Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    Yaşamın Kıyısındaki İnsanlar-Ömer Toksoy 1.KISIM

    avatar
    1001110053


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 06/12/10

    Yaşamın Kıyısındaki İnsanlar-Ömer Toksoy 1.KISIM Empty Yaşamın Kıyısındaki İnsanlar-Ömer Toksoy 1.KISIM

    Mesaj  1001110053 Cuma Ara. 24, 2010 2:20 pm

    YAŞAMIN KIYISINDAKİ İNSANLAR
    1.KISIM
    Sonbaharın eşsiz güzelliklerini gösterdiği ve kendini seyredenleri adeta mest ettiği, yaprakların ağaçtan kopup bir balerin gibi ye süzüldüğü, rüzgârın bütün ahengiyle yeryüzünü ferahlandırdığı bir gündü. İnsanların sabah erkenden kalkıp yine kendilerini dünya meşguliyetine verdikleri bir zamanda, herkes gibi Bursa Merkez Bankası Darphanesi’nde çalışan elemanlar da işin yolunu tutmak için erkenden kalkmışlardı. Ama bu insanların yaptıkları iş, diğer insanların yaptıkları işten biraz daha farklıydı. Çünkü bu insanlar işi herkesin bir ay boyunca çalıştığı ve ay sonu gelse de verdiğimiz emeğin karşılığını alsak diye beklediği, dünya hayatındaki yaşamlarını sürdürebilmek için her şeyden çok gereksinim duydukları şeyle, yani paraylaydı. Bu insanlar darphanede devlet için para basıyorlardı. Belki de kimsenin ömründe değil görmek, belki tahmin bile edemeyeceği miktarları sadece bir günde ellerinden geçiriyorlardı.
    Yine bütün darphane çalışanları darphanenin önüne toplanmış sayım ve kontrol için güvenlik görevlisinin gelmesini bekliyorlardı. Diğer işlere nazaran bu işte güvenlik oldukça sıkıydı. Çünkü böyle olmak zorundaydı. Hem darphaneye girişte hem de darphaneden çıkışta üst düzey bir güvenlik çemberi oluşturulmuştu. Aslında dışarıdan bakıldığında pek dikkat çeken bir yer de değildi. Görünürde diğer sıradan iş yerlerinden farksızdı. Dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı bu yol seçilmişti. Şu ana kadar da sıkıntı yaratacak bir sorunla da karşılaşılmamıştı. İşçiler darphane önünde beklerken güvenlik görevlileri darphane içinden çıkarak işçileri tek tek içeri çağırdılar. Her zamanki prosedür uygulanıyordu. Herkes tek tek dikkatlice aranıyor o şekilde içeri alınıyordu. Bütün işçiler kontrol edildikten sonra dış kapılar kapatılıp, içerde yoğun bir mesai başlıyordu. Herkes kendi görev yerine geçer, dikkatli bir şekilde işini itina ile yapmaya başlarlardı. İlk önce para yapımı için kâğıtlar makinelere yerleştirilir daha sonra da paranın değerine göre özel kalıplar getirilip makinenin hafıza denilen bölümüne yerleştirilirdi. Mühendisler gelip son kez kontrol ettikten sonra para basım işlemine başlanırdı. Darphanenin diğer bir bölümünde de bozuk paralar basılırdı. Her gün belli bir para basma miktarı vardı. Bu miktar Merkez Bankası’nın isteği doğrultusunda belirlenirdi. Bazen yüklü miktarda para basılırdı bazen de hiç para basılmazdı. Para basıldıktan sonra hepsinden birer numune alınarak incelemesi için mühendislere götürülürdü. Bu mühendisler gelişmiş bir teknolojik destekle paraları incelerlerdi. Bu mühendisler herhangi bir hataya maruz kalmaması için işlerini pür dikkat yaparlardı. Tabiki bu işte dikkat çok önemliydi. Çünkü yapılan iş fevkalade önem arz eden bir işti. Çünkü para günümüzde çok taklit edilen bir maddeydi. Her gün yüzlerce kalpazan milyonlarca sahte lirayı piyasaya sürebiliyorlardı. Bunun için taklidin dahi imkânsız olduğu bazı özel hatlar kullanılarak paraya şekil veriliyordu. Ama yine de bu tür sahtekârlıkların önüne tam manasıyla geçilemiyordu.
    Para mühendisler tarafından çeşitli tetkiklerden geçirildikten sonra kesim işlemine başlanıyordu. Kesim işlemi paranın miktarına göre değişiyordu. Kesim işlemi de tamamlandıktan sonra paralar deste deste paketlenip hazır hale getiriliyordu. Bundan sonra sadece paraları yüksek güvenlikli arabalara yükleyip Merkez Bankası’na götürmek kalıyordu. Elemanların işleri bittikten sonra paradan arta kalan kâğıt parçaları ve demir artıkları hiçbir şekilde dışarı çıkarılmayıp geri dönüşüme gönderiliyordu. Bu işlem de yapıldıktan sonra işçiler tek tek tekrardan yüksek güvenlik eşliğinde aranarak evlerinin yollarını tutuyorlardı. Bundan sonraki kısım burada görev yapan güvenlik görevlilerine kalmıştı. Parayı Merkez Bankası’na götürme işlemi genelde akşam saatlerinde yapılıyordu. Ama her zaman bu saatte olmazdı. Çünkü herhangi bir güvenlik tehlikesine karşı bu transfer farklı saatlerde de yapılabiliyordu. Akşam parayı taşımak için iki tane yüksek teknolojiyle donatılmış çelik zırhlı araç gelirdi. Bu araçların bir tanesine paralar yüklenir, diğer araç ise şaşırtmaca olarak kullanılırdı. Paralara refakat etmek üzere şoför makamının yanında iki kişi ve iç bölümde de üç kişi olmak üzere şoförle birlikte toplam altı kişi paranın güvenliğini sağlardı
    Para bankaya taşındıktan sonra aynı itina ile tekrardan sayılır ve verilen sayıyla uyuşup uyuşmadığı kontrol edilirdi. Sayım işlemi de bittikten sonra güvenlik görevlileri de evlerine dağılır ve o günkü mesai onlar için bitmiş olurdu.
    Yine darphanenin para basmak için çalıştığı bir gündü. İşçiler aynı şekilde darphaneye alını para basımı için makineleri elverişli hale getirdiler. Paralar basılıp kontrol işlemi bittikten sonra İşçiler tek tek güvenlik eşliğinde evlerine dağıldılar. Güvenlik görevlileri parayı bankaya transfer etmek için yüksek donanımlı araçları çağırdılar. Merkez aracın biraz gecikmeli olarak darphaneye ulaşacağını bildirdi.
    Güvenlik görevlileri darphane içinde bir yandan sıcak kahvelerini yudumluyorlar bir yandan da koyu bir maç sohbeti yapıyorlardı. Uzun bir bekleyişin ardından paraları taşıyacak araçlar gelmişlerdi. Şoförler arabadan inip koşarcasına darphanenin içerisine girdiler. Güvenlik görevlileri şoförlere niçin bu kadar geç kaldıklarını sordular. Şoförlerden birisi yoğun yağışın gelmelerini etkilediklerini ve bu havada para taşımalarının tehlikeli olacağını güvenlik görevlilerine söyledi. Aralarında biraz tartıştıktan sonra en sağlıklı kararın merkeze sormak olduğunda karar kıldılar. Aralarından biri acele bir şekilde merkeze telefon etti. Mevcut durumu telefonla merkeze bildirdi. Merkez herhangi üst düzey bir sorunun oluşmayacağını zaten havanında birkaç saat içinde düzeleceğini, paranın bugün içinde merkeze ulaştırılması gerektiğini söyledi. Bu sorun da çözüldükten sonra paralar hızlı bir şekilde arabaya yüklenmeye başlandı. Dışarıda sağanak yağmur hala devam ediyordu. Para yükleme işlemi bittikten sonra gerekli evraklar alınıp yol çıkıldı. Ama şoförlerin içinde hala bir endişe vardı. Çünkü bu havada bu işlemin yapılması tam bir tehlikeydi.
    Parayı taşıyan arabanın şoförü dikkatli ve yavaş bir şekilde yola devam ediyordu. Darphane ile baka arası yaklaşık kırk beş dakika idi. Saat 17.30’a geliyordu. Trafiğin tam da en sıkışık olduğu zamandı. Hem yağmurun yağması hem de işi daha da zorlaştırıyordu. Yolun yaklaşık yarısı bitmişti. Belki de yolculuğun en sıkıntılı bölümü atlatılmıştı. Yolda giderken araç bir trafik lambasına denk geldi. Aslında bu tip görevli araçların kırmızı ışıkta geçme yetkisi vardı. Ama şoför herhangi bir sıkıntı olmasın diye durmayı yeğlemişti. Fakat bu işte bir gariplik vardı. Kırmızı ışık olduğundan daha fazla yanmıştı. Aracın yanında da dikkat çeken bir Tranporter model siyah bir araç vardı. Lamba yandıktan sonra araç hareket etti. Fakat yaklaşık bir kilometre gittikten sonra araçta küçük çaplı bir patlama meydana geldi. Araç yüksek zırhla kaplı olduğu için pek etkilemedi. Şoför ve güvenlik görevlileri ne olduğunu anlamak için dışarıya çıktıkları anda siyah Transporter aracın önüne geçip bütün görevlileri taramaya başladı. Güvenlik görevlilerinden dördü ve şoför karşılık veremeden orada öldüler. Fakat görevlinin bir tanesi aracın para bölümündeki acil yardım tuşuna basarak arcı kilitleme moduna aldı. Hemen polisi aradı. Suçlular bu hamleyi de düşünmüş olacaklar ki arabadan bir patlayıcı alıp para arabasının arka kısmına yapıştırdılar. On saniyelik bir aradan sonra yüksek sesli bir patlama oldu. Bomba küçüktü fakat yarattığı etki son derece büyüktü. Aracın arkası komple sökülmüştü. İçerdeki güvenlik görevlisini de vurduktan sonra paraya doğru yöneldiler. Paranın büyük bir kısmını arabalarına yüklediler. Yükleme bittikten sonra arabayla hızla olay yerinden uzaklaştılar. Yaklaşık beş dakika sonra polisler olay yerine geldiler. Hemen çevreden kaçan araba hakkında bilgi aldılar. Bir kahvehanede otururken olaya şahit olan yaşlı bir amca hemen polisin yanına gelip bütün bildiklerini onunla paylaştı.
    Şehrin bütün asayiş ekipleri bu olaya yoğunlaşmıştı. Çünkü yapılan saldırı çok ciddiydi ve zarar çok fazlaydı. Bir yandan polis bilgi topluyor diğer yandan da sağlık görevlileri ölen kişileri hızlı bir şekilde sedyeye alıp, ambulansa koyuyorlardı. Kısa bir süre sonra aracın yerinin bulunduğu anonsu telsizlerde dolaşmaya başladı. Olay yerindeki ekiplerden bir kısmı toplanarak aracın peşine düştüler. Kaçan arabanın etrafı geniş bir çember şeklinde sarılmıştı. Kaçan arabanın içindeki suçlularda bir panik havası başlamıştı. Son güvenlik görevlisinin zamanında öldürülememesi ve onun da polisi araması bütün planı alt üst etmişti. Sürekli birbirlerine bağırıyorlardı. Arkadan da polis arabası bunları takip ediyordu. Suçlular ara sokaklara girip izlerini bu şekilde kaybettirmeye çalışıyorlardı. Yine böyle bir esnada köşeyi hızlı bir şekilde dönmeye çalışırlarken aniden önlerine çıkan kamyona çarptılar. Kamyon, aracı yaklaşık üç dört metre sürükledikten sonra araba ters döndü ve içindeki paralar ortalığa saçıldı. Bu aracı takip eden polis aracı malum aracın kaza yaptığını telsizden anons geçti. Olay yerine gelen polisler suçluları kıskıvrak yakaladı. Hemen bir güvenlik çemberi oluşturuldu. Etrafa dağılan parayı da olduğunca toplamaya çalıştılar. Tabiî ki yağmur yağdığı için paranın bir kısmı ıslanmıştı. Ama bunları da topladılar. Etraftaki insanlar neler olup bittiğini anlamadan olay çözüme kavuştu. Daha sonra bankadan yapılan açıklamaya göre, paranın çok cüzi bir miktarının kayıp olduğu açıklandı. Böyle bir olayın bu şekilde atlatılması banka müdürünü ve bütün banka çalışanlarını mutlu etmişti. Belki de bu onlara büyük bir ders olmuştu. Banka müdürü yaptığı açıklamada böyle bir olayın başlarına ilk defa geldiğini bir dahaki sefere bu tür olayların başlarına gelmemesi için her türlü geliştirilmiş önlemi alacaklarını söyledi.
    2.KISIM
    Murat başını yastığa koymuş yine kendi geleceği ve ailesinin geleceği ile ilgili derin düşüncelere dalmıştı. Uzun uzun düşünüyor ve ileride hiçbir şeyin istediği gibi olmayacağı hissine kapılıyordu. Çünkü şuan gelecekle ilgili hiçbir teminatı yoktu. Bir meslek lisesinin son sınıfında okuyordu. Murat dalgın bir şekilde düşünmeye devam ederken küçük kız kardeşi Meliha odaya girdi ve Murat’ın yanına giderek:
    —Abi dışarıda büyük bir kaza oldu. Her yere para saçıldı. Her tarafta polis var.
    Murat bunu duyunca birden ayağa kalkıp balkona doğru yürümeye başladı. Balkona çıktığında dışarıda bir keşmekeşin olduğunu gördü. Gerekten de kardeşinin söylediği doğruydu. Her tarafta para vardı. Polis kazanın olduğu yeri çevirerek insanları bu bölgeden uzak tutmaya çalışıyordu. Murat olayı biraz izledikten sonra mutfağa yöneldi. Mutfağa girdiğinde annesinin ağlamaklı sesini işitti. Hemen onun yanına giderek meraklı bir tavırla:
    —Annecim neyin var? Niçin ağlıyorsun?
    —Bir şeyim yok oğlum öylesine işte. Birden geçmiş gözümün önüne geldi de ondan.
    —Yok, anne bunun başka bir nedeni var. Babamın durumuna ağlıyorsun değil mi?
    Birden annesi Murat’ın boynuna sarılarak;
    —Neden biz yavrum? Neden?
    —Sen ağlama annecim. Takdir-i İlahi. Demek bizim kaderimizde yazıyormuş. Bundan sonra kaderimize razı olup gelecekte neler yapabiliriz diye geleceğe ümitle bakmalıyız.
    Aslında Murat bu genç yaşına rağmen oldukça olgun bir insandı. Sıkıntıları karşısında hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemişti. Her zaman bir çıkış kapısı olduğunu düşünüyordu. Murat annesini teselli ettikten sonra beraber yemek yediler. Yemeğin ardından biraz sohbet ettikten sonra odasına geçti. Annesinin bu durumda olması onu çok ama çok üzüyordu. Maddi anlamda da zor günler geçiriyorlardı. Acilen bir çözüm bulmalıydı. Aklına eskiden yaptığı bir iş geldi. Çarşıda toptancı Salim diye bir tanıdıkları vardı. İlkokula giderken ondan çorap, eldiven gibi şeyler alıp pazarda satardı. Gayet de iyi satış yapardı. Bunu tekrar denemeye karar verdi. Yarın toptancı Salim abiden birkaç paket çorap alıp pazarda satacaktı. Eğer bu iş tutarsa devam edecekti. Ama bir sorun vardı. Salim abiden çorabı nasıl alacaktı. Cebinde beş kuruş parası yoktu. Annesinden istese o da olmazdı. Çünkü daha babasının ilaçlarını bile doğru düzgün alamıyorlardı. Yaklaşık iki aydır da kirayı vermiyorlardı. Salim abiden veresiye almayı denese onun vermeyeceğini biliyordu. Ama yine de denemekte yarar vardı. Evet, bu şuan yapılacak en iyi şeydi.
    Öteki gün Murat erkenden kalkıp Salim abinin yanına gitti. Vardığında daha dükkân açılmamıştı. Biraz bekledi çok geçmeden Salim abiyi uzaktan gelirken gördü. Oturduğu yerden ayağa kalktı. Yanına kadar gelince de dükkânı açmasına yardım etti. Beraber içeri girdiler. Sonra Murat gerekli durumu izah etti. Ama Salim Murat’ı hiç dinlemiyordu. Çünkü baş ağrısından kıvranıyordu. Her zamanki gibi yine akşamdan kalmaydı. Murat sözünü bitirdikten sonra ona dönerek:
    —Evlat biliyorsun ki biz peşin parayla iş yapıyoruz. Zaten kazandığımız çok bir şey değil. Şimdi veresiye vermeye başlarsam şu kazandıklarımı dahi kazanamam.
    —Ama abi babamın durumunu biliyorsunuz. Şu aralar çok zor bir dönemden geçiyoruz. Birazcık yardımcı olamaz mısınız?
    —Tamam, babanın durumu gerekten çok üzücü ama duygusal davranamam. Beni de biraz anla lütfen. Şuan yapabileceğim bir şey yok. Parayı getirirsen malları veririm.
    Bu sözlerden sonra Murat fazla ısrar etmedi. Hızlı bir şekilde çıkarak dükkânı terk etti. Şimdi ne yapacaktı. Eski çalıştığı yerlere başvurmayı düşündü. Fakat hiçbiriyle de iyi şekilde ayrılmamıştı. Buralara gidecek yüzü dahi yoktu. Tam anlamıyla köşeye sıkışmıştı. Bir an ümitsizliğe düşüp buralardan gitmeyi düşündü. Evet, en iyisi buradan gitmekti. Belki de İstanbul’a giderdi. Orada bir iş bulur. Kendi kendine geçimini sağlardı. Ama böyle yapmakla bütün dertlerinden kurtulacak mıydı? Madden evet ama manen bu mümkün değildi. Çünkü o da her insan gibi vicdana sahipti. Vicdanı buna izin vermiyordu. Annesi, küçük kız kardeşi ve en kötüsü felçli babası… Onları bu durumda bırakabilecek miydi? Tabiî ki de hayır. Bunları düşünürken tam da evin sokağına gelmişti. Dünkü kaza tam onların evinin önünde olmuştu. Evin önünden geçerken dünkü kazanın izlerine de bakıyordu. Yerde cam kırıkları, kan lekeleri vardı.
    Üstün körü buralara baktı ve hızlı bir şekilde buralardan geçti. Tam eve çıkacakken aklına bahçede biraz oturma fikri geldi. Evlerinin yanında küçük bir bahçeleri vardı. Aslında tam da bahçe sayılmazdı. Bir tane ceviz ağacı iki tane de elma ağacının bulunduğu bir yerdi burası. Küçüklükten beri yaptığı bir şeydi bu. Canı sıkıldığında ceviz ağacının altına gelip oturmak… Burada her zaman huzur buluyordu. Ceviz ağacının üstüne kuşlar yuva yapmıştı. Buradaki kuşların sesini dinlediği zaman adeta bütün dertlerini unutuyordu. Eve girmeyip hemen bu bahçenin içindeki ceviz ağacının altına gitti. Kuşlar her zamanki gibi cıvıldaşıyordu. Ağacn altına oturdu. Murat ceviz ağacının rüzgâr eşliğinde ahenkli dansını izlerken bir yandan da kuşların cıvıltıları altında uzun uzun düşünüyordu. Neden hiçbir zaman insanın hayal ettikleriyle gerçek hayatta karşısına çıkanlar birbirleriyle örtüşmüyordu? Neden hayat insan için bu kadar acımasız olmak zorundaydı? Neden şansı hep onun aleyhinde işliyordu? Bunları düşünürken birden yüksek sesle ‘‘Allah’ım’’ diye haykırdı ve gözlerini semaya dikti. Birden kendisin doğru süzülen bir kâğıt parçası gördü. Sonra o süzülen kâğıt parçası Murat’ın kucağına düştü. Bir de ne görsün elli liralık bir banknot Gerçekten de büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. Adeta nutku tutulmuştu. Bunun nasıl olduğunu bilmiyordu. Ama bu Allah’ın ona büyük bir lütfu idi. Sanki Takdir-i İlahi tecelli etmişti. Hemen parayı aldı. Bizim milletin huyu mudur bilinmez bulduğu paranın bile sahte olup olmadığına bakar. Murat da bu kaideye uyup, para sahte mi değil mi diye bir kontrol etti. Parayı inceledikten sonra sahte olmadığını anladı. Parayı cebine koyup toptancı Salim’in yolunu tuttu. Yolda giderken bir yandan bunun nasıl olduğunu düşünüyordu. Bir yandan da belki de bu olayın onun için bir kırılma noktası olduğunu düşünüyordu. Ama aklına bir şey gelmiyordu. Hâlbuki dünkü kazayı düşünce hemen bulacaktı. Dün devrilen arabadan yerlere saçılan paranın bir kısmı bulunamamıştı. O bulunamayan paranın bir numunesiydi bulduğu bu para.
    Toptancı Salim’in dükkânına geldiğinde sabahki olayın da etkisiyle biraz sert davranmak istedi. Bunu da dükkânın kapısını açarken göstermeye başladı. Kapıyı sert bir şekilde açıp içeri girdi. Salim neye uğradığını şaşırdı. Gururla beş kutu onlu çorap istedi. Salim çok şaşırdı. Murat’a doğru dönerek:
    —Ben sana parayı getirmeden malı vermeyeceğimi söylemedim mi? Niçin anlamıyorsun?
    Murat gayet kendinden emin olarak parayı çıkartıp masanın üstüne koydu ve Salim’e bakarak
    —Al işte para. Artık çorapları istiyorum. Ya ver ya da başka yerden alayım.
    Salim bu işe çok şaşırdı. Daha demin cebinde beş kuruş olmayan çocuk şimdi elli lira ile karşısına dikilmişti. Bunda bir gariplik vardı. Parayı masanın üzerinden aldı. Gözlüklerini takıp, parayı incelemeye başladı. Parada herhangi bir yamukluk yoktu. Elindeki gerçekti. Ama paranın üzerinde küçük bir iz vardı. Altta kalmamak için bunu da bir bahane gibi gösterip alaycı bir ifadeyle;
    —Şurada hafif bir iz var. Böyle büyük paralarda bu tür izlerin olması genelde sıkıntı yaratır. Fakat babanın hatırı için parayı alıyorum.
    Murat, bir insanın nasıl bu kadar aşağılık olabileceğini düşünürken, birden Salim’in konuşmasıyla birden ona döndü. Bahsettiği ufak lekeye baktı. Daha sonra Salim depodan çorapları getirip Murat’a verdi. Murat çorapları alıp hızla oradan uzaklaştı. Onun için işin zor kısmı bitmişti. Sıra geldi elide olan malları satmaya. Hemen eve gidip uzunca bir naylon aldı ve pazarın yolunu tuttu.
    Artık sıra sevdiği bölüme gelmişti. Yani ticarete. Kendinden emin bir şekilde pazarın girişine tezgâhını kurdu. Üzerine çorapları intizamlı bir şekilde dizdi. Geriye artık tek bir şey kalıyordu. O da müşterinin ilgisini çekmek.
    3.KISIM
    Kış mevsiminin de yaklaşmasıyla günler artık kısalmaya başlamıştı. Karanlık erkenden bastırıyordu. Kapalı çarşının müşterileri de kış ayında yavaş yavaş azalmaya başlıyordu. Dükkânlar da satış olmayınca erkenden kepenkleri indirip evin yolunu tutuyorlardı. Bu durum her kapalı çarşı esnafı gibi burada toptancı dükkânı bulunan Salim için de geçerliydi. O da herkes gibi bu aylarda müşterisizlikten yakınıyordu. Günde en fazla birkaç satış yapabiliyordu. Yaptığı bu satıştan elde ettiği kar da anca kendisine yetiyordu. Evli değildi. Aslen Kayserili olmakla beraber, yaklaşık yirmi yıl önce Bursa’ya taşınmıştı. Kendi emekleriyle çalışıp bu günlere gelmişti. Ama artık bu meslek ona çok sıkıcı gelmeye başlamıştı. Çünkü ne artıyordu ne de azalıyordu. Bu işlerden kurtulup kısa yoldan nasıl zengin olurum derdine düşmüştü. O yüzden kısa yoldan zengin olmak isteyen her insan gibi büyük bir kumar batağına saplanmıştı. Bir zamanlar kumarın çok kötü bir şey olduğunu anlatan adam şimdi bunun tam ortasına düşmüştü. Her geçen gün bu illet Salim’i biraz daha aşağı çekiyordu. Bu tuzağa düşen her insan gibi, onun da sonu pekiyi görünmüyordu.
    Her zamanki gibi bugün de kar edememişti. Gün geçtikçe müşterileri azalıyordu. Bugün sadece beş ya da altı kişiye satış yapabilmişti. İki üç yaşlı kadın ve Murat’ın dışında satış yapamamıştı. Bunlardan aldığı parayı da her gün biraz daha saplandığı kumar illetinde harcıyordu. Hatta kazandığından daha fazla miktarı kumarda kaybediyordu. Akşam olunca dükkânı hemen kapatıp, hızla eve doğru gitti. Eve geldiğinde bir iki şey atıştırıp hemen tekrar dışarı çıktı. Doğruca kumar oynamaya gidiyordu. Her zaman böyle iştiyaklı gider, fakat sonu hep hüsran olurdu. Uzunca bir yol yürüdükten sonra en sonunda kumarın oynandığı yere varmıştı. Aslında burası bir kahvehaneydi. Ama her gün belli aşlı kişiler için küçük bir kumar masası kurulur, burada kumar oynatılırdı. Salim içeri girdiğinde hiç durmadan alt kata doğru yürümeye başladı. Merdivenlerin başında bir kişi nöbet tutuyordu. Bu kişi yabancı kişilerin içeri girmesini engelliyordu. Salim bu adamın yanına kadar gelince güvenlik eliyle Salim’i durdurdu. Kalın bir sesle:
    —Salim abi içeri girmen yasak.
    Salim hiddetlenerek:
    —Niye yasakmış. Param var kardeşim. Oyun oynamaya geldim.
    —Olmaz abi. Zaten bir dünya borcu var. Şevket abi de içeri almayın dedi zaten.
    —Şevket abiyi görmek istiyorum.
    —Abi bizi zor durumda bırakma. Paşa paşa git işte evine.
    Bu durum Salim’in bayağı gücüne gitmişti. Adeta gururuna yedirememişti. Tam geri dönecek gibi yaptı ve daha sonra hızlı bir hamleyle Adamı itip Şevket’in odasına daldı. İçerde paraları kasaya koyan Şevket birden irkildi ve Salim’e doğru dönerek:
    —Sen nasıl benim odama böyle girebiliyorsun lan? Burası dingonun ahırı mı?
    Birden silahını çeken Şevket namluyu Salim’e doğru uzattı. Çok korkan Salim adeta yalvarırcasına bir sesle:
    —Abi yapma gözünü seveyim. Bana burada oyun oynama yasağı getirmişsin. Ben de seninle o konuyu konuşacaktım. Fakat dışarıdaki adamın izin vermedi. Onun için böyle bir durum oldu. Yoksa ben senin odana bu şekilde girer miyim?
    Şevket silahı indirip masanın üzerine koydu ve kasanın kapağını kapattı. Kapattıktan sonra Salim’e dönerek:
    —Salim bilirsin seni severim. Bize olan borcun bir hayli fazla olduğu için sana burada kumar oynama yasağı getirdim. Eğer bir hafta içinde borcunu ödemezsen senin için hiç iyi olmayabilir. Ama istersen senin için bir iyilik yapabilirim.
    Salim meraklı bir bakışla:
    —Nedir abi?
    —Eğer bize senin olan dükkânın tapusunu verirsen biz de senin borçlarını affederiz. Böylece sen de gelip rahat rahat oyun oynayabilirsin.
    —Ama abi dükkân benim dünyadaki tek geçim kaynağım. Onu sana verirsem ben nasıl geçinirim?
    —Valla nasıl geçinirsin ben onu bilmem. Ya dükkânı verirsin ya da…
    Salim kızgın bir şekilde:
    —Evet ya da…
    —Ya da bu hayattaki son günlerini yaşarsın. Benden söylemesi.
    Salim neye uğradığını şaşırmıştı. Ama işin bu noktaya geleceğini o da adı gibi biliyordu. Çok sinirli bir şekilde odadan çıktı. Sanki dünyası başına yıkılmıştı. Merdivenleri üçer üçer çıkıp orayı terk etti.
    Öteki gün saat gündüz on iki civarıyken Salim’ in penceresinden bir tıkırtı sesi geldi. Birisi cama taş atıyor ve sürekli Salim abi, Salim abi diye bağırıyordu. Salim güç bela bir şekilde uyanıp cama bakmaya tenezzül etti. Bir de baktı ki dışarıda ona seslenen kişi Murat. Camı açıp hiddetli bir sesle Murat'a bağırdı ve yarım saat sonra geleceğini söyledi.
    Salim, Murat’ı gönderdikten sonra camı kapatıp içeri girdi. Tekrardan kendini yatağa attı. Biraz tavanı seyretti. Dünkü olaylar gözünün önüne geldi. Şimdi ne yapacaktı? Bir zamanlar eğlence olarak başladığı kumar, şimdi neredeyse hayatını mahvetmişti. Acilen bir şeyler yapması gerekiyordu. Aklına bir fikir daha geldi. Belki de dükkânı satıp parasıyla uzağa kaçmalıydı. Bu fikir aklına yattı. Parayı başkasına vereceğine kendisinin yemesinin daha mantıklı olduğunu düşündü. Zaten dükkâna talip çok vardı. Bir zamanlar Salim’e dükkânı satması için bayağı ısrarda bulunmuştu. Ama Salim bunu kabul etmemişti, artık kabul etmesi gerekiyordu. Hemen cep telefonunu alıp Nuri’yi aramaya çalıştı. Fakat Nuri’nin numarası dükkân telefonunda kayıtlıydı. Hemen ayağa kalkıp yüzünü yıkadı. Kendine çeki düzün verdi ve üstüne temiz bir şeyler giyerek hemen dışarıya çıktı. Acele bir şekilde dükkânın yolunu tuttu. Dükkâna giderken yol üstündeki çaycı Hakkı bir kahve söyledi. Kahveyi söyledikten sonra dükkânın kapısına geldi. Murat kapıda oturmuş onu bekliyordu. Hemen dükkânı açtı ve içeriye girdi. Murat’ta onunla girdi ve heyecanlı bir ses tonuyla;
    —Abi dün senden aldığım bütün çorapları sattım. Alan kişiler çok memnun kaldılar. Bayağı sipariş aldım. Onları bu gün yetiştirmem lazım hatta önümüz kış olduğu için rahat satılır diye eldiven bere gibi şeyler almaya karar verdim.
    —Evlat şimdi sen ne istiyorsan buradan al. Ben senden para falan istemiyorum. Zaten en fazla bir hafta sonra bu dükkânı satacağım. Dünkü sana yaptığım davranıştan dolayı senden özür diliyorum. Hakkını helal et.
    Murat şaşırmış bir vaziyetle;
    —Helal olsun abi de ne için dükkânı satıyorsun.
    —Artık işler eskisi gibi değil evlat. Satmaya mecburum sen istediklerini al.
    —Ama abi ben istediklerimi alırım fakat parasını size vermek zorundayım.
    —Yok, para falan istemez sen istediklerini al.
    —Olmaz abi vermek zorundayım.
    Bu tartışma sonunda Murat Salim’e cüzi bir fiyat ödeyerek tartışmaya son noktayı koydu. Malzemeleri alıp iştiyaklı bir şekilde pazarın yolunu tuttu.
    Murat dükkândan çıktıktan sonra Salim seri bir şekilde telefonda arkadaşı Nuri’nin telefonunu bulmaya çalışıyordu. Biraz aradıktan sonra numarayı bulunca hemen aradı. Telefon birkaç kez çaldı fakat açan kimse olmadı. Nuri her halde çok yoğundu ve telefona bakma fırsatı bulamıyordu. Teflonu kapatıp biraz beklemek istedi beş dakika sonra tekrardan arayacaktı. Bu arada dükkânın kapısı açıldı ve içeriye çaycı Hakkı girdi salimin dükkâna gelirken söylediği kahveyi getirmişti. Kahveyi bırakıp çıktı.
    Hakkı dükkânından çıktıktan sonra birden telefon çaldı. Salim hemen telefonu aldı ekranına baktı. Arayan Nuri’ydi hemen telefonu açtı ve cevap verdi.
    —Efendim!
    —Selim ben Nuri beni aramışsın bir şey mi oldu.
    — Evet, Nuri senden bir şey isteyeceğim.
    —Yapabileceğim bir şey ise yardımcı olabilirim.
    —Ya! Sen benim dükkânı satın almak istiyordun ya, işte ben o dükkânı satmaya karar verdim.
    —Hayır, ola paraya mı ihtiyacın var.
    —Yok ya artık ben bu işten sıkıldım bırakıp kafa dinlemek istiyorum.
    —Hmm anladım ben şuan Ankara’dayım Salı günü geleceğim o zaman hallederiz.
    —Tamam, anlaştık Salı akşamı ayrıntıları görüşürüz.
    Salim telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. Sonra kahvesini yudumladı parayı aldıktan sonra acaba nereye gitmeliydi, bunu düşünüyordu karar vermek için karşısındaki bilgisayardan bazı yerlere baktı. Yurt dışındaki bazı yerlere göz gezdirirken birden içeriye iri yarı bir adam girdi. Salim hemen bilgisayarı bırakıp adama döndü. Adam hemen söze başladı.
    —Bu belgeyi sana Şevket abi gönderdi, imzalayacakmışsın.
    Salim belgeyi alıp biraz inceledi belgenin üstünde dükkânın vekâletini aşağıdaki kişiye veriyorum ibareli bir yazı vardı. Salim bu yazıyı görünce belgeyi yırtıp çöpe attı. Bu hareketinden sonra adam Salim’e ters bir bakış attı ve dükkândan çıkıp büyük caddeye doğru yürümeye başladı. Salim dükkân camından adama doğru baktı. Adam cep telefonundan bir yeri arıyordu. Salim adamın Şevket’i aradığını anlamıştı. Artık bu işi daha çabuk halletmesi gerektiğini anlamıştı. Hemen arkadaşı Nuri’yi arayıp dükkânı acilen yarına kadar elinden çıkarması gerektiğini anlattı. Nuri, Selim’i kırmayarak gerekli evrakları kendisine faksla göndermesini, parayı yarın akşam hesabına aktarabileceğini söyledi. Selim’inde bu öneriye kafası yatmıştı hemen gerekli evrakları düzenleyip Nuri’ye faksla gönderdi. Nuri gerekli işlemleri vakit kaybetmeden düzenledi ve Salim’i bundan haberdar etti. Artık ok yaydan çıkmıştı.
    Akşam olunca Salim dükkânı kapatıp eve gitti. Yarın parayı alıp buralardan gidecekti artık. Burada son günlerini yaşıyordu. Eve gelince biraz dinlenip, yemek yedi. Daha sonra odasına geçip gerekli eşyalarını bir çantaya yerleştirdi. Genelde kendisine ağırlık yapmayan eşyaları aldı. Zaten gittiği yerde yeni bir hayata başlayacaktı. Tam odadan çıkıp yatmaya giderken birden telefonu çaldı. Arayan Şevket’ti. Telefonu açtı ve ürkek bir şekilde kulağına götürdü:
    —Son duanı et Salim. Artık arkanı kolla. Çünkü senin için çok kötü günler geliyor.
    Salim hemen telefonu kapattı. İçini birden bir korku kapladı. Artık bir an önce buradan gitmeliydi. Hemen yatak odasına geçti ve uyudu. Ertesi sabah erkenden kalkıp doğru bankaya gitti. Yolda hızlı hızlı yürüyor, sürekli arkasını kontrol ediyordu. Birden arkasındaki iri yapılı, sarışın ve hafif topallayarak yürüyen kişinin kendisini takip ettiğini anladı. Bu Şevket’in adamıydı. Salim bozuntuya vermeden bankaya kadar gitti. Bankaya girince, hemen bir sıra numarası aldı. Ara sıra dışarı bakıyor, adamın onu gözetleyip gözetlemediğine bakıyordu. Nihayet sıra Salim’e gelmişti. Boş vezneye doğru giden Salim, veznedara hesap numarasından para çekmek istediğini söyledi. Fakat veznedar hesapta Salim’in istediği kadar paranın olmadığını söyledi. Salim daha sonra bankadan ayrılıp hemen Nuri’yi aradı. Nuri paranın akşama doğru yatacağını, parayı anca toparlayabileceğini söyledi. Salim telefonu kapatıp beklemeye başladı. Dışarı çıkıp birkaç bir şey yedi. Sahile biraz yürüyüp üstündeki moral bozukluğunu bir nebze dahi olsa atmaya çalıştı. Akşama doğru direk bankaya gitti ve parasının hesabına geçtiğini gördü. Derin bir nefes aldı. Daha sonra bankadan parasının yarısını çekip, bir çantaya koydu. Bankadan çıkarken onu takip eden adamın telefonla konuştuğunu gördü. Bu adama izini kaybettirmeliydi. Yoksa yaptığı planın tümü suya düşecekti. Yolda giderken adama izini kaybettirmeye çalışıyordu. Bunu için sürekli ara sokaklardan gidiyordu. Bir an önce eve gidip eşyalarını alması gerekliydi. Eve yaklaşınca adamın arkasından kaybolduğunu gördü. Sanırım izini kaybettirmişti. Hemen eve geçerek eşyalarını aldı ve dışarı çıktı. Evinin bulunduğu sokağın sonuna kadar geldiğinde, birinin arkasından ‘Salimm!’ diye bağırdığını işitti. Hemen geri dönüp baktı. Ona seslenen Şevket’ti. Sanırım Salim’in kaçacağını haber almıştı. Salim, Şevket’i görünce biraz irkildi ve koşmaya başladı. Arkasına bakmadan koşuyordu. O önden Şevket ve iki adamı arkadan koşmaya başladılar. Uzun bir koşuşturmanın ardından Salim, inşaat halinde bir binanın önüne geldi. Er geç yakalanacağını biliyordu. Birden aklına parayı inşaatın içine saklamak geldi. Şuan yapılacak en iyi şey buydu. Çünkü yakalanırsa bile belki biraz dayak yiyecekti ama sonra elinden kurtulma şansı vardı. Ama parayla yakalanırsa, hem paradan olacaktı hem de üstüne üstlük bir ton dayak yiyecekti. Bunları düşündükten sonra hızlıca inşaatın içine daldı. Merdiven altındaki boşluğa parayı sakladı. Tam inşaattan çıkarken birden Şevket, Salim’in önünü kesti ve tehditkâr bir üslupla:
    —Niye benden kaçıyorsun lan? Vurayım mı şimdi seni hee!!
    Salim ürkek bir sesle:
    —Yok, abi ben senden kaçmıyordum. Hatta seni görmedim. Başka biriyle bir husumetim vardı da o zannettim.
    —Bırak bu ayakları Salim. Numara yapma bana. Elinde bir çanta gördüm. Neyin nesiydi o?
    —Elimde çanta falan yoktu abi. Nerden çıkartıyorsun. Evdeki çöpleri atmaya çıkmıştım, onlar vardı.
    —Burada bana masal okuma. Kaçacağını duydum. Bugün dükkânı da satmışsın.
    —Yok, öyle bir şey abi. Ben dükkânı kimseye satmadım.
    —Yalan söyleme her şeyden haberim var. Kaçacaktın benden değil mi?
    Salim, Şevket’i inandırmaya çalışırken gizlice telefondan polis imdada acil yardım mesajı attı. Bu teknoloji daha yeni yeni kullanılıyordu. Daha önce bunu gazetede okuyup, saçma bir uygulama diyen Salim, şimdi ne kadar önemli bir uygulama olduğunu anlıyordu. Şevket’i oyalamaya hala devam ediyordu. Fakat iyice köşeye sıkışmıştı. Ama hiç de taviz vermiyordu. Birden polisin siren sesleri duyuldu. Polisin geldiğini duyan Şevket, adamına Salim’i vurmasını söyledi. Kendi arabaya doğru koştu. Salim de zaten vurulacağını bildiği için hemen inşaatın içine doğru koşmaya başladı. Birden iki el silah sesi duyuldu. Adam Salim’i vurmuştu. Salim inşaat merdivenlerinin dibine yığılıp kalmıştı. Adam da arabaya doğru koştu ve binip olay yerinden uzaklaştılar.
    4.KISIM
    Birden polis telsizinden:
    —Hamitler Mahallesi’ne en yakın birimlerin dikkatine! Elmas sokakta bir kişiye saldırı girişimi var. En yakın ekiplerin olay yerine intikal etmeleri gerekmektedir.
    —Yahu Hamit abi ne güzel sakin bir devriye oluyordu. Nerden çıktı bu olay yavv?
    —Ne bileyim işte. Gece gece yapılacak iş değil ama her neyse gidelim.
    Olay yerine en yakın ekip Hamit ve Kazım adlı iki kişinin bulunuğu bir ekip arabasıydı. İkisi de etliye sütlüye dokunmayan tiplerdi. Bu tip vakalar olduğu zaman, elleri kolları birbirine dolaşırdı. Hamit evli 2 çocuk babası bir kişiydi. Yaklaşık on yıldır bu mesleğin içindeydi. Fakat bu mesleği sevmeden yapıyordu. Her gün işe giderken içi sıkıla sıkıla gidiyordu. Kazım ise daha bir yıllık polisti. Üniversiteyi bitirdikten sonra, öğretmenlik hayatı suya düşünce o da mecburi bu mesleğe yönelmişti. Uyanık bir tipti. Dışarıdan iyi biri olarak görünse de, iç âleminde oldukça bencil bir adamdı.
    Yaklaşık on dakika sonra ekip olay yerine vardı. Uzaktayken silah seslerini duymuşlardı. Ama olay yerinde kimse yoktu. Arabadan inip çevreyi dolanmaya başladılar. Hamit, Kazım’a inşaata bakmasını, kendisinin de ara sokaklara bir göz atacağını söyledi. Kazım silahını çıkartarak dikkatli bir şekilde inşaata girdi. Yavaş yavaş ilerledi. Birden merdiven başında bir tıkırtı duydu. Oraya doğru yöneldi. Birisinin yerde yattığını ve acı içersinde kıvrandığını gördü. Silahını kabzasına koyup, koşarak yerde yatan adamın yanına doğru gitti. Yerde yatan bu kişi Salim idi. Vücuduna isabet eden iki kurşunla yere yığılmıştı ve acı içinde kıvranıyordu. Adeta son anlarını yaşıyordu. Konuşmaya dahi mecali yoktu. Ama birden bir şeyler fısıldamaya başladı. Kazım da Salim’e konuşup kendisini yormaması gerektiğini söylüyordu. Fakat Salim hala bir şeyler fısıldıyordu. En sonunda Kazım’ın elini tutarak:
    —Dinle beni. Sana çok önemli şeyler söyleyeceğim. Şu gördüğün merdivenlerin altında bir çanta dolusu para var. Bu paraları bir hayır kurumuna vermeni istiyorum.
    —Dur konuşup kendini yorma. Biraz dinlen, ambulans yolda.
    —Fazla zamanım kalmadı. Ben artık yaşamam. Parayı sakın unutma.
    —Tamam, o kolay. Sen biraz dinlenmeye çalış.
    Aralarında bu konuşma geçerken Salim daha fazla dayanamayarak, hayata gözlerini yumdu. Kazım ne kadar da uyandırmaya çalışsa da uyandıramadı. Salim’in gözlerini kapayarak, üstüne orada bulduğu bir naylon poşetle örttü. Daha sonra merdivenin altına doğru yönelerek çantayı oradan aldı. İçini açtığında adeta şok oldu. Çanta ağzına kadar para doluydu. Birden aklından kötü düşünceler geçmeye başladı. Şeytan Kazım’ın aklını karıştırıyordu. Bir yandan parayı alıp Hamit’e götürmek istiyordu, bir yandan da çektiği sıkıntıları düşünüp üç kuruşa tamah edeceğine bu parayı alayım daha iyi diyordu. Sonunda ikinci düşündüğünü yapmaya karar verdi. Şeytan Kazım’ı kandırmıştı. Onu en zayıf tarafından yakalayıp alt etmişti. Kazım parayı tekrar aynı yerine koyup yarın geç bir saatte buraya dönerek parayı almayı düşünüyordu. Parayı aldığı yere koydu. Hemen Salim’in yanına dönerek, Hamit’e seslendi ve inşaata gelmesini söyledi. Hamit koşarak yanına geldi. Yerde Salim’in cesedini gördü ve Kazım’a dönerek:
    —Ölmüş mü?
    —Evet.
    —Ambulansa haber verdin mi?
    —Evet verdim.
    —Yazık olmuş adama, daha gençmiş de.
    —Telsizle ekip çağırmamı ister misin?
    —Evet, iyi olur. Ayrıca olay yeri incelemeye de haber ver.
    —Tamam.
    Kazım hem ekip çağırmak, hem de olay yeri incelemeye haber vermek için arabanın yanına gitti. Telsizden gerekli yerlerle irtibat kurdu. Yaklaşık on beş dakika sonra hem bir ekip arabası hem de olay yeri inceleme aracı geldi. Gerekli keşifleri yaptıktan sonra Salim’i ambulansa koyup morga götürdüler. Hamit ve Kazım da bu olaydan sonra başkomiserden izin alıp evlerine gittiler.
    Kazım eve geldiğinde ilginç duygular yaşıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Acaba doğru mu yaptım, yoksa yanlış mı yaptım diye içi içini yiyordu. Bir anlık şeytana aldanmıştı. Artık geriye dönüş şansı da yoktu. Mecburen bu sahtekârlığı devam ettirecekti. Bu düşüncelere daha fazla dayanamadı ve hemen yatak odasına gidip yattı. Öteki gün sabah erkenden kalkıp işe gitti. Hala aklında o olay vardı. Hatta bir iki kez Hamit’e, Salim’i ve olay yerinde başka bir şeyler bulunup bulunmadığını sordu. Hamit de olay yerinde bir ceset ve iki tane kurşun kovanı bulunduğunu, bunların haricinde başka bir şey bulunmadığını söyledi. Akşam olunca Kazım parayı inşaatın oradan alıp almama konusunda tereddüt yaşadı. Gitmemeye karar verdi. Olayın üstünden biraz zaman geçmesini, daha sonra gidip alabileceğini düşündü.
    Aradan bir hafta geçmişti. Fakat Kazım parayı almaya hala gitmemişti. İçinde acayip bir korku vardı. En iyisi parayı almak için başka birisini göndermek diye düşündü. Ama bu kişi güvenilir birisi olmalıydı. Birden aklına Nazmi geldi. O olabilir diye düşündü. Onunla uzun bir geçmişleri vardı. Gençken yapmadıkları kalmamıştı. Fakat Nazmi, Kazım’a göre biraz daha açgöz, dünyada para için her şeyi yapabilecek bir tipti. Arıca kumar, içki ve kadın gibi her türlü ayak da onda vardı. Zaten Kazım’ın da böyle birisi olmasının nedeni de Nazmi’yle arkadaşlık yapmasıydı. Kazım adeta kuzuyu kurda teslim ediyordu. Fakat bunun farkında değildi. Hemen telefonu eline alarak Nazmi’yi aradı. Yaklaşık bir saat sonra Nazmi geldi. Beraber oturup biraz geçmiş günlerden bahsettiler. Daha sonra Kazım ana konuya girdi ve şöyle dedi.
    —Nazmi sana çok önemli bir şey söyleyeceğim. Ama kimseye söylemeyeceksin.
    —Ayıp ettin kanka, benden ne zaman söz çıktı ya. Hadi söyle bakayım.
    —Ben geçenlerde çok kötü bir şey yaptım.
    —Ne yaptın oğlum söylesene.
    —Ya geçen devriyedeydik, gecenin bir saati bir cinayete şahit oldum.
    —Eee ne olmuş. Senin için normal bir şey bu, sen polis değil misin?
    —Orası öylede sorun burası değil. Sorun bundan sonraki yaşadıklarım. Ölen adamın bir çanta dolusu parası vardı ve ben o parayı aldım.
    Nazmi şaşkın bir ifadeyle:
    —Eee para şimdi nerde?
    —Bi tane inşaatın merdiveninin altında.
    —Niye getirmedin eve oğlum saf mısın yaa.
    —Ya sorun tam da bu adam tam o noktada öldü. Gidip alamıyorum. Bu yüzden gidip almanı istiyorum.
    Nazmi’nin gözler birden fal taşı gibi açıldı. Kırk yıl düşünse böyle bir fırsatın ayağına geleceğini hayal edemezdi. Heyecanla birden:
    —Tamam ya ben hallederim. Sen sadece paranın yerini söyle ben sabah erkenden gidip alırım. Buraya getirim. Artık bana da bir hisse verirsin.
    —Ooo! Ayıp ettin ya sana hisse ayırmaz mıyım? Yeter ki sen bu işi hallet.
    Konunun ayrıntılarını konuştuktan sonra Nazmi o gün orada kaldı. Sabah erkenden kalkıp, Kazım’ın tarif ettiği inşaata gitti. Hemen birinci katın merdiven altına yönelerek para çantasını aldı. Doğruca kendi evine gitti. İlk önce parayı kendisinin kontrol etmesi gerekiyordu. Eve geldiğinde büyük bir heyecanla çantayı açtı. Gözlerine inanamıyordu. İlk defa bu kadar çok parayı bir arada görmüştü. Bir an aklından paranın hepsine kendisinin sahip olması gerektiğini düşündü. Ne de olsa Kazım hiçbir şey yapmamıştı. Evet, para onun olmalıydı. Hemen üstüne birkaç eşya alıp İstanbul’daki dayısının yolunu tuttu. Yoldayken birkaç sefer Kazım aramıştı fakat telefonu açmamıştı.
    Büyük bir heyecanla yola koyulduğu İstanbul’da arayı nasıl değerlendireceği konusunda şaşkınlık içerisindeydi. Büyük bir yatırım mı yapmalıydı yoksa parayı gönlünce tüketmeli miydi? Bildiği bir şey vardı bu kadar parayla dayısının karşısına çıkarsa bütün dikkatleri üstüne toplayacağıydı. Bursa terminaline sabah erken vakitte gelip karşısına çıkan ilk firmadan en yakın otobüse bir bilet kestirdi. Hemen gidip otobüste yerini aldı birkaç dakika sonra yanına temiz yüzlü bir çocuk yanaştı ve
    —Oturabilir miyim?
    —Tabi ki. Senin ismin ne?
    —Murat?
    —Hayırdır sabahın bu erken vaktinde nereye yolculuk yapacaksın. Hem senin yanında kimse yok mudur?
    —Sayılır tek başıma İstanbul’a gidiyorum hem zaten benim kimim kimsem yoktur. Seyyar satıcılık yaparak geçinmekteydim.
    Murat geride annesini, kız kardeşini ve en kötüsü yatalak bir insanı yani babasını bıraktığını söyleyemezdi. Gururuna dokunuyordu. Aslında böyle bir durumu bir zaman düşünmüştü fakat cesaret edeceği aklının ucundan bile gelmiyordu. Ama şimdi bir yola çıkmıştı ve geri dönemezdi. Bu olaydan sadece annesinin haberi vardı. Birkaç ay sonra onları da yanına aldıracağını söylemişti. Annesi ona çok güveniyordu. Her işin üstesinden gelebileceğini biliyordu. Bir gün oğlunun nasıl gittiyse aynı şekilde geri döneceğini adı gibi biliyordu. Çünkü o bir anneydi. Ne o oğlundan vazgeçebilirdi ne de oğlu ondan vazgeçebilirdi. Nazmi birden yine söze girerek:
    —Eee şimdi İstanbul’da mı seyyar satıcılığa devam edeceksin?
    —Hayır, hayır burada her zaman dükkânının önünde satıcılık yaptığım bir abi vardı onun vesilesiyle gidiyorum.
    —Hayırdır sana bir iş mi buldu?
    —Evet, İstanbul’da bir kardeşi varmış toptancılık işi ile uğraşıyormuş. Bir çırağa ihtiyacı varmış hem geceleri dükkânı kollayacak bir de lazımmış. Bu iş için bana teklif sundular çok güvendiğim bir abi olduğu için kabul ettim. Hem gelecek için büyük planlarım var beklide bu benim için büyük bir fırsat.
    —İyi o zaman yolun açık olsun evlat ben biraz uykuluyum da azıcık kestirsem rahatsız olmazsın değil mi?
    —Öyle şey mi olur keyfinize bakın.
    Tam o sırada Murat’ın gözüne adamın sıkıca kavradığı çanta ilişmişti ama sormaya gerek duymadı mühim bir şeye benziyordu. Bu arada Nazmi para ile yapacaklarının hayallerini kurarak uykuya daldı.
    Uyandığında Murat’ın yanında olmadığını fark etti heyecanla çantayı yokladı. Çantanın yerinde olduğunu görünce rahatladı. Birkaç dakika sonra otobüs Esenler otogarına ulaştı. Otobüsten inince ilk işi bir otele yerleşmek oldu. Artık ne yapacağına karar vermişti elindeki paranın büyük bir kısmıyla kumar oynayacak eğer kazanırsa iş kuracaktı eğer kazanamaz ise geri kalanıyla tatil yapacaktı. Nasılsa arkadaşı ona hesap soramazdı olay açığa çıkarsa arkadaşının da meslek hayatı biterdi.
    Uzun bir araştırmadan sonra sadece zenginlerin kumar oynadığı bir mekânın olduğunu öğrendi. Türkiye’de kumar yasak olduğundan bazı zenginler gizli bir şekilde bu işi çevirmekteydi. Nazmi da kendine zengin süsü vererek bu mekâna sızmayı başarmıştı. Çok ilginçtir ki şansı yaver gitmiş üç gecede parsını yirmi katına çıkarmıştı. Artık bir iş kurabilirdi kendine lüks bir villa satın aldı. Anı olsun diye inşaatta bulduğu parayı bir kasaya koydu. Geri kalanıyla orta çaplı bir inşaat şirketi satın aldı. Ne hikmetse işleri burada da rast gitmeye başladı teklif teklif üzerine geldi ve inşaat şirketi gayet faal bir şekilde çalışmaya başladı.
    Nazmi da işlerin bu kadar iyi gitmesine şaşmakta bir yandan da kazandıkça gözünü para hırsı bürümekteydi. Günlerden bir gün inşaatlarının birinden gezmekteydi arkasından bir sendelenme hissetti ve inşaat kumunun üstüne doğru ihtiyarsız bir şekilde itildiğini fark etti ama ne çare göz açıp kapayıncaya kadar kumun üstüne yüzükoyun yapışıverdi. Arkadan çıkan büyük bir gürültü ve yanı başında parlayan gözlerle ona bakan bir genç. O an büyük bir felaketten kurtulduğunu fark etti üst katlardan birinden düşen inşaat malzemelerini fark etmemiş gencin onu itmesiyle büyük bir felaketten kurtulmuştu.
    —Genç! Sana hayatımı borçluyum.
    —Yok, efendim olur mu öyle şey bu benim insani görevimdi.
    —Hayır, hayır ben sana hayatımı borçluyum. Kendini tanıt bakalım.
    —Efendim benim adım Murat bu inşaatın malzemelerini karşılayan toptancının çırağıyım.
    —Güzel artık bundan sonra bütün inşaatlarımızın malzemelerini siz karşılayacaksınız ustana söyle beni arasın. Sakın unutmasın.
    —Tamam söylerim.
    Bu kazadan talihli bir şekilde çıkan Nazmi bira tahayyülde kalır aklına ölüm gelir, ya ölseydim benim halim nice olurdu. Peki ya ölümden sonra… Biraz zaman bu sorular kafasını kurcalar fakat paranın ve rahatlığın gafletine dalarak bu tür şeyleri düşünmemeye çalışır. Yıllar geçtikçe Nazmi’nın işleri büyümekteydi. Şirketler satın almış artık servetine servet katmıştı fakat bu kadar koşuşturmanın içinde kendine bir aile kurmayı da başarmıştı. Mutlu bir evliliği mesut bir yuvası ve bir erkek çocuğu vardı

      Forum Saati Cuma Mart 29, 2024 8:18 am