Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    ___İPEK___

    avatar
    hurieskin


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 19/12/10

    ___İPEK___ Empty ___İPEK___

    Mesaj  hurieskin Çarş. Ara. 22, 2010 9:38 pm





    iPEK
























    ÖNSÖZ
    Merhaba tüm değerli okuyucularıma. Ben Huri Eskin. 1991 yılında Afyon'un Çay ilçesinde doğdum, şimdi Denizli'de ikamet ediyorum. İlk ve orta öğrenimimi Denizlinin ilçesi olan Acıpayam'da tamamladım.Uzun süren çabalarım sonucunda da çok istediğim bölüm olan ''Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık'' bölümünü kazandım. Giresun'dayım, daha birinci sınıftayım, sevdiğim birçok insandan uzağım ama mutluyum.
    Bu romanı Yard. Doç. Dr. Dursun Şahin hocamızın isteği üzerine yazdım.Roman bittikten sonrada şöyle arkama yaslanıp bir düşündüm; iyiki böyle bir ödev vermiş hocamız dedim. İnsanın düşüncelerini,yaşanan olayları,duygularını yazıya dökmesi gerçekten güzel ve rahatlatıcı bir şeymiş.
    Okuyacağınız kitapta karakterler tamamen hayal ürünü değil,yaşanmış bir hayattan kesittir.Sizlere genç kızlığa yeni adım atan İpek'in yaşadıklarını aktarmaya çalıştım.Bu benim ilk romanım umarım severek okursunuz.Hepinize teşekkür ediyorum...


















    Hava güneşli,ılık bir esinti vardı. Bugün Tavas'ta 23 Nisan Bayramı kutlanacaktı ilçe Denizli'ye bağlı küçük ve bir o kadarda sevimli bir yerdi. İpek o gün tarif edemediği bir mutlulukla uyanmıştı.Yüzünden omuzlarına kadar süzülen bukleli saçlarının arkasından bakan bir çift göz etrafa neşe saçıyordu ama o da bu mutluluğun adını koyabilmiş değildi. İpek iki çocuklu bir ailenin küçük kızıydı. Zayıf, narin yapılı, yuvarlak yüzlü, genelde ağzı kulaklarında,uzun kahverengi saçlı ,orta boylarda, biraz çıt kırıldım biraz nazlı ama etraftakiler tarafından sevilen biriydi.Ondan iki yaş büyük bir de ablası vardı.Ablası Ümmühan İpek'e göre biraz daha yapılı ,uzun saçlı ,hafif çekik gözlü ,çalışkan, sosyal ve özgür bir ruha sahipti.
    ipek ablasıyla beraber bayramın kutlanacağı alana gitmek için yola koyuldular. Upuzun yarım asırlık çam ağaçlarıyla kaplı caddeden geçerken kuş cıvıltıları insana yaşam sevinci katıyordu, tam o sırada kaldırıma boylu boyunca sıralanmış böcekleri gördüler ve ikisi de sokağı çınlatan çığlıklarıyla koşarak uzaklaştılar. O kadar hızlı koşmuşlardı ki bayram başlamadan yetiştiler. Bu arada Ümmühan çocukluk arkadaşı Denizi gördü.Yanında da yakışıklı, masum bakışlı, güzel yüzlü ,sakalları yeni terlemeye başlamış bir arkadaşı vardı. Deniz'in kuzeni Emre. İpek bir an duraksadı sanki zaman durmuş onun bir şeyler yapmasını bekliyordu.İpekle Emre birbirlerini ilk kez görmüştü, tanıştılar. İpek'in yüreğinde ilk kez aşk kıvılcımları çakmaya başlamıştı. Onu görür görmez ona aşık olmuştu sanki ama Emre bunun farkında değildi. Eli ipeğin eline değdiğinde İpek sanki bayılacak gibi oldu dili tutuldu ve tüyleri diken diken oldu. Yakışıklı genç biraz durduktan sonra yanlarından ayrıldı. Emre zayıf, temiz yüzlü,hafif sakallı,ela gözlü orta boyluydu ama onu çekici kılan duruşu ve insanın gözünün içine bakan gözleriydi. İpek onu ilk kez görmesine rağmen kendini onda görmüştü.Bayram devam ediyordu ama İpeğin bayramı başkaydı. Sabahtan beri gelen mutluluk yoksa bunun mu habercisiydi?
    İpeğin bir de doktor amcası vardı,öz değil ama özdende öte, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi onu çok severdi.İpeğin babası hastanede sağlık memuruydu,doktor amcasıyla tanışıklığı da oradan geliyordu. Küçüklüğünde doktor amca diye alıştığı için büyüdüğünde de aynı şekilde devam etmiş.Onu babasından ayırt etmezdi ipek'le ablası.Ne de olsa onun elinde büyümüşlerdi. Daha yeni evlenmişti ama çocuğu yoktu bu yüzden yolda belde bir çocuk görse hemen kucağına alıp şap şup öperdi. İdealist biriydi, İpek'te daima onu örnek alıyordu. Onu diğer çocuklardan çok kıskanır ,ona hiç laf söyletmezdi. Küçük çocuklar öğretmenine aşık olur ya onunda aşkı doktor amcasıydı. İpek'in hayatta en çok sevdiği kişiler ailesi ve doktor amcasıydı. Onların bir de komşusu vardı. İpekten 2 yaş küçük ve 3 yaş büyük kızları bir de küçük erkek çocukları vardı. Çok iyi anlaşırlardı. Aile dostlarıydı komşuları.
    İpek Emre'yi gördüğü andan itibaren onu unutamadı. Bir daha onu ne zaman göreceğim diye meraklanıyordu. Yine bir bahar günü ablasıyla İpek çarşıda dolaşıyorlardı. Çay bahçesinin oradan geçerken bir de ne görsünler;Emre ve kuzeni arkadaşlarıyla beraber oturuyorlardı . Onlarda hemen o tarafa doğru ilerlediler ve yanlarından geçerken Deniz Ümmühan’a selam vermek için ayağa kalktı biraz ayaküstü sohbet ettiler. İpek çaktırmadan çocuğa bakıyordu hayranlıkla ama farkedilmemişti henüz. İpek o gün o kadar üzülmüştü ki ona açılmayı asla düşünmüyordu. O gün İpekler okuduğu lisenin bahçesine doğru yürüdüler. Bahçede çam ağaçları vardı, o sinirle ağaçtan bir parça koparıp kırdı ve parmağının kenarını kesti. ikinci kez görmüştü Emreyi ama onun hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Bakalım İpek yakışıklı prensini bir daha ne zaman görecekti. İpek'in hiç sevgilisi olmamıştı bu zamana kadar. İlk kez değişik duygular hissediyordu birisine karşı. Bir gün İpek yine çarşıya çıktı. Emre'yi yine gördü ama yanında arkadaşları ve samimi olduğu bir kız vardı. O kızı çok kıskandı. Okulun son günleriydi artık,voleybol maçları yapılıyordu belki o da gelir umuduyla maça gidiyordu İpek ama çerçeveli gözlüklerinin ardından bakıyor göremiyordu onu. İpek'in sınıfı yola bakıyordu. Birgün yine yola doğru bakarken onu gördü , o kadar şık görünüyordu ki artık onu unutmasına imkan yoktu. En umulmadık anlarda ona yaklaşıyor ama bir türlü onun dikkatini çekemiyordu. Farkedilmemek çok kötüydü. Bir gün yine voleybol maçı var yine bir umuttu İpek için. Bu sefer gördü onu kalabalığın içinde ve gidip arkasına oturdu,ama yine fayda etmedi. Aradan günler geçti okul kapandı, yaz tatili başladı. Bir yandan da doktor amcasını düşünüyordu İpek çünkü çocukları olmuyordu. Bu duruma çok üzülüyorlardı. Çocukları çok seven birinin çocuk sevgisini yaşayamaması çok acı bir duyguydu. Durumu değiştirmek ve çocuk sahibi olabilmek için çok uğraştılar fakat ne yaptılarsa olmuyordu. Yaz gelmişti artık sıcaklar kendini yavaştan hissettirmeye başlamış,buğdaylar başaklarını eğmiş sararmaya başlamıştı. Sıcak bir günün ardından İpek balkonda oturuyor, güneş kızıllığını kaybetmek üzere, o sırada doktor amcası ayakları yerden kesilircesine bir sevinçle müjdeyi verdi onlara.Bir çocukları olacaktı. Çok sevindiler sarıldılar, ağladılar. Cinsiyetinin ne olacağı hiç önemli değildi önemli olan sağlıklı olmasıydı. Ama kızları çok severdi doktor amcası, uzun saçlı bir kızının olmasını çok isterdi. İpek'in babası da kızlarına çok düşkündü onları herseyden sakınır onlara erkeklerden uzak durmalarını söylerdi. Babası kahverengi saçlı , sarı bıyıklı, orta boylu, biraz tombul arada alev gibi parlayan ama iyi kalpli bir insandı. Annesi ise yufka yürekli sakin , siyah saçlı, iri gözlü, beyaz tenli, namazında niyazında ,eli açık ,sevimli bir kadındı. Yaz tatili sıkıcı geçiyordu .Ümmühan’ın Avusturalya'da oturan arkadaşı gelmişti İpek'lere ve çarşıya çıkalım dedi. Üçlü çarşıda biraz dolaştıktan sonra eve dönüyorlardı .Kamelya pastanesinin önünden geçerken dışarı kurulmuş masalardan birinde Emre ve arkadaşları oturuyordu. İpek yine çok heyecanlandı. Yanlarından geçerken Ümmühan Denizle selamlaştı güzel İpek yine farkedilmediğini düşündü.İpek çok güzel bir kızdı oradaki herkes ona bakıyor ama o bakmıyordu bir türlü, bu arada İpek çaktırmadan ona bakıyordu. Selamlaşma merasimi bittikten sonra eve gitti İpekler. O gün akşam eve gittiklerinde Denizden Ümmühan’a bir mesaj geldi. Mesajda kardeşinin sevgilisi olup olmadığı yazıyordu,hemen kardeşine gösterdi. İpek çok heyecanlıydı ama bir o kadarda üzülmüştü çünkü Emre ona bakmamıştı bile o yüzden bu mesajı onun göndermiş olma olasılığı yoktu. Deniz'e sorduklarında o da söylememişti kim olduğunu ve geçiştirmişti. Bir görüşme ayarlamasını söyledi ve orada görürsünüz dedi. Ablasıyla İpek o hafta teyzesine gitmek zorundaydı çünkü teyzesi doğum yapmış ve onlardan yardım istemişti, bu yüzden 1 hafta sonra görüşmek mümkün olacaktı. İpek çok meraklıydı, bir hafta nasıl geçecek bilmiyordu. Hayallerinin gerçekleşmesini çok istiyor ama hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordu. Aradan bir hafta geçti ve o gün geldi çattı. Öğleden sonra saat 2'de Mina pastanesinde buluşacaklardı. İpek ve ablası erkenden gidip beklemeye başladılar ve biraz sonra Emre ve kuzeni kapıda göründü. Acaba başka biri daha gelecekmiydi yoksa Emre miydi o kişi. Kendinden emin bir şekilde gelip oturdular masaya ve konuşmaya başladılar.Emre İpek'e onu çok beğendiğini ve yakından tanımak istediğini söyleyince İpek'i ter bastı , sevinçten uçacaktı ama çaktırmamaya çalışıyordu ,gülme krizine tutuldu sürekli lavaboya gidip duruyordu. Birbirlerinin numaralarını aldılar ,kendilerine çok yakın hissetmişlerdi birbirlerinİ. Böyle bir şans dünyada kaç kişiye denk gelir ki? İpek artık etrafta otuz iki diş geziniyordu, bulutların üstünde gibiydi. Emre de çok mutluydu , aradığı aşkı bulmuşlardı ikisi de. Emre’nin arkadaş çevresi de çok iyiydi hepsi efendi çocuklardı Emre gibi. Artık yeni bir yolda yürümeye başlamışlardı uzun ve meşakkatli bir yol olacaktı bu ,belliydi.
    İpek ilk kez böyle duygular hissediyordu.Birbirlerini tanıma aşamasındalardı, her gün görüşüyorlardı. Emre güzel sözler söyledikçe İpek ona daha da fazla bağlanmaya başlamıştı. İlişkileri yavaş ve seviyeli bir şekilde ilerliyordu. İpek Emre'yle her görüştüğünde kalbi yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Aradığı aşkını bulmuştu,dünyada ondan daha mutlu birisi daha yoktu. Etraftaki insanların verdiği tepkilerde çok iyiydi herkes birbirinize çok yakıştınız diyor ve iyi dileklerde bulunuyorlardı. Bir gün otururken Emre İpek'in elini tuttu.Garip bir duyguydu bu, İpek'in tüyleri diken diken oldu.İlk kez bir erkek elini tutmuştu. Mutluluk yolunda atılan ilk adımdı bu.
    Emre o yıl üniversiteye girememiş sınav için dershaneye başlamıştı. İpek lise ikinci sınıftaydı. Okuldan sonra ve hafta sonları görüşüyorlardı. Bazen de Emre İpeklerin evinin üst tarafındaki parka geliyor ve gizlice orada görüşüyorlardı. İkisi de ilk kez böyle bir aşk yaşıyorlar ve ilklerinin unutulmaz olmasını istiyorlardı. Emre daima ilişkilerinin yavaş ilerlemesini istiyordu çünkü hayatta her şey kısıtlı ve kıttı. Çok yapılan çok söylenen yani çok tekrarlanan şeylerin değerini kaybedeceğine inanıyordu. Emre gerektiğinde romantik ,duygusal ama genelde realist bir görüşe sahipti. İpek'i sinemaya davet etti. Tavas küçük bir ilçe olduğu için sinema yoktu bu yüzden merkeze yani Denizli'ye gitmeleri gerekecekti. İpek tamam dedi ve hafta sonu gitmek için sözleştiler. İlk olacağı için özel olmalıydı ama sinemada romantik bir film olmadığı için Diriliş adında bir korku filmine girdiler. Korkunca sevgilinin elini tutmak ona sarılmak nasıl bir duygu onu öğrenmişti İpek. İpek sinema biletlerini hayatı boyunca saklayacağını söyledi. Bu ve buna benzer olaylarla bir yılı geride bırakmak üzereydiler hem birer arkadaş hem de sevgiliydiler.Birbirlerine derslerinde de yardım ediyorlardı. İpek'in başarılı olduğu derslerde Emre başarısız Emre'nin başarılı olduğu derslerde de İpek başarısızdı, yani birbirlerini tamamlıyorlardı.Deyim yerindeyse tencere yuvarlanmış kapağını bulmuştu. Emrenin sınava girme zamanı gelmiş çatmıştı. Emre kendinden emin bir şekilde girdiği sınavdan beklediği puanı alamamıştı ama yine de iyiydi ve bir yerlere yerleşmesini sağlayacaktı. İpek bu duruma bir yandan seviniyor ama ondan ayrı kalacağı için bir yandan da üzülüyordu. Ablası da girmişti sınava ve psikoloji okumak hayaliydi. Sınav sonuçları açıklandığında ikisi de hayal kırıklığına uğramıştı.İstemedikleri ya da en son istedikleri bölümleri kazanmışlardı. Emre İşletme bölümünü, Ümmühan Türkçe öğretmenliğini okuyacaktı. İpek iki sevdiği insanı böyle üzgün görmeye dayanamıyordu. İkisini de teselli etmeye çalışıyor onlara her işte bir hayır vardır diyerek moral vermeye çalışıyordu. Bu duruma alışmalıydılar çünkü geri dönüş yoktu artık. Eylül ayı geldiğinde İpek iki sevdiği insandan ayrılacak onlar başka şehirlere gidecek o buralarda kalacaktı, bu yönden düşününce İpek içinde bu durum çok zor olacaktı. O dönemde onları bir nebze olsun sevindirecek bir haber aldılar. İpek'in doktor amcasının Barış adında bir oğlu olmuştu. Buna çok sevindiler ama artık gitme vakti gelmişti. İpek sevgilisini uğurlarken çok ağladı. Emre bir taraftan onu sakinleştirmeye çalışıyor bir taraftan da kendi üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu. Bu uğurlama merasimi kim bilir daha kaç defa yaşanacaktı. Artık Emre yoktu ama her gün telefonda konuşuyorlardı. İpek'in hayatı artık okul, ev ve dershane üçgeni arasında geçiyordu. İlk defa böyle bir özlemi tadıyorlardı. Emre arada bir sürpriz yapıp geliyordu ,bu biraz olsun İpek'in özlemini hafifletiyordu. Zaman özlem dolu hikayelerle akıp geçiyordu.
    İpek artık dördüncü sınıftı ,o diğer kızlardan biraz farklıydı. Çok ders çalışıyordu, çok stresliydi. Sınava hazırlanıyordu , en büyük amacı Emre'nin bulunduğu şehirde Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık okumaktı. Tek engel o yenemediği heyecanıydı belki de , deneme sınavlarında bile çok heyecanlanıyor ,istediği sonuçları alamıyordu. Emre onun her an için destekçisiydi. İdeallerine ulaşabilmek için her türlü özel ihtiyaçlarından ve boş zaman etkinliklerinden vazgeçmişti İpek, geceleri doğru düzgün uyumuyor sabahları erken kalkıp ders çalışıyordu. İpeklerin bir de kiracısı vardı. Çocukları olmayan bir çiftti ,dershaneleri vardı. İpek ücretsiz olarak bu dershaneye gidiyordu. Ailesini düşünen İpek dershane çok iyi olmamasına rağmen buraya gitmek istemişti. Aynı zamanda matematikten özel ders alan İpek çalışmalarına devam ediyordu. Sınav günü gelip çattı , sınavdan bir gün önce yan komşunun kızı sevdiği kişiyle evlenmek istediğini belirtmiş ama ailesi izin vermemişti .Bunun üzerine olaylar çıktı, kız intihar girişimlerinde bulunmuştu. Ailesi kızı kabul etmiyordu artık bu yüzden İpek'in babası komşunun kızını evlerine getirdi. O gün onlarda kalan kız gece sinir krizleri geçiriyor, devamlı ağlıyordu. Bundan çok etkilenen İpek ertesi gün sınava girecekti. Oldukça moralsiz bir şekilde sınava giren ipek heyecanından da etkilenerek kötü bir an yaşamıştı. Sınav başladığı anda donakalan İpek sınav zamanını yetiremeyince oldukça üzgün bir şekilde sınavdan çıktı. Mutsuzluğu her halinden gözlenen İpek sınav çıkışında onu bekleyen ablasıyla babasını görünce birden kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. Babası ve ablası onu teselli etmeye çalıştı ,ona dünyanın sonu olmadığını anlatmaya çalıştılar ama İpek bunları dinlemiyor ve o istemese de ağlamaya devam ediyordu. Eve gidince annesi en sevdiği yemekleri yapmıştı ama İpek'in gözü hiç bir şeyi görmüyordu. Hayatın onun için bir anlamı kalmadığını , yaşamak istemediğini söyleyip duruyordu. Ailesi , emre ve doktor amcası onun yanındaydı .Sınava tekrar girip tekrar başarabileceğini söylüyorlardı. Ama İpek umutsuzluğa düşmüştü, sararıp solmuş umutları hayal olmuştu.O yaz onun için kabus gibi geçiyordu ,tek eğlencesi Emreyle olduğu anlardı . Adeta hayalleri elinden alınmıştı. Sevgilisi üçüncü sınıf olmuştu ama İpek hala üniversiteyi kazanamamıştı. Hayata bir sene geç atılacak olmak çok canını yakıyordu. Bütün bunlara rağmen Emreyle her şey yolunda gidiyordu. Birbirlerine bağlılıkları her geçen gün artıyordu .Emre İpek için hayata tutunulacak bir dal gibiydi. Gün geçtikçe İpek kendine gelmeye başladı. İpek’in eski özgüvenini sağlayabilmesi için Emre çok uğraştı ona soğukkanlılık aşılamaya çalıştı. Sınava yeni dönemde başka bir dershanede başka arkadaşlarla hazırlanacaktı artık İpek. Emre'nin ailesinden herkes biliyordu İpek'i ama İpek'in babası bilmiyordu Emre'yi bilmemesi de gerekiyordu zaten ,çünkü çok kızardı eğer öğrenirse. Çok istiyordu söylemeyi ama olumsuz tepkisinden çekiniyordu. Yeni dönem başlamış, yeni arkadaşlarıyla tanışmıştı .Dershanede en iyi oydu, onun bu derecesini ve güzelliğini çekemeyenler vardı sınıfta. Onu psikolojisini çökertmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Hep bir şeyler ters gidiyordu İpek'in hayatında şimdi de bu çıkmıştı karşısına , çok saftı, güçsüzdü , tutunamıyordu hayata. Hep iyi niyetli olmak , olumlu düşünmek , duygusal olmak sonucunda bunları getirebiliyordu karşısına. Emre onun güneşiydi, o gelince her yer aydınlanıyordu sanki. O olmayınca kendine hiç bakmıyordu İpek, her şeyi Emre için yapıyordu ,onun için süsleniyordu . Diğer insanlara karşı nasıl göründüğü hiç önemli değildi onun için. Emre her geldiğinde dönüşleri o kadar zor oluyordu ki İpek çok etkileniyordu, her zaman dönüşü daha da uzuyordu sanki. Arkadaşlarından bazıları kazanmıştı İpek'in, ondan daha kötü olanlar bile bir yerlere yerleşmişti. Dershanedeki hocalarından memnundu İpek ama arkadaşlarından bazıları arkasından kuyusunu kazıyordu sanki. Hocaları ve çevresi tarafından çok seviliyordu. Eski neşe saçan günlerine dönmek istiyordu ama hayatı dershaneyle ev arasında geçiyordu. Günlerin su gibi akıp geçmesini can’ı yürekten istiyordu. Bu sefer kesin kazanmalıydı, sevgilisi onu yıllardır bekliyordu. Hem geleceği için hem de hayalleri için kazanmak zorundaydı .Bu baskıyla bir yılı geçirecek ve sonunda sınava girecekti . Uzun ve yorucu maratonun sonunda sınav zamanı geldi ve bu sefer daha rahattı.Babasıyla gelmişti sınava Emre de uzaktan izliyordu tabi bu sefer çıkışta ağlamamıştı, girdiği sınavda iyi bir derece elde etti. Ama sınav iki aşamalı olduğu için diğer sınava çalışmaya devam etti. İkinci sınav zamanı geldiğinde Emreden pozitif enerjileri toplayıp bir gün önceden Denizli'ye gittiler ,haziran ayında Denizli çok sıcak olduğu için bir handikap oluşturacaktı ama İpek'i artık hiç bir şey etkileyemezdi. Son gün bile deli gibi ders çalışıyordu ,sanki bildiklerini unutacakmış gibi oluyordu. Teyzesinde kalacaklardı .O gün gece yine uyuyamadı sınava girdi, bu kez olmuştu galiba küçük hatalar yapmıştı yine ama çok önemli değildi. Sınavdan sonra Emre ve İpek buluştular. Sınavdan dolayı sevinçlilerdi bu sefer. Recep Yazıcıoğlu parkında yeşillikler ve su sesleri içinde oturdular biraz, birbirlerine bakıp bakıp gülüyorlardı. Sınavların açıklanmasını dört gözle bekleyeceklerdi bu sefer.
    İpek'in doktor amcasının bir oğlu daha olmuştu bu arada. Adını Umut koydular. Umut babasına benziyordu, Barış ise daha çok annesini andırıyordu.Umut iri siyah gözlü , beyaz tenli , altın gibi saçlı ve çok sevimliydi. Barış İpek'in babasına dede ,annesine de nine diyordu. Doktor amcası ilçe halkı tarafından çok sevilen bir doktordu ve belediye başkanlığına aday olması için teklif geldi. Emekli olmasına az kalan Uzman Doktor Emre bu teklife sıcak bakıp doktorluktan istifa ederek başkanlığa adaylığını koydu. Bu kararı verirken çok düşündü , ailesini , çocuklarını ve eşini düşündü. Onlarla daha fazla ilgilenebileceğini düşündü belki de. Arkadaşlarının ve çevresinin ısrarlarına daha fazla dayanamadı ve adaylığını koydu. Elindeki imkanlarca hazırlıklara başlandı. Cumhuriyet Halk Partisinden Tavas Belediye Başkanlığına aday olmuştu. Halktan olumlu tepkiler aldı. İnsanlığa, dürüstlüğe ve iyi ahlaka önem veren kişiliğiyle tanınıyordu doktor. Yaptığı mitinglerde alanlar dolup taşıyordu. Diğer adaylarla diyaloğa girmeden seviyeli bir şekilde siyasetini yaptı ve kendi yolunda ilerledi. Bunun meyvelerini de seçim sonuçları açıklandığında toplamaya başladı. Büyük bir farkla seçimleri kazandı. Çok sevinçli geçen bu günlerin ardından sınav sonuçlarının açıklanma zamanı da geliyordu artık, yani bir stres yeni bir heyecan sarmıştı İpek'i. Artık bir rahatlamayı ,bu stresi atmayı hak etmişti. Emre'yle birlikte tatile çıkmaya karar verdiler. Tatil için İzmir'e Urla'ya gitmek istiyorlardı. Tatil günü gelip çatmıştı artık, İpek heyecanla bavulunu hazırlıyordu .Hangi elbiseyi koyacağına hangisini bırakacağına karar veremiyordu bir türlü.Zaman gelince Emre aradı ve hazır olup olmadığını sordu. İpek her zaman ki gibi daha hazırlanamamıştı . Bir haftalığına gidiyorlardı ama İpek bir ay orada kalacakmış gibi kıyafet koymuştu bavuluna. İzmir'de ablasının evinde kalacaklardı çünkü Ümmühan orada okuyordu ve evde kalıyordu. İlk kez tatile çıkacaklardı. İpek büyüdükçe hayallerini gerçekleştirme imkanı buluyordu artık. Otobüs zamanı geldiğinde otobüse bindiler ve yolculuk boyunca hiç birbirlerinin ellerini bırakmadılar. İzmir macerası otobüse bindikleri andan itibaren başlamıştı .Hiç bir yolculuk bu kadar zevkli ,eğlenceli ve mutlu geçmemişti onlar için. İzmir'e indiklerinde bunaltıcı bir sıcakla karşılaştılar. Ablasının evine gittiler hemen, yolculuk her ne kadar eğlenceli geçse de yorulmuşlardı . O gün bir yere çıkmayacaklardı, evden getirdikleri yemekleri bir güzel pişirip yediler. Yorgunluğa ,sıcağa ve yemeğin ağırlığına daha fazla dayanamayıp erken saatte uyudular. Yeni bir güneşli sabaha uyandılar ,İpek kahvaltıya çok önem verdiği için güzel bir kahvaltı yaptılar. Kahvaltıdan sonra günün planını yapmak için sohbet ettiler. Urla'ya ertesi gün gitmeye karar verdiler. Alsancak’a gitmek için yola çıktılar ve şehir içi otobüslerine binip önce Konak'a ardından da meşhur Kemeraltı çarşısının hiç bir yerini atlamadan gezdiler. O kadar büyüktü ki gez gez bitmiyordu. Çantacılar ,takıcılar, ayakkabılar, giysiler ; Ne ararsanız o çarşıda vardı sanki. Kemeraltı Kızlarağasında meşhur kahve fincanında pişen türk kahvesinden içtiler.İpek ve sevgilisi farklı tatları tatmayı severlerdi. Türk kahvesini sevmeseler de bunu severek içtiler, beraber olduklarından olsa gerek. Bir de kahvenin yanında Mersin usulü tatlı yediler. Orada oturan kişilerde ne yediklerini merak edip sordular, sonra herkes o tatlıdan söyledi ve herkese sırayla o tatlıdan gelmeye başladı. Onların sayesinde herkes kahvenin yanında birer porsiyon da tatlı yemişti. Kahvelerini bitirdikten sonra oradan çıktılar ve Kemeraltında dolaşmaya devam ettiler. Antika biblolar , gemiler, küçük arabalar ve benzeri süs eşyaları satan bir dükkana girdiler. Minyatür arabalara ve gemilere bayılırlardı. İleride evlerinin her köşesine birer tane koymayı düşünüyorlardı. Dükkandan büyük bir gemi alarak çıktılar. Kemeraltı’nın altını üstüne getirdikten sonra yani gezilmedik yer bırakmadıktan sonra oradan ayrıldılar. Kordondaki saat kulesinin önünde onlarca fotoğraf çekildiler ,mutlu anlarını ölümsüzleştirdiler. O anda orada bir dilenci kadın vardı ki kendisinden utanmalıydı. Kadının üzerinde kahverengi bir etek ,siyah kirli bir penye ,yazlık ayakkabı , başında kahverengi bir tülbent vardı. Kapkara yüzlü, kalın çatık kaşlı, renksiz dudaklı ,büyük burunlu kendini acındırırcasına bakan sevimsiz bir yüzü vardı. Küçücük bebeğini ayaklarının altına yatırmış utanmadan dileniyordu. Zavallı çocuk güneşten esmerleşmiş teniyle beyaz kirli bir kundağa sımsıkı sarılmış, ağlayacak dermanı bile kalmamış ve bitkin görünüyordu. Yavrucağın suçu ne? diye sordu İpek kendi kendine. Sadaka verse o sefil düşüncesiz kadın minicik bebeği yine her defasında yere yatırıp dilenecekti. Bunun sonu yoktu. Kordon boyu yürüdüler sevgililer el ele, koştular, eğlendiler delicesine, özgürce denizin kokusunu içlerine ferah ferah, çeke çeke … Denize karşı oturup İpek ve Emre sohbet etmeye başladılar. İpek’in ablası o sırada bir köşede telefonla konuşuyordu. Bankta otururken yandaki yaşlı dede ve nineyi gördüler. Çok mutlu ve mesut görünüyorlardı. Birbirlerinin ellerini hala tutuyorlardı, hiç bırakmamışlardı. Onlar da “ Bizde yaşlanınca böyle beraber ve mutlu olalım. Yaşlanınca da gelip bu bankta oturalım ve denize karşı kuşlara ,martılara ,insanlara gösterelim aşkımızın bitmediğini… ”dediler.


    Birbirlerini deliler gibi seven iki genç birbirlerini erken bulmuşlardı ve ömür boyu mutlu beraberliklerini sürdüreceklerdi. Birkaç dakika sonra İpek’in ablası telefonu kapattıktan sonra yanlarına geldi ve biraz sohbet ettikten sonra kalktılar. Hava kararmadan gitmek istiyorlardı. Alsancak gezileri yarına kalmıştı. İpek’in yanında hayatta en çok sevdiği iki insandan biri vardı. Şu anından mutlusu yoktu belki de. Hayatın yaşamaya değer olacağından, yaşama sevincinden ,insanın sevdikleriyle birlikte olmasından bahsettiler. Güneş batmak üzereydi artık. Kordonda güneşin batışını izlemek harika olurdu. Vapurla karşıya geçerken izlemeyi planlıyorlardı. İpek ilk kez güneşin batışını denizden izleyecekti. O kadar muhteşem bir görüntü oluyordu ki insan güneşin kızıllığında adeta kendini kaybediyordu. Anlatılmayacak kadar büyük bir zevkti. Güneşin ahenkli, kızılımsı, turuncuyla pembe karışımına çalan rengini ufukta sevgilisinden üzülerek ayrılan sevgilinin gidişi gibi kayboluşunu izledikten sonra tekrar oturdukları yerden aynı anda kalktılar ve eve gitmek için durağa yürüdüler. Deniz insanı sakinleştiriyordu gerçekten. İçinin huzurla dolmasını sağlıyordu. Kemeraltından baya bir alışveriş yapmışlardı. Emre pek sevmiyordu alışveriş yapmayı. Çünkü İpek her şeyi ona soruyordu. “ Bu nasıl? Şu güzel mi?” diye… ama Emre İpek’i hiçbir zaman kırmaz, adeta her istediğini yapardı. İpek, durakta beklerken kendince söylenmeye başladı. Yan taraftaki adam sigara içiyordu. İpek sigaradan nefret ederdi. Neyse ki Emre ve ablası da sigara içmiyordu.
    İpek :
    İnsanlar başkalarının hayatını nasıl düşünmez? Hiç kimsenin başkalarının hayatını kısaltmaya, ciğerlerini zehirlemeye, iğrenç sigara kokusunu içlerine çektirmeye hakkı yok diye düşünüyorum. Duraklarda sigara içen insanlardan nefret ediyorum. Babam her zaman derdi “İnşallah sigara içen bir eş bulmazsın!”. Bende içimden “Bulmayacağım, Emre içmiyor ki” dedim.
    Emre :
    Haklısın hayatım benim, biliyorsun ben de nefret ediyorum.

    Ablası :
    Evet ya bende çok sinir oluyorum yanımda içildiğinde. Hele durakta içtiklerinde duman insanın yüzüne vuruyor. İnsanı çıldırtıyorlar. Ama arkadaş ortamında mecbur o dumanın ve kokunun içinde durmak zorunda oluyorsun. Bir şey de denilmiyor bazen arkadaşlara. Zehirleniyoruz işte hiç yoktan malesef…

    Eve gelmelerine iki dakika kaldı. Ve otobüsten indiler, eve doğru yürüdüler. Çok yorulmuşlardı ve üçüncü kata nasıl çıkacaklarını düşünüyorlardı. Yavaş yavaş dizlerinde derman olmadığı halde çıktılar. Karınları zil çalıyordu. Dışarıda yemek yemedikleri için yemek yapmaları gerekiyordu. İpek dışarıda yemek yemenin sağlıksız olduğunu ve temiz olmadığını düşündüğü için yemezdi. Hemen en kolay yemek olan patates kızartmasını yapmaya karar verdiler. Yemeğin kolay olması ve sevgilisiyle ablasının çok sevmesi bu kararı almasında etkili oldu. İkisi bir de kola içmeyi çok severdi. İpek zararlı olduğu için hiç içmezdi. Emre patates soymaya başladı. Ablası da çorba yapmayı düşündü.
    On beş dakika sonra yemek hazırdı. İzmir’in sıcağından bunaldıkları için yemeği balkonda yediler. Bir yandan da ocakta çay kaynıyordu. Akşamda film izlemeyi düşünüyorlardı. Yorgunlukları biraz olsun hafiflemişti. Çayın ardından güzel bir film izlediler ve erkenden uyumak için yataklarına çekildiler. Ertesi gün Alsancak’a ve Karşıyaka’ya gideceklerdi. Zaman onlar için çok çabuk geçiyordu.
    Sabah oldu. Saat 9:00 gibi kalktılar, ardından güzel bir kahvaltı yaptılar. Sonra da hazırlanıp çıktılar. Önce Alsancak’a gideceklerdi. Yarım saat sonra vardılar. İpek orada faytonları görünce sevindi, küçük çocuklar gibi. Faytonla gezdiler biraz. İlk kez binmişlerdi faytona. Alsancakta güzel heykeller vardı. Orada fazla oyalanmadan vapura binmek için gittiler. İpek’in biraz midesi bulandı. Kahvaltıda yediği yağlı boyozdan olsa gerek. Vapurun kalkmasına 4 dakika kalmıştı. Tam yetiştik derken Kent kartta para bittiği için karşıya geçemediler ve Kent kart’ı doldurtmak için büfeye gittiler. 15 dakika bekleyeceklerdi. Neyse ki zaman çabuk geçti ve vapura bindiler. Giderken martıların havada uçuşunu ,adeta dans gösterilerini izlediler. Onlara simit attılar. Titanikteki gibi geminin ucunda kollarını açarak bile gittiler. Vapurda çay keyfi de ayrı tabi. Saçlar bir yandan rüzgarda savruluyor, gayet neşeli bir şekilde günlerini geçiriyorlardı. Güzel vapur gezisinin ardından Karşıyaka’ya gelmişlerdi. Mağazaları gezdiler, İpek’e güzel bir elbise beğendiler ama fiyatı pahalı olduğu için alamadılar. Karşıyaka biraz pahalıydı. Böyle bir şeyi beğenip de alamayınca çok üzüldü İpek. Ama ne yapsınlar, hayat şartları öyle gerektiriyordu. Bir yandan da hayatlarına şükretmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Bu güzel bir davranış, düşünceli bir kişilik özelliğiydi. Zaten öyle de olunması gerekiyordu. Harhurculuk, tutumsuzluk insanı mutlu etmez. Karşıyaka’yı da gezdiler ve eve dönmek için tekrar vapura bindiler. Eve geldiklerinde yorulmuşlardı yine. Annesinin koyduğu yaprak sarmasını pişirdiler, yediler. Sonra ablasının arkadaşları geldi, tabu, 101 falan oynadılar. O gün akşam dışarıda şahane canlı müzik yapan bir kafe bahçesine gideceklerdi. İpek güzel bir elbise giydi. Topuklu ayakkabıyı da giyince tam bir hanımefendi oldu. Gidecekleri yer güzel bir ortamdı. Müzik dinlediler Emre’yle baş başa. Hava da serindi o zaman İzmir gibi bir şehirde. Ablası evde kalmıştı arkadaşlarıyla. Güzel romantik müzikler dinlediler ve çok geç olmadan kalktılar. İlk kez birlikte akşam dışarı çıkmışlardı, ilklerini yaşamaya bayılıyorlardı. Eve döndüklerinde ablasının bir arkadaşı onlara şarkı söyledi, gitar çaldı. O gün baya müzik dinlemişlerdi. Artık uyuma vakti gelmişti. Ertesi sabah erkenden Urla’ya yola çıkacaklardı.

    Sabah oldu. Her zamanki gibi ilk önce İpek uyandı. Ablasını ve sevgilisini uyandırdı. Hızlıca bir kahvaltı yaptılar ve arkadaşlarıyla haberleştiler. Akşamdan hazırladıkları eşyalarını alıp yola koyuldular. Arkadaşlarıyla durakta buluşacaklardı. Herkes saatinde duraktaydı. Urla’ya gitmek için, otobüse binmek için önce otobüslerin olduğu yere gitmek gerekiyordu. Otobüse binmek için o kadar insan toplanmıştı ki ayakta gideceklerdi. Herkes kuyruğa girmiş ama bazı uyanık insanlar kaynak yapmaya çalışıyordu. Bir tane orta yaşlarda bir kadın cesaretini toplayarak sıraya ek yapmaya çalışan kişilere yüksek sesle bağırdı. “Biz boşuna mı bekliyoruz burada? Siz çok mu akıllısınız? Sıraya geçin lütfen! “ dedi. Karşı taraf utanacağına daha kadına karşılık vermeye çalışıyordu. İşte hayatta karşınıza çıkabilecek terbiyesiz insanlardan biriydi. Geçen gün de ablasının arkadaşlarından biri otobüste tacize uğramıştı. Bu kadar büyük bir iğrençlik görülmemişti. Otobüs geldi ve sıraları gelince dikkatlice bindiler. Oturacak yer bulmuşlardı ama Emre yaşlı bir teyzeye yer verince ayakta gitmek zorunda kaldı. Emre’nin saygılı bir çocuk olduğunun göstergelerinden biriydi bu. Urla’ya varmışlardı. Deniz o kadar temiz ve güzel görünüyordu ki insanın koşarak atlayası geliyordu. Plajdan şezlong kiraladılar. Ve hemen denize girdiler. İpek en başta suyun soğukluğundan çekindi. Ama sonradan alıştı. Denizde yüzdüler, top oynadılar, eğlendiler. Akşamın olmasını hiç istemediler. İpek ve ablası yüzme bilmiyordu. Emre biraz biliyor ve onlara öğretmeye çalışıyordu. Yüzme bilince denizde yüzmek çok güzel oluyordu ama bilmeyen için o kadar harika bir şey değildi. Akşama kadar denizin keyfini çıkardılar. Ve akşamüzeri hava kararmadan döndüler. Akşam balık yapacaklardı. Eve gitmeden önce Şirinyer Pazarı’ndan balık aldılar. Eve geldiler. Yine çok yorulmuşlardı. Her yerleri güneşten yanmış, sanki kavrulmuştu. Güneş kremi sürmelerine rağmen omuzları kıpkırmızıydı. Eşyalarını bırakıp sırayla banyoya girdiler. İpek banyoyu yaptıktan sonra balığı temizlemek için kolları sıvayıp mutfağa girdi. Güneş onu çarpmış olacak ki yüzü yanıyordu alev alev. Ve kafasında deniz dalgaları çarpıyormuş gibi başı sallanıyordu. Hemen balık temizlemeyi bırakıp kendini koltuğa attı. Emre ve ablası onu görür görmez koştular. Yemeği ablası ve Emre yapacaktı artık. Emre balıkları temizleyip kızarttı. Ablası da güzel bir salata yaptı. Yemek hazırlanana kadar İpek uyumuştu. Onu kaldırdılar, yemeklerini yediler. Artık ertesi gün Denizli’ye evlerine döneceklerdi. Bu harika İzmir gezisi bitiyordu artık. Bu üçü içinde çok üzücü bir durumdu. Ertesi gün evden eşyalarını toplayıp biletlerini alıp gideceklerdi. Biletlerini aldılar. Akşam evde olacaklardı. Aileleri onları epeyce özlemişlerdi. Hele İpek’in yokluğuna alışmaları ailesine çok zor geliyordu. Ama minik kuşları bu yıl yuvadan uçacak, başka bir şehre gidecekti. Otobüse bindiler ama İzmir’e gelişlerindeki heyecan yerini tatlı bir hüzne bırakmıştı.

    O anda otobüste kadının biri bayılınca araç durmak zorunda kaldı. Herkes panik oldu. Otobüste doktor da yoktu. Kadını yarım saat içinde anca ayılttılar. Bu yüzden otobüs evlerine geç vardı. Bu yüzden aileleri de merak etti. Artık herkes evindeydi. İpek ve ablası evde hasretle karşılandılar. 3 günlük tatil olmasına rağmen anne ve babası onları çok özlemişlerdi. Ailelerine tatillerini ayrıntıya girmeden küçük olayları gizleyerek anlattılar. Birbirlerine dokunamıyorlardı. İyice kızarmıştı çünkü omuzları ve sırtı. Ertesi gün sınav sonuçları açıklanacaktı. Bu yüzden de erken döndüler zaten. İpek’in heyecanı her halinden belli oluyordu. Sabah ailesiyle güzel bir kahvaltı yaptılar. Sonuçlar açıklandı. Puanı ilk 20 bindeydi. Sevinçten ağladı ama istediği yer olacak mıydı o da bilmiyordu. Hemen Emre’yi aradı. Emre de mutlu oldu puanı duyunca. Dershaneden, yakın arkadaşlarından, hocaları tarafından ve oradan buradan arandılar. İpek mutluydu. Ama daha iyisini hak ettiğini düşünüyordu. Şimdi de tercih stresi başlayacaktı. İpek kararsızdı. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık istiyor, ama aklının bir köşesinde de Hukuk okumayı düşünüyordu. Hukukçuların çok para kazanması aklını çeliyordu. Doktor amcası İpek’in iyi bir Psikolojik Danışman olacağını düşünüyordu. İpek kararsız bir insandı. Normal hayatta da bir şeye karar vereceği zaman kendi düşündüğünden çok başkalarının düşüncesine önem verirdi. Burada da Emre’nin kararı etkili oldu ve Psikolojik Danışman olmaya karar verdi. Türkiye’nin dört bir tarafındaki üniversitelerin listesini çıkarttılar. Önce Denizli’den uzak yerleri yazmamaya özen gösterdiler. Ama tercih hakkı fazla olduğu için alt sıralara Karadeniz Bölgesi’nden de birkaç üniversiteyi eklediler.

    Artık tercihlerin açıklanmasını bekleyeceklerdi. Artık stres bitsin istiyorlardı. Sınavlara İpek giriyor, ama Emre daha fazla heyecanlanıyordu. Sevgilisinin yaşadığı tüm duyguları, mutlulukları, sevinçleri tek bir yürekte yaşıyorlardı. Birbirlerinin gerçekten ruh ikizi olduklarını düşünüyorlardı.

    Emre’nin amcası harita teknikeriydi. Bir ay boyunca Emre amcasına yardım etti. Bu onun için iyi bir iş oldu. Hem az zamanı gidiyor hem de boş zamanı değerlendirip para kazanıyordu. Emre’nin çok iyi anlaştığı bir arkadaş grubu vardı. Bu grubun içinde onların tanışmasına vesile olan Deniz de vardı. İki kuzen’in yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. İnsanın dostlarının olması çok güzel bir şeydi. İpek ilk zamanlarda Emre’yi onlardan bile kıskandı. Yalnızca kendisiyle ilgilensin istiyordu. Bu bir ay içinde İpek evde zaman geçiriyor, bazen sıkılıyor, bazen de doktor amcasıyla sohbet ediyorlardı. Ama son zamanlarda doktor amcası belediye başkanı olduğu için onlara çok zaman ayıramıyordu.

    Artık tercih sonuçlarının açıklanma zamanı gelmişti. İpek’in hayat çizgisi belli olacaktı. O sabah evdeydi. Emre de evinde bilgisayara kilitlenmiş bir şekilde sonuçların açıklanmasını bekliyordu. Açıklanmasına yarım saat kalmıştı. Ama zaman geçmek bilmiyordu bir türlü. İpek için hayat durmak üzereydi sanki. Kalbi dakikada yüzün üzerinde atıyordu belki de. Fazla heyecan yapması da iyi değildi İpek’in. Çünkü kalbine kramp giriyordu. Bu durum Emre’yi hep üzdü. Çünkü onun için en değerli şeydi hayatta. Sınav sonucunun açıklandığı o dakikalarda İpek’in kalbi daha da geriliyor, acıyla kesiliyor, adeta zor nefes alıyordu. İçinden sürekli şunları tekrarlıyordu “Hayatımın sınavı bugün belli oluyor artık. İleride ne yapacağım, nasıl yaşayacağım ve de Emre ile aynı yerde okuyabilecek miyim belli olacak“. Denizli’de okumak istemiyordu İpek. Emre’nin yanında okumak en iyisi olacaktı onun için. Aradan biraz zaman geçtikten sonra telefon çaldı. Arayan Emre’ydi. Emre “ Sana sınav sonucunu söylüyorum canım. Sana bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber; çok istediğin psikolojik danışmanlık bölümünü kazandın. Önemli olan da bu zaten. Kötü haber ise Trabzon’u kazandın. Bu önemsiz bir ayrıntı. Ne kadar uzağa gidersen git ben hep senin yanındayım.” dedi. O sırada İpek’in gözleri dolmuştu. Yanağından gözyaşları süzülürken “Biliyorum canım” dedi ve telefonu kapattı. İpek olduğu yerde kala kaldı. Bir yandan istediği bölümü kazandığı için mutluydu. Ama endişesi çok uzak olması ve ikinci öğretim olmasıydı. Ablası sonucunu soruyordu. Annesi de koşarak gelmişti yanına. Sonucu onlara söyledi. Herkes çok mutlu oldu. Sarıldılar, ağlaştılar. Babası o gün çalışıyordu. O yüzden evde yoktu. Ama iş yerinde o da dört dönüyordu. Hemen babasını aradı. Babası da onu tebrik etti. Emeklerini boşa çıkarmadığı için teşekkür etti. İpek’in gözyaşları durmak bilmiyordu. İlk kez ailesinden ayrılacaktı. Bu yüzden ağlıyordu hüngür hüngür. Emre onu yatıştırmaya çalıştı. Emre hemen görmek istiyordu İpek’i. Hayallerinin yarısının gerçekleşmesi İpek’i üzüyordu ama her şeyde bir hayır vardır diyerek kendini teselli ediyordu. Emre’nin yanına gitmek için hazırlandı. Emre çoktan gelmişti bile. Birbirlerini görünce sıkı sıkı sarıldılar. İpek kendine gelmişti. Sevgilisinin ona sarılması, elini tutması yüzünde gülücükler açmasına neden oluyordu. Artık sınav stresi bitmişti. Sıra okula kayıt işlerine gelecekti. İpek kayda babasıyla gitmeye karar verdi. Daha doğrusu babası beraber gitmek istedi. Artık gitmeler geç olsun isteniyordu. Bu yüzden de zamanın geçmesini istemiyordu İpek. Ama zaman su gibi akıp geçiyordu. Çok uzak olduğu için uçakla gitmeye karar verdiler. Babası ve İpek ilk kez uçağa bineceklerdi. İpek için bu da heyecanlı bir durumdu. Havaalanına gittiler uçağın kalkmasına yarım saat vardı. Kayıttan iki gün sonra döneceklerdi evlerine biletlerini öyle almışlardı çünkü. Trabzonda eski bir aile dostlarının akrabasında kalacaklardı, ilk başta biraz çekindiler bu durumdan ama çekinecek bir şey yoktu tanıdıktı nasıl olsa. İnsanın bilmediği bir yerde kalacak bir yerinin olması iyi bir şeydi . Uçağın kalkma vakti gelmişti artık uçağa binecekler arasında Trabzonspor kafilesi de vardı babası onlarla fotoğraf çekinmek istedi ama İpek izin vermedi. Uçağa bindiler, kemerlerini taktılar, baba kız çok heyecanlıydı. İpek pencere kenarında oturuyordu artık uçağın kalkma vakti gelmişti. Uçak havalanmaya başlayınca yüksek bir gürültü koptu, adeta gök gürültüsünü andırıyordu. İlk kez uçağa bindikleri için bunun normal bir durum olup olmadığını kestiremediler. Babası ve İpek koltuğa sıkı sıkı tutunup, kendilerini arkaya doğru ittiler. Uçağın o yüksek sesi kulaklarını acıtıyor, basınç gittikçe artıyor sanki başları dönüyordu. Havalandıktan sonra her şey normale döndü. Hava açıktı gökyüzünde, bembeyaz kar gibi bulutlar vardı. Babası uçakta gazete, dergi , kitap falan okudu ,arada İpek'in onu dürtmesiyle dışarıya bakıyor ,sohbet ediyorlardı. İpek uçak kalkacağı zaman kalbinin sıkışacağından çok korkuyordu ama korktuğu başına gelmemişti. Sürekli pencereden aşağı seyrediyordu. Her yer , evler, binalar, dağlar, ovalar, ağaçlar o kadar küçük görünüyorlardı ki karınca misali... Uçağın kanat kısmına denk gelmedikleri için her yeri rahat görebiliyorlardı. Babası uçaktaki küçük çocukları görünce İpek'e dönüp:
    -''Biz bu yaşımıza geldik uçağa daha ilk kez biniyoruz ,şu küçük çocuklara bak daha bebekken biniyorlar'' dedi.
    Bu espriden sonra görüştüler kendilerince. Uçak iyice yükselmeye başladı , tabi dışarının ısısı da gittikçe düşüyordu. Uçak artık bulutların üstüne çıkmıştı ve İpek pencereden aşağıya baktığında sadece kar beyaz bulutları görüyordu. Sanki pamuktan bir örtü serilmişti. İpek içinden ''İnsanın uçaktan atlayası geliyor.'' diyordu. Bulutlar çocukluğunda kurduğu hayallerindeki gibi çizgi film misali ,bulutların üzerindeki kahramanları düşünerekten uçaktan atlasa yumuşacık bir örtünün üzerine düşecekmiş gibi hayal etti. Küçükken bulutları pamuk sanardı ve üzerine çıkılıp yatacağını düşünürdü. Doksan dakika geçmek üzereydi. Uçak Trabzon Üzerine geliyordu. İnerken de başları birazcık döndü ,yüksek bir gürültü patlamıştı yine . Uçak Trabzon'a inmiş İpek ilk kez Karadeniz Bölgesine gelmişti. Babası askerliğini Samsunda yaptığı için Karadeniz Bölgesini daha önceden görmüştü. Karadeniz'in suyu güzel , masmavi, temiz ve berrak görünüyordu. Trabzon'a indiklerinde onları, evlerinde kalacakları ailenin oğlu karşıladı. Zaten taksi şoförüydü ,hava alanına gelmesi sorun olmamıştı. Hemen taksiyle şehre vardılar. Trabzon yeşil dağlarla kaplı, eski medeniyetlere ev sahipliği yapmış şirin bir kentti. Okula vardılar, kayıt için kayıt kuyruğuna girdiler ,birazdan İpek artık üniversiteli olacaktı. Onun da bir üniversitesi ve üniversite kimlik kartı olacaktı. Büyüdüğünü hissediyordu. Kayıt sırası İpek'e gelmişti ve evraklara belki yüz defa bakmıştı. Ama yine de acaba yine de eksik var mı diye tereddüt ediyordu. Dosyayı görevliye verdi ve kaydını yaptırdı. Yan taraftaki görevliden de öğrenci kimlik kartını aldı. Artık çiçeği burnunda bir üniversiteliydi. Kaydını yaptırdıktan sonra babasıyla kalacak yer ayarlayacaklardı. Devlet yurdu çıkmamıştı ,yarına kadar bekleyeceklerdi yine de. Akşama kadar çarşıda bir parkta oturdular baba kız. Akşam olunca kalacakları eve doğru yola koyuldular. Evlerini bilmedikleri için onları taksici olan oğulları almaya geldi. Bir gece onlarda kalacaklar ertesi gün uçakla evlerine geri döneceklerdi. Onların evlerine gittiler,onlarla tanıştılar , gayet iyi ağırlandılar .Trabzon'a özgü yemek yediler büyük bir keyifle. İpekler oraya elleri boş gitmemişti. Sabah olunca da hava alanına gitmek için evlerinden çıktılar. Havaalanına geldiler, uçağa binip memleketlerine dönüyorlardı artık. Geldikleri gibi yine uçakta gözlem yaparak döndüler. Ablası ve annesi onları çok özlemişti. Kurt gibi acıkmışlardı. Eve geldiklerinde yemek hazırdı. Hem yemeklerini yediler hem de neler yaptıklarını anlattı İpek heyecanlı bir şekilde. Çok yorgundular ve uykusuzdular .İpek erkenden uyudu, ertesi gün Emreyle görüşecekti. Ertesi gün oldu. Emre çok özlemişti İpek'i. Buluşmak için kararlaştırdılar,birbirlerine sarıldılar, özlem giderdiler.

    Emre :

    Eee gidiyorsun artık he?

    İpek :

    Evet aşkım, ama olsun. Hayallerimi gerçekleştirebilmek için gitmek zorundayım.


    Emre bu duruma bir taraftan sevinip bir taraftan üzülüyordu. İpek de öyleydi. İpek Emre’ye sorular soruyor, onun tecrübesinden yararlanmaya çalışıyordu. İpek oraya gider gitmez işlerini ayarlayıp Emre’nin yanına geleceğine söz verdi. Ve okulun açılacağı günü beklemeye başladılar. Gün gelip çatmıştı. Bu sefer otobüsle gideceklerdi. İpek ile babasını annesi de yalnız bırakmamıştı bu sefer. Trabzon’da yine aile dostlarında kalacaklardı. Ablası bir gün önce İzmir’e gitmişti. Emre ise İpek’ten iki gün sonra gidecekti. Ellerinde bavullarla Denizli’ye yol almaya başladılar. İpek, annesi ve babası ilk kez bu kadar uzun yolculuğa çıkacaklardı. Otobüse bindiler. Yolculuk boyunca uyumayı temenni ediyorlardı. Yolculuk başlıyordu artık. Memleketten, evden ayrılmanın zamanı gelmişti. Gidiş kolaydı da, dönüş zor olacaktı annesi ve babası için. Biricik kızlarını orada öylece yalnız bırakmak anne yüreğini dağlayacaktı. İpek ne kadar büyürse büyüsün o babasının küçük kızıydı. Uzun ve meşakkatli bir yolun ardından ertesi gün Trabzon’a gelmişlerdi. Kalacak yer ayarlayacaklardı İpek’e. Devlet yurdu çıkmamıştı. Çıkabilmesi için torpil gerekiyordu. Bunun için yüksek derecedeki insanların araya girmesi gerekiyordu. Ama olmadı. Trabzon’da yurt sıkıntısı vardı. Okulun yakınındaki tüm özel yurtlar doluydu. Okul mahalinden ayrılıp okula daha uzak ama güvenli bir yurt aramak için işe koyuldular. Yeni açılan bir yurtla görüştüler. Yurdun ilk öğrencileri olacaktı. Fiyatının yüksek olması ve okula uzak olması nedeniyle ilk başta biraz çekindiler. Ama başka çareleri yoktu. Yurda kayıt yaptırdılar. Daha sonra İpek’in odasına çıkıp eşyalarını yerleştirdiler. Anne ve babası için gitme vakti gelmişti artık. Bu İpek’in hiç istemediği zamanlardan biriydi. İpek hüngür hüngür ağlamaya başladı. Onları uğurlamak için kapı dışına kadar geldi İpek. Anne ve babasına sıkı sıkı sarıldı. Annesi de ağlıyordu. Babasının da gözleri yaşarmıştı. İpek artık anne ve babasından ayrılıyordu. Otobüs saati yaklaşmıştı. Ve gitmek için yola koyuldular. İpek yapayalnızdı artık. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışacaktı. Ailesini uğurladıktan sonra odasına çıktı yavaş yavaş. Odaya girdi ve yatağının üzerine şöyle bir uzandı. Kendini o kadar yalnız hissetmişti ki o an, kimsesiz bir çocuk misali ... Koskoca katta ve odada tek başınaydı. Ailesinden uzak olmaya o küçük yüreği nasıl dayanacaktı.

    Okula dolmuşla gidip gelecekti. Dolmuşa binmek için de durağa yürümesi gerekiyordu. Yavaş yavaş yeni insanlar kaydolmaya başlamıştı yurda. Hiç bilmediği bir şehirde hiç tanımadığı, farklı yöreden insanlarla tanıştı. Daha sonra okula gitme vakti gelmişti. İpek dokunsan ağlayacak kadar üzgün ve mutsuzdu. Okula gitmek için servise bindi ve nelerle karşılaşacağını çok merak ediyordu. Okula gelince indi, etrafına şöyle bir bakındı ve sınıfa gitti. Sınıfa girdiğinde sanki herkes birbirini tanıyormuş da o sonradan oraya katılmış gibi hissetti. Bu onun çok garibine gitmişti. Ne yapacağını nereye oturacağını bilemedi ilk önce. Baştan başlayıp kızların hepsini sırayla öpüp ismini söyledi tanışmak için. Tüm grupların içine oturdu sohbete katılmak için. Herkes farklı yöredendi. Denizli’den kimse yoktu. Okulun ikinci günüydü o gün. İlk hafta olduğu için okulda pek insan yoktu. Üst sınıflar gelmemişti zaten. Emre ve ablası da bunun böyle olacağını söylemişti daha önceden. İlk dersleri boştu ve topluca bahçeye çıktılar. Herkes birbirini tanıttı, konuştular. Aralarından bazıları ağlıyordu sürekli. Ailelerinin yanına geri döneceklerini söylüyorlardı. Son derse geldiğinde sınıfta bir tane hoca bekliyordu. Önce hoca kendini tanıttı. Daha sonra öğrenciler tek tek nereden geldiğini ve isimlerini söylediler. Hoca herkesin yüzündeki ifadeyi, gözlerindeki hüznü anlıyor, onları teselli etmeye çalışıyor, alışmaları için elinden geleni yapıyordu. Şehirde yapılabilecek sosyal aktiviteleri ve gidebilecekleri yerleri söylüyordu. Ders bittikten sonra İpek yurda dönmek için servise bindi. Hava iyice kararmıştı. Trabzon Türkiye’nin doğusunda olduğu için güneş erken batıyordu. Okuldan yurda gelmişti. Sadece beş kişi vardı. Hemen odasına çıktı. Yalnız kaldığı için tekrar tekrar ağlıyordu. Alışma dönemi epey zor geçecekti. Emre ile ablasıyla, annesi ve babasıyla saatlerce telefonda konuştu. Birini kapatıp diğerini aradı. Gece olduğunda uyumak için yatağa girdi. Gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Hem üzülüyordu hem de tek başınaydı odada. Evde bile İpek yalnız yatmazdı. Annesi onu hiç yalnız bırakmazdı. Sabaha kadar gözüne uyku girmedi. İçinden Allah’tan yardım diliyor, sabır ver bana diyordu.

    O hafta okula gitmemeye karar verdi. Yoklama alınmıyordu. Ama o arkadaş ortamı oluşturmak için okula giderse daha iyi olacağını düşündü. Herkesin üniversitenin ilk açıldığı hafta yalnız kalmamak için kendine göre arkadaş seçmeye çalıştığını gördü. Yurttaki arkadaşları da kiminle okula gidip gelebilirim acaba diye düşünüyordu. Herkes yalnızdı. Birbirleriyle iyi anlaşıyormuş gibi, birbirlerini seviyormuş gibi görünse de aslında herkesin kafasında düşündüğü şey kesinlikle kendisiydi. İpek yalnızlığını telefonla konuşarak hafifletiyordu. Bir hafta böyle geçmişti. Diğer haftanın ilk günü İpek’in odasına iki tane arkadaşı gelmişti. Hemen tanıştılar, kalan yatakları paylaştılar. Hala bir yatak boştu. Arkadaşlarıyla bir sene boyunca iyi geçinmek zorundaydı. Aynı odada yaşayacaklardı çünkü daha önce hiç görmedikleri farklı yerlerden gelmiş insanlarla. İpek’in odası dört kişilikti. Fiyatı en uygun olan buydu. İpek’in babası iki üniversite öğrencisi okutuyordu. Babasını düşünerek burayı seçti. İkinci hafta dersler işlenmeye başlamıştı. İpek ders arasında bazen arkadaşlarıyla konuşuyor, bazen de pencereden dışarıyı seyrediyordu. Trabzon’da evler hep tepeye doğru kurulmuştu. Ve her yer yemyeşildi, fındık bahçeleri vardı. Evler dağın eteklerine kurulmuş, tepeler ışıklarla birlikte çok güzel bir görüntü oluşturuyordu. İpek balık hastası biriydi. Bu yönden düşünürsek tam da yerine gelmişti. Karadeniz’de bol bol, taze taze yiyeceğini düşünüyordu. Her gün balık ekmek yiyecekti. Karadenizlilerin bu konuda ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu. Haftalar zorlukla geçiyordu. İpek’in dersleri gece 22:30 da bittiği için dönüşler sorun oluyordu. Karanlıkta servisten indikten sonra korkuyordu. Ailesini çok özlemişti İpek. Ama eve gitme zamanına epey vardı. Yurdun yemeklerinden hiç memnun değildi. Yurdun sahipleri kantinden kâr yapmak için öğrencilerin dışarıdan yiyecek getirmelerine izin vermiyorlardı. Tam bir aile şirketi gibi sistem kurmaya çalışmışlardı. Görevliler hiçbir iş yapmıyor, temizliği dahi kızlar kendileri yapıyorlardı. Bir gün sabaha karşı saat 05:00’te bir kadının ağlama sesiyle, feryatlarıyla, çığlıklarıyla uyandılar. Kadının içi yanıyordu sanki. Ağıtlar yakıyordu. Hepsi çok korktu. Yurttan birine bir şey oldu sandılar. Ama sonradan anladılar ki ses dışarıdan geliyordu. Karşı komşunun kardeşi vefat etmişti. İpek kadın için o kadar üzüldü ki insanın sevdiği birini kaybetmesinin çok kötü olacağını düşündü. O gün sabaha kadar uyuyamadı. Herkes bu durumdan olumsuz etkilenmişti. Ağlama sesleri kulaklarında çınlıyordu. Hep sevdiği birini kaybetmekten çok korkuyordu. Yurtta kız sayısı artmaya başlamıştı. 15 kişilerdi artık. İpek çevresine daime neşe saçan, herkesle iyi anlaşan biri olduğu için kimseyle konuşmamaya, küsmeye alışkın olmadığı için etrafındaki olaylardan olumsuz etkileniyor ve üzülüyordu. Kurban bayramı yaklaşıyordu artık. İpek bir an önce evine gitmek istiyordu. Gidince sevgilisini de görecekti. Bayramdan önce sınavlar vardı. Derslerine gürültülü yurt ortamında “Sessiz olun kızlar!” diye bağıra bağıra soğuk odada çalıştı. O kadar çok çalıştı ki sonuçların nasıl geleceğini merak ediyordu. Bu zamana kadar hep başarılı ve örnek bir öğrenciydi. İpek bu sınavlarda da çok heyecanlanmıştı. Bu heyecan dezavantajını ne zaman yenecekti? Psikolojik danışman olunca kendi kendinin de danışmanı olacak mıydı merak ediyordu.

    Sınavları bitti. Yurda gelip derin bir nefes aldı. “Oh be!” diyordu artık. Sonuçların da iyi olacağını temenni ediyordu. Otobüsü ertesi gündü. Zamanın çabuk geçmesini istiyordu artık. Yolculuk tam 20 saat sürecekti. Neredeyse bir gün kaybedecekti yolculukta. Memleketin uzak olması ne acıydı onun için. Trabzon’a yakın şehirlerden olan arkadaşları her hafta evlerine gidebiliyordu. Ertesi gün olmuştu, otobüs saati yaklaşmıştı ve çok heyecanlıydı evine gideceği için. Herkes için küçük hediyeler aldı. İlk hasreti bitecekti artık. Otobüse bindi. Bindiği ilk andan itibaren gözü devamlı saatteydi. Zaman geçmek bilmiyordu. Yollar git gide uzuyordu sanki. Ertesi gün Denizli’ye varmıştı. Babası ve ablası onu otogarda karşıladı. Onları görünce sevinçten ağladı, sımsıkı sarıldı. Annesi de evde bekliyordu. Eve vardılar. Annesini görünce kucaklaştılar. İpek o zaman bir kez daha anladı ki ailesini çok seviyordu. Ertesi gün de Emre’yi görecekti. Sonra da bayramı köyde geçirmek üzere köye gideceklerdi. Bayramda bütün akrabaları ziyaret edip ellerini öptüler. Hızlıca geçmişti bayram. Ablası sınava hazırlandığı için İzmir’e erken dönecekti. Ablası gittikten iki gün sonra İpek’te istemeye istemeye Trabzon’a geri dönüyordu. Evdeki rahat hiçbir yerde yoktu onun için. Annesi bir sürü yiyecek koydu valizine. Yine sıra vedalaşmaya gelmişti. Vedalardan nefret ediyordu. Her güzel şey bir süre sonra bitmek zorunda kalıyordu. Evde annesi onun her gün sevdiği yemekleri yapmış, bir dediğini iki etmemişti. Sevgilisinin hasretine daha önceden alışkın olduğu için ailesinden ayrılması ona çok koyuyordu. Otobüse bindi, buruk, masum bir ifadeyle. Oysa gelirken ne kadar heyecanlıydı. Ertesi gün Trabzon’a gelmişti. Yurda geldiğinde o ilk günkü yalnızlığı yine hissetti. Yine kendini tutamayarak ağladı. Sevdiklerinin daima yanında olmasının ne kadar önemli olduğunu anladı o an. Onların kıymetinin daima bilinmesi gerektiğini, haklarının ödenemeyeceğini düşündü. Bu onun için büyük ve önemli bir hayat dersiydi. Kendi ayakları üzerinde durmak zorundaydı. Çünkü güvenebileceği, derdini anlatabileceği, içini dökebileceği kimse yoktu. Geldikleri hafta içinde yurtta kalan 3 kız öğrenciyi taciz etmeye kalkıştılar yurdun önünde. İpek çok korkmuştu. Nasıl bir yere geldim ben diye düşünüyordu. Büyük bir mahalle baskısı vardı. Erkek egemen bir toplumda potansiyel sapıklar ellerini kollarını sallayarak yurdun önüne kadar geliyorlardı. Kızlar kendini korumak için kesici aletler taşımaya başlamışlardı artık. Kızlar bu olaylardan çok kötü etkileniyordu. Olanları yurt sahibine anlatmaya karar verdiler. Yurt sahibiyle konuştuklarında olaylarla ilgileneceğini söylemişti. Ama pek umurunda olmamıştı. Onun da kızları vardı ama pek umursamıyordu. İpek hemen babasını aradı ve gelip onu bu yurttan almasını istedi. Devlet yurdunda misafir öğrenci olarak kalması bundan daha iyiydi. Babası geldi. İpek’i o yurttan alıp devlet yurdunun misafirhanesine yerleştirdi. 20 kişilik bir misafirhaneydi. Oradakilerle tanıştı. Emre ile araları iyiydi ama bu olaylardan dolayı pek ilgilenemiyorlardı birbirleriyle. Emre sürpriz yapmayı çok severdi. Yine bir sürpriz yapıp Trabzon’a çıkageldi. Önceden de buna benzer bir sürpriz yapmıştı Emre. Bu olaydan 3 yıl önce bilgisayardan görüntülü olarak konuşmak için internet kafeye gitmişti İpek. Bilgisayarı açmış Emre’nin girmesini beklerken arkasında biri belirmiş ve İpek’in gözlerini elleriyle kapatıp “Ben kimim?” diye sormuştu. İpek sesinden hemen tanıyıp Emre’nin boynuna sarılmıştı. Trabzon’a geleceğini söylemedi yine Emre. İpek’te okuldaydı. Onun okulda olduğunu öğrenince okula gitti. Emre her zamanki gibi birden karşısına çıktı. İpek çok şaşırmıştı. Mutluluktan ne yapacağını bilemedi. Sarıldı sevgilisine sıkıca, bir daha bırakmayacakmış gibi. Ama Trabzon’da 3 gün kalacaktı. Bu 3 günü en iyi şekilde değerlendirmeye karar verdiler. İpek sevgilisine Trabzon’un her yerini gezdirmeyi düşünüyordu. Ama bir sorun vardı. İpek’te daha tam olarak bilmiyordu Trabzon’u. İlk defa ikisi keşfedeceklerdi. Belki de bu daha güzeldi. İpek Emre’nin onu hiç yalnız bırakmayacağını biliyordu. İkisinin çok güzel hayalleri vardı. İpek’in okulu bitince evleneceklerdi. Hayatta hiç yapmadıklarını, yapmak istediklerini beraber yapacaklardı. Emre’nin 3 günlük tatili boyunca Sümela Manastırı’nı, Bizans kalelerini, ****** Köşkünü, kiliseleri, Sera ve Uzun Gölü, orta mahalle evlerini gezdiler. Trabzon’da gezilebilecek tüm yerlere gittiler neredeyse. Meşhur Akçaabat köftesinden yediler. Emre Trabzon’un havasını çok sevdi. Denizi çok seviyordu zaten. Karadeniz’in masmavi berrak görüntüsü karşısında büyülendi. Bu ikisinin İzmir’den sonra ikinci tatilleri olmuştu. Emre’nin gitme zamanı gelmişti artık. İpek her zaman olduğu gibi yine ağladı. Emre yanındayken o dünyanın en mutlu insanıydı. O varken yüzünde çiçekler açıyor, gidince de çiçekler boynunu büküyordu sanki. Sınavlar yine yaklaşıyordu. Ders çalışması gerekiyordu İpek’in. Sınavlardan sonra ablası gelecek ve memlekete ablasıyla Trabzon’u gezdikten sonra döneceklerdi. Sınav haftası geldi çattı. Yoğun bir hafta başlıyordu onun için. Bir taraftan sınavlara çalışıyor, bir taraftan da sınavlara gidiyordu. Ve yoğun maraton sona erdi. Ablası Trabzon’a gelmişti. Çok mutlu oldu İpek. İki gün daha Trabzon’da kalacaklar, daha sonra da uçakla Denizli’ye döneceklerdi. Ailesi kızlarını sabırsızlıkla bekliyordu. Bir ay tatil yapacaklardı. Üniversite hayatı böyle gitgellerle gelip geçecek, bazen güzel bazen kötü sonuçlar doğuracaktı. Artık İpek birinci yılın sonuna geliyordu. Ablası ve Emre mezun olacaklardı bir hafta arayla. Önce ablasının sonra da sevgilisininkine gidecekti. Ablasının mezuniyetine ailecek gittiler. Ailesi, hele de babası ablasıyla gurur duyuyordu. Ve her zaman söylediğini tekrarlıyordu “ Kızlarım, şu hayatta tek gurur kaynağı sizlersiniz. Sakın benim başımı öne eğdirmeyin, beni utandırmayın. Benim başım öne eğilirse işte o zaman ben ölürüm. Beni sigara ya da hastalık öldürürse kimse üzülmesin. Ama bu öldürmesin, ben sizin için yaşıyorum bu hayatta.” Ablasının kep atma zamanı gelmişti artık. Bir yandan okulunun bitmesine, iş sahibi olacağına seviniyor, ama arkadaşlarından ayrılacağına üzülüyordu. Sırayla diplomalarını aldılar. Her öğrenci kısa bir konuşma yaptı. Ve aileleriyle sarıldılar. Mezuniyet töreni bittikten sonra ailesi eve dönmüştü. İpek’te sevgilisinin yanına gidecekti. Heyecanı daha fazlaydı bu kez. Emre’nin mezuniyet günü gelmişti. İpek melekler gibiydi o gün. Emre’nin ailesi de vardı. İpek’i kendi kızları gibi seviyorlardı. Şimdi de bir tanecik aşkı Emre mezun oluyordu. Bu İpek için gurur verici bir şeydi. Emre kepi atar atmaz sevgilisinin yanına geldi ve sarıldı. Ailesi ve sevgilisiyle beraber yemeğe çıktılar. Ve sonra Emre’nin ailesini uğurladılar. İpek ile Emre akşam mezuniyet balosuna gideceklerdi. İpek bembeyaz bir elbise, elmas taşlardan oyulmuş cam beyaz bir ayakkabı giymiş, saçlarını lüle lüle yapmış, uzun, güzel renkli saçları, sade beyaz altından olan küçük bir kolye, kulağında elmas bir küpe, elinde şık bir çanta vardı. Emre görür görmez dondu kaldı ve hayranlıkla sevgilisine bakakaldı. Balonun en güzel kızı İpek olacaktı. Emre için dünyanın en güzel kızıydı. Ama bunu İpek’e söylemiyordu. Balo harika bir şekilde geçti. Gece Emre’nin tahmin ettiğinden daha güzel bir şekilde geçmişti. Emre’nin okulu bitmişti artık.



    3 YIL SONRA



    İpek’in ablası üniversite boyunca aşık olup da arkadaşı yüzünden bir türlü çıkamadığı sınıf arkadaşıyla evlenecekti. Ablasının görev yaptığı yer Ankara’ydı. Sevdiği kişiyle sevgili olamamasının sebebi de ablasının arkadaşının o kişiye karşılıksız bir biçimde aşık olması ve kızın hasta olmasıydı. Kendi hayatından arkadaşı için vazgeçmişti. İpek ve Emre de nişanlanmışlardı. Bir sene sonra evleneceklerdi. İpek okulunu yeni bitirmiş ve çok başarılıydı. Kendi alanında kendini çok iyi geliştirdiği için istediği yerde çalışabilecekti. İstanbul’da çalışmayı istiyordu. Mezun olur olmaz ünlü bir psikolojik danışmanlık merkezinde yüksek bir maaşla işe başlamıştı. Emre ise askerliğini yapmış, İstanbul’da bir şirkette çalışıyordu iki yıldır. Onların hayatlarını süreceği yer İstanbul olacaktı. Aradan bir hafta geçmişti. Ablasının düğün zamanı geldi. Evde herkes hüzünlüydü ablası evleniyor diye. Bu herkesin duygusallığıydı tabi ki. Ama düğün dediğin gülünecek, eğlenilecek zamandır diye düşünüyordu İpek. Ortamı çok iyi bir şekilde topladı. Güzel bir balo yapıldı. İpek ve nişanlısı düğünde dans etti. Düğün güzel bir şekilde geçti. Ablası yuvadan uçarken babası ve annesi çok ağladı. Babasına kızlarını vermek o kadar ağır geliyordu ki bunu açıkça belli ediyordu. İpek’e “Seni kimseye vermesem mi ki kızım?” diye dalga geçiyordu. Emre de içinden gülerek “Alırım ki “ diyordu. Ablası ile İpek her zaman aynı şehirlerde oturacağız derlerdi. Ama şimdi o hayalleri belki bir süreliğine gerçekleşemeyecekti. Ablası Ankara’da, o ise İstanbul’da oturuyordu. Bu arada Umut ve Barış’ta büyümüşlerdi. Doktor amcası da güzel projelerle

      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 5:15 pm