Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    ÜÇ MEVSİM

    avatar
    01001030066


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 07/10/10

    ÜÇ MEVSİM  Empty ÜÇ MEVSİM

    Mesaj  01001030066 Perş. Ara. 23, 2010 11:05 pm

    ÜÇ MEVSİM

    Bir ilkbahar sabahıydı, güneş yüzünü gösteriyordu yavaş yavaş bozkıra, bozkırda sanki çok özlemişti güneşin sıcak yüzünü, öyle güzel gülümsüyordu ki güneşe… İşte böyle güzel bir ilkbahar sabahında açmıştı gözlerini küçük yaprakçık, şaşkınca etrafına bakıyordu, merak ediyordu neden orada bulunduğunu, etrafında birkaç ağaç daha vardı başka görünmüyordu ama her yer yeşilleniyordu, derin kış uykusundan uyanıyordu bozkır..

    Bizim küçük yaprakçığın önünde kocaman üç mevsimi vardı tıpkı insanlar gibi ; ilkbahar, yaz ve sonbahar insanlarında doğum, yaşam ve ölüm… Yaprak yerinde mutlu görünüyordu etrafında insanlar vardı hepsi bir çaba bir uğraş içerisindeydi kocaman tarlalar vardı, hepsinde buğday ekiliydi ve yeşermişti buğday tohumları, gecenin nemi üzerlerinde olunca sabah güneşinde öyle güzel parıldıyorlardı ki gözleri kamaşıyordu insanın her bir tanesi ayrı bir güzeldi hem doğadaki yeşilliklerin hangisi güzel değildir ki? Allah’ın yarattıklarının hangisi kötüdür ki? O her şeyi ayrı bir güzellikte ve ayrı ayrı faydalarıyla sunmuştur dünya üzerine..Hayat bu ya bizim yaprakçıkta merakla buğday filizlerini izliyordu çalışan insanlarda buğday filizlerine gübre serpiştiriyordu, esen hafif rüzgarla öyle güzel fısıldaşıyorlardı ki rüzgarın gelmesiyle her biri en güzel şarkıları söylüyordu, tabi bizim yaprakçıkta incecik sesiyle katılıverdi buğdaylara başladı şarkılar söylemeye sonra sohbet etti rüzgarla anlattı, sordu, konuştu meraklarına birazcıkta olsa cevapla buldu..

    Zaman geçtikçe güçleniyordu yaprak, yağan yağmura hasret rüzgara ise özlem duyuyor hep gelmesini bekliyordu… Bazen kırlara koşan çocukları izliyordu kendine benzetiyordu onları ama bir fark vardı aralarında onlar dolaşıp gezebiliyordu ama yaprakçıksa hep bi yerdeydi, gezip dolaşmak istiyor gibi bir hali vardı ama olamazdı, meraklarına cevap bulamıyordu oysa bilmiyordu ki bir yaprak dalından kopamaz, ailesi ve yuvası orasıdır tıpkı bir çocuk gibi… Çocuklarda ailesinden kopamaz, belirli bir yaşa gelinceye kadar.Çocukların aileye bağlılığı bambaşkadır, onlarsız yaşayamaz ailesiz korunamaz. Yaşam tecrübesini elde etmesi için ailesinin tecrübelerinden faydalanıp onları, etrafı örnek almalı ki ilerde kendi yaşantısında sıkıntı çekmesin, zorlukları nasıl aşabileceğini öğrensin. Hayatta alınan verilen tecrübeler kendi türünün devamlılığını sağlamasında büyük rol oynar.

    Hayatında kendini yalnız hisseden yaprak günden güne büyüyordu aslında yalnızda değildi etrafında kendi gibi bir sürü yaprak vardı. Toprak anaya o kadar bağımlıydı ki o olmazsa nasıl yaşardı dalında, yaşayamazdı aç susuz, o beslerdi ailesini dalını. Rüzgar yine esmeye başlamıştı bahar sabahında buğdaylarla sohbet etti yaprak. Buğdaylar ekim ayında düşer toprağa koca kışı atlatırdı bozkırda karlar altında uykuda, bahar geldiğindeyse uyanır büyümeye devam ederdi.Buğday anlattı yaprağa, kış ayını, yaşadığı zorlukları, mutlulukları ve özellikle kar taneleriyle olan sıcak sohbetlerini.. Kar tanesi üzerine örtülmezse donarmış buğday filizleri ama kar örtüldüğü zaman almazmış derin soğu altına, korurmuş buğday filizlerini onlarda böylelikle kışı atlatıp bahara koşarlarmış. Sonra insanları anlattı buğday yaprağa. İnsanlar Buğdayı tarlaya serper sonra gübrelermiş toprağı, gübre toprağı besler topraksa tohumu besler sonra oluşan filizler daha güçlü ve daha büyük olurmuş diye anlattı. Daha sonra buğday filizleri büyür ve olgunlaşır ve yeşil olan rengini sarıya bırakır sonra çiftçiler buğdayı toplar ve tohumlarını ve sapını ayırır buğdayın sonu da böyledir sonbaharın birazını yaşarlar oda toprak altında, kışla beraber filizlenirler, kar altına saklanırlar ve yine üç mevsim yaşarlar.

    İlkbahar bütün güzelliklerini göstererek tüm yeşilliklerin güçlenmesine destek oldu hep, yağmur verdi yaprağa, rüzgar gönderdi ona, saçlarını okşayıp şefkat göstersin diye, topraksa besledi onu, yapraksa oturup doğayı seyretti. Baharın güzelliğine hayran kalmıştı. Rüzgarın, saçlarını her okşayışında o mutlu olur ve ona duyduğu özlem ile ihtiyaç hep artardı. Rüzgarla dertleşip konuşmak ona sorular sormaksa ayrı bir zevk verirdi. Hep merak etmiştir başka yerleri, özlem duymuştur gezip dolaşmaya rüzgardan aldığı cevaplarla hasret gidermiştir uzaklara, anlattı rüzgar; denizleri, dağları, yolları, ormanları, düşündü yaprak oraları rüzgarla konuşmaya devam etti, rüzgara kendisini de alıp götürmesini istedi. Rüzgarsa götüremeyeceğini söyledi daha çok zamanının olduğunu söyledi ama bir gün onu götüreceğine dair söz verdi. Yaprak rüzgardan bu sözü duyunca çok sevindi ve on günü sabırsızlıkla beklemeye başladı. Fakat bir yandan da hayat devam ediyordu bozkırda. Yaşam doğada bazen acımasızlıklarla dolu oluyor.

    Bir gün bir tırtıl gördü yaprak, yerdeki bir çiçeğin dalında. Tırtıl çiçeğin yaprağında besleniyordu sohbet etmeye başladılar nerden geldiğini sordu tırtıla, oda anlattı hayatını şöyle; ben dünyaya geldiğimde yalnızdım ve bir çiçeğin yaprağındaydım ama iç güdülerim bana beslenmem gerektiğini söyledi, rüzgarla konuştum tıpkı senin gibi sorularıma cevap aradım ve öğrendim ki bir gün kanatlarım olacakmış ve bende uçacakmışım tıpkı annem ve babam gibi hep o günü bekledim ve hala bekliyorum ve yaklaştığını da hissediyorum. Diye anlattı yaprağa. Yaprak duyunca bunları çok şaşırmıştı ama kendisi şanslıydı en azından ailesi yanındaydı ve öğrenmeye başlamıştı artık hayatı yavaş yavaş. Herkesin kendine göre bir yaşantısı ve hayatında bir amacı vardı.

    Güneş yine bir akşam üstü kayboluyordu bozkırın arkasında, yine kara bir boşluk geliyordu, ama ay ve yıldızlar karanlığa azıcıkta olsa aydınlık katıyordu. Sessizliğe büründü her şey uykuya daldı. Yaprağın pek uykusu yoktu bu gece, doğayı gece görmeye hiç fırsatı olmamıştı, hep güneş battığında uyuyuverirdi. Gecenin karanlığına karışan ürpertici ve bir o kadar da tuhaf sesler duymaya başladı, uğultular, cırıltılar, inlemeler gibi. Ürpermişti yaprakçık birden rüzgâr esmeye başladı ve sevindi. Rüzgâr gelince sordu gecenin ürpertisinin sebebini rüzgarda anlattı. Geceleri de tıpkı gündüzleri gibidir bazı hayvanlar gece meydana çıkar yaşam döngüsü böyledir dedi ve senin uyuman gerekir diyerek yaprağa, uzaklaştı rüzgar. Yaprak bazen kızıyordu rüzgara sanki bazı şeyleri saklıyordu ondan, sorularına hep kısa cevaplar verip kaçıyor gibiydi, anlaşılmaz birisiydi rüzgar. Ama hayatında en çokta rüzgarı severdi yaprak. Onunla daha çok konuşurdu kısa cevaplar verse de bu cevaplar onu yinede tatmin ederdi en azından şimdilik ediyordu. Uykuya daldı yaprak hep yeni bir sabahın olmasını bekleyerek.

    Bozkır artık yemyeşildi buğdaylar büyümüş yapraksa gelişmişti. Hayatı yine olduğu gibiydi yaprağın ama her geçen gün biraz daha büyüyor ve dalına bir o kadar da bağlanıyordu, yerinden memnundu aslında ama içerisinde hep uzak diyarlar yatıyordu, söz vermişti rüzgar ona bir gün görmediği yerlere götürecekti onu ve özlemle o günüde bekliyordu. Daha sonra etrafına bakınmaya başladı her gün gördüğü tırtılın bir koza içerisinde durduğunu gördü seslendi ama tırtıldan cevap gelmiyordu. Ne olduğunu anlayamıyordu yaprak, hiç kıpırdamadan duruyordu koza. Daha sonra koza kıpırdamaya başladı küçük koza, yaprak izliyordu olanları koza yavaş yavaş uç taraflarından başlayarak yırtılmaya başladı artık belli belirsiz içinde bir şeyler görünüyordu birkaç dakika sonra içinden kelebeğe benzer bir canlı çıktı ama kanatları öyle buruşuktu ki kelebeğe benzemiyordu. Biraz zaman geçtikten sonra güneşin etkisiyle ıslak kanatları kurudu, kurudukça açıldı ve renkleri öyle güzeldi ki. Yaprak gözlerini kelebeğin kanatlarından alamıyordu, birden kelebek uçmaya çalıştı zorlansa da birazcık, uçmayı başardı ve yaprağın yanına kondu, gitmeden önce birkaç bir şeyler konuşmak istiyorum dedi ve şöyle devam etti sabır etmek yaşamanın yarısıdır vaktinden önce bir işe kalkışırsan hayata tutunamazsın dedi ve uçarak kayboldu. Bu bozkır üzerinde yaşayan küçücük bir tırtıldı bekledi sabırla uçacağı günü ve zamanı geldiğinde kozaya bürüdü kendini ve yine sabretti koza içerisinde çıktığında ise görünüşü etraftaki her canlının dikkatini bir anda üzerine toplayıverdi. Herkes ayrı bir hayranlıkla bakıyordu. Kanatlarının her zerresine ayrı bir renk vermişti Allah. Her bakış açısında bile değişiyordu renkler..

    Yaprak üzerindeki şaşkınlığı atamadı bir süre sessizce kelebeğin arkasından bakarak uçuşunu seyretti. İrkildi birden gitmişti tırtıl uzaklara yaprakta gitmek istiyordu, esen rüzgara; benide götür diyordu rüzgarsa daha ilk mevsimindesin zamanı var diyerek esip geçiyordu her seferinde. Güneş birden buluların arkasına saklandı ve gökyüzü mavi rengini kaybederek yerini koyu gri bulutlara bıraktı hava öyle güzel kokuyordu ki yağmur öncesinde bu koko takdire şayan idi. Daha sonra yağmur damlaları düşmeye başladı bozkır hasret kalmıştı yağmura yağmur yağmazsa susuz kalırdı doğa ölürdü her şey susuzluktan. Bir süre yağdıktan sonra küçük çukurlarda su birikintileri oluşmaya başladı. Küçük su birikintileri bile hayvanlar için çok faydalıydı onlar bu çukurlardan su içerek susuzluk ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Yağmur dindikten sonra ortalık açılmaya başladı güneşin yüzünü görür görmez içi ısınmıştı yaprağın. Buğday filizlerinin üzerindeki su damlacıkları güneş ışığını parlatıyordu ve bu su damlacıklarından böcekler faydalanıyordu. Doğada her şey belirli bir düzen ve dayanışma içerisinde bulunuyordu yaprak yavaş yavaş kavrayabiliyordu olanları.

    Bir gün bir kuş sürekli yaprağın bulunduğu dala bir şeyler getiriyordu. Çalı ve kurumuş ot parçalarını toplayarak bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Yapraksa olanları izlemeye başladı kuş bir süre gidip geldi. Her geldiğinde gagasındaki kurumuş otu öyle bir titizlikle yerleştiriyordu ki sanki her şeyini bir bir hesaplıyordu. Her gelip gittiğinde yaptığı bir şeylere benzemeye başlıyordu bir süre uğraştı yaptığı küçük bir yuvaydı küçük kuşun. Daha sonra kuş içine kondu yuvanın ve hiç kalkmadı başka bir bir kuş sürekli yanına gelip ağzında yiyecek bir şeyler getiriyordu yuvada bekleyen kuşa. Bir ara yuvadaki kuş susamış olsa gerek ki diğer kuş gelince uçtu. Yuvanın içerisinde benekli benekli küçük yumurtalar duruyordu hemen diğer kuş gelerek yumurtaların üzerinde beklemeye başladı. Hava karardığı zaman da birbirlerine sokulup uyuyarak sabah olmasını bekliyorlardı.

    Buğdayları insanlar yine gözetlemeye gelmişlerdi bir kadın bir adam ve yanlarında getirdikleri üç çocuğu vardı sanırım ailecek gezmeye gelmişlerdi buraya. Çocuklar bir oraya bir buraya koşuyorlar kuşları seyrediyorlar bazen ise yaprağın bulunduğu ağacın altına gelip oturuyorlardı. Sonra hepsi birlikte gelerek ağacın altına oturdular yaprak izliyordu yukardan olanları. Çocukların her biri ayrı sevimliydi hele en küçük olanı bayağı bir yaramazdı bir o yana bir buyana uçan kelebekleri kovalıyordu ama bir türlü yakalayamıyordu, yorulunca hemen olduğu yere oturuveriyordu küçük çocuk. Ağabeylerine koşuyor onlarla oyun oynuyor sohbet ediyordu. Daha sonra anneyle babanın sohbetine daldı yaprak, anneyle baba geçim derdindeydi yağan yağmurlara onlarında en az bizim kadar ihtiyaçları var gibiydi konuşmalarına bakılırsa. Buğday filizleri artık gelişmiş ekin olmuşlardı, ekinlere ne kadar su verirsen o kadar daha fazla gelişir ve verimleri daha güzel olurmuş. Bu ailenin hasat zamanında yüzlerinin gülmesi ve kış ayını atlatmaları için buğdaydan aldıkları verimin iyi olması gerekiyormuş. Bir süre sonra aile toplanarak evine gitti.

    Bizim yaprağın sabrı günden güne tükeniyor gibiydi etrafındaki yapraklara pek benzemiyor gibi bir hali vardı diğer yapraklar olduğu yerden memnu gibi görünüyorlardı. Bizim yapraksa gelene geçene bakıp rüzgarla gideceği günü düşünüyordu. Yaşamak kolay gibiydi bu zaman kadar daha önünde çok zorluklar vardı aslında yaprağın ama bu o zorlukları daha bilmiyordu hayatının hep bahar gibi süreceğini düşünüyordu. Tıpkı küçük çocukların büyüme hevesi gibi… Çocuklar hemen yetişkin olmayı isterler ya büyüyüp hayata atılmayı o kadar kolay düşünürler ki ama aslında hiçbir şey o kadar kolay değildir sabırla bunu öğrenmeden hayata atılırsa yaşama, hayata, doğanın acımasızlığında kaybolup gider. Rüzgar ve tırtıl bunu söylemişti yaprağa ama yaprakçık pek sabredemiyordu ama ilerde zorlukları görünce içindeki gezme hislerini düşünmeye fırsatı olmayıp bir kenara bırakacaktır.

    Neredeyse baharın ortalarına gelmiştir artık yaprak. Eskisi gibi küçük değildir büyümüştür ve dalına olan bağı güçlenmiştir. Ekinlerle konuşurdu sürekli, onlar da büyümüş başaklanmıştı. Rüzgar hep ziyaret edip durdu bozkırı onun gelmesi herkesi mutlu ediyordu şarkılar söyleyip rüzgara yağmurun gelip gelmeyeceğini sorarlardı. Rüzgarsa yaprağa anlatırdı, bilirdi onun kendisini beklediğini dert yanardı rüzgar, dağlardan aştım, denizleri dolaştım yanına koşup geldim diye sana oraların kokusunu getirdim derdi. Yapraksa sevinirdi hep heyecanla dinlerdi rüzgarı, tıpkı küçük çocuklara dedelerinin anlattığı mazi hikayeleri gibiydi ve hep bir nasihatte bulunurdu giderken rüzgar, sabret zamanı gelince seni alıp götüreceğim derdi ve giderdi.

    Günlerdir yağmur yağmıyordu ekinler ağaçlar susamıştı, yapraksa geleceğine inanıyordu yağmurun, yine eskisi gibi yağacaktı gökyüzünden ve yağmur gelmeden önceki o güzel kokuyu yine hissedecekti, hem rüzgarda söylemişti yağmuru sana ben getireceğim diye. Yaprak rüzgara güveniyordu getireceğim derse getirirdi. Yine akşam oldu ama bu gün rüzgarda uğramamıştı. Yapraksa uyumamaya karar verdi gece geleceğini düşünüyordu rüzgarın, gecenin uğultularında rüzgar gelince şarkı söyleyeceklerdi beraber. Rüzgar en sonunda gecenin karanlığında ekinlerin saçlarını okşayarak geliyordu uyandırmadan ekinleri yavaşça sokuldu yaprağın yanına ve yağmur bulutlarının yolda olduğunu söyledi. Yaprak bu sefer neden geciktiğini öğrenmek istedi rüzgarsa hayatının buraya kadarını kolay yaşadın devamını bekle diyerek uzaklaştı. Aradan fazla bir süre geçmeden yıldızların birer birer kayıp olduğunu fark etti daha sonra gökyüzünde yıldız kalmamıştı ve yine o koku gelmişti özlediği, sevdiği o güzel koku. Hayat ne kadarda acayipti yağmura özlem daha zormuş farkına varmıştı yaprak onun ziyaretini görmezse acı çekiyordu, zorluklar yaşıyordu. Yağmur damlaları düşmeye başlamıştı, bozkır yine ıslandı, sabah her şeyin daha güzel olacağına inanarak uykuya daldı yaprak.

    Uyandığında her günden farklı bir ses duyuyordu sesler tuhaftı ama çok hoştu. Üzerindeki sersemliği atan yaprak etrafına baktı, birde ne görsün yuvadaki kuşun altındaki yumurtalardan yavrular çıkmıştı, annesi sevincinden bir o yana bir bu yana uçuyordu. Aradan fazla bir zaman geçmeden baba kuş geldi yiyecekle, artık gagasındaki yiyeceği anne kuşa değil yavru kuşlara veriyordu. Yavru kuşların sesiyle uyanan ekinler hayretle yuvanın bulunduğu dala bakıyordu. Daha henuz yavru kuş olmalarına rağmen uçmaya çalışıyorlardı. Birden aklına kendi küçüklügü geldi yaprağın kendisine benziyordu yavruların davranışları, henüz da doğru düzgün kanat çırpmasını bile bilmeyen kuşlar uçmaya çalışıyordu. Yavru kuşların annsii sürekli etrafı kolaçan ediyordu tarlaya gelen insanlar ağaca yaklaştığında hemen sesler çıkarmaya başlıyordu sanki onların gelmesini istemiyor gibiydi. Belkide başkalarının yavrularına zarar verebileceğini düşünerek yapıyordur bu davranışı. Saatler geçiyordu yavrular baba kuşun verdiği yiyecekleri yedikten sonra susuyorlardı ve anne kuşun altına sokuluyorlardı. Anne ve baba kuşa çok bağlıydı yavru kuşlar anne ve babası bu güne kadar hep yanlarında oldu, üşüdükleri zaman annesi ısıttı onları acıktıkları zaman baba kuş getirdi yiyeceklerini. Ailesi olmasa yaşayamazlardı yaprak ailenin önemini öğrenmişti. Ama kendisi dalından ayrıldığında nasıl yaşayacağını düşünemiyordu. Yine akşam olmuştu bozkırda, serinlemişti hava ama güzel bir gece yıdızlar her zamankinden daha parlak görünüyordu ay ise yoktü gökyüzünde.

    Sabah oldu gökyüzünde büyükçe bir atmaca dolanıyordu sanırım acıkmıştı, bir o tarafa bir bu tarafa uçuyordu anne kuşsa gözlerini atmacadan ayırmıyordu. Bir süre sonra atmaca gözlerini yaprağın ve yavruların bulunduğu dala yöneltmişti, aniden yavruların üzerine doğru uçmaya başladı anne kuş çılgın gibi uçuyor bir o o dala bir bu dala çarpıyordu, atmacayı kaçırmaya çalışıyordu. Atmaca kaçıp gitmeyi düşünmüyordu, birden yavruların bulunduğu dala konarak bir yavruyu pençelerinin arasına alıp uzaklaştı oradan, anne kuş ne yapacağını bilmiyordu şaşkın ve üzgün bir şekilde kalan yavrularının yanına geldi ve onları kanatlarının arasına aldı. Yapraksa olanları büyük bir hayretle izledi ve bir o kadar da üzülmuştü olanlara. Başkalarının yaşaması için mutlaka biri ölüyordu, yavru kuşlar içinse böcekler ölüyordu, doğanın kuralları tüm güzelliğine rağmen bazen acımasız olabiliyordu. Gün geçtikçe yavrular büyüyordu uçmak için can atıyorlardı hele yavrunun biri uçmak için surekli kanatlarını çırpıyor uçadığını anlayamıyordu ancak yorulunca bırakıyordu. Gün geçtikçe tüleri gürleşiyor tenlerini kapatıyordu. Bir gün kendini hazı hisseden yavrunun biri uçmak için yuvanın kenarına çıktı kanatlarını açtı ve çırpmaya başladı, atladı yuvadan ama uçamadı yere süzülerek düştü ve orada kaldı, anne kuş yanına gitti bekledi ama yavru kuş uçamıyordu, tam o sırada tarlaya çiftçi ve çocukları geldi. Çocuklar yaprağın bulunduğu ağacın altına doğru geliyorlardı büyük olan çocuk yavru kuşu farketti koştu, yavru kuşu aldı eline anne kuş yine korkuyordu yaklaşamıyordu yavrusunun yanına. Çocuk kuşu bir süre sevdi daha sonra yuvasına bıraktı ve oradan uzaklaştılar. Yaprak yavru kuşun sabırsızlığının sonucunda çektiklerini gördü ve sabrın gerçekten önemli olduğunu ve her şey in belirli bir zamanı olduğunun farkına vardı. Aradan birkaç gün geçti yaprak yine etrafına bakıyordu ama en çok dikkatini çeken yavru kuşlardı bu gün hepsi başka bir heyecanlıydı. Annesi yavrulara nasıl uçacaklarını gösteriyordu, yavrular hem kanat çırpıyor hemde annelerini izliyordu. Yavrulardan biri annesinin yaptığı gibi yuvanın kenarına gelip kanatlarını açtı ve atladı biraz düşer gibi olduktan sonra havalanmaya başladı artık uçabiliyordu yavru kuş. Sırasıyla diğerleride denedi ve hepsi uçmayı başardı. Artık anne kuş görevini gerçekleştirmişti. Yaprak olanları hayretle izliyordu ve gözlemledikleri hoşuna gidiyordu. Anne kuş yavrularıyla bir gece daha geçirdi yuvasında. Sabah olduğunda uçan yavrular ve anneleri bir daha geri dönmedi…

    Yaprak artık bahar aylarının sonuna geldi. Etrafa bakındı artık her şeyin günden güne değiştiğini farkedebiliyordu, kendiside eskisi gibi değildi, aklındaki soruların birçoğuna cevap bulabilmişti. Ekinler bile günden güne değişiyordu artık eskisi gibi yeşil değildi sanki bir şeyler oluyordu onlara yemyeşil renklerini sarartmaya çalışıyordu. Yağmur eskisi gibi sık uğramıyordu, arkadaşı rüzgara sorduğunda aldığı cevaplar şaşırtıyordu yaprağı. Arkadaşı rüzgarda artık eskisi gibi değildi zaten çok daha yavaş esiyordu, saçlarını okşamıyordu eskisi gibi, sebebini sorduğunda ise artık büyüdün diyordu yaprağa. Derin düşüncelere dalıyordu sanırım büyümüştü artık. Yaprak her şeyin değiştiğini görebiliyordu ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyor gibiydi, kafası karışmıştı.

    Doğa artık şartlarını değiştiriyordu, bereketli bahar ayının ardından artık sıcak yaz günleri geliyordu bozkıra. Yaz dönemi yağmurun az olması ve sıcaklığıyla meşhurdu bozkırda. Yaprak etrafın eskisi gibi şenlikli olmayışına üzülüyor gibiydi ama her mevsimin ayrı bir güzelliği vardı, ama bu varlıktan varlığa değişirdi. Ortam bozkır doğal şartların acımasızlığını biliyordu yaprak, bu zamana kadar hep seyretmişti başkalarına olan acımasızlıkları aca sıra kendisine mi geldi diye düşünüyordu yaprakçık. Günlerdir yağmur damlasına hasret kalmıştı bozkır, rüzgar geldiğinde bir serinlik çöküyordu ağacın gölgesine. Bozkırdaki hayvanları izliyordu yaprak, bozkırda bulunan birkaç ağaç olduğu için bozkırdaki hayvanlar gölgelere kaçışıyordu. Etrafta her gün olandan başka bir değişiklik oluyor gibiydi ekinler başaklarını büküyordu güneşin batışına doğru sanki her birinde ayrı bir hüzün vardı sanki yaprağın bilmediği bir şeyler biliyorlardı. Akşam güneşin batışında her bir buğday boynunu büktü. Bu sıralarda ekinlerini gezmeye gelen çiftçi yine gelmişti ekinlerine bakmaya, onlar için pek çok şey yapmıştı çiftçi, gübrelemişti, ilaçlamıştı her aya bir gelip kontrol etmiş gözetmişti onları…

    Sabah olduğunda yaprak, çiğ taneleriyle uyanmıştı ve yine parıldıyordu güneşte, çiğ taneleri. Yaprak mutlu gibiydi sanki aslında eskisi gibi susuz da hissetmiyordu kendisini sanki suya eskisi gibi ihtiyaç duymuyordu, belkide her mevsimde başka şeylere ihtiyaç duyuyordu yaprak. Esen rüzgara takılıyordu nereden nereye geldik diye, rüzgarsa gülümseyerek küçükçe ama birazcık sert bir şekilde dokunuveriyordu yaprağa. Yaprak artık güçlüydü öyle sıkıca tutunmuştu ki ağacına kolay kolay ayıramazdı onu dalından hiç kimse. Havanın nemi sabahları bozkırda öyle güzel kokuyordu ki sanki hayat, yaşam, dünya herşeyden birazcık kokuyordu. Ufukta bulutlar görünüyördu sanki yağmur yağacak gibiydi. Rüzgarla konuştu sordu yağmur neden uğramaz oldu diye, rüzgarsa yağmur artık heryere yeterince uğradı başka işleride var yapması gereken ama buraları unutmaz ve bu gün selam gönderdi yoldaymış dedi ve gitti. Yağmur çok demeden gökyüzünden düşmeye başlamıştı. Öyle güzel iniyordu ki gökyüzünden, her şeye can veriyordu, her damlası mutlu ediyordu yeryüzünü. Düşen her damla tanesi topraga vurduğunda parçalara ayrılıyordu ve toprakta kaybolup gidiyordu. Ekinler hala boynu bükük bir şekilde duruyordu belki yağan yağmur onların neşesini yerine getirebilirdi. Bekledi yaprak yağmurun dinmesini, uzunca bir süre yağdı yağmur ve dindi. Ardından bir serinlik çoktü bozkıra ama buğdaylarda değişen bir şey yoktu. Buğday tohumları büyüdü, yeşerdi olgunlaştı sanırım dünyadaki görevlerini tamamlamışlardı. Hava kararmaya başlamıştı güneş görünmüyordu bulutların arkasındaydı ama belli oluyordu havanın kararması. Yine bir yaz günü daha bitmişti yağmurlu bir yaz günü. Yaz ilk başta şiddetli geliyordu yaprağa korkutucu sıcaklıklar beliriyordu bozkırda. Yaprak yeterince gelişmişti artık yaz gününe ayak uydurabiliyordu, susuzluğa dayanabiliyordu hem artık suya o kadar çok ihtiyaç duymuyordu yaprak güneşin doğmasını bekleyerek uykuya daldı.

    Güneş gecenin karanlığına vaktinin dolduğunu hatırlatarak uzaklaştırıyordu karanlığı yavaş yavaş. Her şey bir başkaydı artık bozkırda küçük karıncaları izlemeye koyuldu yaprak, öyle hamarat çalışıyorlardı ki hiç durmuyorlardı sürekli bir şeyler bulup yuvalarına çekmeye çalışıyorlardı. Sanki onlara yapması gerekenlerin bu mevsimde yalnız bu olduğu söylenmiş gibiydi. Karıncalar çok çalışıyorlardı etrafta ne bulurlarsa zayi etmeden yuvalarına götürüyorlardı. Bu gün sanki çok sıcak olacak gibiydi, güneş her günden daha parlak duruyordu. Dün yağan yağmurun izlerini siliyordu güneş birer birer, siliyordu buğdayların nemini. Her sabah karıncalar yine işbaşı yapıyor durmadan çalışmaya devam ediyorlardı, ağustos böceği de tıpkı hikayelerindeki gibi şarkısını söylüyordu. Güneş gökyüzünün ortasına geldiğinde hava öyle çok ısınıyordu ki yağmur damlacıklarının kaybolması an bile sürmüyordu. Kuşlar sıcaklıktan saklanmak için ağaç dallarında bekliyordu, havaya ikindinin serinliği çöktüğünde kuşlar beslenmek için dallardan uçup gidiyordu. Hava yine kararmaya başlamıştı güneşin batışı öyle güzel görünüyordu ki bozkırdan. Güneş battıkça gökyüzü kızarıyor daha sonra kararıyordu yavaş yavaş. Geceleri serin oluyordu bezen sabaha karşı gökyüzünden çiğ taneleri düşüyordu. Sabah olduğunda güzel görünürdü çiğ taneleri…

    Hava aydınlanmaya başlarken yaprağın dikkatini çeken bir şey vardı etrafta çiftçi gelmişti traktör sesine uyanmıştı yaprakçık. Çiftçi ekinlerini biçmeye gelmişti. Rüzgarda deniz gibi dalgalanan ekinler şimdi deste deste yığılıyordu tarlaya, hayat çok garip geliyordu yaprağa, anlaşılması güçtü. Çiftçi ekinleri traktörüyle düzgün bir biçimde keserek deste haline getirdi. Akşama kadar bu böyle devam etti ve hava kararınca evine döndü. Gece rüzgarla dalgalanan ekinler şimdi birer deste yığıonı olmuştu üzülmüştü yaprak acaba daramatik bir sonmuydu bu diye düşündü gece boyu. Hayat belkide dramatik düşündüğümüz ama aslında dramatik olmayan sonlarla doluydu. Çiftçi ertesi sabah tekrar tarlaya gelerek ekinleri dermeye devam etti ve öğleye doğru tarlada dikili ekin kalmamıştı. Yaprak çok üzülmüştü ekinlerin derilmesine. Esen rüzgara sordu ekinler neden şimdi bu durumda diye, rüzgarsa şöyle cevaplamaya koyuldu, yaşamak için dünyaya gelen her şeyin bir görevi vardır, benim bile diyerek devam etti, çiftçi sen henüz doğmamışken serpmişti o tohumları tarlaya sonra gübresini serpti onlara, ilaçladı başka hayvanlar zarar vermesin diye neredeyse gözü gibi baktı onlara her ay düzenli olarak iki defa gelerek kontrol etti onları ve olgunlaşmasını bekledi dedi. Şimdi çiftçi görevini tamamladı diye cevaplayarak uzaklaştı gitti rüzgar. Yaprak düşünmeye başladı derin derin. Yığılan ekinlere baktı uzunca ve derin bir iç çekti. Geceler soğumaya başlamıştı matemli rüzgar artık hiddetle vuruyordu ağaca, toprağa, yaprağa, bozkıra tutunamayanı alıp götürüyordu rüzgar sanki onun görevide buydu. Hava kararınca yine uğultular arasında bozkır üzerinde uykuya daldı yaprak.

    Sabah olduğunda yaprak üzerindeki soğukluğu atamadı, güneş yavaş yavaş doğdukça ısınıyordu yaprak, yaz geceleri bozkırda bayağı soğuk olmaya başlamıştı yaprak üşüyordu geceleri. Çiftçi yine geldi traktörünün arkasında iki tane römork, ve harman makinesiyle, sonra harman makinesini bir yere sabitledi. Daha sonra römorku harman makinesinin yanına bıraktı, diğer römorku da traktöre takarak buğday destelerini doldurmaya başladı, yaprak olanları sakince izliyordu, tarlada çalışan çiftçi ve ailesi tıpkı karıncalar gibiydi. Çiftçi doldurduğu buğday destelerini harman makinesine getirerek makinenin içine bırakıyordu, makine buğdayın sapını kırarak küçük parçalara ayırıyordu, buğday tanelerini de makinenin yanındaki römorka çiftçinin çocukları ve hanımı bir kovaya doldurup römorka boşaltıyordu. Doldurduğu buğdayları bitirdikten sonra tekrar römorku buğdaylarla doldurmaya gidiyordu, yaprak olanları izliyordu.Yaprağın gözleri önünde gerçekleşen doğa olayları çok şey öğretti ona her gün her dakika geçen zaman adeta bozkırı değiştiriyordu, her şey iyi yönde olacak diye bir şey yoktu beklide kötü dediği yönlerinde bir hayrı vardı. Çiftçi buğdayları kendisi için topluyordu ama buğdaydan faydalananlar yalnız çiftçi değildi, karıncalar harıl harıl yere düşen buğday tanelerini toplayıp yuvalarına götürüyordu, karıncalar yuvalarına çektiği yiyeceklerle bir kış idare edeceklerdi yani en basitinden minicik bir karınca bile çiftçinin ekip biçtiği buğdaydan faydalanıyordu. Yaprak olanların her birinin başkalarının hayatını sürdürmek için gerçekleştiğinin farkına varıyordu. Akşam olduğunda çiftçi buğday dolu römorku evine götürdü. Yine matemli bir akşam çöküyordu bozkırın ve yaprağın üzerine gecenin karanlığında kayboluyordu buğday desteleri birer birer. Gecenin ayazında dalda duran kuşlar titreşiyordu ve üşüdükçe birbirlerine sokuluyordu, birbirlerinin sıcaklığından faydalanıyorlardı ama karınları toktu, çiftçinin yere düşen buğday taneleriyle doyurmuşlardı karınlarını.
    Sabah güneşi yine kovaladı karanlığı yavaş yavaş. Her geçen yaz gününün geceleri ayrı bir soğuk oluyordu, geceleyin düşen çiğ taneleri ise iyice soğutuyordu havayı ama güneşin doğuşuyla havanın ısınması fazla sürmüyordu. Esen rüzgarla edilen sohbete doyamıyordu eskiden yaprak şimdilerde pek konuşmuyordu belikli rüzgar alınmıştı hiç uğramadı gün boyu yaprağa. Dostu rüzgar gelmeyince yaprak onsuz bir gün geçirmenin zor olduğunun farkına vardı hava öyle sıcaktı ki çiftçi bile bir ara çalışmayı bırakıp ağacın gölgesine sığındı ailesiyle. Çiftçi ve ailesi öyle yorgun görünüyorlardı ki bir ara yorgunluktan uyuyakaldılar ağacın altında. Böyle birkaç gün geçti çiftçi tarlada ekin koymadı ve bitirip evine gitti geride buğdayların samanı kalmıştı ve bir günde de samanını götürüp gitti çiftçi.
    Yaşam her şeye rağmen devam ediyordu bozkırda ekinlerden geriye kalan kurumuş anızlardı. Artık yaz mevsimi bitiyordu yaprağı yeni ve son mevsimi bekliyordu, yaprak kocaman iki mevsimi geride bırakmıştı doğmuştu ve yaşıyordu. Dünya düzeni devam ederken bozkırda şartlar zorlaşıyordu. Yaprak arkadaşı rüzgarla arasını düzeltmişti onsun olmuyordu hem yine eskisi gibiydi yaprak bulunduğu yerden sıkılmıştı yine gezmek istiyordu doğayı. Rüzgara yine eskisi gibi soruyordu nerelerden geldiğini, rüzgarsa hemen cevaplıyordu dağlardan, denizlerden, yollardan aştım koştum geldim yanına diyerek. Yapraksa içindeki merakı iyice arttırarak heyecanlanıyordu. Sonbahar günleri susuzluğunu hissetti yaprak yaşamı zorluğu dahada belliydi artık. Geceleri ise yaz gecelerinden çok daha soğuktu.
    Yaprak artık eskisi gibi güçlü hissetmiyordu kendini hem çevresindeki yapraklar bile eskisi gibi koyu yeşil değildi sanki yoksa yanılıyor muydu acaba? Hemen dönüp kendisine baktı kendisinin de eskisi gibi yeşil olmadığını görünce şaşırdı ama birkaç gün sonra alıştı. Rüzgara sordu ben ne zaman gezeceğim seninle? diye. Rüzgar sorusuna daha zamanı var diye cevap verdi.
    Yaprak geçen sonbahar günlerinde susuzluğunun arttığını hissediyordu ama yaprağın asıl özlediği o kokuydu hani yağmur yağmadan önce olur ya işte o koku. Nereden geldiğini hep merak etti düşündü ama bulamadı bir türlü, rüzgara sormaya fırsatı olmamıştı. Ama o kokuyu özlemişti. Bir sabah uyandığında ufukta bozkıra doğru gelen bulutları gördü ve sevindi yaprak sanırım yağmur yağacaktı.Aradan fazla bir süre geçmeden hava kapandı, güneş bulutların arkasına gizlendi ve yine o koku, hani yaprağın sevdiği bir koku vardı ya yağmur öncesi mis gibi tüten o koku kaplamıştı bozkırı. Yağmur damlaları öyle güzel düşüyordu ki gökyüzünden her düşen damla can katıyordu toprağa. Birkaç saat yağan yağmur dindikten sonra hava açıldı ve sevdiği dostu rüzgar uğradı sonbahar gününde. Esen rüzgar öyle soğutuyordu ki havayı bütün kuşlar titreşiyordu, tüylerini kabartıp sokuluyorlardı bir birlerine. Akşamın puslu matemi çöktüğünde havanın soğukluğu daha da arttı.
    Ertesi gün sabah olduğunda yaprak hala susuz hissediyordu sanki yağan yağmurun hiç faydası olmamıştı bozkıra, toprağın rüzgarda savrulmasını ve hayvanların susuzluğunu gidermesinden başka yardımı dokunmamış gibiydi. Oysa ki yağmur her geldikten sonra ayrı bir güzellik gelirdi doğaya ama bu sefer öyle olmamış gibiydi. Güneş ve sert esen rüzgar ortalığı kuruttu. Yaprak her geçen gün biraz daha yeşilliğini kaybediyor idi. Rüzgarla olan sohbetlerinde rüzgar ona zamanı yaklaştı artık yavaş yavaş hazırlan diyordu yaprağa. Yaprak rüzgardan duyduğu bu sözlere inanamıyordu, mevsimlerdir beklediği gezintiyi artık eskisi gibi istemiyordu, bahar aylarındaki gibi neşe dolu hissetmiyordu kendisini artık hem o kadar da meraklı değildi.
    Artık son mevsiminin ortasındaydı yaprak yani ilk ve son baharını yaşıyordu belki hayatının sonunun yaklaştığının farkında olmalıydı ki eskisi gibi rahat hissetmiyordu kendisini. Gün öğle vaktini bulunca her zamanki sonbahar günlerinden farklı olarak çiftçi çıkageldi tarlasına traktörüyle, ardından başladı pulluğuyla tarlayı sürmeye başladı traktörün her turunda tarla kararıyordu. Bir süre sonra hava karardı ve çiftçi evine döndü.
    Yaprak yeni doğan güneşle yeni bir güne başlayacaktı ama o gün onun için ayrı bir gün olacaktı. Şiddetle esen rüzgar yaprağa uğulduyordu artık hazırsın diye, yaprak ise ayrı bir matemdeydi ama bir yandan da sevinçliydi artık eski duygularını bastırdığı sandığın kapılarını araladı yavaşça ve yine çocuk gibiydi. Hava soğuktu ve yağmur bulutları geliyordu bozkırın üzerini kapatmaya. Rüzgar eserken şiddetini arttırıyordu yaprak tutunmakta zorluk çekiyordu artık dalına, rüzgar ailene dalına veda etmen gerekiyor diyordu yaprağa. Yaprak veda etmek istemiyordu ailesine. Ama rüzgar verdiği sözü tutmak zorundaydı ve yine hatırlattı yaprağa unutmasın diye. minik yaprakçığımız küçükken çok istiyordu gezmeyi dolaşmayı ama şimdi büyümüştü. Çocukluk duygularını bastırmıştı kara sandığa, ama açma vakti gelmişti, yine eskisi gibi kara sevdası dağlara gitme hayalini kuramayacaktı gerçekten gidecekti rüzgarın koynunda dağlara denizlere.
    Yağmur damlaları düşmeye başlamıştı rüzgarsa şiddetini arttırmıştı yaprağın elinden tutup gitmeye zorluyordu üzerine düşen yağmur damlaları ağırlaştırmıştı bedenini daha fazla tutunamadı ayrıldı dalından. Kopmuştu artık ağacından, ailesinden ve dalından geriye bile bakmaya fırsatı olmadan kucakladı rüzgar yaprağı. Savruldu esen rüzgarda saatlerce dağlarda tepelerde dolaştı hayatının yaşamadığı son macerasını da yaşamıştı artık ve yavaşça bıraktı rüzgar onu toprağın üzerine. Yaprak son demlerindeyken öyle güzel bir koku alıyordu ki sanki yağmur öncesi yaprağı yanına çağıran kokunun kaynağında gibiydi ve en sonunda anlamıştı kokunun kaynağını. O güzel kokusuyla her varlığı kendine çağıran TOPRAKTI.
    SON


      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 9:41 pm