Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    hayat her şeye rağmen güzeldir (devamı)

    avatar
    1001110045


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    hayat her şeye rağmen güzeldir (devamı) Empty hayat her şeye rağmen güzeldir (devamı)

    Mesaj  1001110045 Cuma Ara. 24, 2010 2:01 pm

    -Allah razı olsun. Adam biraz afallamıştı. Kendine gelir gelmez: -Sağolasın hayatımı kurtardın. -Ben üstüme düşeni yaptım lafı bile olmaz. Bu konuşmalardan sonra yerine döndü ve başını geriye yaslayıp uyumaya karar verdi. Çok yorulmuştu bugün. Kardeşine sıkı sıkıya sarılıp uyudu. Sabah 'Uyanın geldik. Hadi kalkın' sesiyle uyandı. Ayakları uyuşmuştu. Ayağa kalkmaya zorlandı. Kardeşinin elinden tutup karaya çıktılar. Onlar yeni hayatların a adım atarken Hayriye’nin eline mektup ulaştı. Hemen Ayşe'yi de çağırıp okuma yazma bilen birinin yanına gidip mektubu okutmaya başladılar. Sevgili kardeşlerim Bana çok kızacaksınız biliyorum ama bu bizim için daha iyi olacak buna inanın. İkinizin de bir evi var. Kendinize ait hayatlarınız var. Ama bizim öyle mi annem de babam öldüğünden beri ortalıkta kaldık. Ben bir aile kuramadım. İbrahim ise Hayriye'nin yanında sığıntı gibi kaldı. Sakın böyle dedim diye kızma. Sen çok seversin İbrahim’i biliyorum. Senin elinde büyüdü ama kocan onu istemiyor ve bunu başına kakıp duruyor. İbrahim şimdilik farkında olmasa da bir kaç sene sonra bunun farkında olurdu ve çok üzülürdü. En iyisi bizim için buralardan çekip gitmekti. Hem böylece Yunanlıların bize yaptığı işkencelerden de kurtulacağız. Bizim için sevinin üzülmeyin. Asıl vatanımıza Türkiye'ye gidiyoruz. Hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyorum. Kendinize çok iyi bakın gözlerinizden öperim. Allah her daim yardımcınız olsun Abiniz Recep Recep bir an düşündü. Tamam, İzmir’e gelmişlerdi ama buradan sonra ne yapacaklardı. Nereye gideceklerdi. Hiç düşünmemişti. Tam bunları düşünürken hayatını kurtardığı adam yanına geldi: -Tekrar sağalasın kardeş nereye gidiyorsunuz? -Bilmiyorum ama buluruz bir yer -Bilmiyorum olur mu kalacak yeriniz falan yok mu? -Yok, da hallederiz sen bizi düşünme. -Bizim Söke'de tanıdıklar var. Siz de gelin. Orada işte çokmuş. Bir kaç gün bizim tanıdıklarda kalırsınız sonrada Allahlın izniyle kendi evinizi kurasızınız oluk romu -Bilemedim ki şimdi yük olmayalım. -Olmazsınız hadi gidiyoruz. İleriden otobüse bineceğiz. Hiç bir iyilik Allah katında karşılıksız kalmıyordu. Adamın hayatını kurtarmıştı. O da onların hayatını kurtarmıştı işte. Hayat aslında bu kadar basitti. Ama bunu biz insanlar zorlaştırıyorduk. İyilik yapan iyilik, kötülük yapan da kötülük bulurdu. Hiç bilmedikleri akıllarımda olmayan bir yere yerleştiler. Buraya çok alıştılar. Kazançlı bir işe ve iyi dostlara sahip oldular. Her şey iyi de hoştu da kardeşlerini çok özlüyorlardı. İbrahim büyüdü, büyüdü asker yaşına geldi. Hatay'da askerliğini yaptı. Evlenmek istiyordu ama biraz abisinden çekiniyordu. Abisi kendisinden on iki yaş büyük olmasına rağmen bir ailesi yoktu. Tek ailesi İbrahim’di. İbrahim kara yollarında iş buldu. Hem kazancı iyiydi hem sigortası ödeniyordu. İsmail adında kendinden yaşça büyük arkadaşı, abisi vardı. İş yerinde her zaman İbrahim’i koruyup kollar çok da severdi. Çarşamba günü evlerine yemeğe çağırdı. İbrahim pek gitmek istemedi ama o kadar çok ısrar etti ki kıramadı. İsmail'in amacı İbrahim ile Esmayı karşılaştırmaktı. Yeğeni duldu ama hem genç hem güzeldi. İbrahim yakışıklı uzun boyluydu ama çok parası yoktu. Birbirlerine yakışacaklarını düşünüyordu bu yüzden aralarını yapmaya karar verdi. İbrahim’i eve getirerek birbirlerini görmelerini sağlayacaktı.

    ALTINCI BÖLÜM
    Mevsim sonbahardı. Ağaçlar üzerlerindeki son yaprakları da teker teker atıyorlardı. Mevsimden midir bilinmez ama esmanın üzerinde büyük bir hüzün vardı. Bir kaçış bir saklanma yeriydi söke onun için. Başından geçen onca şeyden sonra her şeyden korkar olmuştu. Amcasının evi bir sığınak olmuştu onun için. Aklından geçen uzunca bir süre burada kalacağıydı. Buradan hiç çıkmamalıydı. Dışarısı artık esma için korkulacak bir yer olmuştu. Sadece amcası ve yengesiyle ömrünün sonuna kadar burada yaşamak istiyordu. Başından geçenler onu çok yormuştu. Hiç bir şey düşünecek hiç bir şey isteyecek hali yoktu buraya ilk geldiğinde. Neredeyse bütün bir kışı sobanın başında uzun uzun hayallere dalarak geçirdi. Yine böyle hayallere dalıp gittiği bir şubat kışında yengesi esmanın yanına geldi. -Benim güzel kızım neler düşünüyor böyle. -Yenge sen mi geldin, kusura bakma göremedim geldiğini. - Ne kusuru yavrum. Çok üzülüyorum bu haline. Bütün gün oturup sobanın başına dalıp gidiyorsun. -Üşüyorum. -Hadi gel seni bahçeye götüreyim. -İstemiyorum burası iyi. -Sen bilirsin yavrum. Bir gün istersen söyle bana. -Söylerim. -Tamam, madem ben bahçeye gideyim. Daha bir sürü iş var. Yengesi yine bir konuşmadan sonra yine başarısız olmuştu. Belliydi ki hala hazır değildi Esma. Hayatla barışmaya. Üşümesi soğuktan değildi. Yengesi bunu biliyordu. O yüzden fazla üstelemek istemiyordu. Yengesi çok seviyordu Esmayı. Kendilerinin hiç çocuğu olmamıştı. Esma onların evlat hasretini bir parça olsun almıştı geldiğinden beri. Ama hüzün doluydu. Esmanın onu bu hüznü yengesi ve amcasını yiyip bitiriyordu. Ama nasıl hüzün dolu olmasındı ki. Yengesi tam kapıyı kapamak üzereydi hiç beklemediği bir şey oldu. Esma seslendi: -Yenge! Kadının yüzünde güller açmıştı. İlk defa Esma’ya seslenilmeden kendisi konuşmuştu bu eve geldiğinden beri. -Buyur bitanem birey mi istedin. -Siz çok iyisiniz. -O senin güzelliğin. Senin yanında her şey güzel olur. Esma başını eğmişti. Sanki bir şey daha söylemek istiyordu da söyleyemiyordu. Sonunda cesaret edip başını kaldı. -Bir daha kötü şeyler olmasın istiyorum. Ben kötü olmadın. Hiç kötü düşünmedim. -Bazen insan ne kadar iyi olursa Allah onu sınamak için başına musibetler verir. Allah bunu sevdiği kullarına yapar. Bakalım isyan edecek mi diye. -Daha fazla sınanmak istemiyorum. -Dua et yavrum. Allah sevdiği kullarının dualarını kabul eder. Sen üzülme artık. Biz senin yanındayız. -Ya siz de giderseniz. -Gitmeyiz. Hadi gülümse bakalım. Her şey güzel olacak. Her şey güzel olacak demişti yengesi. Buna o an inanmak istiyordu artık. Her şey güzel olmalıydı. Aylardan sonra ilk kez dudaklarında hafif bir tebessüm belirmişti. Eğer inanırsa hayata kaldığı yerden devam edebilirdi. Yengesi evreden çıktıktan sonra genelde yapmadığı bir şey yaptı. Battaniyeyi üzerine çekip derin bir öğle uykusuna daldı. Gündüz düşü görmüştü o öğlen. Hep masallarını dinlediği beyaz atlı prensi görmüştü. Elele ormanda koşturmuşlardı. Hiç korku yoktu bu rüyada. Hiç olmadığı kadar mutludur. Ayıplarlar diye hiç kimseye anlatmayacağı rüyanın sonu daha da güzeldi. Prens onu öpmüştü. Aylar birbirini kovalamıştı. Bütün bir kışın ağırlığını yavaş yavaş üzerinde atıyordu toprak. Aylardan nisandı artık. Esma sığındığı sobada gidince esmaya yapacak bir şey kalmamış gibi geliyordu. Aylarca en fazla beş kere çıktığı evin kapısından bu güzel yemyeşil nisan sabahında sonunda çıkmaya cesaret edebilmişti. Evin bahçesinde amcası bir şeylerle uğraşıyordu her zaman olduğu gibi. Amcası çalışkan adamdı tüm Aydınlılar gibi. Aynı zamanda efe oğludur. Öyle boş durmaya gelmezdi. Ayak seslerini duyunca karısı sandı ilk. Başını çevirince hiç olmayacak bir şey görmüş gibi gözlerini kocaman açtı. -Oo kimleri görüyorum esma hanım. -Günaydın amca. -Günaydın. Pek sevindim şu kutudan çıkmana. -Amca hani küçükken bil keresinde gelmiştik de sen bizi bil dereye götürmüştün. Duruyor mu hala. -Durmaz olur mu hiç. Götüreyim mi seni. -Yo zahmet etme. Sen bana tarif et ben bulurum. -Peki, kızım sen bilirsin. Amcası gölleri parlaya parlaya iştahla tarif etti derenin yerini. Esmanın dere kenarına gitmek istemesi şaşılacak bir olaydı doğrusu. Artık nihayet korkularında sıyrılabilmişti. Tam bahçe kapısını kapamıştı ki yengesi koşarak geldi. Ona sabah yaptığı gözlemelerden bir bohçanın içerine çabucak koyup yetiştirmişti. Her ne kadar esma yiyemem dediyse de eline tutuşturmuştu. Esma elinde sıcacık gözlemeler yüreğinde umudun ve baharın ılıklığı, gözlerini yine uzaklarda fakat bu sefer umut dolu dereye doğru yürümeye başladı. Derenin şırıltısı öyle iyi gelmişti ki bil daha kendisine uğramaz sandığı huzur tekrar doluvermişti içine. Hiç ummadığı bir şey oldu. Karnı bile acıkmıştı. İyi ki yengesi o gözlemeleri koymuştu. Bir tanesin yarısını bile zor yerim dediği gözlemelerin üçünü de yemişti. Dahası var mı diye bohçasına baktığında kendini tutamayıp kahkahasını basmıştı. Kendi kahkahasına öyle yabancı gelmişti ki. Kendini tutamayıp bir daha güldü ve bir daha güldü. -Neye gülüyorsun ki bu kadar. Karşısında duran kendi yaşlarında esmer yeşil yemenili güzel bakışlı kadını görünce birden çok utandı. Ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Yüzü pancar gibi kıpkırmızı kesilmişti. Karşısında duran kadın esma nen bu halini görünce o da kendini tutamayıp kahkahayı patlattı. Şimdi ikisi birden gülüyordu. -Seni hiç görmedim buralarda kimsin kimlerdensin. -Esma ben. -Yoksa İsmail’in yeğeni esma mısın? -Evet. -Başına gelenleri duyunca çok üzülmüştük. Çok geçmiş olsun. -Sağolasın. -Ne arıyorsun bir başına buralarda. -Evde canım sıkıldı da. Arkadaşımda yok. Gezmek istedim. -Bak bir tane arkadaş buldun bile. Fatma benim adım. Amcan yengen bilir beni. O arada bir bize gelir ama sen hiç gelmedin. Anlattı yengen her şeyi. -Sen benim arkadaşım olur musun? -Olduk bile baksana. Artık bir arkadaşı olmuştu şokede. Yalnız değildi. Birbirlerinin evlerine gidip geldiler. Çoğunlukla dere kenarında buluşuyorlardı. Birbirlerine kanları çabucak ısınmıştı. Bir kaç hafta içinde dost olmuşlardı. Başlarından geçenleri anlatıyorlardı birbirlerine. Tabi ki esmanın başından geçenler çok çok daha acıklıydı. Günler böyle geçmeye başlamıştı şokede. Bir türlü içindeki korkunun hüznün tamamını atamıyordu. Biliyordu ki atmayacaktı da. Amcası artık esmanın ger menciğe döneceğini söyleyince korkuları biraz daha gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Sığınaktan tamamen uzaklaşacaktı. Yine korkuyordu.














    YEDİNCİ BÖLÜM
    Çarşamba günü işten çıktıktan sonra eve gidip güzel bir duş aldı. Dolabına bakıp en temiz en yeni kıyafetlerini çıkardı. Gözlerinin güzelliğini daha da ortaya çıkaran mavi gömleğini, siyah pantolonunu, siyah cepkenini giyip odasından çıktı. Abisi:
    -Kız istemeye mi gidiyorsun bu ne yakışıklılık?
    -O nerden çıktı ağabey?
    -Nereye gidiyorsun o zaman?
    -İsmail ağabey yemeğe çağırdı ben istemedim ama çok ısrar edince kabul etmek zorunda kaldım.
    -Git tabi. Afiyet olsun. Selam söyle.
    Recep şaka yapmıştı ama kardeşi bir bakıma kız istemeye gidiyor gibiydi. Abisiyle şakalaştıktan sonra evden çıkıp yol üzerindeki bakkala uğradı iki ekmek aldı. Sonra ilerideki tatlıcıdan yarım kilo baklava aldı.
    Yengesi ısrarla Esma’ya yeni diktirdikleri elbiseyi giymesini söylüyordu. Ama ne gerek vardı? Altı üstü misafir gelecekti. En sonunda yengesinin ısrarına dayanamayıp elbiseyi giydi. Pembe çiçekli basma entari Esma’ya çok yakışmıştı.
    Birden kapı çalınmaya başlamıştı. Esma kapıya koştu. Kapıyı açar açmaz karşısında İbrahim’i görünce kalbinin ritmi değişmişti. Yüzünün kızardığını hissedince gözlerini aşağıya indirip:
    -Buyurun hoş geldiniz.
    -Sağolun.
    Dedikten sonra ekmekleri ona uzattı. Esma ekmekleri alırken parmağı İbrahim’in parmağına değdi. İkisinin de içini öyle değişik bir his kapladı ki sanki ruhları yer değiştirmişti. İbrahim utanarak ayakkabılarını çıkardı. Esma ayakkabıları kenara koyup yemek yiyecekleri odayı gösterdi.
    İbrahim biraz önce olanlar için kendine çok kızıyordu. O kadar çok kızdı ki eve geri dönmek istedi. Abisi gibi gördüğü insanın yeğenine karşı böyle şeyler hissetmesi ayıptı. Yanılıyordu çünkü zaten İsmail’in amacı çok sevdiği iki insanı birleştirmekti.
    Büyük bir sofra kuruldu. Sofrada büyük bir çorba kabının içinde mercimek çorbası, diğer tabaklarda etli kuru fasulye pilav ve kızartma vardı. Ayrıca dört tane kaşık ve bol bol ekmek bulunmaktaydı. Sofraya oturdular İbrahim’in gözleri hiç istemese de, Esma’nın yüzüne gelince durup kalıyordu. Çok etkilenmişti. Nasıl da saf bir güzelliği vardı. Gülüşü çok güzeldi ama gözlerinde tam olarak anlayamadığı bir acı vardı. Sanki gülerken bir yandan da ağlıyordu. Acaba bir sevdiği ya da sözlüsü var mıydı? Ellerine baktı yüzük yoktu sevindi bunu gören İsmail sevinmişti olacaktı bu iş belliydi.
    Her ikisi de yataklarına uzandığında birbirlerini düşünüyordu. Ateş düşmüştü artık gönüllerine dönüşü yoktu. İkisi de biraz şaşkınlaşmıştı sık sık gözleri dalar olmuştu. Recep kardeşindeki değişikliği fark edip;
    -Pek bir dalgınsın hayırdır neler düşünüyorsun?
    -Hiiç.
    -Ondan mı uzaklara dalıp duruyorsun?
    -Yok bir şeyim.
    -Hadi söyle ağabeyine ne derdin var ?
    -Var aslında bir şey ama nasıl söylenir bilmem ki?
    -Anlat hadi merak ettim.
    -Benim gönlüm bir kıza düştü.
    -Aslan kardeşim benim. Kim bu şanslı kız?
    -Bizim İsmail ağabey var ya onun yeğeni.
    -Adı ne, sana yakışacak bir kız mı?
    -Esma, çok güzel çok iyi bir kız.
    -Onu sevdiğini söyledin mi?
    -Hayır sadece bir kez gördüm.
    -Ve aşık oldun?
    -Evet, ne var bunda?
    -Bir kez görmeyle aşık mı olunur?
    -Olunur tabi neden olunmasın?
    -Tamam tamam bir şey demedim. O biliyor mu onu sevdiğini?
    -Daha bilmiyor. İsmail abiye nasıl söylerim bilemiyorum ayıp olur mu ki?
    -Olmaz ama ben çekinirim söyleyemem diyorsan ben söylerim.
    -Sen söyle ağabey ben çekiniyorum.
    -Tamam bu gün kahvede görürsem söylerim.
    Akşam karşılaşırlar. Recep, kardeşinin hislerini anlatır. İsmail çok mutlu olur ama Esma’nın başından geçenleri nasıl anlatacağını bilemez ama anlatmak zorundadır. Anlatacaklarını kafasında topladıktan sonra anlatmaya başlar. Esma’nın dul olduğunu, eski eşinin ona neler yaptığını bir bir anlatır. Recep’in bu evlilikle ilgili düşünceleri biraz değişir. Duyduklarını İbrahim’e anlatır ve bu evliliğin pek hoş olmayacağından bahseder. Kardeşini vazgeçirmeye çalışır.Ama kardeşi vazgeçmez.Dul olması mutluluklarına engel değildir.
    Gece eve gelir gelmez yeğenini kenara çekip olanları anlatır.Sonra :
    -Bizim eve gelen İbrahim’i hatırlıyor musun ?
    -Hatırlıyorum amca.
    -O seninle evlenmek istiyor. Sen de ister misin, beğendin mi?
    -Babamlar daha iyi bilir amca.
    Aslında o da aşık olmuştu, çok seviyordu.Ama babası varken ona söz düşmezdi.ertesi sabah yeğenini alıp Germencik’ e gitti.Olanları bir de abisine anlattı.Osman “Gelsinler bir görelim, tanışalım.” dedi. Kızının bir yuva kurup mutlu olmasını çok isterdi. Dul kadınlar için insanlar hiç iyi şeyler söylemezlerdi. Ertesi gün isteme merasimi gerçekleşti.İbrahim iyi birine benziyordu.Babasının gözü tutmuştu.Kızını verdiğinde gözü arkada kalmayacaktı.Küçük ama bulunduğu yer güzel olan bir ev bulup yerleştiler çok mutluydular.
    Bir gün İbrahim işten erken geldi. Üstü başı yırtılmıştı. Esma heyecanla yanına koşarak
    -Ne oldu böyle?
    - Bir şey yok.
    -Nasıl bir şey yok, kim yaptı bunu?
    -Önemli bir şey değil ya iş yerinde biri ile kavga ettik.
    -Neden kavga ettiniz?
    -Esma tamam uzatma yok bir şey.
    -Söyle hadi ne oldu?
    -Israr etme
    -Anlat ne oldu, neden yaptılar?
    -Senin yüzünden oldu.Tamam mı rahatladın mı şimdi
    Gözleri dolmuştu sesi kısılarak:
    -Ne yaptım ki ben?
    -Sana laf etti ben de ağzını burnunu kırdım.Kimse benim karıma laf edemez.
    -İyi misin bir yerin acıyor mu?
    -İyiyim iyiyim yalnız sana kötü bir haberim var
    -Başka ne oldu?
    -İşten kovuldum.
    -Olsun başka iş bulursun. Sen yeter ki iyi ol gerisi halledilir.
    Eşine üzülme demişti. Ama kendisi ondan çok üzülmüştü.Bugün ona güzel bir haber verecekti.Bebekleri olacağını söyleyecekti.Ama vazgeçti.Yarın söylerim diye düşündü.Temiz kıyafetlerini çıkarıp yatağın üzerine koydu.Eşi üstünü değiştirirken yemeği hazırlamaya koyuldu.Hemen masayı hazırladı.Yemeği yediler İbrahim çok yorgundu . Uzandığı yerde uydu kaldı.Eşi uyurken Esma düşüncelere dalmıştı. Ne kadar iyi bir insandı.Dul olmasına rağmen onu kabul etmiş ve sıkı sıkıya bağlanmıştı.Bugün onun için kavga etmiş ve işten kovulmuştu.
    İbrahim kahvaltıyı yapar yapmaz abisinin yanına gitti. İşten kovulduğunu bir an önce başka bir iş bulmak gerekiyordu. Abisi at arabacılığının para kazandırdığını söyledi. Bu fikir İbrahim’in aklına yatmıştı. Eve geri döndüğünde eşine bu işten bahsetti. Kenardaki paralarıyla at arabası almaya karar verdiler. Esma artık söylemeden duramayacaktı.
    -Benim sana güzel bir haberim var.
    -Güzel haberlere ihtiyacımız var. Söyle hadi.
    -Ben hamileyim.
    -Ne? İbrahim çok şaşırmıştı. Hiç beklemiyordu.
    -Hamileyim dedim sevinmedin mi?
    -Sevinmek ne kelime çok mutlu oldum. Ne zaman öğrendin, nasıl öğrendin?
    -Dün sabah Hatice ebeye gitmiştim.
    -Bizim bebeğimiz mi olacak yani?
    -Evet.
    -Hangimize benzeyecek acaba?
    -Sana benzesin senin gibi uzun boylu, mavi gözlü sarışın olsun.
    -Senin gibi siyah saçlı güler yüzlü olsun.
    -En iyisi ikimize de benzesin.
    -Sağlıklı olsun da sana benzemiş bana benzemiş hiç fark etmez.
    -Haklısın hanım.
    İkisi de evlatları olacağı için çok heyecanlıydılar. Acaba hangisine benzeyecekti, cinsiyeti ne olacaktı? O kadar mutlu oldular ki mutluluklarını hemen akrabalarına haber verdiler.
    İbrahim para kazana dursun, Esma’nın karnı gittikçe büyüyordu. Yemek yaparken kapıyı birileri çaldı. Esma:
    -Kim o? Kapıyı açtı.
    -Ayşe.
    -Ben tanıyamadım kusura bakmayın. Hangi Ayşe?
    -Ben İbrahim’in ablasıyım bunlar da eşim ve çocuklarım.
    -Gümülcine’de ki mi?
    -Evet.Sen eşisin sanırım.
    -Evet abla hoş geldiniz buyurun.
    -İbrahim ile Recep nerede?
    -İbrahim işte ağabeyim nerde bilmiyorum.
    -Ne zaman gelir işten?
    -Birkaç saate kadar gelir. Karnınız aç mı yemek yapıyordum hemen hazırlarım sofrayı?
    -Kardeşimi göreyim ondan sonra yiyelim.
    -Tamam abla. Nasıl buldunuz burayı kimden öğrendiniz?
    -Yıllar önce ağabeyim mektup yazmıştı öylelikle buldum.
    -İyi ki geldiniz abla. İbrahim çok sevinecek.
    At arabasını demire bağlayıp atı da ahıra götürdü. Tam içeri girecekti ki ayakkabılar dikkatini çekti. Bir sürü ayakkabı vardı. Bu saatte misafir pek gelmezdi. İçeri girdi. Bir aile vardı. Kadın sanki tanıdık gibiydi düşündü ama bir türlü kim olduğunu çıkaramadı.
    -Hoş geldiniz. Esma misafirlerimiz kim?
    -Ayşe ablanı tanıyamadın mı?
    İbrahim donup kalmıştı. Yıllar önce terk edip geldiği ablasıydı. Bırakıp gelirken daha on yedi yaşında bir genç kızdı. Oysa şimdi kocaman bir kadın olmuştu hatta eşi ve çocukları vardı. Şaşkınlığı sona erince koşup ablasına sarıldı. Öyle bir sarıldılar ki sanki on beş yılın özrü gibiydi. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzüldü. Ablasını görünce çocuk gibi olmuştu. O kadar duygulu anlardı ki odada ki herkesin gözleri dolmuştu. İbrahim ayağa kalkıp:
    -Ben hemen ağabeyimi çağırıp geleyim.
    Çocuk misali koşa koşa ağabeyinin yanına gitti. Heyecandan kapıya öyle sert vuruyordu ki abisi korktu. Kötü bir şey oldu sandı. Hemen kapıyı açtı.Kapıda ağzı kulaklarına gelen kardeşini görünce rahatladı.
    -Oğlum niye alacaklı gibi çalıyorsun kapıyı?
    -Ağabey hadi bizim eve gidiyoruz..
    -Neden?
    -Hadi soru sorma. Giy ceketini, ayakkabılarını gidelim.
    Ağabeyi daha hızlı yürüsün diye kolundan çeke çeke evlerine kadar götürdü.İçeride misafirin olduğunu görünce :
    -Misafir var tanıdığım birileri mi bari?
    -Evet. Hadi gel içeri.
    İçeri girince bir an durakladı küçük kız kardeşini tanımıştı. Kollarını açıp:
    -Ayşe, kardeşim.
    Dedi ve sarıldılar.
    -Nasıl buldunuz bizi?
    -Yıllar önce yazdığın mektubu saklamıştım öyle bulduk.
    -Türkiye’ye nasıl geldiniz?
    -Göç vardı. Bizde toparlanıp geldik.
    -Çok iyi yaptınız. Kalacak yeriniz var mı?
    -Eniştenin İzmir de tanıdıkları var sağ olsunlar onlar bir ev ayarladı yerleştik.
    -Hayriye ablamlar da geldi mi?
    -Onlar Yunanistan da kalmayı seçtiler.
    -Buraya kaçtığımızda çok kızdı mı?
    -Kızdı, hala da kızgın.
    O kadar mutlu olmuşlardı ki gecenin geç saatlerine kadar sohbet ettiler. On beş yılın acısını çıkarır gibi hiç susmadan konuştular.O gece orada kaldılar sabah gideceklerdi ama İbrahim gitmelerine izin vermedi bir gece daha orada kalmalarını sağladı. Ablasına evlerinin nerede olduğunu iyice anlattırdı. Ayrı kaldığı yılların inadına sık sık görmeye gidecekti. Artık ablası yakınlarındaydı.
    Misafirleri gittikten sonra meraklı komşuları oturmaya geldi. Misafirlerinin kim olduğunu, neden iki gün kaldıklarını öğrenmeleri gerekti. Bu insanları daha önce hiç görmemişlerdi. Gelenlerin, İbrahim’in ablası ve ailesi olduğunu öğrenince onlarda çok sevindiler. Esma misafirlerini tam uğurlayacaktı ki sancıları başladı bebek geliyordu. Komşular hemen Esma’yı yatağa yatırıp ebeyi çağırmaya gittiler. Bir yandan da sıcak su kaynatıp, temiz çarşafları hazırladılar. Ebe geldi her şey hazırdı. Sancılı birkaç saatten sonra bebeği kucağındaydı artık. Karakaşlı kara gözlü bir oğulları olmuştu. Çocuklar koşarak İbrahim’e haber verdi. İbrahim eve gelince bebeği kucağına almak istedi ama bebeğin bir yerinin incinmesinden korkarak alamadı. Biraz büyüsün öyle kucağına alırdı. Abisine ve onların birleşmesini sağlayan İsmail abisine haber verdi. Çocuklarının ismi belliydi yüzyıllardır ve hala adet olduğu gibi İbrahim’in babasının ismini koymuşlardı; Salih.
    Esma’nın kırkı çıktığında mevlit okutacaklardı. İbrahim İzmir’e gidip ablasını evine getirdi. Mevlitte o da bulunsun istiyordu. Hem böylece ablasını kayınvalidesiyle tanıştıracaktı. Mevlit komşularla akrabalarla dolup taştı. Çok güzel oldu.
    İbrahim ablasını çok seviyordu sık sık yanına gider olmuştu. Özellikle de Esma ile araları limonileştiğinde soluğu ablasının yanında alıyordu. Salih üç yaşına gelmişti. Esma tekrar hamile kalmıştı. Canı, o zamanlar çok az bulunan kahveye aş eriyordu. İbrahim hiç üşenmeden eşini çay bahçesine götürüp eşinin istediğini yapıyordu. Dokuz ay sonunda bebek geldi hem de Kadir Gecesinde. İsmini ne koysak diye düşünürken İbrahim: -Babanın adını koyalım mı?
    -Kardeşim oğluna o ismi koydu ikinci kez koymaya gerek yok. Ben diyorum ki mübarek Kadir Gecesinde doğdu bir adı Kadir bir adı da Recep olsun. Ağabeyinin bizde emeği çok hem hiç çocuğu da olmadı. Sen ne dersin?
    -Ne kadar düşüncelisin hanım seninle gurur duyuyorum. Çok iyi düşündün ağabeyim çok sevinecek.
    Tam düşündükleri gibi oldu ağabeyleri duyduğunda çok sevindi. Çok teşekkür etti.
    Artık iki tane çocukları olmuştu. Masraflar artmıştı. Evleri kiraydı, kenardaki birikmiş paraları ile ev almaya karar verdiler. Satılık ev olursa söylesinler diye etrafa haber saldılar.İsmail amcaların yakınında bir ev satılıktı. Merkeze çok yakındı. İbrahim gidip adamla konuştu.Anlaştılar.Artık bir evleri vardı, kiradan kurtulmuşlardı. Esma tam rahata ereceği sırada yine bir olay oldu.İbrahim’in dudağında bir türlü geçmek bilmeyen bir yara vardı.Vücudu da halsizleşmiş, sık sık başı ağrır olmuştu. Esma doktora gitmesi için ısrar ediyordu ama o pek umursamıyordu. Altı üstü küçücük bir yaraydı geçerdi ama geçmedi. Gittikçe vücudu zayıflıyordu.Ablası da doktora gitmesi için ısrar edince ikisinin ısrarına dayanamayıp İzmir Devlet Hastanesine gitti. Bir ilaç verip gönderirler sanıyordu fakat öyle olmadı.Bir sürü tahlilden geçti ama doktorlar hatalığını tam olarak anlayamadı ve İstanbul’a gitmesini söyledi. Şimdilik ağrılarını hafifletsin diye birkaç ilaç verdiler.İbrahim ilaçları aldı.Eve gittiğinde eşine ve ablasına bir şeyinin olmadığını, bu ilaçları içince düzeleceğini söyledi.Ama gerçek öyle değildi.
    Salih ilkokula başlamış, Recep üç yaşına gelmişti.Esma tekrar hamileydi.Bir bebek daha geliyordu.İbrahim’de Esma’da çocukları çok seviyordu.Bir sürü çocukları olsun istiyorlardı ama bu istekleri olamayacaktı.İbrahim’in ilaçları bitti ama ağrıları bitmedi… İstanbul’a gitmeye karar verdi. Ertesi sabah yola çıkıp İstanbul otobüsüne bindi. Hastanede tetkikler yapıldıktan sonra doktor kanser olduğunu ve tedavi için biraz geç kaldığını söyledi;ama bir ameliyat yaparlarsa belki iyi bir gelişme olabilirdi. Bir haftaya sonra gelmesini söylediler.İbrahim eve döndüğünde Esma’ya söyler söylemez Esma ağlamaya başladı . Aradan bir hafta geçince Esma ile İbrahim yollara düştü.Ameliyata gidiyorlardı.Çocukları ablasının evine bıraktılar.Ameliyat olduktan sonra iki gün hastanede kaldılar.Ameliyatı iyi geçmişti, doktorlar ümitliydi.Doktorlar iyi geçtiğini söyleyince onlarda umutlandılar.Ablasının evine gidip ona söylediklerinde o da çok sevindi.Yıllar sonra bulduğu kardeşini kaybetmekten çok korkuyordu.
    Esma’nın karnı iyice büyümeye başladı.İbrahim üçüncü çocuğunun kız olmasını çok istiyordu.Sırf kız olsun diye bir koç kesip mahalleliye dağıttılar.
    Doğuma bir ay kalmıştı ki İbrahim tekrar ağırlaştı.Ameliyat işe yaramamıştı..Tekrar İstanbul’a gittiler , bir ameliyat daha oldu.İşe yaramasını umut ederek birkaç gün hastanede yattıktan sonra eve döndüler.İbrahim’in umutları tükenmişti, anlamıştı daha fazla ömrünün kalmadığını.Biricik eşine, abisine, ablasına hissettirmek istemiyordu.Ama biliyordu artık son aylarını yaşadığını.
    Esma üçüncü ve son bebeklerini de doğurmuştu.Allah dualarını kabul etmiş, bebekleri kız olmuştu.Şimdi sıra bu minik kıza isim bulmaktaydı.Esma’nın aklında birkaç isim vardı ama İbrahim koyacakları isme karar vermişti bile:
    -Bey!Kızımızın adını ne koyalım?
    -Emine olsun.Annenlerin gönüllerini yapalım çünkü ben ölünce onların yanına gideceksin.
    Esma çok ağlıyordu, her gün ağlıyordu… Eşi onu teselli edemiyordu çünkü anlamıştı artık öleceğini.Bu vesile ile bebeklerinin adını Emine koydular. Emine beş aylık olmuştu.İbrahim çocuklarının kaderini de kendisininkine benzetiyordu.O da küçük yaşta babasını kaybetmişti.Allah esmaya uzun ömür vermeliydi yoksa çocukları ne hallere düşerdi.Esmayı yanına çağırıp:
    -Hanım üstüne en temiz en güzel kıyafetlerini giy.Çocukları da güzelce giydir.
    -Neden bey?Hayırdır?
    -Fotoğraf çekilmeye gideceğiz.Çocuklarım benim gibi babasının yüzünü bilmeden yaşamasınlar.
    Esma’nın hemen gözleri ağlamaklı oluveriyordu.Eşinin öleceği düşüncesi bile onu kahretmeye yetiyordu.Çünkü; onu çok seviyor ölmesini hiç istemiyordu.Daha çok gençti.Fotoğrafçıya gidip aile fotoğrafı çektirdiler.Eve döndüklerinde komşular Esma’yı oturmaya çağırdı.O da çocukları alıp komşuya gitti.Onlar gidince İbrahim’de kahveye gitti.Kahvede otururken bir satıcı geldi.Cam kavanozun içinde değişik bir şeyler satıyordu.”Her derde deva alın ağabeylerim” diye bağırıyordu.İbrahim yaşamak, çok sevdiği Esması ile birlikte yaşlanmak, çocuklarının büyüdüğünü görmek istiyordu.Ömrünü azıcık daha uzatması için her tedaviye koşardı.Doktorlardan ümit kesilmişti.Şu adamın sattıklarından almaya karar verdi.
    -Kardeş bakar mısın!
    -Bakarım güzel ağabeycim.
    -Bu sattığın ne?
    -Sülük derler buna.Ağrıyan yerinin üstüne koyarsan bütün ağrıyı alır.
    -Ver bakalım inşallah işe yarar.
    -Yarar ağabey buyur.
    Hemen eve gelip dudağındaki yaranın üzerine bir tane sülük yapıştırdı.Sülüğü yapıştırır yapıştırmaz öyle canı yanıyordu ki çıkarmaya çalıştı ama hayvan çıkmıyordu.Zorla çekip çıkardı.Acıdan kurtulmuştu ama bilmediği çok önemli bir şey vardı.Sülüğün zehirli dişi dudağında kalmıştı.İbrahim ömrünü uzatayım derken hiç farkında olmadan kısaltmıştı.
    Esma eve gelince eşini yatar halde gördü.Neden yattığını sordu.İbrahim olanları anlatınca ona çok kızdı.Ama kızmak bir fayda vermiyordu olan olmuştu.Yataklara düşmüştü artık hayatının aşkı.Bütün akrabalar eve gelmişti.Herkes İbrahim’in son günlerinde yanında olmak istiyordu. Esma’yı yanına çağırıp:
    -Ben artık hayatınızda olamayacağım. Sen çocukları da alıp annenlerin yanına gidersin, onlar size bakar. Ablamla da birbirinizden kopmayın olur mu? Bunlar sana vasiyetimdir.
    Esma ağlamaktan konuşamıyor sadece başını sallıyordu. Eşi can verene kadar elini bir an bırakmadı. İbrahim çocuklarını yanına getirtti hepsini son kez öpüp kokladı tam Esma’ya sarılmıştı ki cansız bedeni yatağa seriliverdi. Ev yasla büründü. Renkli cıvıl cıvıl olan ev artık kapkaraydı.
    Esma eşinin elli iki mevlidini yaptıktan sonra eşyalarını, çocuklarını ve güzel anılarını da alıp Germenciğe annesinin evine geri döndü. Komşular Esma’ya “Daha gençsin tekrar evlen, çocukları da evlatlık verirsin.” dediler. Ama Esma bunu yapamazdı. İbrahim’ini hala çok seviyordu ve bütün ömrünü de onu severek, onun güzel anılarıyla geçirecekti. Hem evlatlarını el aleme vermek mümkün değildi.
    Yıllar eşinin acısıyla geçerken çocuklarına hem ana hem de baba olmaya çalışıyordu. Abisi , babası ve annesi çok destek oluyordu hatta babası Esma’ya arsa aldı. Esma bahçe de çalışarak biriktirdiği paralarla bir oda yaptı. Sonra çocuklarıyla oraya taşınıp hep birlikte çalışarak iki katlı küçük bir apartman yaptılar.
    Söke’deki evi kiraya verdiler. Kiracılarla Recep abisi ilgileniyordu. Ama kiracılar uzun zamandır para vermeyip Esma’yı oyalayıp duruyordu. O sıralar evin masrafları olduğu için para sıkıntısı vardı. Esma hiç istemese de evi satmak zorunda kaldı. Maddi yönden rahatlamıştı ama hayat onun peşini bırakmıyor sürekli önüne bir dağ çıkarıp uğraştırıyor hem kalbini hem vücudunu yoruyordu. Bu sefer ki dağ babasıydı. Babası da vefat etmişti. Esma daha onun acısını atlatamadan annesi yatalak oldu. Annesini kendi evine getirip bakmaya başladı.
    Bir gün Esma’ya bir telefon geldi. Recep abisi hasta olmuştu. Hemen ablasına haber verdi. Annesini çocuklarına emanet edip yola çıktı. Söke de abisinin evinde buluştular. Abisi çok fenalaşmıştı. Yatalak olmuştu. Bakılmaya muhtaçtı. Ayşe ablası ben bakarım ağabeyime demeyince iş yine Esma’ya düştü. Bir araba tutup abisini de evine getirdi. Evleri küçüktü, bir divanda abisine de diğer divanda da annesine bakar olmuştu. Allah’tan çocukları çok yardımcı oluyordu yoksa tek başına hepsine bakması mümkün değildi. Çünkü annesi bunamış kendini çevresindekini bilemez hale gelmiş beyni bir bebek küçülmüştü. Abisinin bilinci yerindeydi ama onun da altı alınıyordu. Abisinin altını Salih alıyordu.
    Abisi yirmi gün yattı ve vefat etti. Annesi de, Recep’in ölümünden iki ay sonra gözlerini bu dünyaya kapadı. Esma annesine evlatlık vazifesini yapmıştı ama Recep abisine bakmak onun vazifesi değildi fakat bir gün dahi bakmaktan gocunmadı.
    Bu kadar acıya rağmen neşesini hiç mi hiç kaybetmedi.Esma şanslıydı çünkü çocukları çok akıllıydı. Salih Meslek Lisesini bitirip Aydın Tekstil de çalışıyor, Recep Karadeniz Teknik Üniversitesinde kimya öğretmeni olmak için okuyordu. Küçük Emine de çok akıllıydı Germencilikte ki matematik yarışmalarında dereceleri vardı okumayı çok istiyordu. ağabeyleri maalesef o zamanın cahilliğine kapılarak okumasına izin vermemişlerdi.Emine çok zeki çok hırslı ve çok becereli idi.Kendi parasını da kazanmaya niyetliydi.Ağabeylerinden den izin alıp incir mağazasına gidiyordu.Mağazadaki en hızlı eleman Emine idi.Biriktirdiği paralarla yavaş yavaş çeyizini alıyor annesine pek yük olmuyordu.
    Böylelikle yıllar geçti Esma üç çocuğunu da evlendirdi. Hem de her şeyini yaparak maddi yönden çocuklarına babalarının yokluğunu hissettirmeden.Kızını evlendirdikten sonra kocaman evde tek başına kalmıştı tam 22 yıl…
    22 yılın sonunda bir rahatsızlığı çıktı bunu ilk kızının kaynanası fark etti. Dünürü her şeyi unutur söylediği şeyleri tekrarlayıp durur olmuştu.Böylelikle doktora gittiler. Alzheimer başlangıcı vardı. İlaçla tedaviye başladılar.
    Esma bahçeden ve kiradaki evlerinden gelen para ile geçiniyordu.Fakat ürünler eskisi gibi para etmiyor ve kiracılar sürekli bahane üreterek parayı vermiyordu.Esma gençliğinde sigortadan emekli olmadığı için çok üzülüyordu ki yeni bir yasanın çıkması ile az miktarda para yatırarak eşinin sigorta girişinden emekli oldu hem de 70 yaşından sonra. Artık rahattı ama bu seferde hastalığı ilerlemeye başladı evlatları bunu fark edince evde tek başına kalmasına izin vermediler.İkişer ay çocuklarında kalmaya başladı.İlk zamanlar kendi evine gideceğini, aklının iyi olduğunu kendine bakabileceğini söylüyordu ama bir süre sonra o da bu rahatlığa alıştı.Zaten söylediğini unutup duruyordu.

    Ben Esma Efe bahsettiğim Esma benim anneannem olur şu an Alzheimer hastası hala çok neşeli.Geçmişindeki güzel şeyleri hatırlayıp mutlu oluyor,kötü şeyleri ise ara ara aklına getiriyor.Vücudu maşallah çok sağlıklı hala biz iş yaparken yardım etmek için uğraşıyor.Gençliğinde onu üzmüş insanları beyninden siliyor.İki kuzenimi hatırlamakta zorlanıyor ama ben şanslıyım beni hiç unutmadı.Yaşadığı onca sıkıntıya üzüntüye rağmen hala yaşamak istiyor hedefi bütün torunlarını evlendirdikten sonra ölmek.
    Bu romanda anlatmak istediğim hayat onca sıkıntıya,üzüntüye rağmen yaşamaya değer sizde anneannem gibi yapın kötü şeyleri unutup iyi şeyleri hatırlayın ve her zaman gülün…


    -SON-



      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 8:48 am