Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    GECİKMİŞ MUTLULUK

    avatar
    01001060036


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    GECİKMİŞ MUTLULUK Empty GECİKMİŞ MUTLULUK

    Mesaj  01001060036 Cuma Ara. 24, 2010 3:09 pm

    GECİKMİŞ MUTLULUK
    Yaşamı boyunca bu denli anlayamayacağı ve farkına varamayacağı bir şekilde anlamıştı var olduğu çevrenin ve yaşamış olduğu hayatın bu kadar anlamsız ve değersiz olduğunu. Daha dünyada var olan, ailesi dışındaki güzelliklere, ulaşamayan ve o güzellikleri göremeyen bir çocuğun dünyada tek varlığı olan ailesini boşlukta olduğu bir zamanda kaybetmesi onun için ne kadar acı vericidir ki bunu cümleler de değil ancak o çocuğun Mustafa’nın ailesiz ve bütün güzelliklerden yoksun hayatına bomboş ve masumca olan bakışlarından anlayabilirdik belki de. Bir çocuğun yaşayabileceği en büyük acıydı evde anne ve babasını gece geç saatlere kadar bekledikten sonra uykusuzluğa dayanamayıp uyuduğu uykudan anne ve babasının ölüm haberini alan yakınlarının çığlık ve feryatlarıyla uyanıp ailesinin bir trafik kazasında öldüğü haberini almak. Mustafa daha çok küçüktü ve belki de anne ve babası yaşıyor olsaydı, yakın bir zamanda sekizinci yaş gününü kutlayacaktı bundan önceki yaş günlerindeki gibi şen şakrak şekilde her şeyin tozpembe göründüğü bu hayatta. Ama Mustafa o gece halasının o amansız çığlık ve feryatlarını hayatında asla unutamayacağı bir şekilde işitmiş ve iliklerine kadar hissetmişti o anda yaşanan korku verici durumun yaşattığı acıyı ve üzüntüyü. Belki de o ana kadar hayatının her köşesinde her dakikasında yer edinmiş ailesinin vermiş olduğu güven, sevgi ve şefkatle hayat ona hep günübirlik eğlencelerden ve yaşantılardan ibaretti ama o hissedilen acı, hayatın o tozpembe görünen tarafını tüm güzelliklerini rüzgarda savrulan yapraklar gibi bir anda savuruvermişti. Mustafa artık bir çocuk için yaşanılması ve hissedilmesi gereken sevgi, şefkat ve güven duygusundan yoksun kalmıştı. Yalnızdı çaresizdi ve büyük bir boşluktaydı. Yedi yaşındaki bir çocuğun anlayamayacağı ve hissedemeyeceği acı ve üzüntüydü, ama o an her şeyin farkındaydı Mustafa yaşanan hüznün ve içinde olunan umutsuzluğun.
    Safiye hanımın ve Ali Rıza beyin kaza geçirdiği haberi akşam saatlerinde gelmişti. Mustafa her zaman ki gibi yine okul çıkışında babasının gelip onu okuldan alacağı heyecanı ve mutluluğuyla son derse gayet sevinçli ve mutlu bir şekilde girmişti. Her şey Mustafa için normaldi yaşanan gün ve her zamana tekrarlanan günübirlik olaylar. Zil çaldı ve Mustafa yine her zaman yaptığı gibi önce yanındaki ve çok sevdiği Ayşe’ye sonra öğretmenine hoşça kal deyip sınıftan ayrıldı ve babasını okulun çıkışında arabada beklerden görecek olmanın vermiş olduğu heyecanla hızlıca kendini okul kapısına atıverdi ; ancak her zaman yaşanan o sevinç ve mutluluk bu defa yaşanmadı babasının gelmemesinin vermiş olduğu üzüntü belki de yerini tarif edilmez bir korkuya bırakmış olacak ki gözleri okul kapısına endişeli bir gözle bakıp dalıvermişti uzaklara. Herkes okuldan ayrılmıştı ama Mustafa hala okul dışında öylece duruveriyordu. En çok sevdiği ve değer verdiği arkadaşı Ayşe’nin yanından geçip gitmesini bile fark etmemişti. En nihayetinde okul tamamen boşalmıştı Mustafa’nın hala okul bahçesinde kaldığını gören öğretmeni pencereden Mustafa’ya seslendi ama Mustafa hala babasının gelmemiş olmasının vermiş olduğu şaşkınlık, üzüntü ve korkuyla öğretmenini duymamıştı. Öğretmeni Necla Hanım Mustafa’nın kendisini duymamasının ardından okul bahçesine inip Mustafa’nın yanına gitti:
    - Mustafa evladım okuldan neden hala çıkmadığını öğrenebilir miyim?
    Mustafa içinde bulunduğu karmakarışık duyguların kendisini sürükleyip derin düşüncelere daldırdığı durumdan öğretmeninin sesiyle irkilip:
    - Babam gelmedi öğretmenim hiç böyle yapmazdı onu bekliyorum.
    Necla öğretmen Mustafa’nın garip ve düşündürücü bakışlarını fark etmişti. Mustafa’nın elinden tutup;
    - Gel içeri gidelim evladım babanı ararız belki seni okuldan almayı.
    Mustafa kendisini okuldan almasını unutmasına ihtimal dahi vermiyordu. Necla öğretmenine dönüp;
    - Öğretmenim babam beni okuldan almayı kesinlikle unutmaz. Mutlaka gelecektir ben onu bekleyeceğim burada.
    Necla öğretmen Mustafa’nın bu tavırlarına anlam verememişti. Mustafa’ya tekrar söyleyişlerde bulunup okulun içine götürdü. Hemen telefona sarılıp babasını aradı; ancak telefona cevap veren yoktu. Mutlaka birilerine ulaşıp Mustafa’nın durumunu aile yakınlarından birine anlatmalıydı. Necla öğretmen Mustafa’nın babasından başka kimi arayabileceği düşünceleri içerisindeyken Mustafa’nın halası aklına geliverdi. Çok önceden tanışmıştı Mustafa’nın halası Sabiha Hanımla. Telefonun tuşlarına hızlıca basıp Sabiha Hanımı arayıverdi. Fakat telefona cevap verecek kişinin bir bayan olmasını beklerken bir erkek sesiyle karşılaşıverdi. Necla öğretmen önce Sabiha Hanımın telefonu olup olmadığını sordu, aradığı numara doğruydu ama Sabiha Hanım hastanede Safiye ve Ali Rızanın acı verici yaralı durumlarından dolayı telefona cevap veremeyip kocasına uzatıvermişti telefonu. Necla öğretmen Mustafa’nın babasının Mustafa’yı okuldan almadığını şu anda okulda yanında olduğunu anlattı. Safiye ve Ali Rıza’nın geçirmiş olduğu kazadan dolayı Mustafa unutulmuştu. Sabiha Hanımın kocası Salih Bey durumu kısaca Necla öğretmene anlatıp sağlık durumları hakkında kısaca bilgi verdi. Tabi ki Necla öğretmenin bu durumu Mustafa’ya söylemesi bir yana, en ufak bir endişe uyandırmadan babasının neden gelip kendisini okuldan almamasını ve şu an nerede olduğunu başka şeyler söyleyip geçiştirmesi lazımdı. Salih de bu durumu Mustafa’ya söylememesini onu eve götürmesini istemişti Necla öğretmenden. Şu anda hastanede olduklarını durumun ciddiyetini anlatıp gelip Mustafa’yı kimsenin alamayacağını belirtmişti. Telefonu kapatıp Mustafa’ya yöneldi belki de Mustafa’ya babasının nerde olduğunu sorduğu andaki o garip duruşuna ve bakışlarına yeni yeni anlam yükledi. O bakışları şu an daha iyi anlıyordu.
    - Anne ve baban ufak bir işlerinden dolayı seni almaya gelememiş ben seni evinize götüreyim.
    Mustafa belki de öğretmenine duyduğu endişe ve korkuyu ilk defa hissettirerek:
    - Anne ve babama bir şey mi oldu? Lütfen söyleyin öğretmenim.
    Necla öğretmen o anda yedi yaşında olan bir çocuğa anne ve babasının trafik kazası geçirdiğini nasıl söyleyecekti. Mustafa’nın bu endişeli sorusuna karşın sakin ve mantıklı bir cevap vermeliydi. Çünkü oda artık Mustafa’nın en başından beri hissettiği endişe ve korkuyu anlamıştı ve bunu bertaraf edip Mustafa’yı sakinleştirmesi gerekiyordu.
    - Mustafa gerçekten önemli bir şey değil ufak bir gecikme sadece.
    Mustafa inanmamıştı. Bunun sadece ufak bir gecikmeden dolayı olduğunu ama belki de öğretmenini kırmamak için Necla öğretmenin kendisini eve götürmesini kabul etmişti.
    Yolda ikisi de konuşmamıştı. Mustafa hala derin düşüncelere dalıp arabanın arka koltuğunda bazen ön cama doğru eğilip yola bakıyordu. Bazen de başını aşağı eğip öylece duruyordu. Necla öğretmen bu durumu fark edip çaba göstererek Mustafa ile iletişime geçmek istedi. Ancak bu çabalar sonuç vermedi. Mustafa hala o garip ruh hali içerisinde suskunluğuna devam ediyordu nihayet eve varılmıştı. Necla öğretmen arabadan inmeden önce kafasında bazı şeyler planlıyordu. Mustafa ile birilerinden haber alıncaya kadar kendisinin mi kalacağını yoksa aile yakınlarından birini çağırıp kendisinin gerimi döneceği konusunda bazı düşünceler içerisindeydi. Arabadan inip Mustafa’nın oturduğu köşenin kapısı açtı ve Mustafa hızlı adımlarla suskunluğunu bozmadan evin kapısına doğru ilerledi; ancak bir sorun vardı yaşanan olayların etkisiyle unutulmuş olacak ki evin anahtarlarını ne Necla öğretmen ne Mustafa nede Salih bey hiç biri düşünmemişti bile. Mustafa kapıya varıp elini kapıya uzattıktan sonra aslında önceden farkına varamadığı ama sorulması gereken soruyu sordu öğretmenine:
    - Öğretmenim peki annem neden babamla birlikteydi? Halam bununla ilgili neden bir şey söylemedi?
    Necla öğretmen biraz afallayıp nihayetinde yine basit cevaplar vererek yaşanan endişeyi dağıtmak zorunda olduğunu bilerek:
    - Hayır! Halen bununla ilgili bir şey demedi ama her halde evinizle ilgili bir sorun için birliktelerdir.
    Mustafa Necla öğretmenin bir türlü kendisini tatmin etmeyen bu cevaplarının ardından sitem edercesine:
    - Öğretmenim o zaman beni buraya neden getirdiniz? Hem eve girebileceğimiz anahtar bile yok.
    Necla öğretmeninde o anda aklına geldiği bu sorun karşısında tek çare olarak Mustafa’nın halası Sabiha hanımı aramaktı. Telefonu eline alıp tuşlara yine hızlıca basıp aradı. Telefona cevap veren yine Salih’ti. Durumu anlatıp şimdi ne yapması gereken hakkında soru sordu. Salih biraz düşündükten sonra Mustafa’nın teyzesi aklına geldi. Necla öğretmene teyzesi Esra hanımdan bahsedip onu eve gönderip Mustafa’nın yanında kalacağını söyleyip telefonu kapattı.
    Mustafa ve öğretmeni kapıda Esra hanımı beklerken bahçe kapısından içeri orta boyda beyaz tenli ve oldukça güzel elbiseler giyinmiş biri giriverdi. Ancak bu bayanın yüzünde beyaz teninden kolayca fark edilen gözündeki kızarıklıklar dikkat çekiyordu. Mustafa teyzesini görürü görmez ona doğru koşup anne ve babasını yine açık bir cevap alamayacağını bilerek de olsa sordu. Mustafa teyzesinin verdiği cevaba şaşırmamıştı. Çünkü teyzesi Esra da Necla öğretmen gibi hep aynı şeyleri söylüyordu. Mustafa teyzesinin elini sıkıca tutup evin kapısına doğru yöneldi. Teyzesi anahtarı çıkarıp eve girdiler.
    Evde yaşanan uzun sessizlikten sonra Necla öğretmen yaşanan olayın etkisiyle unuttuğu bir diğer şeyi de hatırlayıp eve gitmek istediğini belirtti. Çünkü eve gitmediği takdirde belki de Mustafa’nın duyduğu endişeyi yaşayacak olan çocuğu vardı. Esra Hanım Necla öğretmene teşekkür ederek kapıya kadar birlikte gittiler. Bahçe kapısından çıkarken arkasına dönüp kendisini evin kapısına kadar geçiren Mustafa’ya bakıp:
    - Hoşça kal! Mustafa. Sakın üzülme olur mu, önemli bir şey yok.
    Mustafa öğretmeninin gözlerine sert bir bakış atarak sadece teşekkür edip içeri girdi. Esra Hanımda Necla öğretmeni yolcu ettikten sonra içeri girdi. Mustafa hala sessizdi öyle ki kendini tatmin etmeyen cevaplar veren teyzesine artık hiç soru sormuyordu bile.
    Hastanede ki uzun bekleyiş devam ediyordu. Tüm aile yakınları hastanede çaresizce oturup gelecek olan iyi haberleri büyük bir umutla bekliyorlardı. Herkesin umut ettiği iyi haberler alabilmekti ama belki de hepsi yaşanan o vahim kazanın ardından gelecek kötü habere o kadarda şaşırmayacaklardı. Mustafa ve teyzesinin evde sessiz bekleyişleri devam ederken hastanede çoğu kişinin tahmin ettiği kötü haber gelmişti. Aile yakınlarının amansız ve acı verici çığlıkları geceye yakın bir zamanda insanda daima farklı duygular uyandıran belki de çok önceden beri insanların feryat ve figanlarıyla dolu olan hastanenin o soğuk ve ürpertici duvarlarında bir kez daha yankılanmıştı. Mustafa’nın anne ve babası yoktu artık o umutlu bekleyiş sona ermişti. Herkesin aklında artık geride kalan evlatları Mustafa vardı.
    Vakit epey ilerlemişti Mustafa’nın küçük yorgun gözleri anne ve babasını beklemeye daha fazla dayanamadı aklında ki soru işaretleri ve endişeli düşünceleri ile birlikte uykuya dalıvermişti. Herkes bunu Mustafa’ya nasıl söyleyeceklerini düşünüyordu. Ancak Mustafa’nın uzun bir zaman belki de hiçbir zaman unutamayacağı halasının acı dolu feryadını çoktan duyuvermişti uyuduğu odadan. Mustafa her şeyi anlamıştı ama yaşanan olayı tüm açıklığıyla halası Mustafa’ya anlatıvermişti gözyaşları içerisinde. Belki de yapılması gereken buydu Mustafa endişe ve korkularında yanılmamıştı hissettiği, korktuğu şey gerçek olmuştu. Artık yapayalnız ve bir başınaydı bu hayatta. Belki de bu yaşta ki bir çocuğun anne ve babasını kaybettikten sonra hayatta korkak ve ürkek bir ceylan gibi yaşaması beklenirdi. Mustafa’nın o geceki sessizliği ve herkesi şaşırtan o ağır başlı duruşu birçok şeyi anlatıyordu. O gece herkes sessiz ve durgundu sabahın olması bekleniyordu. Bazıları gözyaşlarını tutamıyor bazıları da Mustafa’nın yanında sessiz sedasız bekliyorlardı.
    Nihayet sabah olmuştu uzun, sessiz ve acı dolu bekleyiş son bulmuştu. Günün ilk ışıklarıyla birlikte Safiye Hanım ve Ali Rıza Bey için son görev yapılmıştı.
    Gün herkes için kasvetli ve sıkıcıydı ama insanın içine sıkıntı veren bu havada akılda olan önemli bir soru daha vardı Mustafa’nın anne ve babasız bu koca evde tek başına yaşayamayacağına göre nerde kalacağı sorusuydu. Bu konuyu Mustafa’nın yakınlarının kendi içlerinde düşünmeleri bile onları vicdanen rahatsız ediyordu belki de ama gerçek olan bir şey vardı kimsesiz, anne ve babasından kendisine maddi anlamda hiçbir şey kalmayan daha yedi yaşında bakıma ve sevgiye ihtiyaç duyan bir çocuk vardı. Akla ilk gelen tabi ki Esra teyzesiyle Sabiha halasıydı ancak halası ve teyzesi Mustafa’ya bakabilmek için gerekli olan şartların var olup olmadığı hakkında düşünüldüğünde Mustafa’nın bu kişilerin yanında kalamayacağı anlaşılıyordu.
    Safiye Hanım ve Ali Rıza beyden de Mustafa’ya maddi katkı sağlayacak hiçbir şey kalmamıştı. Geriye sadece bir seçenek kalıyordu oda hiç kuşkusuz Mustafa’nın belki de daha rahat edebileceği kendi akranlarıyla kalabileceği yer olan insanı daima ürperten ismi duyulduğunda hep acı hatıraların akılda canlandığı yetiştirme yurduydu. Mustafa’yı böyle bir yere verme konusunda yakınları çok düşünmüştü. Yedi yaşında bir çocuğun böyle bir durumdayken acı hatıralarla dolu kendisi gibi kimsesiz minicik yüreklerin kaldığı yurtta yapayalnız kalacaktı. Bu hem aile yakınları için hem de Mustafa için zor bir durumdu. Her şeye rağmen yine de karar verilmişti. Mustafa yetiştirme yurdunda kalacaktı.
    Hazırlıklara başlanmıştı gereken işlemler yapılıyor bir taraftan da bu durum Mustafa’ya anlatılıyordu. Mustafa yetiştirme yurdunda kalacağını öğrendiğinde hepimizin aklına acı ve hüzün dolu bir yer geldiği gibi Mustafa da ilk duyduğunda yurt hakkında benzer şeyler düşünmüştü. Bu yüzden çok düşünceli ve endişeliydi.
    Her şey tamamlanmıştı Mustafa ertesi sabah yurda gidip yerleşecekti. Bir çocuğun belki de ailesi yanındayken yapamadığı, hayal ettiği ama gerçekleştiremediği birçok şeyi geride bırakıp bu acımasız ve hüzün dolu bir yaşama merhaba diyecekti. Yedi yaşında ki bir çocuk için bugüne dek dediği tüm merhabalar neşe doluydu belki de ama bu, bugüne kadar ki en soğuk ve en kötü merhabalardan biri olacaktı.
    Sabah olmuştu Mustafa’yı halası uyandırmıştı bu sabah onun için hayatında yaşadığı ve yaşayacağı farklı sabahlardan biriydi. Salih Bey arabayı evin kapısına getirmişti. Halası Mustafa’nın eşyalarını hazırlayıp evin kapısına kadar getirdi. Salih Bey eşyaları alıp arabaya yerleştirirken Mustafa yüreğindeki tarifi imkansız acıyla son kez her köşesi ailesiyle geçirdiği bir çok hatırayla dolu olan evine gözyaşlarını tutamayarak baktı. Salih Bey yedi yaşındaki bir çocuğun bu kadar acı çekmesine daha fazla dayanamayıp Mustafa’yı arabaya bindirdi halası gözyaşları içerisinde arabanın arkada camından evine ve kendisine bakan Mustafa’ya el salladı.
    Yolun yarısı gidilmişti. Mustafa gözyaşlarına hakim olamıyor sürekli ağlıyordu. Salih arabayı yurdun önüne çekip durdu. Arabadan inip Mustafa’nın eşyalarını indirdi ama Mustafa arabadan inmiyordu, inmek istemiyordu. Yurt dış görünüş olarak gayet güzel gözüküyordu ama bir de Mustafa’nın baktığı şekilde yaşadığı duygular içinde bakmak gerekiyordu. Salih eşyaları indirdikten sonra Mustafa’yı da arabadan indirmek amacıyla arabaya doğru yönelirken yurt müdürü merdivenlerden Salih’e seslenerek:
    - Hoş geldin Salih hayrola aşağı inmiyor mu bizim oğlan?
    Yurt müdürü Salih beyle çok önceleri tanışmıştı samimiyetleri üniversite yıllarına dayanıyordu. Mustafa’nın yurtta kalma konusundaki düşüncelerinin ortaya atılmasındaki sebeplerden ve bu düşünceleri destekleyenlerden biriydi yurt müdürü. Salih yurt müdürüne doğru dönerek:
    - Hoş bulduk dediğiniz gibi ya inmek istemiyor.
    - Anlıyorum ona da hak vermek lazım kolay değil elbette.
    - Haklısınız.
    - Ama zamanla herkes alışıyor.
    Mustafa arabanın arka koltuğunda Salih’e ve yurt müdürüne göz gezdirerek sessizce dinliyordu. Müdür arabanın yanına kadar inerek Salih ile tokalaştı:
    - Sabiha Hanım yok mu?
    - Gelemedi daha fazla dayanamadı Mustafa’nın bu haline.
    - Umarım hayırlısı böyle olur. Hadi indirelim küçük beyi artık.
    - Lütfen
    Müdür arabanın açık kapısından eğilip Mustafa’ya baktı. Korkak ve ürkek bakışlarıyla müdüre bakıp başını eğerek selam verdi. Dikkati ilk çeken hiç kuşkusuz yol boyunca ağlayan Mustafa’nın ağlamaktan kıpkırmızı olan gözleriydi.
    - Mustafa hadi yapma böyle bak Salih abini de üzme, içeride bir sürü arkadaşın var gel hadi.
    Mustafa müdür beyin uzattığı elini tutarak arabadan indi. Eşyaları yurdun kapısının önündeydi. Salih Bey Mustafa’yı odasına kadar götürmek istedi ancak müdür Salih Beyden gitmesini istedi. Mustafa’nın içine gireceği, yaşayacağı bu zorlu amansız hayata belki de bir an önce girmesini istiyordu. Salih Bey gitmeye karar verip Mustafa’yı kollarının arasına alıp bir baba şefkatini verecek şekilde sıkıca sarıverdi. Mustafa göz yaşlarına hakim olamıyordu ama bu defa Salih de bu acı ayrılığın eşiğinde bırakıvermişti kendini. Mustafa’nın ve Salih’in gözyaşları birbirine karışıyor acı dolu bakışlarla birbirlerine bakıyorlardı. Müdür, Salih Beyin kollarından Mustafa’yı alıp merdivenlere doğru yürüdü. Gözlerini ayırmadan yurt kapısından girene kadar Salih’e el salladı.
    Nihayet yurda girilmişti. Mustafa bambaşka bir yaşamın başlangıcına ilk adımı atmıştı. Yaşanacak acı ve tatlı birçok şeye merhaba demişti. Yurdun kapısından içeri girince sağ ve sol tarafta iki merdiven ve düz devam eden koridorun sonunda da müdür beyin odası, yemekhane, yurt çalışanlarının odaları ve benzeri odalar vardı. Koridor Mustafa’nın hep hayal ettiği gibi soğuk ve can sıkıcıydı. Uzunca olan koridor gün ışığı almıyordu. Sağ ve sol taraflar merdivenlerle kaplıydı, karşı taraflarda odalarla. Mustafa etrafı şaşkın bakışlarla süzerken müdür bey:
    -Odamı görmek ister misin?
    Mustafa cevap vermedi ama başını omuzunun üstüne doğru hafifçe eğerek görmek istediğini belirtmişti.
    -Peki o zaman hadi seni gezdireyim biraz.
    İlk önce yemekhaneye girdiler kocaman uzunca hepsi belli bir sıraya göre dizilmiş masalar vardı. İçeriden güzel yemek kokuları geliyordu. Ancak yemekhane de her şeyin müthiş bir disiplin içerisinde işlediği kendini gösteriyordu. Mustafa’nın bu düzene alışması kolay olmayacaktı. Yemekhane de tüm masların etrafı dolaşılmıştı, mutfağı da görmüştü artık. Yemekhaneden sonra yurtta çalışan birkaç görevlinin bulunduğu genişçe duvarları, bazı klasik tarz resimlerle kaplı ama insanın içine huzur veren bir odaya girmişlerdi. Bura da birkaç personelle kışı bir konuşmadan sonra müdür beyin odasına gittiler. Odaya ilk girişte karşıdaki duvarı kaplayacak boyuttaki dev resim dikkati çekiyordu. Bu resim sanki birinci sınıftaki bir çocuğun çizmiş olduğu bir resmi andırıyordu ama ilgi çekiciydi. Mustafa içeri girer girmez bu resme odaklanmıştı daha odada bakılacak dikkati çeken ufak ayrıntılarla dolu çok şey vardı. Genişçe siyah renkte bir masa ve masanın ön tarafında yine siyah renkte derilerle kaplanmış deri koltuklar vardı. Tabi ki masanın ardında da müdür beyin şaşalı müdür koltuğu bulunuyordu. Mustafa masanın önündeki siyah koltuklardan birine oturdu sessiz ve durgundu. Yedi yaşındaki bir çocuk için zor olan birçok düşünce beynini kemiriyordu. Siyah koltuğa oturduktan sonra dikkatini çeken bir diğer şey müdür beyin oldukça zengin olan kütüphanesiydi. Mustafa odada ki eşyaları büyük bir dikkatle süzerken müdür bey sessizliğini koruyor Mustafa’yı izliyordu. En çok dikkatini çeken kütüphaneye uzun uzun detaylı baktıktan sonra müdür beye dönerek:
    - Bu kadar kitabı si mi okudunuz?
    Müdür bey Mustafa’nın sessizliğini bozmasına sevinmişti. Mustafa ile iletişime geçmek için belki de iyi bir konuydu.
    - Evet Mustafa.
    - İyi de çok zor olmadı mı? Nasıl okudunuz?
    - Elbette hepsini kısa bir zaman aralığında okumadım ortaokul, lise, üniversite gibi öğrencilik yıllarından beri okuduğum kitaplar işte. Hala da okuyorum tabi ki.
    Mustafa kitapların çokluğuna oldukça şaşırmıştı.
    - Anladım.
    - Umarım sende okursun böyle. Peki söyle bakalım ne içersin bir şeyler yemek ister misin?
    Mustafa masum ve çekingen tavrıyla:
    - Hayır! Teşekkürler.
    Müdür bey ilk günün vermiş olduğu hüznü bildiğinden fazla ısrar etmeden:
    - Peki o zaman odana çıkmak ister misin? Hem arkadaşlarınla da tanışırsın belki ne dersin?
    Mustafa yine başını omuzuna doğru hafifçe eğerek çıkmak istediğini belirtti. Müdür bey de:
    - Tamam! haydi bakalım yukarı çıkalım.
    Müdür bey masasından doğrularak elinden tuttu, odadan çıkmak için kapıya doğru yönelerek odadan çıkarlarken kapının üstünde aslı minik bir çocuğun yaptığı her haliyle belli olan aile tablosu diyebileceğimiz masum duygularla çizilmiş anne, baba ve bir çocuktan oluşan resme baktı. Müdür bey Mustafa’nın bu resme bu denli dalıp gideceğini tahmin etmemişti. Resim adeta alıp götürmüştü Mustafa’yı. Kim bilebilir o resme baktığında anne ve babasını görür gibi olup, hangi neşe dolu mutlu anıları hatırladığını, o günleri hatırladığında nasıl acı çektiğini. Kim bilebilir koca bir yatakhane de annesiz, başını yastığa koyup ışıklar söndürüldüğünde uyu emrinin verildiği düzene alışana kadar çekeceği zorlukları. Bu acının tarifi yok! Annesinden başka yüreğindeki sevgi, şefkat ateşini söndürecek başka biri yok. Tek bir şey var artık hayatta tek, yapayalnız olduğunun farkına varıp ve bunu kabullenip tüm zorluklara rağmen hayata tutunacağı dalın, kırılacağını biliyor da olsa, asla vazgeçmeyip hayatta kalma mücadelesine, hayata tutunma çabalarına devam etmek.
    Müdür bey Mustafa’nın resme ilgiyle baktığını görünce o an zihninde ki düşüncelerin ne olduğunu anlamış olacak ki, odadan onu bir an önce çıkarmak için konuyu değiştirmeye çalışıp, elinden tutarak odadan dışarı çıkardı. Kitaplıkla ilgili açılan sohbette konuşmalar gayet iyiydi, müdür bey Mustafa’nın bir iki cümle de olsa bir şeyler söylemesine sevinmişti. Ancak odadan çıktıktan sonra yine sessizliğe devam edip ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Kalacağı odaya çıkmak için merdivenlere doğru yöneldiler. Merdivenleri çıkarken Mustafa başı eğik etrafı gözlemlemeden çıkıyordu ama merdivenler daha sonradan dikkatini çekecek birçok ayrıntı ve nesneyle doluydu. İlk merdivenden çıkıldığında yine uzunca bir koridor görülüyordu. Sağ ve sol tarafında ahşap, koyu renkte ve oldukça geniş kapılı odalar vardı. Oda kapılarının aralarında ki boşluktan anlaşıldığı kadarıyla odalar küçüktü. Uzun koridorda kimsecikler yoktu ama çocuk sesleri işitiliyordu, seslerin odalardan geldiği anlaşılıyordu. Mustafa’ya, günler süren aile yakınlarında ki ve kendi içinde ki sessizliğin ardından koridorda işittiği bu çocuk sesleri okulunu hatırlatmıştı. Bu çocuk sesleri iyi gelmişti ona ama yalnız kaldığı bu hayatta bu kalabalık ve tanımadığı çevre ürkütücü de gelmiyor değildi. Müdür bey:
    -Bak arkadaşlarının sesi geliyor. Sen de bir an önce onlarla tanış arkadaş ol olur mu?
    Mustafa’nın bu soruya vereceği cevap yoktu. Aklında gireceği bu ortamla ve çevreyle ilgilidüşündüğü çok şey ve çok soru vardı. Koridorda uzunca yürüdükten sonra koridorun sonunda sağ tarafındaki odanın kapısına geldiler. Arkadan gelen sesleri merak edip başını çevirdiğinde yurt görevlilerinden birinin eşyalarını getirdiğini gördü. Müdür bey yurt görevlisinden eşyaları kapının önüne bırakmasını istedi. Odanın kapısı açıldığında kulakları rahatsız eden müthiş bir kapı gıcırtısı işitiliyordu. Odaya ilk giren müdür beydi. İçeri girip odaya ufak bir göz gezdirdikten sonra kapının eşiğinde duran Mustafa’yı içeri çağırdı, içeri girip şaşkın bakışlarla içeriyi süzmeye başladı. Bu küçük odada yatak sayısından anlaşıldığı üzere üç arkadaşı olacaktı. İçeriye girildiğinde sağ ve sol taraftaki ranzalar göze çarpıyordu. Karşı duvarın hemen önünde de ayakkabılık tarzı ufak bir dolap ve ufak tefek masalar vardı. Oda sade bir izlenim bırakmıştı Mustafa’da, böylesi daha iyi olmuştu belki de. Biraz ilerleyip sağdaki ranzaya oturdu müdür bey de o sırada eşyalarını içeri getirdi:
    - Söyle bakalım küçük bey beğendin mi odanı?
    Masum ve ürkek bir bakış atarak:
    - Evet
    - Arkadaşların sanırım yurdun dışındalar belki de içindedirler ama gelirler buraya tanışırsın birazdan.
    - Peki
    Odayla ilgili ufak bilgiler verdikten sonra
    - Hangi yatakta uyumak istersin?
    - Benim içim önemli değil fark etmez.
    - Peki o zaman şu oturduğun ranzanın üst katında uyu.
    - Tamam
    Tebessüm ederek
    - Korkmazsın umarım üst katta, nede olsa kocaman delikanlısın.
    Mustafa kendisine tebessüm ederek bakan müdür beye:
    - Hayır! Efendim korkmam.
    - Pekala, sen uyu istersen yorgunsundur. Arkadaşların geldiğinde onların gürültüsünden zaten uyanırsın, tanışırsınız.
    Mustafa odada yalnız kalacağı anı bir an düşündüğünde yine içini bir hüzün kaplamıştı, bu küçük odada yapayalnız kalacaktı. Daha yeni gördüğü birinin dahi yanında olmasından o anda mutlu oluyordu. Bunu müdür beye belli etmek istemedi. Sorduğu soruya korkmayacağını belli etmek istercesine kendinden emin bir şekilde:
    - Tamam!
    Deyip başını aşağı eğdi. Yaşadığı onca şeyin ardından birazda yalnız kalmasını istemiş olacak ki müdür bey odadan çıkıverdi.
    Başı iki avucunun arasında aşağıya doğru bakıp yine dalmıştı uzaklara. Bir yandan da tanışacağı arkadaşlarını düşünüyordu ama burada tanışacağı arkadaşlarıyla ilgili düşüncelerinde kararsızdı. Ne yapacağını ne yapmayacağını nasıl davranılması gerektiği konusunda fikri yoktu. Çok yorgundu bu yorgunluk son birkaç günün yorgunluğuydu. Bu düşünceler beynini kemirirken uykusuzluğa dayanamayıp uyumuştu.
    Müdür bey odasına geçtiğinde, Mustafa ile aynı odada kalacak olan arkadaşlarının nerede olduklarına dair bilgi almak için yurt görevlilerinden birini odasına çağırdı. Odadan içeri Mustafa’nın eşyalarını taşıyan çalışan girdi.
    - Beni çağırmışsınız müdür bey.
    - Az önce eşyaları kapısının önüne bıraktığın odadaki çocuklar nerede?
    - Oyun odasındaydılar efendim.
    Müdür beyin aklında acaba Mustafa’yı da oraya götürse miydim düşüncesi cereyan etti. Ancak sonradan tek kalması gerektiği hakkındaki kararının iyi olduğunu düşünerek bu fikrinden vazgeçti.
    - Peki tamam! Ama onlara ve odadaki çocuklara bakan ablalarına yeni bir arkadaşlarının geldiğinden bahset olur mu?
    - Tamam! Müdür bey anlatırım.
    Oyun odası en üst kattaydı. Oldukça büyük bir alandı içi farklı yaş gruplarındaki çocukların oyun oynayabileceği oyuncaklarla doluydu. Ancak çok gürültülü bir ortamdı ve aynı zamanda kalabalıktı da. Yurt görevlisi müdür beyin söylediğini yapmak için bu oyun salonuna girip Mustafa’nın oda arkadaşlarını ve odadan sorumlu diğer bir görevli olan tüm çocukların sevdiği ve sürekli abla diye hitap ettikleri Ayşe’yi aramaya başladı. Ayşe ve diğer üç çocuk oyun salonunun en son köşesinde sağ taraftaydılar. Onları görüp yanlarına gitti Ayşe ile göz göze geldiğinde onu yanına çağırdı. Mustafa’dan bahsedip çocukları onunla tanıştırmasını müdür beyin istediğini iletti. Ayşe:
    - Tamam! Odaya çıktıklarında tanıştırırım.
    Yurt görevlisiyle konuşması bittikten sonra çocukların yanına dönüp yeni bir arkadaşlarının geldiğini isminin Mustafa olduğunu söyledi onlara.Üç çocuk yeni birinin geldiğini duyunca sevinmişlerdi ve çok merak ediyorlardı Mustafa’yı. Ayşe ablalarına, bir an önce odaya çıkıp tanışalım diye söylenip duruyorlardı. Ancak Ayşe:
    - Çocuklar tamam merak ettiğinizi biliyorum ama şimdi uyuyordur yeni gelmiş zaten yorgundur bekleyelim biraz, oyunumuzda bitsin öyle gidelim olur mu?
    Çocuklar Ayşe ablalarının sözünü her zaman olduğu gibi yine dinlemişlerdi. Hep bir ağızdan:
    - Tamam! Abla
    Deyip oyunlarına devam ettiler. Ayşe’de en az çocuklar kadar merak ediyordu. Mustafa günler süren yorgunluğun ardından odasında derin bir uyku içerisindeydi. Oyun saati bitmişti tüm çocuklar yemek için yemek salonuna gitmeye başladılar. Ayşe Mustafa’yı da yemek için uyandırmak istedi müdür beye söyleyip Mustafa’yı uyandırmaya öyle gidecekti ancak müdür bey uyandırmamasını istedi. Yorgun olduğunu belirtip uyuması gerektiğini söyledi. Ayşe’de tamam deyip çocukların yanına tekrar çıktı. Yemek yendikten sonra herkes odasına gidiyordu. Nihayet merakla beklenen yeni arkadaşları Mustafa ile tanışacaklardı artık. Ayşe üç çocuğu yanına alıp hep birlikte odaya doğru gitmek için merdivenlere yöneldiler. Odanın kapısına varıldığında ışığın kapalı olduğu belli ediyordu. İçeriye yavaşça girdiler. Ayşe Mustafa’nın uyuduğunu görünce ışıkları yakmadı. Çocukları ranzalarına yatırıp uyumalarını istedi kapıdan çıkarken:
    - Arkadaşınızla sabah tanışırsınız hadi bakalım uyuyun iyi geceler.
    Deyip çıktı odadan.
    Uzun geçen bir gecenin ardından sabah olmuştu. Doğan güneş minicik yüreklerin kaldığı küçük odalara tüm parlaklığıyla vuruyordu. Gün ışığı Mustafa’nın güzel yüzüne ayrı bir güzellik katıyordu. Kahvaltı için çocukları uyandırmaya gelen Ayşe ablaları kapıyı açtığında kapıdaki kulakları rahatsız eden müthiş gıcırtı sesi ile herkes gözünü açıvermişti. Tüm gözler Mustafa’ya doğru yönelirken Mustafa da gece yalnız başına uyuduğu odada gün ışıklarıyla birlikte farklı dört kişinin kendisine baktığını görünce çok şaşırmıştı. Uyuduğu ranzadan doğrulup ranzanın köşesine kıvrılarak oturdu. Bakışlardan kurtulmak içinbaşını önüne eğdi. Ayşe üst ranzada yatan çocukları aşağıya indirip:
    - Herkese günaydın. Hadi bakalım yeni arkadaşımızla tanışalım.
    Deyip çocuklarla birlikte kendisi de Mustafa’ya doğru yöneldi. Mustafa karşısında duran, sağ tarafında iki ve sol tarafında da bir çocuğun olduğu Ayşe ablasına dikkat kesildi. Oldukça güzel beyaz tenli uzunca saçları olan genç biriydi. Sağ tarafındaki çocuklardan biri esmer tenli, saçları azda olsa kıvırcık olan biriydi. Diğeri ise oldukça gür saçları olan tombul yanaklarının al al kızardığı güzel bir çocuktu. Sol tarafındaki ellerinde ve kollarında yara izleri çok olan saçına ve giyimine pek fazla önem vermediği anlaşılan birini andırıyordu. Ayşe Mustafa’nın elinden tutup kaldırdı.
    - Hoş geldin Mustafa ben Ayşe ablan.
    Mustafa kısık bir sesle:
    - Hoş bulduk.
    - Nasılsın bakalım?
    - İyiyim.
    Çekingen tavrıyla konuşmaya devam eden Mustafa çocuklara ufak bir göz gezdirdi.
    - Bende iyiyim teşekkür ederim Mustafa. Arkadaşlarınla tanıştırayım seni olur mu ne dersin?
    - Olur.
    Ayşe sağ tarafındaki kıvırcık saçlı olan Zübeyir’den bahsedip ismini söyledi. Zübeyir Mustafa’ya bakarak ufak bir tebessümle başını aşağıya doğru eğerek selam verir gibi oldu. Yine sağ tarafındaki gür saçları olan tombul bir yapıya sahip Selim’den bahsetti. Aynı şekilde ve yine Mustafa ile bakıştılar. Sol yanındaki ve Mustafa’da garip bir izlenim bırakan hala ellerindeki ve kollarındaki yaraların neden olduğu hakkında fikir yürütemediği, düzensiz görünümlü bu çocuğun ismini de öğrenmişti adı Ahmet idi. Mustafa tıpkı Zübeyir ve Selim’in yaptığı gibi kendisine selam vereceğini beklerken Ahmet garip tavırlar içerisinde Mustafa ile göz göze geldiğinde bakışlarını gizleyip bir anda başını çeviriverdi. Çok garip bir ruh hali olduğu anlaşılıyordu. Hareketlerine anlam veremediği Ahmet’e baktıktan sonra başını çevirip Ayşe ablasına doğru baktı:
    - Sizin isminiz neydi unuttum da.
    - Unutmadım Mustafa çığım. Ben söylemeyi unuttum ismim Ayşe herkes bana Ayşe abla der. Sende öyle diyebilirsin.
    İkisi de tebessüm ederek birbirlerine baktıktan sonra:
    - Hadi bakalım çocuklar kahvaltıya inelim.
    Mustafa’nın elinden tutup odadan çıkarlarken diğer arkadaşları da arkada onları izliyordu. Yemekhaneye gitmek üzere merdivenleri inerlerken dün dikkatini çekmeyen ama bu sabah daha iyi farkına vardığı bir çok şeyi görmüştü. Merdivenlerin sonunda müdür beyle karşılaştılar. Mustafa ile göz göze geldiklerinde:
    - Günaydın Mustafa çığım
    - Günaydın efendim
    - Nasılsın bugün, iyi uyuyabildin mi?
    Ayşe söze karışıp:
    - Günaydın müdür bey Mustafa bugün galiba oldukça iyi uyudu, çünkü gece odasına gittiğimde mışıl mışıl uyuyordu.
    Bu durumdan memnun olduğu anlaşılan müdür bey gülümseyerek:
    - Ne güzel, acıktın mı peki?
    - Evet biraz
    - Tamam! Hadi Ayşe ablan seni yemekhaneye götürsün bakalım.
    Birbirlerine tebessümle bakıp yemekhaneye doğru yürümeye başladırlar. Yemekhaneye doğru gittikleri uzun koridorda Ayşe ablasının elini tutan Mustafa ara ara arkasına bakıp oda arkadaşlarına bakıyordu. Ahmet koridorda devamlı etrafına bakarak yürüyordu. Zübeyir ve Selim de koridorda gördükleri arkadaşlarıyla konuşuyorlardı. Yemekhaneye girildiğinde tıpkı ilk uyandığı andaki gibi başını aşağıya çevirerek masalara doğru yürüdü. Çünkü tüm bakışlar yine Mustafa’nın üzerindeydi. Yine herkesten göz kaçırma çabası içindeydi. Ayşe sesini duyurabildiği kadarıyla, yeni arkadaşınız Mustafa diye seslenip Mustafa’yı göstererek tanıtmaya çalıştı yurttaki çocuklara. Ayşe’nin seslenişine tüm çocuklar:
    - Hoş geldin!
    Diyerek hep bir ağızdan cevap verdiler. Bu güzel karşılama Mustafa’nın içinde çok farklı duygular uyandırmıştı ve sıcak bir ortamla karşılaşmıştı. Belki de aklındaki tüm kötü düşünceler yerini iyi düşüncelere bırakmıştı. Masaya oturduğunda Ayşe yanına Zübeyir, Selim ve Ahmet de karşısına oturdu. Mustafa yemek esnasında da sürekli başı öne eğik şekilde oturuyordu. Bu durumdan hoşnut olmayan Ayşe ise sürekli Mustafa ile konuşmak için sorular soruyordu. Kahvaltı bittikten sonra müdür beyin Ayşe’ye önceden bahsettiği konu hakkında konuşmak için Ayşe Mustafa’yı müdür beyin odasına götürdü. Yine sıcak bir karşılama ile Mustafa’yı içeri alan müdür bey okuyacağı okul hakkında konuşmak istediğini belirtti. Mustafa yaşanan olaylar sebebi ile ve günler süren yorgunluğun sonunda tamamen unutmuş idi. Öyle ki en çok sevdiği, değer verdiği ve Ayşe ablası ile olan ismim benzerliğini bile yeni fark ettiği sıra arkadaşı olan Ayşe’yi bile unutmuştu. Mustafa o an farklı bambaşka duygularla hatırladığı, aklında cereyan eden Ayşe’yi düşünürken müdür bey okul konusunu açıp hangi okulda okuyacağı konusunda fikirler öne sürüyordu. Ayşe de bir takım şeyler söyledikten sonra Mustafa’ya baktıklarında en azından vereceği bir cevabının olmasını beklerken, hiçbir şeyi duymayan odaya yeni girmiş birini andıran, düşüncelerinin şu anda konuşulanlardan apayrı olan bir insanın bakışlarını gördüler. Çünkü düşünülen kişinin farkındalığından konuşulanlardan hiçbiri duyulmamıştı. Ayşe Mustafa’ya:
    - Mustafa çığım duyuyor musun beni, okuyacağın okul hakkında bahsediyor müdür bey. Sende bir şeyler söylemek istemez misin?
    Ayşe ablasının kendisine seslendiğini fark eden Mustafa ufak afallamadan sonra:
    - Efendim abla.
    Dedi. Ayşe söylediği cümleyi tekrar ettikten sonra bu sorulan soruya hiç düşünmeden kendinden emin bir şekilde müdür beye ve ablasına bakarak:
    - Kendi okulumda okumak istiyorum.
    Mustafa’ya böyle bir soru sorulmuştu ama belki de vereceği cevabın, içinde bulunulan şartlardan dolayı pek de önemi yoktu. Okuduğu okul, yaşamına devam edeceği bu yurda çok uzaktı. Geriye tek bir seçenek kalıyordu oda yurt arkadaşları ile birlikte gideceği ve çoğunluğunun aslında yurtta kalanların oluşturduğu yurda yakın bir yerde bulunan okuldu. Verecekleri bu cevaptan pek memnun olmayacağı anlaşılan Ayşe ve müdür bey, Mustafa’ya baktıktan sonra müdür bey:
    - Mustafa çığım anlıyorum seni elbette bizde senin daha rahat edebileceğin ve daha mutlu olacağın eski okulundan devam etmeni isterdik ama üzgünüm! Bu şartlar altında böyle bir durum söz konusu olamaz. Burada yurt arkadaşlarınla birlikte gidebileceğin, yurda yakın olan bir okul var orda devam edeceksin.
    Mustafa’nın üzüldüğü her halinden belli oluyordu. Bu durumdan hiç kimse hoşnut değildi ama böyle olması gerekiyordu. Okulundan ayrılacağı için yaşadığı üzüntünün birçok nedeni vardı aslında. Ancak hiç kuşkusuz en çok üzüldüğü şey de Ayşe ile bundan sonra birlikte olamayacağı düşüncesiydi. Mustafa’nın sessiz kalması üzerine müdür bey:
    - Evladım sende bir şey demeyecek misin?
    Söyleyeceklerinin verilen karara pek de etki etmeyeceğini biliyordu. Ancak yinede:
    - Efendim ben kendi okulumda okumak istiyorum
    Dedi. Düşündüğü gibi de oldu verilen karar pek de değişmedi ve değişmeyecekti de. Ayşe ablası ile birlikte, müdür beyin odasından yine üzgün başı önüne eğik bir şekilde çıktı. Ayşe ablası onu teselli etmeye çalışıyordu ama Mustafa yine sessizliğe bürünmüştü.
    Günlerden cumartesi idi yurtta gün sıkıcı geçiyordu. Müdür beyle konuştuktan sonra odasına çıktığında yurtta kalan birkaç farklı çocukla tanıştı. Ancak bu durum onu mutlu etmeye yetmiyordu. Daha ilk günüydü yurtta karşılaştığı onca güzel ve sıcak karşılamadan sonra iyi düşünceler içerisindeydi ama bu okul değiştirme konusu canını çok sıkmıştı ve adeta bu küçük odada bunalıyordu. Oda arkadaşları o gün odalarına neredeyse hiç çıkmadı. Ayşe ablası Mustafa’yı yalnız bırakmamak için odaya gittiğinde üst ranzada oturup yine uzaklara daldığını gördü. Kapı gıcırtısından çıkan o rahatsız edici sese doğru bakan Mustafa Ayşe ablasını karşısında gördüğünde çocukların Ayşe abla diye bağırışlarını duyar gibi oluyordu. Duyduğu Ayşe ismi hep onu hatırlatıyor ve bundan sonrada hatırlatacağı gözüküyordu. Ranzaya doğru biraz yaklaşarak:
    -Mustafa çığım bana anlatmak istediğin bir şey var mı?
    Sıcak ve gerçekten üzüntüsünü paylaşmak istediği Ayşe ablasına masum bir bakış atarak, çocuksu ve tüm saf duygularla ablasına Ayşe’den bahsetti İsim benzerliğini ufak bir tebessümle belirten ablası Mustafa’yı çok içten ve sürekli gözlerine bakarak dinliyordu. Onunla bir daha görüşemeyeceğinden endişelendiğini söyledi. Mustafa’nın daha fazla hayattan kopmaması ve birazda olsa onu mutlu edebilmek için:
    - Peki bakalım üzülmek yok. Ben Ayşe’nin ailesi ile konuşacağım, en azından hafta sonları görüşürsünüz ne dersin?
    Her gün onun yanında oturduğunda yaşadığı mutluluğu yaşayamayacaktı ama bu bile onu mutlu etmeye yetmişti. Ayşe ablasına sarılmak için üst ranzadan hızlıca inip ablasına koşarak gidip:
    - Teşekkürler ablacığım.
    İkisi de o an için çok mutluydu. Ancak bu mutlulukları ne kadar sürer o bilinmezdi.
    - Peki abla bu hafta sonu görüşebilir miyim? Yani bugün ya da yarın.
    - Hayır! Mutafa çığım bu hafta sonu olmaz daha ailesiyle konuşmadık, ne cevap vereceklerini bilmiyoruz bile.
    - Tamam! Abla haftaya olsun o zaman
    - Pekala umarım görüştürebilirim sizi.
    Pazartesi sabahı idi. Yine farklı bir ortama gireceği güne hafta sonu Ayşe’yle buluşacağı sevinciyle ve birazda okulundan ayrılmasının verdiği hüzünle uyanıvermişti. Okula gitmek için yurdun kapısına indiğinde yurt arkadaşlarının birçoğunun okula gitmek için orda beklediklerini gördü. Hep birlikte yurda yakın olan okula gittiler. Sınıfa çıktığında geçen iki gün boyunca yurtta gördüğü arkadaşlarından farklı pek az kişi vardı. Sınıf ortamı da yurt ortamından pek de farklı gelmemişti. Tabi Ayşesiz bir okul olması haricinde öğretmeni yeni gelen Mustafa’ya hoş geldin deyip sınıftaki arkadaşlarına tanıttı. Daha doğrusu çok az sayıda olan yurt haricindeki arkadaşlarına tanıttı. Öğretmeni de Mustafa da iyi bir izlenim bırakmıştı. Hoş, samimi ve iyi kalpli biri olarak görünmüştü Mustafa’ya. İlkokul çıkışı çok farklı olmuştu. Artık ne ders bitiminde yüzündeki tebessümle iyi akşamlar deyip çok sevdiği Ayşe’si ne de okul bahçesine çıktıktan sonra arabanın önünde gördüğü babası vardı. Belki de bunları yaşayacağını bildiği içindir ki okula gelen Ayşe ablasını okuldan çıktığında yüzünü birazda olsa gülümsettiği Ayşe ablasını gördüğünde pek mutlu olmuştu. Yanına koşup sıkıca sarıldı ablasına.
    Günler rüzgarda savrulan yapraklar misali geçip gidiyordu Mustafa için, hızlı ve birazda umutlu bir bekleyişle. Bu durumun sebebi hiç kuşkusuz hafta sonu Ayşe’yi görecek olmasıydı. Ablası, Ayşe’nin ailesiyle konuşmuştu. Her hafta sonu görüşemeyeceği cevabını almışsa da bu hafta sonu mutlaka Ayşe’yi yurda getirmeleri konusunda ailesinden söz almıştı. Mustafa’ya hafta sonu Ayşe’nin buraya geleceğini söylediğinde çok mutlu olmuştu.
    Nihayet hafta sonu olmuştu. Yurdun penceresinden büyük bir heyecanla Ayşe’nin geleceği o anı bekliyordu. Yurdun kapısına okul zamanlarında gördüğü onu almaya gelen arabayı gördüğünde koşarak aşağı indi. Dış kapıda Ayşe ablası onu bekliyordu. Onun geldiğini belirtircesine tebessüm edip elini tuttu ve yurdun bahçesine çıktılar. Araba merdivenlerin bitişiğinde durdu. Ayşe’yi arabadan inerken gördüğünde bambaşka duygular kaplayıverdi kalbini. Ona doğru ilerleyip karşısında durdu. Kendisine bakan Ayşe’yi gördüğünde kalp atışları hızlanmıştı. Sıcak ve tüm içtenliğiyle ufak bir tebessüm atarak, sevinç dolu bir ses tonuyla:
    - Hoş geldin! Ayşe
    O an aynı duyguları yaşıyor olan Ayşe aynı sıcak tavırlarla:
    - Hoş bulduk!
    - Nasılsın?
    - İyiyim ya sen?
    - Bende iyiyim teşekkür ederim.
    Ayşe ablasının dikkatini çeken bir diğer konu vardı oda Ayşe’yi bu kadar çok sevmesine rağmen ikisinin de neden bu kadar birbirlerine karşı mesafeli durmaları gözüne çarptı.
    Söze karışarak:
    - Mustafa çığım Ayşe’yi fazla sevmiyorsun galiba.
    Diyerek tebessüm etti. Ayşe ablalarının bu söylediğine anlam veremeyen Ayşe ve Mustafa şaşkınlıkla ablalarına döndüklerinde, Ayşe yine tebessüm ederek:
    - Baksana uzaktan bir hoş geldin demekle yetiniyorsun sadece.
    Bunun üzerine ikisi de gülümseyip biraz daha yaklaştılar birbirlerine:
    - Hadi bakalım Mustafa çığım arkadaşını da al içeriye geçelim.
    - Tamam! Ayşe abla.
    Ayşe’nin elinden tutup merdivenlere doğru yöneldiler. Ayşe’yi buraya getiren amcası idi. Ayşe ablası onu da içeriye davet edip birlikte içeriye girdiler.
    İlk katta bulunan misafir odasında oturdular. Ayşe ablası ve Ayşe’nin amcası bir köşede, Ayşe ve Mustafa diğer köşede oturup ikisi de mutlu bir şekilde gözlerini birbirlerinden ayırmadan konuşuyorlardı. Ayşe ablası da amcası ile konuşmak için ufak tefek sorular sorduysa da fazla konuşmayıp sessiz kalmayı tercih ediyordu. Ayşe’yi buraya getirdiğinden pişman olmuş gibi kötü bir ifade vardı yüzünde. Ayşe ile Mustafa uzun bir süre konuştuktan sonra, biraz da oyun oynamaları için Ayşe ablası ikisini de oyun odasına çıkardı. Ancak oyun odalarındaki oyun süreleri fazla sürmedi. Amcası Ayşe ile konuşup elinden tuttu ve Ayşe ablalarına:
    - Biz gidelim artık.
    Ayşe abla.
    - Biraz daha oturun isterseniz, çocuklar konuşsaydı biraz daha.
    - Hayır! Teşekkürler. Getirmemi istediniz sizi kırmadım getirdim bu kadar yeter.
    Ayşe abla bu tepkilere bir anlam veremeyip kısık bir ses tonuyla:
    - Peki tamam teşekkürler getirdiğiniz için.
    Deyip Mustafa ile birlikte yurttan çıktılar. Ayşe arabaya bindiğinde Mustafa ufak bir öpücükle hoşça kal dedi Ayşe’ye. Araba yine yurttan Mustafa’nın bakışları eşliğinde ayrıldı. Her şey çok hızlı gelişmişti Mustafa ve Ayşe ablası çok şaşkındılar.
    Günler artık sıkıcı geçmeye başlamıştı. Bu koca yurtta yapılacak bir şey bulamıyordu ve Ayşe’nin amcasının tavırlarını bir türlü unutamıyordu. Bunlara kendince anlamlar yükleyen Mustafa bu garip tavırların nedeni olarak amcasının Ayşe’yi buraya getirmemek istemesi olarak görüyordu ve bir daha getirmeyeceğinden endişe ediyordu. Ayşe ablasın da artık eskisi gibi yakın ve samimi davranmıyordu.
    ‘’ Farkına varılmayan gerçeklerin olduğu yavaş yavaş kendini gösteriyordu ‘’
    Aradan uzun bir zaman geçmişti. Hafta sonları Ayşe ilde neredeyse hiç görüşemiyordu artık ve yurt koşulları anlam veremediği bir şekilde sıkıcı ve zor gelmeye başlamıştı. Ancak her şeye rağmen Ayşe ile hiçbir zaman kopmamak için elinden geleni yapıyordu.
    ‘’ Her şeye rağmen! ‘’
    Aylar yıllar geçmişti aradan Ayşe ile irtibatı kopma noktasındaydı neredeyse. Ancak çok önceleri farkına varamadığı birçok şeyi anlamaya başlamıştı Mustafa. Ayşe ablasının o yüzündeki samimiyet ve masum bakışlar meğer hepsi birer yalanmış. Bu durumu biraz yaşayarak, biraz görerek ve biraz da yurtta tanıştığı ve çok samimi olduğu yurt arkadaşlarından biri olan Yusuf abisinin anlattıklarıyla anlamıştı. Ayşe ablasının o güzel maskesinin altındaki çirkin benliklerini bir çocuk masumiyetiyle ilk başta anlayamamıştı. Anlaması da hiç kolay değildi şüphesiz. Çünkü ilk geldiği dönemlerde, içinde bulunulan durumları Yusuf abisi çok sonraları anlattığında anlamıştı. Ahmet’i ilk gördüğünde yüzündeki ve vücudundaki yara izlerinin sebebinin Ayşe ablası olduğunu anlayınca adeta yıkılmıştı. Bu dünyada artık güvenebileceği hiç kimse ama hiç kimse yoktu artık. İlk başlarda gördüğü tüm o güzel şeyler hepsi birer yalandan ibaretti. Hiç kuşkusuz Ayşe ablasına olan nefret ve kininin en büyük nedenlerinden biri de hiçbir zaman unutmayacağı Ahmet’in o acı verici haliydi.
    Tüm bu gerçekleri ilk olarak bazı şeyleri yaşayarak öğrenmişti. Daha yurda geldiği ilk zamanlardan sonra Ayşe ablasının tavırları akıl alamayacak derecede değişmeye başlamıştı. Ayşe’yi artık fazla göremediği hafta sonları başladığında çok üzülüyordu Mustafa. Ancak Ayşe ablası ilk günkü gibi artık yanına gelmiyor, onu dinlemiyor ve sıkıntısını paylaşmıyordu. Oda arkadaşlarıyla da pek fazla konuşmuyordu.
    Yine bir okul sabahıydı. Tüm oda arkadaşları hazırlanmış aşağıya inmişlerdi. Ancak Mustafa uyanamamıştı. Mustafa’nın eksik olduğunu fark eden Ayşe ablası odaya çıkmak için hızlı adımlarla yukarı çıktı. Odaya girerken kapıyı çok sert açtığında duyulan şiddetli sese uyanan Mustafa, ablasının yüzündeki kızgın hali görünce bir şeylerin değiştiğini yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. O sabah çok şaşırmış ve birazda korkmuştu. Ayşe ablasındaki bu değişim o kadar farklıydı ki artık odaya gidip çocukları dahi uyandırmıyordu. O sabah yaşadığı olaydan sonra her gün okul saatinde uyanmak için çok çabalıyordu. Yaşadığı bir diğer şey ise o ilk günlerde gördüğü ve mutluluk veren ilgiyi görememesiydi. Müdür beyde ilk günlerdeki gibi fazla sıcak değildi artık. Ancak Ayşe ablası kadar değişmemişti tavırları. Her geçen gün Ayşe ablasından da soğuyordu. Bir şeyin daha farkına varmıştı. Oda ilk geldiğinde tüm çocukların Ayşe ablalarının sözünü dinlemesi ve onu hep seviyormuş gibi davranmalarının altındaki nedenin aslında ondan duyulan korku olduğuydu.
    Ayşe ablası ile ilgili gerçekleri biraz da yaşanan olayları görerek öğrendi. Bir gün yemekhane çıkışında ablasının Ahmet’e bağırdığını gördüğünde korkup odasına çıkmıştı. Odaya girdiğinde endişeli tavırları arkadaşlarının dikkatini çekmişti. Hızlıca yatağına girip uyumuştu. Ahmet ile ilgili gördükleri bununla da sınırlı değildi. Yaşanan o olayın üzerinden kısa bir zaman sonra okul dönüşünde odaya gitmek için yukarı çıktığında merdivenlerin başında duyduğu sesler onu korkutmaya yetmişti. Odanın kapısına vardığında seslerin kendi odasından geldiğini görünce kapıya doğru yönelip kapı aralığından odaya baktığında gördükleri karşısında çok ama çok şaşırmıştı. Ablası böyle biri olamazdı inanamıyordu bunlara. O iyi kalpli ve samimi insan nasıl olurda bu kadar değişip bunları yapacak kadar kötü kalpli biri olur diye düşünmeye başlamıştı. O an anlamıştı ki Ahmet’in yüzündeki ve vücudundaki anlam veremediği yaraların nedeninin Ayşe ablası olduğunu.
    Ablasının, arkadaşı Ahmet’i dövdüğü anı gördükten sonra tamamen içine kapanmıştı. Artık ablasından kötü söz işitmemek için ve Ahmet’in yaşadıklarını yaşamamak için elinden geleni yapıyordu. Yine bir gün yurdun dinlenme ve televizyon odasında otururken kendisine doğru gelen birine dikkat etmişti. Yanına gelip oturmuştu. Yurttaki herkes bu gerçekleri çok önceden bildikleri için o şaşkın ve çekingen tavır yeni gelen Mustafa da belirgin olarak gözüküyordu. İşte bu durumu fark eden ama bu defa gerçekten sıkıntısını dinleyecek olan Yusuf abisiyle tanışmıştı. Yusuf 18 yaşlarında oldukça geniş kalıplı biriydi. Mustafa’ya abilik yapabilecek birisiydi. Mustafa’yla tanıştıktan sonra devamlı onun sorunlarını dinliyordu. Aralarındaki samimiyet ve muhabbetleri arttıkça Mustafa sıkıntılarını ve düşüncelerini Yusuf abisine anlatmaya başlamıştı. Yusuf abisiyle paylaştığı ve derdini anlattığı andan sonra Yusuf, Mustafa’ya bir anda yaşanan değişim olarak görünen şeylerin aslında hep var olduğunu anlatınca Mustafa abisine Ayşe ablasının o ilk günlerdeki samimi ve iyi halinin sebebini sordu. Yusuf aslında Ayşe ablasının hep böyle biri olduğunu ancak müdür beyin Ayşe’yi sürekli uyardığını ve ilk geldiği günlerin de yine Ayşe ablasının uyarıldığı bir güne denk geldiğini belirterek sebebinin bu olabileceğini söyledi. Ancak aklında var olan ve cevap bulamadığı bir şey daha vardı oda Ayşe ablasının Ayşe’nin yurda geldiği gün Ayşe’ye ve amcasına olan sıcak karşılamasının nedeniydi. Yusuf abisi bir yurt çalışanı olarak yurdun dışından biri ziyarete falan geldiğinde elbette onlara iyi bir karşılama yapacağını belirtti. Mustafa Yusuf abisine hak verircesine tebessüm etti. İkisi de bir an için karşılıklı birbirlerine bakıp gülümsediler. Yaşadığı ve gördüğü tüm şeylerin ardından Yusuf abisiyle de tanıştıktan sonra tüm gerçekleri kabullenmişti. Kabullenmesindeki sebeplerden biride yani abisinin anlattıklarına güvenmesindeki sebep de Yusuf’un olgun biri ve küçüklüğünden beri bu yurtta oluşuydu.
    Yurtta gün geçtikçe Ayşe ablasıyla olan muhabbeti bitiyor ve ona karşı bir kin besliyordu. Elbette küçük bir çocuğun ister istemez yaramazlıkları olduğu için ablasından bazı günler fırça işitiyordu. Ancak kin beslemeye başlaması ve ondan tamamen korkup, nefret edercesine ablasından soğuduğu zamanların başlangıcı Ayşe ablasından yediği birkaç dayakla olmuştu. Artık yurt onun için yaşayacağı bir yerden farklı olarak kaçıp kurtulmak istediği bir yer olarak görünüyordu. Tek konuştuğu ve can sıkıntısını giderdiği kişi Yusuf abisiydi ancak abisi 18 yaşındaydı ve yurttan çıkma zamanı gelmişti fazla sürmeyen uzun diyemeyeceğimiz ama samimi ve güzel olan bir dostluklarının ardından abisi yurttan yaşı 18’i geçtiği için çıkmıştı. Ancak Mustafa’ya verdiği bir söz vardı Ayşe ile kendisinin irtibatını hiç koparmayacağı ve onları bir zaman mutlaka görüştürecekleri sözüydü. Belki de yurtta kaldığı sürede Ayşe’yi yurda getirip Mustafa ile görüştürebilirdi. Öylede oldu ancak bu sürekli olan bir şey değildi iki defa Yusuf abisi Ayşe’nin ailesiyle konuşup ailesinden birinin yardımıyla Ayşe’yi Mustafa ile görüştürebilmek için yurda getirmişti ancak buda fazla tekrarlanan bir şey olmamıştı.
    Mustafa artık 18 yaşında bir yetiştin olmuştu. Ayşe ablası bundan iki yıl öncesinde yurttan ayrılmıştı. Artık korku ile özdeşleşen ablası yoku ancak ondan sonra gelenlerde pek fazla iyi insanlar diyebileceğimiz kişiler değildi. Yurttan ayrılmıştı kendi ayakları üstünde durmaya çabalıyordu. Yaşamı boyunca çocukluğunda tanıştığı ve dünyada en büyük iyiliği kendisine yaptığı Yusuf abisi ile irtibatını hiç koparmamıştı ve yurttan çıkışında da abisiyle de hep görüşüyordu. Ancak geçen onca yılın ardından Mustafa’nın da abisinin de Ayşe ile olan irtibatları ister istemez kopmuştu. Uzun geçen bir eğitim sürecinin ardından iyi bir bölüm okuyarak özel bir şirkette yönetici olarak göreve başlamıştı. Yaşadığı tüm sıkıntılara, yalnızlıklara, çektiği acılara karşılık çabalayıp iyi bir konuma gelmişti. Hayatından oldukça memnundu ancak sadece bu dünyada gerekli olarak görülen maddi bakımdan iyi konumdaydı. Ancak yüreğindeki aşk acısını hiç unutmadı ve o acı hiç dinmedi. Ayşe’ye olan özlemi hiç bitmedi.
    Günler onsuz geçiyordu ancak hep bir umut varmış gibi ondan haber bekliyordu. Hep onu arıyormuş gibi yaşıyordu. Bir gün mutlaka ama mutlaka onunla görüşeceğinden umutluydu. İş hayatında oldukça iyi şeyler yapıyordu ve gün geçtikçe ismi duyuluyordu. Yusuf abisinin o sıralar pek de iyi işler yapmadığını, işlerinin iyi gitmediğini bildiği için hayatında tek dostu ve abisi olan Yusuf’a yardımcıda olabilmek için bir şirket kurdu. Orda da Yusuf abisine güvenerek bazı şeylerin tüm mesuliyetini ona bırakmıştı. Yeni kurduğu bu şirkette de her şey yolunda ilerliyordu. Öyle ki artık tanınmış bir iş adamı sıfatında idi. İsmi neredeyse herkes tarafından biliniyordu. Ancak hep bir şeyler eksikti onun için ve yüreğinde hep bir acı vardı. Bu acı hem Ayşe’ye olan hasretindendi hem de çocukluğunun gençliğinin harap olduğu, 18 yaşına kadar hapishane hayatı yaşadığı yurttaki acı hatıralarından idi.
    Ayşe’de başarılı bir eğitim hayatının ardından öğretmen olmuştu. Bir köyde öğretmen olarak göreve başlamıştı. Bir gün okul müdürüyle aralarında geçen bir konuşmada okul müdürü devamlı köy okullarına ve kimsesiz çocuklara yardım eden bir iş adamı olan çocukluk aşkı Mustafa’dan bahsettiğinde ne yapacağını bilemiyordu. Gözlerinin önünde okul günleri ve o yurtta onu görmeye gittiği hafta sonları canlanmıştı. Onunda yıllar yılı unutamadığı hep hayalini kurduğu Mustafa’dan sonunda bir haber almıştı çok mutluydu. O gün okuldan, okul müdüründen izin alıp Mustafa’nın olduğu yere gitmek için hazırlıklara başlamıştı. Ne olursa olsun onu görmeliydi hiç unutmadığı Mustafa’yı, aklında hep çocukluk hatıralarının kaldığı kişiyi şimdi yetişkin biri ve hem de bu kadar iyi kalpli olan ismini sırf çocuklara yardım etmekle duyuran Mustafa’yı görecekti.
    Mustafa’nın olduğu şehre indiğinde bu defa çok farklı şeyler düşünmeye başlamıştı. Bunları düşündüğünde dahi üzüldüğü şeyleri eğer yaşarsa tüm hayallerinin, sevinçlerinin, umutlu bekleyişin ardından yaşanılacak olan bu mutlu sonun bir anda değişip yerini çok farklı şeylere bırakacağından endişe ediyordu. Bu endişesindeki sebep de hiç kuşkusuz o anda belki de herkesin aklına geleceği şeydi. Acaba kazandığı onca paradan sonramı görüşmek istediği sorusuydu. Ancak düşünemediği ve bilmediği bir şey vardı ki o da Mustafa’nın dıştan görünen bu tozpembe hayatında tüm zenginlik ve güzelliklere rağmen çocukluk aşkı olan Ayşe’yi unutmadığıydı. Geldiği bu büyük ve kimseyi tanımadığı şehirde bir süre dolaştı. Aklında çok farklı düşünceler vardı. Gidip gitmeme konusunda da çok gidip gelmişti. Ancak karar vermişti Mustafa onu istemese dahi onu son kez görmek istiyordu. Yüreğindeki Mustafa hasretini dindirmek için son kez de olsa görecekti. Mustafa’ya nasıl ulaşacağı konusunda onun nerde olduğuna dair bir şeyler öğrenebilmek için bir takım yerlerden bilgi aldıktan sonra havanında fazla kararmasını beklemeden işe koyuldu. Mustafa’nın bulunduğu şirketin önünde durdu. Son kez de olsa aklından bir kez daha gitmesem mi düşüncesi geçti ancak karar vermişti ve içeriye girdi. Mustafa’yla görüşebilmek için birilerle konuştuktan sonra Mustafa’ya kendisinden ilkokul arkadaşı olarak bahsedilmesini istedi kendisini tanıması için. Mustafa Ayşe adlı birinin gelip onunla görüşmek istediğini duyunca yurtta Ayşe’nin geldiğini pencereden gördükten sonraki duyduğu çocuksu sevinci yaşarcasına masasından kalkıp aşağıya inmek için koştu. Tüm çalışanlarının garip bakışları karşısında koşan Mustafa aşağıya indiğinde karşıda duran Ayşe’yi gördüğünde geçen onca yılın ardından tanıyıp ona doğru yürümeye başladı Ayşe’de Mustafa’yı gördüğünde hala o çocuksu bakışları ve o masumiyeti görüyor gibi oluyordu. Birbirlerine doğru yaklaştıklarında söyleyebildikleri tek kelime isimleri idi:
    - Ayşe.
    - Mustafa.
    Herkesin bakışları altında birbirlerine, yılların verdiği tüm acı ve hasretle doyasıya sarıldılar. Ayşe gözyaşlarını tutamayıp devamlı ağlıyordu Mustafa ara ara Ayşe’ye bakıp gözyaşlarını siliyordu. Bu durumu çalışanlardan birinden duyan abisi Yusuf aşağıya doğru koşup onların yanına gittiğinde oda gözyaşlarını bırakmamak için kendini zor tutuyordu. Abileri, onların birbirlerine ayrıldıklarında birbirlerini kaybedeceklerinden korkarcasına sıkıca sarıldıklarını gördüğünde onlara yaklaşıp kollarını birbirinden ayırdı. Ayşe Yusuf abisini de unutmamıştı. Mustafa’nın odasına çıkıp uzunca konuştular ikisi de hala çok şaşkındılar. Ancak ikisi de bir çocuk gibi sevinçliydiler. Bu çocuksu sevinç belki de birbirlerinin hayallerinde hep çocukluk hallerindeki sevinçleri kaldığından ötürüydü. Belki de bu aralarındaki aşk hep o küçüklüklerindeki gibi masum, saf ve tertemiz bir aşk olarak sürüp gidecekti. Mustafa yurtta yaşadığı acı hatıraları Ayşe’ye anlatmıştı. Her şeyi akılda kalan her şeyi anlatmıştı. Ayşe’de geçirmiş olduğu yılları üniversite hayatını ve öğretmenliğini anlatıyordu. Çok uzun bir konuşma olmuştu. Öylede olması gerekiyordu böyle büyük bir aşkın eşiğinde tekrar bir araya gelen bu iki sevgili günlerce konuşsalar dahi yetmeyecekti belki de onlara. Ertesi gün Mustafa bazı şeyler hakkında konuşmak istemişti Ayşe ile. Evlilik konusu ve görev yaptığı köyün bulundukları yere olan uzaklığından falan. Ayşe’nin o okulu bırakmak istemeyeceğini bildiği halde ona orda çalışmak isteyip istemediğini sordu. Bu soruya birazda bozularak cevap veren Ayşe:
    - Elbette çalışmak istiyorum.
    - Peki ama daha farklı bir çözüm bulsak olmaz mı?
    - Ne mesela?
    - Bur da bir okulda çalışırsın olmaz mı?
    - Olmaz Mutafa bunu en iyi senin anlaman gerekiyor o kadar zorluk çeken çocukların halinden en iyi sen anlamalısın.,
    Mustafa bu soruyu sorduğu için Ayşe’den özür dileyerek. Bazı şeyler ekledi. Ona yurtta yaşadığı onca kötü şeyin ardından aklında hep bir yurt açma hayalinin olduğundan bahsettiğinde Ayşe çok mutlu olmuştu. Mustafa Ayşe’yi de içinde bulunduğu sorumluluk duygusundan kurtarmak için o okula kendisinin bir öğretmen göndereceğini ve onunda açacağı bu yurtta öğretmen olarak çalışabileceğini söylediğinde Ayşe’de çok mutlu olmuştu Mustafa’dan bir daha ayrılmak istemiyordu çünkü. Mustafa Yusuf abisine bunlardan bahsedip hemen hazırlıkların yapılmasını istedi. Öncelikle yaşadıkları güzel bir düğünden sonra nihayet yurdu açan Mustafa ve Ayşe iki sevinci bir arada yaşamış oldu.
    ‘’Yaşanan onca sıkıntının ve çekilen acıların Mustafa’da hiç unutmayacağı ve unutamayacağı izler bıraktığı belliydi. Belki de akıllarda hep kötü anılar ve yaşanılması istenilmeyen olaylarla dolu olan yetiştirme yurtlarının makus tarihi hiç değişmeyecekti ama en azından elinden geldiği ve başarabildiği kadarıyla kendisiyle aynı kaderi yaşadığı o kimsesiz ve bakıma muhtaç çocuklara bir yardım eli uzatmak amacıyla hayatını birleştirdiği ve çok sevdiği Ayşe ile birlikte bir yurt açarak, yaşadığı kötü olayların hiç olmazsa burada kalacak olan çocukların yaşamayacağını umut ederek belki de yüzlerce çocuğun hayatına bembeyaz bir sayfa açmış oldu. Bu işe onlara hayatları boyunca yaşayacakları büyük bir mutluluk kaynağı olarak başlamışlardı.’’


      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 2:49 pm