Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    UFUK MU İSTEDİ BÖYLE OLSUN- RECEP AKCA

    avatar
    1001110039


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    UFUK MU İSTEDİ BÖYLE OLSUN- RECEP AKCA Empty UFUK MU İSTEDİ BÖYLE OLSUN- RECEP AKCA

    Mesaj  1001110039 Cuma Ara. 24, 2010 2:54 pm

    UFUK MU İSTEDİ BÖYLE OLSUN
    Ufuk hukuk fakültesini bu sene bitirmişti. Daha lise çağında koyduğu hedefleri bir bir gerçekleştirmenin heyecanı içindeydi. Onun için her şey daha yeni başlıyordu. Yapması gereken son şeyi yapıp, bunda sonraki hayatını huzurlu bir şekilde yaşamak istiyordu. Yıllardır hep hayalini kurduğu hesap gününü iple çekiyordu. Ufuk’un bu dünyadaki tek bir isteği vardı. Oda annesini mutlu etmekti. Kendini annesine adamış birisiydi o.
    Ufuk’un aklına eski günler geldikçe bugünü daha iyi anlıyor, Yarına daha iyi bakıyordu. Yaşamış olduğu bu kısa sürede sadece hukuk fakültesini bitirmemiş, hayata dair de birçok şey öğrendiğini düşünüyordu. Ona göre hayat acımasız insanlarla doluydu yahut karşısına hep öyle insanlar çıkmıştı. En güvendiği, çok sevdiği insanların onu arkasından vurması onu yıkmıştı.
    Zaten gerçek hayatta öyle değil mi? Biz insanların canın en çok sevdiklerimiz, değer verdiklerimiz yakmaz mı? İnsana en çok koyan, yüreğine bir hançer saplanmış hissi yaratan, hatta insanların hayatlarını değiştiren bunlar değimlidir.
    Ufuk hayatta en büyük kazığı en çok güvendiğinden, ilkokul yıllarındaki idolünden, çocukluk kahramanından her ne kadar çok kızsa da hala çok sevdiği babasından yemişti.
    Ufuk’un babası Şeref Bey bir askerdi. Ülkenin çeşitli yerlerinde görev yapmış birisiydi. Askerlik görevine Yozgat’ın Sarıkaya ilçesinde başlamıştı. Şark görevi için gitmiş olduğu Diyarbakır Lice Şeref Bey’in ve ailesini hayatını değiştirmişti. Şeref Bey Lice’de görev aldığı yıllarda o bölge güvenlik sıkıntısı yaşıyordu. Şeref Bey bu gerekçeye dayanarak karısını, oğlunu ve yeni doğmuş kızını götürmeme kararı aldı. Gözünü arkada bırakmamak için ailesini yine anne babasının yanına bırakmıştı.
    Aslında her şey gayet iyi başlamıştı. Zaten teoride bir sıkıntı yoktu. Lakin iş uygulamaya gelince işler karışmıştı. Şeref Bey’in aklına gelmeyenler başına gelmişti.
    Şeref Bey arkadaşlarıyla ara sıra gitmiş olduğu mekânda genç bir hanım görür. Şeref Bey bu hanımdan etkilenir. Şeref Bey bu hanımı bir daha görebilirim belki düşüncesiyle o mekâna sık sık gitmeye başlar. Kendisi bunu öncekiler gibi ufak bir çapkınlık operasyonu olarak görür. Kafsından iki üç ay bu hatunla takılır dalgamızı bakarız gibi düşünceler geçiyordu. Ama hiçbir şey öyle olmadı.
    Şeref Bey o kızı yine görebilirim belki düşüncesiyle o mekâna gider. Kapıdan içeri girerken çocukluk arkadaşı Ceyda’yı görür. Şeref Bey ile Ceyda Hanım aynı ortaokulu bitirmişlerdir. O günden sonra ilk defa karşılaşırlar. Şeref bey ile Ceyda Hanım kahve içerken kapıdan içeri o kız (Sultan Hanım) girer. Şeref Bey o kızın kendilerine doğru geldiğini görünce şaşırır. Tesadüf o ya Ceyda Hanım ile Sultan Hanım aynı okulda çalışmaktadırlar. Böylece tanışmış olurlar. Kısa bir süre sonra Şeref Bey’in telefonu çalar ve masadan kalmak zorunda kalır.
    Sultan Hanım İstanbul’da doğmuş büyümüş birisidir. Anne ve babası gibi öğretmen olmuştu. İyi bir aile terbiyesi almıştı. İlk görev yeri Diyarbakır’dı.
    Sultan Hanım’da Şeref Bey’i görünce içinde bir şeyler olmuştu. Daha önce hissetmediği duyguları hisseder gibi olmuştu. Ceyda’ya sık sık Şeref Bey hakkında sorular soruyordu.
    —Ceyda Şeref’i nereden tanıyorsun?
    —Ortaokuldan arkadaşım.
    —Nasıl biridir?
    —Hayırdır Sultan niye sordun.
    —Hiç merak ettim
    —Yoksa Şeref’ten etkilendin mi?
    —Hayır, hayır sadece merak ettim
    —Etkilenmişsin kızım işte niye saklıyorsun.
    —Tamam etkilendim. Hayatında biri var mı?
    —Bilmiyorum ama senin için öğrenirim.
    Ceyda Hanım bu ikisini arasını yapar. Kendisi yapmış olduğun yanlışın farkında değildir. Bu beraberlik Şeref Bey’in ve ailesinin hayatını karartmaya yeter.
    Şeref Bey ailesini giderek daha az aramaya başlar. Her gün aranan Ankara (ailesi) iki günde bir, haftada bir aranmaya başlandı. Babası Ekrem Bey’in ve karısı Gizem Hanım’ın niye aramıyorsun laflarını operasyondayım diyerek geçiştirirdi.
    Şeref Bey askeri konvoy ile operasyondan dönerken pusuya düşmüştür. Ölümle sık sık burun buruna gelirdi. İlk defa kelime-i şahadet getirip “vatan sağ olsun” derken aklına Ankara gelmemişti. Aklına gelen Sultan Hanım’da başkası değildi.
    Şeref Bey’in gözü artık hiçbir şey görmüyordu. Operasyon Sultan, yemek yerken Sultan, uyumadan önce sultan, kalkınca Sultan, her şey Sultan yani…
    Günler birbirini takip ederken Şeref Bey Lice’den ayrılıp bayram tatili nedeniyle Ankara’ya gidecekti. Gidecekti ama Kafsı karma karışıktı Çünkü Sultan Hanım bir türlü aklından çıkmıyordu. Şeref Bey kendince şöyle bir kara vermişti. İkili oynayacağım; Lice’deyken Lice, Ankara’dayken Ankara… Yani her yerde üstüne düşen0e yapacaktı.
    Şeref Bey’i Esenboğa Havalimanı’nda tüm sevenleri karşılamıştı. Oğlu Ufuk; o yıl okula yeni başlamış, okulda herkese benim babam asker, benim babam güçlü, benim babam dokunulmaz gibi laflar söylüyordu.
    Şeref Bey önce kızı Betül’ü kucağına aldı, doyasıya sarıldı. Zaten o an kendisinde nefret etmeye başlamıştı. Yaptıklarını bir an sorgular gibi oldu. Ama sonra toplayarak annesinin ve babasının elini öpüp karısıyla kucaklaştı. Oğlu Ufuk'u kucağına alıp doğruca evin yolunu tuttular.
    Şeref Bey'in on beş günlük izni vardı. Oda Ankara'yı ve ailesini özlemişti. Bir gün pikniğe, bir gün Gençlik Parkı'na bir gün ****** Orman Çiftliği'ne giderek güzel bir tatil geçirdiler. Güzel başlayan her şey niye güzel bitmez ki bunu kimse bilemez.
    Dönüş günü gelmiş, çatmıştı. Babası Ekrem Bey oğlunu çok iyi tanır ve oğlundaki değişiklikleri fark etmiştir fakat ya sabır deyip kendini zor tutuyordu. Ekrem Bey, Şeref Bey'in biricik torunu Ufuk'a bağırıp çağırıp üstüne bir de tokat attığını görmüş. Artık Ekrem Bey için ya sabır demek zamanı bitmiş ve oğlu Şeref Bey'i bir güzel haşlamıştı. Bu çocuk okuldan geliyor babam geldi mi, ne zaman gelecek sen ne yapıyorsun deyip Şeref Bey'i evden kovmuştu.
    Ufuk büyükbabası, babaannesi ve annesinin göz bebeğiydi. Herkes onun üzerine titriyordu. Sanki herke Ufuk'ta babasından bir şeyler görüyordu. Babasının yokluğunu herkes Ufuk ile temin etmeye çalışıyordu.
    Kenan Bey, Şeref Bey'i görmek için Diyarbakır'a gidecekti. Kenan Bey, Şeref Bey'e adeta tapar, ağabey ağabey derdi. Onlar ağabey kardeş değillerdi ama ağabey kardeşten de öteydi aralarındaki ilişki. Kenan Bey, Ufuk'un teyzesinin oğluydu. Şeref Bey ile tanışmaları; gizem Hanım ile Şeref Bey'in evlenmelerine bağlı değildi. Çünkü Ufuk'un anne babası amca çocuklarıydı.
    Gizem Hanım'ın babası Ufuk Bey daha kırk beş yaşında kanser denen hastalığa yakalanmıştı. Bu amansız hastalılığın bir türlü tedavisi bulunamıyordu. En son çare olarak Ankara'ya getirmişti Ekrem Bey abisini. Ankara'da da birçok doktora gidilmiş bir türlü tedaviye yanıt alınamıyordu. Ufuk Bey için artık çoktan hayat bitmek üzereydi. Tüm doktorlar Ekrem Bey'e ağabeyini buradan götür ölmeden önce son kez köyünü dünya gözüyle görsün diyorlardı. Ekrem Bey'de çaresiz olarak, abisin de ısrarlarına da dayanamayıp, abisini memlekete götürme kararı verdi.
    Her taraf çam ağaçlarıyla kaplı, yeşille beyazın iç içe olduğu, kurtların uluma seslerinden insanın yanındakinin söylediğini anlayamadığı soğuk bir kış sabahına denk gelmişti köye varmaları. Ufuk Bey son kez görüyordu köyünün güzelliklerini. Her şeyi bırakıp gideceğini oda anlamıştı. Adamcağızın kanser olduğunda dair haberi yoktu. Sanki içine doğmuştu öleceği. Ahşap yapılı eski bir evde, karyolanın üzerine atılmış döşekten boynunu kaldırarak bağırdı:
    —Ekrem, Ekrem buraya gel!
    —Buyur ağabey.
    —Sen de biliyorsun demi öleceğimi.
    —O nasıl söz ağabey Allah gecinden versin.
    —Bırak bu işleri biliyorsun, biliyorsun. Ekrem ben ölünce Gizem'i oğlun Şeref'e alacaksın, yoksa sana hakkımı helal etmem.
    —Ağabey ne ölü mü?
    —Cevap ver Ekrem?
    —Tamam ağabey.
    Bu konuşmaların ardından Ekrem Bey gözlerini kapattı. Bir feryat kotu ki evden, kurtlar ulumayı kesti.
    Cenaze namazının ardından Ekrem Bey köy cemaatine: “ağabeyimin kırkı çıkınca düğün var ağalar, hepiniz davetlisiniz” dedi. İşte Şeref Bey ile Gizem Hanım böyle bir mecburiyetten dolayı hayatlarını birleştirdiler. İkisi de on sekizine ya girdi ya girecekti. Yani daha çocuk denecek yaştaydı ve nasıl bir işin içinde olduklarından haberleri yoktu. Şeref Bey Ast Subay'lık sınavını kazanmıştı. Evleneli daha iki ay olmadan Şeref Bey askeri okula gitti. Gizem Hanım ise Ekrem Bey'in yanında kalmıştı.
    Şeref Bey askeri okulda eğitim alırken, Gizem Hanım Ankara'da Ekrem Bey'in yanındaydı. Gelen giden misafirlere hizmet eder, Ekrem Bey'e işlerinde yardım eden bir konuma gelmişti. Sanki Şeref Bey'le evlenmemişti de, o eve hizmetçi olarak gitmişti. İşte olacak ya Gizem Hanım hamile kalır. Daha çocuk yaşta kocası yanında yok, kayınbabasının evinde bir de hamile. İşte bu şartlar altında bir sene geçer.
    Şeref Bey ve Gizem Hanım'ın oğulları olur. Ekrem Bey torununa ağabeyinin ismini verir. Ufuk yeni bir heyecan getirir bu aileye. Şeref Bey karma karışık duygular içindeyken askeri okuldan atılma noktasına gelir. Zaten bir sene sınıfta kalmıştı. İki yıllık okul uzamıştı üçe. Ekrem Bey oğlunun ilk defa başını beladan kurtarmayacaktı. Gidip askeri okula yalvar yakar, rica üstüne rica bir şekilde Şeref Bey'in okuldan atılmasını engeller.
    Şeref Bey ilk görevini yapmak üzere Yozgat'ın Sarıkaya ilçesinin yolunu tuttuğunda Ufuk daha iki yaşındaydı. Şeref Bey ailesini yanında götürmek ister. Ama babası Ekrem Bey biz “gelinimize, torunumuza iyi bakamıyor muyuz” der. Şeref Bey bir türlü babasını ikna edemez ve ailesini yanına götüremez. Şeref Bey ne zaman nu konuyu gündeme getirirse, babası Ekrem Bey hep “çocuğa kim bakacak, ne anlarsınız ev geçindirmekten zaten kendinize bakmaktan acizsiniz bir de çocuk var” deyip lafı oğlunun boğazına tıkardı.
    Tam böyle beş sene geçti. Şeref Bey' şark görevini yapmak üzere Diyarbakır yolunu tuttu. Şeref Bey yine ailesini yanında götürmek istiyordu. Bu sefer Ekrem Bey oğlu oralar karışık, güvenlik sıkıntısı var. Sana bir şey yapamazlarsa çoluğundan çocuğundan çıkartırlar. Bizi hiç mi düşünmüyorsun? Zaten aklımız sende, Gizem ile Ufuk'u da mı düşünelim diyerek ikna eder.
    Kenan Bey Diyarbakır ziyaretinde her şeyi görür. Ne yapacağını oda bilemez. Bir tarafta Şeref Bey diğer taraftan teyzesi...
    Bu karmaşık duygular içinde Kenan Bey Ankara'ya döner. Kenan Bey amcası Ekrem Bey ile konuşurlar. Kenan Bey Diyarbakır'da görmüş olduğu hiçbir şeyden bahsetmez. Tamamen uydurma bir Diyarbakır projesi sunar.
    —Anlat bakalım Kenan ağabeyin ne yapar gurbet ellerde?
    —Amca sene biliyorsun iki ay kaldım. Sadece bir defa dışarı çıktık.
    —Nasıl yani?
    —Hemen anlatayım. Ağabeyimin dağdan geldiği yok, bir gidiyor en az bir hafta yok.
    —Ne diyorsun sen?
    —Amca gerçek olan bunlar. Adam orda kelle koltukta yaşıyor.
    —Aman Allah'ım'
    —Amca bunlar gerçek, burada anlattığı gibi rahat bir hayatı yok.
    —Desene Kenan bizde boşu boşuna günahını aldık adamın.
    —Amca o kadarını bilemem. Ama adamın hayatı operasyonda, bölükte fırsat buldukça televizyon karşısında geçiyor yani yaptığı başka bir şey yok.
    —Bende neler düşünmüştüm.
    Kenan Bey amcasına uydurma Diyarbakır projesini yutturur. O an içinde çok sevdiği Şeref ağabeyini kollamak gelmişti. Bunu ilk defa yapmıyordu. Aslında kötü bir amacı yoktu. O da her zaman ki gibi vakit geçirme operasyonu olarak görüyordu Sultan Hanım'ı.
    Şeref Bey ile Sulta Hanım birbirlerine iyice bağlanırlar. Sultan Hanım Şeref Bey'in evli iki çocuk babası bir adam olduğunu çok sonraları öğrenir.
    —Niye benim duygularımla oynadın?
    —Ben senin duygularınla oynamadım.
    —Hayır oynadın Şeref.
    —Seni sevmek senin duygularınla oynamaksa evet oynadım.
    —Çok şerefsiz bir adamsın.
    —Ben seni seviyorum Sultan anlamıyor musun?
    —Anlasam ne! Sen evlisin.
    —Formalite icabı bir evlilik…
    —Eminim öyledir. İki çocukta formalite icabı...
    —Boşanacağız.
    —Şimdi ben yuva yıkan kadın mı olacağım?
    —Saçmalama Sultan!
    —Bir saçmalık varsa o da aramızdaki ilişki.
    —Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?
    —Evet; bu saçmalık bitsin artık.
    —Benim sana olan duygularıma saçmalık diyemezsin.
    —Bundan sonra beni arama Şeref.
    —Ben sensiz yaşayamam.
    —Şerefsiz yaşayan bir adamsın. Bensiz de yaşarsın.
    Bu konuşmaların üstüne Sultan Hanım; çok sevdiği Şeref Bey'i terk eder. Kendisine evli bir erkekle beraber olmayı yakıştıramaz. Tayinini doğup büyüdüğü, anne babasının yaşadığı İstanbul'a ister.
    Ufuk bu sırada babasından iyice kopmuştu. Çünkü babası ona karşı olan ilgisini giderek azaltıyordu. Bir gece yarısı aniden karnı ağrımaya başladı. Acilen hastaneye götürüldü. Doktorlar teşhisi koyarlar ve Ufuk'u ameliyat etmeye karar verirler.
    Ufuk ilk defa yalnızlığı hastane koridorlarında fark eder. Ufuk ile yanında yatan arkadaşı aynı anda ameliyathaneye götürülür. Ufuk'un yanında kimseler yoktur, arkadaşının yanında anne babası vardı ona destek oluyorlardı. Belik de Ufuk o zaman kimseye güvenmeyeceğini öğrenmişti.
    Ufuk ameliyathaneye girince birden ürperir. Yanında ne dokunulmaz babası vardır, ne de annesi, büyükbabası. İlk kez gördüğü neşter, bıçak sanki bir kasabı andırıyordu. Çaresizce ameliyat masasına yatmıştı. Çok korkuyordu ama yapabileceği bir şey de yoktu. Çaresizce yaşlı doktora sordu:
    —Amca canım acıyacak mı?
    —Hayır yavrum. Sen uyuyacaksın, hiç Bir şey hissetmeyeceksin, bizde senin ağrıyan yerine tedavi edeceğiz.
    —Sahiden canım acımayacak mı?
    —Acımayacak yavrum hissetmeyeceksin.
    Ufuk sabah hemşirenin “uyan seni yoğun bakımdan çıkartıyoruz, odaya alacağız” sesiyle uyandı. Ameliyat bitmişti, zor konuşuyordu ama canı hiç acımamıştı. Odaya geçtikten sonra narkozun etkisiyle tekrar uykuya daldı. Annesi, büyükbabası ve sevenleri sabah tekrar hastaneye gelmişlerdi. Onlara Ufuk'un ameliyat olacağı söylenmiş ama dün gece olacağı söylenmemişti. Kendilerine hastanede kalmalarının anlamsız olacağı belirtilip, eve dönmeleri söylenmişti.
    Annesi odaya girip Ufuk'u kaldırır.
    —Oğlum
    —Anne ben ameliyat oldum.
    —Ne ameliyatı ya...
    —Oldum işte oldum.
    Ufuk sanki hayata karşı ilk zaferini kazanmış, gibiydi. O kadar övünerek ameliyat oldum diyordu ki anlatılamaz.
    Ufuk zorlu geçen bir haftanın ardından hastaneden taburcu oldu. Bu süre zarfı içinde babası bırakın Ufuk'u görmeyi bir kere olsun telefon bile açmamıştı. Ufuk bu olanları o zamanlar babam düşmanların peşinde, nasıl arasın diye algılıyordu. Ama gerçekleri daha sonraki yıllarda öğrenecekti.
    Şeref Bey'de Sultan Hanım'ın ardından İstanbul'a tayinin ister. Zaten kendisini de şark görev süresi bitmişti. İstediği yere ataması yapıldı. Oda çok sevdiği Sultan'ın arkasından İstanbul da görev almaya başladı. Şeref Bey İstanbul'da uzun uğraşlar sonucu kendini Sultan Hanım'a affettirdi. Sultan Hanım'ın anne ve babası kızlarının evli bir adama layık görmüyorlardı yuva yıkanın yuvası olmaz mantığıyla bu işe karşı çıkıyorlardı.
    Bu durumun üstüne Şeref Bey ile Sultan Hanım kaçarlar. Şeref Bey Ankara'yı arar. Telefona annesi çıkar.
    —Anne ben kız kaçırdım.
    —İyi halt yemişsin.
    Telefonu Ekrem Bey'e verir.
    —Baba kız kaçırdım.
    —Yapacak bir şey yok oğlum. Olmuşla ölmüşe çare yok.
    —Baba yardım et.
    —Arkandayım evlat! Sakin ol
    —Baba beni kurtarsan kurtarsan bir sen kurtarırsın.
    —Tamam, oğlum halledeceğim, rahatla söz halledeceğim.
    Bu konuşmaların üzerine Şeref Bey telefonu kapatır. İçi rahatlamıştır. Çünkü babasından istediği desteği almıştı. Çok iyi biliyordu babasının isterse her şeyi yapacağını.
    Gizem Hanım telefon konuşmalarını diğer odadaki telefondan dinlemişti. Evde o an kıyamet kopuyordu. Ufuk, kavgaların içinde büyüyen bir çocuktu. Ama hiç böyle şiddetli kavga görmemişti. Korkuyordu, tuvalete geçmiş ağlıyordu. Duyduklarına inanmak istemiyordu. İşte Ufuk ilk kez kazığı yediğini anlamıştı.
    Ertesi gün Gizem Hanım, Genel Kurmay Başkanlığı'nın yolunu tuttu. Kocası Şeref Bey'in kız kaçırdığının, bu bilginin telefonda babasıyla konuşurken duyduğunu, askeri bir personele bu hareketin yakışmadığının belirten bir dilekçe yazar.
    Bu sırada Ekrem Bey işin içinden çıkmanın peşindeydi. O sırada telefon çaldı, arayan oğlu Şeref'ti.
    —Baba Gizem Genel Kurmay'a dilekçe vermiş.
    —Ne diyorsun sen evlat?
    —Baba sen de arkamda durmadın.
    —Benim bir şeyden haberim yok.
    —Baba, Gizem böyle bir şeyi senden habersiz yapmaz.
    —Tamam, çözeceğim bu işi.
    Ekrem Bey, Gizem Hanım'ı ve karısını alarak İstanbul'a gider. Bu işi çözmekte kararlıdır.
    Şeref Bey oda hapsine atılmıştır. Ekrem Bey karakol komutanıyla görüşmek üzere gelir. Görüşme Şeref Bey'in gözü önünde olur. Ekrem Bey, Gizem Hanım ve komutan başlarlar konuşmaya.
    —Ekrem Bey siz oğlunuza neden başka bir isim koymadınız?
    —Ne demek istediğinizi anlayamadım komutan?
    —Oğlunuz “Şeref” ismini hak etmiyor.
    —Lütfen haddinizi aşmayın
    —Ekrem Bey bu işin tek çıkış yolu var.
    —Nedir o komutan?
    —Siz oğlunuzu çok şımartmışsınız. Ben oğlunuz aldığı iki katına yakı para alıyorum, kira vermiyorum. Oğlunuz kira veriyor, arabayla geliyor işe. Ben binbaşı olduğum halde askeri servisle geliyorum. Bu işte tek suçlu sizsiniz.
    —Komutan iş nasıl hallolur?
    —Ailesini getirecek. Burada düzgün bir hayat yaşayacak, kontrolüm altında olacak. Aksi taktirde dosyayı üst makamlara iletirim. Böyle bir durumda, işine son verirler. Oğlunuzun dosyası dolmuş bu bardağı taşıtan son damlaydı artık.
    Şeref Bey söze atlar: Ne ben ne de Sultan bu mesleği istiyor. Zaten siz atmasanız ben istifa edeceğim, üç ay sonra mecburi görev sürem doluyor.
    Şeref Bey'in bu başına buyrukluğu babasını çaresiz bırakmıştı. Ekrem Bey için tek çare kalmıştı artık. Oğluyla Gizem'i ayırıp, Sultan ile evlendirecekti. Sadece böyle bir yöntemle oğlu işten atılmazdı. Aklından geçenleri uygulamaya koydu. Mahkeme yıllarca sürdü ama bir türlü boşanma kararı çıkmadı.
    Gizem Hanım oğlu ve kızıyla yeni bir hayata başlamışlardı. Önceleri sıkıntılıydı. Gizem Hanım oğlu Ufuk'un en ufak hatalarına aşırı tepki veriyordu, sadece babasına benziyor diye. Ama zaman geçtikçe her şey düzeldi.
    Aradan yıllar geçti. Ufuk lise üçe gidiyordu. Hayatını etkileyecek bir kızla tanıştı. Zehra'ya aşık olmulştu. Zehra Ufuk'a yaşamış olduğu her şeyi unutturuyordu. Bide can dostu dediği Yasin vardı. Ufuk; Zehra ve Yasin'in yanındayken mutlu oluyor, hiçbir şeyi düşünmüyordu. Ufuk ne zaman rahatlamak isterse soluğu can dostu dediği Yasin'in yanında veya bir ömrü aynı yastıkta geçirmeyi planladığı Zehra'nın dizinin dibinde alıyordu.
    Ufuk üniversite sınavına hazırlanıyordu. Tek isteği savcı olmaktı. Suçluların ifadesini alacaktı ifade almaya babasından başlayacaktı. Ufuk aklına babası geldikçe daha çok ders çalışıyor, daha da hırslanıyordu. Hayatının bir tek amacı vardı; babasından hesap sormaktı. Sadece onun için yaşıyordu. Babasının karşısına geçip niçin demek istiyordu. Ondan sonraki hayatını annesini mutlu etmeye adayacaktı. Tabi bide Zehra...
    Ufuk üniversite sınavına çok iyi hazırlanmıştı. Hukuk fakültesini kazanacağında emindi. Sınavdan çıktı. Elindeki kalemi kırıp havaya atarken ağzından Necip Fazıl Kısakürek'e ait olan şu dizeler döküldü:
    “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
    Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es”
    Üniversite sonuçları açıklanmıştı. Ufuk çok istediği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni, çok sevdiği Zehra ile can dostu dediği Yasin Hacettepe Sınıf Öğretmenliği’ni kazanmıştı.
    Ufuk her şeyin bitmediğin aksine yeni başladığın farkındaydı. Hukuk fakültesine girmek surda bir gedik açmaktı lakin o surun tamamını yıkmak istiyordu. Çok mutluydu. Çünkü hesap gününe bir adım daha yaklaşmıştı. Hayatın dilini öğrenmişti artık. Çaresizce susmayacak, konuşacağı günü bekliyordu.
    Ufuk üniversitede dördüncü sınıfa gelmişti. Çok sevdiği Zehra, Ufuk'a ayrılmak istediğini söylemişti. Ufuk'ta iç itiraz etmeyip, bir sebep bile istemeden Zehra'nın istediğini kabul etmişti. Ufuk için zor bir durumdu bu. Çünkü Zehra'yı çok sevmişti, hala çok seviyordu. Ama o kadar gururlu bir insandı ki o beni istemeyeni bende istemem mantığıyla hareket etmişti. Bu duruna alışmak Ufuk için bayağı zor oldu. Bu Ufuk için ilk kaybediş değildi, son kaybediş de olmayacaktı.
    Hayatta kaç kere kaybettiğin değil, her kayıptan sonra nasıl topladığın önemlidir.
    Ufuk zor olsa da toplamıştı, alışmıştı zaten kaybetmeye. Okuldan mezun olmuştu. Hayatta belilermiş olduğu o güne yaklaşıyordu. Sadece tek bir sınav kalmıştı halletmesi gereken. Savcılık sınavına hazırlanıyordu. Savcı olup, babasının karşısına çıkıp hesap soracaktı. Ondan sonra unutamadığı Zehra ile barışıp mutlu bir hayat sürmeyi planlıyordu.
    Ufuk savcılık sınavından çıkmıştı. O kadar basit bir sınava en son ne zaman girdim diye düşünüyordu. Savcı olacaktı, savcı. Kurmuş olduğu hayalleri gerçekleştirmek üzereydi. Yalnızca bir adım kalmıştı.
    Ufuk rahmetli dedesinden kalan silahın bakımdan almaya gider. Eve dönüşte Zehra ile Yasin’i sarmaş dolaş görür. Gördüklerine inanmak istemez. İnanılacak bir şey değildir çünkü gördükleri. Çılgına döner. Eline beline atar, ikisini de öldürür. Ufuk önce ne yaptığını farkında değildir. Katil olmuştu. O gün eve gitmemişti. Ankara'nın sokaklarında dolaşır. Ne yapacağına bir türlü kara veremiyordu. Sabaha karşı bir kara alır. Madem bir hata yaptık devamını getirelim. Evet, evet babasını öldürme kararı almıştı. Fakat nasıl yapacağını bilmiyordu. Bir an önce yapmalıydı, polise yakalanabilirdi her an.
    İki gün sonra bayramdı. Babasının, büyükbabasını ziyarete geldiğini biliyordu. Aradığı fırsat buydu. Allah'a dua ediyordu:”Bana izin ver, şey adamı a öldüreyim gidip teslim olacağım”
    Bayram günü babasın gördü. Şeref Bey, oğlu Ufuk'u tanıyamamıştı. Ufuk babasına yaklaştı.
    —Beni tanıdın mı Şeref Bey?
    —Hayır, ama daha önce gördüm seni. Buralarda mı oturuyorsun?
    —O kadar mı değiştik Şeref Bey?
    —Kimsin sen?
    —İyi bak yüzüme hatırlarsın.
    —Hatırlayamadım. Kimsin?
    —Bir zamanlar babasız bıraktığın Ufuk.
    —Oğlum
    —Bana Oğlum deme. Senin oğlun yok.
    —Sana her şeyi anlatacağım.
    —Neyi anlatacaksın, karşında çocuk yok.
    —Hiç bir şey senin düşündüğün gibi değil.
    —Ben bir şey bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var oda senin beni bırakıp gitmendir. Hesap sormaya geldim. Son duanı et.
    Ufuk gözyaşları içinde babasını vurur. Hemen peşinden gidip teslim olur. Nöbetçi mahkemeye çıkarttırılır.
    Hâkim sorar:
    —Üç cinayeti de sen mi işledin?
    —Evet.
    —Niye?
    —Canım sıkıldı.
    —Adam gibi savunmanı yap.
    —Savunacak bir şey yok.
    —Savun kendini. Burada Ankara Hukuk'tan mezun olduğun yazıyor.
    —Doğrudur.
    —Anlat bakalım.
    —Kader Hâkim Bey. Şu anda yanınızda oturmak varken, karşınızda üç cinayet işlemiş biri olarak çıktım. Büyükbabamın dediği gibi olmuşla ölmüşe çare yok.
    —Pişman mısın?
    —Evet pişmanım. Ama üç cinayeti işlediğim için değil. Annemin benim lafımın geçtiği yere eğeceği için, kız kardeşimle ağabeyi katil diye dalga geçecekleri için pişmanım. Hâkim Bey verin kararı gidelim. İşiniz, gücünüz vardır. Bende biliyorum ne kadar yiyeceğimi sizde biliyorsunuz. Fazla uzatmaya gerek yok.
    —Son sözünü söylemek ister misin?
    —Evet.
    Başlar Cahit Sıtkı Tarancı'ya ait olan dizeleri söylemeye:
    “Ne doğan güne hükmüm geçer
    Ne halden anlayan bulunur
    Ah aklımdan ölümüm geçer”
    Ufuk müebbet hapis cezası alır. Şimdi soruyorum size gerçekten Ufuk mu istedi böyle olsun?

      Forum Saati Cuma Nis. 19, 2024 4:40 pm