Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    BİRAZ AYRILIK- Mehmet Engin KAHRAMAN

    avatar
    1001110044


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 08/12/10

    BİRAZ AYRILIK- Mehmet Engin KAHRAMAN Empty BİRAZ AYRILIK- Mehmet Engin KAHRAMAN

    Mesaj  1001110044 Cuma Ara. 24, 2010 4:46 pm

    BİRAZ AYRILIK

    Herkes gibiyim ben de bir işim var, bir ailem, arkadaşlarım ve sevdiğim bir kadın var. Herkes gibi normal seyrinde bir hayat sürüyorum ama bu aralar biraz farklıyım. İçinde kaybolacağım bir karanlığa doğru sürükleniyorum. Bana ışık olmak isteyenlere inat ve onlara rağmen yalnız kalmaya çalışıyorum. ‘Ben’ olmalıyım hayatımda yalnızca ‘ben’ başka düşünceleri anlamakla başka, başka yürekleri taşımakla zaman kaybetmemeliyim. Kafa tutmalıyım hayata ve hayata rağmen ayakta kalmalıyım. Şu aralar bütün zincirlerimi kırmaya hazırlanıyorum, kurtulacağım etrafımdaki herkesten, her şeyden… Öyle özgür olmak istiyorum ki; mesela artık takım bile tutmuyorum. Yıllarımı verdiğim Beşiktaş’ı bile çıkarıyorum hayatımdan.

    Uzun zamandır böyle şeyler düşünüp, planlıyorum. Hiç böyle olmazdım ben. Köklerimden vazgeçmek isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Neler oluyor bana? Büyüdüm ve büyülendim sanırım. Her başarının arkasında bir şeyler arayan insanlara inat tek başıma da başarabileceğimi göstereceğim herkese…

    Bu düşüncelerle öylece beklerken durakta otobüsün geldiğini fark ettim. ‘şuradan bir kişi’ diye uzattığım paranın üzerini ‘beş liradan bir kişi’ diye uzatan şoföre dalarken bakışlarım ilerleyelim lütfen sesiyle boş bir koltuğa doğru ilerledim. Yanı boş olan yaşlı teyzeye ilişti gözlerim. Dünyanın yükünü taşıyor gibi kambur duruyordu, gülümsedi bana bende gülümsemeye çalıştım, becerebildim mi inan hiç bilmiyorum. Mimiklerim bile yorgun bugün. Neden mi? Bugün o gün çünkü. Hayatımı değiştirecek adımı atmaya gidiyorum, kolay mı! Zor bu yükü hayatın. Uçan balonlar vardır ya hani üzerinden kum torbaları attıkça uçar, bende öyleyim işte, ilk kum torbamı atmaya gidiyorum yerden daha fazla yükselmek için ilk yükümü atmaya. İşte o yüzden titreyen ellerim, yorgun mimiklerim var benim bugün, dudaklarımdan dökülmeye korkan cümlelerim var. ben böyle değildim, büyüdüm büyülendim…

    Sonsuza gittiğini düşünüyorum bindiğim otobüsün. Her zaman geçtiğim yollar hiç bu kadar uzun gelmemişti bana. Garip bir haldeyim sanki yanımdaki teyze değil ben seksen yaşındayım. Omuzlarım çökük bir haldeyim. Sonsuza giden otobüste herkes yanındakine ya da telefonda birilerine sürekli bir şeyler anlatıyordu. Yaşlı teyze sürekli bana bakıp duruyor fark edebiliyorum en ufak bir göz temasında o da başlayacak diğer herkes gibi bir şeyler anlatmaya ama şu an o kadar doluyum ki o sevimli suratı olan yaşlı kadına bile tahammül edemem. Arka koltuktaki genç, bir heyecan kız arkadaşını anlatıyor yanındakine düş arasında duyuyorum söylediklerini. Heyecanı ve mutluluğu sesinden anlaşılıyor. Gülümsemeler kesiyor konuşmasını sürekli. Bende böyleydim aslında, önceden heyecanım vardı benim ve çok sevdiğim bir kadın vardı. Vardı diyorum çünkü artık yok. En azından bir saat sonra olmayacak. Sonsuza gittiğini düşündüğüm bu yol beni ona götürüyor, -Sevdiğim kadına-
    Gittiğimde beni bekliyor olacak. Her zaman gittiğimiz o deniz kenarında dalga seslerinden başka ses olmayan küçük kırmızı tabureleri ve ufacık bir masası olan, duvarlarında balık ağları asılı, zamana inat hala altmışlarda asılıp kalmış o küçük kafede ve eminim yine bizim söğüt ağacımızın altındaki denize en yakın sandalyeye oturmuş beni bekliyor olacak. Bende gidip onun yanına oturacağım birazdan. Giderken yol kenarından papatya koparmayacağım bu defa onun için ayrıca gidince sarılmayı da düşünmüyorum ona –Bir yerden başlamak lazım- Belki elini bile tutmam. Ama yok bu kadarını yapmasam daha iyi en azından elini tutmalıyım buna ihtiyacı olacak çünkü, korktuğu zaman, üzüldüğünde ya da hep ellerime sarılırdı, şimdi ondan bunu esirgeyemem. Ama bu defa dostça uzatacağım ellerimi. Gözlerine de öyle derin bakmayacağım. Öyle çok zor olur çünkü konuşmak. Aslında en iyisi gidip bir an önce söyleyip kalkmak sanırım uzatmadan, dolandırmadan… Ama olmaz! O daha insani bir finali hak ediyor. –Aslında onun hak ettiği final bu değil ama üzgünüm yapmak zorundayım-

    Offf!! Karmakarışığım…

    Sonsuza giden yolun son durağına geldim. Aslında ‘son durak’ diye bağırmasaydı zayıf ve uzun boylu çocuk daha farkına varmazdım belki ama geldim işte. Kafamda türlü düşüncelerle indim otobüsten. Hava biraz yağmurlu, biraz hüzünlü gibiydi. Hüzün içimi yağmur dışımı ıslattı iner inmez. Şemsiyem yok ıslanacağım haliyle. Bugüne kadar ben hiç şemsiye taşımadım. Sevdiğim kadın her zaman ikimiz için de taşırdı. Yolla kafe arasında ya da düşle gerçek arası mı desem bir güzel ıslandım. Onu gördüm kafenin camının önünde. Beni hiç şaşırtmayan bir yerdeydi. Tüm güzelliğiyle beni bekliyordu. Görünce beni gülümsedi ama yüzünde bir hüzün vardı sevdiğim kadının. Yürüdüm sonsuza giden yolda ve sonuna geldim. Hani ben bu defa sarılmayacağım demiştim ya o da öyle bir şeye hiç kalkışmadı zaten. Hüzün damlıyordu sevdiğim kadının gözlerinden ve damlalar içime akıyordu gözlerinden. Bu hallerini çok bilmem ben onun, o hiç mutsuz olmaz sanırdım ben, bugün neden böyle? Üzerinde ‘bunu hiç sevmiyorum, bu elbisenin renkleri bana ayrılığı hatırlatıyor, yasta değilsin ki sen giyme bunu’ dediğim o siyah elbise vardı. Giyme dediğim günden beri ilk kez giymişti. Kokusu da farklıydı bugün. Kendi kokusundan başka koku kullandığında ‘yabancı bir kadını öpüyor gibi oluyorum kokunu değiştirme’ demiştim oysa. Şimdi neden başka kadın gibi kokuyor. Oturdum yanına çok sessizdi sanki içimi okuyordu. Gözleri bir şeyler biliyorum, farkındayım, der gibi bakıyordu.

    Konuşmaya –saçmalamaya mı desem- çalıştım. ‘Biliyorum’ dedi sevdiğim kadın. ‘Bugün olacakları, şimdi söyleyeceklerini biliyorum’ dedi. O bugüne kadar hep bilmişti olacakları. ‘Konuşmak zorunda değilsin, zorlama kendini, biliyorum zaten zorlasan da beceremezsin’ dedi. Elime bir defter tutuşturdu hoşçakal dedi ve tüm asilliğiyle masaya gözyaşlarını bırakıp gitti. İstediğim şey olmuştu, mutlu olmam gerekmez mi ilk kum torbasını attım işte… Ama yok şu an hissettiğim şeyin adı sevinmek olamaz. Şaşkın, çaresiz –ve şu andan itibaren yalnız- bir adam olarak bakakaldım arkasından.

    İyi ama nasıl bu kadar kolay anladı ve kabullendi? Nasıl böyle sensiz kaldı. ‘Bana beni terk edersen ölürüm’ demişti. Yalan mıydı yani? Nasıl çabuk kabullendi bensiz bir hayatı?

    Off! Neler saçmalıyorum ben! İstediğim bu değil miydi zaten. İyi ama böyle hayal etmemiştim ki. Haklı sebeplerim vardı benim anlatacaktım hepsini. Boğazımda düğümlendi cümlelerim.

    Düşünmeyi kenara bırakıp bir çay söyledim kendime damlayan hüzünlerin üşüttüğü içimi ısıtsın diye. Sevdiğim kadın bir defter bırakmıştı bana. Göz attım şöyle bir fotoğraflar var bazı sayfalarında, en başından okumaya başladım…

    İlk sayfada bir resim ve arkasında şunlar yazıyordu:

    ‘ne bana ne başkasına ait olan bir çınar gibi yalnız yaşayan özgürlüğünü eline kelepçe etmemiş bir adamı seviyorum. Her düşündüğümde kalbimi sızlatıyor sevgim. Nasıl anlatılır bu duygu bilmem ki doktorların ölecek dedikleri hastanın başında beklemek gibi. Elinizden bir şey gelmez sadece iyi bakarsınız, başında beklersiniz. Bir yandan da kendinizi hazırlarsınız. Ne kadar hazır olabilir ki insan.

    Ayrılığın uzak olmadığını bile bile sevmek kalbin kaldıracağından ağır bir yük gibi ama öyle dayanıklı ki şu kalp sanki etten kandan değil de demirden. Onu seyrettim uyurken, kırılacak gibi duruyordu. Öyle narin ki pamuklara sararak saklamak geliyor içimden. Erkek adam narin olur mu diye düşünmeyin. Oluyor! En kadın halim bile kaba kalıyor.

    Vakti geldiğinde gideceğini bildiğim bir adamı seviyorum. Oysa kalsın isterdim. Bir ömrü birlikte geçirelim, yaşlanalım koltuğun üzerinde. Balkonunda çiçekler açan evin serin saatlerinde beraber ölelim. Omuz omuza duralım ayakta. Zor bu yükü hayatın. Her –köşebaşı geçene çelme takmak için bekleyenlerle doluyken saklanalım birbirimize, dışarıda fırtına çıkmış, volkanlar patlamış bize ne! Ama öyle olmayacak. Onun gidip kafa tutması gerek hayata. Tüm sakinliğine rağmen kızgın bir güneş altında bağırması lazım kan-ter içinde.

    Birine sen seviyorsun diye ‘kal’ denmiyor. Biliyorsun, hissediyorsun şimdi olmasa bile yarın mutlaka gidecek. Zaten sevgi seven yüreği bağlar karşı taraf sorumlu değil ki. ‘Sevmeseydin arkadaşım!’ derler adama. Silah zoruyla yatmadık ya koluna.

    Acı aşkın kan kardeşi. Ayrılmamaya yeminleri var ne zaman gönlüne aşk ateşi düşse bil ki canın yanacak. Öyle büyük alev topları patlayacak ki içinde her yan kül-duman olacak. Gözünden yaş yerine ömrün akacak. Birine tutulduysan, söz geçiremiyorsan kalbine kendini yangınlara hazırlayacaksın. Önünü sonunu görmeyi öğreneceksin. Aşk dediğin bir çeşit delilik hali. Akıllı insan aşık olur mu hiç? Aslında işin aslı aklı olan sever. Bilirsen ki bu bendenler yaşlanacak, büzüşecek, geriye hiçbir şey kalmayacak güzellikten önce aklı olan sever.

    Gidecek bir adamı seviyorum. Kalbine zulm etmek böyle olmalı ama bu zulmün en asil olanı, tüm insani isteklerime rağmen olduğu kadarıyla yetinerek tadını çıkarıyorum. Ruhumdaki yabani otları koparıyorum. Egomu, gururumu, şeytan yanımı, çıkarları, almayı, sadece istemeyi bildiğim tüm aşk oyunlarını yakarak söküyorum. Bir daha hiç çıkmasılar diye ataşe veriyorum. Sevgi tarlasına yakışmayan ne varsa temizliyorum. Kirlenmiş neresi varsa, eskimiş hangi gönül yarasının atıklarını tutuyorsam hepsini kaldırıp atıyorum. İçimde büyük bir bahar temizliği var. Hak ettiğine inandığım bir erkeğe daha önce hiç kimseye bakmamış gibi bakıyorum.

    Sonu ayrılık olacak bir aşka koşuyorum. Üstüm başım ne kadar kirli de olsa sevgimi yıkadım gümüş bir tepsiyle sunuyorum. İster alır ister almaz. Ama ben aşka inancını kaybedenlere inat ve aşka rağmen dimdik sevdamın arkasında duruyorum. Her yaşam mutlu bitecek değil ya ben payıma düşeni aldım, gidecek bir adamı seviyorum…

    İçimde kocaman bir boşluk var. sevdiğim kadın –ona vedayı böyle hayal etmemiştim ki- ona bir veda da hayal etmemiştim aslında. Konuşup anlatacaktım her şeyi ona tek tek. Sonra o da bana hak verecekti. Biz iki arkadaş gibi ayrılacaktık. Yine arkadaş gibi ayrıldık ama kurduğum, kuracağım ya da kurmaya çalışıp beceremeyeceğim tüm cümleler içimde kaldı. Dinlemeliydi beni, haklı sepeplerim vardı. Dinlemedi beni sevdiğim kadın. Hayatımda ilk defa beni dinlemedi…
    Peki şimdi ne olacak? Bitti işte terk ettim onu ya da o mu beni terk etti demeliyim. Hayatım ve ben baş başa kaldık. Yalnız ve sadece kendinden sorumlu olan bir adamım şimdi. Bir anda on yıl yaşlandım sanki ama olsun yeni hayatımda tek başıma savaşmaya başlamalıyım.

    Sonsuzluğa giden yola döndüm tekrar. Geldiğim yere dönmem gerek. İnsanlar bana bakıp duruyor burada ‘ağlarım kardeşim size ne’ denmiyor. Bir an önce eve gidip saklamalıyım bu döküntü adamı. Yeni hayata bu şekilde başlayamaz. Kendine gelene kadar hapsetmeliyim onu kör karanlıklara. En karanlık geceler bile sabahı bulur, bende sabah olmasını beklemeliyim. Hayallerimdeki hayat bugün başlayacaktı ama o kadar güçsüz o kadar acizim ki şu an bırak yeni bir hayata başlamayı, eskisini devam edecek gücüm yok. İyi de ne oluyor bana?!

    Tekrar otobüse binip o upuzun –on beş dakikalık- yolu geldim. Eve saklamalıyım bu çaresiz adamı eve koştum. Eve geldim. Kapıyı açmak için çıkardığım anahtarlık bile dalga geçti benimle, onun gülen iki çift gözü vardı üzerinde benimse hiçbir şeyim. İçeri girdim ve kendimi dermansız bir şekilde sevdiğim kadının uzanmayı çok sevdiği koltuğa bıraktım.

    Bugün onu tamamen çıkarmıştım hayatımdan. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum şu koltuğa uzanana kadar. Resimleri kaldırınca o da çıkar hayatımdan sanmıştım. Aptal adam! Kimi kandırıyorsun fotoğraflar olmasa bile bu evin her yanı onunla dolu değil mi? Bu koltuk: onunla ilk burada sevişmedin mi? Ya mutfak, orası sana hazırladığı ilk akşam yemeğinin şahidi değil mi? ya bu koridor kapıdan girip az mı öpüştün şu iki metrelik yerde… Hadi fotoğrafları attın bunları nasıl atacaksın? Böyle değildi hayallerim. Şu an rahatlamış olmalıydım. Bugün yeni hayatımın ilk günü olmalıydı. Her şey yolunda gidecekti ama neden her şey tepetaklak.

    Karma karışık duygular arasında uzandığım koltukta elimdeki defteri karıştırmaya başladım. Her sayfasına bir şeyler yazmış, çizmiş. O kadar güzel aşk dolu cümleler kurmuş ki sanki ilk sayfada yazanların hepsini unutmuş. Gidecek bir adamı sevmiyor sanki. İnsan bunu bile bile nasıl bu kadar güzel sevebilir… tek tek her sayfayı okudum. Neler yazmamış ki. Bana dair ne çok şey biliyormuş meğer. Çocukluğuma bile aşıkmış, ufacık hallerimi bile bilip seviyormuş. Bir sürü bebeklik fotoğrafım varmış elinde, sonra yavaş yavaş ergenliğe geçiş. Her halimi öğrenmeye çalışmış öğrenmişti zaten. Oysa ben ona hiçbir şey anlatmamıştım. Kendimi tanıdım yazanları okurken ve tabi onu da tanıdım. Mesela o yumurtadan nefret edermiş. Oysa ona hazırladığım sabah kahvaltılarında hazırladığım omletleri ‘daha önce bundan iyisini yememiştim’ diyerek büyük bir iştahla yerdi. Yaptığım yemekleri beğenmesi beni hep çok mutlu etmişti… Sonra o hep gittiğimiz deniz kenarındaki çay bahçesi varya orayı hiçbir zaman sevmemiş. Deniz kokusundan nefret edermiş ama ben seviyorum diye hiç itiraz etmeden her seferinde benimle gelirmiş. Daha neler neler yazmış. Her satırında kendimden utandım meğer onu hiç tanımamışım. Ve o zaten onu hiç tanımadığımı hep biliyormuş. Hani onun giymesini istemediğim elbise varya onu giyme dediğim ilk gün sabaha kadar ağlamış neden mi? Bende bugün öğrendim nedenini. Elbisesi annesinin armağanıymış ve onun vefatından sonra ne zaman onu özlese, ona ihtiyacı olsa ya da çok çaresiz hissetse onu giyermiş ama ben istemedim diye o günden sonra bir daha hiç giymemiş. Buna benzer bir sürü şey yazmış defterine meğer o bu ilişkide kendini ne kadar da açmış bana ama ben hiçbir zaman görmemişim…

    Uyandığımda defter elimden düşmüş başımda korkunç bir ağrı, her yanım tutulmuş bir haldeydim. Ağlamaktan şişen gözlerimi açmakta zorluk çekiyordum. Gece ne ara uyudum hatırlamıyorum. Son hatırladığım elbiseyle ilgili okuduklarımdı ondan sora ağlayarak uyuyup kaldım sanırım. Gece düşüme düştü sevdiğim kadın. Ağlıyordu bir fidanın yanında. Yanına küçük bir kız çocuğu vardı, sevdiğim kadına benziyordu ve fidana benim adımla sesleniyorlardı. Sevdiğim kadın kıza “Babamı özledikçe ona su ver büyüsün, kocaman olsun o gelince de bu ağacı ona göster ki onu ne kadar özlediğini anlasın” diyordu. Uyandığında hala rüyanın etkisindeydim anlamlandırmak için uğraştım ama olmadı. Hayatımdan düşürsem de o ağırlık yapan torbayı düşlerimden düşürememişim onu anladım…

    Ne yeni hayatıma ne de eski hayatıma ait olan bir sabaha uyandım bugün. Kalktım banyomu yaptım, kendime kahvaltı hazırlayıp televizyonun karşısına oturdum. Yalnız bir adamım artık tek arkadaşım o alet çünkü. Çayımı doldurup kahvaltıya başladım. Saatlerce televizyon seyrettim hiçbir şey düşünmeden; o kadar kaptırmışım ki bardaktaki çayı bile düşünmedim –içmek için bardağa uzandığımda ağzına kadar buz gibi çayla dolu oluşundan anladım bunu- Sonra koltukta uzandım ve uyudum sonra uyanıp yemek yedim tekrar uyudum. Bir ay böyle geçti tabi bir de gece yarısı yorgan arası ağlamalarım var. Bir ay sonra bir pazar sabahı yeni hayatımın ilk gününün bugün olmasına karar verdim. Giyindim, -bu döküntü vücudumu bez parçalarının arkasına sakladım mı demeliydim yoksa-. Uzunca bir aradan sonra ilk defa dışarı çıkmaya karar verdim. Annemi görmek istiyor canım. Onunla geçireceğim bugünü. Bir aydır yalnızca onunla konuştum bu arada iğrenç psikolojimi sahte neşeli bir sesin arkasına saklayarak.
    Hani uçan balondum ya ben işte torbalardan birisi de o! Hiçbir şeyden haberi yok annemin. Nasıl söyler, nasıl açıklarım onu da bilmiyorum. Sevdiğim kadını terk ettiğimi, taşınacağımı ve bir daha buraya dönmeyeceğimi bilmiyor daha. Kapının önünde buldum kendimi düşünceler içinde. Zili çaldım ve o tüm güzelliğiyle açtı kapıyı. Sanki yıllardır görmüyormuş gibi sarıldım ona. Sımsıkı kucakladım, nefessiz kalınca itekledi beni, söylendi bir de öldürecek misin beni diye ah annem hep çok tatlıydın! Sen hep gül olur mu. Yine mükemmel yemek kokuları geliyordu mutfaktan. Salona geçtim ve oturdum çünkü yemekten önce mutfağa girmek yasak. Koltuğun yanındaki sehpada annemle babamın düğün fotoğrafları var. Benim hiç böyle bir fotoğrafım olmayacak ne garip! Annem bir aydır göremedim seni diye söylendi sonra anlatmaya başladı. Karşı komşuyu, onun evlenen çocuklarını vs… Ne hikmetse ben bu eve ne zaman gelsem ya komşulardan birinin çocuğu evleniyor ya da komşulardan birinin torunu oluyor. Bu tesadüf olabilir mi? Bence bu annemin “Mürüvvet planı”. Annem batı benim aklım mutfakta hemen masaya geçirdi beni bu en sevdiğim an işte. Yine döktürmüş anacığım. Masada her zamanki gibi üç tabak var. Babamın tabağı başköşede bizimkilerde yanlarında. Annem babamın hep bizimle olduğuna inandı. O yüzden onun tabağı hep başköşede olurdu. –Annem babamı hiç unutmadı- Yemeğe başladı. Yüzyıldır yemek yemiyor gibi giriştim yemekler biten tabak anında doluyordu ah annem benim de doyma hissim olduğunu hiç öğrenemedi. Uzun zamandır hiç böyle huzurlu hissetmemiştim kendimi. Yemek bitti annemi salona yolladım. Bugün kahveler benden dedim. Kahveleri hazırlarken bir yandan da kendimi hazırladım, biraz sonra olacakları kestiremiyorum çünkü düşüncelerimi, söyleyeceklerimi toparladım. Kahveleri alıp annemin yanına geldim. Anlatmam gereken şeyler var ama şu huzuru bozmaya da hiç cesaretim yok. Gözlerime öyle güzel bakıyor ki korkuyorum onu üzmeye… Oradan buradan konuştuk önce çok çabaladım münasip bir dille kararımı ve olanları açıklamak için ama olmadı beceremedim yine. Cümlelerim çıkmaya korkuyorlar sanki uğraştım ama olmadı yine pat diye atıverdim o cümleyi ağzımdan. “Anne ben Yeşil’i terk ettim” dedim. Kahvesini yudumlayacaktı yapmadı, sehpaya bıraktı fincanı. Nefes alamadı sanki bir an, rengi değişti korktum o halinden. Öylece kaldı bir süre dolu gözlerle suratıma baktı anlamsız ama anlamlı bir şekilde. Onu sakinleştirmeye uğraştım ama beceremedim. Biraz sonra titreyen bir sesle “Neden” dedi. Sadece tek kelime çıktı ağzından –ya da çıkabildi.-

    “Neden?” bu soruyu bende çok sordum kendime. Ama kendime verdiğim cevapları veremem sana ikna olmazsın çünkü biliyorum. Gece boyu ağladı “Neden” diye bağırarak tek kelime edemedim. O soruyu cevaplayacak cesaretim yoktu. Gözlerinden dökülen her damla yaş biraz daha azalttı cesaretimi. Daha anlatacak çok şeyim vardı ah anne neden yaptın bunu, en başından neden aldın tüm cesaretimi. O gece annemde kaldım. Sabaha kadar gezindi durdu evde ben odamda o salondan göz kırpmadan sabah ettik. Sabaha kadar annemi nasıl sakinleştireceğimi düşündüm ama çıkar yol bulamadım.

    Odadan dışarı çıktığımda salonda televizyon izliyordu. Mutfağa gittim ne kahvaltı hazırdı ne çay demliydi. Ekmek de almamış bugün. Bu zamana kadar hiç böyle yapmamıştı. “Günaydın” dedim cevap vermedi. Annem küstü bana. Dinlemedi bile beni. Hiçbir şey sormadı anlamaya çalışmadı. Buz gibiydi gözleri bakışları içimi donduruyordu. Hayatımda en önemli iki kadını da kaybediyorum sanırım…

    Şu geçen bir ayda hiç kalmadığım kadar yalnız kaldım. –İstediğim buydu ama bu şekilde mutlu olmalıydım oysa şimdi mutlu değilim ki- hani tek başıma başarabilirim diyordum ya yalan söylüyormuşum meğer. Bu kadarcık yalnızlığı bile kaldıramadım. Tüm zorbaları atıp havada yalnız kaldığımda ne yaparım. Kendimi cesur zannediyordum oysa kocaman bir yalancıymışım.

    Yeşil hayatımdan çıktı çıkalı hiçbir şeyin anlamı yok. O olmadan daha kolay olacak sanıyordum ama olmadı. Hayatımda bıraktığı boşluğu doldurmaya hiçbir şeyin gücü yetmedi. Pazar kahvaltılarını yalnız yapmanın; sinemaya tek kişilik bilet almanın, birilerinin sürekli bana onu sormasının, yatak odasındaki aynanın üzerinde duran ufacık bir tokanın canımı bu kadar yakacağını hiç tahmin etmemiştim. Gittiği günün bittiğim gün olacağını biliyordum o olmadan da bir şekilde hayat devam edecekti, hatta ben çok büyük işler yapıp çok büyük adam olacaktım. Oysa o olmadan nefes bile alamıyormuşum meğer.

    Bugün doğum günü. Ona hep yaptığım gibi en güzel hediyeyi bulmak için günler öncesinden başlamadım bu defa hazırlık yapmaya. Gideceğimiz yeri, yapacağımız şeyleri planlamadım. Doğum gününde Yeşil’in giyeceği elbiseye birlikte karar vermedik. Bu heyecanların eksikliği ne kadar kötü bir şeymiş.

    Biletimi aldım bugün. Sevdiğim kadın bir yıl daha yaşlanırken ben onu, ülkemi ve evimi terk ediyor olacağım. Hazırlıklarım tamam. Annem iş gezisine gidiyorum zannediyor ama ben onu da terk ediyorum. Onsuz geçecek bir ömre yola çıkıyorum. Yıktıklarımın üzerine yeni şeyler inşa etme ümidiyle gidiyorum şimdi. Ama biliyorum ki Yeşil’siz bir hayat hayal ettiğimden daha zor olacak. Zavallı bir adamım onsuz ve onsuz sonsuz değil artık mutluluklarım…

    Son paragrafı da yazdım ve defteri paketledim. Pakete küçük bir not iliştirdim. “Bebeğim doğum günü hediyen için bambaşka bir sen ve bambaşka bir ben yarattım. Senin olmadığın bir hayatta ki beni görmen için uğraştım. Yarattığım karakterler bizden çok farklı da olsa sen olmazsan eğer işte ben böyle zavallı bir adam olacağım. Yeni yaşın kutlu olsun sevdiğim kadın. Hayatımdan çıkmaman dileğiyle” yazdım.

    Yarın sabah yatağının baş ucuna bırakacağım hediyesini okuduğunda muhtemelen biraz kızacak hikâyedeki terk eden adama –bana- ama diyorum ya bambaşka bir beni anlattım ona.

    Sevdiğim kadın hep benimle kal, ömrün ömrüme ömür katsın…








      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 5:48 pm