Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    FARKLI OLAN KİM?

    avatar
    1001110062


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 02/12/10

    FARKLI OLAN KİM? Empty FARKLI OLAN KİM?

    Mesaj  1001110062 Ptsi Ara. 20, 2010 11:19 am

    FARKLI OLAN KİM?

    1. Bölüm

    Nazlı:‘Eşreffff, bu çocuk oyuncaklarıyla normal bir şekilde oynamıyor.’
    Eşref:‘Canım ne alakası var maşallahı var çocuğumuzun her tuhaf hareketinde böyle endişeleneceksen vay halimize.’
    Nazlı:‘ Hayır Eşref ben anlarım çocuğum iki yaşına geldi ama benimle göz kontağı kurmuyor, bana bakmıyor, anne demiyor, yapma gözünü seveyim doktora getirelim Muradı.’
    Eşref:‘ Tamam ama sırf şu paranoyak halin geçsin diye gideceğiz. Yoksa oğlumuzda hiçbir şey yok.’

    Bu şekilde biraz sürünceme ile Muradımızı doktora götürdük. Bir sürü tetkik yapıldı, testler, filmler….devamı bir sürü tıbbi terimle gelebilecek acı veren sözcükler. Ama en acı vereni çocuğumun hiç duymadığım bir hastalığa yakalanmasıydı. İyi olan şey ölümcül değildi oğlum yanımda kalacaktı, kötü haber ise hastalığın tedavisi yoktu. Oğlum bir otizm hastasıydı. Otizmli bir çocuktu. Neydi bu? Nerden çıkmıştı şimdi? Bizi bizim Muradımızı nerden bulmuştu? Her şey dönüp duruyor doktor usulca sorulara cevap veriyordu.

    Hastalığın nedeni belli değilmiş kalıtımsal ya da çevresel faktörlerden olabildiğini söyledi doktor bey. Ne Eşref’in ne de benim ailemde böyle bir hastalık var. Eşref bu hastalığı öğrendiğimiz günden beri konuşmuyor. Hayatla bütün ilişkisini kesti. Ne benimle ne de Muratla tek kelime etmiyor. Murat onun oğlu değilmiş gibi bu hastalık hiç yokmuş gibi davranıyor. Sorunu yok sayarak ne kadar kaçabiliriz ki bu problemden? Tam tersi oğlumuzun iyiliği için onu yalnız bırakmamamız, onunla devamlı sohbet halinde olmamız, iletişimimizi koparmamamız gerekiyor. Onun kendi dünyasına çekilmesine izin vermemeliyiz. Yapabildiğimiz tek tedavi yöntemi bu iken Eşref’in bu kadar vurdumduymaz davranmasına dayanamıyordum.

    Günler su gibi akıp geçiyor demeyi o kadar çok isterdim ki ama olmuyor. Her dakikam Murat’ın ileriki yaşantısını düşünerek ve daha sonra ağlayarak geçiyor. Ne yapar bensiz? Hayatına nasıl devam eder, eğer bana bir şey olursa ona kim bakar? Tek çocuğumun mürüvvetini göremeyeceğim. Onun evlenip çocuk sahibi oluşunu hiç izleyemeyeceğim.

    Eşref artık eve bile uğramaz oldu. Gece geç saatlerde gelip kanepelerde uyukluyor ve saat tam altıda kalkıp kimseye görünmeden evden dışarı çıkıyor. Bir gün sabaha kadar onu bekledim yine aynı şekilde geldi. Kanepeye giysileriyle boylu boyunca uzanıp hiçbir sıkıntısı yokmuş gibi kendini uykunun kollarlına attı. Sabaha kadar uyumadan onun kalkmasını bekledim. Tam altıda kalkıp sessizce kapıdan dışarı çıkmak üzereyken önünü kestim. Biraz şaşırmış biraz da bu durumu bekler gibi bir hali vardı.
    Nazlı: ‘ Nereye gittiğini zannediyorsun?’
    Eşref:’ Hiçbir yere, işe gidiyorum. Eğer önümden çekilirsen tabi ki.’
    Nazlı: ‘Nedir bu halin Eşref, ne oldu bize Allah aşkına? İki aydır ne ben ne de Murat seni görebiliyoruz. Seni özlüyoruz. Problem nedir?’
    Murat’ın ismini duyduğu anda adeta ürpermişti Eşref. İstemiyordu. Resmen kendi oğlunu istemiyor, onu kabullenmiyordu.

    Eşref: ‘Murat benim oğlum falan değil, olamaz da.’
    Nazlı: ‘Bunu nasıl diyebilirsin bizim Muradımıza? Bunu bize, bana, oğluna nasıl yapabilirsin? Bir ömre öyle mi söz verdik Eşref? Beni oğlumla yalnız mı bırakacaksın? Bu hastalıkla yalnız başıma nasıl uğraşabilirim hiç düşünmedin mi? Bencillik yaptığın hiç aklına gelmedi mi? Ben senin gibi bir adamla mı geçirdim 5 sene mi söyler misin? Bu kadar kör müydüm? Söyle! Nende susuyorsun?’

    Yoktu, bomboştu etraf, ne Murat ne de Eşref vardı ortalıklarda. Yatağımdaydım herhalde çarşafın üzerinden yumuşatıcının kokusunu alabiliyordum. Kapı hafifçe aralandı ve içeriye annem girdi. Şaşkınlıkla şoku aynı anda yaşıyordum annem nerden çıkmıştı? Eşref nerdeydi? En son onunla konuşuyordum ben.
    Annem: ’Nasılsın kızım, iyi misin şimdi?’
    Nazlı: ‘İyiyim de neler oluyor biri bana ne olduğun anlatacak mı?’
    Annem: ’ Eşrefle konuşurken fenalaşmışsın herhalde o da korkmuş bana haber verdi. Tansiyonun düşmüş canım önemli bir şey yok.’
    Nazlı: ‘Yok mu? Yok öyle mi? Oğlum otistik. Kocam oğlumun hastalığı nedeniyle iki aydır eve gelmiyor. Ben sekiz kilo verdim iki ayda. Kendi derdime döndüğüm için oğlumla ilgilenemiyorum. Ben iyiyim öyle mi? Aman ne güzel anneciğim.’

    Gözyaşlarımı artık tutamıyorum. Ben aslında zannettiğiniz kadar güçlü bir kadın değilim diye bağırasım var. Gözlerim kan çanağına dönene kadar içimdeki bütün gözyaşlarını boşaltasım var. Ama olmuyor işte görevlerim var tutuyorum içeri akıtıyorum yaş serpintilerini. Ben bir evlat değilim artık. Bir eş hiç değilim. Ben bir anneyim artık. Ve bunun sorumluluğunu taşıyıp güçlü olmalıyım.


    2. Bölüm

    ‘Murat, oğlum annesinin bir tanesi. Neler yapıyorsun sen orada bakayım’
    Bakmıyor, görmüyor, duymuyor Murat. Kendi dünyasında. Her şeyi orada yapıyor. Belki de orada bir annesi bile vardır. Bir kalem almış eline kendi kendine çevirip duruyor. Başka hiç bir şey yapmıyor sadece onu çeviriyor. Kendi kendine sallanıyor. Sinirlenince saldırıyor. Evimize kimseler gelmez oldu. Annem bile dayanamadı, kardeşlerimi bahane ederek gitti. O gün bugündür de arayıp sormadı bile belki gel derim ona diye. Bu hayatta gerçekten yalnız olduğumu anlıyorum. Eşref mi? O hiç yok zaten bugün iki saatliğine bir kadın çağırdım eve o Murat’a bakarken bende Eşref’le evliliğimizi kurtarma adına gittiğimiz psikolağa gideceğim.

    Kapıyı aralıyorum Eşref bir sandalyede oturmuş beni bekliyor, selamlaşıyor ve içeri giriyoruz. Kadın her zaman ki şeyleri anlatıyor bizim için. Yok, Eşref normal bir süreçten geçiyormuş yok böyle durumlarla sık sık karşılaşılırmış ama bunu sabrederek aşmamız gerekiyormuş. Ben ani tepki vermeyip Eşref’in üzerinden bu şoku atlatmasını beklersem her şey çok güzel olacakmış. İki tarafında bu süreçte anlayışlı olması bekleniyor. Murat’ı normal bir çocuk olarak görüp,işe başlamak Eşref Bey için daha iyi olacakmış.Sonrası yok zaten bende sinirden kendi düşüncelerime dalmıştım. Herkesin anlayışa ihtiyacı var ama Nazlı’nın yok öyle mi? Ben herkese anlayış göstereyim ama kimse bu kız ne ediyor kendi başına demesin. O kadar anlayış gösterdim ki iki ay boyunca Eşref ne yiyip ne içtiğimizi, paramızın olup olmadığını dahi sormadı. Bu kadar anlayışsız bir insanla ömrümü geçirmek için neden doktorlara gidiyorum ki. Eşref’e bakıyorum o sırada haklı olduğunu bana göstermek için çenesini havaya kaldırmış. O her hareketine âşık olduğum, kendinden emin duruşuyla gurur duyduğum adam gitmiş yerine bambaşka bir adam gelmişti sanki.

    Ağzımdan dökülenlere ben bile inanamıyordum ama çıkmıştı bir kere. Ve söylediğim anda ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım. ‘BOŞANMAK İSTİYORUM.’



    3. Bölüm

    Murat kafasını sağa sola sallayarak odadan içeri girmişti. Koltuğa oturur oturmasıyla Murat çığlıklar atarak kendine ve çevreye zarar vermeye başlamıştı. Ne olduğunu anlamıyor tuhaf bir şekilde ona bakıyordum. Neden? Ne oldu ki şimdi diyordum?
    Nazlı: ‘Murat neyin var oğlum neden bağırıyorsun? Ne istiyorsun? Söylesene oğlum’
    Ben böyle dedikçe bağırmanın şiddetini arttırıyordu. Ne olduğunu anlamadan ona nasıl yardım edebilirdim bilmiyordum. Ama daha sonra doktorun bana otistik hastalar değişikliklerden hoşlanmaz ve beklenmedik tepki verirler dediğini hatırladım. Tamam, ama değişen neydi ki? Vazoyu alıp masanın üzerine koyuyordum. Bağırmaya devam ediyordu. Onu yerine koyup halının yerini değiştirdim, televizyonu açtım, sandalyeleri oynattım. Aklıma ne geldiyse yaptım olmuyordu. Bağırmaya devam ediyordu Murat. O bağırdıkça sinirlerim bozuluyordu. Tutamıyordum kendimi. Hüngür hüngür ağlıyordum. Hem ağlıyor hem de bir faydası olur diye eşyaları değiştirmeye devam ediyordum. Gözyaşlarından bir şey göremez olmuştum. En son cam önüne koyduğum küçük çerçeveyi konsolun üstüne bıraktım. Ve o anda, tam o anda Murat huzurlu bir sessizliğe büründü. Susmuştu. Bağırmıyordu artık ama ben ağlamamı durduramıyordum.

    Dayanamayacağımı düşündüğüm anlardan biriydi artık. Hayatımın devamını düşünemiyor güzel hayaller kuramıyordum. Her hayalin sonunda Murat vardı. Murat hayatımın bir gerçeğiydi ve bunu değiştiremeyeceğimi yavaş yavaş kabullenmem gerekiyordu.

    Nazlı:‘Murat nerdesin? Allahım nereye kayboldun evin içinde’
    Yok, hayır olamaz! İnanamıyorum! Bu nasıl olur ya? Ben şimdi bunu nasıl temizleyeceğim? Beynimden saniyede o kadar çok cümle geçiyordu ki ama hiç biri Murat’ın umurunda değildi. Bezini çözüp tuvaletini halının tam ortasına yapmıştı. Ona çok normal bir şey geliyordu. Çişli halının üzerinde kalem çevirmeye devam ediyordu. Bir yandan gülüyor bir yandan halime ağlıyorum. Doktorun dedikleri bir bir çıkıyordu. Tuvalet eğitimini çok geç öğrenebileceğini hatta onu bile tam öğreneceğine dair kesin bir bilgi vermemişti. Artık kabullenmiştim. Benim bir otistik çocuğum var ve ben ona en iyi şekilde bakmalıyım. O ne olursa olsun benim evladım. Babası gibi yapıp onu dışlamayacağım. İçimle yaptığım mahkeme bana iyi gelmişti. Gidip çişli halının üzerine oturarak Muradıma sarıldım ve onu doya doya öptüm. Özlemişti sanki beni. Hiç sesini çıkarmadan, tepki vermeden izin verdi onu koklamama. Ben otistik bir çocuk annesiyim. Bağırarak tekrarlıyordum artık.

    İsterse kimse evime gelmesin kapımı çalmasın ama umurumda bile değil. Ben bir otistik çocuk annesiyim. Ben bir OTİSTİK çocuk annesiyim!


    4.Bölüm

    Duruşma günü gelip çatmıştı. O gece sabaha kadar uyumamıştım. Çok şey geçmişti kafamdan. Acaba bu duruma sabretmeli miyim? Acaba sabretsem Eşref değişir mi? Vazgeçsem mi acaba? Çocuğumun hastalığı yanında bir ömür birlikte olmaya dair söz verdiğim kocamın bu yaptığı çok acı veriyordu.

    Kalktım üstüme bir kazak bir pantolon giydim ve Murat’ı komşuya bırakıp duruşma yerine gittim. Dışarıda oturmuş bekliyordum. Başımı kaldırdım karşımda Eşref’i gördüm. O an gözlerine bakarken gözlerimin dolduğunu ve ona bakamadığımı hiç unutmuyorum. Ama beni bu durumda yalnız bırakan bir insan benim deli gibi sevdiğim eşim olamazdı. Kendimi geçtim bunu oğlumuza, biricik yavrumuza nasıl yapardı?

    Hakim: ‘Son kararın mı kızım?’ dedi.
    Kalbim küt küt atıyordu ve çok sızlıyordu. Bir süre duraksadım. Sonra içim acıyarak
    ‘Evet son kararım.’ dedim.

    Eşref sanki dünden razı gibi hiç sesini çıkarmamıştı duruşma boyunca. Bu kadar mıydı sevgisi ya bu kadar mıydı? İnanamıyordum. Yol boyunca gözlerimdeki yaş durmamıştı. Eve gelir gelmez Eşref’in annesini aradım. Böyle kötü bir günde insanın kendi annesini arayamaması kadar kötü bir şey yok. Ama annemin bana yaptığını ben hiçbir zaman oğluma yapmayacağım. Onu hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım.

    Telefon iki kez çaldı ve kayınvalidem Cemile telefonu açtı. Durumu anlattım. O da oğlunun nasıl bir anda böyle değiştiğine inanamadı. O an ki üzüntüsünü ses tonundan anlayabiliyordum. Sonra ‘Kızım Murat’ı yanıma gönder iki hafta kadar bakayım sen de kendini toparlarsın.’ dedi. Aslında bu çok iyi bir fikirdi. Buna gerçekten ihtiyacım vardı. ‘Peki annecim çok sağol.’ dedim. Kendi annemin aklından bile geçirmediğini kayınvalidem hiç düşünmeden yapmıştı. O an annem için akılımdan geçirdiğim tek kelime ‘YAZIK’ olmuştu.


    5.Bölüm

    ‘Hadi annecim gel öpeyim. Seni çok seviyorum…’ dedikten sonra sıkıca sarılıp, doyunca koklayıp Murat’ı arabaya bindirdim. Yanında gitmediğim için vicdanım hiç rahat değildi ama teyzemin kızının yol boyunca onunla çok iyi ilgileneceğinden de şüphem yoktu. Hiçbir şeyin farkında değildi ve gözlerime bile bakmıyordu. Ama gözlerime çoğu kez bakmamasına alışmıştım artık. Çünkü bu hastalığının bir parçasıydı. Bu hastalar insanlarla göz teması kurmaktan hep kaçarlardı.

    Araba hareket ettikten sonra gözden kayboluncaya dek izledim ve sonra eve geldim. Bomboştu ev. Hayatımın çok değerli iki parçası da yoktu. Eşref artık hiç olmayacaktı. Murat ise varlığında bile yok gibiydi zaten. Yüzüme bakmıyor seslenince tepki vermiyordu. Ama her şeye rağmen o benim biricik oğlumdu ve ondan hiç vazgeçmeyeceğime dair kendime söz vermiştim. Bu 7 ay içerisinde yaşadıklarım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti ve o an kendimi yerde buldum. Hıçkıra hıçkıra, avazım çıktığı kadar bağırarak ağlamaya başladım. Bu güne kadar gözümden yaş hiç eksik olmamıştı ama ilk kez böyle yalnız ve rahat bir şekilde içimi tamamen dökene dek ağlamıştım.

    Saat akşamın 9’u olmuştu. Yaklaşık 4 saattir pencerenin önünde oturuyordum. Yağmur yağıyordu. Düşen her bir damla sanki beni bu çilelerden kurtarmak için inen birer melek gibiydi. Yoldan geçen mutlu aileleri gördükçe Eşref ile kurduğumuz o güzel hayalleri hatırladım. Ama bunlar artık hep bir hayal olarak kalacaktı. 2. 3. 4. … onlarsız günlerim geçmeye devam ediyordu. Düşündükçe iyice kötü oluyor tam bir çıkmaza giriyordum. Murat’a uzak olmaya da dayanamıyordum. Bu böyle olmayacaktı. O gece bir şeye karar verdim. Trabzon’a gidecek uzaktan oğlumu izleyecektim ve bundan kimsenin haberi olmayacaktı. Hem biraz daha yalnız kalmış kafamı iyice toplamış olacaktım hem de oğluma uzak olmadan onun her hareketini izleyerek oğlumla geçireceğim günlerin planını yapacaktım.

    Ertesi gün hemen yola koyuldum ve Trabzon’a gittim. Tam kayınvalidemlerin evinin karşısında küçük iki odalı bir ev kiraladım. Evde küçük bir düzenleme yaptıktan sonra çıkan çöpleri atmak için dışarıya çıktığımda bir de ne göreyim! Oğlumun yüzünde güller açmış ve yanında dünyalar tatlısı bir kız var. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Koşup sarılmak istedim ama yapamadım. Çünkü ben daha kendimi toparlayamamıştım ve biraz daha yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Belki de bu benim kafamdakileri gerçekleştirmek istememden çok cesaretsizliğimden kaynaklanıyordu. Belki de kendimi kandırıyordum. Ama şu an için olması gereken buydu. Hissettiklerimle mantığım birbirine girmişti o an ve ne yapacağımı bilemeyip kendimi hemen içiriye attım.

    Her geçen günün çocuğumun lehine işlediğini görüyordum ve bu beni çok mutlu ediyordu. O kız kimdi, nasıl karşılaşmışlardı bilmiyorum ama iyi ki karşılaşmışlardı. Babasında, yakınlarında hatta belkide bende bile bulamadığı sevgiyi onda bulduğu çok belliydi. Kız her gün oğlumun yanına geliyordu hiç sıkılmadan onunla vakit geçiriyor onu mutlu ediyordu.

    ‘Artık dayanamıyorum. Burada boş yere düşünüp günlerimi geçireceğime, bu mutlu günlerinde oğlumun yanında olmalıyım.’ dedim kendi kendime ve bir gün cesaretimi toplayarak oraya gittim. Oğlum beni gördü ama hiçbir tepki vermedi. Yine de o an ona kavuşmanın ve sımsıkı sarılmanın verdiği mutluluk dünyalara bedeldi benim için. Hemen hemen bütün insanlara karşı ilgisiz olmasına rağmen o kızın ilgisi oğlumu etkilemişti. Bu durum beni çok şaşırmıştı ve annemin yanına koşup bir an önce bu kızla nasıl tanıştığını, bu kızın neyin nesi olduğunu öğrenmek istiyordum. Doyunca öptükten sonra annemin yanına gittim. Annem: ‘ Aman Allah’ım! Canım kızım benim ne zaman geldin? Hoş geldin.’ dedi. ‘Hoş bulduk. Her şeyi anlatacağım annecim ama asıl benim sormam gereken önemli şeyler var.’ dedim ve üst üste soruları yağdırmaya başladım. ‘Kim bu kız? Nasıl tanıştılar? Hastalığında bir değişme var mı, varsa bu kız mı etkiledi? Adı ne?... Annem: ‘Sakin ol kızım, otur soluklan önce.’ dedi ve anlatmaya başladı: ‘ Bir gün yine oturmuş örgü örüyordum. Murat da her zaman ki gibi eline bir araba almış tekerleğini döndürüp gözünü ayırmadan onu izliyordu. Eliyle havaya bir şeyler çiziyordu. O an kapı çaldı ve yan komşu Serpil hanımla kızı Kübra geldi. Murat hiç bakmıyordu bile yüzlerine arabasının tekerleği ile ilgilenmeye devam ediyordu.
    Serpil: Bu çocuk kim?
    Cemile: Torunum. Annesi biraz rahatsız bir iki hafta bende kalacak.
    Serpil: Adı ne. Çok tatlı bir çocuk.
    Cemile: Murat. Rahmetli dedesinin adı.
    Serpil: Murat!
    Murat hiç dönüp bakmadı. Serpil tekrar seslendi ama Murat sanki hiç duymuyormuş gibiydi ve tepki vermedi.
    Serpil: Neden böyle davranıyor? Kulakları duymuyor mu?
    Cemile: Torunum otizm hastası. Konuşmalar ilgisini çekmediği zaman duymamazlıktan geliyor, cevap vermiyor.
    Kübra: Ayyy kıyamam çokta masum ve tatlı bir çocuk. Murat! Sen ne tatlı çocuksun öyle. Tanışalım mı? Ben Kübra.

    Bu seslenme Murat’ın dikkatini çekmişti ve dönüp baktı. Sonra Kübra onun yanına gitti ve yüzünü okşadı. Murat geldiği günden beri ilk kez gülümsemişti. Bu onun çok hoşuna gitmişti ve gözlerini Kübra’dan hiç ayırmıyordu. O gün boyunca biz sohbet ettik Murat ise sadece kızın yüzüne baktı. Aslında Kübra’yı takıntı haline getirmesinden korkuyordum. Çünkü takıntı haline getirirse bir daha vazgeçmez ve sürekli onu yanında isterdi. Korktuğum başıma gelmişti kızım! Gitmek için kalktıkları an Murat bağırmaya başladı. Kendini yere atıyor, ağlıyor, kendisine zarar veriyordu. Ne yapacaktım ben şimdi? Kafam durmuştu o an. Çaresiz bir şekilde: ‘Kübra! Biraz daha kalabilir misin? Birazdan uyur gidersin olmaz mı?’ dedim.

    Zavallı kızcağızda neye uğradığını şaşırmıştı. Kabul etti. Gitti Murat’a sarıldı ve Murat susmuştu. Murat kızın sorduklarına cevap vermeden öylece yüzüne bakıyordu sürekli. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Murat nihayet uyumuştu.
    Kübra: Cemile teyze izninizle ben kalkayım artık, annem bekler.
    Cemile: Tabi kızım. Çok sağol kaldığın için.
    Kübra: Rica ederim. Burada kaldığı sürece elimden geleni yapmaya çalışacağım. dedi.

    Ertesi sabah güne yine bağırma sesiyle uyandım. Koştum hemen Murat’ın yanına. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum ama anlayamıyordum bir türlü. Su getirdim almadı, yiyecek bir şeyler getirdim istemedi. Kucağıma almak istedim, itekledi. Avazı çıktığı kadar bağırmaya devam ediyordu. ‘Kübra mı?’ dedim o an sustu. ‘Tamam! Çağıracağım oğlum. Sakin ol!’ dedim ama nasıl çağıracaktım bilmiyorum. Saat sabahın yedisiydi. Bu saatte nasıl uyandıracaktım kızcağızı? Çağırmaya gittiğimi sanması için oddan çıktım. Zaman geçsin diye ona gözükmeden biraz daha bekledim. O an dikkatini saat çekmişti. Durdu ve saatin ibresinin hareketlerini izlemeye başladı. Bu benim için iyi bir şeydi; çünkü o an ki dalgınlığı geçene kadar bekleyebilecektim. En azından zaman biraz daha geçecek, kızcağızı erkenden uyandırmamış olacaktım. 45 dakika kadar bir zaman geçmişti. Bir an da aklına gelmiş olsa gerek tekrar bağırmaya başladı. Yapacak bir şey yoktu, gidip uyandırmak zorundaydım…

    Zile bastım. Uyudukları için duymamışlardı. Tekrar bastım. Kapıyı Kübra açtı. Gözlerimdeki o çekingen ifadeden onu çağıracağımı anlamış olmalıydı ki ben hiçbir şey demeden ‘Bekle Cemile teyze üstüme bir şey alıp geliyorum.’ dedi. Dışarıya çıktığında o masum yüzünden kalbinin temizliği okunuyordu. Mahcup bir şekilde ‘Allah razı olsun kızım.’ dedim. ‘Ne demek teyzecim yardımcı olabiliyorsam ne mutlu bana.’ dedi. İnsanın böyle zor gününde böyle iyi komşularının olması kadar mutluluk verici bir şey olamazdı. Bunu kolay kolay kimse yapmazdı. İçimi en çok acıtan yanı ise bunu kendi oğlumun öz evladına yapmamış olmasıydı.

    Eve gittiğimizde Murat’ın gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. İçim sızladı. Ama elimden geleni yapmıştım. Asıl rolün büyüğünü Kübra oynuyordu. Asıl o elinden geleni hatta fazlasını yapıyordu. Murat’ı kucağına alıp sakinleştirdi. Murat’ın ona karşı olan bu aşırı ilgisi karşısında şaşırmamak elde değildi.

    ‘Günler böyle geçip gidiyordu işte kızım. Ama şükürler olsun ki geldin. Belki de senin yokluğunda bir annede bulamadığı sevgi ve şefkati Kübra’da bulduğu için ona bu kadar bağlıydı.’ dedi annem. Bütün bu olanları göz yaşları içerisinde dinlemiştim. Onu nasıl yalnız bırakmıştım bilmiyorum; ama buna mecburdum. Kendimi toplamam için bu şarttı. Ama artık bunları düşünmeyecek bundan sonraki günlerde oğlumla geçireceğim mutlu günleri düşünecektim. O eskiye göre daha iyiydi. Kübra onu çok etkilemişti. Ona minnettardım. Çocuğumun yüzünün güldüğünü görüyordum artık.

    İlkbahar gelmişti. Dağlar, taşlar yeşile boyanmıştı. Ağaçlar çiçeklerle bezenmişti. Herkes için güzel bir başlangıç olacak olan ilkbaharın bana da güzellikler getirmesini umut ediyordum. İki hafta olarak planladığımız tatil 4 ayı bulmuştu. Annem izin vermiyordu dönmemize. Hem bize çok alışmıştı hem de benim yalnız kalmamı, bu zorlukların üstesinden tek başıma gelmemi istemiyordu. Benim öz annem ise hiç arayıp nasılsınız diye sormadı bile. Bir insana öz annesi bunu yapar mıydı? Yapmıştı ama. Bütün bu olanlar benim kaderimdi. İnsan kendinden kaçamıyordu. Ne kadar uzağa kaçmaya çalışsa da kaderi onu mutlaka buluyordu. Ama ben bunlarla başa çıkacaktım. Hayat zaten tek başına mücadele sanatı değil miydi? Ben de mücadele edecektim.


    6.Bölüm

    Nazlı: Evde kalan birkaç eşyamı almak için Ankara’ya dönmem gerekiyor anne.
    Cemile: Peki kızım. Ama bir an önce dön olur mu? Oğlun yokluğunu hissetmesin.
    Nazlı: Sen merak etme annecim.
    Hemen o gün yola çıkmıştım. Bir an önce gidip dönmem gerekiyordu. Yolculuk boyunca oğlum aklımdan çıkmadı. Acaba ne yapıyor? Benim yokluğumu hissetmiş midir? Ya öfke nöbeti geçirdiyse yine…
    Sonunda bitmişti yolculuk. Yorucu bir yolculuktu benim için. Eve gidip uyuyacak ertesi günde eşyaları toparlayıp tekrar yola çıkacaktım. Eve gelip kapıyı açtığımda içerden sesler geldiğini duydum. İçim ürperdi. Kim girmişti eve? Odaya girdiğimde ne göreyim! Eşref evi birbirine katmış, bir köşede oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

    ‘Ne işin var burada? Defol! Defol evimden!’ diye bağırmaya başladım. Öfkem, acıma duygumu bastırıyordu. Başını kaldırıp gözlerime baktı ve hiçbir şey diyemeden çıkıp gitti. Suskunluğu bir ima mı yoksa ayrılığın sessiz yükselen çığlığı mıydı anlayamamıştım.

    Eşref bir alkolik olmuştu. Gece gündüz demeden sürekli içiyordu. Yaptığından duyduğu vicdan azabı mı onu bu hale getirmişti yoksa otizm hastası bir oğlu olduğu için hayata olan isyanından mı içiyordu? Bunca yaptığından sonra onda vicdan olamazdı. Vicdanı olan insan böyle mi yapardı? Belli ki hala durumu kabullenememişti. Oysa biricik oğlumuzun ona ne zararı olacaktı ki. Benim yanımda olsaydı, birlikte olumuzun iyiliği için elimizden geleni yapsaydık her şey ne kadar güzel olurdu.

    O gece bir karar vermiştim. Eşref’ten hakkımızı isteyecektim. Oğlumuzun hayatını, geleceğini etkileyecek olan parayı içkiye yatırmasına göz yumamazdım. Ertesi gün kalkar kalkmaz avukatımın yanına gittim ve isteğimi belirttim.
    Avukat: ‘Eşinizi çağıralım yüz yüze konuşup anlaşmaya çalışın. Böylelikle davanız da kısa sürmüş olur.’ dedi.
    Nazlı: ‘Peki avukat bey siz nasıl uygun görürseniz.’ deyip kabul ettim.
    Eve gelince annemi arayıp, durumdan bahsedip; birkaç gün daha geç geleceğimi, oğluma iyi bakmasını söyledim. Annem de bana hak vermişti. ‘Sonuna kadar yanındayım kızım.’ dedi.

    O kadar zaman sonra Eşref ile ilk defa konuşacaktım. O kadar heyecanlıydım ki. Ona olan sevdamın hiç bitmediğini hissetmek canımı daha çok acıtıyordu. Ona olan aşkım ilk gün ki gibiydi ama ben çok değişmiştim. Mantığım kalbimin önüne geçmişti artık. Hayatımda hiçbir kelime onun adı kadar yer tutmamıştı dudaklarımda; ama artık adını dahi anmak istemiyordum.

    Ertesi gün avukatım aradı ve ‘Eşref’le görüştüm. Ona ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur dedim ve o da bugün gelmeyi kabul etti Nazlı.’ dedi. İki saat içinde avukatımın bürosuna gittim. İçeriye girdiğimde Eşref oturuyordu. Bende geçip oturdum.

    Avukat: ‘Evet Nazlı şimdi isteklerini Eşref’e söyleyebilirsin.’ dedi.
    Bende isteklerimi saydıktan sonra ‘Bunların hiçbirini kendim için istemiyorum. Benim geleceğim seninleydi, sen beni terk ederek o geleceği benden çaldın bari oğlumuzunkini çalma.’ dedim. O an gözlerimin içine bakışını hiç unutmuyorum. Pişmanlığını gözlerinden okumuştum o an. Pişman olacağına hiç inanmadığım eşimin o gün pişmanlığını çok iyi görmüştüm. Ağzından çıkan tek kelime ‘Tamam.’ olmuştu.

    O gün olayı aramızda hallettiğimiz için duruşma avukatın dediği gibi uzamadan sonuca varmıştı ve ben istediklerimi almıştım. Hayatım boyunca bütün benliğimle istediğim ve hep de isteyeceğim kalbi ise Eşref’le birlikte, bizi terk ettiği o gece maziye karışmıştı. Bir değil bin defa da sabah olsa o gece unutulmuyordu. Artık dönme vakti gelmişti. Hayallerimi, umutlarımı, geçmişimde yaşadığım bütün güzellikleri bırakıp gidiyordum. Merhaba diyerek birleşen ellerimiz elveda diye ayrılmıştı.


    7. Bölüm

    Nazlı: ‘Bitanemmm, canım oğlum benim. Ne de çok özlemişim seni.’ Geçen günler içinde burnumda tütmüştü oğlum. Hastada olsa o benim canım oğlumdu. Onun yokluğuna nasıl dayanabilirdim? Eşref nasıl bir babaydı, kendi parçasını nasıl kabullenmemişti anlam veremiyorum. Anneme ‘Murat yokluğumu bildi mi? Sana çok zorluk çıkardı mı?’ diye sordum. Annem: ‘Kübra sağ olsun onunla hep ilgilendi, onu hiç yalnız bırakmadı.’ dedi. Kübra’nın bu iyiliklerinin karşılığını nasıl verecektim bilmiyorum. Aslında ona teşekkür amaçlı bir hediye alabilirdim. Elimden gelse dünyaları almaya razıydım; çünkü o buna fazlasıyla değerdi.

    Ertesi sabah çarşıya çıktım. Önce kıyafet mağazalarına girdim. Bayağı gezdim, aslında çok güzel şeyler vardı; ama bir süre giydikten sonra eskiyecekti. Belki de hiçbir değeri kalmayacaktı hediyenin. Manevi değeri olan daha farklı bir şey olmalıydı. Ama ne? Bayağı düşündükten sonra aklıma gösterişli, güzel bir kolye almak geldi. Evet evet! Kolye alma fikri çok iyi bir fikirdi. Sonra tam da onun hoşuna gidebilecek bir kolye beğenip aldım.

    Eve geldiğimde Kübra bizdeydi. Yine oğlumla ilgileniyordu. Yanlarına gittim. Murat’a seslendim ama gözlerini Kübra’dan ayırmıyordu. Sonra çantamda ki hediye paketini çıkarıp Murat’a uzattım. ‘Hadi oğlum buna ablana ver. Al oğlum al hadi.’ Söylediklerim Murat’ın ilgisini çekmemişti bile. Hiçbir tepki vermiyordu. Oysaki hediyeyi kendisinin vermesini ne çok isterdim. Sonra hediyeyi Kübra’ya uzatıp, ‘Al canım. Yaptığın iyiliklerin karşılığı ödenmez; ama çam sakızı çoban armağanı. Umarım beğenirsin.’ dedim. Kübra alır almaz büyük bir merakla hediye paketini açtı.
    Kübra: ‘Çok teşekkür ederim Nazlı abla. Çok güzel bir hediye.’ dedi.
    Murat büyük bir dikkatle bizi izliyordu. Kübra kolyeyi boynuna takmam için bana uzattı. Tam boynuna takacağım anda zincirinden acayip bir ses çıktı. Yüzüme öyle sert bir darbe aldım ki o an neye uğradığımı şaşırdım. Gözümü açtığımda Kübra yerde yatıyordu ve başı kanıyordu. Ne olmuştu? Her şey bir anda birbirine girmişti. Oğlum çılgınlar gibi bağırıyordu. Onu durduramıyordum. ‘Annee! Yetiş ne olur!’ diye bağırmaya başladım. Murat deliye dönmüştü, o ses oğlumu bir anda çılgına çevirmişti. Kolyenin zarar vereceğinden, o sesten korkmuş olmalıydı ki bana vurup Kübra’yı da yere iteklemişti. Şükürler olsun ki annem yetişmişti. Ben Murat’ı sakinleştirmekle uğraşırken annem de Kübra’yı alıp hastaneye koştu. O an hem ağlıyor, hem Murat’ı sakinleştirmeye çalışıyor, hem de ‘Allah’ım yalvarırım Kübra’ya bir şey olmasın!’ diye dua ediyordum.

    Serpil: ‘ Kızım! Duyuyor musun beni? Aç gözlerini hadi. Bak ben buradayım.
    Kübra: ‘Anne!’
    Serpil: ‘Evet kızım benim.’
    Kübra: ‘Neredeyim ben? Ne oldu bana?’
    O an da içeriye girdim ve ‘Bir şey olmadı Kübracım küçük bir kaza atlattın. Çok şükür iyisin.’ dedim.
    Serpil: ‘ Bir şey olmadı öyle mi bir şey olmadı! Kızımın bu halde burada yatmasına tek sebep sensin! Bir de utanmadan konuşuyorsun öyle mi? Çabuk çık dışarıya! Yüzünüzü görmek istemiyorum artık! Hastalıklı oğlunu bizden uzak tut! Oğlunun da senin de canın cehenneme! Defolun hayatımızdan! Defolun!!
    Nazlı: ‘ Ama… Ama ben böyle olsun istememiştim.’
    Serpil: ‘Konuşma artık. Çık dışarı diyorum sana!’

    Kendimi dışarıya nasıl attım hatırlamıyorum. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Göz yaşlarıma hakim olamıyordum. O sözleri duyacağıma ölseydim daha iyi. Dünya başıma yıkılmıştı sanki. Bana en ağır sözü söyleseydi de oğlumla ilgili o sözleri sarf etmeseydi. Dayanamaz olmuştum bu yürek sancısına, kaldıramıyordu bedenim. Her şeyi mahvetmiştim.

    O günden sonra Serpil Hanım kızını bir daha göndermedi bize. Oğlum Kübra’nın yokluğunu hissettikçe deliye dönüyordu. Zor sakinleştiriyordum. Eskiye göre hastalığı daha kötü olmuştu. Hayattan tamamen kopmuştu. Artık beni hiç duymuyor hiçbir şeye tepki vermiyor sadece aralıklarla sinir nöbetleri geçiriyordu. Hayatta tüm dokunduklarım eriyip gidiyordu sanki. Önce Eşref sonra Kübra şimdi de oğlum. Bu böyle devam edemezdi. Onu da tamamen kaybedemezdim. Onu tekrardan doktora götürmeye karar verdim. En azından ilaçla biraz düzelebilirdi.

    Doktor yine aynı şeyleri söyledi. İlaç verdi ama tamamen düzelmesi imkansızdı. Oğlumun hasta olduğunu duyduğum ilk gün kadar acı verdi söyledikleri. İnsan büyük hayallerle anne olmak ister ki bu hayaller sınırsızdır. Önce acaba cinsiyeti ne diye merak edersiniz. Sonra sağlık ile ilgili bir problemi olmasın diye rutin doktor kontrolüne gidersiniz. İçinizde kıpırdadığını hissettiğiniz ilk anda anne olduğunuzu anlıyorsunuz. Elinizi karnınızın üzerinde gezdirerek ona şarkılar, ninniler söylüyorsunuz. Sonra zaman su gibi akıp gidiyor ve doğum vakti geliyor. 9 aylık hayalin somut karşılığını görüyor, içinizde büyüttüğünüz o özel canlıyı, o güzel varlığı öpüp koklayabiliyorsunuz. Zaman geçiyor oğlunuzda hiçbir sorun yok; ama çok sessiz. ‘Oğlum babasına çekmiş demek ki, onun gibi sessiz sakin biri olacak.’ diyor kendinizi avutuyorsunuz. Sonra biraz daha zaman geçince konuşmada gerilik bazı hareketlerde değişiklik görüyor ve doktora götürmeye karar veriyorsunuz ve o acı kelimeyi duyuyorsunuz ‘Oğlunuz otistik.’ İşte o gün olduğu gibi bugünde doktorun söylediklerinden sonra yine kulaklarımda yankılandı o söz ‘OTİSTİK, OTİSTİK, OTİSTİK…’

    Sabredip kaderimle yaşamaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Hayat böyle devam edip gidiyordu işte. Her şeye rağmen hayata, olanlara sabredebiliyordum. Tabi Eşref’in başka bir kadınla olduğunu öğrenene kadar! O gün beynimden vurulmuşa döndüm. Buna sabretmek kara bir dikeni yutmak ve o diken içimi parçalayıp geçerken sesimi çıkaramamak gibi bir şeydi. O kadar şeyden sonra bir de bunu nasıl yapmıştı bana. Oysa ben onun pişman olduğunu düşünmüştüm. Ne kadar safmışım. O günden beri hala soruyorum kendime ‘Farklı olan hasta olduğu için oğlumuz muydu yoksa bu kadar vicdansızlığı yapabilen bir baba olarak Eşref miydi?’

    ...SON...

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 8:56 am