Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    GERÇEK SUÇLU KİM? - İLKER SEZER

    avatar
    1001110060


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 15/12/10

    GERÇEK SUÇLU KİM? - İLKER SEZER Empty GERÇEK SUÇLU KİM? - İLKER SEZER

    Mesaj  1001110060 Cuma Ara. 24, 2010 3:01 pm

    GERÇEK SUÇLU KİM?
    BÖLÜM 1
    24 Ekim 2005- Saat 06.30
    Parmakları elindeki kısa dalga telsiz vericisinin üzerine kenetlenmiş, biraz aşağıda, beton rampadan inen kalabalığı izliyordu. Uğultular arttı, polis memurları kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Savcı gelmeden önce Komiser Rauf arabadan inip olay yerine göz atmaya niyetlendi. Güvenlik şeridini kaldırıp maktulün yanına gitti. Kırmızı yüzlü komiser, nefes nefeseydi. Geçen yüzyılın modasına uygun kırptığı bıyığı, ala buruz saç modeli ile çevresine talimatlar veriyordu.
    Maktul 25 yaşlarında elmacık kemikleri çıkık genç bir bayandı. Üzerinde çizikler boğuşma izleri görülüyordu. Komiser Rauf'un ilk izlenimlerine göre, maktul karnından aldığı iki bıçak darbesiyle öldürülmüştü.
    BÖLÜM 2
    24 Ekim- Saat 02.00
    Gecenin puslu ayazında katil, hızlı adımlarla yürümeye koyuldu, omuzları çökük, tek bir kelime bile etmeden... Arkasında bıraktığı vahşetin farkında bile değildi. Bindiği taksiyle mabedine doğru yol aldı. Taksiden inip hızlı adımlarla merdivenleri çıktı. Katil içeriye girmeden önce derin bir soluk aldı. İçeride pencereden incecik mavimtırak bir gece aydınlığı vardı. Salgıladığı adrenalinle birlikte midesinin kazındığını hissetti ve mutfağa yöneldi. Dolabı açtı ve ne yemek istediğine karar vermeye çalıştı...
    BÖLÜM 3
    24 Ekim-Saat 12.00
    Komiser Rauf koltuğuna yaslanmış, adli tıp raporunun gelmesini bekliyordu. Komiser Rauf tam derin düşüncelere dalmak üzereydi ki polis memuru Ahmet içeri girdi. Komisere;
    -Amirim bu sabahki olayla ilgili adli tıp raporları elimize ulaştı.
    -Ver bakayım, ilginç bir şeyler var mı incelendin mi?
    Genç polis memuru heyecanla;
    -Evet, efendim, yolda inceledim. Dikkat çekici birkaç nokta var.
    -Neymiş onlar? Diyerek genç memuru daha da heveslendirdi.
    -Efendim genç kız hamileymiş fakat öldürülmeden iki önce çocuğunu düşürmüş.
    -Aferin sana Ahmet, dedi ve “çıkabilirsin” der gibi bir kafa işareti yaptı. Bunun üzerine Ahmet odadan ayrıldı.
    Komiser Rauf belki Ahmet'in gözden kaçırmış olabileceği bir şeyler olabileceği düşüncesiyle raporu tekrar inceledi. Fakat kızın hamileliği dışında ilginç bir şey yoktu. Genç kızın bilgilerini tekrar kontrol ediyordu.
    Adı: Çağla
    Soyadı: Demir
    Yaş: 23
    Baba Adı: Kamil
    Anne Adı: Hatice
    Odadan çıkıp koridorda yürümeye başladı. Polis memuru Ahmet de karşıdan ona doğru geliyordu. Komiser “umarım bir şeyler bulmuşlardır.” diye düşünüyordu. Ahmet:
    -Komiserim Çağla'nın ev arkadaşları getirildi. Şu anda sorgu odasındalar. Sorguya siz de girmek ister misiniz?
    -Kaç kişiler?
    -İki kişiler amirim. Banu Köroğlu ve Fatma Çetin.
    -Tamam, Ahmet. Sorgularına bende gireceğim.
    Komiser Rauf Ahmet ile konuştukta sonra sorgu odalarına doğru yönenldi. Sorgulardan bir şeyler çıkmasını umuyordu. İlk olarak Banu'yu sorgulamaya kara verdi. Kapıyı açıp içeri girdi. Karşısında güzel, alımlı ama yüzünde saflık olan genç bir kız vardı.
    -Ben komiser Rauf, diyerek Banu’nun karşısına oturdu.
    -Niye burada olduğunu tahmin ediyorsundur herhalde.
    -Evet, Çağla ile ilgilidir sanırım
    -Haberin var yani Çağla'nın öldürüldüğünden, öyle mi?
    -Evet, bu sabah haberlerde izledim. Çok şaşırdım ve üzüldüm.
    -Peki, niye gelmedin bize? Sonuçta Çağla'nın ev arkadaşısın. Bize gelip ifade vermen gerekmiyor muydu sence?
    -Bilmiyorum, çok korkmuştum. Belki ondan gelmedim.
    -Peki, tamam. Arkadaşlar yazılı ifadeni alacaklar.
    -Tamam, sonra gidebilir miyim?
    -Biz sana haber verinceye kadar şehir dışına çıkma, dedi ve sorgu odasından ayrıldı.
    Banu2nun sorgusunu kısa kesmişti. Koridorlarda ilerlerken onu düşündü. Kendi halinde bir kızdı. Ondan bir şey çıkmayacağının farkına varmıştı. Bu düşüncelerle Fatma'nın sorgu odasına girdi. Karşısındaki kız korkmuş, bir şeylerden çekinen bir ses tonuyla;
    -Beni niye buraya getirdiniz? Ben bir şey yapmadım demeye başladı.
    Bu durumdan şüphelenen Rauf üzerine gitmeye karar verdi
    - 24 Ekim sabahı neredeydin?
    -Evdeydim.
    -Evde yalnız mıydın?
    -Hayır, Banu ve bendim.
    -Çağla neredeydi?
    -O gün evde değildi. Başka bir yerde kalacağını söylemişti. Zaten son üç gündür hiç görmemiştim. Eve pek gelmez zaten. Aramızda çok iyi değildi. Sadece kalmaya geliyordu. Eve.
    -Peki, kimle nerede kaldığına dair bir fikrin var mı?
    -Şey, olabilir aslında...
    -Kim?
    -Çağla'nın bir sevgilisi vardı. Ama kim olduğunu gerçekten bilmiyorum.
    -Emin misin bilmediğine?
    -Evet.
    -Peki, deyip sorgu odasından ayrıldı.
    Sorgu odasından ayrıldıktan sonra kendi odasına doğru yürüdü. Odasına girip koltuğuna yayıldı ve düşünmeye koyuldu.
    BÖLÜM 4
    24 Ekim-Saat 08.00

    Karnını doyurduktan sonra yatağa uzandı. Birkaç saat önce yaptıklarından dolayı içinde hafif bir üzüntü vardı. Bilmediği bir sebepten dolayı da haz duyuyordu. Sevgilisini öldürmüştü. Ama haklıydı. Haklı olan oydu. Çünkü sevgilisi de onların çocuklarına kıymıştı. Nasıl olurdu, nasıl olurdu da bir insan kendi çocuğuna kıyabilirdi?
    Bu düşünceler zihninde sürekli dönüyordu. Bugünkü olanlardan mı yoksa geçmişte yaşadıklarında mı bilinmez yine terlemeye başlamıştı. Vücudunda aşırı kasılmalar oluyordu. Yine daha önce birçok kez olduğu gibi geçmişe dönüyor, sanki geçmişi yaşıyordu.--
    -5 Ay önce -
    “Bir pazar sabahıydı. Can, üzerindeki deri ceketi, gözündeki gözlüğüyle çevresindekilerin dikkatini çekiyordu. Hızlı adımlarla eve doğru yol alıyordu.
    Bu sabah erkenden kalkmış, alışverişe çıkmıştı. Alışveriş merkezinde gördüğü her şeyi almış gibiydi. Tek düşüncesi bir an önce eve dönmekti. Çağla için yani biricik sevgilisi, evleneceği kadın olan aşkı için kahvaltı hazırlamak istiyordu. Hayatının en güzel dönemini yaşıyordu. Dün gece sevgilisine evlenme teklifi etmiş, o da kabul etmişti. Bunun üzerine muhteşem bir gece geçirmişlerdi.
    Bu düşüncelerle yol alıyordu. Sonunda yol bitmişti. Merdivenleri birer ikişer çıkmaya başladı. Kapının deliğine anahtarı soktu ve yavaşça çevirdi. Ses çıkartıp da sürprizi mahvetmek istemiyordu. Haifiçe kapıyı kapatıp, parmak uçlarında mutfağa doğru yürüdü. Aldıklarını tezgâhın üzerine bıraktı ve işe koyuldu.
    Her şey hazırdı. Tek eksik biricik aşkı Çağla idi. Onu uyandırmak için odaya çıktı. Çağla'yı uyandırdı ve aşağıya indiler. Çağla kahvaltı masasını gördüğünde çok şaşırdı. Can'a dönüp;
    -Bütün bunları sen mi hazırladın?
    -Evet, beğenmedin mi?
    -Beğenmez olur muyum hiç? Çok beğendim, dedi Can'a sarıldı
    -İyi ki seni tanımışım aşkım.
    -Ben de canım, hayatımın en güzel günlerini yaşıyorum, dedi Can.
    Kahvaltı masasına oturdular. Çağla, Can'a çekingen bir ses tonuyla;
    -Hayatım, artık babamla tanışman gerekmiyor mu?
    Can, sinirli bir ses tonuyla;
    -Bunu daha önce konuşmuştuk, dedi
    Can'ın kızdığını anlayan Çağla onun üzerine gitmedi. Onun geçmişte yaşadıklarından, geçirmiş olduğu travmalardan haberdar olan Çağla onu anlayışla karşılıyordu, ona zaman tanıyordu.
    Çok güzel bir kahvaltı yapmışlardı. Bu güzel kahvaltıdan sonra, bu güzel pazar gününde ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı...”
    Can, yine kendisini garip hissediyordu. Yine o hisleri yaşamıştı. Geçmişi o güzel günleri tekrar yaşamıştı. Keşke hep o zamanlarda ki gibi olabilseydi, ama olmamıştı.
    Bugünkü yapmış oldukları, geçmişte yaşadıklarıyla birbirine karışmaya başlamıştı. Bu karışıklık içerisinde uykuya daldı.
    BÖLÜM 5
    24 Ekim-Saat 14.30
    Komiser Rauf'un kapısı çalındı ve içeriye sinirli ama her halinde anlaşılacağı gibi üzgün bir baba girdi. Şiddetli bir biçimde bağırmaya başladı. Komiser Rauf soğukkanlı bir biçimde onu teselli etmeye, sakinleştirmeye çalıştı.
    -Kamil bey biliyorum acınız büyük ama bu olayın aydınlatılabilmesi için kızınızın katilinin bulunabilmesi için size birkaç soru sormalıyım.
    Çağla'nın babası bu soruya cevap bile veremedi. Bunun üzerine Komiser Rauf devam etti.
    -Kızınız en son ne zaman gördünüz?
    -22 Ekim akşamı.
    -Kızınızın hamile olduğundan ve bebeğini düşürdüğünden haberiniz var mı?
    -Evet, haberim var.
    -Peki, nasıl düşürdü kızınız bebeğini?
    -Benim yüzümden.
    -Nasıl yani?
    -Şöyle anlatayım. Kızımın uzun süreli bir ilişkisi varmış. Haberim yoktu. İş gezileri için sürekli yurt dışına giderim, bundan dolayı da kızımla pek ilgilenemedim. Annesi de çok küçükken vefat etti. Anlayacağınız başıboş büyüdü. Bundan iki gün önce iş seyahatinden döndüm. Döner dönmez kızım benimle bir şey konuşmak istediğini söyledi. Bu ilişkisini anlattı. Bir yıldır birlikte olduğu bir erkek arkadaşının olduğunu ve ondan hamile olduğunu söyledi. Ben kesin bir şekilde olmayacağını, bu evliliği onaylamayacağımı söyledim. Bebeği aldırmasını istedim. Fakat o karşı koydu ne olursa olsun evleneceğini ve bebeğini de dünyaya getireceğini söyledi. Bunun üstüne aramızda bir itiş kakış oldu ve Çağla'nın ayağı sandalyeye takıldı. Belini masanın kenarına çarptı. Hemen hastaneye götürdüm. Fakat bebeği kurtaramamışlardı(Kamil Bey bunları anlatırken hem ağlıyor hem de ağır bir suçluluk duygusu altında eziliyordu.) Doktor Çağla'nın iki gün kontrol altında tutulması gerektiğini söyledi. Fakat Çağla hastaneden kaçmış, işte böyle her şeyin sorumlusu benim...(Kamil Bey her şeyi anlatamamıştı ne yazık ki, anlatamazdı da zaten...)
    -Peki, diyebildi Komiser Rauf sadece.
    Komiser Rauf duydukları karşısında donup kalmıştı. Kısa süreli bu şaşkınlığın ardından birkaç soru daha sormaya karar verdi.
    -Peki, Çağla'nın sevgilisi hakkında ne biliyorsunuz?
    -Bildiğim pek fazla şey yok aslında. Tek bildiğim yetimhanede büyüdüğü.
    -Evlenmelerine karşı olmanızın nedeni bu muydu?
    -Şey, evet buydu.
    Komiser Rauf, Kamil Beyi daha fazla zorlamak istemedi. Zaten yeterince kötü görünüyordu.
    BÖLÜM 6
    24 Ekim-Saat 20.00
    Uyandığında düşüncelerinde karmaşıklıktan kurtulmuştu. Hemen başucunda duran kâğıt parçasına elini uzattı ve bir ismi yuvarlak içerisine aldı. Yataktan kalkıp banyoya doğru yöneldi. Sıcak bir duşun onu rahatlatacağını biliyordu. Duşa girdi, suyu açtı. Suyun o berrak sesiyle yine düşüncelere daldı.
    -22 Ekim -
    “ - Hayatım, bugün babam dönüyor, dedi Çağla.
    -Çok güzel canım, karşılamaya gideceksin değil mi?
    -Hayır, doğrudan eve geçecekmiş, ben de eve gideceğim. Bugün konuşacağım babamla, sende tanışmayı kabul ettiğine göre...
    -Bu kadar çabuk mu?
    -Artık konuşmalıyım yakında karnım iyiden iyiye belli olmaya başlayacak.
    -Peki, tamam
    Bunun üzerine Çağla tarif edilemeyecek bir sevinçle Can'a sarıldı ve hızlı bir şekilde evden ayrıldı. Can yine değişik duygular içerisindeydi.”Baba”. Bu kavram ona o kadar uzaktı ki. Yine geçmişi aklına gelecekti ki içinden bir ses ona “Çağla'nın peşinden gitmelisin.” diyordu. Can da o sese uydu ve Çağla'yı takip etmeye başladı. Çağla'nın ne kadar mutlu olduğu her halinden belliydi. Can bunu bilmesine rağmen içindeki o sese karşı koyamamıştı. Çağla sonunda eve geldi. Ne kadar da mutluydu. Büyük bir sevinçle babasına sarıldı. Can onları pencereden izliyordu, çok rahat da duyabiliyordu.
    -Baba, niye bu kadar geç döndün bu defa?
    -İşlerim uzadı kızım, yapabileceğim bir şey yoktu.
    Çağla, babasıyla konuşuyordu ama o da biliyordu ki bunlar birazdan konuşacaklarının ön hazırlığıydı. Çağla daha fazla dayanamadı ve konuya girdi.
    -Baba, benim sana bir şey söylemem lazım.
    -Söyle kızım.
    -Şey, baba. Daha önce söylemiştim ya sana, bir erkek arkadaşım var diye.
    -Evet.
    -Biz onunla evlenmeye karar verdik.
    -Ne? Daha çocuğu tanımıyorum bile. Ayrıca onun gelip geçici olduğunu sanıyordum ben, öyle dememiş miydin sen?
    Bu sözleri duyan Can, yıkılmıştı. Doğru muydu duydukları?
    -Evet, öyle demiştim ama artık öyle değil.
    Çağla ne kadar büyük bir hata yaptığının farkına varmıştı. Ama artık çok geçti. Çağla babasını tanıyordu. Babasına can'la olan ilişkisinin gelip geçici olduğunu, onunla eğlenmek amaçlı takıldığını, zaten onun ailelerine uygun biri olmadığını söylemişti. Hatta abartıp onun yetimhanede büyüdüğünü bile söylemişti. Böyle yaparak bu ilişkinin devamının olmayacağına babasını inandırmıştı. Çünkü babasının tanıyordu. Diğer insanları alt kademe insan olarak görürdü. Bu düşüncelerinden dolayı da babasını anlamazdı. Hep ona kızardı. Onun bu zaafından yararlanmak istemişti. Ama yanılmıştı.
    -Nasıl öyle değil? Sendin yetimhanede büyümüş bize göre değil, onunla eğleniyorum sadece diyen ne oldu da şimdi evlenme kararı aldın?
    Can halen neler olduğunu anlayamamıştı. Neler oluyordu? Duydukları doğru muydu? Bunlar gerçek olamazdı.
    -Seviyorum baba, o zaman sana öyle demiştim ama şimdi seviyorum.
    -Olmaz Çağla. Duydun mu? Olmaz.
    -Unutamam baba, artık mümkün değil.
    -Ne demek mümkün değil?
    -Hamileyim baba, Can'dan hamileyim.
    -Ne, nasıl olur? Aldıracaksın o bebeği, duydun mu beni?
    -Ne diyordun baba sen? Aldırmak mı?
    -Evet, doğru duydun.
    Arada uzun bir sessizlik oldu. Can yine aşırı terliyordu. Kasları aşırı derecede kasılıyordu. Bir anda gözleri karadı ve dünyası karanlığa büründü...
    Gözlerini açtığında yaklaşık altı saat geçmişti. Neler olduğunu düşünmeye çalıştı. O geçen altı saati hatırlamıyordu. Ama öncesini hatırlıyordu. Hemen kafasını çıkarıp pencereden içeriye baktı. Ne Çağla ne de babası orda yoktu. Can'ın aklına kötü şeyler geliyordu. “Ya Çağla ve babası hastaneye gittilerse, ye bebeği aldırdılarsa.”sonra yine kendi kendine cevaplar veriyordu. “Yok, canım olur mu ya öyle şey? Çağla yapmaz öyle bir şey. Kesinlikle yapmaz.” Bir yandan da “Ya yapmışsa ya bebeğimize kıymışsa.” düşüncesi zihninde dolaşıyordu. Onun için bu sorunun cevabı belliydi. “Böyle bir şey yapmışsa bende onu öldürürüm.” cümlesi zihninin en karanlık odalarını dolaşmaya başlamıştı.
    Bu düşüncelerle farkında olmadan şehir hastanesinin önünde buldu kendini. Hastaneye sakin bir hava takınarak girdi. Danışmadaki genç bayana;
    -İyi günler.
    -İyi günler, nasıl yardımcı olabilirim?
    -Çağla demir'i ziyarete gelmiştim. Odası hangisi acaba?
    -Bir dakika bakayım efendim.
    -Tabii ki, bekliyorum.
    -Doğumhane koridorunda beş numaralı oda.
    -Peki, teşekkür ederim.
    Can'ın kuşkuları iyiden iyiye artmaya başlamıştı. Olamazdı. Çağla böyle bir şey yapamazdı. Bu düşüncelerle koridorda hızla ilerledi. Tam kapıyı açıp içeri girecekti ki, durdu, düşündü. Doğrudan içeriye girip soramazdı. Kafasında bir plan yaptı. Eğer Çağla kürtaj olduysa, doktorun listesinde adı vardır, diye düşündü ve bir plan yaptı. O listeyi alıp bakmalıydı. Doktor kılığına girerek doktorun odasına girmeyi başardı. Şimdi sıra listeyi bulmaya gelmişti. “Çok şanslıyım.” diye geçirdi içinden. Liste tam da masanın üzerinde duruyordu. Sonra bir an kendi kendine “Şanslı mı, ben mi? Bugün karımı ve çocuğumu kaybettim ben. Şans mı bunun adı?” diye düşündü. Liste elinin altındaydı ama bakmaya korkuyordu. Sonunda bütün cesaretinin topladı ve dosyayı açtı, listeyi çıkardı ve aramaya başladı. Fazla aramasına gerek yoktu. Çünkü listenin en üstündeydi ve “yapıldı” anlamına gelen bir ok işareti vardı.
    Bu manzara karşısında Can yıkılmıştı. İnanamıyordu. Nasıl olurdu? Çağla böyle bir şey yapmış olamazdı. Buna kendini inandırmaya çalınıyordu. Ama önündeki liste her şeyi anlatıyordu. Sinirli bir biçimde odadan hızlı bir biçimde çıktı ve hastaneden ayrıldı. Nereye gittiğini bilmeksizin ilerliyordu. Gecenin geç saatlerinde evine döndü ve kendini yatağına attı, öylece yığıldı kaldı.
    Diğer gün sabah kalktığında, ne yapacağına karar vermişti. Evinde yer alan çelik kasaya doğru yöneldi. Kasayı açmak ona çok zor geliyordu. Eli gitmiyordu ama bunu yapmaya karar vermişti bir kere ve yapacaktı. İstemeyerek de olsa anahtarı kilide soktu. Önce küçük kenetlerin tıkırtısını, sonra da metal yuvasında dönen dilin sesini duydu. Kapı hafif bir gıcırtıyla açıldı ve karşısında bir bıçak duruyordu. O bıçak ona bir bıçak olmaktan daha fazlasını ifade ediyordu. Yine terlemeleri artıyordu. Kendi kendine bu defa değil dedi, şimdi değil dedi ve bıçağı aldığı gibi evden ayrıldı.
    Dışarı çıkınca kendine gelmişti. Temiz hava her zaman olduğu gibi bu defa da iyi gelmişti ona. Adımlarına hızlandırıp Çağla ile her zaman gittikleri yere gitmeye karar verdi. Oraya vardığında hiçbir şey düşünemiyordu artık, tek düşündüğü o gece yapacaklarıydı...
    Akşam saatleriydi, Çağla'yı araması gerekiyordu, ama arayamıyordu. Aramalıydı. Telefonu eline aldı ve aradı. Çalıyordu. Can için telefondaki o “dıtt” sesi, işkence gibi geliyordu. Sonunda Çağla baktı ve;
    -Efendim canım. Nerdesin?
    Can hiçbir şey diyemedi, susuyordu.
    -Can orda mısın, dedi Çağla.
    Can konuşması gerektiğinin farkındaydı.
    -Buradayım. Sen nerdesin?
    -Babamın yanındayım canım.
    -Peki, ben her zaman buluştuğumuz yerdeyim, oraya gel tamam mı?
    Çağla cevap veremedi. Hastaneden nasıl çıkabileceğini düşündü. Ama çıkmalıydı. Can ile buluşmaz ise can bu durumdan şüphelenirdi. Bu durumu öğrendiği takdirde neler olabileceğini biliyordu. O yüzden Can'a;
    -Peki, canım geleceğim, dedi.
    -Görüşürüz canım, bekliyorum.
    Can için Çağla'nın gelmesini beklediği süre hayatının büyük bir kısmına eşdeğerdi. Neler yapacağını tekrar gözden geçiriyordu, onu beklerken.
    Sonunda Çağla geliyordu. Sokağın başındaki rampadan aşağıya doğru inmeye başladı. Can ona her zaman davrandığı gibi davranmalıydı. Çağla ona yaklaştıkça onda bir gariplik olduğunu, yorgun göründüğünü fark etti. Sonra kendi kendine ”Tabi yorgun olacak.” dedi. Çağla:
    -Merhaba canım dedi ve sarıldı.
    -Merhaba aşkım, diyebildi Can.
    Son kez sarıldığını bilerek sarıldı ona Can.
    -Dün niye aramadın ben?
    -Dün babamlaydım biliyorsun canım.
    -Evet, biliyorum dedi ve üstelemedi.
    Çağla “Sen niye aramadın beni?” diyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Çağla Can’ın dünle ilgili bir şeyler sormasından korkuyordu.
    Can'ın ise kafası karışmaya başlamıştı bile. Kafasında kurguladıklarını gerçekleştirip gerçekleştirmemek arasında kalmıştı. En son yapmaya karar verdi. O bunu çoktan hak etmişti. O bebeğini öldürmüştü. Hak etmişti...
    Artık Çağla da yoktu. Bu hayatta yapayalnızdı artık...”

    Suyun sıcaklığının artması onun kendine gelmesini sağlamıştı. O günleri düşünmek onu çıldırtıyordu. Ona işkence gibi geliyordu. Ama elinde değildi. Farkına bile varamıyordu. Bir anda kendini geçmişinde buluyordu. Ancak şoktan çıkınca farkına varabiliyordu. Eskiden ailesiyle ilgili şeylerde ara ara oluyordu. Bu yüzden de doktora gitmeye ihtiyaç duymamıştı. Şimdi ise iyiden iyiye sıklaşmaya başlamıştı...
    BÖLÜM 7
    24Ekim- Saat 16.00
    Komiser Rauf, Kamil Bey gittikten sonra düşünmeye devam ediyordu. Kafasındaki soru işaretlerini bir bir sıraladı.
    1. Çağla'nın erkek arkadaşı kim ve nerede?
    2. Ölümünden iki gün öncesi çocuğunu düşürmesi ve hastaneden kaçması tuhaf değil mi?
    3. “Tek bildiğim yetimhanede büyüdüğü” Bunu nasıl öğrenmişti?
    Kafasında bunun gibi birçok soru işareti vardı. Hepsi cevaplanmayı bekliyordu. Komiser Rauf tam da bu soru labirentinde kaybolmak üzereyken, genç polis memuru Ahmet hararetli bir şekilde odaya daldı. Komiser Rauf “Neler oluyor?” der gibi baktı. Ahmet derin bir soluk alarak konuşmaya başladı.
    -Amirim, cinayet hakkında yeni bir gelişme var.
    -Neymiş o?
    -Şehir hastanesinden gelen rapora göre; Çağla Demir kürtaj olmuş.
    -İyi de Ahmet Çağla bebeğini düşürmemiş miydi?
    -Evet efendim. Dün gelen rapora göre öyleydi. Ayrıca maktulün babası da öyle demişti. Ama raporda öyle yazıyor. Buyurun, isterseniz siz kendiniz bakın.
    Komiser Rauf, raporu aldı ve kendisi incelemeye başladı. Ahmet haklıydı. O rapora göre Çağla çocuğunu düşürmemiş, aldırmıştı. Bu durum doğru olamazdı ki, gelen adli tıp raporuna göre çocuğu düşürmüştü. Yanılmış olamazlardı. Çünkü raporu birkaç saat önce teyit ettirmişti. O halde hastane raporunda bir sorun olmalıydı. Bu düşünceler kafasında gezinirken Ahmet’e;
    -Kamil Demir'i tekrar şubeye getirin. Tekrar sorgulayacağız.
    -Peki, efendim.
    Komiser Rauf, Ahmet odadan ayrıldıktan sonra düşünmeye devam etti.
    “Adli tıpın raporunda bir sorun olmadığına; sorun nerede? Kamil bey mi yalan söylüyordu.”
    Aradan birkaç saat geçmişti ki Kamil Bey şubedeydi. Ahmet kapıyı tıklatıp içeri girdi. Kamil Bey'in şubede olduğunu söyledi. Komiser Rauf odadan hızlı adımlarla çıkıp, sorgu odasına doğru yöneldi. Kapıyı açıp içeri girmeden ne yapacağını düşündü. Artık bu olay çözülmeliydi. İçeri girdiğinde Kamil Bey' e şöyle bir baktı. Haline acıdı. Gözlerinin altı karamıştı. Gözleri kan kırmızısı idi. Ama buna mecburdu, onu sorgulamalıydı.
    Kamil bey komiseri beklemeksizin atıldı.
    -Bir gelişme mi var?
    -Evet, bir gelişme var.
    -Ne oldu? Buldunuz mu kızımın katilini.
    -Hayır, ama daha farklı bir gelişme var elimizde.
    -Nasıl yani?
    -Kızınız şehir hastanesine mi kaldırmıştınız?
    -Evet, niye sordunuz?
    -Kızınız bebeğini düşürmüştü değil mi?
    Kamil bey, bu soru üzerine şaşırmıştı. Ama artık önemli değildi, öğrenseler ne olurdu ki?
    -Evet, düşürdü. Size anlatmıştım neler olduğunu.
    -Kamil bey siz diyorsunuz ki Çağla bebeğini düşürdü. öyle mi?
    -Evet.
    -Peki, benim anlayamadığım birkaç nokta var.
    Kamil Bey'in etrafında Birkaç tur attıktan sonra konuşmaya devam etti.
    -Siz diyorsunuz kızım bebeğini düşürdü. Adli tıp Çağla bebeğini düşürdü,diyor. Peki, niye şehir hastanesi kürtaj diyor? Bu işle sizin ilginiz var mı?
    Sinirlendiği her halinden belli olan komiser, Kamil Bey'e;
    -Anlatın bana, her şeyi anlatın, dedi
    Kamil bey, anlatmaya karar verdi ve başladı.
    -Çağla'yı hastaneye kaldırdığım da korkmuştum. Ama doktor sadece bebeğini kaybettiğini ve hayati bir tehlikesinin olmadığını söyleyince rahatladım ve kızımın geleceği için bir şeyler yaptım.
    Bu söz üzerine komiser Rauf çıldırdı. Hiddetli bir sesle;
    -Gittin doktorla konuştun ve kızının kürtaj yaptırdığına dair bir rapor hazırlamasını söyledin öyle mi?
    -Evet, diyebildi Kamil Bey sadece.
    -Peki, niye
    Kamil Bey'in konuşmasına izin vermeden kendi sorusunu yanıtladı Komiser Rauf.
    -Dur, ben söyleyeyim. Tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Raporu hazırlatıp kızının erkek arkadaşına verecektin. Böylece çocuk kızından soğuyacak, evlenmelerine engel olmuş olacaktın öyle mi?
    Yine sadece bir “Evet” diyebildi Kamil Bey. Komiser Rauf sinirden ne yapacağını şaşırmıştı.
    -Çağla'nın erkek arkadaşıyla ilgili ne biliyorsan anlat çabuk bana!
    -Tek bildiğim yetimhanede büyüdüğü onu da kızım söylemişti.
    Komiser Rauf iyiden iyiye kontrolünü kaybediyordu artık. Kamil Bey'e;
    -Sen nasıl bir adamsın ya kızının evleneceği adam hakkında bildiğin tek şey bu mu yani?
    Kamil Bey Hiçbir şey diyemiyordu. Sinirlenen Rauf kendini sorgu odasından dışarı attı. Odasına gitti, koltuğuna yaslandı. Sakinleşmeye çalıştı. Çağla'nın sevgilisine ulaşmalıydı. Onu bulmalıydı, olayın onda çözüleceğini biliyordu. Nasıl oluyordu da kimse bu adamı bilmiyordu.
    Günün bu yoğunluğunu şubede bırakıp eve gitmeye karar verdi. Şubeden ayrılıp arabasına doğru yol aldı.
    BÖLÜM 8
    24 Ekim- Saat 20.30
    Duşa girmek ona iyi gelmişti. Rahatlamıştı. Salona doğru yürüdü, masasına oturdu. Önünde bir liste bir de bıçak... Listeye baktı ve düşündü. Birkaç saat sonra yapacaklarının dün yaptıklarından farkı olacak mıydı? Artık olmayacaktı. Onlar hak ediyordu ölmeyi...
    Bu karmaşık düşüncelerini toparlayıp listeye baktı tekrar ve bir ismi yuvarlak içerisine aldı. Yuvarlak içine aldığı kişiyi hiç tanımıyordu. Tek bildiği dün şehir hastanesinin doğumhanesinde olmasıydı ve tabi ki elindeki listede olmasıydı...
    Yuvarlak içine aldığı isime ve ona ait olan adrese baktı. Artık harekete geçme vaktinin geldiğini düşündü. Havanın soğuk olacağını düşünerek kabanını üzerine aldı ve yola koyuldu. Tabii ki de onun için en önemli parçası olan bıçağını da unutmamıştı..
    BÖLÜM 9
    25 Ekim- Saat 06.30
    Komiser Rauf, sabah erken saatlerde çalan telefonla uyanmıştı. Arayan polis memuru Ahmet'ti. Ahmet'in anlattığına göre yine bir cinayet vakası vardı. Rauf, apar topar üzerini giyinip, arabasına atladığı gibi cinayet mahalline yönelmişti. İçinden bir ses bugünün hareketli geçeceğini söylüyordu.
    Arabasıyla köşeden döndüğünde karşısında hiç de azımsanmayacak bir kalabalık vardı. Arabadan ağır ağır indi. Güvenlik şeridine doğru yaklaştı. Polis memurlarına verdiği ilk talimat kalabalığı dağıtmaları olmuştu.
    Komiser Rauf'un geldiğini gören polis memuru Ahmet, ona doğru yaklaştı ve cinayetle ilgili bilgiler verdi. Bunun üzerine Komiser Rauf maktule daha yakından bakmaya karar verdi. Güvenlik şeridini aşıp, üzeri gazeteler ile örtülmüş maktule yaklaştı. Gazetelerden maktulün başını örteni kaldırıp, maktulün yüzüne baktı. Maktul, yirmili yaşlarda, güler yüzlü, kısa saçlı, beyaz tenli güzel bir bayandı. Yüzünde ve boynunda herhangi bir darp izi yoktu. Kurbanı incelemeye devam eden Komiser Rauf, gördüğü manzara karşısında irkildi. Kurban, karnına aldığı iki bıçak darbesiyle can vermişti. Dün gerçekleşen cinayetin neredeyse tıpatıp aynısıydı. Bu durum kafasında bir soru işaretinin oluşmasına neden olmuştu. Acaba iki cinayetin birbiriyle ilgisi olabilir miydi? İki cinayetinde faali ayni kişi miydi? Bu sabahki içindeki sesin onu yanıltmadığını anlamaya başladı. Bugün gerçekten uzun olacaktı...
    BÖLÜM 10
    25 Ekim- Saat 01.00
    Can, evine doğru yol alırken içinde bir huzursuzluk vardı. Ama bu durum yine çok fazla sürmedi. Kendini toparladı ve yine kendi kendine “Onlar bunu hak ediyorlar.” demeye başladı.
    Bu düşünceler içerisinde merdivenleri çıkıyordu. Evine girip her zaman yaptığı gibi ilk işi mutfağa gitmek olmuştu. Karnını doyurduktan sonra salonda yer alan masasına yöneldi ve oturdu. Elini cebine attı ve kendinden bir parça olarak gördüğü bıçağı çıkardı ve masaya koydu. Bıçağa bakarken yine aynı şeyler olmaya başlıyordu. Terlemeleri artıyordu. Kasılmaları artıyordu..

    -15 yıl önce -
    Can, yatağında yatıyordu. Odasının penceresinden içeriye sızan güneş, gözlerini ovuşturmasına neden oluyordu. Bunun üzerine yataktan kalktı ve annesinin yanına gitti. Annesi mutfaktaydı. Kahvaltı hazırlıyordu. Annesine arkadan gizlice yaklaştı ve “günaydın” diye bağırdı. Annesi çok korkmuş olmalıydı ki Hiçbir şey diyemedi. Ama Can birazdan olacakları biliyordu. Bu yüzden olmalı ki kendini kaçmaya hazırlamıştı. Can'ın annesi -Kezban Hanım- tezgâhta duran oklavayı aldığı gibi Can2ı kovalamaya başladı. Evin içinde süren bu kısa kovalamaca onlar için belki de son eğlenceli şeydi ama onlar bundan habersiz idi.
    Bu güzel kovalamacadan sonra kahvaltı masasına oturdular. Can;
    -Anne, babam nerede?
    -Sabah erken çıktı.
    Kezban Hanım Can'a yine yalan söylemişti. Can on yaşında olmasına rağmen; çevresini çok iyi gözleyebilen, çevresindekileri yorumlayabilen bir çocuktu. Can'ın söylediği bu yalan inanmadığını biliyordu. Ama yapabileceği herhangi bir şey yoktu. Can'ın babası – Osman Bey- dün gece eve gelmemişti. Kezban Hanım içinden “eve gelmemesi gelmesinden iyidir.” diye düşündü. Çünkü geldiğinde ya kendisini döverdi ya da Can'ı. Her geldiğinde böyle bir olayla karşılaşması Can'ın psikolojisini alt üst etmişti. Okulunda arkadaşlarıyla sürekli kavga ediyordu, bu yüzden öğretmeni sık sık Kezban Hanımı okula çağırıyordu.
    Kahvaltısını bitiren Can yine kendini dışarı atmıştı. Evde kalmayı pek sevmiyordu.
    Can yine bir günü sokakta geçirmişti. Ama bugün çok geç kalmıştı. Can babasından çok korkardı. Her zaman babası eve gelmeden eve gelmeye çalışırdı.
    Nedendir bilinmez Can o gün eve geç kalmıştı. Koşa koşa eve geldi. Tam zile basacaktı ki içerden gelen sesleri duydu. Sesin sahibi annesiydi. Bağırıyordu.
    -Yapma Osman, lütfen yapma...
    -Sus be kadın! Bu çocuk nerede? Hep sen yüz verdin ona.
    -Ne ilgisi var çocuk dışarıda gelir birazdan.
    Can babasının yine sarhoş olduğunu anladı. Korktu içeriye girmeye. Kapıyı dinlemeye devam etti. İçerideki bağırmaların şiddeti gitgide artıyordu. Babası küfürler yağdırıyordu annesine. Fazla bir zaman geçmemişti ki içeriden acı bir çığlık yükseldi. Bunun üzerine can içeri girmek istedi ama korktu, bekledi. Aradan çok zaman geçmemişti ki içeriden bir el silah sesi duydu. Bunun üzerine Can kendini bir anda içeride buldu. Ama keşke girmez olaydı, içeride annesinin yerde hareketsiz bir biçimde uzanan bedenini gördü. Annesine sarıldı, bağırdı, çağırdı ama ne çare o artık yoktu, ölmüştü. Bir anda aklına babası geldi ve odalara bakmaya başladı. Salona girdiğinde masanın üzerinde babasını gördü. Babasına bağıra bağıra onun üzerine yürüdü. Annesini öldürmesinden ötürü ona olan öfkesi bunları yaptırıyordu. Babasına vuruyordu, bağırıyordu ama hiçbir tepki yoktu. En son vurduğu yumruk çok sert olmalıydı ki sandalyeden ve onun için ikinci acı gerçek de ortaya çıktı. Babası kafasına sıktığı tek kurşunla kendisini öldürmüştü. Can şok üstüne şok yaşıyordu. Bunun üzerine hemen annesinin yanına koştu. Ona sarıldı. Ona dikkatlice baktı. Karnında iki yerde bıçak darbesi vardı. Can kalktı, annesinin karnına saplı olan bıçağı çıkardı, aldı ve kaçtı...”

    Bir anda irkildi ve kendine gelmişti. Kendine geldiğinde elinin içinde hafif bir yanma hissetti. Bıçak eline batmıştı ama farkına bile varmamıştı. Bıçağa tekrar tekrar bakıyordu. Onun için o bıçak çok değerliydi. Geçmişinden, annesinden, babasından kalan tek şey oydu. Onun bir parçasıydı artık o...
    BÖLÜM 11
    25 Ekim- Saat 12.00
    Komiser Rauf elinde duran rapora bakıyordu dikkatlice.
    Adı: Gizem
    Soyadı: Yiğit
    Doğum Tarihi: 3 Mart 1973 ....
    Rapora bakındıktan sonra Ahmet'i çağırdı yanına
    -Var mı yeni bir şeyler Ahmet?
    -Evet, amirim. Az önce adli tıp raporu geldi. Buyurun, dedi ve raporu uzattı.
    Raporu alan Komiser Rauf, kendi kendine konuşmaya başladı. Ahmet'in odada olduğunu unutmuş gibiydi hatta.
    Adli tıp raporuna göre cinayet saat 01.00 civarında işlenmiş. Kurbanın vücudunda herhangi bir herhangi bir boğuşma ya da darp izi yoktu rapora göre, kurban karnına aldığı iki bıçak darbesiyle öldürülmüştü.
    Raporu biraz daha karıştırdı. Belki bir ayrıntı bulurum umuduyla. O aradığı ayrıntıyı bulmuştu sonunda. “işte bu” diyerek sevindi. Bunu gören Ahmet hem şaşkın hem de heyecanlı bir şekilde;
    -Ne oldu amirim, neyi buldunuz?
    -Kurban yani Gizem de tıpkı dün öldürülen Çağla gibi hamileymiş, fakat bebeğini aldırmış. Ancak gizem gerçekten kürtaj olmuş.
    -Yani bundan bu cinayetlerin ikisinin bağlantılı oluğunu mu anlamalıyız amirim?
    -Tam üstüne bastın. Aynen öyle, en azından şimdilik öyle olduğunu düşünüyorum. Bakalım gerçekten öyle mi?
    Arada oluşan sessizliği Komiser Rauf bozdu.
    -Ahmet, şehir hastanesini ara, son 3 gün içinde kürtaj yaptıranların isimlerini al.
    -Tamam efendim, hemen arıyorum.
    Ahmet odadan çıktıktan sonra Komiser Rauf yine derin düşüncelere daldı. Eğer bu iki cinayet arasında bir bağlantı varsa gerçekten büyük bir sorunla karşı karşıya kalmışlar demekti. Bu, cinayetlerin devamının geleceğinin göstergesi olurdu...
    BÖLÜM 12
    25 Ekim- Saat 20.30
    Derin bir uykudan uyanan Can, yatağından kalktı ve duşa girdi. Duş her zaman rahatlatırdı onu yine aynısı olmuştu. Vücudunda bir gevşeme olmuştu. Rahatlamıştı.
    Duştan çıkıp salona geçip masasına oturdu. Önünde bir bıçak, bir de liste... Listeye baktı, bugünkü kurbanı kimdi? Onu öğrendi. Artık sıradan gelmeye başlamıştı. Bir görev gibi geliyordu ona artık. Ha iki ha üç ha dört diyordu. Onlar ölmeyi hak ediyordu...
    BÖLÜM 13
    25 Ekim- Saat 17.00

    Komiser Rauf, heyecanla hastaneden kürtaj yaptıranların listesini getirmesini bekliyordu. Onu beklerken de boş durmuyordu. Adli tıptan iki kurbanın karnında yer alan bıçak darbelerinin büyüklükleriyle ilgili ayrıntılı bir rapor istemişti. Polis memuru Ahmet, kapıyı çalıp içeri girdi.
    -Evet Ahmet var mı bir şey?
    -Evet, amirim. Adli tıptan istemiş olduğunuz araştırma raporu geldi.
    -Ver, bakayım, dedi Rauf.
    Rapora dikkatlice baktıktan sonra;
    -Aynı mimarın elinden çıkan iki şaheser gibi, dedi Rauf.
    Ahmet şaşkınlıkla, ne olduğunu anlamaya çalıştı.
    -Nasıl yani amirim?
    Komiser Rauf bir süre soruyu yanıtlamadı. Ardından şöyle dedi:
    -Şöyle ki Ahmet, sence Çağla ile Gizem’in ortak yönü neydi?
    -İkisinin de karnından bıçaklanması.
    -Ayrıca ikisinin de kürtaj olması.
    -Ama amirim, Çağla olmamış ki, düşürmüş. Babası her şeyi anlatmıştı.
    -Evet, öyle ama katil bunu bilmiyor. Tahminime göre katil kürtaj listesine göre seçiyor kurbanlarını. Çağla ve Gizem de o listedeydi sanırım.
    Komiser Rauf sinirli bir şekilde;
    -Nerede kaldı bu liste, tekrar arayın şu hastaneyi!
    -Aradık efendim birazdan elimizde olacak.
    Komiser Rauf tekrar şöyle dedi;
    -Aynı mimarın elinden çıkan iki şaheser gibiler.
    Ahmet bu defa anlamıştı. Her iki cinayeti de aynı kişinin işlediğinden artık eminlerdi. Odadan çıktı.
    Çağla ve Gizem’in karnındaki bıçak yaraları aynı büyüklükteydi ve şakileri de aynıydı, rapora göre her iki cinayet de aynı bıçakla işlenmişti. Komiser Rauf cinayetleri çözmüştü. Artık sıra katili bulmaya gelmişti. Bu işin çok zor olmayacağını düşünüyordu. Çünkü katil çok acemiydi, çok delil bırakıyordu. Sadece bir liste üzerinden ilerliyordu. O liste eline geçtiği takdirde üçüncü cinayet gerçekleşmeden katili yakalayabilmeyi umuyordu.
    Polis memuru Ahmet, tekrar odaya geldiğinde, bu kez elinde hastane listesi vardı. Komiser Rauf, hemen aldı ve okumaya başladı.
    -Çağla Demir, Gizem Yiğit, Büşra Şahin…
    Listenin geri kalanını okuyamamıştı, donup kalmıştı. Son isim ona o kadar tanıdık gelmişti ki. Tabiî ki tanıdık gelecekti, o onun kızıydı. Eli ayağı boşanmıştı. Nasıl olurdu? Onun kızı “Büşra’sı” kürtaj mı olmuştu. Buna inanamıyordu, olamazdı böyle bir şey
    Polis memuru Ahmet ne olduğunu anlayamamıştı. Dayanamayarak sordu.
    -Efendim ne oldu?
    Komiser Rauf, cevap veremedi. Aradan biraz zaman geçtikten sonra kendini toparlaması gerektiğinin farkına vardı. Eğer acele etmezse kızını kaybedebilirdi. Hayattaki tek varlığı kızıydı. Onu kaybedemezdi. Hemen kızını aradı, ama bakmıyordu. Bakmalıydı. Çünkü bugünkü kurban oydu. Ne yapacaktı? Çıldırmak üzereydi. Olanları merakla anlamaya çalışan Ahmet'e anlatmaya karar verdi. Çünkü sağlıklı düşünemiyordu. Belki onun bir yardımı dokunurdu.
    -Ahmet, cinayetler bu listeye göre işleniyor, değil mi? Elimizdeki en büyük delil şu anda bu.
    -Evet, amirim yaptığımız çıkarımlara göre öyle.
    -O halde, ne yazık ki üçüncü kurban benim kızım.
    Ahmet ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sadece ağzından “Nasıl yani?” sözcükleri döküldü.
    -Evet, Ahmet, doğru duydun. Benim kızım da o hastanede kürtaj yaptırmış. Ama bundan daha önemlisi, eğer katil bu listeye göre ilerliyorsa, sıradaki kurban benim kızım.
    Ahmet olayın ciddiyetinin farkına varmıştı. Neler yapabileceklerini düşünmeye başladı. Uzun bir sessizlikten sonra ilk şok atlatıldı.
    -Peki, amirim ne yapacağız böyle beklemeyeceğiz herhalde?
    -Bilmiyorum, arıyorum Büşra’yı ama bakmıyor.
    Komiser Rauf iyiden iyiye yıkılmıştı. Artık kendini kaybetmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Onu teselli eden Ahmet olmuştu. Ahmet diğer şubelere de haber vermiş, Büşra’ya ulaşmaya çalışıyorlardı. Aynı zamanda Ahmet düşünmeye devam ediyordu ve bulmuştu da Ahmet, amirinin ne kadar kötü durumda olduğunu görüyordu. Ama biliyordu ki o çok iyi bir polisti. Bu düşünceyle amirine şu soruyu yöneltti.
    -Amirim, sizce katil kurbanlarına nasıl ulaşıyor? Onları nasıl buluyor?
    -Çok basit, listede adresleri var. Zaten cinayetler kurbanların evlerinin yakınlarında gerçekleşiyor.
    Bunu dedikten sonra Ahmet ve Komiser Rauf odadan koşarak çıktılar. Hemen arabaya atladılar, Komiser Rauf’un evine yöneldiler. Pek fazla zamanları kalmamıştı. Çünkü gitgide katilin cinayetleri işledikleri saate yaklaşıyorlardı…
    BÖLÜM 14
    25 Ekim- Saat 22.00
    Önünde yürüyen kıza baktı. Çok güzeldi, masum görünüyordu ama masum değildi. Eğer masum olsaydı, bebeğini öldürmezdi. Bu düşüncelerle kurbanını takip etmeye devam etti. Köşeyi döndüklerinde bitirecekti, bu işi. Fazla uzatmaya niyeti yoktu. Zaten sokaklar bomboştu, kimse yoktu. Köşeyi döndüklerinde hafiften yaklaştı ve ılımlı bir ses tonuyla;
    -Pardon bakar mısınız?
    Büşra ilk önce korktu, cevap vermek istemedi ama nedendir bilinmez Can’a dönüp;
    -Evet?
    -Özür dilerim korkuttum galiba ama şu adresi soracaktım.
    Büşra adresi aldı ve adrese baktı. Adresi tarif etmeye başladı. Bu arada Can elini cebine soktu ve cebinde bıçağı kavradı. Ama olmuyordu. Yapamıyordu. Daha öncekiler çok kolay olmuştu. Bu esnada Büşra;
    -Beyefendi, duyuyor musunuz beni?
    Can silkelendi ve şöyle dedi;
    -Evet, duyuyorum, ama tam anlayamadım, rica etsem bir daha anlatabilir misiniz?
    Büşra karşısındaki kişinin bu denli kibar olmasından etkilenmiş olmalı ki adresi tekrar tarif etmeye başladı.
    Can kendini toparlamış, yapmaya karar vermişti. Yapacaktı, o bunu hak ediyordu. Bu düşüncelerle bıçağı tekrar kavradı. Cebinden çıkardı. Bıçak tam Büşra’nın karnına doğru yönelmişti ki, bir el silah sesi duyuldu ve sırtında yanma hissetti. Tıpkı 15 yıl önce olduğu gibi bugünde annesinin o çığlıklarını duyuyordu. O çığlıklar arasında yere yığıldı. Hafiften gözleri kapanmaya başladı. Karşısında annesi vardı artık. Onu çok özlemişti. Ona kavuşuyordu artık. Özlem bitiyordu. İçinde inanılmaz bir mutluluk vardı. Elindeki bıçağa baktı. Annesinden, babasından kalan tek şey oydu. Artık o da yoktu. Eli artık onu taşıyamıyordu. Elinden kayıp gitti. Artık gitme vakti gelmişti. Annesine kavuşuyordu. Beklediği zaman gelmişti.
    Komiser Rauf ve Ahmet koşarak geldi. Büşra’ya sıkı sıkı sarıldı.
    BÖLÜM 15
    26 Ekim-Saat 10.00
    Komiser Rauf yine merkezdeydi. İki gün içinde yaşadıkları onu çok yormuştu. Polis memuru Ahmet içeri girdi.
    -Amirim, katil yani Can kurtarılamamış, ölmüş. Ayrıca yaptığımız araştırmaya göre, Can yetimhanede büyümüş. On yaşlarındayken, babası önce annesini sonra da kendisini öldürmüş. O gün can evden kaçmış. Kullanmış olduğu bıçak da babasının annesini öldürdüğü bıçak. Ayrıca ilk kurban olan Çağla’nın sevgilisi de Can. Tahminimize göre Çağla’yı kürtaj olduğu düşüncesiyle öldürmüş.
    Bunları zaten tahmin eden Komiser Rauf’un içinde duyduğu üzüntü daha da artmıştı. Kafasındaki bütün soru işaretlerinin cevabını bulmuştu. Tek bir tanesini bulamamıştı,bulamayacaktı da. Gerçekten suçlu Can mıydı?
    SON














      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 9:12 pm