerce ağlamıştım.O günleri asla unutamam.
*4*
Bir Pazar sabahıydı.Çok iyi hatırlıyorum; çünkü en çok eğlendiğim ve bir o kadar da içimin acıdığı tek gündü.O gün Salih amcam ‘’Hadi bakalım bugün pikniğe gidiyoruz.Tek bir pazarımız var onda da eğlenmek hakkımız değil mi? Şimdi herkes tüm sorunları sadece bugünlük unutsun.Yarın tekrar hatırlatırım neşe geldi birden.Bir de heyecan tabi; çünkü ilk defa pikniğe gidiyordum.Babam sağ iken hiç götürmemişti ya da zamanı olmamıştı garibin.Bu yüzden asla kızmadım babama;çünkü biliyordum o da isterdi bizi her Pazar alıp bir yerlere götürmeyi,isteğini gerçekleştirememişse bu onun suçu değil ki.
Erkenden çıktık o sabah yola, çok güzel yerlere geldik, her yer yemyeşildi.Upuzun ağaçlara kafamı kaldırıp bakınca sanki gökyüzüne uzanacak gibi oluyordum.Salih amcamın eşi Neriman teyzem öğle yemeği için mangalı hazırlarken;Salih amcam küçük rakısını açmış,zevkle dereden geçen berrak suyu izliyordu.Ardından hafif bir türkü tutturmuş’’Etek sarı,sen etekten sarısan sarısan. Kurban olam Bey Dağı’nın karısan.’’ diyordu.O kadar güzel söylüyordu ki ben de uzandım çimenlerin üzerine yüzükoyun onun türküsü ile mest oluyordum.Yemekten sonra çocuklarla beraber önce ip atladık,ardından top oynadık, sonra da saklambaç oynayıp yaşayamadığım çocukluğumu yaşadım sanki.Ama uzun sürmedi bu mutluluk birden gözümün önüne annem ve kardeşlerimin gözleri yaşlı hali geldi.İşte o an tutamadım kendimi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.Kimse başta hiçbir şey anlayamadı.Sonra Salih amcam herkesi gönderdi yanımdan,oturdu karşıma ve ;’’Çok iyi anlıyorum seni oğul.Ben de çok ağladım senin gibi,çok çektim.Düşün ki annem ben doğarken ölmüş, babamı da on yaşındayken kaybettim .Çalıştığı inşaattın beşinci katından düşmüş.Ben de üvey anne elinde büyüdüm.Üvey falan ama anne sonuçta deme;hiç öyle değildi.Anne gibi değildi benim için.Babam ölünce onun bana bakmak zorunda olmadığını, zaten kendine zor baktığını söyleyip gönderdi beni inşaata.Hem de babamın düşüp öldüğü inşaata.Günlerce babam gitmedi gözümün önünden; sanki her yerde onun sesi yankılanıyordu.Çok zordu oğul çok zor.Ama sen benim gibi değilsin, sen benden daha fazla şeye sahipsin.Annen ve dünyalar güzeli üç kardeşin var.Bunu unutma ve güçlü ol.Neler başarmadın ki sen.İşte bu yüzden asla pes etme evlat.’’dedi.O an ona sarılıp deliler gibi ağladım.Ağladıkça gözlerimden yaş değil, yüreğimden kan akıtıyordum sanki.Salih amcam da bana sarılıp:’’Ağla oğlum.Ağla da rahatla yavrum.’’dedi ve saçlarımı okşadı.O günden sonra Salih amcam değildi o benim.Salih babamdı.
Akşam oldu ve eşyalarımızı toplayıp doğru eve gittik.O akşam ilk defa hiçbir şey düşünmeden uyudum. Sabah olunca mutlu bir şekilde yataktan kalktım ve elimi yüzümü yıkayıp kahvaltıya geçtim.Sofrada herkes vardı Salih amcam hariç.Onu sorunca Neriman teyzem dışarı telefonla konuşmak için çıktığını söyledi.İçimi bir endişe kapladı ve aklımdan sayısız sorular geçmeye başladı:Acaba annemlere bir şey mi oldu,Salih amcamın bir sorunu mu var ,kötü bir olay mı oldu?..Daha neler neler…Neyse ki sorularım yanıtını çabuk buldu.Salih amcam içeriye gülümseyerek girdi ve o an anladım güzel bir şey olduğunu.Ne olduğunu bilmesem de güzel bir şey olmuştu işte ve bu mutluluk vericiydi..Keyifle kahvaltımızı yaptık;ama kahvaltı boyunca aklım hep Salih amcamın ne konuştuğundaydı.Sonunda dayanamadım ve sordum ne olduğunu.O da bize:’’Artık iş arama!’’Hepimiz birden şaşırdık;çünkü oldukça ciddi söylemişti.Bir süre sessiz kaldıktan sonra:’’Evet artık sana iş miş aramak yok.Artık bizim inşaatta çalışacaksın.Geçen günlerde bir eleman rahatsızlandı, işten çıkacak gibiydi.Sana hemen söylemek istemedim;çünkü daha ne olacağı belli değildi.Boşu boşuna umutlandırmak istemedim;ama şimdi her şey kesin artık işe beraber gidip geleceğiz küçük bey.’’ dedi o anda yerimden hızla kalkıp ellerini öptüm , sonra da tüm aileye sarıldım.En mutlu günümdü o gün.Artık bir işim vardı ve artık para biriktirmeye başlayabilecektim.Hemen kalkıp yerimden hazırlandım ve doğru iş yerine gittik.Hiç bir an bile kaybetmeden çalışmaya başladım; çünkü kaybettiğim zamanlar yeter de artardı bile.
O kadar hevesle çalışıyordum ki herkes:’’Amaaaan nasıl olsa az sonra pili biter, herkes başta onun gibi olur.Akşama kalmaz serilir yere.’’ dedi.Hiç duymadım bile onları aynen aralıksız devam ettim işime.Çok mutluydum,tüm umudum yediden canlanmıştı.Sadece verdiğim ara öğle yemeği içindi.O da bir saatti zaten,sonra aynı tempoyla devam ettim.Akşam olunca herkes yavaşlamıştı;ama ben yine aynıydım.Bu sefer de herkes gençliğime verdi bu denli hızlı çalışmamı ve ben mutluydum kimseyi haklı çıkarmamış, alnımın akıyla ilk günümü tamamlamıştım.
Yolda giderken Salih amcam:’’İyi çalışıyorsun evlat!Ustabaşı çalışmanı çok beğenmiş.Böyle çalışmaya devam edersen bizim gibi günde otuz lira alabilecekmişsin.Aferin sana,yüzümü kara çıkarmadın.’’ dedi.O sözler kollarımı kabarttı ve söz verdim kendime:’’İşte böyle aynen devam oğlum Hasan!’’ diye.
Eve giderken yarım kilogram tatlı aldık işteki ilk günümün şerefine.Paramız daha fazlasını almaya yetmedi ama olsun yarım kilogram da yeterdi bize.Önemli olan beraberce tatlı yiyip tatlı konuşmak değil miydi sanki?Önce yemek,sonra tatlılar ve en sonda güzel bir sohbetle günümüzü bitirdik ve artık uyku vaktiydi;çünkü ertesi gün iş vardı.Başımı yastığa koyunca yüzümde hafif bir gülümseme ile uykuya daldım.O günleri anı anına çok iyi hatırlıyorum;çünkü İstanbul’un bana ilk gülümsemesi vardı o günlerde.
*5*
Her gün erkenden kalkıp doğru işe gidiyordum.Tüm gün hevesle çalışıp iş bitince doğru eve gidiyordum.Tüm yaz böyle geçecekti kararlıydım.Umduğum gibi de oldu.Yaz sonunda eve giderken yeterince param vardı.Eve giden yol hiç bitmedi sanki.Çok mutluydum;çünkü evde umutla bekleyen kardeşlerime umut götürüyordum.İşte bu çok büyük heyecandı benim için.
Adana’ya vardığımda kendi memleketimi ne kadar özlediğimi fark ettim.Doyasıya baktım her yere;güzeldi benim şehrim çok güzel burayı güzel yapan sevdiklerimdi,ailemdi.Nasıl bu şehir onlarla güzelse benim hayatım da onlarsız azaptı.Ben onlar için her şeyi yaparım onlar benim canım.Şu satırları yazarken bile gözümü kaldırdığım an onların resmini görüyorum.Her an resimlerine bakmak istiyorum;çünkü yine uzaklarda İstanbul’dayım ve yine çalışıyorum.Ama olsun ucunda ailemin mutluluğu var ve bu her şeye değer bence can dostum.
İyi ki yazmaya başlamışım gerçekten.Beni en iyi anlayan sensin.Kimseye anlatamıyorum hiçbir şeyimi.Zaten anlatacak imkanım da yok;ama ben böyle iyiyim.Kendime iyi bir arkadaş buldum;her şeyi sana anlatıyorum daha ne olsun can yoldaşım.
Neyse konumuza dönelim biz;daha anlatacak nelerim var sana.Derken evin önüne vardım, baktım ki bizim küçükler tatlı tatlı oyun oynuyorlar.Biraz izledim onları sonra seslendim.Hepsi birden başını kaldırdı ve :’’Aaaaaaa abim gelmiş.’’deyip boynuma atladılar hemen o anı asla unutamıyorum çünkü ilk evden uzaklara gidişimin ardından ,uzun bir süreden sonra ilk yuvama dönüşümdü.Küçüklerle özlem giderdikten sonra anneme sürpriz yapmaya gittik.Zavallı annem yine mutfakta, yine yemek bulaşıkla uğraşıyordu.Şöyle bir sarıldım boynuna hemen heyecanla bana döndü ve gözlerinde yaşlarla sarıldı,öptü,kokladı.Öyle özlemiştim ki onun kokusunu kolay değil bu daha liseyi yeni bitirmişsin ve tüm anne sevgisini ,baba sevgisini ve tabi ki özlemini annende gideriyorsun.Bir de bu yetmezmiş gibi ondan aylarca uzak kalıyorsun.
Elbette kolay değil hem de hiç kolay değildi.
Özlem gidermenin ardından annemin o güzel yemekleriyle karnımı doyurdum.Sanki ilk defa doyuyordu karnım, demek ki onlar yokken ben hiç yemek yememişim ya da yedim sanmışım.
O gün,sadece konuşmak, neler neler anlatmakla geçti.Üç ay uzak kalmıştım evden;ama neler yaşanmıştı neler.Hepsini teker teker , yavaş yavaş anlattım onlara.
Anlattığım her şeyi öyle heyecan dolu izliyorlardı ki onlar beni izlerken ben de onların gözlerindeki meraka dalıp gidiyordum.Evin reisi olmak gibi bir şeydi bu. Ama çok güzel bir duyguydu.
Her şeyi; güzel anıları, kötü olayları, işi,evi, sabahı,akşamı vs. anlattıktan sonra sıra okul hazırlığına gelmişti.Okulun açılmasına sadece dört gün kalmıştı ki bunun neredeyse bir günü yolda geçecekti.Kısacası bana kalan üç gündü.O üç günü doyasıya dinlenmeyle geçirmek istiyordum.Ertesi gün sabah uyanınca Salih amcamın sözleri geldi aklıma:’’Bugünlük dertleri unutalım;zaten başka hangi günümüz var ki?’’Hemen yerimden kalkıp anneme:’’Bugün çocukları da alıp dağa çıkalım anne.Meyvelerimizi de alalım yanımıza atıştırırız.’’ dedim.Annem kabul etti tabi.Çocuklarla beraber her yeri gezdik o gün:Dağa çıktık, yollarda yürüyüş yaptık, dere kenarını gezdik…Eve dönüş zor oldu ama.Bizim küçükler hiç yorulmamışlardı sanki daha çok gezmek istiyorlardı.Zor da olsa döndük evimize.
Bizim yorulmamış olan küçük hanımlar ve küçük beyimiz banyolarını yapınca koltukta uyuyakaldılar.Tabi onları kucağına alıp uyutmakta bana düştü.Zevkle üstlerini örtüp salona geçtim, annem uyumak üzereydi.Ona da yatağına geçmesini söyledikten sonra ben de defterimin başına geçip yaşadıklarımı yazmaya başladım.Yazdıkça öyle rahatlıyordum ki sanki kırk yıllık dostumla dertleşiyordum.O dertleşme sabahın ilk ışıklarına kadar devam etti; sonra ben de kadim dostuma veda edip uymaya gittim.
O gün öğleye kadar uyumuşum.Kalkıp bir güzel kahvaltı yaptım.Ardından bizim ilçeyi gezmeye çıktım, çok özlemiştim.Kozan Adana’nın an güzel ilçesi bence.Dağların ortasında,sayısız kaleleri, harabeleri olan güzeller güzeli bir ilçe.İlçe merkezini şöyle bir gezdikten sonra ilk işim kaleye,benim en sevdiğim yere çıkmak oldu.Kozan Kalesi’ne.Bence Adana’nın en güzel kalesi orası.Adana’nın tam ortasında, yüksek bir yerden tüm Adana’yı izlemek kadar güzel bir şey yok benim için.Oraya çıkıp da memleketimi izlemek, gökyüzüne yükselip oradan Adana’ya selam vermek gibi bir şey benim için.
O günü kalede,il merkezinde geçirdikten sonra eve dönüp ailemle oturdum,sohbet ettim doyasıya.Saatler geçtikçe gitme vaktinin yaklaştığı hep aklıma geliyor ve içimi bir hüzün kaplıyordu.Ne kadar düşünmemeye,bir günümün daha olduğunu aklıma getirmeye çalışsam olmuyordu.İlla ki ben gidince ne yapacaklar, acaba bu kazandığım para yetecek mi bu sene; yoksa bir yerlerde çalışmam mı gerekecek düşünceleri kafamdaki yerini hızla alıyordu.Ama unuttuğum bir şey vardı.Ben burs başvurusu yapmıştım.Eğer o burs çıkarsa çalışmama gerek yoktu ve bu sayede rahat rahat derslerime yoğunluk verebilecektim.İşte bunları düşünürken uyuya kalmışım.
Ertesi gün hazırlıkları yapma zamanıydı; çünkü o akşam yolcuydum. Bavulumu hazırlamak fazla uzun sürmedi bile.Geri kalan zamanımın hepsini kardeşlerim ve annemle geçirdim.Zaten ne kadar çok zaman geçirirsem onlarla o kadar iyiydi;çünkü ben onları çok özleyecektim.Ara dönem tatilinde gelecektim; ama iki gün kalıp ya çalışmaya gidecektim ya da Adana’da iş bulacaktım.
O günün her saatini, her saniyesi kardeşlerimle geçirdim.Akşam olmuştu sonunda işte.Yemekteyken kimseden ses çıkmıyordu.Sanki herkes gidişimin hüznünü yaşıyordu.Neşe vermek için birkaç espri yaptım;ama hiç işe yaramadı ne yazık ki.En sonunda dayanamayıp:’’Ama yapmayın böyle çok uzağa gitmiyorum ki Muğla’ ya gidiyorum ve zaten temelli de değil bir dönemliğine.Zaten nasıl geçtiğini anlamazsınız bile; çünkü sizin de sınavlarınız olacak değil mi?’’ dedim.Sonra hüznün duvarlarını aşıp gülümsemeye başladılar.’’ Ha şöyle ya! Ne istiyorsunuz bakayım ne getireyim size gelirken.’’Ardından hepsi sıralamaya başladı.Biri bebek,biri yemek yapmak için olan oyuncaklardan, diğeri de araba istedi.Getirebileceğimi söyleyince hepsi boynuma atladı.
Saat sekiz olmuş, gitme vakti gelmişti.Vedalaşıp çıktım evden.Kimsenin gelmesini istemiyordum;çünkü onların gözlerinden düşen tek bir gözyaşını görmek bile öldürüyordu beni.Evden çıktığımda geri dönüp baktım ki hepsinin boynu bükük kaldığını gördüm.Bu da yetti bile içimin kan ağlamasına.
Otogara vardığımda saat sekiz buçuktu.Zaten varır varmaz otobüs gelmiş , ben de hemen eşyalarımı yerleştirip otobüse binmiştim .Camdan dışarı baktığımda hala kardeşlerimin yaşlı gözleri beliriyordu aniden gözlerimin önünde.O yaşlı gözleri görür görmez başımı çevirdim ve başladım yine yazmaya.Yazdıkça içimdeki o ağlama hissi gidiyordu.O yüzden sürekli yazdım, yazdım, yazdım.
Yol boyunca ya uyudum ya da yazdım.Önce yazıyor sonra da yazdıklarımı umut denizine atıyordum sanki.
Sonunda yol bitmişti.Otobüsten indiğimde sanki yürümeyi bilmeyen;ama yeni yürümeye çalışan bebek gibiydim ve çok yorgundum.Otogardayken şöyle bir etrafa baktım.Her yer farklıydı ve işte o zaman dedim ki kendi kendime:’’Oğlum Hasan işte yeni bir hayat daha başlıyor.Umarım her şey hayırlı olur.’’Ardından otogardan çıkarken aklımdan geçen tek şey:’’Keşke bu günleri babam da görebilseydi.’’ oldu.
*6*
O günüm yurda yerleşme, eşyaları yerleştirme işleri ile geçti.Günün sonunda epeyce yorulmuştum.Yemek bile yemeden uyuyakalmışım öylece.Hem yol hem yurda yerleşme işleri çok yormuştu beni.Ertesi sabah uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra hemen kampüsü gezmeye başladım.Muğla’nın Fethiye’ ilçesi tarafındaki girişine inşa edilmiş bir üniversite.Fakülteler birbirine çok fazla uzak olmamakla birlikte tüm üniversite içinde rahatça araba ile gezecek kadar büyük.Bir tepeyi tamamen kaplamış,yanlarında hatıra ormanı ve uygulama alanları olan ve Muğla’nın merkezini kendisine manzara alan bir üniversitede okuyacaktım artık.Sınıfları teker teker gezdim o gün.Merakla her yeri inceledim;çünkü orası artık benim geleceğime uzanan önemli bir köprü olacaktı.Genelde beş altı katlı,sınıfları tekli sıralarla dolu,bahçesi ağaçlarla kaplı güzel bir üniversite.O gün Muğla’ya ısınmakta zorlanmayacağımı düşündüm.Dediğim gibi de oldu.Bu sene üçüncü sınıftayım ve Muğla’yı gerçekten çok seviyorum.
İşte pazartesi yani okulun açıldığı gün gelmişti.Heyecan vardı içimde; çünkü yeni insanlarla, yeni bir yerde, yeni bir hayata başlayacaktım.Kim olsa heyecanlanırdı.Oda arkadaşlarımla kahvaltıyı yaptıktan sonra doğru sınıfların olduğu binaya gittik.Arkadaşlarla tanıştık.Daha ilk hafta olduğu için hiçbir hoca derse gelmedi tabi.E biz de daha yeniyiz ya hemen belli oluyordu halimizden.Neyse arkadaşlarla tanıştık bir hafta boyunca,kaynaştık öylece geldi geçti zaman yani.İkinci haftada yavaş yavaş dersler başladı artık.Güzel gidiyordu her şey; ama içimde de bir korku vardı yalan değil.Çünkü ne zaman bir şeyler iyi gitse illa başka bir şey bozuyordu bu durumu.Ben de hep böyle devam ettiği için normal olarak korkuyordum.
Derken iki hafta sonra yanılmadığımı anladım.Engin grip olmuş,sonra da grip zatürreye çevirmiş.Acilen hastaneye kaldırmışlar ve üstelik iki gün olmuş bu olay olalı.Duyunca şok oldum tam gidecektim geriye ki annem arayıp tehlike olmadığını ,daha küçük olduğu için kolay atlatacağını söyledi.İşte o zaman içime sanki soğuk sular serpildi.Öyle bir korkuydu ki ailenden birinin daha elinden uçup gideceğini düşünmek; bu korkuyu yaşamayı bırak anlatmaya çalışmak bile bir ölümdü benim için.
Neyse ki o günler çabuk geçti.Engin iyileşip hastaneden çıktı.Onun bu hastalığı bizi hem ruhsal hem maddi anlamda bizi çok yıprattı.O kadar ki yeniden iş bulmam şart oldu.O günlerde daha Muğla’da yeni biri olarak nerede iş bulacağımı bilmiyordum; ama bildiğim tek şey vazgeçmek yoktu.İnsan vazgeçmeyince gerçekten başarıyormuş bunu çok iyi anladım hem de çok.
Aradan üç dört gün geçtikten sonra İbrahim diye bir arkadaşla tanıştım.Daha yirmi yaşında olmasına rağmen sınavı kazanmış ve rektörlükte işe başlamış.Duyunca çok şaşırdım.Çünkü üniversitede o yaşta birinin çalışması tuhaf gelmişti; ama büyük başarıydı onunki.Hatta bazen iç geçiriyordum keşke okulumu bitirmiş ve şu anda çalışan bir memur olsaydım diye.Belki de her şey daha kolay olurdu.Eve bakmak, kardeşlerimi okutmak, onların ihtiyaçlarını karşılamak…Ya da en hayırlısı böyle yaşamamdır değil mi? Kim bilebilir ki ileride ne olacağını?
İbrahim ile gün geçtikçe iyi arkadaş oluyorduk ve tanıdıkça daha da sevmeye başlıyordum onu.Bir gün annemle konuştuktan sonra canım sıkkın bir şekilde telefonu kapatmamdan bir şeyler olduğunu anlamış ve ardından beni soru yağmuruna tutmuştu.Biraz utanıp sıkılsam da anlattım, o da:’’Neden utanıyorsun ki kardeşim?Çok normal şeyler bunlar ve benim de durumum çok iyi değil zaten bak bu yaşta memurluğa başladım.Üstelik aldığım maaşa hiç dokunamadan eve gönderiyorum,kendi ihtiyaçlarımı bile karşılayamıyorum yani.Hem sana yardımcı olmak isterim ki olabilirsem de çok mutlu olurum inan.’’Onun bu sözleri çok mutlu etti beni.Dediği gibi Muğla’da tanıdığı bir sürü esnaf varmış, beni onlarla tanıştırdı.İş konusunda yardımcı olacaklarmış bana.Oldular da zaten.Sonunda çok uğraşmadan bir iş buldum.Okul çıkışı başlayıp gece saat on bire kadar çalışabileceğim bir lokanta.Çok büyük değildi, ama özellikle öğrencilerin uğrak yeriydi.
İşe çok geçmeden başlamıştım bile ve gayet da rahattı iş benim için.İşim bittikten sonra gidip ders de çalışabiliyordum.Fazla maaşı yoktu; ama beni o kış için rahatlatacaktı biraz.O kadar alışmıştım ki çalışmaya artık hiç yorgunluk hissetmiyordum.
Bazen düşünüyorum da bu hayat benim mi?Bence değil; bu hayat başkasının.Hiçbir zaman kendim için bir şey yaptığımı hatırlamıyorum ki ben.Bambaşka bir şey bu.Hem bir hayatı yaşıyorsun hem yaşadığın hayat senin değil.Ne yaparsan başkası için yapıyorsun.Bir adım atmak istiyorsun acaba şu ne düşünecek hakkımda, ya kötü bir şey derlerse, acaba şu ne yapmamı isterdi, ya kızarsa , ya kırılırlarsa diye düşünmekle geçiyor hayat denilen; ama daha ne olduğunu bile anlayamadığım şu yol.Şimdi soruyorum sana can dostum:Ben ne yaşıyorum?..
Umudum var yine de, bir gün ben de mutlu olacağım; biliyorum, ben de bir gün kendi hayatımı yaşayacağım.Ne zaman olur bu hiçbir fikrim yok; ama olsun umudum var ya o da yeter bana.
*7*
İş,okul,dersler,sınavlar,ödevler derken koskoca bir yıl gelip geçti işte.Nasıl geçti anlamadım bile.Artık sınav dönemi başlamıştı ve tabi daha çok çalışma dönemi de.Bu yüzden işi bırakmaya kara verdim;çünkü şu son iki hafta çok önemliydi.Ertesi gün hemen patronla konuşmaya gittim ve durumu anlattım, zaten o da beni anlayışla karşıladı.İş yerinden çıkmadan önce:’’Sen çok iyi bir elemansın ve çok çalışkan bir insansın.Unutma her işe ihtiyacın olduğunda burada sana mutlaka yer var.’’ dedi.Bu konuşma son derece mutlu etti beni.Benim hakkımda böyle düşündüklerini bilmezdim.Ama kesinlikle çok gurur verici bir duyguydu bu.Vedalaştıktan sonra yurdun yolunu tuttum.Ara vermeksizin ders çalışmalıydım.Bölümümden dolayı her dersim sözeldi ve bu ezber ve iyi öğrenmeyi gerektiriyordu.
Sıkı bir ders çalışmanın ardından sınav haftası gelmişti işte.İşin açığı içimde ne olduğunu bilmediğim bir duygu vardı: Korku muydu bu duygu endişe miydi?Bildiğim tek şey o haftayı en güzel şekilde atlatmam gerektiğiydi.Onun için sürekli ve özellikle planlı bir şekilde çalışıyordum.
Derken sınavlar başladı.Zaten şu sınavlara başlamak önemli gerisi nasıl olsa geliyordu.Hafta hiç ummadığım kadar çabuk geçti.Sınavlarımın her nasıl geçtiğini soranlara:’’İyi; ama iyinin de iyisi vardır.’’diyordum.Çünkü amaç hep en iyi olmaktır ya zaten.Herkes bunun için çalışır,uğraşır.Amaç zirveye ulaşmaktır; çünkü zirve bu, söylemesi bile güzel ki orda olmak kim bilir ne kadar güzeldir.Zaten zor ya ulaşmak o yüzden çeker herkesi kendine.Zoru kim sevmez ki değil mi can dostum?
İşte okulun ilk yılı bitti ve benim iki haftalık tatilim başladı.İki haftalık diyorum; çünkü yine hemen ardından İstanbul’a gideceğim yani yine ertesi sene için yatırım işte.Hazırlığımı yaptıktan sonra sevinçle çıtım yola.Çok mutluydum, uzunca bir aradan sonra tekrar canlarımı görecektim.Elimde kalan son paranın yarısı ile canlarıma minik hediyeler aldım.Engin’e küçük bir araba, kızlara da küçük;ama çok şirin iki bebek aldım.Aslında kendimi çok şanslı hissediyordum;çünkü kardeşlerim gerçekten yetinmeyi ve küçük şeylerle mutlu olmayı çok iyi bilen çocuklardı.Onlarla gurur duyuyordum.
Yola çıktım ve yaşadıklarımı teker teker gözümün önünden geçirmeye başladım.Bu önemliydi benim için hem de çok.Babam bana:’’ Ne yaşarsan, ne yaparsan sonraları gözden geçir oğlum; çünkü insan geçmişine bakarak geleceğine yön vermelidir.Ancak bu şekilde daha az hata yapar ve daha az pişman olur.’’ demişti.Bu sözü o zamanlar anlayamamıştım; ama aklıma kazınmıştı.Çünkü babamdan öğrendiğim çok az şey olmuştu.O hep çalışıyordu ve bu yüzden onu az görüyordum.Az konuşuyorduk onunla,az zaman geçiriyorduk belki; ama konuştuğumuz her kelime hala aklımdadır.Hepsi değerlidir benim için.Bunları düşünürken birden aklıma geldi kafamdan bu düşünceleri geçirmek yerine kalem kağıdımdan geçirmeliydim ve işte o zaman sana yazmaya başladım.Yol boyunca durmaksızın yazdım.Ya da yazmak demeyelim de dertleştim seninle.
Şimdi evdeyim işte.İlk geldiğimdeki sevinci anlatmam sana.Hele hediyeleri görünce çocukların boynuma atlaması bambaşkaydı.Onlar mutlu olunca dünyalar benim oluyor.Onlara bu canım kurban olsun ya.Bir hayat nedir ki bin hayatım olsa yine veririm onlara.
Gece oldu işte, uyudu bile tüm ev halkı.Bu akşam nasıl geçti anlayamadım.İnsan evinde hiç olmadığı kadar mutlu oluyor.Ben bu mutluluğu özlemişim.Akşam yemeğini beraber yemeyi,çay içerken sohbet etmeyi,birbirinin yüzünü görmeyi…Artık hep böyle yapacağım,her fırsatta yazacağım.Belli mi olur ileri de torunlarıma bile gösterebilirim.
Neyse yarın bizimkiler ve karşı komşularla pikniğe gideceğiz.Çocuklar ve annem için bir değişiklik olacak, uzun zamandan beri evdeydiler.Annem bir yere götürecek olduğunda çocuklar itiraz edip hep beni beklerlermiş.Şimdi ben varım diye çok heyecanlılar, heyecandan çok zor uyudular.Aslınsa benim için de çok iyi olacak yarın.Çok yorgun hissediyorum.Bu beden yorgunluğu değil sanki başka bir şey.Düşünceler yordu beni.Ben uyuyayım yarın çok güzel olacak iyi geceler dostum.Yarın görüşürüz.
Bugün nasıl geçti hiç anlayamadım.Çok güzel saatler yaşadım komşular ve ailemle.Bu arada çocukluk arkadaşımı gördüm.Çok değişmiş bambaşka biri olmuş sanki.Çok iyi arkadaştık küçükken,çok güzel günler geçirmiştik.Bugün hepsini teker teker andık ve yarın o eski yerimizde görüşüp konuşmaya karar verdik; kalede yani.
Hala şaşkınım biliyor musun arkadaşım?O eski Emine değil artık.Tamam, görünüş olarak değişmiş;ama yüz hatları, içten gülüşü,iyilik dolu kalbi hep aynı; hiç değişmemiş.İyi ki…Neden bilmiyorum; ama çok heyecanlıyım yarın için.Tabi bu heyecan geçmişin yeniden canlanacak olmasından hem de en iyi arkadaşım Emine ile bir gün geçirerek.
Emine benimle yaşıt ve o da üniversite ikinci sınıfa geçmiş.Uzun zamandır görüşemiyorduk.Bugün söylediğine orta okul ve liseyi Konya’da dayısının yanında okumuş, sonra da Konya’da Selçuk Üniversitesini kazanmış;yani o da geleceğin coğrafya öğretmeni adayı.Kısacası meslektaşım olacak.Onu uzun zamandır görmüyordum ve bu yüzden huyları değişti mi, tavırları değişti mi bilmiyorum ve çok merak ediyorum.Neyse ki yarın tüm merakım gidecek.
Canım dostum Emine’yi tekrar görmenin heyecanıyla sana bugün daha başka neler olduğunu anlatmayı unuttum.Bizim küçükler,Emine, onun kardeşi ve ben hep beraberdik.Oyunlar oynadık, gezdik, koştuk daha neler neler…Büyüklere yemek yapma ve dinlenme görevi verildi.Hallerinden de gayet mutlulardı zaten. Onları öyle görmek beni ve tabi Emine’yi çok mutlu etti.
Bu arada can dostum yarın Emine ile görüşeceğimden kimsenin haberi yok.
Unutma aramızda.
Uyumaya değil,
Rüyalarıma gidiyorum.
Orda yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de güzeldi
,gençti
Sevdim,sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç dinlenemediğim
…
AZİZ NESİN
Ölüm böyle bir şey işte.Yaşayamadığın;ama umut ettiğin o kadar çok şey vardır ki şu dünyada, bir bakmışsın ömür gelip geçmiş ve hayattan umduğun her şey ölümle birlikte uçup gitmiş.Bilememişsin ne yapacağını ölüm alıp gidince seni,zaten kim bilebilir ki ölümün ne zaman geleceğini?
Ömer de bilemezdi.Harç parası kazanmak için gittiği inşaatta tüm yaşamını,hayallerini kaybedeceğini.Otuz lira karşılığında umutlarının yok edileceğini,nereden bilebilirdi ki?
İşte bu hikayede bunu anlattım.Ömer Çetin,halleri,yaşamı,okulu…Onunla ilgili her şeyi,kendimle de özleştirerek anlattım.Çağdaş Türk Edebiyatı bölümü ikinci sınıfta okuyan ve harç parasını çıkarmak için gittiği İstanbul’da yapılacak olan bir lise inşaatının dördüncü katından düşerek her şeyini kaybeden Tutaklı bir genç.Ağrı’dan çıkıp hayatını kazanmaya giden bir gencin hayatını kaybetmesini anlatan bir öykü bu.
Belki sadece öykü olduğu için her şey gerçek olmayabilir bu öyküde;ama tek büyük gerçek,tek büyük soru var:’’Hayatını kurtarmak isteyen;ama çalışmak zorunda olan her gencin sonu böyle mi olacak?’’Kim bilir birkaç kişi soruyor olabilir bu soruyu kendine;ama önemli olan herkesin sorması.Umarım bu öyküden sonra okuyan herkes, biz gençleri en azından beş dakika daha fazla düşünür.
Sonuç olarak bu sadece benim değil,Ömer’in değil tüm zorlukla okuyan gençlerin hikayesi ve unutulmaması gereken bir husus:Ne zaman bu gençlerin hayalleri hayal olarak kalmamaya başlayacak?
DAİMA
MUĞLA ÜNİVERSİTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI ÖĞRENCİSİ KALACAK OLAN ÖMER ÇETİN ANISINA
*1*
Zor olacak.Ailemden,sevdiğimden çok zor ayrılacağım.Hep böyle mi devam edecek hayat?Hep yokuşlu,acı veren yüzünü mü gösterecek bana? Hep böyle mi olacağım?
Az da olsa bir umudum var.Biter belki bu günler diye.Bir gün ben de çektiğim bu eziyetlerin, bu yorgunlukların mükafatını alırım diye.Görebilir miyim ki o günleri? Bilmem belki hayat bana da gülümser.Fazla bir şey istemem kahkahalarla gülmesin sorun değil sadece birazcık gülümsesin bana o da yeter.
Üniversite ikinci sınıfa geçtim.Yaklaşık iki yıl sonra ben de bir öğretmen olup çalışacağım rahatça.Rahatça diyorum çünkü o gelecek günleri şimdiden özlüyorum.İşte ileride ben de rahatça çalışacağım.Artık ellerim donmayacak,çatlamayacak soğukta.Ben de tertemiz ellerle, tertemiz elbiselerle ekmek götüreceğim evime.’’UMARIM.’’
İsyan edesim geliyor bazen hayata haykırmak istiyorum:’’Ben ne yaptım hayat sana; ne istiyorsun benden?’’ diye.İçimdeki çığlıkları bir duysa; ama nerde hep karşı hayat bana.
Çocukluğumdan beri çalışıyorum.Hayat bu yolu gösterdi;ben de gidiyorum.Önce babamı aldı ellerimden.Daha altı yaşındaydım o zamanlar.Nerden bilebilirdim ki canım babacığımın ellerimden kayıp gideceğini, beni bu dünyada yalnız bırakıp dönüşü olmayan bir yolda ilerleyeceğini.O gitti ve bana emanet üç kardeş bıraktı.O gittiğinde canım kardeşlerim yeni dünyaya gelmişti. Çok iyi hatırlıyorum o günü babamın ölümünün üçüncü günü üçüzler geldi dünyaya.Üç küçük melek…Tanrı bir can aldı, üç can verdi bize.O zamanlar çok sormuştum kendime:’’Bu üç meleğin bize armağan edilmesi için babamın bizden gitmesi şart mıydı?’’Kendi kendime çok sordum; ama hiç cevap bulamadım nedense .Ama olsun babamdan bize kalan üç kardeşim vardı ve onlara bakmak boynumun borcu olmuştu.Söz vermiştim kendime okulumu asla bırakmayacaktım yeminim vardı anneme, okuyup öğretmen olacağım diye.Okuyacaktım; tabi kardeşlerim ve anneme de bakacaktım.Zordu tamam; en iyi öğrendiğim tek şey vardı o zamanlar babamdan : Asla vazgeçmemek.Çünkü başarıya ancak zorluklar aşılarak ulaşılabilir.
Bunu biliyordum ve zaten bu yüzden vazgeçmedim.Hem her okul çıkışında işe gittim hem de başarı ile bitirdim her senemi.Zoru gerçekleştirdim ben; yani başarıya giden yolda adım attım işte.Büyük çabalarla bitirdim ortaokulu.Şimdi lise vardı önümde ve ben de çalıştım,çalıştım,çalıştım.Anadolu lisesini kazandım ve bu sefer şanslıydım.Hayat ilk defa gülümsemişti az da olsa bana.Ailemin olduğu yerde liseyi okuyacaktım ve onlara bu sayede yardımcı olabilecek,kardeşlerime sahip çıkabilecektim.Düşündüğüm gibi de oldu.Gündüzleri akşamüstü saat beşe kadar okulum vardı, bir saat aradan sonra doğru lokantaya tabi.Gece saat on ikiye kadar.Eve bir gelirdim ki tüm ışıklar sönmüş annem,bizim üçüzler Esma,Elif ve Engin uyumuş olurdu.Tam kapıyı açardım ki canım kardeşim Engin hemen sese uyanır ve gelirdi yanıma.Erkek ya hani, kızların abisi görüyordu herhalde kendini ki;’’İşte abi sen gelinceye kadar sahip çıktım annem ve kardeşlerime.Onlara hiçbir zarar gelmedi’’ der gibi bakardı gözlerime.Ben de onun alnına ödül niyetine bir öpücük kondurup yatırırdım onu.Onun uykuya dalışını seyretmek kadar güzel bir şey yoktu benim için.
Yıllar geçti böyle işte.Tam anlayamamıştım; hayat ben büyüdükçe kolaylaşıyor muydu, zorlaşıyor muydu; yoksa aynı zorlukta mı kalıyordu?İşte lise son sınıfa gelmiştim büyük çabalarla.Önemli bir sınav vardı o sene.Her şey bu sınava bağlıydı. Ama ben neler neler atlatmıştım, bu mu korkutacaktı beni.Oluyordu işte hem çok ders çalışmak hem de yine çok çalışıp kardeşlerine bakmak, birlikte gidiyordu.Zaten gitmek zorundaydı, başka bir çare yoktu ne yazık ki.
Girdim o yıl sınava ve Muğla Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü kazandım. Çok mutluydum.Sadece ben değil;tüm ailem, sevdiklerim, beni tanıyan herkes çok mutluydu.Keşke o mutluluk hep devam etseydi.Okulum bitmişti tamam ;ama ya şimdi ne olacaktı.Harç parası, yurt parası, kitap parası, yemek, içmek ve tabi ev, kardeşlerim,annem, onların okul masrafı, ev ihtiyaçları…Liste kabarıp gidiyordu işte.Bunları düşününce delirmemek elde değildi.Ama onlara sağlam bir abi lazımdı.Bunu çok hem de çok iyi biliyordum.O yüzden İstanbul’a gitmeye; orada çalışıp para biriktirmeye karar verdim.Okul bitince sadece üç gün evde kalıp yola çıkacaktım.Hazırlıklara başladım.Önce küçük bir bavul, yanına yolluk;çünkü yol uzun boşuna molalarda fazladan para harcama lüksüm yoktu.Tabi en önemlisi biraz yol parası ne olur ne olmaz diye.
Hep ailemin yanındaydım şimdiye kadar.Ayrılmadım ki hiç onlardan.Şimdiye kadar her gün onların o tertemiz kalplerinin yansımış olduğu güzel yüzlerini istediğin her an gördükten sonra, üç ay da olsa onlardan ayrı kalmak çok zor gelecekti.Buna alışmak elbette çok, çok, çok zor olacaktı.Bunu çok iyi biliyordum; ama elden gelen bir şey olmadığı gibi bir an önce onlardan ayrılıp geleceğimiz için para kazanmaya gitmek zorundaydım.
Artık işte son bir gün kalmıştı.Gidiyordum hiç bilmediğim diyarlara.Orda beni neler bekliyordu acaba?Her şey güzel mi gidecekti; yoksa yine hep olduğu gibi zorluklar mı çıkacaktı zaten yeterince taşlarla dolu olan yoluma.Umudum var demek isterdim her şeyin güzel olacağına dair; ama içimdeki ses kendimi boşuna kandırmamam gerektiğini ve yine hep olduğu gibi hayatın bana bir çelme daha takmaya çalışacağını haykırıyordu sanki.Ona ne kadar kulak vermek istemesem de bir şekilde sesini duyurmayı başarıyordu bana; ama kararlıydım ne derse desin umrumda değildi ve ben yolumdan vazgeçmeyecektim.Dediğim gibi de yaptım, tüm hazırlıkları bitirdim ve işte ertesi gün yola çıktım.Çok zor oldu geride gözü yaşlı ailemi bırakmak;ama şimdiden onlara umut bıraktım ve söz verdim.Geriye gelirken mutluluk getirecektim.Evet zor oldu ayrılık; ama İŞTE GİDİYORUM.
*2*
Yoldaydım, yine yollardaydım.Çok eskiden yakın yerlere giderdim çalışmaya.O zamanlar da gidiyordum; ama tek fark yakın yerler değil artık İstanbul’a gidiyordum.Adana nerde,İstanbul nerde.O yol bitmez diye düşünmüştüm; gerçi eninde sonunda o yollar da bitiyormuş,öğrenmiştim.Yoldayken başlamıştım bir şeyler karalamaya,ellerim kendi kendini yönetiyordu.Önce bir kalem ve bir kağıt buldu; sonra başladılar çizmeye.Ama nedense çizilenler geride bırakmış olduğum yüzlerdi.Hala saklarım o resmi.Baktıkça geçmiş gelir aklıma,acı dolu geçmiş.Zaman geçtikçe bakmıştım ki resim bitmiş; yerini yazı almaya başlamıştı.İşte bulmuştum zamanın nasıl geçeceğini:Yazarak.
Ardından başladım yazmaya.Önce ruh halimi yansıttım bembeyaz sayfalara; sonra geçmişim, geleceğim, hayallerim, anılarım yerleşiverdi o sayfaya.Sanki hepsi yerini biliyordu,sanki zaten çok önceden hazırlardı yerlerini almaya.Onlar bu kadar hazırken ben de yazdım,yazdım, yazdım.Bir sayfayla başlayan yazı beş sayfa olmuştu bile.Yazdıkça içim rahatlıyor, içim rahatladıkça yazmak istiyordum.Ben de ilk molada gittim kendime bir defter aldım.Artık
hiçbir şey önemli değildi sanki, o otobüste yalnızca ben ve defterim vardı.Umutlarımı gülümseyen yüzümle yazıyordum .İşte o zamandan beri yazıyorum.Belki çok iyi değil yazdıklarım; ama ben yazdıkça huzur buluyorum ve önemli olan da bu bence.O yüzden hala devam ediyorum ya yazmaya.
Neyse zaman geçmişti öylece ve varmak üzereydim İstanbul’a.Bırakmıştım yazmayı ve başlamıştım o büyüleyici güzelliğe sahip olan müthiş kıza.Onun adı da kendi gibi müthişti: İstanbul.Güzeller güzeli.Büyülenmiştim adeta.Aklım almamıştı; bir şehre gece nasıl bu kadar yakışabilirdi.Nasıl bu kadar ışık bir arada olup da onun tacı gibi olabilirdi ve en tuhafı da nasıl olur da bir insan hem bu şehre bu denli hayranlık duyup hem de aynı derecede bu şehirden korkabilirdi.Sanki insanı içine alacak ve bir daha asla bırakmayacaktı.İşte beni korkutan da buydu.Onu izledikçe bu korku geçiyordu.Yavaş yavaş korkulu veya heyecan dolu düşüncelerin yerini endişe alıyordu.Ve tabi iş bulabilir miyim korkusu…Bu düşünceler beynimi kemirirken otobüs durdu.İşte gelmiştim koskoca İstanbul’a.Hemen iş bulmanın bir yoluna bakmalıydım.Bunun için de önce annemin burada yaşadığını söylediği babamın asker arkadaşını bulmaydım.İyi ki elimde hem adamın adresi hem de numarası vardı.Hemen bir telefon kulübesi bulup aradım Salih Amca’yı.Yalnız benim değil tüm ailenin amcasıydı o.Herkesi sever, herkes de onu çok severdi.Hep duyardım onun ismini.Umarım onunla birbirimizi severiz diye dua etmiştim.
*3*
Sonunda buldum Salih ağabeyimi.Belki o bana bir iş ayarlar diye düşünüyordum, daha doğrusu umuyordum.O akşam beni çok iyi ağırladılar.Ailesi ve o çok iyi insanlar.Hala daha görüşürüz onlarla.Geçen yıl iki çocuğunu da aldım Adana’ya götürdüm bir hafta bizde kalmışlardı ve çok güzel zaman geçirmiştik.Neyse biz konumuza dönelim değil mi kadim dostum?Salih amcam ertesi gün onun çalıştığı yerde iş yerine gidip eleman ihtiyacı var mı bakabileceğimizi söyledi ve bu benim için çok büyük mutluluk olmuştu.İlk defa inşaat işçiliği yapmayacaktım;çünkü ortaokuldayken bir yazım orda geçmişti.Hem en büyük şans benim için, İstanbul’da ücretler Adana’dakinden biraz daha yüksekti.Bu da tüm yaz sonunda biraz daha fazla para demekti.Yani kışın az da olsa rahatlık demekti.O gece ilk defa rahat uyuyordum sanki veya bu yorgunluktan ileri gelen bir şeydi.O sabah erkenden uyanmıştım nedendir bilmem sanki ilk defa çalışmaya gidecek gibiydim ya da bu heyecan şehirdendi.Ama şehrin güzelliğine bakacak zamanım yoktu hiç.Çok çalışmam lazımdı çok.Kahvaltıdan sonra hemen iş yerine gittik.İçimde öyle bir umut vardı ki ama bu umutlu halim çok sürmedi.Çünkü eleman ihtiyacı yokmuş orada.İçime bir acı çökmüştü.Salih amcam üzülmemem gerektiğini en büyük korku ve üzüntünün umutsuz kalmak olduğunu söyledi ve ben de tekrar umut dallarına sarılmaya karar verdim.Koskoca İstanbul bana mı iş vermeyecekti sanki.Bekleyecektim sonuna kadar karalıydım.Derken Salih amcamı orada bırakıp iş aramaya gittim ve akşama gezmediğim inşaat kalmadı.Sanki herkes her işi almıştı, bana hiçbir yerde iş yoktu.Akşam olmuştu eve gitme vakti gelmişti; ama elleri bomboş geri dönüyordum.Eve varınca ev halkı bana moral vermeye çalışıyordu.Onların sayesinde kendime geldim ve yeniden iş aramaya hazır bir şekilde çıktım yollara.
Bu seferki adresim bulunduğumuz çevre değil daha uzaklar oldu.Yapacak bir şey yoktu, ne kadar uzak olursa olsun iş bulmam şarttı.Bunları her düşündüğümde gözümün önüne zavallı kardeşlerim ve canım annem geliyordu.
O yüzden daha da hırs kaplıyordu içimi.Ama yine ellerim bomboş gidiyordum eve.Artık alışmıştım sanki; çünkü günler hep aynı geçiyordu.Bir hafta olmuştu İstanbul’a geleli hala iş yoktu.Her akşam bana iş bulup bulmadığımı sorduklarında ‘’Ne yazık ki yine iş yok, çok aradım; ama yok’’ demekten çok yorulmuştum.
Yemekten sonra yine iş bulamamanın hüznü,kaldığım yere ufacık da olsa yararımın olmamasının acısı ve yarının nasıl olacağı korkusuyla sessizce odaya gidip başımı yastığa koyup saatlerce ağlamıştım.O günleri asla unutamam.
*4*
Bir Pazar sabahıydı.Çok iyi hatırlıyorum; çünkü en çok eğlendiğim ve bir o kadar da içimin acıdığı tek gündü.O gün Salih amcam ‘’Hadi bakalım bugün pikniğe gidiyoruz.Tek bir pazarımız var onda da eğlenmek hakkımız değil mi? Şimdi herkes tüm sorunları sadece bugünlük unutsun.Yarın tekrar hatırlatırım neşe geldi birden.Bir de heyecan tabi; çünkü ilk defa pikniğe gidiyordum.Babam sağ iken hiç götürmemişti ya da zamanı olmamıştı garibin.Bu yüzden asla kızmadım babama;çünkü biliyordum o da isterdi bizi her Pazar alıp bir yerlere götürmeyi,isteğini gerçekleştirememişse bu onun suçu değil ki.
Erkenden çıktık o sabah yola, çok güzel yerlere geldik, her yer yemyeşildi.Upuzun ağaçlara kafamı kaldırıp bakınca sanki gökyüzüne uzanacak gibi oluyordum.Salih amcamın eşi Neriman teyzem öğle yemeği için mangalı hazırlarken;Salih amcam küçük rakısını açmış,zevkle dereden geçen berrak suyu izliyordu.Ardından hafif bir türkü tutturmuş’’Etek sarı,sen etekten sarısan sarısan. Kurban olam Bey Dağı’nın karısan.’’ diyordu.O kadar güzel söylüyordu ki ben de uzandım çimenlerin üzerine yüzükoyun onun türküsü ile mest oluyordum.Yemekten sonra çocuklarla beraber önce ip atladık,ardından top oynadık, sonra da saklambaç oynayıp yaşayamadığım çocukluğumu yaşadım sanki.Ama uzun sürmedi bu mutluluk birden gözümün önüne annem ve kardeşlerimin gözleri yaşlı hali geldi.İşte o an tutamadım kendimi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.Kimse başta hiçbir şey anlayamadı.Sonra Salih amcam herkesi gönderdi yanımdan,oturdu karşıma ve ;’’Çok iyi anlıyorum seni oğul.Ben de çok ağladım senin gibi,çok çektim.Düşün ki annem ben doğarken ölmüş, babamı da on yaşındayken kaybettim .Çalıştığı inşaattın beşinci katından düşmüş.Ben de üvey anne elinde büyüdüm.Üvey falan ama anne sonuçta deme;hiç öyle değildi.Anne gibi değildi benim için.Babam ölünce onun bana bakmak zorunda olmadığını, zaten kendine zor baktığını söyleyip gönderdi beni inşaata.Hem de babamın düşüp öldüğü inşaata.Günlerce babam gitmedi gözümün önünden; sanki her yerde onun sesi yankılanıyordu.Çok zordu oğul çok zor.Ama sen benim gibi değilsin, sen benden daha fazla şeye sahipsin.Annen ve dünyalar güzeli üç kardeşin var.Bunu unutma ve güçlü ol.Neler başarmadın ki sen.İşte bu yüzden asla pes etme evlat.’’dedi.O an ona sarılıp deliler gibi ağladım.Ağladıkça gözlerimden yaş değil, yüreğimden kan akıtıyordum sanki.Salih amcam da bana sarılıp:’’Ağla oğlum.Ağla da rahatla yavrum.’’dedi ve saçlarımı okşadı.O günden sonra Salih amcam değildi o benim.Salih babamdı.
Akşam oldu ve eşyalarımızı toplayıp doğru eve gittik.O akşam ilk defa hiçbir şey düşünmeden uyudum. Sabah olunca mutlu bir şekilde yataktan kalktım ve elimi yüzümü yıkayıp kahvaltıya geçtim.Sofrada herkes vardı Salih amcam hariç.Onu sorunca Neriman teyzem dışarı telefonla konuşmak için çıktığını söyledi.İçimi bir endişe kapladı ve aklımdan sayısız sorular geçmeye başladı:Acaba annemlere bir şey mi oldu,Salih amcamın bir sorunu mu var ,kötü bir olay mı oldu?..Daha neler neler…Neyse ki sorularım yanıtını çabuk buldu.Salih amcam içeriye gülümseyerek girdi ve o an anladım güzel bir şey olduğunu.Ne olduğunu bilmesem de güzel bir şey olmuştu işte ve bu mutluluk vericiydi..Keyifle kahvaltımızı yaptık;ama kahvaltı boyunca aklım hep Salih amcamın ne konuştuğundaydı.Sonunda dayanamadım ve sordum ne olduğunu.O da bize:’’Artık iş arama!’’Hepimiz birden şaşırdık;çünkü oldukça ciddi söylemişti.Bir süre sessiz kaldıktan sonra:’’Evet artık sana iş miş aramak yok.Artık bizim inşaatta çalışacaksın.Geçen günlerde bir eleman rahatsızlandı, işten çıkacak gibiydi.Sana hemen söylemek istemedim;çünkü daha ne olacağı belli değildi.Boşu boşuna umutlandırmak istemedim;ama şimdi her şey kesin artık işe beraber gidip geleceğiz küçük bey.’’ dedi o anda yerimden hızla kalkıp ellerini öptüm , sonra da tüm aileye sarıldım.En mutlu günümdü o gün.Artık bir işim vardı ve artık para biriktirmeye başlayabilecektim.Hemen kalkıp yerimden hazırlandım ve doğru iş yerine gittik.Hiç bir an bile kaybetmeden çalışmaya başladım; çünkü kaybettiğim zamanlar yeter de artardı bile.
O kadar hevesle çalışıyordum ki herkes:’’Amaaaan nasıl olsa az sonra pili biter, herkes başta onun gibi olur.Akşama kalmaz serilir yere.’’ dedi.Hiç duymadım bile onları aynen aralıksız devam ettim işime.Çok mutluydum,tüm umudum yediden canlanmıştı.Sadece verdiğim ara öğle yemeği içindi.O da bir saatti zaten,sonra aynı tempoyla devam ettim.Akşam olunca herkes yavaşlamıştı;ama ben yine aynıydım.Bu sefer de herkes gençliğime verdi bu denli hızlı çalışmamı ve ben mutluydum kimseyi haklı çıkarmamış, alnımın akıyla ilk günümü tamamlamıştım.
Yolda giderken Salih amcam:’’İyi çalışıyorsun evlat!Ustabaşı çalışmanı çok beğenmiş.Böyle çalışmaya devam edersen bizim gibi günde otuz lira alabilecekmişsin.Aferin sana,yüzümü kara çıkarmadın.’’ dedi.O sözler kollarımı kabarttı ve söz verdim kendime:’’İşte böyle aynen devam oğlum Hasan!’’ diye.
Eve giderken yarım kilogram tatlı aldık işteki ilk günümün şerefine.Paramız daha fazlasını almaya yetmedi ama olsun yarım kilogram da yeterdi bize.Önemli olan beraberce tatlı yiyip tatlı konuşmak değil miydi sanki?Önce yemek,sonra tatlılar ve en sonda güzel bir sohbetle günümüzü bitirdik ve artık uyku vaktiydi;çünkü ertesi gün iş vardı.Başımı yastığa koyunca yüzümde hafif bir gülümseme ile uykuya daldım.O günleri anı anına çok iyi hatırlıyorum;çünkü İstanbul’un bana ilk gülümsemesi vardı o günlerde.
*5*
Her gün erkenden kalkıp doğru işe gidiyordum.Tüm gün hevesle çalışıp iş bitince doğru eve gidiyordum.Tüm yaz böyle geçecekti kararlıydım.Umduğum gibi de oldu.Yaz sonunda eve giderken yeterince param vardı.Eve giden yol hiç bitmedi sanki.Çok mutluydum;çünkü evde umutla bekleyen kardeşlerime umut götürüyordum.İşte bu çok büyük heyecandı benim için.
Adana’ya vardığımda kendi memleketimi ne kadar özlediğimi fark ettim.Doyasıya baktım her yere;güzeldi benim şehrim çok güzel burayı güzel yapan sevdiklerimdi,ailemdi.Nasıl bu şehir onlarla güzelse benim hayatım da onlarsız azaptı.Ben onlar için her şeyi yaparım onlar benim canım.Şu satırları yazarken bile gözümü kaldırdığım an onların resmini görüyorum.Her an resimlerine bakmak istiyorum;çünkü yine uzaklarda İstanbul’dayım ve yine çalışıyorum.Ama olsun ucunda ailemin mutluluğu var ve bu her şeye değer bence can dostum.
İyi ki yazmaya başlamışım gerçekten.Beni en iyi anlayan sensin.Kimseye anlatamıyorum hiçbir şeyimi.Zaten anlatacak imkanım da yok;ama ben böyle iyiyim.Kendime iyi bir arkadaş buldum;her şeyi sana anlatıyorum daha ne olsun can yoldaşım.
Neyse konumuza dönelim biz;daha anlatacak nelerim var sana.Derken evin önüne vardım, baktım ki bizim küçükler tatlı tatlı oyun oynuyorlar.Biraz izledim onları sonra seslendim.Hepsi birden başını kaldırdı ve :’’Aaaaaaa abim gelmiş.’’deyip boynuma atladılar hemen o anı asla unutamıyorum çünkü ilk evden uzaklara gidişimin ardından ,uzun bir süreden sonra ilk yuvama dönüşümdü.Küçüklerle özlem giderdikten sonra anneme sürpriz yapmaya gittik.Zavallı annem yine mutfakta, yine yemek bulaşıkla uğraşıyordu.Şöyle bir sarıldım boynuna hemen heyecanla bana döndü ve gözlerinde yaşlarla sarıldı,öptü,kokladı.Öyle özlemiştim ki onun kokusunu kolay değil bu daha liseyi yeni bitirmişsin ve tüm anne sevgisini ,baba sevgisini ve tabi ki özlemini annende gideriyorsun.Bir de bu yetmezmiş gibi ondan aylarca uzak kalıyorsun.
Elbette kolay değil hem de hiç kolay değildi.
Özlem gidermenin ardından annemin o güzel yemekleriyle karnımı doyurdum.Sanki ilk defa doyuyordu karnım, demek ki onlar yokken ben hiç yemek yememişim ya da yedim sanmışım.
O gün,sadece konuşmak, neler neler anlatmakla geçti.Üç ay uzak kalmıştım evden;ama neler yaşanmıştı neler.Hepsini teker teker , yavaş yavaş anlattım onlara.
Anlattığım her şeyi öyle heyecan dolu izliyorlardı ki onlar beni izlerken ben de onların gözlerindeki meraka dalıp gidiyordum.Evin reisi olmak gibi bir şeydi bu. Ama çok güzel bir duyguydu.
Her şeyi; güzel anıları, kötü olayları, işi,evi, sabahı,akşamı vs. anlattıktan sonra sıra okul hazırlığına gelmişti.Okulun açılmasına sadece dört gün kalmıştı ki bunun neredeyse bir günü yolda geçecekti.Kısacası bana kalan üç gündü.O üç günü doyasıya dinlenmeyle geçirmek istiyordum.Ertesi gün sabah uyanınca Salih amcamın sözleri geldi aklıma:’’Bugünlük dertleri unutalım;zaten başka hangi günümüz var ki?’’Hemen yerimden kalkıp anneme:’’Bugün çocukları da alıp dağa çıkalım anne.Meyvelerimizi de alalım yanımıza atıştırırız.’’ dedim.Annem kabul etti tabi.Çocuklarla beraber her yeri gezdik o gün:Dağa çıktık, yollarda yürüyüş yaptık, dere kenarını gezdik…Eve dönüş zor oldu ama.Bizim küçükler hiç yorulmamışlardı sanki daha çok gezmek istiyorlardı.Zor da olsa döndük evimize.
Bizim yorulmamış olan küçük hanımlar ve küçük beyimiz banyolarını yapınca koltukta uyuyakaldılar.Tabi onları kucağına alıp uyutmakta bana düştü.Zevkle üstlerini örtüp salona geçtim, annem uyumak üzereydi.Ona da yatağına geçmesini söyledikten sonra ben de defterimin başına geçip yaşadıklarımı yazmaya başladım.Yazdıkça öyle rahatlıyordum ki sanki kırk yıllık dostumla dertleşiyordum.O dertleşme sabahın ilk ışıklarına kadar devam etti; sonra ben de kadim dostuma veda edip uymaya gittim.
O gün öğleye kadar uyumuşum.Kalkıp bir güzel kahvaltı yaptım.Ardından bizim ilçeyi gezmeye çıktım, çok özlemiştim.Kozan Adana’nın an güzel ilçesi bence.Dağların ortasında,sayısız kaleleri, harabeleri olan güzeller güzeli bir ilçe.İlçe merkezini şöyle bir gezdikten sonra ilk işim kaleye,benim en sevdiğim yere çıkmak oldu.Kozan Kalesi’ne.Bence Adana’nın en güzel kalesi orası.Adana’nın tam ortasında, yüksek bir yerden tüm Adana’yı izlemek kadar güzel bir şey yok benim için.Oraya çıkıp da memleketimi izlemek, gökyüzüne yükselip oradan Adana’ya selam vermek gibi bir şey benim için.
O günü kalede,il merkezinde geçirdikten sonra eve dönüp ailemle oturdum,sohbet ettim doyasıya.Saatler geçtikçe gitme vaktinin yaklaştığı hep aklıma geliyor ve içimi bir hüzün kaplıyordu.Ne kadar düşünmemeye,bir günümün daha olduğunu aklıma getirmeye çalışsam olmuyordu.İlla ki ben gidince ne yapacaklar, acaba bu kazandığım para yetecek mi bu sene; yoksa bir yerlerde çalışmam mı gerekecek düşünceleri kafamdaki yerini hızla alıyordu.Ama unuttuğum bir şey vardı.Ben burs başvurusu yapmıştım.Eğer o burs çıkarsa çalışmama gerek yoktu ve bu sayede rahat rahat derslerime yoğunluk verebilecektim.İşte bunları düşünürken uyuya kalmışım.
Ertesi gün hazırlıkları yapma zamanıydı; çünkü o akşam yolcuydum. Bavulumu hazırlamak fazla uzun sürmedi bile.Geri kalan zamanımın hepsini kardeşlerim ve annemle geçirdim.Zaten ne kadar çok zaman geçirirsem onlarla o kadar iyiydi;çünkü ben onları çok özleyecektim.Ara dönem tatilinde gelecektim; ama iki gün kalıp ya çalışmaya gidecektim ya da Adana’da iş bulacaktım.
O günün her saatini, her saniyesi kardeşlerimle geçirdim.Akşam olmuştu sonunda işte.Yemekteyken kimseden ses çıkmıyordu.Sanki herkes gidişimin hüznünü yaşıyordu.Neşe vermek için birkaç espri yaptım;ama hiç işe yaramadı ne yazık ki.En sonunda dayanamayıp:’’Ama yapmayın böyle çok uzağa gitmiyorum ki Muğla’ ya gidiyorum ve zaten temelli de değil bir dönemliğine.Zaten nasıl geçtiğini anlamazsınız bile; çünkü sizin de sınavlarınız olacak değil mi?’’ dedim.Sonra hüznün duvarlarını aşıp gülümsemeye başladılar.’’ Ha şöyle ya! Ne istiyorsunuz bakayım ne getireyim size gelirken.’’Ardından hepsi sıralamaya başladı.Biri bebek,biri yemek yapmak için olan oyuncaklardan, diğeri de araba istedi.Getirebileceğimi söyleyince hepsi boynuma atladı.
Saat sekiz olmuş, gitme vakti gelmişti.Vedalaşıp çıktım evden.Kimsenin gelmesini istemiyordum;çünkü onların gözlerinden düşen tek bir gözyaşını görmek bile öldürüyordu beni.Evden çıktığımda geri dönüp baktım ki hepsinin boynu bükük kaldığını gördüm.Bu da yetti bile içimin kan ağlamasına.
Otogara vardığımda saat sekiz buçuktu.Zaten varır varmaz otobüs gelmiş , ben de hemen eşyalarımı yerleştirip otobüse binmiştim .Camdan dışarı baktığımda hala kardeşlerimin yaşlı gözleri beliriyordu aniden gözlerimin önünde.O yaşlı gözleri görür görmez başımı çevirdim ve başladım yine yazmaya.Yazdıkça içimdeki o ağlama hissi gidiyordu.O yüzden sürekli yazdım, yazdım, yazdım.
Yol boyunca ya uyudum ya da yazdım.Önce yazıyor sonra da yazdıklarımı umut denizine atıyordum sanki.
Sonunda yol bitmişti.Otobüsten indiğimde sanki yürümeyi bilmeyen;ama yeni yürümeye çalışan bebek gibiydim ve çok yorgundum.Otogardayken şöyle bir etrafa baktım.Her yer farklıydı ve işte o zaman dedim ki kendi kendime:’’Oğlum Hasan işte yeni bir hayat daha başlıyor.Umarım her şey hayırlı olur.’’Ardından otogardan çıkarken aklımdan geçen tek şey:’’Keşke bu günleri babam da görebilseydi.’’ oldu.
*6*
O günüm yurda yerleşme, eşyaları yerleştirme işleri ile geçti.Günün sonunda epeyce yorulmuştum.Yemek bile yemeden uyuyakalmışım öylece.Hem yol hem yurda yerleşme işleri çok yormuştu beni.Ertesi sabah uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra hemen kampüsü gezmeye başladım.Muğla’nın Fethiye’ ilçesi tarafındaki girişine inşa edilmiş bir üniversite.Fakülteler birbirine çok fazla uzak olmamakla birlikte tüm üniversite içinde rahatça araba ile gezecek kadar büyük.Bir tepeyi tamamen kaplamış,yanlarında hatıra ormanı ve uygulama alanları olan ve Muğla’nın merkezini kendisine manzara alan bir üniversitede okuyacaktım artık.Sınıfları teker teker gezdim o gün.Merakla her yeri inceledim;çünkü orası artık benim geleceğime uzanan önemli bir köprü olacaktı.Genelde beş altı katlı,sınıfları tekli sıralarla dolu,bahçesi ağaçlarla kaplı güzel bir üniversite.O gün Muğla’ya ısınmakta zorlanmayacağımı düşündüm.Dediğim gibi de oldu.Bu sene üçüncü sınıftayım ve Muğla’yı gerçekten çok seviyorum.
İşte pazartesi yani okulun açıldığı gün gelmişti.Heyecan vardı içimde; çünkü yeni insanlarla, yeni bir yerde, yeni bir hayata başlayacaktım.Kim olsa heyecanlanırdı.Oda arkadaşlarımla kahvaltıyı yaptıktan sonra doğru sınıfların olduğu binaya gittik.Arkadaşlarla tanıştık.Daha ilk hafta olduğu için hiçbir hoca derse gelmedi tabi.E biz de daha yeniyiz ya hemen belli oluyordu halimizden.Neyse arkadaşlarla tanıştık bir hafta boyunca,kaynaştık öylece geldi geçti zaman yani.İkinci haftada yavaş yavaş dersler başladı artık.Güzel gidiyordu her şey; ama içimde de bir korku vardı yalan değil.Çünkü ne zaman bir şeyler iyi gitse illa başka bir şey bozuyordu bu durumu.Ben de hep böyle devam ettiği için normal olarak korkuyordum.
Derken iki hafta sonra yanılmadığımı anladım.Engin grip olmuş,sonra da grip zatürreye çevirmiş.Acilen hastaneye kaldırmışlar ve üstelik iki gün olmuş bu olay olalı.Duyunca şok oldum tam gidecektim geriye ki annem arayıp tehlike olmadığını ,daha küçük olduğu için kolay atlatacağını söyledi.İşte o zaman içime sanki soğuk sular serpildi.Öyle bir korkuydu ki ailenden birinin daha elinden uçup gideceğini düşünmek; bu korkuyu yaşamayı bırak anlatmaya çalışmak bile bir ölümdü benim için.
Neyse ki o günler çabuk geçti.Engin iyileşip hastaneden çıktı.Onun bu hastalığı bizi hem ruhsal hem maddi anlamda bizi çok yıprattı.O kadar ki yeniden iş bulmam şart oldu.O günlerde daha Muğla’da yeni biri olarak nerede iş bulacağımı bilmiyordum; ama bildiğim tek şey vazgeçmek yoktu.İnsan vazgeçmeyince gerçekten başarıyormuş bunu çok iyi anladım hem de çok.
Aradan üç dört gün geçtikten sonra İbrahim diye bir arkadaşla tanıştım.Daha yirmi yaşında olmasına rağmen sınavı kazanmış ve rektörlükte işe başlamış.Duyunca çok şaşırdım.Çünkü üniversitede o yaşta birinin çalışması tuhaf gelmişti; ama büyük başarıydı onunki.Hatta bazen iç geçiriyordum keşke okulumu bitirmiş ve şu anda çalışan bir memur olsaydım diye.Belki de her şey daha kolay olurdu.Eve bakmak, kardeşlerimi okutmak, onların ihtiyaçlarını karşılamak…Ya da en hayırlısı böyle yaşamamdır değil mi? Kim bilebilir ki ileride ne olacağını?
İbrahim ile gün geçtikçe iyi arkadaş oluyorduk ve tanıdıkça daha da sevmeye başlıyordum onu.Bir gün annemle konuştuktan sonra canım sıkkın bir şekilde telefonu kapatmamdan bir şeyler olduğunu anlamış ve ardından beni soru yağmuruna tutmuştu.Biraz utanıp sıkılsam da anlattım, o da:’’Neden utanıyorsun ki kardeşim?Çok normal şeyler bunlar ve benim de durumum çok iyi değil zaten bak bu yaşta memurluğa başladım.Üstelik aldığım maaşa hiç dokunamadan eve gönderiyorum,kendi ihtiyaçlarımı bile karşılayamıyorum yani.Hem sana yardımcı olmak isterim ki olabilirsem de çok mutlu olurum inan.’’Onun bu sözleri çok mutlu etti beni.Dediği gibi Muğla’da tanıdığı bir sürü esnaf varmış, beni onlarla tanıştırdı.İş konusunda yardımcı olacaklarmış bana.Oldular da zaten.Sonunda çok uğraşmadan bir iş buldum.Okul çıkışı başlayıp gece saat on bire kadar çalışabileceğim bir lokanta.Çok büyük değildi, ama özellikle öğrencilerin uğrak yeriydi.
İşe çok geçmeden başlamıştım bile ve gayet da rahattı iş benim için.İşim bittikten sonra gidip ders de çalışabiliyordum.Fazla maaşı yoktu; ama beni o kış için rahatlatacaktı biraz.O kadar alışmıştım ki çalışmaya artık hiç yorgunluk hissetmiyordum.
Bazen düşünüyorum da bu hayat benim mi?Bence değil; bu hayat başkasının.Hiçbir zaman kendim için bir şey yaptığımı hatırlamıyorum ki ben.Bambaşka bir şey bu.Hem bir hayatı yaşıyorsun hem yaşadığın hayat senin değil.Ne yaparsan başkası için yapıyorsun.Bir adım atmak istiyorsun acaba şu ne düşünecek hakkımda, ya kötü bir şey derlerse, acaba şu ne yapmamı isterdi, ya kızarsa , ya kırılırlarsa diye düşünmekle geçiyor hayat denilen; ama daha ne olduğunu bile anlayamadığım şu yol.Şimdi soruyorum sana can dostum:Ben ne yaşıyorum?..
Umudum var yine de, bir gün ben de mutlu olacağım; biliyorum, ben de bir gün kendi hayatımı yaşayacağım.Ne zaman olur bu hiçbir fikrim yok; ama olsun umudum var ya o da yeter bana.
*7*
İş,okul,dersler,sınavlar,ödevler derken koskoca bir yıl gelip geçti işte.Nasıl geçti anlamadım bile.Artık sınav dönemi başlamıştı ve tabi daha çok çalışma dönemi de.Bu yüzden işi bırakmaya kara verdim;çünkü şu son iki hafta çok önemliydi.Ertesi gün hemen patronla konuşmaya gittim ve durumu anlattım, zaten o da beni anlayışla karşıladı.İş yerinden çıkmadan önce:’’Sen çok iyi bir elemansın ve çok çalışkan bir insansın.Unutma her işe ihtiyacın olduğunda burada sana mutlaka yer var.’’ dedi.Bu konuşma son derece mutlu etti beni.Benim hakkımda böyle düşündüklerini bilmezdim.Ama kesinlikle çok gurur verici bir duyguydu bu.Vedalaştıktan sonra yurdun yolunu tuttum.Ara vermeksizin ders çalışmalıydım.Bölümümden dolayı her dersim sözeldi ve bu ezber ve iyi öğrenmeyi gerektiriyordu.
Sıkı bir ders çalışmanın ardından sınav haftası gelmişti işte.İşin açığı içimde ne olduğunu bilmediğim bir duygu vardı: Korku muydu bu duygu endişe miydi?Bildiğim tek şey o haftayı en güzel şekilde atlatmam gerektiğiydi.Onun için sürekli ve özellikle planlı bir şekilde çalışıyordum.
Derken sınavlar başladı.Zaten şu sınavlara başlamak önemli gerisi nasıl olsa geliyordu.Hafta hiç ummadığım kadar çabuk geçti.Sınavlarımın her nasıl geçtiğini soranlara:’’İyi; ama iyinin de iyisi vardır.’’diyordum.Çünkü amaç hep en iyi olmaktır ya zaten.Herkes bunun için çalışır,uğraşır.Amaç zirveye ulaşmaktır; çünkü zirve bu, söylemesi bile güzel ki orda olmak kim bilir ne kadar güzeldir.Zaten zor ya ulaşmak o yüzden çeker herkesi kendine.Zoru kim sevmez ki değil mi can dostum?
İşte okulun ilk yılı bitti ve benim iki haftalık tatilim başladı.İki haftalık diyorum; çünkü yine hemen ardından İstanbul’a gideceğim yani yine ertesi sene için yatırım işte.Hazırlığımı yaptıktan sonra sevinçle çıtım yola.Çok mutluydum, uzunca bir aradan sonra tekrar canlarımı görecektim.Elimde kalan son paranın yarısı ile canlarıma minik hediyeler aldım.Engin’e küçük bir araba, kızlara da küçük;ama çok şirin iki bebek aldım.Aslında kendimi çok şanslı hissediyordum;çünkü kardeşlerim gerçekten yetinmeyi ve küçük şeylerle mutlu olmayı çok iyi bilen çocuklardı.Onlarla gurur duyuyordum.
Yola çıktım ve yaşadıklarımı teker teker gözümün önünden geçirmeye başladım.Bu önemliydi benim için hem de çok.Babam bana:’’ Ne yaşarsan, ne yaparsan sonraları gözden geçir oğlum; çünkü insan geçmişine bakarak geleceğine yön vermelidir.Ancak bu şekilde daha az hata yapar ve daha az pişman olur.’’ demişti.Bu sözü o zamanlar anlayamamıştım; ama aklıma kazınmıştı.Çünkü babamdan öğrendiğim çok az şey olmuştu.O hep çalışıyordu ve bu yüzden onu az görüyordum.Az konuşuyorduk onunla,az zaman geçiriyorduk belki; ama konuştuğumuz her kelime hala aklımdadır.Hepsi değerlidir benim için.Bunları düşünürken birden aklıma geldi kafamdan bu düşünceleri geçirmek yerine kalem kağıdımdan geçirmeliydim ve işte o zaman sana yazmaya başladım.Yol boyunca durmaksızın yazdım.Ya da yazmak demeyelim de dertleştim seninle.
Şimdi evdeyim işte.İlk geldiğimdeki sevinci anlatmam sana.Hele hediyeleri görünce çocukların boynuma atlaması bambaşkaydı.Onlar mutlu olunca dünyalar benim oluyor.Onlara bu canım kurban olsun ya.Bir hayat nedir ki bin hayatım olsa yine veririm onlara.
Gece oldu işte, uyudu bile tüm ev halkı.Bu akşam nasıl geçti anlayamadım.İnsan evinde hiç olmadığı kadar mutlu oluyor.Ben bu mutluluğu özlemişim.Akşam yemeğini beraber yemeyi,çay içerken sohbet etmeyi,birbirinin yüzünü görmeyi…Artık hep böyle yapacağım,her fırsatta yazacağım.Belli mi olur ileri de torunlarıma bile gösterebilirim.
Neyse yarın bizimkiler ve karşı komşularla pikniğe gideceğiz.Çocuklar ve annem için bir değişiklik olacak, uzun zamandan beri evdeydiler.Annem bir yere götürecek olduğunda çocuklar itiraz edip hep beni beklerlermiş.Şimdi ben varım diye çok heyecanlılar, heyecandan çok zor uyudular.Aslınsa benim için de çok iyi olacak yarın.Çok yorgun hissediyorum.Bu beden yorgunluğu değil sanki başka bir şey.Düşünceler yordu beni.Ben uyuyayım yarın çok güzel olacak iyi geceler dostum.Yarın görüşürüz.
Bugün nasıl geçti hiç anlayamadım.Çok güzel saatler yaşadım komşular ve ailemle.Bu arada çocukluk arkadaşımı gördüm.Çok değişmiş bambaşka biri olmuş sanki.Çok iyi arkadaştık küçükken,çok güzel günler geçirmiştik.Bugün hepsini teker teker andık ve yarın o eski yerimizde görüşüp konuşmaya karar verdik; kalede yani.
Hala şaşkınım biliyor musun arkadaşım?O eski Emine değil artık.Tamam, görünüş olarak değişmiş;ama yüz hatları, içten gülüşü,iyilik dolu kalbi hep aynı; hiç değişmemiş.İyi ki…Neden bilmiyorum; ama çok heyecanlıyım yarın için.Tabi bu heyecan geçmişin yeniden canlanacak olmasından hem de en iyi arkadaşım Emine ile bir gün geçirerek.
Emine benimle yaşıt ve o da üniversite ikinci sınıfa geçmiş.Uzun zamandır görüşemiyorduk.Bugün söylediğine orta okul ve liseyi Konya’da dayısının yanında okumuş, sonra da Konya’da Selçuk Üniversitesini kazanmış;yani o da geleceğin coğrafya öğretmeni adayı.Kısacası meslektaşım olacak.Onu uzun zamandır görmüyordum ve bu yüzden huyları değişti mi, tavırları değişti mi bilmiyorum ve çok merak ediyorum.Neyse ki yarın tüm merakım gidecek.
Canım dostum Emine’yi tekrar görmenin heyecanıyla sana bugün daha başka neler olduğunu anlatmayı unuttum.Bizim küçükler,Emine, onun kardeşi ve ben hep beraberdik.Oyunlar oynadık, gezdik, koştuk daha neler neler…Büyüklere yemek yapma ve dinlenme görevi verildi.Hallerinden de gayet mutlulardı zaten. Onları öyle görmek beni ve tabi Emine’yi çok mutlu etti.
Bu arada can dostum yarın Emine ile görüşeceğimden kimsenin haberi yok.
Unutma aramızda.