Erdem,1989 yılında Bartın'ın Hacıosmanoğlu Köyü’nde doğmuştu. Bir ailenin ikinci çocuğu olan Erdem, aynı zamanda ailenin tek erkek çocuğuydu. Bu yüzden ailesi onun üzerine titriyordu ve onu gözlerinden bile sakınıyordu. Babası maden ocağında çalışıyordu. Erdem, iş çıkışı babasının çikolata getirişini dört gözle bekliyordu ve çikolatayı aldığındaki mutluğu gözlerinden okunuyordu.
Çok mutlu ve mesut bir şekilde yaşarlarken, beklenmeyen kötü bir olay oldu. Babası köyden hasta bir çocuğu hastaneye götürmek için evden çıkmıştı. Eşi, annesi, babası "Ne kadar bu havada gitme" dese de onları dinlememişti. Hava sisli, yağmurlu ve soğuktu. Sisten göz gözü görmüyordu. Aradan iki saat geçtikten sonra o kötü haber geldi. Erdem'in babası trafik kazası geçirmiş, sarhoş bir kamyon şoförünün altında kalmıştı. Olay yerinde can vermişti. Bu olaydan sonra Erdem ve ailesi yıkılmıştı. İki saat önce sapasağlam olan kişi, şimdi cansız bir bedene bürünmüştü. Erdem dört yaşında olduğu için olayın ciddiyetinin farkında değildi.
Aradan bir kaç yıl geçti. Erdem okula gitme çağına gelmişti. Okula başladı. Birinci sınıfta arkadaşları hep babalarından bahsediyordu. İşte o zaman babasının eksikliğini anlamıştı. Bu duruma çok üzülüyordu. Artık annesine hep babasını soruyor, annesi ise "Onu bir daha göremeyeceğini, unutması gerektiğini" söylüyordu.
Aradan bir süre geçtikten sonra annesinin ona olan ilgisi sayesinde babasının eksikliğini unutmaya başlamıştı. Artık derslerine önem vermeliydi. Amacı, annesini en iyi şekilde yaşatmak olmalıydı. Bu doğrultuda derslerine önem vermeye başlamıştı. Derslerinde çok başarılı olmuş, her sene takdir belgesi getirmeye başlamıştı. Sınıfının da birincisiydi. Ama okul şartları zordu. Köyde okuduğu için eğitim üst düzeyde değildi. Doğru dürüst okulları bile yoktu. Caminin altında, muhtarlık için kullanılan bir odada eğitim görmekteydi. Daha sonra köylünün buranın muhtarlık olması sebebiyle eğitim yapılmamasını istemeleri üzerine, köyde bayramlarda kullanılan köy odasında eğitim görmeye başlamışlardı. Burası iki odalı bir yerdi. Bir odasında 1.-2.-3. sınıfın birlikte eğitim gördüğü, diğer odasında ise 4.-5. sınıfın birlikte eğitim gördüğü bir yerdi. Bakımsızdı, bacası su akıtıyordu, çatısı ise yağmur geçiriyordu.
Bu rezilliğe daha fazla tahammül edemeyen aileler; çocuklarının köyde yapılmakta olan, inşaatı bitmiş ama kullanıma açılmayan ilköğretim okulunda eğitim görmelerini istiyordu. Bunun için yerel bir televizyon kanalını çağırmışlardı. Televizyon kanalı da köy okulunun berbat durumunu ve yeni okulun yapılan inşaatının son halini yayınlamışlardı. Milli Eğitim Bakanlığı da bu duruma daha fazla kayıtsız kalmamış ve yeni okulu eğitime açmıştı. Erdem ve arkadaşları sonunda okullarına kavuşmuşlardı.
Okulun birçok eksiği vardı. Ama bu eksiklerin birlik ve beraberlikle üstesinden gelebilirlerdi. Onlar için önemli olan okullarının açılmasıydı. İlk başta o köy için açılan okul, eksiklerin giderilmesiyle diğer köylerden de öğrenci almaya başlamıştı. Okuldaki öğrenci sayısı her yıl artmaya başlamış ve okul gittikçe gelişmişti. Okulun bahçe düzenlemesi yapılmış, öğrenciler için voleybol sahası ve basketbol potası yapılmıştı. Ayrıca okulda satranç çalışma odası yapılmıştı. Okulun bahçesine ağaçlar ve çiçekler dikilmişti. Yeni sıralar ve yeni tahtalar gelmişti. Eğitim için her şey hazırdı artık.
Erdem ve arkadaşları, okul çıkışı toplanırlar, beraber top oynarlardı. Onların top oynaması için en uygun yer, üç köyün ortasında olan okulun bahçesiydi. Burayı ayrıca cazip kılan başka bir nedense yeni yapılan voleybol sahası ve basketbol potasının burada olmasıydı. Burada çocukluklarının doyasıya tadını çıkarırlardı. Hava kararıncaya kadar top oynarlardı. Bazen hava kararsa da aileleri onları çağırıncaya kadar eve gitmezlerdi.
Ayrıca köyler arasında küçük rekabetler de söz konusuydu. Bir gün Erdem hastalanmış bir hafta okula gelememişti. Diğer köyün çocukları o köyün çocuklarıyla derslerde başarısız diye dalga geçiyorlardı. Buna daha fazla tahammül edemeyen çocuklar, Erdem'in gelişini dört gözle bekliyorlardı. Erdem'in diğer çocuklara derslerini vereceğinden eminlerdi. Nitekim de öyle oldu. Erdem okula geldiğinde diğer köyün çocuklarından intikamlarını aldı. Erdem çocukların gözünde adeta bir kahramandı.
Erdem aynı zamanda çok inatçı ve meraklı biriydi. Birinin bir şeyde kendinden üstün olduğunu gördüğünde, onu ondan daha iyi yapabilmek için elinden geleni yapardı. Hiç unutmam bir gün bir arkadaşının satranç oynadığını görmüş ve bu oyunu bilmediği için kendini küçük hissetmişti. Altı ay içinde satrancı o çocuktan daha iyi öğrenmiş ve onu yenecek seviyeye gelmişti. Hatta okul birincisi olarak okul satranç takımına bile seçilmişti. Bir kişinin isteyip de başaramayacağı bir şey olmadığına inanıyordu. Belki de onu başarılı kılan bu yönüydü. Rekabet etmeyi çok sever, hiçbir zaman rekabetten kaçmazdı. Sınıfta biri ondan yüksek not mu almış, diğer sınavda mutlaka onu geçecekti. Onu geçemezse gururuna yediremezdi. Onun defterinde mağlubiyet diye bir şey yoktu.
Öğrenciler arasındaki bu rekabeti fark eden öğretmenler de, sınıfta bu rekabet ortamını yaratırlardı. Özellikle de İbrahim öğretmen bu ortamı yaratırdı. İbrahim öğretmen, mesleğe yeni başlamış çaylak bir öğretmendi. Ama çok iyi eğitim aldığı belliydi. Öğrencileriyle çok iyi diyalog kuruyordu. Onlara bir şeyler öğretmede hiçbir hoca eline su dökemezdi. Bunun için ödül tekniğini kullanırdı. Doğru cevabı bilen öğrencilere çikolata, kitap gibi hediyeler verirdi. Öğrenciler de doğru cevabı bilmek için birbirleriyle yarışırlardı. Öğretmenlerini çok severlerdi.
İbrahim öğretmen aynı zamanda alçak gönüllü ve cömert biriydi. Bir gün Erdem'le beraber kırtasiyeye gitti. Erdem'e bir kaç kitap seçmesini söyledi."Niye?" diye sorduğunda "Sen sadece seç" dedi. Erdem bir kaç tane hikâye kitabını seçmişti."Ne olacak bunlar?" diye sordu. İbrahim öğretmen de "O kitapları kendi adına sınıf kütüphanesine bağışlayacaksın.” dedi. Erdem ilk başta buna bir anlam veremedi."Siz niye bağışlamıyorsunuz?" diye sordu. O da "Sen bağışlarsan diğer öğrencilere de örnek olur, onlar da kitap bağışlarlar” dedi. O zaman anlamıştı İbrahim öğretmenin öğrencilerini nasıl bu kadar iyi etkileyebildiğini.
Erdem ve arkadaşlarının tek korkusu ondan ayrılmaktı. O istenmeyen gün geldi çattı. İbrahim öğretmenin başka okula tayini çıkmıştı. Ona o kadar çok alışmışlardı ki onu kendilerine bir baba gibi görüyorlardı. Özellikle de Erdem bu düşüncedeydi. Baba özlemi çeken Erdem, öğretmeninin ona olan ilgisiyle baba eksikliğini gideriyordu. Erdem ikinci kez bir baba kaybetmiş gibiydi. Bir süre sonra bu üzüntüden de kurtulacaktı. Ama o zamana kadar nasıl dayanacaktı? Annesi sayesinde bu sorununun da üstesinden geldi.
Diğer öğretmenleriyle de arası iyi olan Erdem, onlarla vakit geçirmeye başladı. Ders aralarında, öğle paydoslarında, okul çıkışlarında öğretmenleriyle voleybol maçı yaparlardı. Öğretmenlerle öğrencileri birbirlerine yakınlaştıran, aralarında arkadaş ortamı yaratan en güzel faaliyetlerden biriydi bu. Bunun meyvelerini de okul voleybol takımının başarılarıyla alıyorlardı.
Erdem de okul voleybol takımının bir oyuncusuydu. O sıralarda voleybola öyle tutkundu ki ne zaman boş bir vakit bulsa arkadaşlarıyla ya da öğretmenleriyle voleybol oynardı. Yorulmak nedir bilmezdi, ne kadar çok oynasa da bıkmazdı. Aksine "Devam edelim." diye ısrar ederdi. Sanki voleybol oynarken bütün dertlerini unutuyordu. Voleybol sahası onun için başka bir dünyaydı.
Hatta bir gün hastalanmış, iki hafta okula gidememişti. O sıralarda voleybol takımı seçmeleri vardı. Arkadaşları onun ismini zorla listeye yazdırmışlardı. Öğretmeni onun ismini yazmak istemiyordu. Haklıydı da. Çünkü Erdem hastaydı, bırak voleybol oynamayı okula ne zaman geleceği bile belli değildi. Ayrıca voleybol takımının başındaki öğretmen de okula yeni gelmişti. Erdem'in nasıl oynadığı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Onu takıma alması büyük bir riskti. Erdem, turnuvanın başlamasına bir kaç gün kala iyileşti. Antrenman eksiği olsa da oynayabilecek seviyeye gelmişti. Turnuvaya katılmışlar ve dereceye girmişlerdi. Hatta Erdem'i ve Hasan'ı Milli Eğitim Bakanlığı'ndan maçları izlemeye gelen kişiler çok beğenmişlerdi. Bu nedenle okullarına forma hediye etmişlerdi. O günlerde doğru dürüst bir formalı olmayan okulları için bu çok güzel bir hediyeydi. Voleybol takımının başındaki öğretmeni de Erdem'i takıma aldığına pişman olmamıştı.
Erdem hastalığının ve turnuvanın üst üstte gelmesinden dolayı derslere girememişti. Ama bu açığını evde çalışarak kapatmıştı. Derslere de girmeye başladıktan sonra bu sorun ortadan kalkmıştı. Arkadaşlarını derslerde yakalamıştı.
Aradan bir süre geçtikten sonra okul müdürüne Milli Eğitim Bakanlığı'ndan bir yazı gelmişti. İl genelinde bilgi yarışması yapılacaktı. Bu yarışmaya her okulun katılması zorunluydu. Okulu temsilen matematikte Erdem, türkçede Elif, fen bilgisinde de Berna'nın temsil etmesine karar verildi. Bu seçimi derslerindeki başarılarına göre öğretmenler yapmıştı. Yarışma ilk olarak bölge okulları arasında yapılacaktı. Burada birinci olan okul ise ilçe birinciliği için yarışacaktı. En sonunda da ilçe birincileri seçilip il birinciliği için yarışacaklardı. İl birincisi de Türkiye genelinde yarışmaya hak kazanacaktı.
İlk etapta bölgesel yarışmalar yapıldı. Erdem ve arkadaşlarından büyük bir başarı beklenmiyordu. Çünkü böyle bir yarışmaya ilk kez katılıyorlardı ve ne tip sorular sorulduğunu bilen yoktu. Yarışma başladı ve beklenilenin aksine gayet iyi bir performans sergileyerek, on okul arasından birinci olup ilçe birinciliği için yarışmaya hak kazandılar.
Okula döndüklerinde büyük bir coşkuyla karşılandılar. Herkes sevinç içindeydi. Artık herkes ilçe birinciliği yarışmasına odaklanmıştı. Bu yarışma için okuldan birçok otobüs kaldırılmıştı. Ama yarışma beklenildiği gibi geçmedi. Yarışmada dördüncü olmuşlardı. Beklentilerin yüksek olması sevinçlerini kursaklarında bıraksa da bu onlar için iyi bir başarıydı. Okulları bu başarılarını plaketle ödüllendirdi. Artık Erdem ve arkadaşları bu okuldaki misyonlarını tamamlamışlardı.
Gün gelip çatmış, mezun olma zamanları gelmişti. Okulda Erdem ve Berna arasında okul birinciliği yarışı vardı. Her ikisi de notlarını hesaplıyor, kaçıncı olduklarını araştırıyordu. Erdem okul birincisi olduğunu sanıyordu. Ama sonradan öğrendi ki bir öğretmeninin karnesine yanlış geçirdiği notun düzeltilmemesi yüzünden okul birinciliğini Berna ile paylaşmıştı. Erdem bunun üzerinde fazla durmamış, birinciliği paylaşsa da yine de birinci olduğu için bu konuyu kapatmıştı.
Erdem ve arkadaşları için yeni bir dönem başlamıştı. Çocukluktan çıkıp gençlik dönemine giriyorlardı. Gelecekleri için en uygun liseyi seçmeliydiler. Erdem de diğer arkadaşları gibi kararsızdı. Birçok araştırmadan sonra Köksal Toptan Yabancı Dil Ağırlıklı Lisesi'ne kaydolmaya karar verdi. Erdem ilk defa bu kadar büyük bir okulda okuyacaktı. Burası kapalı spor salonu olan, bin kişinin eğitim gördüğü bir okuldu. Öğretmen kadrosunu ilin en deneyimli öğretmenlerinden oluşuyordu. Üniversiteyi kazanan öğrenci sayısı çok yüksekti. Erdem'in ideallerini gerçekleştirmek için yeterliydi.
Okulun açılış zamanı geldi. Erdem ilk kez liseye başlayacak olmanın heyecanını yaşıyordu. Sınıf arkadaşları da heyecanlı görünüyordu. İlk sınıfa girdiklerinde birbirlerine karşı soğuklardı. Aralarında iletişim kurmaya çekiniyorlardı. Sadece birbirlerini tanımak için birbirlerini süzüyorlardı. Erdem de diğer arkadaşlarıyla aynı duyguları yaşıyordu. Etrafa meraklı bakışlarla bakan Erdem'in gözüne birden bir kız takıldı. Kimdi bu güzel kız? Kumral tenli, kahverengi gözlü, fiziği düzgün, gülüşüyle etrafına neşeler saçan çok güzel bir kızdı. Adeta bir su perisi gibiydi.
Onu gördüğü andan beri kalbi niye bu kadar hızlı çarpıyordu ki? Nefesi kesilecek gibi oluyordu. İlk kez böyle bir şey başına geliyordu. Acaba ask dedikleri şey bu muydu? O gün o şekilde geçmişti. Akşam olup eve gittiğinde hala onu düşünüyordu. Nereye baksa onun hayali gözünün önünden gitmiyordu. Çıldırmış mıydı acaba? Aklında bir sürü soru işareti vardı. O kızın hayalinden başka bir şey görmüyordu. Yarın ilk işi, bu kızın kim olduğunu öğrenmek olmalıydı.
Sabah oldu, okula gitti. Gözleri her yerde onu arıyordu. Sınıfa gittiklerinde onu gördü. Arkadaş olarak tanışmak istedi. Adının Aslı olduğunu öğrendi. Aslı’yla iyi bir arkadaşlık kurmuştu. Ama Erdem ondan arkadaşlıktan daha öte bir şey bekliyordu. Bunu ona nasıl söylemeliydi ki? Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen Erdem duygularını ona açmaya karar verdi. Ama cesaretini toplayıp ona bir türlü söyleyemiyordu. Hayatında ilk defa bir kıza açılacaktı ve reddedilmekten çok korkuyordu. Sonunda bunu yüzüne söyleyemeyeceğinin farkına vardı. En mantıklı çözümün duygularını kâğıda döküp, kâğıdı ona vermenin olduğuna karar verdi.
Bir gün derste onun ön sırasında oturduğunu fark etti. İşte kâğıdı ona vermek için en uygun zamandı. Kâğıdı ona ürkek, çekingen bir şekilde verdi. Kız kâğıdı okudu ve bu haber sınıfta kulaktan kulağa yayıldı. Erdem'in utangaçlığı daha da artmıştı. Herkes birbirine bu haberden bahsediyordu. Son dersti ve Erdem çıkışta Aslı'nın ne cevap vereceğini çok merak ediyordu. Yerinde duramıyordu. Sanki zaman durmuştu, vakit geçmiyordu. Sonunda o beklenen an geldi, çıkış zili çaldı. Erdem soluğu hemen Aslı'nın yanında almıştı. Aslı Erdem'e o üzücü cevabı verdi:"hayır, olmaz." dedi. Erdem'in morali çok bozulmuştu. "Niye?" diye sormadan çekip gitti. Sonradan Aslı'nın arkadaşlarından öğrendi ki başka biri varmış.
Erdem bu duruma çok üzüldü ve içine kapandı. Ama onu unutamıyordu. Hayali gözünün önünden gitmiyordu. Ne yapıp da onu unutmalıydı ki? Sonunda karar verdi. Onu her gün görüp de arkadaşıymış gibi konuşamazdı. Onu bu kadar severken arkadaşıymış gibi davranamazdı. Onunla arkadaş olduğu sürece ona daha çok bağlanacaktı. O günden sonra onunla konuşmamaya karar verdi.
Erdem o günden sonra Aslı'ya hiçbir zaman yakın olmadı. Her zaman onu uzaktan izledi. Ama ona ne kadar uzak olsa da onu sevmekten vazgeçemedi. Onu unutmaya çalıştı ama olmadı, unutamadı.
Kendini dört duvar arasında kalmış gibi hissediyordu. Nereye baksa onun hayali gözünün önüne gelmeye devam ediyordu. Sanki duvarlar gittikçe ona yaklaşıyordu. Nefes alamıyordu. Bir çıkışı olmalıydı buranın. O çıkışı da içki kadehlerinde buldu. Onu unutmak için her gece içiyordu. O gecelik unutuyordu da. Ama sabah olup uyanınca tekrar en başa dönüyordu. Aklına bir tek o geliyordu. Onu unutmak için tekrar içmeye başlıyordu. Artık her gece içmeye başlamıştı. Erdem bu olayı kendi içinde saklıyordu. Kimselere bir şey söylemiyordu. Galiba kendisiyle dalga geçmelerinden korkuyordu. Belki de haklıydı. Arkadaşları ona "Bir kız için hayatını karartmaya değer mi?” diyecekti.
Erdem'in bu durum yüzünden ders notları da düşmeye başlamıştı. Bir zamanlar düşük not aldığında ortalığı ayağa kaldıran Erdem, artık notlarını önemsemiyordu. Erdem'in o inatçı, çalışkan, meraklı yapısı gitmişti sanki. Yerine hayatı amaçsız yaşayan biri gelmişti. Hayattan ve kimseden bir şey beklemiyordu.
Erdem sınıftan sadece Hakan, Oral ve Ferdiyle iyi arkadaştı. Onlar da bu durumu bilirler ama Erdem'in yanında bu konuyu hiç açmazlardı, bilmezlikten gelirlerdi. Hakan komik, hayatı umursamayan, vurdumduymaz biriydi. Yaptığı eşek şakaları meşhurdu. Oral ise espri yapan ama dışarıdan bu yönünü hiç belli etmeyen biriydi. Bazen yaptığı laf cambazlıklarıyla ünlüydü. Ferdi ise çözülemeyen bir denklem gibiydi. Tam bir kapalı kutuydu da denilebilir. Sessiz, kendi halinde, futbolda yetenekli biriydi.
Aralarında çok iyi bir arkadaşlık vardı. Bu arkadaş ortamı Erdem'i okula bağlayan etkenlerden biriydi. Okulda birbirlerinden hiç ayrılmazlar, boş zamanlarını hep birlikte geçirirlerdi. İlköğretimde bütün sosyal aktivitelere katılan Erdem, lisede hiçbir sosyal aktiviteye katılmıyordu. Öğretmenleri, öğrencileri sosyal aktivitelere yönlendirseler de Erdem "Ben hiçbir spordan anlamam." deyip kaçıyordu.
Erdem köyde oturmakta olduğu için okula servisle gidip geliyordu. Dersleri 8.00’de başlıyordu. Şehir merkezinde oturan arkadaşları 7.00’da kalkarken, Erdem 6.00’da kalkmak zorundaydı. Evi okula yirmi dört kilometre uzaklıktaydı. Servisle yarım saat sürmekteydi. Kış mevsiminde bir saati bulduğu da oluyordu.
Birde bunun ikinci perdesi de vardı. Okuldan çıktıktan sonra köye geri dönmesi uzun sürüyordu. Durakta akşama kadar servis beklerlerdi. Eve döndüklerinde ders çalışmaya halleri kalmaz, hemen yatıp uyurlardı. Ama serviste o kadar güzel arkadaşlık ortamı vardı ki kahkahalara boğularak gelip giderlerdi. Servis şoförleri de onlara katılırdı. O servis onların bir parçası olmuştu artık.
Serviste Songül adında bir arkadaşı vardı. Onunla aynı okulda okuyorlardı. Erdem okula onunla beraber gidiyordu. Bir gün Songül, Erdem’in yanına geldi. Bir arkadaşının ondan hoşlandığını söyledi. Erdem şaşırmıştı. Böyle bir şey beklemiyordu. Kendisi başkasını severken onu fark etmemişti bile. Başkasını severken ona umut da veremezdi. Onu istemediğini söyledi. Arkadaşı Songül kıza bu durumu iletmişti. Kız inatçıydı. Bir ders sonra konuşmak için kendisi geldi. Erdem bu işin olmayacağını onun yüzüne de söyledi. Ama kız peşini bırakmıyordu. Bu sefer de mektup yazmıştı. Duygularını mektupta anlatmıştı. Kızın inatçılığına hayran kalmıştı. Onun yerinde kendisi olsa bu kadar üstelemezdi. Kendisi de üstelememişti zaten. Aslı’dan kaçmayı tercih etmişti. Kızla son kez konuşup, kendisinden hoşlanmadığını son kez anlattı. Sonunda kız vazgeçmişti. Erdem ise bu konuyu hiç olamamış gibi kapatmıştı.
Servistekiler, okula gitmeden önce hep beraber toplanıp çay içerlerdi. Bu çay içerlerken ki muhabbeti hiçbir yerde bulamazlardı. Daha sonra dağılırlar, herkes kendi okuluna giderdi. Okula hiçbir zaman neşesiz gittiklerini hatırlamazlardı. Erdem’in son dönemdeki halleri bu neşeyi bozan tek şeydi. Ama Erdem bu neşeli ortamı bozmamak için durumunu belli etmemeye çalışırdı.
Okula gittiğinde o bezgin haline geri dönerdi. Bir süre sonra bu durumla yaşamayı öğrenmişti. Bu durum iki yıl gibi bir süre sürse de, normal hayatına dönme zamanı gelmişti artık. Derslerine odaklanmalıydı. Ailesine ve çevresine karşı sorumlulukları vardı. Artık büyümüştü. Babasının boşluğunu doldurmalıydı. Annesini daha fazla üzmemeliydi. Annesinin ve kız kardeşinin sorumluluğunu almalıydı. Bunu yapabilmesi için kendi ayakları üzerinde durabilmesi gerekiyordu. Bunu da derslerinde başarılı olup, iyi bir meslek sahibi olarak yapabilirdi. Aklını kalbinin yerine koyma zamanı gelmişti. Bu doğrultuda derslerine çalışmaya başladı. Notları yavaş yavaş yükseliyor, ilköğretimdeki başarılı günlerine geri dönüyordu. Özellikle de geometri dersinde çok başarılıydı. Bir derste beş test çözüyordu. Öğretmeninin çözemediği soruları bile çözebiliyordu. Bir sene gibi bir süre içerisinde derslerinde bu kadar başarılı hale gelmesi öğretmenlerini de şaşırtıyordu.
Bir tek sosyal aktivite yönünden eksik kalmıştı. Bu eksiğini de kapatmak için okul voleybol takımı seçmelerine katılmaya karar vermişti. Fiziki olarak beğenilmişti. Uzun boylu olması bir avantajdı. Ama dershane saatlerinin antrenmanlarla çakışması yüzünden takıma alınmamıştı. Erdem bu eksiğini tamamlamak istiyordu.
Bir gün okulda okul satranç takımının seçmelerinin yapılacağını duydu. Bu onun için bir fırsattı. Ama ilköğretimden beri satranç oynamamıştı. Acaba unutmuş muydu? Bunu bile tam olarak bilmiyordu. Katılıp, şansını denemeye karar verdi. İlk maçında çok heyecanlıydı. Ama rakibinin satrançtan pek anlamadığı belliydi. Bu onu rahatlattı ve ilk maçını kısa bir sürede kazandı. Artık üzerinden heyecanını atmıştı. İkinci ve üçüncü maçını da rahat kazandı. Dördüncü maçında ise biraz daha zorlu rakip gelse de onu da yenmesini bildi. Artık güveni yerine gelmişti. Ama seçmeleri yarıda bırakmak zorundaydı. Sınavı vardı ve ona girmeliydi. Öğretmenleri onu sınava göndermeyeceklerini söylediler. Okul birinciliğine oynarken onu gönderemezdiler. Öğretmeninden izin alıp onu göndermediler. Öğretmeni de sınavı bir sonraki haftaya erteledi. Erdem bunun üzerine seçmelere devam edip beşinci maçını da kazandı. Elenmeyen son dört kişi kaldılar. Ama hava kararmıştı. Daha fazla devam edemezlerdi. Bir de Erdem'in servisinin kalkma saati gelmişti. Seçmelere ertesi gün devam etmeye karar verdiler. Ertesi gün olmuştu. Arkadaşları da Erdem'in son dörde kaldığını öğrenmişlerdi. Erdem'den sınıfları adına birincilik bekliyorlardı. Erdem altıncı maçına çıktı. Onu da bir buçuk saat gibi bir süre içerisinde kazandı. Artık birincilik mücadelesi vermeye hak kazanmıştı. Arkadaşları Erdem'i, sınıfa geldiğinde büyük bir coşkuyla karşıladılar. Bir saat sonra birincilik maçı için Erdem'i çağırdılar. Birincilik maçı çok çekişmeli geçmişti. İki saat sürdü. Hatta oyun bir ara kilitlenmişti. İkisi de bir hamle daha yapsa kaybedecek duruma gelmişti. Erdem görmediği bir hamle yüzünden maçı kaybetmişti. Satranç hocası, o hamleyi nasıl görmediğine çok şaşırıyordu."Bu kadar iyi oynayan biri bu hamleyi görmeli" diyordu. Erdem, okul ikincisi oldu.
Okul birincisinin son sınıflardan olup, ÖSS'ye hazırlanması nedeniyle okul birincisi olarak okulunu il turnuvasında temsil etmeye hak kazandı. Bütün okulun önünde ilk üçe girenleri tebrik ettiler. Erdemi çağırdıklarında, sınıfından Erdem lehine tezahüratlar yükselmeye başladı. Erdem'in gözü ise kalbine gömmeye çalıştığı Aslı'daydı. Tek düşüncesi "Onun dikkatini çekebilmiş miydi acaba?" sorusuydu. Erdem, Aslı’dan her zaman bir umut beklemişti.
Bu sene sonunda sınıflar bölümlere ayrılmıştı. Erdem TM(Türkçe-Matematik) bölümünü seçmişti. Aslı ise FM(Fen Bilimleri-Matematik) bölümünü seçmişti. Artık Aslı’yla aynı sınıfta değillerdi. Erdem bu duruma “Sevinse miydi, üzülse miydi?” karar veremiyordu. Ondan uzak olmak onu unutturdu belki. Ya da onu görmemek onu daha fazla özletmez miydi? Bunu zamanla anlayacaktı.
Erdem dershaneye başlamıştı. Dershane denemelerinde ilk üçe giriyordu. Dershanede umut vaat eden öğrenciler arasında gösteriliyordu. Hatta Erdem’den derece bekliyorlardı. Ama Erdem dershaneye zor şartlarda gidiyordu. Hafta içi okulu olduğu için dershaneye hafta sonu gidiyordu. Hafta sonu da köyden şehir merkezine servis yoktu. Her hafta sonu iki kilometre yol yürüyordu. Daha sonra da bir araba denk gelirse dershaneye gidiyordu. Araba bulamadığı için dershaneye gidemediği zamanlar da oluyordu. Bu sorunu çözmeliydi ilk önce.
Köyden dershaneye giden iki kişilerdi. Aralarında konuşup bir çözüm yolu buldular. Çevre köylerden de hafta sonu servis kalkmıyordu. Hafta sonu öğrenciler dışında diğer insanların da işi çıkıyordu mutlaka. Servis olsa bir şekilde dolardı. Köylerindeki servis şoförlerine bir teklifte bulunmaya karar verdiler. Köyde iki servis şoförü vardı. Onlardan biri bu teklife yanaşmadı. Diğeri ise onları kırmayıp kabul etti. Bu iş birazda aklına yatmıştı. Çünkü artık çoğu öğrenci dershaneye gidiyordu. Araç olmadığı için dershaneye gidemeyen birçok öğrenci vardı. Bu sayede onlarda dershaneye yazılacak, arabasına başka öğrenciler de gelecekti. Beklediği gibi de oldu. İlk başlarda birkaç yolcu ile işe başlamıştı. Ama daha sonraki zamanlarda yolcu sayısı giderek artmıştı. Araba artık yolcuların çokluğundan bazı yolcuları alamıyordu. Servis şoförü, Erdem ve arkadaşına çok minnettar kalmıştı. Bu işe girdiği için çok mutlu oluyordu. Bu işi kabul etmeyen servis şoförü ise çok pişman olmuştu. Bu işi kabul etmediği için adeta kafasını taşlara vuruyordu. Çünkü diğer servis şoförü bu işten hafta içi kazandığı kadar para kazanıyordu. Bu da büyük bir miktardı.
Servis sorununu da halleden Erdem’in üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Ulaşım sorunu çözülmüştü. Artık derslerine daha fazla odaklanabilirdi. Dershanedeki sınıfına alışma sorunu da yoktu. Çünkü çoğu okulundan arkadaşıydı. Hatta ilkokul arkadaşı Berna bile onun sınıfındaydı. Onunla yan yana oturuyorlardı.
Erdem bir gün dershane kantinine gitmişti. Etrafa bakarken birden donup kaldı. Yanlış mı görüyordu acaba? Hayır, yanlış göremezdi. Çünkü onu nerde görse tanırdı. O Aslı’ydı. Kantinde arkadaşlarıyla oturmuş çay içiyordu. Bu kaderin kötü bir oyunu muydu acaba? Ondan uzaklaşmaya çalışırken birden yine karşısına çıktı. Bu nasıl kaderdi hep karşısına onu çıkarıyordu. Acaba kader, Erdem’in onu unutmasını istemiyor muydu?
Bir süre sonra Aslı da Erdem’i fark etti. Erdem onun kendisini fark ettiğini anlayınca kafasını başka yöne çevirdi. Onu seviyordu ama gururunu da ayaklar altına alamazdı. Hayatı boyunca gururundan ödün vermemişti. Aslı da Erdem’i görünce şaşırmıştı. İçinden “Onun ne işi var burada?” diye sorduğu her halinden belliydi. Erdem de o ortamda daha fazla kalmamalıydı. Eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Kapıdan çıktı ve sınıfına geri döndü. Aslı’nın Erdem’in sınıfında birçok arkadaşı vardı. Özellikle de Berrin ilköğretimden beri arkadaşıydı. Aslı da sık sık onun yanına gelirdi.
Çok mutlu ve mesut bir şekilde yaşarlarken, beklenmeyen kötü bir olay oldu. Babası köyden hasta bir çocuğu hastaneye götürmek için evden çıkmıştı. Eşi, annesi, babası "Ne kadar bu havada gitme" dese de onları dinlememişti. Hava sisli, yağmurlu ve soğuktu. Sisten göz gözü görmüyordu. Aradan iki saat geçtikten sonra o kötü haber geldi. Erdem'in babası trafik kazası geçirmiş, sarhoş bir kamyon şoförünün altında kalmıştı. Olay yerinde can vermişti. Bu olaydan sonra Erdem ve ailesi yıkılmıştı. İki saat önce sapasağlam olan kişi, şimdi cansız bir bedene bürünmüştü. Erdem dört yaşında olduğu için olayın ciddiyetinin farkında değildi.
Aradan bir kaç yıl geçti. Erdem okula gitme çağına gelmişti. Okula başladı. Birinci sınıfta arkadaşları hep babalarından bahsediyordu. İşte o zaman babasının eksikliğini anlamıştı. Bu duruma çok üzülüyordu. Artık annesine hep babasını soruyor, annesi ise "Onu bir daha göremeyeceğini, unutması gerektiğini" söylüyordu.
Aradan bir süre geçtikten sonra annesinin ona olan ilgisi sayesinde babasının eksikliğini unutmaya başlamıştı. Artık derslerine önem vermeliydi. Amacı, annesini en iyi şekilde yaşatmak olmalıydı. Bu doğrultuda derslerine önem vermeye başlamıştı. Derslerinde çok başarılı olmuş, her sene takdir belgesi getirmeye başlamıştı. Sınıfının da birincisiydi. Ama okul şartları zordu. Köyde okuduğu için eğitim üst düzeyde değildi. Doğru dürüst okulları bile yoktu. Caminin altında, muhtarlık için kullanılan bir odada eğitim görmekteydi. Daha sonra köylünün buranın muhtarlık olması sebebiyle eğitim yapılmamasını istemeleri üzerine, köyde bayramlarda kullanılan köy odasında eğitim görmeye başlamışlardı. Burası iki odalı bir yerdi. Bir odasında 1.-2.-3. sınıfın birlikte eğitim gördüğü, diğer odasında ise 4.-5. sınıfın birlikte eğitim gördüğü bir yerdi. Bakımsızdı, bacası su akıtıyordu, çatısı ise yağmur geçiriyordu.
Bu rezilliğe daha fazla tahammül edemeyen aileler; çocuklarının köyde yapılmakta olan, inşaatı bitmiş ama kullanıma açılmayan ilköğretim okulunda eğitim görmelerini istiyordu. Bunun için yerel bir televizyon kanalını çağırmışlardı. Televizyon kanalı da köy okulunun berbat durumunu ve yeni okulun yapılan inşaatının son halini yayınlamışlardı. Milli Eğitim Bakanlığı da bu duruma daha fazla kayıtsız kalmamış ve yeni okulu eğitime açmıştı. Erdem ve arkadaşları sonunda okullarına kavuşmuşlardı.
Okulun birçok eksiği vardı. Ama bu eksiklerin birlik ve beraberlikle üstesinden gelebilirlerdi. Onlar için önemli olan okullarının açılmasıydı. İlk başta o köy için açılan okul, eksiklerin giderilmesiyle diğer köylerden de öğrenci almaya başlamıştı. Okuldaki öğrenci sayısı her yıl artmaya başlamış ve okul gittikçe gelişmişti. Okulun bahçe düzenlemesi yapılmış, öğrenciler için voleybol sahası ve basketbol potası yapılmıştı. Ayrıca okulda satranç çalışma odası yapılmıştı. Okulun bahçesine ağaçlar ve çiçekler dikilmişti. Yeni sıralar ve yeni tahtalar gelmişti. Eğitim için her şey hazırdı artık.
Erdem ve arkadaşları, okul çıkışı toplanırlar, beraber top oynarlardı. Onların top oynaması için en uygun yer, üç köyün ortasında olan okulun bahçesiydi. Burayı ayrıca cazip kılan başka bir nedense yeni yapılan voleybol sahası ve basketbol potasının burada olmasıydı. Burada çocukluklarının doyasıya tadını çıkarırlardı. Hava kararıncaya kadar top oynarlardı. Bazen hava kararsa da aileleri onları çağırıncaya kadar eve gitmezlerdi.
Ayrıca köyler arasında küçük rekabetler de söz konusuydu. Bir gün Erdem hastalanmış bir hafta okula gelememişti. Diğer köyün çocukları o köyün çocuklarıyla derslerde başarısız diye dalga geçiyorlardı. Buna daha fazla tahammül edemeyen çocuklar, Erdem'in gelişini dört gözle bekliyorlardı. Erdem'in diğer çocuklara derslerini vereceğinden eminlerdi. Nitekim de öyle oldu. Erdem okula geldiğinde diğer köyün çocuklarından intikamlarını aldı. Erdem çocukların gözünde adeta bir kahramandı.
Erdem aynı zamanda çok inatçı ve meraklı biriydi. Birinin bir şeyde kendinden üstün olduğunu gördüğünde, onu ondan daha iyi yapabilmek için elinden geleni yapardı. Hiç unutmam bir gün bir arkadaşının satranç oynadığını görmüş ve bu oyunu bilmediği için kendini küçük hissetmişti. Altı ay içinde satrancı o çocuktan daha iyi öğrenmiş ve onu yenecek seviyeye gelmişti. Hatta okul birincisi olarak okul satranç takımına bile seçilmişti. Bir kişinin isteyip de başaramayacağı bir şey olmadığına inanıyordu. Belki de onu başarılı kılan bu yönüydü. Rekabet etmeyi çok sever, hiçbir zaman rekabetten kaçmazdı. Sınıfta biri ondan yüksek not mu almış, diğer sınavda mutlaka onu geçecekti. Onu geçemezse gururuna yediremezdi. Onun defterinde mağlubiyet diye bir şey yoktu.
Öğrenciler arasındaki bu rekabeti fark eden öğretmenler de, sınıfta bu rekabet ortamını yaratırlardı. Özellikle de İbrahim öğretmen bu ortamı yaratırdı. İbrahim öğretmen, mesleğe yeni başlamış çaylak bir öğretmendi. Ama çok iyi eğitim aldığı belliydi. Öğrencileriyle çok iyi diyalog kuruyordu. Onlara bir şeyler öğretmede hiçbir hoca eline su dökemezdi. Bunun için ödül tekniğini kullanırdı. Doğru cevabı bilen öğrencilere çikolata, kitap gibi hediyeler verirdi. Öğrenciler de doğru cevabı bilmek için birbirleriyle yarışırlardı. Öğretmenlerini çok severlerdi.
İbrahim öğretmen aynı zamanda alçak gönüllü ve cömert biriydi. Bir gün Erdem'le beraber kırtasiyeye gitti. Erdem'e bir kaç kitap seçmesini söyledi."Niye?" diye sorduğunda "Sen sadece seç" dedi. Erdem bir kaç tane hikâye kitabını seçmişti."Ne olacak bunlar?" diye sordu. İbrahim öğretmen de "O kitapları kendi adına sınıf kütüphanesine bağışlayacaksın.” dedi. Erdem ilk başta buna bir anlam veremedi."Siz niye bağışlamıyorsunuz?" diye sordu. O da "Sen bağışlarsan diğer öğrencilere de örnek olur, onlar da kitap bağışlarlar” dedi. O zaman anlamıştı İbrahim öğretmenin öğrencilerini nasıl bu kadar iyi etkileyebildiğini.
Erdem ve arkadaşlarının tek korkusu ondan ayrılmaktı. O istenmeyen gün geldi çattı. İbrahim öğretmenin başka okula tayini çıkmıştı. Ona o kadar çok alışmışlardı ki onu kendilerine bir baba gibi görüyorlardı. Özellikle de Erdem bu düşüncedeydi. Baba özlemi çeken Erdem, öğretmeninin ona olan ilgisiyle baba eksikliğini gideriyordu. Erdem ikinci kez bir baba kaybetmiş gibiydi. Bir süre sonra bu üzüntüden de kurtulacaktı. Ama o zamana kadar nasıl dayanacaktı? Annesi sayesinde bu sorununun da üstesinden geldi.
Diğer öğretmenleriyle de arası iyi olan Erdem, onlarla vakit geçirmeye başladı. Ders aralarında, öğle paydoslarında, okul çıkışlarında öğretmenleriyle voleybol maçı yaparlardı. Öğretmenlerle öğrencileri birbirlerine yakınlaştıran, aralarında arkadaş ortamı yaratan en güzel faaliyetlerden biriydi bu. Bunun meyvelerini de okul voleybol takımının başarılarıyla alıyorlardı.
Erdem de okul voleybol takımının bir oyuncusuydu. O sıralarda voleybola öyle tutkundu ki ne zaman boş bir vakit bulsa arkadaşlarıyla ya da öğretmenleriyle voleybol oynardı. Yorulmak nedir bilmezdi, ne kadar çok oynasa da bıkmazdı. Aksine "Devam edelim." diye ısrar ederdi. Sanki voleybol oynarken bütün dertlerini unutuyordu. Voleybol sahası onun için başka bir dünyaydı.
Hatta bir gün hastalanmış, iki hafta okula gidememişti. O sıralarda voleybol takımı seçmeleri vardı. Arkadaşları onun ismini zorla listeye yazdırmışlardı. Öğretmeni onun ismini yazmak istemiyordu. Haklıydı da. Çünkü Erdem hastaydı, bırak voleybol oynamayı okula ne zaman geleceği bile belli değildi. Ayrıca voleybol takımının başındaki öğretmen de okula yeni gelmişti. Erdem'in nasıl oynadığı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Onu takıma alması büyük bir riskti. Erdem, turnuvanın başlamasına bir kaç gün kala iyileşti. Antrenman eksiği olsa da oynayabilecek seviyeye gelmişti. Turnuvaya katılmışlar ve dereceye girmişlerdi. Hatta Erdem'i ve Hasan'ı Milli Eğitim Bakanlığı'ndan maçları izlemeye gelen kişiler çok beğenmişlerdi. Bu nedenle okullarına forma hediye etmişlerdi. O günlerde doğru dürüst bir formalı olmayan okulları için bu çok güzel bir hediyeydi. Voleybol takımının başındaki öğretmeni de Erdem'i takıma aldığına pişman olmamıştı.
Erdem hastalığının ve turnuvanın üst üstte gelmesinden dolayı derslere girememişti. Ama bu açığını evde çalışarak kapatmıştı. Derslere de girmeye başladıktan sonra bu sorun ortadan kalkmıştı. Arkadaşlarını derslerde yakalamıştı.
Aradan bir süre geçtikten sonra okul müdürüne Milli Eğitim Bakanlığı'ndan bir yazı gelmişti. İl genelinde bilgi yarışması yapılacaktı. Bu yarışmaya her okulun katılması zorunluydu. Okulu temsilen matematikte Erdem, türkçede Elif, fen bilgisinde de Berna'nın temsil etmesine karar verildi. Bu seçimi derslerindeki başarılarına göre öğretmenler yapmıştı. Yarışma ilk olarak bölge okulları arasında yapılacaktı. Burada birinci olan okul ise ilçe birinciliği için yarışacaktı. En sonunda da ilçe birincileri seçilip il birinciliği için yarışacaklardı. İl birincisi de Türkiye genelinde yarışmaya hak kazanacaktı.
İlk etapta bölgesel yarışmalar yapıldı. Erdem ve arkadaşlarından büyük bir başarı beklenmiyordu. Çünkü böyle bir yarışmaya ilk kez katılıyorlardı ve ne tip sorular sorulduğunu bilen yoktu. Yarışma başladı ve beklenilenin aksine gayet iyi bir performans sergileyerek, on okul arasından birinci olup ilçe birinciliği için yarışmaya hak kazandılar.
Okula döndüklerinde büyük bir coşkuyla karşılandılar. Herkes sevinç içindeydi. Artık herkes ilçe birinciliği yarışmasına odaklanmıştı. Bu yarışma için okuldan birçok otobüs kaldırılmıştı. Ama yarışma beklenildiği gibi geçmedi. Yarışmada dördüncü olmuşlardı. Beklentilerin yüksek olması sevinçlerini kursaklarında bıraksa da bu onlar için iyi bir başarıydı. Okulları bu başarılarını plaketle ödüllendirdi. Artık Erdem ve arkadaşları bu okuldaki misyonlarını tamamlamışlardı.
Gün gelip çatmış, mezun olma zamanları gelmişti. Okulda Erdem ve Berna arasında okul birinciliği yarışı vardı. Her ikisi de notlarını hesaplıyor, kaçıncı olduklarını araştırıyordu. Erdem okul birincisi olduğunu sanıyordu. Ama sonradan öğrendi ki bir öğretmeninin karnesine yanlış geçirdiği notun düzeltilmemesi yüzünden okul birinciliğini Berna ile paylaşmıştı. Erdem bunun üzerinde fazla durmamış, birinciliği paylaşsa da yine de birinci olduğu için bu konuyu kapatmıştı.
Erdem ve arkadaşları için yeni bir dönem başlamıştı. Çocukluktan çıkıp gençlik dönemine giriyorlardı. Gelecekleri için en uygun liseyi seçmeliydiler. Erdem de diğer arkadaşları gibi kararsızdı. Birçok araştırmadan sonra Köksal Toptan Yabancı Dil Ağırlıklı Lisesi'ne kaydolmaya karar verdi. Erdem ilk defa bu kadar büyük bir okulda okuyacaktı. Burası kapalı spor salonu olan, bin kişinin eğitim gördüğü bir okuldu. Öğretmen kadrosunu ilin en deneyimli öğretmenlerinden oluşuyordu. Üniversiteyi kazanan öğrenci sayısı çok yüksekti. Erdem'in ideallerini gerçekleştirmek için yeterliydi.
Okulun açılış zamanı geldi. Erdem ilk kez liseye başlayacak olmanın heyecanını yaşıyordu. Sınıf arkadaşları da heyecanlı görünüyordu. İlk sınıfa girdiklerinde birbirlerine karşı soğuklardı. Aralarında iletişim kurmaya çekiniyorlardı. Sadece birbirlerini tanımak için birbirlerini süzüyorlardı. Erdem de diğer arkadaşlarıyla aynı duyguları yaşıyordu. Etrafa meraklı bakışlarla bakan Erdem'in gözüne birden bir kız takıldı. Kimdi bu güzel kız? Kumral tenli, kahverengi gözlü, fiziği düzgün, gülüşüyle etrafına neşeler saçan çok güzel bir kızdı. Adeta bir su perisi gibiydi.
Onu gördüğü andan beri kalbi niye bu kadar hızlı çarpıyordu ki? Nefesi kesilecek gibi oluyordu. İlk kez böyle bir şey başına geliyordu. Acaba ask dedikleri şey bu muydu? O gün o şekilde geçmişti. Akşam olup eve gittiğinde hala onu düşünüyordu. Nereye baksa onun hayali gözünün önünden gitmiyordu. Çıldırmış mıydı acaba? Aklında bir sürü soru işareti vardı. O kızın hayalinden başka bir şey görmüyordu. Yarın ilk işi, bu kızın kim olduğunu öğrenmek olmalıydı.
Sabah oldu, okula gitti. Gözleri her yerde onu arıyordu. Sınıfa gittiklerinde onu gördü. Arkadaş olarak tanışmak istedi. Adının Aslı olduğunu öğrendi. Aslı’yla iyi bir arkadaşlık kurmuştu. Ama Erdem ondan arkadaşlıktan daha öte bir şey bekliyordu. Bunu ona nasıl söylemeliydi ki? Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen Erdem duygularını ona açmaya karar verdi. Ama cesaretini toplayıp ona bir türlü söyleyemiyordu. Hayatında ilk defa bir kıza açılacaktı ve reddedilmekten çok korkuyordu. Sonunda bunu yüzüne söyleyemeyeceğinin farkına vardı. En mantıklı çözümün duygularını kâğıda döküp, kâğıdı ona vermenin olduğuna karar verdi.
Bir gün derste onun ön sırasında oturduğunu fark etti. İşte kâğıdı ona vermek için en uygun zamandı. Kâğıdı ona ürkek, çekingen bir şekilde verdi. Kız kâğıdı okudu ve bu haber sınıfta kulaktan kulağa yayıldı. Erdem'in utangaçlığı daha da artmıştı. Herkes birbirine bu haberden bahsediyordu. Son dersti ve Erdem çıkışta Aslı'nın ne cevap vereceğini çok merak ediyordu. Yerinde duramıyordu. Sanki zaman durmuştu, vakit geçmiyordu. Sonunda o beklenen an geldi, çıkış zili çaldı. Erdem soluğu hemen Aslı'nın yanında almıştı. Aslı Erdem'e o üzücü cevabı verdi:"hayır, olmaz." dedi. Erdem'in morali çok bozulmuştu. "Niye?" diye sormadan çekip gitti. Sonradan Aslı'nın arkadaşlarından öğrendi ki başka biri varmış.
Erdem bu duruma çok üzüldü ve içine kapandı. Ama onu unutamıyordu. Hayali gözünün önünden gitmiyordu. Ne yapıp da onu unutmalıydı ki? Sonunda karar verdi. Onu her gün görüp de arkadaşıymış gibi konuşamazdı. Onu bu kadar severken arkadaşıymış gibi davranamazdı. Onunla arkadaş olduğu sürece ona daha çok bağlanacaktı. O günden sonra onunla konuşmamaya karar verdi.
Erdem o günden sonra Aslı'ya hiçbir zaman yakın olmadı. Her zaman onu uzaktan izledi. Ama ona ne kadar uzak olsa da onu sevmekten vazgeçemedi. Onu unutmaya çalıştı ama olmadı, unutamadı.
Kendini dört duvar arasında kalmış gibi hissediyordu. Nereye baksa onun hayali gözünün önüne gelmeye devam ediyordu. Sanki duvarlar gittikçe ona yaklaşıyordu. Nefes alamıyordu. Bir çıkışı olmalıydı buranın. O çıkışı da içki kadehlerinde buldu. Onu unutmak için her gece içiyordu. O gecelik unutuyordu da. Ama sabah olup uyanınca tekrar en başa dönüyordu. Aklına bir tek o geliyordu. Onu unutmak için tekrar içmeye başlıyordu. Artık her gece içmeye başlamıştı. Erdem bu olayı kendi içinde saklıyordu. Kimselere bir şey söylemiyordu. Galiba kendisiyle dalga geçmelerinden korkuyordu. Belki de haklıydı. Arkadaşları ona "Bir kız için hayatını karartmaya değer mi?” diyecekti.
Erdem'in bu durum yüzünden ders notları da düşmeye başlamıştı. Bir zamanlar düşük not aldığında ortalığı ayağa kaldıran Erdem, artık notlarını önemsemiyordu. Erdem'in o inatçı, çalışkan, meraklı yapısı gitmişti sanki. Yerine hayatı amaçsız yaşayan biri gelmişti. Hayattan ve kimseden bir şey beklemiyordu.
Erdem sınıftan sadece Hakan, Oral ve Ferdiyle iyi arkadaştı. Onlar da bu durumu bilirler ama Erdem'in yanında bu konuyu hiç açmazlardı, bilmezlikten gelirlerdi. Hakan komik, hayatı umursamayan, vurdumduymaz biriydi. Yaptığı eşek şakaları meşhurdu. Oral ise espri yapan ama dışarıdan bu yönünü hiç belli etmeyen biriydi. Bazen yaptığı laf cambazlıklarıyla ünlüydü. Ferdi ise çözülemeyen bir denklem gibiydi. Tam bir kapalı kutuydu da denilebilir. Sessiz, kendi halinde, futbolda yetenekli biriydi.
Aralarında çok iyi bir arkadaşlık vardı. Bu arkadaş ortamı Erdem'i okula bağlayan etkenlerden biriydi. Okulda birbirlerinden hiç ayrılmazlar, boş zamanlarını hep birlikte geçirirlerdi. İlköğretimde bütün sosyal aktivitelere katılan Erdem, lisede hiçbir sosyal aktiviteye katılmıyordu. Öğretmenleri, öğrencileri sosyal aktivitelere yönlendirseler de Erdem "Ben hiçbir spordan anlamam." deyip kaçıyordu.
Erdem köyde oturmakta olduğu için okula servisle gidip geliyordu. Dersleri 8.00’de başlıyordu. Şehir merkezinde oturan arkadaşları 7.00’da kalkarken, Erdem 6.00’da kalkmak zorundaydı. Evi okula yirmi dört kilometre uzaklıktaydı. Servisle yarım saat sürmekteydi. Kış mevsiminde bir saati bulduğu da oluyordu.
Birde bunun ikinci perdesi de vardı. Okuldan çıktıktan sonra köye geri dönmesi uzun sürüyordu. Durakta akşama kadar servis beklerlerdi. Eve döndüklerinde ders çalışmaya halleri kalmaz, hemen yatıp uyurlardı. Ama serviste o kadar güzel arkadaşlık ortamı vardı ki kahkahalara boğularak gelip giderlerdi. Servis şoförleri de onlara katılırdı. O servis onların bir parçası olmuştu artık.
Serviste Songül adında bir arkadaşı vardı. Onunla aynı okulda okuyorlardı. Erdem okula onunla beraber gidiyordu. Bir gün Songül, Erdem’in yanına geldi. Bir arkadaşının ondan hoşlandığını söyledi. Erdem şaşırmıştı. Böyle bir şey beklemiyordu. Kendisi başkasını severken onu fark etmemişti bile. Başkasını severken ona umut da veremezdi. Onu istemediğini söyledi. Arkadaşı Songül kıza bu durumu iletmişti. Kız inatçıydı. Bir ders sonra konuşmak için kendisi geldi. Erdem bu işin olmayacağını onun yüzüne de söyledi. Ama kız peşini bırakmıyordu. Bu sefer de mektup yazmıştı. Duygularını mektupta anlatmıştı. Kızın inatçılığına hayran kalmıştı. Onun yerinde kendisi olsa bu kadar üstelemezdi. Kendisi de üstelememişti zaten. Aslı’dan kaçmayı tercih etmişti. Kızla son kez konuşup, kendisinden hoşlanmadığını son kez anlattı. Sonunda kız vazgeçmişti. Erdem ise bu konuyu hiç olamamış gibi kapatmıştı.
Servistekiler, okula gitmeden önce hep beraber toplanıp çay içerlerdi. Bu çay içerlerken ki muhabbeti hiçbir yerde bulamazlardı. Daha sonra dağılırlar, herkes kendi okuluna giderdi. Okula hiçbir zaman neşesiz gittiklerini hatırlamazlardı. Erdem’in son dönemdeki halleri bu neşeyi bozan tek şeydi. Ama Erdem bu neşeli ortamı bozmamak için durumunu belli etmemeye çalışırdı.
Okula gittiğinde o bezgin haline geri dönerdi. Bir süre sonra bu durumla yaşamayı öğrenmişti. Bu durum iki yıl gibi bir süre sürse de, normal hayatına dönme zamanı gelmişti artık. Derslerine odaklanmalıydı. Ailesine ve çevresine karşı sorumlulukları vardı. Artık büyümüştü. Babasının boşluğunu doldurmalıydı. Annesini daha fazla üzmemeliydi. Annesinin ve kız kardeşinin sorumluluğunu almalıydı. Bunu yapabilmesi için kendi ayakları üzerinde durabilmesi gerekiyordu. Bunu da derslerinde başarılı olup, iyi bir meslek sahibi olarak yapabilirdi. Aklını kalbinin yerine koyma zamanı gelmişti. Bu doğrultuda derslerine çalışmaya başladı. Notları yavaş yavaş yükseliyor, ilköğretimdeki başarılı günlerine geri dönüyordu. Özellikle de geometri dersinde çok başarılıydı. Bir derste beş test çözüyordu. Öğretmeninin çözemediği soruları bile çözebiliyordu. Bir sene gibi bir süre içerisinde derslerinde bu kadar başarılı hale gelmesi öğretmenlerini de şaşırtıyordu.
Bir tek sosyal aktivite yönünden eksik kalmıştı. Bu eksiğini de kapatmak için okul voleybol takımı seçmelerine katılmaya karar vermişti. Fiziki olarak beğenilmişti. Uzun boylu olması bir avantajdı. Ama dershane saatlerinin antrenmanlarla çakışması yüzünden takıma alınmamıştı. Erdem bu eksiğini tamamlamak istiyordu.
Bir gün okulda okul satranç takımının seçmelerinin yapılacağını duydu. Bu onun için bir fırsattı. Ama ilköğretimden beri satranç oynamamıştı. Acaba unutmuş muydu? Bunu bile tam olarak bilmiyordu. Katılıp, şansını denemeye karar verdi. İlk maçında çok heyecanlıydı. Ama rakibinin satrançtan pek anlamadığı belliydi. Bu onu rahatlattı ve ilk maçını kısa bir sürede kazandı. Artık üzerinden heyecanını atmıştı. İkinci ve üçüncü maçını da rahat kazandı. Dördüncü maçında ise biraz daha zorlu rakip gelse de onu da yenmesini bildi. Artık güveni yerine gelmişti. Ama seçmeleri yarıda bırakmak zorundaydı. Sınavı vardı ve ona girmeliydi. Öğretmenleri onu sınava göndermeyeceklerini söylediler. Okul birinciliğine oynarken onu gönderemezdiler. Öğretmeninden izin alıp onu göndermediler. Öğretmeni de sınavı bir sonraki haftaya erteledi. Erdem bunun üzerine seçmelere devam edip beşinci maçını da kazandı. Elenmeyen son dört kişi kaldılar. Ama hava kararmıştı. Daha fazla devam edemezlerdi. Bir de Erdem'in servisinin kalkma saati gelmişti. Seçmelere ertesi gün devam etmeye karar verdiler. Ertesi gün olmuştu. Arkadaşları da Erdem'in son dörde kaldığını öğrenmişlerdi. Erdem'den sınıfları adına birincilik bekliyorlardı. Erdem altıncı maçına çıktı. Onu da bir buçuk saat gibi bir süre içerisinde kazandı. Artık birincilik mücadelesi vermeye hak kazanmıştı. Arkadaşları Erdem'i, sınıfa geldiğinde büyük bir coşkuyla karşıladılar. Bir saat sonra birincilik maçı için Erdem'i çağırdılar. Birincilik maçı çok çekişmeli geçmişti. İki saat sürdü. Hatta oyun bir ara kilitlenmişti. İkisi de bir hamle daha yapsa kaybedecek duruma gelmişti. Erdem görmediği bir hamle yüzünden maçı kaybetmişti. Satranç hocası, o hamleyi nasıl görmediğine çok şaşırıyordu."Bu kadar iyi oynayan biri bu hamleyi görmeli" diyordu. Erdem, okul ikincisi oldu.
Okul birincisinin son sınıflardan olup, ÖSS'ye hazırlanması nedeniyle okul birincisi olarak okulunu il turnuvasında temsil etmeye hak kazandı. Bütün okulun önünde ilk üçe girenleri tebrik ettiler. Erdemi çağırdıklarında, sınıfından Erdem lehine tezahüratlar yükselmeye başladı. Erdem'in gözü ise kalbine gömmeye çalıştığı Aslı'daydı. Tek düşüncesi "Onun dikkatini çekebilmiş miydi acaba?" sorusuydu. Erdem, Aslı’dan her zaman bir umut beklemişti.
Bu sene sonunda sınıflar bölümlere ayrılmıştı. Erdem TM(Türkçe-Matematik) bölümünü seçmişti. Aslı ise FM(Fen Bilimleri-Matematik) bölümünü seçmişti. Artık Aslı’yla aynı sınıfta değillerdi. Erdem bu duruma “Sevinse miydi, üzülse miydi?” karar veremiyordu. Ondan uzak olmak onu unutturdu belki. Ya da onu görmemek onu daha fazla özletmez miydi? Bunu zamanla anlayacaktı.
Erdem dershaneye başlamıştı. Dershane denemelerinde ilk üçe giriyordu. Dershanede umut vaat eden öğrenciler arasında gösteriliyordu. Hatta Erdem’den derece bekliyorlardı. Ama Erdem dershaneye zor şartlarda gidiyordu. Hafta içi okulu olduğu için dershaneye hafta sonu gidiyordu. Hafta sonu da köyden şehir merkezine servis yoktu. Her hafta sonu iki kilometre yol yürüyordu. Daha sonra da bir araba denk gelirse dershaneye gidiyordu. Araba bulamadığı için dershaneye gidemediği zamanlar da oluyordu. Bu sorunu çözmeliydi ilk önce.
Köyden dershaneye giden iki kişilerdi. Aralarında konuşup bir çözüm yolu buldular. Çevre köylerden de hafta sonu servis kalkmıyordu. Hafta sonu öğrenciler dışında diğer insanların da işi çıkıyordu mutlaka. Servis olsa bir şekilde dolardı. Köylerindeki servis şoförlerine bir teklifte bulunmaya karar verdiler. Köyde iki servis şoförü vardı. Onlardan biri bu teklife yanaşmadı. Diğeri ise onları kırmayıp kabul etti. Bu iş birazda aklına yatmıştı. Çünkü artık çoğu öğrenci dershaneye gidiyordu. Araç olmadığı için dershaneye gidemeyen birçok öğrenci vardı. Bu sayede onlarda dershaneye yazılacak, arabasına başka öğrenciler de gelecekti. Beklediği gibi de oldu. İlk başlarda birkaç yolcu ile işe başlamıştı. Ama daha sonraki zamanlarda yolcu sayısı giderek artmıştı. Araba artık yolcuların çokluğundan bazı yolcuları alamıyordu. Servis şoförü, Erdem ve arkadaşına çok minnettar kalmıştı. Bu işe girdiği için çok mutlu oluyordu. Bu işi kabul etmeyen servis şoförü ise çok pişman olmuştu. Bu işi kabul etmediği için adeta kafasını taşlara vuruyordu. Çünkü diğer servis şoförü bu işten hafta içi kazandığı kadar para kazanıyordu. Bu da büyük bir miktardı.
Servis sorununu da halleden Erdem’in üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Ulaşım sorunu çözülmüştü. Artık derslerine daha fazla odaklanabilirdi. Dershanedeki sınıfına alışma sorunu da yoktu. Çünkü çoğu okulundan arkadaşıydı. Hatta ilkokul arkadaşı Berna bile onun sınıfındaydı. Onunla yan yana oturuyorlardı.
Erdem bir gün dershane kantinine gitmişti. Etrafa bakarken birden donup kaldı. Yanlış mı görüyordu acaba? Hayır, yanlış göremezdi. Çünkü onu nerde görse tanırdı. O Aslı’ydı. Kantinde arkadaşlarıyla oturmuş çay içiyordu. Bu kaderin kötü bir oyunu muydu acaba? Ondan uzaklaşmaya çalışırken birden yine karşısına çıktı. Bu nasıl kaderdi hep karşısına onu çıkarıyordu. Acaba kader, Erdem’in onu unutmasını istemiyor muydu?
Bir süre sonra Aslı da Erdem’i fark etti. Erdem onun kendisini fark ettiğini anlayınca kafasını başka yöne çevirdi. Onu seviyordu ama gururunu da ayaklar altına alamazdı. Hayatı boyunca gururundan ödün vermemişti. Aslı da Erdem’i görünce şaşırmıştı. İçinden “Onun ne işi var burada?” diye sorduğu her halinden belliydi. Erdem de o ortamda daha fazla kalmamalıydı. Eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Kapıdan çıktı ve sınıfına geri döndü. Aslı’nın Erdem’in sınıfında birçok arkadaşı vardı. Özellikle de Berrin ilköğretimden beri arkadaşıydı. Aslı da sık sık onun yanına gelirdi.