Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    ÇİLEM (1001060018)

    avatar
    1001060018


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 21/10/10

    ÇİLEM (1001060018) Empty ÇİLEM (1001060018)

    Mesaj  1001060018 C.tesi Ara. 25, 2010 11:47 am

    ÇİLEM
    Yine gecenin bir yarısı uyandım. Son birkaç gecedir aynı saatte uykularım bölünüyordu. Hayat insanın üzerine bir yük verdi mi daha çoğunu da vermek için bekliyordu. Kalktım ve mutfağa gittim. Dolabı açıp kendime bir bardak su koydum. Dolabı açtığımda gördüğüm tek şey bomboş raflardı. Artık babamın gücü evi tek başına geçindirmeye yetmiyordu. Zavallı adam o yaşlı başlı haliyle inşaat tepelerinde evine ekmek getirmeye çalışıyordu. “ Canım kızım ben böyle bu hallerde yetiştim, seni okutup bir meslek sahibi yapmak, eloğlunun eline bakmaman için seni en iyi okullara göndermek isterdim. Ama görüyorsun ya halimizi kazandığım üç kuruş para karnımızı bile doyurmaya yetmiyor. Sen beni affet kızım.” derdi babam hep. Bende ona: “ Sen iyi ol da beni düşünme babacığım.” derdim. Bu lafımı duyunca hem hüzünlenir hem de mutlu olurdu.
    Sabah erken saatte uyandım. Karar vermiştim. Artık okula gitmeyecek yapabileceğim bir iş bulup çalışacaktım. 17 yaşındaydım ve lise üçüncü sınıfa gidiyordum. Bütün arkadaşlarım bu zamanlarda üniversite sınavına çalışıyordu. Fakat ben kazansam da maddi durumumuzdan dolayı üniversiteye gidemeyeceğim için okulu bırakmaya karar verdim. Lise üçüncü sınıfın karne tatilinde okulu bıraktım. Kendime bir iş bulup çalışacak ve babama yardımcı olacaktım.
    Okulda en yakın arkadaşım Özge’ydi. Her şeyimi ona anlatır, acılarımızı paylaşırdık. İlginç bir kızdı Özge. Yüzünden gülücük hiç düşmezdi. Hep mutlu olmazdı tabi ama acılarını dışarı da vurmazdı. En sevdiğim yanı da buydu zaten. Sarışın ve benim boylarımdaydı. Erkeklerin gözlerini almadığı çok güzel bir kızdı. O sarışınken ben esmerdim. Belki de zıt özelliklere sahip olduğumuz için bu kadar yakınlaşmıştık onunla. Fakat bir o kadar da benzerdik aynı anda aynı şeyleri yapardık çoğunlukla. Ona okulu bırakacağımı söylediğimde çok kızdı bana.
    - Nasıl böyle bir şey yaparsın Çilem. Okulu bırakmak ne demek? Tamam çalış ona lafım yok ama okulu bırakma. Geleceğin söz konusu burada.
    - Eğer okulu bırakmazsam zaten bir geleceğim olmayacak ki. Beni kim nasıl okutacak? Hem babamın üzerine bu kadar yük bırakamam. Yaşlandı artık.
    - Bu zamana kadar okuttu, bu güne kadar getirdi. Bundan sonrasını da yapabilir.
    - Kararım kesin Özge. Okulu bırakıyorum.
    Ofladı. “ Tamam.” dedi.
    Özge gibi diğer arkadaşlarım da karşı çıktılar. Öğretmenlerim “ umut vadeden bir öğrencisin.” diyerek engel olmaya çalıştılar. Fakat vazgeçmedim.
    Böylece yeni hayatım başlamış oldu.
    * **
    İş aramaya koyulmuştum. Kendime çeki düzen verdim ve kapıyı açtım. Her yere iyice bakınarak dolaşıyordum. Öğlen olmuştu. Ama hala bir şey çıkmamıştı. Öğlenden sonra devam ederim deyip eve gitmeye karar vermiştim ki aklıma arkadaşlarımın gittiği kuaför geldi. Konuşurlarken elemana ihtiyaçları olduğunu duymuştum. Hemen kuaförün yolunu tuttum. Yakınlarda bir yerlerdeydi. Kendime çeki düzen verdim ve kapıyı açtım. İçeriden oje kokuları geliyordu. İçeride kuaför sahibinden başka kimse yoktu. Beni görünce başını kaldırdı. Gülümsedi.
    - Hoş geldin canım. Ne olacaktı?
    - Ben aslında başka bir şey için geldim. Arkadaşlarım buraya sık gelirler. Onlar konuşurken duymuştum. Birine ihtiyacınız varmış. Benim de işe ihtiyacım var. Eğer izin verirseniz sizinle çalışabilir miyim?
    - Daha önce çalıştın mı hiç?
    - Hayır çalışmadım. Ama …
    - Bak canım normalde tecrübesiz birini buraya almam. Ama gerçekten bir yardımcıya ihtiyacım var. Bir süre burada çalış. Fakat sonrası için bir şey diyemem.
    Tamam dedim ve aynı anda işe başladım. Ortalığı süpürdüm. Eşyaları yerlerine koydum. Fön makinelerini tuttum. Böylece günü akşam ettim.
    ***
    Diğer günlerde bunun gibi geçti. Benim dışımda bir kişi daha çalışıyordu. O daha tecrübeliydi. Her işin altından kalkabiliyordu. Ben çoğunlukla temizlik yapıyordum. Fakat kalabalık olduğu zamanlarda bana öğrettiklerini uygulamama izin veriyorlardı. Haftalık alıyordum. Fazla bir meblağ olmasa da eve bir destekti sonuçta. Parayı aldığım zamanlar içinden sadece yol parası alıp geri kalanını babama veriyordum. Her zamanki hüzünlü gözleriyle bana bakıp: ” Bu yaşında senden para da mı alacaktım adı gibi çileli kızım?” derdi.
    Bu böylece sürüp gitti. Sonunda beklediğim aynı zamanda olmasından korktuğum şey gerçek olmuştu. Patronum beni çağırdı ve karşısına oturttu. “ Bak kızım, işe başlarken de söylemiştim bir süre çalış diye. Ama artık burada çalışamazsın. Yanıma iki stajyer öğrenci almam gerek. Onlara da para vereceğim. Bu kadar kişiye para yetiştiremem. Hem tahmin edebileceğin gibi onlar daha tecrübeli. Ben sana haftalığını vereyim, bugün işi bırak. “ dedi ve haftalığımı uzattı. Aldım ve oradan çıktım.
    Artık işsizdim. Bu günün geleceğini biliyordum fakat uzun süredir çalıştığım için içime atmıştım. Şimdi ise o gün gelmişti. Eve geldim ve hemen odama çekildim. Annem yanıma gelip ne olduğunu sordu. Anlattım ve anneme sarılıp onun kokusuyla uyuyakaldım.
    ***
    Çalışmadan geçen günlerimde evde anneme yardım ediyordum. Bütün işlerim bitince de odama çekilip kitap okuyordum. Kitap kurdu sayılabilecek biriydim. Okul zamanlarımda hiçbir arkadaşımın okumadığı çoğu kitabı okumuştum. İşten ayrılınca kendime yeni bir kitap bulmuştum. Elif ŞAFAK’ ın AŞK adlı kitabıydı bu. İçinde geçen bir söz beni çok etkilemişti. “ Aşkın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde… 18 yaşındaydım. Fakat daha önce hiç aşık olmamıştım. Daha çocukken bütün sorumluluklar yüklenmişti omuzlarıma. Bu sebepten böyle duygular tanımamıştım.
    ***
    Arkadaşlarımın da işten ayrıldığımdan haberleri vardı. Bana iş bulmak için çabalıyorlardı. Oysa bir gerçek vardı: 18 yaşındaki daha liseyi bile bitirmemiş bir kıza iş bulmak samanlıkta iğne aramak kadar zordu. Sonunda bir gün telefon çaldı. Arayan Özge’ydi.
    - Nasılsın kardeşim?
    - İyiyim kardeşim. Sen nasılsın? Bir şey mi oldu?
    - Yok hayır. Bir şey olmadı. Sahilde buluşalım mı diyecektim. Biraz hava alırız. Hem özledim seni.
    - Tamam ben hazırlanıp çıkarım şimdi.
    - Tamam canım bekliyorum.
    Üzerime bir kot ve bir tişört giyip dışarı çıktım. Hava günlük güneşlikti. Yaz kendini belli ediyordu. Biraz ileride Özge’yi otururken buldum. Yanına gittim. Uzun zamandır görüşmemiştik. Birbirimize sımsıkı sarıldık. Sonra havadan sudan konuştuk. Ama o bana güzel bir haber vermek için gelmişti.
    - Sana güzel bir haberim var.
    - Neymiş? Çatlatma adamı söyle hadi.
    - Sınavı kazandım. Okul öncesi öğretmenliği.
    İçim burkulmuştu. Hep istediği şey gerçek olmuştu. Onun adına çok mutlu olmuştum. Fakat kendi adıma kırılmıştım. Yıllarca bu sınav için çalışmış, sonra da her şeyi silip ne olduğu bilinmez bir iş hayatına atılmıştım. Şimdi bir işim bile yoktu. Benim için hayat bitmiş fakat Özge için daha yeni başlıyordu. Bütün bu düşüncelerimi Özge’ye belli etmedim.
    - Çok sevindim kardeşim. Umarım hayırlısı olur hakkında.
    dedim ve tekrar sarıldık.
    - Ama tek haberim bu değil.
    - Daha neler var. Hadi dökül bakalım.
    - Senin için de çok güzel bir haberim var.
    - Benim için mi?
    - Evet. Sana iş bulduk. Annem arkadaşlarına anlatmış. Onla da ilgilenmişler. Bir giyim mağazasında satış elemanlığı yapacaksın. Tabi istersen.
    - Gerçekten mi? Özge sen bir tanesin ya. Bana nasıl bir iyilik yaptığını bilemezsin. Çalışmam mı hiç? Çok teşekkür ederim.
    - Önemli değil. Biz kardeşiz.
    ***
    Diğer gün Özge beni çalışacağım mağazaya götürdü. Uzun sayılabilecek aslında kısacık bir aradan sonra yeniden işe başlıyordum. Mağazanın adı “Okyanus”tu. Oldukça şık fakat ekonomik geliri orta halli ailelerin alışveriş yapabileceği bir yerdi. Patronum, aynı zamanda mağazanın sahibi, Ömür adında çok şık bir bayandı. Özge beni onunla tanıştırdı. Ücreti, çalışma saatlerini ve bunun gibi bazı şartları konuştuktan sonra yarın başlayabileceğimi söyledi. Günün geri kalanını Özge’yle birlikte geçirdik. Dolaştık, sohbet ettik, planlar kurduk. Akşam da eve gidip bu haberi annem ve babama anlattım. Onlar da benim iş bulma heyecanıma sevindiler. Biliyordum ki imkanları olsa çalışmama izin vermez ve böyle bir habere sevinmezlerdi.
    O akşam iş bulmamın hatırına anne ve babama kahve yaptım. Evin tek çocuğuydum. Neşeli geçen akşamlarımızda annem ve babama kahve yapar neşemizi kutlardık. Şimdi de iş bulmamı kutluyorduk. Kahvelerimizi içtik ve oturup sohbet ettik. Sonra aralarına girdim. Onlara sarıldım ve sessizce oturduk. Onları çok seviyordum. Annem de babam da ebeveynlerini kaybetmişti. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu.
    Sabah erkenden kalktım. Sahip olduğum en güzel giysilerimi giydim. Azıcık da süslenip evden çıktım. Mağazaya gittiğimde Ömür Abla kapıyı daha yeni açıyordu.
    - Günaydın abla.
    - Günaydın canım. Ne güzel olmuşun böyle.
    - Teşekkür ederim. Geç kalmadım inşallah.
    - Hayır canım. Ben de daha yeni geldim görüyorsun. Hadi gir. Ortalığı bir düzene sokalım geç olmadan.
    - Tamam abla merak etme sen. Ben hemen hallederim.
    Henüz işler bitmemişken müşteriler gelmeye başladı. Hemen işlerimi halledip müşterilerle ilgilenmeye başladım. Fiyatlarını bilmediğim ürünleri Ömür Abla’ya danışıyordum. Kalabalık bitmek bilmiyordu. Tam son müşteri çıkarken diğerleri hücum ediyordu. Çok yorucu bir gün olmuştu. Ömür Abla da bunun farkında olduğu için bugünlük beni erken bıraktı. Evin yolunu tuttum. 10 dakika sonra evin önündeydim ki siren sesleriyle sonra da evimizin önünde gördüğüm ambulansla irkildim. Ambulans tam da bizim evin önünde duruyordu. Ne olduğunu anlamadan kendimi eve attım. Annem bir kenarda hıçkırarak ağlıyor, komşular da onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorken kafamı sağ tarafa çevirmemle gördüğüm manzarayla yıkıldım. Elimdeki çanta aniden yere düştü. Bedenimi taşıyacak gücüm kalmamış gibiydi. Babam boylu boyunca yerde yatıyor, birkaç sağlık görevlisi yanında kalp masajı yapıyordu. Sonra birbirlerine bakışıp yavaşça eşyalarını toplamaya kalkıştılar. Neler olduğunu anlamamıştım ki annemin çığlığı kendime gelmeme neden oldu.
    - Muraaaaat! Bense sadece “ babam ” diyebildim. Hemen yanına koştum. Ellerine, yüzüne dokundum. Canı kalmamıştı. Nefes almıyordu. Sonra hıçkırarak ağladığımın farkına vardım. Komşular anneme mukayyet olmaya çalışıyordu. Annemse onların elinden kurtulup koşarak yanıma geldi ve babama sarıldı. 19 yıllık kocası artık yoktu. Bundan gerisini hatırlamıyordum.
    ***
    Gözümü açtığımda kendimi bir hastane odasında annemi başımda oturuyorken buldum. Ağlamaktan gözleri şişmişti sanki ve gözlerinden uyku akıyordu. Konuşabileceğimi anlayınca:
    - “Neler oldu?” diye sordum.
    - Dinlen kızım. Sonra konuşuruz bunları. Doktor uyanınca çıkabileceğimizi söyledi.
    - Anne! Şimdi anlat. Ne oldu. Her şeyi anlat.
    - “ Tamam” diyerek boyun eğdi ve anlatmaya başladı:
    - Ben evdeydim öğleden sonra saat 4-5 civarıydı. Baban eve geldi. İşte izin almış, kendimi iyi hissetmiyorum hanım biraz dinleneyim sen de bana bir kahve yap da içelim, dedi. Kahveyi yaptım, içti. Ben fincanı içeri götüreyim deyip ayağa kalktı. Sonra bir an durdu ve elini kalbine götürdü. Fincanı düşürdü. Ben ne olduğunu anlamadan kendi de yere yığıldı. Hemen ambulansı aradım. Hastane yakın olduğu için 5 dakikayı bulmadan geldiler. Ama engel olamadılar işte. Vadesi bu kadarmış.
    Gözümün önünde kareler canlandı. Hatırlıyordum. “ Bana ne oldu peki?”
    - Babanı görünce yanına koştun. Sarıldın. Sonra bayıldın. 48 saate yakındır uyuyorsun. Doktorlar şok geçirdiğini söyledi. Öldü sandık. O kadar zaman uyanmadın. Sonra doktorlar bunun olabileceğini söylediler. Babanı da toprağa verdik. Mekanı cennet olsun.
    Gözleri dolmuştu. “Artık babam yok mu yani ?” dememle gözyaşları yanaklarına düşmüştü. Artık babam yoktu. Bir daha onu hiç göremeyecektim.
    ***
    Babamın yokluğuyla ev bomboş gibiydi. Annemin yüzü eskisi gibi gülmüyordu. Oturup saatlerce babamın resimlerine bakıyor, giysilerini kokluyordu. Bense sesimi çıkarmadan oturuyordum. Yeni başladığım işe gitmeyeli 1 hafta olmuştu. Sadece 1 gün çalıştığım için kovulacağımı düşünmüştüm. Fakat Özge Ömür Abla’yı arayıp durumumu anlatmış, Ömür Abla da bunu anlayışla karşılamış, hazır olduğumda işe yeniden başlayabileceğimi söylemiş. Artık evde oturmamın bir anlamı yoktu. Hem kafamı başka bir işle meşgul edersem belki acımı biraz bastırabilirdim. Artık babam da olmadığına göre bu evi sorumluğu tamamen benimdi. Ve ben daha 18 yaşındaydım.
    ***
    Ertesi gün işe yeniden başladım. İşe başladığım ilk günkü kadar kalabalık olmasa da yeterince kalabalık vardı. Fakat ne kadar unutmaya çalışırsam çalışayım içimdeki acı beni yiyip bitiriyordu. Yine de ileri geri koşturarak günü akşam ettim. Eve gittiğimde annem yemekleri hazırlamış sonra yine babamın eşyalarına geri dönmüştü. Yanına gidip ona sıkıca sarıldım. Şimdi beraberce ağlıyorduk.
    Diğer günler de bunun gibi geçti. İşten çıkıp eve gidiyor, annemle oturuyorduk. Annem de gün geçtikçe daha iyiye gidiyordu. Komşular da onu yalnız bırakmıyor, desteklerini eksik etmiyorlardı. Sonra bir gün işten çıkıp eve gittiğimde annem bana kapıyı gülerek açtı.
    - Anneciğim bu ne mutluluk. Bir şey mi oldu? dedim gülerek.
    - İçeri gir kızım dedi. Daha da merak etmişim. Uzun zamandır gülmeyen annemin yüzünde güller açıyordu.
    - Babanı gördüm rüyamda dedi. Donup kalmıştım.
    - Eee nasıl gördün?
    - Üzülme ben mutluyum Neşe’m. Sende mutlu ol. Kızımızı da üzme diyordu.
    Şaşırmıştım. Fakat bir yandan da mutlu olmuştum. Annem babamın sözünü dinlerdi. Bu da demek oluyor ki annem artık kendine gelecekti. Hatta şu haline bakılırsa gelmişti bile. Annemin yüzünde güller açılıyor, mutfaktan mis kokular geliyordu. Annem sofrayı kurdu. Afiyetle yemeğimizi yedik ve babamı andık. Fakat bu kez mutluluktan…
    ***
    Artık işine alışmıştım. Ömür ablayla da çok iyi anlaşıyorduk. Hatta çok kalabalık olmadığı zamanlarda beni yalnız bırakıp gittiği de oluyordu. Yine beni bırakıp gittiği bir gün kasa başında oturuyordum. Dışarıda hava soğuktu. Birden kapı açıldı. İçeri orta boylu, zayıf, esmer tenli, tahminen yirmili yaşlarda bir genç girdi. Başımı kaldırmamla göz göze geldik. Gözlerinde bir pırıltı vardı. Şimdiye kadar kimseyle bu denli ilgilenmemiştim. Onun da bakışları meraklıydı. Sonra gülümseyerek:
    - Nasıl yardımcı olabilirim?
    - Şöyle en kalınından bir kazak almak istiyorum. Dışarısı çok soğuk.
    Birlikte kazak reyonuna gittik. Gösterdiğim bazılarını onaylıyor, bazılarınıysa hemen yerine koyduruyordu. Birkaç tane beğendikten sonra deneyip deneyemeyeceğini sordu. Ben onayladıktan sonra kabine girdi. O sırada Ömür Abla da geri dönmüştü. Genç, verdiğim ilk kazağı giyip kabinden çıkmış, aynanın karşısında kendisini inceliyordu. Diğer kazakları da aynı şekilde denedi. Yüzünde, içinden bir tanesini beğendiğini anlatan bir ifade vardı. Yanıma yaklaştı. Üzerindekini gösterip:
    - Sence bunu almalı mıyım?
    - Yakıştı size. Siz de beğendiyseniz elbette ki alın.
    Kafasını sallayıp kabine geri döndü. Yanıma yaklaşınca kokusunu duymuştum. Kokusu beni kendimden geçirmişti. Ömür Abla da öylece dikildiğimi görmüş bana bakıyordu.
    - Hayırdır Çilem? Bir sorun yok ya.
    - (Kafamı salladım) Yok, yok abla.
    Dedikten sonra sonra Ömür Ablaya baktığımda başını ellerinin arasına almış, güldüğünü gördüm. Kızarmıştım. Genç, kabinden çıkıp yanıma geldi. Kazağı alacağını söyledi ve fiyatını sordu. Cevap verdim ve kazağı poşete koyup gence uzattım.
    - Teşekkürler Çilem Hanım. İyi günler.
    Tam dönmüş gidiyordu ki
    - Ama siz adımı…
    Diyebildim. Eliyle işaret edip gülümseyerek
    - Yaka kartınızdan.
    Dedi. Bir şey diyememiştim. Tekrar iyi günler diledi ve gitti.
    Akşam olmuştu. Eve gittiğimde hala o genci düşünüyordum. Adımı kullanmıştı ve ben ona adını soramadan çıkıp gitmişti. “Acaba tekrar gelir mi?” diye düşünüyordum. Bana neler olduğunu anlayamamıştım. Tek bildiğim daha önce böyle duygular yaşamadığımdı. Galiba aşık oluyordum. İlk kez gördüğüm birine aşık olabilir miydim? Hala bilmiyorum.
    Aradan iki gün geçmişti. Mağazada oturuyordum. Her dakika gelebilir hayaliyle gözümü kapıdan ayırmıyordum. Fakat iki gün geçmesine rağmen gelmemişti. Artık gelmeyeceğine karar verip beklememeye çalışıyordum fakat olmuyordu. Gözlerini bir türlü aklımdan çıkaramıyordum. Bunları düşünürken birden kapı açılıverdi. İçeri giren oydu. Elinde poşetiyle bana gülümsüyordu.
    - Bu bana biraz küçükmüş de değiştirme imkanım var mı acaba?
    Bu haliyle tıpkı masum bir çocuk gibiydi. “Elbette.” dedim. Gidip, yenisini getirip uzattım.
    Gözlerime bakıyordu. Bakışları içime işliyordu. Elini uzattı. “Adım Umut.” dedi. Elini sıktım. “Ben de Çilem.” dedim. Gülümseyerek “Biliyorum.” dedi. “Tanıştığımıza memnun oldum.” diye de ekledi. “Ben de.” dedim. Daha sonra çıktı, gitti. Kalakalmıştım. Arkamı döndüğümde Ömür Abla bana bakıp gülüyordu. Bir şey söylemedi. Ben de bir şey söylemedim.
    Bu kez daha büyük bir bekleyiş içindeydim. Kapı her açıldığında o olur düşüncesiyle kaldırıyordum başımı. Fakat o gelmiyordu. Bedenimi belli belirsiz bir hüzün kaplamıştı. Ömür abla da fark etmiş olacak ki yüzünde üzgün bir ifadeyle:
    - Çilem sen iyi misin?
    - İyiyim abla. Biraz başım ağrıyor da o yüzden.
    - Nedense bu baş ağrısı şu çocuk geldikten sonra ortaya çıktı. Bana da bir anlat istersen.
    Diyerek gülümsedi. Umut yine gelmemişti.
    Ertesi gün öğle vakitlerinde içeri küçük bir çocuk girdi. On yaşlarında bir oğlan çocuğuydu. “Buyur tatlım.” dedim. Çocuk dikkatle beni izledikten sonra “Bu zarf sana abla.” dedi. Uzandım, paketi aldım. Kimden diye sormama izin vermeden dışarı fırladı. Zarfı inceledim. Üzerinde Çilem’e yazıyordu. Açtım. İçinden kısa bir not çıktı.
    Çilem,
    Kendim gelmek isterdim. Fakat ne tepki vereceğini bilmediğim için sana bunları
    notla söylüyorum. İlk görüşte aşka inanır mısın bilmiyorum; fakat seni gördükten
    sonra ben artık inanıyorum. Bir hafta önce kazağı değiştirmeye geldim. Aslında
    kazak küçük değildi. Seni görmek için geldim ve bir haftadır yokum çünkü ne
    sebeple geleceğimi bilemedim. Ama dayanamadım. Bu yolu seçtim. Seni tanımak
    istiyorum. Cevabın olumlu olursa çalıştığın yerin az ilerisindeki çay bahçesinde
    bekliyor olacağım.
    Umut
    Kağıt elimde kalakalmıştım. Bana not yazmıştı. Beni tanımak istiyordu. Ömür Abla içeri girmiş elimdeki kağıda bakıyordu. Sonra elimden çekip aldı. Ve okumaya başladı. Bitirdiğinde “Eeee… Daha ne bekliyorsun? Git hadi. Daha buluşmadan çocuğu kaçırmak istemezsin herhalde.” dedi. Hala şaşkındım. Aynanın karşısında kendime çeki düzen verdim. Nasıl gideceğimi ve ne diyeceğimi düşünüyordum. En sonunda hazırlanıp dışarı çıktım. Ömür Abla’nın desteğini aldıktan sonra çay bahçesine doğru yol aldım. Heyecanlıydım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Çay bahçesinin kapısındaydım. Derin bir nefes alıp içeri girdim. Deniz kenarındaki masada oturuyordu. Beni görünce ayağa kalktı. Yüzünde her zamanki gülümsemesi vardı. Geleceğimi biliyor gibi, hiç şaşırmamıştı. “Merhaba.” deyip elimi uzattı. “Merhaba.” diye karşılık verdim ve karşısına oturdum. “Gelmekle beni çok mutlu ettin. Sana ne kadar teşekkür etsem az.” dedi. “Teşekkür etmene gerek yok.” dedim. Gözleri sürekli üzerimdeydi. Ben de ona bakmaktan alamıyordum kendimi. Bana sorular sordu. Ailelerimizden bahsettik. Onun da anne babasının olmadığını, bir şirkette şoförlük yaptığını ve arkadaşlarıyla bir evde yaşadığını öğrendim. Ben de ona babamı nasıl kaybettiğimi anlattım. Ona çok ısınmıştım. Daha sonra saate bakıp “Ben artık kalkayım, saat çok geç olmadan işe dönmem gerek.” dedim. “Tamam ama numaranı alabilir miyim? Seni bir daha görmeyi çok isterim ve ayrıca daha yakından tanımayı.” dedi. Ne diyeceğimi bilememiştim. Hemen atlamış gibi olmak istemiyordum; fakat ben de onu tanımak istiyordum. Karar verdim ve numaramı verdim. Çay bahçesinin önünde ayrıldık. Ve mağazaya doğru yol aldım. Mağazaya geldiğimde Ömür Abla ya olanları anlattım. “Demedim mi sana bu çocuğun sende gözü var diye?” dedi. Çok mutluydum. Uzun zamandır böylesine bir mutluluk yaşamamıştım.
    Akşam eve gittiğimde Umut’u anneme de anlattım. Annem de sadece “Kendine dikkat et kızım. On dokuz yaşında aklı başında bir kızsın. Ne yapacağını benden daha iyi bilirsin. Umarım hayırlısı olur.” dedi. “Merak etme anneciğim.” dedim. Yatmaya giderken Umut’tan mesaj geldi. Mesajda şöyle yazıyordu.
    Seni düşünmeden uyuyamıyordum. Fakat bu gece rahat
    Uyuyabileceğim. Çünkü biliyorum ki artık sen de beni düşünüyorsun.
    Yüzümde güller açmıştı. Ben de mesajına cevap yazdım.
    Sanırım doğru düşünmüşsün. Bu gece seni düşünerek uyu-
    yacağım. İyi geceler.
    Aradan iki ay geçmişti. Bazen yine o çay bahçesine gidip oturuyorduk. Bazen de mağazaya beni görmeye geliyordu. Evde olduğum zamanlarda da telefonla konuşuyorduk. Bana “Sevgilim.” diye hitap ediyor, benim de ona böyle söylememi istiyordu. ben sevgilim dediğimdeyse yüzünde gülücükler açıyordu. Hayatıma giren ikinci erkekti. Birincisi babamdı. Babam benim mutlu olduğumu görünce eminim o da mutlu oluyordu.
    Günler geçip gidiyordu. Umut bana sürprizler yapıyor, kartlar gönderiyordu. Kartların içinden de sözler çıkıyordu. En beğendiklerimden bir tanesi de şuydu.
    Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin. Kocaman denizlerde
    ender bir balık gibisin. Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır, bir güldürür. Sen
    hem bir hastalık, hem de sağlık gibisin.
    Romantik biriydi Umut. Yirmi yaşında olmasına rağmen küçücük bir çocuktu. Yeri gelince de olgun insanlar gibi davranırdı. Onu çok seviyordum. Bana gönderdiği kartlardan birinde şu not vardı:
    Aşkın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.
    Bu sözü hatırlamıştım. Ve galiba aşıktım.
    Mağazada oturuyordum. Öğlenden sonrası için Ömür Abladan izin almıştım. Umut yanına çağırmış, izin almam için ısrar etmişti. Ben de dayanamamış, izin almıştım. Mağazada kimse yoktu. Ömür Abla da birkaç işini halletmek için dışarı çıkmıştı. Birden kapı açıldı. İçeri bir genç girdi. “Hoş geldiniz. Buyurun.” dedim. Buranın daimi müşterilerinden biriydi. İlginç biriydi. Sürekli gelir bir şeyler alır, almasa da dolanır dururdu. Ve bakışları da ilginçti. Gözlerimin içine içine bakıyordu. Ben de onunla fazla ilgilenmemek için bakışlarımı çeviriyordum. Onun bakındığını görünce kasaya gidip oturdum. O sırada Umut girdi içeri. Onu görünce mutlu olmuştum. Beni almaya gelmişti. “Ömür Abla gelinceye kadar bekleyelim.” dedim. “Tamam canım.” dedi. Arkasını döndü ve müşteriyle göz göze geldiler.
    - Ooo ne haber Kenan? Ne işin var senin burada?
    - (Tokalaştılar) Nasıl olsun işte bildiğin gibi. Senin ne işin var asıl burada?
    - Sevgilimi almaya geldim. Dedi ve bana döndü.
    - Tanıştırayım canım. Bu en yakın arkadaşlarımdan biri. Adı Kenan. Kenan bu da sevgilim Çilem.
    - Memnun oldum. Dedim. O da karşılık verdi.
    - Siz iyi misiniz renginiz attı sanki? diye söze devam ettim.
    - İyiyim. Biraz üşüdüm de ondandır. Neyse benim gitmem lazım. Tanıştığıma memnun oldum Çilem. Kardeşim seninle de sonra görüşürüz. Dedi ve çıktı. Kaçar gibi gitmişti. Fazla ilgilenmedim. Kenan çıktığında Ömür Abla geldi.
    - Hoş geldin Umut. Çıkıyor musunuz hemen.
    - Geç kalmayalım abla. İzin verirsen çıkalım biz dedi Umut.
    - Olur, olur. Çıkın. Ben buradayım, iyi eğlenceler size.
    Dışarı çıktık. El ele tutuşup yine o çay bahçesine gittik. İlk tanıştığımızda oturduğumuz masaya oturduk ve siparişleri verdik.
    - Çilem adını kim verdi sana?
    - Nereden çıktı bu şimdi?
    - Merak ettim. Hiç anlatmadın bana bunu.
    - Babam vermiş benim adımı. Çileli bir zamanda doğmuşum. Babam çok mutlu olmuş. Her çile bundan bana sonra vız gelir, adı çilem olsun demiş. Çilem vermişler gerçekten.
    - Anladım. (Biraz düşündü.) Çilem ben seni seviyorum.
    - Ben de seni seviyorum Umut. Zor zamanlarımda Umut oldun sen bana.
    - Çilem ben seninle evlenmek istiyorum. (Yüzükleri çıkardı.) Eğer bunu parmağına takmama izin verirsen bir ömür boyu yanında olurum. Seni hiç yalnız bırakmam. Hep ilk günkü gibi severim. Yol arkadaşım, karım olur musun?
    Böyle bir şey bekliyordum; fakat bu çok ani olmuştu. Şaşırmıştım; fakat düşünmem için bir sebep yoktu. Elimi uzattım. Usulca yüzüğü taktı. “Çok uzatmayalım, annenden isteyip seni hemen evlenelim.” dedi. Gülümseyerek “Olur.” dedim. Akşama kadar oturup konuştuk. Planlar kurduk. Hava kararmaya başlayınca da beni eve bıraktı. Ben de durumu anneme anlattım. “İşi ciddiye bağlamanıza sevindim kızım. Mutlu olursunuz umarım. Hazırlıklara başlayalım o zaman.” dedi. Heyecanlanmıştı. Fakat bir yandan da hüzünlüydü. Babamın da bu günü görmesini çok istiyordu. babam burada değildi; fakat biliyorum ki o bizi görüyordu.
    Planlar kurulmuştu. Umut, ailesi olmadığı için, baba gözüyle baktığı Paşa Dayı ile birlikte beni istemeye geldi. Annem de “Hayırlısı olsun, verdim, gitti.” dedi. Mutluydu annem. Çünkü benim mutluluğuma şahit oluyordu. Bir yandan da evi toplamaya başlamıştık. Umut birkaç arkadaşıyla birlikte kaldığı evden çıktı. Biz de evimizi ve eşyalarımızı toplayıp, yeni tuttuğumuz kiralık daireye taşınmaya başladık. Evdeki, babama ait ve kullanılabilir eşyaları aldık ve yeni dairemize taşıdık. Lazım olan diğer eşyalar için de mağazalara siparişler verdik. Artık her şey tamamdı. Sıra sadece nikah dairesinden gün almaya gelmişti. Umut onu da halletti. Kutlama yapmak istemiyorduk ikimiz de. Arkadaşlarımızın ve komşularımızın katılacağı, gösterişsiz nikah dairesinde yapılacak olan sade bir tören olacaktı bizimkisi. Kutlama olmadığı için gelinliği de satın almaya gerek olmadığını düşünüyordum. Umut her ne kadar “ Satın alalım, bu anı kaç kez yaşayacaksın ki hayatında?” diye ısrar etse de beni caydıramadı ve gelinliği kiraladık. Gelinliğim de nikah salonuna uygun, sade bir gelinlik oldu. Upuzun bir duvağım ve bembeyaz kabarık bir eteğim vardı. Giydiğimde kendimi ilk kez bu kadar güzel hissettim. Umut'un tabiriyle “ kuğular gibi” olmuştum.
    En sonunda düğün günü geldi. Nikahım saat 13.00’deydi. annem erkenden kalkmış beni de kaldırmıştı.çok heyecanlıydım. Önce duşa girdim. Sonra gelinliğimi ve diğer eşyalarımı hazırladım. Yapak çok bir şey kalmamıştı. Özge de gelince eşyaları alıp kuaföre gittik. Bana kalsa kuaföre de gitmeyecektim fakat Özge ve Umut ısrar edince onları kırmamak için kabul ettim. Saçlarımın da çok gösterişli olmasını istemiyordum. Uzun olduğu için düz kalmasını tercih ettim. Fakat kuaför “Nikah saçı olduğu belli olsun en azından aralara kıvırcık atayım.” deyince yine dayanamadım ve kendimi kuaförün ellerine bıraktım. Saçım ve makyajım bittiğinde aynanın karşısına geçtim. Aynada gördüğüme inanamıyordum. Özge de benim son halimi görünce, ağzı açık kalmış bana bakıyordu. “Çok güzel olmuşsun.” dedi ve gelip bana sarıldı. Hayatımın en mutlu anlarıydı sanki. Umut da beni görünce ayakta dikilip kaldı. “Bu benim karım mı yani?” dedi. Ben de kulağına yanaşıp gülerek “Daha değil hayatım.” dedim ve arabaya bindim. Önce stüdyoya gidip fotoğraf çekindik sonra da nikah dairesine doğru yol aldık. İçeri girdiğimizde herkes bizi bekliyordu. Bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmiyordum; fakat doğrusunu söylemek gerekirse kalabalık olmasına sevinmiştim. Nikahımda yalnız olmak istemiyordum. Dilediğim olmuştu.
    “Murat kızı Çilem’i karın olarak kabul ediyor musun?” diye sordu nikah memuru. “Evet.” dedi Umut. Aynı soruyu bana da sordu. Nikah salonuna göz gezdirdim sonra ben de evet dedim. Sıra imza atmaya gelmişti. Umut imza atarken ayağına bastım. Sonra ben de imza attım. Şahitlerimiz Özge ve Kenan da onaylayıp imza attıktan sonra nikah memuru evlilik cüzdanını bana uzattı. Umut’la birbirimize sarıldık. Herkes bizi alkışlıyordu. Artık evli bir çifttik. Akşam olup imam nikahı da kıyılınca tamamen birbirimizin helali olmuştuk.
    Evlilik günleri güzel geçiyordu. Bu hayata çabuk alışmıştım. Annem bir yanımda, kocam diğer yanımdaydı. Artık işime de geri dönmüştüm. Annem evde duruyor, yapabildiğince ev işleri ile uğraşıyordu. Ben ve Umut da çalışıyorduk. Durumumuz iyi sayılırdı. Şu an kirada oturduğumuz evi satın alma planlarımız vardı. Fakat bir türlü uygulamaya geçirememiştik. Sonra da olmaz deyip vazgeçmiştik. Umut’u çok seviyordum. O da bana, beni sevdiğini hissettiriyordu. Sevdiğim şeyleri yapmak için çabalayıp duruyordu. Ben de onu mutlu etmek için elimden geleni yapıyordum. Umut'un arkadaşı Kenan da sık sık bize gelirdi. Bazen yemeğe kalır, hep birlikte yemek yerdik. Umut’la ne kadar yakın olursa olsunlar ben Kenan’a bir türlü ısınamamıştım. Hareketlerinde bana itici gelen bir şeyler vardı. Fakat çözememiştim. Yine de kafasını karıştırmamak için Umut’a bir şey söylemiyordum.
    İşe gitmek için erkenden uyandım. Umut daha uyuyordu. Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa gittim. Çayın suyunu koydum. Masayı hazırladım. Üst raflardan birinde yumurta tavasını almak için yukarı uzanmamla midemin bulanması bir oldu. Hemen lavaboya koştum. Gece yediğim ne varsa çıkarttım. Dün sabah hatta dünden önceki sabah da böyle olmuştu. Sadece biraz daha hafifti. Şüphelenmeye başlamıştım. Yine de kimseye bir şeyler çaktırmamak için toparlandım ve kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Kahvaltı hazır olunca annemle Umut’u uyandırdım. Hep birlikte kahvaltımızı yaptık.
    - Hadi hayatım. Ben seni mağazaya bırakayım. Beraber çıkalım. Orada iş yerine geçerim ben.
    - Canım sen git. Ben bugün biraz geç çıkacağım evden. Birkaç işim var onları halledeyim de öyle çıkacağım, sen git.
    - Emin misin canım? Kısa sürerse bekleyebilirim.
    - Yok hayatım. Bekleme sen. Ben bir dolmuşa atlar giderim.
    - Tamam o zaman. Hoşça kal.
    - Hoşça kal canım.
    Umut çıkınca Ömür ablayı arayıp hastaneye gideceğimi söyledim. Biraz geç gelip gelemeyeceğimi sordum.
    - Gelebilirsin istediğin saatte ama neden hastaneye gidiyorsun. Bir sorun yok değil mi?
    - Yok ablacım. Rahatsız gibiyim. Kontrole gidiyorum.
    - Tamam canım. Dikkat et kendine.
    Telefonu kapattım. Hemen hazırlanıp hastaneye koştum. Sırada iki kişi vardı. Onların sırasının gelip geçmesini bekledim. Çok uzun sürmeyen bir bekleyişten sonra sıra bana geldi ve içeri girdim. Doktor işini bitirince karşısına oturdum. Durumu anlattım. Benden kan testi istedi. Kan verdikten sonra iki saat beklememi söyledi. Öğleden sonra gittim ve doktorun odasına girdim. Sekiz haftalık hamile olduğumu söyledi ve tebrik etti. Beklediğim haberi duymuştum. Umut bu habere çok sevinecekti. Tabi annem de torunu olacağı için sevinecekti. Haberi vermek için akşamı bekleyecektim. Mağazaya gidip Ömür Ablaya haberi verdim.
    - Canım inanmıyorum. Bu mükemmel bir haber. Sen şimdi anne mi olacaksın?
    - Evet. Umut’la annemin daha haberi yok.
    - Eminim çok sevineceklerdir. Sen şimdiden kendini yormamaya dikkat et. Aynı şekilde beslenmene de.
    - Olur ablacım. Merak etme sen. Gayet iyi bakacağım bebeğime.
    Akşam oldu ve eve gittim. Annem yemekleri hazırlamıştı. Umut gelince sofraya oturacaktık. Umut Kenan’la birlikte geldi. Hep birlikte sofraya oturduk. “Size bir haberim var.” dedim. Hepsi meraklı gözlerle bana bakıyordu. “Ben bugün doktora gittim.” diye devam ettim.
    - Canım ne oldu? Neden bana söylemedin? Hasta mısın yoksa?
    - Yok canım. Hasta değilim. Hamileyim.
    - Neeeeeeee!
    Öksürmeye başladı. Yemeği boğazında kalmıştı. Bense ona bakıp gülüyordum. Annem de gülmeye başlamıştı. Umut sandalyesinden kalktı ve yanıma gelip bana sarıldı. Mutluluktan havalara uçuyordu. “Duydun mu Kenan? Baba olacağım.” Kenan ise sessiz kalmıştı. Fakat mutlu gibi görünmüyordu. Zaten onun karakterini çözebilmiş değildim. Biz mutluyken üzgün gibi, üzgünken de mutlu gibi davranırdı. Ama şuan onunla ilgilenmek istemiyordum. Annem ve Umut’un mutluluğundan başka bir şey görmüyordu gözlerim. Umut şimdi de gitmiş anneme sarılıyordu. Ona bu mutluluğu yaşattığım için ben de mutlu olmuştum.
    Dördüncü ayımızda bebeğimizin oğlan olduğunu öğrendik. Umut'un keyfine diyecek yoktu. Şimdiden isimler araştırmaya başlamıştı. Hatta zorla beni alışverişe çıkarmış. Oğlumuz için elbiseler aldırmıştı. Oğlumuz dünyaya gözlerini açtığında çok şanslı bir bebek olacaktı. Doğum zamanı geldi ve Umut beni hastaneye yatırdı. Can‘ımızı kucağımıza almamıza çok az kalmıştı. Umut küçük bir çocuk gibi heveslenip adının Can olmasını isteyince ben de onu kıramadım. Hem Can ismini ben de sevmiştim. Oğlumuz bizi çok bekletmedi ve yormadı. Hastaneye yattıktan yirmi dört saat sonra doğuma girdim. Kolay bir doğum oldu. Oğlum annesini seviyordu. Gayet de sağlıklı minicik bir bebekti. Fakat doktorlar hemen dokunamayacağımızı söylediler. Umut buna biraz bozulmuştu. Fakat sağlığı için deyince ısrar etmedi. Kolay toparlandığım için kısa sürede bebeğimizi de alıp hastaneden çıktım. Umut da artık işine gidiyordu. Bazen erkenden eve gelir “ Sizi özledim.” der. Sonra işine geri dönerdi. Ben ise işi bırakmıştım. İşten isabetli bir zamanda ayrılmıştım. Ömür Abla gelip mağazayı kapatacağını, buradan taşınacağını söyledi. Yanında Can için getirdiği bir çeyrek altın da vardı. İş yerim de kapanınca artık çalışmayacağım da belli olmuştu. Hem Umut da istemiyordu benim çalışmamı. Böylece Umut’un dilediği olmuştu Can çok sevimli bir bebek oluyordu. Görenleri hemen kendine çekiyordu ve herkes tarafından seviliyordu. Kendi çocukluğumu yaşayamadığım için onun geleceğinin iyi olmasını istiyordum. Daha şimdiden onun adına planlar kuruyorduk. Hayatının hep acı içinde geçeceğini düşündüğüm zamanlar geride kalmıştı. Umut’un hayatıma girmesiyle mutlu olmaya başlamıştım şimdi de Can’ın doğmasıyla her şey yoluna girmişti. Annem, kocam ve oğlumla mutlu bir aile olmuştuk. Can yaşına girmesine az bir zaman kala bebeklere özgü sesler çıkarıyordu. Baba demek için uğraşıyordu. Evde bütün gün onunla uğraşıyordum. Uyurken onu izlemeye bayılıyordum. Arkadaşlarım, bazen de Umut’un arkadaşları bize ziyarete gelirdi. Gelen çoğu kişiden aynı şeyleri duyardım. “Yirmi yaşında bebek sahibi oldun. İyi cesaret sendeki de.” Ben mutluyum, memnunum derdim böyle konuşanlara ve gerçekten mutluydum. Bir sabah Can’ın sesiyle uyandım. Geceleri çoğu zaman uykusuz bırakırdı beni. Ama şikayet etmezdim buna. Onunla vakit geçirmeyi seviyordum. Can’ı uyuttuktan sonra benim uykum kaçmıştı. Geri yatmadım aileme güzel bir kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittim. Sofrayı bitirmeme çok az kala annemin mutfağa geldiğini gördüm. Fakat yüzü çok solgundu. - Anne ne oldu sana? Hasta mısın sen? - Yok kızım. Halsizim biraz. Abartılacak bir şey yok. - Ne demek yok anne? Şu haline bak. Kahvaltıdan sonra hemen doktora gidiyoruz itiraz istemiyorum. Gürültümüze Umut da uyanmıştı. Şaşkın gözlerle içeri girdi. - Ne oldu hanımlar? - Annem hasta canım. Ama kabul etmiyor hasta olduğunu. Kahvaltıdan sonra doktora gideceğiz. - Olur mu öyle şey? Ben götürürüm annemi. Sen Can ile ilgilen. - Evet kızım ben Umut ile giderim. - Tamam o zaman. Ama işi bitene kadar annemi bekle Umut. Yalnız bırakma kadını. - Tamam canım, hiç merak etme. Hem o benim de annem. Kahvaltıdan sonra hemen hazırlanıp çıkmak için yola koyuldular. İkisini de kucakladım. Umut Can’dan kolayca ayrılamadı. Uzun uzun öptükten sonra çıktılar. Pencereden gidişlerini izledim. Sonra da Can’ı uyutup masayı topladım. Evi düzene soktum. İşlerimi bitirince de televizyonun başına kuruldum. Televizyonun karşısında uyuyakalmışım yaklaşık bir saat kadar uyumuşum ki telefonun sesiyle uyandım. Hemen kalktım. Telefona cevap verdim. -Çilem Olgun ile mi görüşüyorum? - Evet benim. Buyurun. - Çilem Hanım hastaneye kadar gelmeniz gerekecek. -Neden? Sorun nedir? - Kocanız ve anneniz hastane yolunda trafik kazası geçirdi. İkisi de kaza yerinde can verdi. Başınız sağ olsun. Telefonu elimden düşürmüştüm. Sesler geliyordu. Fakat hiçbir şey duymuyordum. Dünyam başıma yıkılmıştı.”Umut ve annem… Trafik kazası…” Donup kalmıştım, hareket edemiyordum. Ağlayıp ağlayamadığımın farkın da değildim. Hemen Can’ı aldım ve hastaneye koştum. Bunun olduğuna inanamıyordum. Onlar yaşıyorlardı. Sabah onları hastaneye ben yollamıştım. Bunun bir şaka olduğunu hayal ederek bir yandan da ağlayarak hastaneye koştum içeri girmemle Kenan’ı gördüm. “Kenan.” diye bağırdım. Hemen bana döndü. - Ne olmuş? Annemle Umut nerede? Neredeler Kenan, yaşıyorlar değil mi? Kenan başını eğdi. Ağlıyordu. - Kenan. Bana onların yaşadığını söyle. Yalan de. Bu bir şaka de Kenan ne olur. Diyerek bağırmaya ve ağlamaya başlamıştım. Gücümü kaybetmiş, yere yığılmıştım. Can da kucağımda bir şeyler hissetmiş gibi ağlıyordu. Sanki bütün hastane susmuş, beni dinliyordu. Böyle bir acı yoktu, olamazdı. Hemşireler gelip kucağımdan Can’ı aldılar. Beni de sakinleştirici yapmak için odaya götürmeye çalışırlarken hemşirenin kolundan kurtulup Umut ile annemin olduğu odaya daldım. İkisi de ayrı sedyede yan yana yatıyorlardı. Hareket etmiyorlardı. Onları o halde görünce bu kez tamamen yıkılmıştım. Bağırmaya başlamıştım. “Bırakmayın beni ne olur. Anne. Umut. Bırakmayın beni. Kalkın hadi.” Hemşireler kolumdan tutup beni odadan çıkardılar. Direnmek için gücüm kalmamıştı. Kendimin hemşirelerin ellerine bıraktım ve sakinleştirici yapmalarına izin verdim. Artık yalnızdım. Yanımda bana sahip çıkacak kimsem yoktu. Bir oğlum bir de ben bu koca hayatta yapayalnızdık.

    (ÇİLEM)
    Umut. En üzgün anımda çıkıp geldin bana. Önce babama kaybettim. Şimdi seni ve annemi… Sizi de babamın yanına gömdüm. Bu hayatta bir tek Can’ım varken, diğer tarafta beni bekleyen tam üç kişi var. Dayanamıyorum Umut. Seni bu kadar sevmişken sadece üç yıl mı yaşayabilecektim seninle? Tek de gitmedin. Annemi de götürdün yanında. Ona iyi bak Umut. Seni çok seviyorum bir tanem.
    Annemi ve Umut’u toprağa verdikten sonra kendimi eve bağladım. Kimseyle konuşmuyor, gelenleri geri çeviriyordum. Sadece Kenan ile konuşuyordum haftada iki üç kez. Can ile de ilgilenemiyordum eskisi gibi. Fakat sadece onun için yaşıyordum. Bu büyük kaybımdan sonra iki ay dışarı çıkmadım. Elimdeki bütün parayı da harcamıştım. Kimsenin yardımını da istemiyordum. Fakat gerçekten de zor durumdaydım. Henüz yirmi bir yaşındaydım. Babamı yıllar önce kaybetmiştim. Şimdi de annemi ve kocamı kaybetmiş, oğlumla beş kuruşsuz kalıvermiştim. Kenan yardım ediyordu ama onun yardımını da istemiyordum. Yıllardır ona hala ısınamamıştım. Kenan’ın orta yaşlarda bir annesi vardı. Kenan’ın tam tersine çok sıcak cana yakın bir kadın Emel Teyze. Ben de onu annem ve Umut’un ölümünden sonra, onları toprağa verirken tanımıştım. Yanımda durup bana destek olmuştu ve hala yanımda olmaya devam ediyor, sık sık bize gelip beni kontrol ediyordu. Kızı gibi seviyordu beni. Artık durumum gitgide kötüleşiyordu. Bir iş bulup çalışmam gerekiyordu. Fakat Can varken çalışamıyordum. Onu evde yalnız bırakıp bir yerde çalışamazdım. Fakat o yanımdayken de kimse iş vermezdi bana. Ben bunları kara kara düşünürken Emel Teyze yardımıma koştu. “Ben Can’a bakarım. Evde yapacak başka bir işim de yok. Vakit geçiririz onunla. Zaten kimsenin yardımını kabul etmiyorsun. Aç mı kalacaksınız kızım?” Can’ı birine bırakıp gitme fikri beni korkutuyordu. Fakat yapacak bir şey de yoktu. Kendim için olmasa da oğlum için çalışmalıydım. Can’ı Emel Teyzeye bırakmaya karar verdim. Evimizin alt sokağındaki markete iş başvurusu yapmıştım. Onlar da başvurumu kabul etmişler ve çalışmaya başlamıştım. Her sabah Can’ı Emel Teyze’ye bırakıyor. Sonra da işe gidiyordum. Markette sekiz personel çalışıyorduk. Diğer yedi kişiyle çok iyi anlaşıyordum. Fakat patronum Nihat Bey’i pek sevmemiştim. Yine de patronum olduğu için saygılı davranıyordum. Başlarda işim iyi gidiyordu. Yorucu oluyordu ama aldırmıyordum. Oğlum için çalışıyordum. Tek amacım onu büyütüp mutlu etmekti. Aldığım parayı da sadece Can’a harcıyordum. Ama sonraları markette işler çığırından çıkmaya başladı. Markette çalışan herkes durumumu biliyordu. Ve dul olmama sanki bu kendi seçimimmiş gibi yanlış gözle bakmaya başlamışlardı. Hareket ve tavırlarından bunları belli ediyorlardı. İşten ayrılmaya kara vermiştim. Yine de bunu hemen söylemeyecek, hem kendime yeni bir iş bulacak hem de maaşımı almayı bekleyecektim. Fakat patronum buna izin vermedi. Bir gün ben rafları düzenlerken yanıma yaklaştı. “Buyurun efendim.” Dedim. Fakat o hiç konuşmuyor sadece bana bakıyordu. Bir süre baktıktan sonra arkasına dönüp gitti. Korkmuştum ve burada daha fazla duramayacağımı anlamıştım. Bu olayın üzerine ayrılmaya karar verdim. Akşam patronu yakaladım. - Ben sizinle bir şey konuşacaktım. - Evet seni dinliyorum. - Ben işten ayrılmaya karar verdim. Çalıştığım günün parasını… - Sen ne dediğinin farkında mısın? Hemen defol buradan. Para falan da yok. Senin yerinde olmak isteyen onlarca insan var. Gözüme gözükme sakın. Donup kalmıştım. Herkes bize bakıyordu. Ne demiştim ki ben? Onu bu kadar hiddetlendirecek hiçbir şey çıkmamıştı ağzımdan. Burada durmamın bir anlamı yoktu. Çantamı alıp marketten çıktım. Dışarıya çıktığımda ağladığımın farkına vardım. Koşar halde eve yürüyordum. Arkamdan birinin bana seslendiğini duydum. Durup sesin sahibine baktım. Kenan idi. - Neden ağlıyorsun Çilem? Ne oldu? - İşten ayrıldım. Aslında kovuldum. - Nasıl yani? Neden kovuldun? Durumu ona anlattım. Yüzündeki ifadesi her zamanki gibi tuhaftı. Fazla üzerinde durmadım. Birlikte onların evine yol aldık. Emel Teyze kapıyı açtı. Can’ı ve eşyalarını getirdi. Ayaküstü olanları ona da anlattım. “Üzülme bu kadar hallederiz.” dedi. Can’ı aldım ve yola koyuldum. Tekrar işsiz kalmıştım ve maaşımı da alamamıştım. Ne yapacağımı bilemez bir halde kalmıştım.
    (ÇİLEM) Umut, sen geldin hayatıma mutluluk geldi. Sen gittin seninle birlikte mutluluğum da gitti. Anladım ki ben sadece sen varken mutluymuşum. İşten ayrılalı iki gün olmuştu. Sabah zil sesiyle yataktan fırladım. Can daha uyuyordu. Hemen giyinip kapıyı açtım. İki polis memuru bana bakıyordu. - Çilem Olgun siz misiniz? - Evet benim. Bir sorun mu var? - Bizimle emniyete kadar geleceksiniz. - Ama neden? - Lütfen buyurun. Tamam dedim ve hemen Can’ı kucağımı alıp memurların peşine düştüm. Neler olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Yine de bir şey sormadım. Emniyet Müdürlüğü’ne geldik. Memurlar arı misali çalışıyorlardı. Anlaşılan işleri çok yoğundu. Daha önce emniyete yolum hiç düşmemişti. Ortalığı incelemeye başladım. Sonra bayan bir polis memuru Can’ı kucağımdan aldı. Beni de sorgu odasına götürdüler. Hala ne olduğunu anlamamıştım. Kapı açıldı ve bir polis gelip karşıma oturdu. Önce ailemle ilgili sorular sordu. Sonrasında ise asıl amacı olan soruları sormaya başladı. - Nihat Korkmaz’ı tanıyor musunuz? - Evet. Marketteki patronumdu. İyi ama bunu neden soruyorsunuz ki? İnanmıyorum. Yoksa beni şikayet mi etti? - Neden şikayet edecekti ki sizi? - Tartışmıştık. Herhalde o yüzden. - Anlatır mısınız? - İki gün önceydi. İşten ayrılmaya karar vermiştim. Bunu ona açıkladım. İşten ayrılacağımı ve maaşımı istediğimi söyledim. Birden bana bağırmaya başladı. “Defol buradan. Yerinde olmak isteyen çok insan var.” dedi. Ne olduğunu anlamamıştım. Bunun için mi şikayet etti beni size? - Çilem Hanım, Nihat Bey evinin yolu üzerinde ölü bulundu. Bir çok kez bıçaklanmış. Bütün market çalışanlarını sorguluyoruz. - Ne? Nasıl olur bu? Peki kim yapmış? Cebinden şeffaf bir poşet içinde bir zincir çıkardı. Gümüş işlemeli bir bileklikti. Umut’un bana doğum hediyesi olarak aldığı bileklikti bu. - Ama bu benim, kaybetmiştim bunu. Sizde ne işi var? - Nihat Beyin ölü bulunduğu yerin iki metre ilerisinde bir ağacın altında bulduk. Üzerinde de Nihat Beyin kanı vardı. Nereye varmak istediğini anladığımda donup kalmıştım. Polis memuru bana soru soran gözlerle bakıyordu. - Siz ne söylediğinizin farkında mısınız, ben mi yaptım yani? - Tutuklusunuz Çilem Hanım. Kendiniz anlattınız. İş yerindeki diğer çalışanlar sizinle olan tartışmasını anlattı, siz de inkar etmediniz. Cesedin bulunduğu yerin ilerisinde bulunan bu zincirde size ait. Üzerinde de Nihat Beyin kanı var. Olay yeri incelendi ve başka hiçbir şey bulunamadı. Nihat Beyin sizden başka bir düşmanı varsa bile neden sizin tartışmanızdan iki gün sonra yapsın bu işi? - Ama ben bir şey yapmadım. Bakın benim çocuğum var. Dinlemedi bile. Nihat Beyin katili sayılmıştım. Suçlayabileceğim kimsede yoktu. Bütün deliller beni gösteriyordu. Peki ama bu nasıl olabilirdi? Suçsuz yere nasıl yargılanabilirim? Hem oğluma ne olacaktı? Oğlumu bu hayatta bir başına bırakamazdım. Ağladım, bağırdım, çağırdım, isyan ettim; fakat kimsenin umurunda değildim. Bu hayatta güçsüzsen sözün dinlenmiyordu bile. Oğlumu, Can’ımı, Umut’tan kalan tek parçamı benden aldılar. Sahip olduğum tek varlığımı benden ayırdılar ve beni hapse attılar, oğlumu da çocuk esirgeme kurumuna verdiler.
    Oğlumu son kez görmeme izin verdiler. Daha iki yaşındaydı. Ben çok acı çekmiştim ve çekmeye de devam ediyordum; fakat o daha çok küçüktü, anne babasına en çok ihtiyacı olduğun zamandı şimdi. Kimsenin bunu düşündüğü yoktu. Suçsuzken beni yargılamaları yetmiyormuş gibi oğlumdan da ayırıyorlardı. Ben, anne-babamla on sekiz yıl yaşamıştım; fakat oğlum bunu bile yaşayamamıştı. Bir yaşında babasını kaybetmişti şimdi ise annesinden kopuyordu. Nasıl yaşayacaktı, ona kim bakacaktı? Ayrılırken ağlıyordu oğlum, Can’ım. Bir daha beni göremeyeceğini anlamıştı belki de babamı, annemi, Umut’u kaybettiğimde üzülmüştüm; ama hiçbiri böyle yakmamıştı içimi. “Evlat acısı başka kızım.” Derdi annem. Şimdi oğlumdan ayrılrken anlıyordum bunu.
    ***
    Can’ı çocuk esirgeme kurumuna verdiler. Ben ise işlemediğim bir suçun cezasını çekiyordum. Günlerdir oğlumu görmüyordum. Özge haberi duyunca atlamış beni ziyarete gelmişti. Üzüldüğü her halinden belli oluyordu. O da bu sene mezun oluyordu, üniversitesi bitmiş işine başlamak üzereydi. - Çilem neler oldu böyle? - Her şey duyduğun gibi Özge, değişik bir şey yok. Ben yapmadım. İşten ayrıldıktan sonra onu görmedim bile; ama o bileklik oraya nasıl gitti bilmiyorum, biri ya da birileri suçu benim üzerime atıyor. Ama neden? Ben kime ne yaptım ki? - 15 yıl mı dediler? - Evet özge. Can çocuk esirgeme kurumunda. Onu oradan al ne olur. On beş yıl oğlum orada sevgisiz nasıl büyüyecek? - Denedim; ama vermediler Çilem. Ne yapmalıyım bilmiyorum. Onu orada yalnız bırakmam merak etme. Bundan sonrasında diyecek bir şey yoktu. Gerçek suçlu ortaya çıkana kadar beklemek zorundaydım. Bu suçu ben işlememiştim. Elbet bir gün gerçek suçlu ortaya çıkar, adalet de kimin haklı olduğunu görürdü.
    ***
    Adımın duyurulmasıyla ziyaretçi odasına gittim. Özge gelmişti. Yüzündeki ifadeden bir olduğunu anlamıştım, sinirliydi. - Özge bir şey mi oldu? - Çilem sakin ol. Sana bir şey söyleyeceğim. - Ne oldu? Yoksa oğluma… - Can yok Çilem. - Nasıl yok Özge? Nerede Can? - Bilmiyorum. Bugün onu ziyarete gittim, bulamadım. Hemen müdürün yanına çıktım. O da hiçbir şey olmamış gibi Can’ın evlatlık verildiğini söyledi. Sordum. Yalvardım, yakardım ama nerede, kimlerle olduğunu söylemedi. Prensip meselesiymiş. - Ne diyorsun sen Özge? Oğlumu nasıl evlatlık verirler. Onun zaten bir annesi var. Hayır, olamaz.
    Darbe üzerine darbe yiyordum. Oğlumu bir başkasına nasıl verirlerdi. Hem de kime verildiğini bile söylemiyorlardı. Bu nasıl bir haktı böyle. Oğlumu benden tamamen ayırmışlardı. Fakat sonradan düşününce böylesinin daha iyi olabileceğine karar verdim. Bir çocuk esirgeme kurumunda itilip kakılarak büyümesindense sıcak bir yuvada, sahte de olsa bir anne babayla büyümesini tercih ederdim. Fakat ya ona ulaşamazsam diye düşünüyordum.
    “İşlemediğim bir suçun cezasını çektiriyorlar bana Umut. Yetmezmiş gibi bir yarımı Can’ı mı da aldılar benden. Bu yük artık taşınmaz oldu Umut. Oğlum nerede, kiminle bilmiyorum bile. “

    (15 YIL SONRA)
    (CAN)
    Aylardır gözüme uyku girmiyordu. Bütün hayatım başıma yıkılmıştı sanki. Sınıftaki arkadaşlarımı konuşurken duymuştum. Neler olduğunu sorduğumda kimse cevap vermemişti. Israr edip onlara bağırmıştı. Sonra da o kelimeleri duymuştum. “sen evlatlıkmışsın. Büyüdüğüm, yanların da yürüdüğüm insanlar benim öz anne babam değillermiş. Onlara bunu sorduğumda inkar etmediler. Zaten beni üzen de evlatlık olmam değildi. Beni doğuran kadının beni istemeyip başka bir adamla kaçmasıydı. Evlatlık olduğumu öğrenince hemen eve koştum ve onlara bana her şeyi anlatmalarını istedim. “Evet, biz seni çocuk esirgeme kurumundan aldık. Seni doğuran kadın seni bırakıp bir başkasıyla kaçmış. İki yaşındaydın seni aldığımızda Kenan amcan sayesinde bulduk. O anlattı her şeyi bize. Yurda girdiğimde gözüme ilk çarpan da sen olmuştun oğlum. Sonra da seni büyüttük. En iyi okullara gönderdik. Sen de bizi yanıltmadın. Girdiğin her yerden birincilikle çıktın. Biz seni çok seviyoruz oğlum.” Doğru söylüyordu annem. Fakat beni doğuran o kadına çok sinirliydi. Bir insan evladını nasıl bırakır gider bilmiyordum. O kadına karşı nefret doluydum; fakat yinede onu merak ediyordum.

    (ÇİLEM)
    On beş yıl asır gibi geçmişti hayatımda. Suçsuz yere on beş yıl yatmıştım. Düşündüğüm tek şey oğlumdu. On yedi yaşına girmişti ve ben onu iki yaşındaki haliyle hatırlıyordum. Kocaman bir gençti artık. Ben de otuz yedi yaşıma girmiştim. En güzel yıllarımı hapiste geçirmiştim. Fakat beni en çok üzen bu değildi. Oğlum bana değil bambaşka birine anne demişti. Anne diye bambaşka birini tanımıştı. Şimdi beni görünce nasıl bir tepki verecek bilmiyordum. Karşısına çıkacaktım, karar vermiştim. Fakat korkuyordum. Belki istemeyecekti beni ama benim istediğim ona bir kerecik sarılabilmek onu bir kerecik görebilmekti. Özge beni arayıp Can’ı bulduğunu söyledi. Artık oğlumun nerede olduğunu,hangi okula gittiğini biliyordum. Karşısına çıkacak ve ona annesinin ben olduğumu söyleyecektim.
    Hapisteyken sık sık hasta olmuştum. Oğlumun hasreti ve on beş yılıma mal olan bu haksızlık beni çökertmişti. Zayıflamış, annemi tabiriyle bir deri bir kemik kalmıştım. Can’ın karşısına böyle çıkmazdım. Kendimi toparlayıp öyle bulacaktım onu.bir yandan da sabırsızlanıyordum oğlumu görmek için. Yine de onun beni bu halde görüp üzülmesinin istemiyordum. Ona mektuplar yazmıştım. Yanında olmadığım zamanları mektupta anlatmıştım.
    Sonunda oğlumu görmek için hazırdım. Özge Can’ı görmüş kocaman çocuk olduğunu söylüyordu. Şimdi de beni götürecekti. Hapisten çıkınca onun evinde kalmıştım. Birlikte oğlumun okulunun önüne gittik ve beklemeye başladık. Okul dağılmaya başlamıştı ve onu gördüm. Özge de onu göstermişti fakat daha göstermeden anlamıştım, tanımıştım onu. Karşımda gördüğüm Umut’tu. Babasının kopyası gibiydi. Hemen Özge’yi gönderdim ve Can’ın yanına koştum. Ona seslendim. Arkasına döndü ve bana baktı. Yanıma yaklaşmıştı. Şimdi sadece birbirimize bakıyorduk.
    - Oğlum.
    - Teyze biriyle karıştırdın galiba beni.
    - Hayır. Oğlum dedim ve ölmeden önce Umut ben ve Can’ın birlikte çekindiğimiz fotoğrafını gösterdim.
    - Demek o kadın senisin ha!
    - Evet, ben senin annenim Can.
    - Annem mi? Bu lafı nasıl ağzına alırsın? Ne zamandan beri evladını bırakıp başka bir adama kaçan kadınlara anne deniliyor. Benim annem var ve şuan evde beni bekliyor. Siz oğlunuzu çoktan kaybetmişsiniz bence hiç aramayın. Bana da oğlum demeyin bir daha.
    - Oğlum. Dedim. Fakat duymadı bile. Arkasını dönüp gitti. Benim onu terk edip kaçtığımı düşünüyordu. Buna inanamıyordum. Ona bunu nasıl söylerlerdi, oğlumu bana karşı nasıl doldururlardı anlamıyordum. Sokağın ortasında yığılıp kalmıştım. Hrkes bana bakıyordu. Yanıma gelip “iyi misiniz bayan?” diyenler de oldu. İyi değildim. Oğlumu bir kez daha kaybetmiştim. Bu hayat bana sadece bir kez Umut’la gülmüştü. O gidince de her şey tersine dönmüştü. Her şeyimi kaybetmiştim. Tabi kendimi de.

    (CAN)
    Hemen eve koştum. Odama gidip yatağıma uzandım. Olanları düşünüyordum. Bana Can diye seslendiğinde bile bu sesin tanıdık olduğunu hissetmiştim. Hele yüzüne baktığımda kendimi görmüştüm adeta. Resimde gösterdiği adamı gördüğümde de büyük bir şok yaşamıştım. Fotoğrafta kendimi görür gibiydim. Öz babama ne kadar da benziyordum. Babama ne oldu bilmiyorum fakat annem olacak o kadını hiç affetmeyeceğim. O başka bir adamı bana tercih etmişti. Gözlerinde hüzün yüzünde ise yıllanmışlık vardı; fakat eminim ki o da sahteydi. Yaşadıklarımı unutamıyordum. Öz annemi bütün kızgınlığıma rağmen aklımdan çıkaramıyordum.
    Hafta sonuydu. Arkadaşlarımla dışarı çıkacaktık. Kahvaltı yapıp annemle vedalaştım. Tam o sırada kapı çaldı. Açtım postacıydı gelen. Adıma bir zarf gelmişti. Aldım ve dışarı çıktım. Bahçedeki sandalyeye kurulup zarfın arkasına baktım. Kenan amcadan gelmişti. Zarfı açtım ve okumaya başladım.
    Can,
    Nereden başlasam anlatmaya bilemiyorum. Ama artık bir yerden başlamak zorundayım. Yıllar önce bir mağazada çalışan çok güzel bir kadına aşık oldum. Sürekli o mağazaya gidip durdum. Bir türlü cesaret edip ona sevdiğimi söyleyemiyordum. Sonra bir gün cesaretimi topladım, mağazaya gittim. yalnızdı. Tam kendimi toparlamışken içeri biri girdi. En yakın arkadaşım, kardeşim Umut’tu içeri giren. Beni gördü ve hemen sarıldık. Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Mağazadaki o kızın, Umut’un sevgilisi olduğunu öğrendim. Hem şaşırmış hem de sinirlenmiştim. Aylardır o kıza açılmayı beklemişken en yakın arkadaşımın sevgilisi olduğunu öğrenmek beni kızdırmıştı. Evleniyoruz haberini duyduğumda ise tamamen yıkılmıştım. Çünkü o ana kadar hala onu elde etme umudum vardı. Artık böyle bir imkanım kalmamıştı. O kadın Umut’la evlendi. Hep yanlarında oldum, sık sık onlara gidip durdum fakat hiçbir zaman o kadını sevmekten vazgeçmedim. Onu unutamıyordum. Bir gün çocukları olacağını öğrendim. Umut mutluluktan havalara uçuyordu. Kıskançlığın esiri olmuştum. Şeytan peşimi bırakmıyordu. Sonra hiç umulmadık bir şey oldu. Umut ve o kadının annesi trafik kazasında öldüler. Üzüldüm tabi ama bu benim için bulunmayacak bir fırsattı. Hep o kadının yakınlarında oldum fakat o bana hiç yüz vermedi. Umut’a olduğu kadar ona da sinirliydim. Bir gün onu yolda ağlarken gördüm. İşten kovulmuştu. Bunu anlatınca çok kızdım ve gidip kavga ettiği patronunu bıçakladım. Ama pişman olmuştum. O kadın beni sevmemişti fakat ben onun için birini öldürmüştüm. Sonra aklıma bir fikir geldi. Umut’un ona doğumunda aldığı zinciri ondan gizlice almış yanımda taşıyordum. O zinciri öldürdüğüm adamın kanına değdirdim sonra da kimse şüphelenmesin diye cesetten uzakta ama olay yerinin inceleme alanına girecek bir yere attım. Patronuyla kavga ettiğine herkes şahit olduğu için tek şüpheli oydu. Tek delil de o zincirdi. On beş yıl hüküm giydi. Mutlu olmuştum. Ona beni sevmeyip Umut’u sevmenin cezasını ödettiğimi düşünüyordum. İntikamımı almıştım;fakat bu da yetmedi. Çocuğunu çocuk esirgeme kurumuna verdiler. Tanıdığı bir aile vardı çocukları olmayan. Onlarla konuşup bu çocuğu almalarını söyledim. Hikayesini de uydurmuştum. Kadın çocuğunu bırakıp bir adama kaçmış demiştim. Onlar da üzüldüler ve ısrar etmeme gerek kalmadan çocuğu aldılar. Kadın bunu duyunca eminim çok üzülecekti. Çünkü çocuğunu çok seviyordu. On beş yıl sonra bile onu aramaya çıkacağını biliyordum. Bu sebepten o aileye böyle bir yalan uydurdum. Bütün bunları yaptıktan sonra her şeyimi kaybettim; annemi,işimi, saygınlığımı, sağlığımı. Büyük bir ah aldım, farkındaydım. Suçumu itiraf etmeyi düşündüm. Fakat yapamadım. Hapiste kalmayı gözüme yediremiyordum. O kadın benim yerime tam on beş yıl hapis yattı. Çıkınca da tahmin ettiğim gibi ilk işi çocuğunu aramak oldu. Buldu da. Fakat çocuk onu geri çevirdi. O da bir yalanın kurbanıydı çünkü. Kadın gelip, olanları bana anlattı. Ben da artık dayanamıyorum ve bu mektubu yazıyorum. O çocuk sensin Can. Bahsettiğim kadın da geçen gün yanına gelen o kadın. Yani senin annen Çilem.
    Son nefesimi vermem yakın. Annenden yıllarını çaldım. Sizi ayırdım. Saçma biliyorum fakat affedin ve sen de anneni affet. Çok geç olmadan olmadan onu bul.
    Kenan Amcan
    Donup kalmıştım. Suçsuz yere anneme, beni doğuran kadına hakaretler etmiş ona bağırmıştım. Hemen onu bulmalı ve kendimi affettirmeliydim. Hem de çektiği o kadar çileden sonra onu mutlu etmeliydim. Mektubun arkasında adres vardı. Annemin en yakın arkadaşının evinin adresiymiş. Hemen o adrese gidecek annemi bulacaktım. Bir taksi durdurdum ve adresi söyledim. Çok heyecanlıydım. Annem benim bırakıp gitmemişti. Gitmek zorunda kalmıştı. Bunları düşünürken verdiği adrese geldim. Hemen taksiden atladım ve apartmana koştum. İkinci kata çıktım ve zile bastım. Kapıyı sarışın bir kadın açmıştı. Ağlamışlığın izleri vardı yüzünde. Beni görünce ağlamaya başladı.
    - Can.
    - Sen Özge abla mısın? Annemin en yakın arkadaşı.
    - Evet ben Özge’yim.
    - Abla benim annemi görmem lazım ama sen neden ağlıyorsun?
    - (daha çok ağlamaya başlamıştı.) gel içeri canım.
    - Abla annem yok mu?
    - Annen yok Can.
    - Nerede? Onu görmem lazım çok acil. Sen yerini söyle ben gideyim yanına.
    - Can annen öldü.
    Son cümleyi duymamla yere çivilenmiştim adeta. “Ne?” diyebildim sadece. Annem ölmüş olamazdı. Daha yeni bulmuştuk birbirimizi.
    - Seni bulduğu gün çok mutlu olmuştu. Ağlayarak geldi eve ama mutluluk gözyaşları diyordu. Gece sohbet ettik biraz. Oturduk. Sonra yattık. Sabah uyandırmaya geldim ama uyanmadı. Tokat attım sarstım ama yok. Çoktan ölmüştü. Ama acı çekmeden öldü. Zaten çekebileceği her şeyi yaşarken çekmişti. Ölümü acısız oldu. Annen seni çok sevdi oğlum. Bu defter de senin. Annenin günlüğüydü. Hapisteyken bunları yazmış. Seni anlatmış hep.
    Defteri aldım ve “beni onun yanına götürür müsün? dedim. Başıyla onayladı ve yola çıktık. Ağlıyorduk ikimizde. Mezarlığa geldiğimizde Özge abla beni yan yana dört mezarın olduğu bir yere getirdi.
    - Bunlar deden, ananen, baban ve sondaki annen. Kısacası öz ailen.
    Özge abla bana sarıldı. “ Hadi git annenin yanına.” dedi. Gittim ve annemin yanına oturdum. Toprağını okşadım. Ağlıyordum ve ağlarken onun için dua ediyordum. “Affet beni anneciğim.” Bir an aklıma elimdeki defter geldi. Kapağını açtım. Annemin yanıma geldiğinde gösterdiği fotoğraf yapıştırılmıştı ilk sayfaya. Babam, annem ve ben. fotoğrafta gülümsüyordum. Annem ve babam da mutluydular. Rastgele bir sayfa açtım. Okumaya başladım.

    “Umut’um seni özledim, ailemi özledim. En çok da Can’ımı özledim. Kokusunu duymayalı yıllar oluyor. Ne kadar da büyümüştür o şimdi. Kocaman bir çocuk olmuştur. Ama o bizi tanımıyor. Bizim varlığımızdan bile haberi yok. Buna dayanılır mı?”

    Bunun gibi birkaç tane daha okudum. Defterin aralarına yine bizim fotoğraflarımın yapıştırılmıştı. Hatta ananem ve dedem de vardı fotoğraflarda. Fakat benim en çok merak ettiğim yazığı son nottu. Son notla defter de bitiyordu. Hayatının son bulacağını biliyormuş gibi.

    “Can’ımı, oğlumu gördüm bugün. Büyümüş, kocaman bir genç olmuş. Ona sarılamadım, öpemedim, ellerini tutamadım. Ama onu gördüm ya, kokusunu duydum ya, sesini duydum ya. Bu bile bana yetti. Bir tanem oğlumuz da tıpkı senin gibi kokuyor ve sana çok benziyor. Biliyorum yanına gelmem yakındır. Bunun için çok seviniyorum fakat oğlumuzu bu acımasız hayatta tek bıraktığım için de çok üzülüyorum. Biliyorum o çok mutlu. Öyle de olmalı zaten. Ama yine de yanında olmasam da arkasında olduğumu bilmesini çok isterdim. Ama merak etme. Ben ne olursa olsun onu hep koruyup kollayacağım. Ben bu hayatta çok üzüldüm. Hani babam derdi ya “adı gibi çileli kızım” diye. Evet adım kadar büyük çile çektim; fakat oğlumun üzülmesine izin vermeyeceğim. Biliyor musun Umut? Oğlumu bana karşı doldurmuşlar. Kim bunu niye yapar ki? Bizden ne istediler ki

      Forum Saati Cuma Nis. 26, 2024 6:01 pm