Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    GAZİ - Serdar BAYRAM

    avatar
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 61
    Kayıt tarihi : 20/03/09

    GAZİ - Serdar BAYRAM Empty GAZİ - Serdar BAYRAM

    Mesaj  Admin Ptsi Ara. 20, 2010 4:46 pm

    Halil Efendi, elinde tesbiği başında fesi sırtında uzun paltosuyla evden ayrılmış caminin yolunu tutmuştu. Adımlarını sayar gibi atıyordu. Her adımda yılların çilesini tesbiğinin taneleriyle dertleştiriyordu adeta. Yetmişli yaşlarda olmasına rağmen ne belinde bir eğrilik ne de sırtında kamburu vardı. Yıllardır cepheden cepheye dolaşmış her türden düşman askeriyle çarpışmıştı. En son 93 Harbi’nde omzundan ve sağ bacağından yaralanmış, uzun süren tedaviden sonra taburcu edilmiş, memleketine gönderilmişti. Memlekette durumları çok iyi değildi. Dededen kalma arazileri vardı. On dönümlük fındık bahçesiyle Giresun’un orta yollu aileleri arasındaydı. Artik savaşamayacağından hacca gitmeye karar vermiş eşi Ayşe Hatun’u da alarak Mekke’nin yolunu tutmuştu. Bu arada Halil Efendi’nin oğlu Adem askerliğini bitirmiş bakkal dükkânı açmıştı. Halil Efendi, Mustafa Efendi’nin dünyalar güzeli kızı Emine ile Adem’i evlendirmişti. Ademle Emine’nin o yıllarda nur topu gibi bir oğlu olmuş çocuğa Osman adını koymuşlardı. İşte bütün bunları camiye giderken gözlerinin önüne getiriyor geçmişi bir film gibi izliyordu.

    Günler böyle geçip gidiyordu aradan üç yıl geçmişti. Artık Osman üç yaşındaydı konuşabiliyor ve yürüyebiliyordu hatta koşarak top oynuyordu. O sıralar ABD’ye kaçak gidenlerin sayısı çoğalmaya başlamıştı. Gidenler geldiklerinde Yağlıdere’de hayat olmadığını söylüyor ABD’ye gittikleri takdirde altlarınızda güzel arabalar, ceplerinizde fazla para olur diyorlardı. Yağlıderelilere ABD’ye gitmelerini tavsiye ediyorlardı.

    Osman’ın babası Adem’in ABD’ye gitme fikri aklına yatmıştı. Adem bakkal dükkanını kapatıp ABD’ye gitmeye karar verdi. Hazırlıklarını yapıyor ABD’ye gitmek için hazırlanıyordu. Götüreceği çantaları eline aldı ve kapıyı açtı. Emine hanımın gözleri yaşlıydı. Adem oğlu Osman’ı bağrına basarak kucakladı. Osman bir şeyler olacağını biliyordu ama olup bitenden haberi yoktu.
    -Nereye gidiyorsun baba, diye sordu.


    Hemen emine Hanım araya girerek;

    -Oğlum baban sana şeker almaya gidiyor, dedi.
    Osman inanmıştı ve babası şeker getireceği için mutluydu. Adem tekrar oğluna sarılarak alnından öptü ve yavaş adımlarla merdivenleri inmeye başladı. Osman babasına baktı ve arkasından seslenerek el salladı babası da Osman’a el sallıyordu. Osman babasına pencereden bakmak istiyordu ama boyu pencereye yetişmiyordu. Annesi Osman’ı kucağına alarak pencereden baktırıyordu ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Babası gözden kaybolana kadar baktı Osman. Osman akşama gelecek şekerleri düşünüyordu. Akşam olmuştu ama babası hala gelmemişti. Osman annesine sürekli babasını soruyordu annesi de Osman’ı oyalamak için bazı yalanlar söylüyordu. Aradan aylar geçmişti ama hala gelen giden yoktu. osman iyice umudunu kesmişti. Artık babasına darılmıştı. Aradan beş ay geçmişti, telefom çalıyordu. Emine hanım telefonu açtı arayan adem’di. zamanının olmadığını hızlı konuşması gerektiğini bilen adem;

    -Ben ABD’de vardım, dedi.

    -Rahat mısın bir sıkıntın var mı? Dedi Emine Hanım.

    -Şu anda ihbar edilmediğimiz sürece bir sıkıntımız yok. Sen nasılsın, Osman nasıl?

    -Biz de iyiyiz bir yaramazlık yok. Orada iş bulabildin mi?

    -Buldum restoran da çalışıyorum.

    -Orada kilerle nasıl anlaşıyorsunuz onlar İngilizce konuşmuyorlar mı?

    -Konuşuyorlar ama biz de havadan biraz kaptık, çat pat anlaşıyoruz.

    -Sen sürekli biz diyorsun başka kim var?

    -Çalıştığımız yerde Türkler var bazen burada kilerle anlaşamadığımız zamanlarda onlar araya giriyor.

    -Restoran da ne iş yapıyorsun?

    -Buraya geldikten bir ay sonra iş buldum, ilk üç ay bulaşık yıkıyordum bir aydır da aşçıyım.

    -Bana doğruyu söyle rahatım dedin gerçekten rahat mısın?

    -Evet, gerçekten rahatım. Osman yok mu bir de onun sesini duyayım.

    -Osman da içeride bir saniye bekle çağırayım.

    Emine Hanım Osman’ı çağırmak üzere telefonu bırakarak içeriye Osman’ın yanına gitti.

    -Oğlum baban telefon da seninle konuşmak istiyor, dedi.

    Bunu duyan Osman’ın gözleri yerinden çıkacak gibi oldu, çok sevinmişti. Bir anda içinde babasına karşı duyduğu dargınlık gitmişti sanki, hemen telefona koştu.


    -Baba gerçekten sen misin? Dedi.

    -Evet, oğlum benim.

    -Hani akşama gelecektin niye gelmedin?

    -Oğlum benim işlerim biraz uzadı ama senin şekerleri unutmadım, gelirken muhakkak getireceğim.

    -Söz mü?

    -Söz oğlum söz!

    -Ama şöyle de yapabiliriz; annene söyleyelim o sana hangi şekerleri istersen alsın olur mu?

    -Ben senin almanı istiyorum ama.

    -Tamam, şimdi annen alsın bende gelirken istediğin şekerleri alırım.

    -Tamam, o zaman ama unutma olur mu?

    -Hiç unutur muyum şimdi telefonu biraz annene verir misin?

    -Tamam, ama çabuk gel olur mu babacığım.

    -Tamam, oğlum en yakın zaman da geleceğim.

    Osman telefonu annesine verdi.

    -Efendim Adem.

    -Benim burada ne kadar kalacağım belli olmaz.

    -Hani bir yıl sonra dönecektin.

    -Söyledim ya belli olmaz. Neyse yarın Osman’ı da al bakkala gidin, istediği şekerleri alsın. Söz verdim yarın muhakkak götür unutma. Şimdi kapatmam lazım. Osman’ı önce Allah’a sonra sana emanet ediyorum, Allah hepimizin yardımcısı olsun.

    -Âmin. Sık sık ara bizi habersiz bırakma.

    -Tamam, fırsat buldukça ararım, bir de unutmadan iki ay sonra size biraz para yollayacağım. Bir arkadaş Türkiye’ye gelecekmiş, adı İbrahim.

    -Tamam, ben seni fazla oyalamamayım Allah’a emanet ol.

    -Siz de Allah’a emanet olun, diyerek telefonu kapattılar.


    Emine Hanım eşinden haber alabildiği için çok mutlu olmuştu ancak içinde hep bir tereddüt vardı. Aklında ki acabalardan bir türlü kurtulamıyordu.


    Aradan iki ay geçmişti, İbrahim Bey ABD’den gelmişti. İlk iş olarak Emine Hanımı bularak emanetini vermek istiyordu. Yağlıdere sokaklarında Emine Hanım’ın evini arıyordu. Elinde bir adres vardı ama hangi sokak nerede bilmiyordu. Yolda gördüğü yaşlı kadına;


    -Merhaba teyzeciğim ben Emine Hanım’ın evini arıyorum acaba hangi sokakta biliyor musunuz?

    -Emine’yi neden arıyorsun seni tanımıyorum ne işin var Emine ile.

    -Ben on yıldan beri ABD’deydim. Beni tanımamanız normal. Oturum alınca da Türkiye’ye geldim. ABD’de Emine Hanım’ın eşi Adem bana bir emanet verdi. Ben de Emine Hanım’ı emaneti teslim etmek için arıyorum. Evini biliyor musunuz?

    -Sen kimlerdensin bakalım?

    -Ben Kızılelma köyündenim. Babam önceden yün satarmış, yüncü Kazım derler babama.

    -Şimdi tanıdım, Kazım’ın ABD’de bir oğlu var diyorlardı demek o sensin.

    -Evet, teyze bir ben varım bir de benim küçüğüm Hamdi var

    -Hoş geldin oğlum hoş geldin.

    -Hoş bulduk teyze de yalnız kusura bakma benim çok zamanım yok Emine Hanımın evi hangi tarafta kalıyor?

    -Bak şurada köprü var görüyor musun?

    -Evet

    -Köprüyü geçince bakkal var ona sor gösterir zaten ev bakkala yakın.

    -Sağ ol teyze Allah’a emanet ol bir isteğin var mı?

    -Yok, oğlum sağ ol

    -Sen de sağ ol, diyerek yaşlı kadının yanından ayrıldı.

    Köprüyü geçip bakkalın yanına gitti.

    -Selamın aleyküm, dedi.

    Bakkalda çalışan Murat arkasına dönerek;

    -Aleyküm selam, dedi.

    -Ben Emine Hanımın evini arıyorum da acaba hangi tarafta biliyor musunuz?

    Bakkal Murat eliyle Emine Hanımı göstererek;

    -Bak Emine Hanım orada oturuyor

    -Sağ olasın kardeş hayırlı işler, diyerek bakkaldan ayrıldı.

    Emine Hanımın yanına giderek;

    -Affedersiniz Emine Hanım siz misiniz?

    -Evet, benim de siz kimsiniz tanıyamadım.

    -Ben ABD’den Adem’in arkadaşıyım, adım İbrahim.

    -Hayırdır yoksa Adem’e bir şey mi oldu?

    -Yok, yok sakin olun size ulaştırmam için bana emanet vermişti onu getirdim, diyerek Emine Hanım’a içinde para ve bir de mektup olan bir zarf uzattı.

    Emine Hanım zarfı alarak;

    -Teşekkür ederim kardeş Allah razı olsun dedi.
    -Allah hepimizden razı olsun, diyerek Emine Hanımın yanından ayrıldı

    Emine Hanım heyecanlıydı hemen eve gidip zarfı açtı. Zarfta şöyle yazıyordu;

    Canımdan çok sevdiğim eşime…

    Beni merak etmeyin ben burada çok iyiyim. Burada işleri
    yoluna koydum sayılır. Şimdilik size dört bin dolar yolluyorum
    sonra yine yollamaya çalışacağım. Bankalardan yollayamıyoruz
    kaçak olduğumuz için ancak birileri gelirse onunla
    yollayabilirim. Sizi çok sık arayamıyorum her zaman fırsat
    olmuyor Osman’ı benim için alnından öp.

    Allah’a emanet olun, sevgilerimle…


    Emine Hanım göz yaşlarına hakim olamıyordu. O sırada Osman annesinin yanına gelerek;

    -Anne neden ağlıyorsun, diye sordu.

    Annesi tebessümle;

    -Ağlamıyorum oğlum, diyerek Osman’a sarıldı ve öptü.

    Yıllar çabuk geçiyordu Adem ABD’de çalışıyor kazandığı parayı Türkiye’ye yolluyordu. Osman artık okula başlamıştı ama ilkokul ve ortaokulda dersleri hiç iyi değildi. O yüzden LGS’ de başarılı olamamış ve düz liseye gitmişti. Lisede derslerine çalışıyor üniversite kazanmak istiyordu.

    Tek hedefi Giresun Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nün ikinci öğretimini kazanmaktı. Özellikle Giresun’da bu bölümü kazanmak istemesinin sebebi kendiside Giresunlu olduğu için masraflarının az olacağını düşünmesi ve gündüz çalışıp gece okula gitmek istemesiydi. Sınav günü gelip çatmıştı. Osman çok heyecanlıydı sınavı muhakkak kazanmalıydı yoksa ailesine yük olacağını düşünüyordu. Sınavın yapılacağı okula tek başına gelmişti. Heyecanını yenmeye çalışıyordu ki görevliler öğrencileri içeriye almaya başlamıştı. Artık heyecanı daha da arttı. İçeriye girip sırasına oturdu. Birazdan görevli sınav kâğıtlarını dağıttı. Dağıttıktan sonra;

    -Biz başlayın demeden başlamayın, dedi.

    Osman içinden dua ediyor. Tek isteği, istediği bölümü kazanmak ve ailesini zor durumda bırakmamaktı.

    Görevli saatini kontrol ederek;

    -Artık başlayabilirsiniz, dedi.

    Osman başından sonuna kadar elinden geleni yaptı. Artık zaman tükenmek üzereydi.
    Osman son bir kez kâğıdını kontrol ederken;

    -Sürenizin bitmesine 10 dakika kaldı, dedi görevli.

    Osman bu sürede son kontrolleri yaptı. Görevli saatini kontrol ederek;

    -Süreniz bitti, geçmiş olsun, dedi.

    Osman kâğıdını görevliye vererek dışarıya çıktı.

    -“Allah’ın sen hayırlısını nasip et” diye dua etti.

    Osman sınavdan çıktıktan sonra çok rahatlamıştı. Sınavdan ümidi yoktu ama yinede rahatlamıştı.

    Aradan bir ay geçmişti. Artık sınavlar açıklanacak, tercih yapılacaktı. Ama Osman sınav sonuçlarına hiç bakmak istemiyordu. Emine Hanım oğluna;

    -Oğlum bugün sınav açıklanmış.

    Osman başını önüne eğerek;

    -Biliyorum anne

    -Bakmayacak mısın?

    -Hiç bakmak istemiyorum.

    Emine Hanım oğluna dönerek;

    -Oğlum hatırım için bak.

    Osman annesini kıramazdı. Onun için annesinin gözüne bakarak;

    -Tamam, anne bakacağım

    Emine Hanım oğluna sarılarak;

    -Canım oğlum benim, dedi.


    Annesinin ısrarına dayanamayan Osman sınav sonuçlarına bakmaya gitti. Sınav sonuçlarına baktığında ise beklediği gibi değildi sonuç.

    Kendi kendisine;

    -Şimdi annem çok üzülecek, dedi.

    Sonuçların bir çıktısını alıp annesine götürdü. Annesi sonuçları görünce;

    -“Oğlum bu puanla nereye yerleşebilirsin?” dedi.

    -Anne bu puanla yerleşmem çok zor.


    Annesinin beklentileri daha yüksekti oğlundan beklentileri vardı ama olmamıştı. Üzüldüğünü belli etmeden oğluna;

    -senin canın sağ olsun senden önemli değil, dedi


    Osman annesinin içindeki üzüntüyü görmüştü adeta ama o da annesine, annesinin üzüldüğünü anladığını belli etmedi ve annesine;

    -Senin beklentilerini boşa çıkardığım için özür dilerim, dedi.

    -Olsun oğlum bu sene biraz heyecan yaptın ondandır. Seneye çalışıp daha iyi bir bölüm kazanırsın


    Osman boynunu bükmüştü. Annesinin yüzüne bakamıyordu annesini üzmeden annesine bir daha sınava girmeyeceğini söylemeliydi ama bir türlü nasıl söylemesi gerektiğini bilmiyordu.
    Söylerse annesinin üzüleceğini düşünüyordu. Biraz sessizliğin ardından sessizliği annesi bozdu.

    -Oğlum senin bir derdin var söyle de ben de bileyim.


    Osman başını kaldırarak;

    -Anne şimdi sana söyleyeceklerimden sonra bana kızma. Seni üzmek istemiyorum ama nasıl söyleyeceğimi de bilmiyorum.

    -Oğlum ben senin annenim ne derdin varsa çekinmeden söyleyebilirsin.

    -Biliyorsun artık on dokuz yaşındayım kendi kararlarımı verebilirim.

    -Çok güzel istediğin kararı verebilirsin kararına da saygı duyarım.


    Osman annesinin bu sözünden cesaret alarak ciddi bir ses tonuyla;

    -Anne ben artık üniversite sınavına girmeyeceğim, dedi.


    Annesi Emine Hanımın hiç beklemediği bir anda gelen annesini çok şaşırtmıştı. Biraz sessizliğin ardından Emine Hanım ne diyeceğini şaşırmış vaziyette;

    -Oğlum sınava girmezsen ne yapmayı düşünüyorsun?

    -Anne kararımı verdim seneye askere gitmek istiyorum.


    Annesi evinin direği olarak gördüğü oğlundan ayrılmak istemiyordu ama asker olacak büyüttüğü oğluyla gurur duyuyordu. Osman annesinin gözünde hala çocuktu. Emine Hanım asker lafını duyunca geri çekilerek oğluna baktı. Oğlu gerçekten delikanlı olmuştu. Uzun boyu ve yapılı haliyle tam bir delikanlı olmuştu.


    Emine Hanım oğlunun omuzlarından tutarak hafif sarstı ve;

    -Oğlum sen nasıl istersen öyle olsun, diyerek Osman a sarıldı.


    İkisi bir süre sarılı kaldılar bu arada annesinin gözleri, üzüntüyle karışık mutluluktan dolmuştu. Osman ise annesinin kalbini kırmadan ikna ettiği için çok mutlu olmuştu.


    Osman artık asker olacağı günü bekliyordu. Asker olma yaşının gelmesine yaklaşık 7 ay vardı. Osman bu süre zarfında çeşitli işlerden çalışıp ailesine maddi yardım yapıyordu. Annesi Osman’ın bu kadar düşünceli olduğu için oğluyla gurur duyuyordu. Osman askere gitmek için sabırsızlanıyordu ve askerliğini komando olarak yapmak istiyordu.


    Osman çok çalışıyor ama hiç yıpranmıyordu bitip tükenmek bilmeyen enerjisi ile etrafındakileri büyülüyordu adeta. Fizik olarak da çok güçlü görünüyordu. Sokağındakilere sataşanlar olsa sokağındakiler;

    -burası Osman’ın Sokağı burada huzursuzluk istemiyor, buradan hemen defolun yoksa başınız büyük belada derlerdi.


    Osman huzursuzluğu hiç sevmezdi. Güçlü yapısıyla huzursuzluk yapanlara meydan okur, huzursuzluk yapanlar onun adını bile duyunca sakinleşirlerdi. Bu haliyle Osman çevresindekilerin takdirini toplamıştı.


    Günler böyle geçip giderken askere gitme vakti gelmişti. 10 gün kalmıştı Osman’ın askere gitmesine. Osman gösterişi sevmezdi. O yüzden sokaklarda arabalarla gezip, kornalara basıp, deliler gibi bağırmak ona göre değildi. Bu yüzden askere gitmeden birkaç gün önce çevresindekilerle helalleşip öyle gitmeye karar vermişti ve öylede yaptı. Artık zaman iyice azalmıştı. 3 gün kalmıştı Osman askere gitmek için can atıyordu. Annesi ise oğlundan ayrılacağı için buruk sevinç yaşıyordu.


    Osman’ın askerliği Hakkâri Şemdinli’ye çıkmıştı. Annesi bu yüzden de biraz endişeliydi. Osman hazırlıklarını yapıp götüreceği çantaları bir gün önceden hazırlamıştı. Ayrılık vakti gelip çatmıştı. Artık Osman kendi evinde son gecesini geçiriyordu. Annesiyle olabildiğince fazla vakit geçirmişti son günler. Artık saat geç olmaya başlamıştı. Osman uyumaya giderken annesine bakarak;

    -Seni seviyorum anne hem de çok seviyorum.

    Annesi bu sözleri duyduktan sonra gözleri dolarak;

    -Oğlum ben de seni çok seviyorum, dedi.

    -Anne sen şimdiden hakkını helal et.

    -Oğlum o nasıl söz.

    -Ne olur ne olmaz, garantimiz yok yarına çıkacağımıza.

    -Oğlum ağzından yel alsın.

    -Anne üzülme sakın, sonuçta vatani görev. Sana söz veriyorum askerden gelince üniversiteyi kazanacağım.

    -Oğlum sen yeter ki gel de ben üniversite falan istemiyorum.

    Osman tebessüm ederek;

    -O zaman istersin ama.

    Annesi de hafiften gülümseyerek;

    -O zaman gelsin bakarız.

    -Şimdi oldu annelerin en güzeli, dedi.

    Annesine sarılarak öptü ve uyumaya gitti.


    Annesi Osman gittikten sonra geçmişi gözlerinin önüne getirerek duygulanıyor bir taraftan da oğlu asker olacağı için gururlanıyordu. Çok yorulmuştu birazdan o da odasına uyumaya gitti.

    Osman yatmıştı ama bir türlü gözüne uyku girmiyordu. Geçmişi düşünürken yavaş yavaş gözleri kapanıyordu. Annesi de uyuyamıyordu. Bir süre sonra gözlerinin kendiliğinden kapandığını hissediyordu ama müdahale edemiyordu ve uyudu.


    Emine Hanım sabah erken kalktı. Osman’ı uyandırmak için odasına gittiğinde ise Osman’ın yatağını düzelttiğini ve üzerine bir zarf bıraktığını gördü. Osman mektubu bırakıp evden ayrılmıştı.


    Emine Hanım mektubu eline aldı ve gözleri doldu. İçinde yazanları az çok tahmin ediyordu ama yinede açtı ve okumaya başladı. Mektupta şöyle yazıyordu;


    Canımdan çok sevdiğim anneme…

    Sabah erken uyandım. İlk işim senin yanına gelmek oldu. Kapıyı yavaşça açtım sen uyuyordun seni rahatsız etmek istemedim. Çok güzel uyuyordun seni yanağımdan öptüm. Sonra bu mektubu yazdım. Mektubu yazmamım sebebi ayrılmamızın zor olacağını düşünmemdi başka bir nedeni yok. Anne beni merak etme, gidip sapasağlam yanına döneceğim. Oraya gider gitmez ilk işim seni aramak olacak. Senden bu şekilde ayrıldığım için özür dilerim. Seni çok seviyorum

    Seni canından çok seven oğlun Serdar…


    Emine Hanım bu mektubu okuduktan sonra göz yaşlarına hakim olamıyor, ağlıyordu. Mektubu alarak göğsüne bastırıp bir süre böyle kaldı. Osman ise Hakkâri yolundaydı. Osman annesini çok seviyor, annesini yalnız bıraktığı için üzülüyordu ama vatani görevini yapma isteği bunu bastırıyordu.


    Osman bir an önce şu yol bitse de birliğime teslim olsam diyordu. Yoldayken muavin mikrofonu aldı ve şöyle dedi;

    -Sayın yolcularımız yolun bundan sonrası tehlikeli olabilir, dedi.

    Yolcular arasında uğultular balayınca, muavin;

    -Sakin olun korkacak bir şey yok, dedi muavin.

    Yolcular sakinleştikten sonra muavin;

    -Aramızda askere gidenler var bu yüzden teröristlerin araca saldırı düzenleme ihtimali var. Bunun için askeri araçlar ve helikopterler bize eşlik edecekler, korkacak bir şey yok sadece önlem amaçlıdır. Sizin bu şekilde daha güvenli yolculuk yapmanız sağlanacaktır. Hayırlı yolculuklar dileriz, diyerek anonsu bitirdi. Biraz sonra mola verildi.


    Osman hemen telefonu açarak annesini aradı. Annesi telefonu açtığında ise oğlu Osman’ın sesini duyunca göz yaşlarına hakim olamadı. Osman da annesinin ağlamasına dayanamayıp gözleri dolmuştu. Osman sesini düzenledikten annesine;

    -Anne ben şu an bir mola yerinden arıyorum bundan sonra da telefonun çekmeyeceğini söylüyorlar. Bu yüzden söz verdiğim gibi aradım.

    -Oğlum ben zaten emindim senin arayacağından.

    -Nereden bu kadar emindin?

    -Senin sözünü tutmadığına hiç şahit olmadım.

    -Anne bana kızdın mı?

    -Neden kızacakmışım?

    -Hani habersiz çıktım ya evden.

    -Oğlum sen beni düşünmüşsün, sana kızmadım.

    -Emin misin anne?

    -Sana bu yakışırdı zaten, düşünceli oğlum.

    -Anne beni utandırma.

    -Aman oralarda kendine dikkat et.

    -Anne sen beni düşünme ben başımın çaresine bakarım.

    -Bakarsın, ondan şüphem yok ama…

    -Aması ne?

    -Oğlum oralarda terör var diyorlar.

    -Anne biz niye varız.

    -Oğlum sen yine de dikkatli ol.

    -Tamam, anne çok dikkatli olacağıma

    -Söz verdiysen sorun yok oğlum.

    -Anne seni çok seviyorum.
    -Ben de seni çok seviyorum.

    -Anne şimdi kapatmalıyım.

    -neden oğlum bir şey mi oldu?

    -Yok, mola vermiştik ya mola bitti muavin otobüsten çağırıyor.

    -Tamam, oğlum Allah’a emanet ol.

    -Sen de anne.

    -Her fırsatta arayacağına söz ver.

    -Söz anne her fırsatta arayacağım.


    Telefonu kapattıklarında ise ikisinin de gözü dolmuştu. Osman, gözlerini silip hemen otobüste yerine oturdu. Annesi ise en yakın koltuğa oturup ağlıyordu.


    Aradan iki saat geçmişti. Nihayet Osman Hakkâri’ye gelmişti. Buradan da gideceği karakola giden araca aktarılmıştı. 30 dakika sonra da karakoluna geldi. Karakolda askerler, yeni gelenleri karşılıyor, kalacakları odaya götürüyorlardı.


    Osman, gelenleri karşılayan askerlerden birinin yanına giderek;

    -Kolay gelsin kardeş, dedi.

    -Sağ ol.

    -Benim görev yerim burasıymış ama nereye gideceğimi bilmiyorum.

    -Tamam, sen merak etme biz yardım olacağız.

    -Sağ ol kardeş.

    -Nereden geliyorsun?

    -Giresun’dan

    -Gerçekten mi?

    -Evet

    -Ben de Giresunluyum

    -Valla, neresinden

    -Ben Keşaplıyım, ya sen neresindensin?

    -Yağlıdereliyim

    Asker tebessüm ederek;

    -Demek sen de ABD’lisin, dedi.

    Osman da tebessüm ederek;

    -Öyle sayılırız, dedi ve elini uzatarak;

    -adım Osman, dedi.

    -Benim adım da Arif.

    -Eee, nasıl gidiyor askerlik?

    -İyi gidiyor şu an pek sıkıntı yok.

    Biraz sessizliğin ardından Osman;

    -Ya buralarda telefon çekiyor mu?

    -Evet, ama sadece şu büyük kayanın yanından çekiyor.

    - Tamamdır. Hemşerim ben nereye gideyim şimdi elimde çanta kaldım ortalıkta.

    Arif Çavuş eliyle Karakolun yanına kurulmuş muayene yerini göstererek;

    -Şurada bir muayeneden geçeceksin ondan sonrada orada yardımcı olurlar.

    -Sağ olasın kardeş, dedi

    Osman arkasını dönmüş giderken Arif Çavuş;

    -Osman, bir dakika bekle, dedi

    Osman durarak kafasını geri çevirdi ve Arif’e baktı. Arif Çavuşta yakınındaki askerlerden Hasan’a;

    - Hasan oğlum, gel buraya, dedi.

    Hasan koşar adımlarla gelerek;

    -Emret Çavuşum, dedi.

    -Hasan, arkadaşa yardımcı olun.

    -Emredersin Çavuşum.
    Osman Arif’e dönerek;

    -Teşekkür ederim, dedi.


    Arif Çavuş da göz kırparak karşılık verdi. Osman başını hafiften öne eğerek arkasına döndü ve Hasanla gitti. Gerekli işlemlerin ardından odasına yerleşti ve hemen dışarı çıkarak annesini aradı.


    Telefonla konuşmak için telefonu kulağına götürür götürmez Arif Çavuş Osman’ın yanına gelerek;

    -ne yapıyorsun telefon getirmek yasak ama bu sefer seni görmüyorum çabuk konuş komutanlar görmesin.

    -Tamam, çabuk konuşacağım.

    -Komutan görürse ikimiz de yanarız.

    -Merak etme hızlı konuşacağım.

    -Tamam, hızlı ol.


    Osman annesini ararken bir taraftan da etrafı kontrol ediyordu. Emine Hanım telefonu açar açmaz Osman;

    -Anne sen misin, dedi?

    -Evet, benim oğlum senin sesin niye böyle.

    -Anne söz verdim tutacaktım.

    -Ne sözü?

    -Arayacağıma dair verdiğim söz.

    Emine Hanım titrek bir sesle;

    -Oğlum neyin var senin, dedi

    -Anne burada cep telefonu kullanmak yasakmış.

    Emine Hanım oğluyla bir daha konuşamayacağını düşünerek;

    -Yasak mı, yasaksa seninle nasıl konuşacağım.

    Osman annesini rahatlatmak için;

    -Merak etme içeride ankesörlü telefon var oradan arayacağım, dedi.

    Emine Hanım gözleri dolmuş vaziyette;

    -Aman oğlum dikkat et ilk günden sorun olmasın.

    -Bir şey olmaz şimdilik kısa kesmem lazım.

    -Tamam oğlum.

    -Sen beni arama sakın, ben seni her fırsatta ararım.

    -Uzatmayalım oğlum yakalanıp ilk günden başını derde sokma.

    -Tamam, anne şimdi kapatmam lazım

    -Olur, oğlum Allah’a emanet ol.

    -Sende anne, dedi ve telefonu kapattılar.

    Osman mutlu olmuştu Arif’e dönerek;

    -Sağ ol kardeşim bunu unutmayacağım.

    -Önemli değil de yakalanırsan yanarsın.

    -Burada nasıl arıyorlar askerler ailelerini?

    Arif Çavuş morali bozulmuş bir şekilde;

    -İçeride ankesörlü telefon var o da bir aydan önce yapılmaz.

    Osman elektronik eşyalardan anlıyordu. Arif Çavuş’a dönerek;

    -Ben telefonu tamir edebilirim, dedi.

    Arif Çavuş şaşırarak;

    -Gerçekten mi, dedi?

    -Evet.

    -Daha önce elektrikçi miydin?

    -Hayır, sadece bir ay kadar çalıştım.

    -Yapabileceğinden emin misin?

    -Eminim.

    -O zaman ben komutanla konuşayım

    -Tamam konuş.

    Arif Çavuş Osman’ın yanından ayrılarak Alparslan komutanın yanına gitti.


    Alparslan komutan Manisalıydı. İlk doğu görevini Hakkâri’de astsubay olarak yapmaktaydı. Askerlerine duyduğu hassasiyetle bilinirdi. Babacan yapısıyla askerlerin sempatisini toplamıştı.

    Alparslan komutan pencereden Oruçbey Dağına bakarken kapı çaldı gelen Arif Çavuştu. Arif Çavuş selam vererek;

    -Gelebilir miyim komutanım, dedi?

    -Buyur Çavuşum.

    -Komutanım bir maruzatım var.

    -Buyur Çavuş

    -Komutanım yeni gelen askerlerden biri elektrik işinden anlıyormuş.

    -Eee…

    -Bozuk olan ankesörlü telefonu tamir edeceğini söylüyor.

    -Kimmiş bu?

    -Adı Osman komutanım.

    -Nereliymiş?

    -Giresun\ Yağlıdere komutanım.

    -Sen de Giresunluydun demi çavuş?

    -Evet komutanım.

    -Demek hemşerisiniz

    -Evet komutanım

    -Tamam, anlıyorsa bu işlerden gerekli malzemeleri verin yapsın.

    -Emredersin komutanım, diyerek odadan çıktı.


    Hemen Osman’ın yanına giderek;
    -Tamamdır, Osman izin aldım, dedi.

    -Gerçekten mi?

    -Yarın başlayabilirsin.

    -Bugün de başlayabilirim.

    -Bugün olmaz

    -Neden?


    Çavuş, başını öne eğerek;

    -Bu akşam karakola saldırı olabilir, dedi.

    -Yeni gelenlere gözdağı vermek için değil mi?

    -Evet

    Osman saldırı lafını duyunca biraz düşünerek;

    -Genelde hangi taraftan saldırıyorlar, dedi.

    -Neden soruyorsun?

    -Ben de artık buranın askeriyim onun için.


    Çavuş eliyle sarp kayalıkları göstererek;

    -Şurada ki sarp kayalıkların üzerinden saldırıyorlar.

    -Oraya müdahale edilmez ki buradan.


    Çavuş başını öne eğerek;

    -Helikopterli yardım istiyoruz ama geç geliyor.


    Osman başını sallayarak;

    -Anlıyorum

    -Oraya müdahale edemiyoruz

    -Edebiliriz

    -Aklında ne var?

    -Bana iyi bir tüfek lazım


    Arif Çavuş kaşlarını çatarak;

    -Ne yapacaksın tüfeği?

    -Planım var.

    -Sana yarından önce silah veremeyiz.


    Biraz sessizliğin ardından Osman, Çavuş’un tüfeğini alarak koşmaya başladı. Arif Çavuş Osman’ın arkasından;

    -Dur gitme, diye seslendi.


    Akşamüstü olduğu için Osman karanlığa karışmıştı. Arif Çavuş hemen içeriden silah alarak Osman’ın peşinden gitti. Fazla uzaklaşmadan Osman’a yetişti ve arkasından;

    -Osman beni de bekle tek gitme, diye seslendi.

    Osman arkasına bakarak;

    -Bekliyorum gel, dedi.

    Çavuş Osman’ın yanına giderek;

    -Hemşerim bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun, dedi?

    -Biliyorum.

    Arif Çavuş Osman’ın bu yiğit davranışının ardından;

    -Yol iz bilmiyorsun burada tek başına ne yapacaksın?

    -Seni bekleyecektim.

    -Beni mi?

    -Senin hemşerini yalnız bırakmayacağını düşündüm.

    -Demek öyle

    -Şimdi seni bıraksam burada ne yapacaksın.

    -Bu saatten sonra geri dönmem.
    Osman’ın bu dik duruşu Arif Çavuş’u etkilemişti. Çavuş Osman’a;

    -Ben bu dağları avucumun gibi bilirim, dedi.

    -Eee, o zaman hangi tarafa gidiyoruz.

    -Biz geri dönmezsek başımız belada demektir.

    -Biliyorum ama…

    Osman’ın dilin altında bir bakla olduğunu düşünen Çavuş Osman’a;

    -Aması ne, dedi?

    Osman oldukça ciddi bir ses tonuyla Arif Çavuş’a;

    -“Burada bir askerin bile şehit olması beni yıkar” deyince, Çavuş biraz düşündü ve Osman şöyle devam etti;

    -Onun için teröristler gelene kadar güvenli bir yerde saklanalım.

    -Komutanlar yokluğumuzu anlarsa yanarız

    -Asıl buradan şehit çıkarsa işte o zaman Türkiye olarak yanarız.


    Arif Çavuş bu söz karşısında ne diyeceğini şaşırmış vaziyette;

    -Sen de haklısın.

    -Şimdi gel bir yer ayarlayalım kendimize.

    -Olur gidelim.


    Teröristler genellikle sarp kayalıkların üzerinden saldırdıkları için hem güvenli hem de sarp kayalıkları uzaktan gören bir yerde beklemeye başladılar.


    Osman silahın mermilerini kontrol etmek baktığında ise silahın içinde mermi yoktu. Arif Çavuşa dönerek;

    -Siz içi boş silah mı taşıyorsunuz, dedi?

    -Tabi ki hayır

    -Bunun içinde mermi yok ama.

    -Silahı yeni temizlemiştim sen de kapıp kaçınca…

    Osman mahcup şekilde biraz da utanarak;

    -Kusura bakma seninde hayatını riske attım, dedi.

    Çavuş tebessüm ederek;

    -Sen silahı alıp giderken arkandan “Silahın içi boş” diye bağırsam koşmaya devam eder miydin?

    Osman başını sallayarak;

    -Etmezdim, dedi.

    -Eee, demek ki ben kendi isteğimle gelmişim, dedi ve yanında getirdiği mermilerden Osman’a da verdi.

    Osman bunları duyunca hemşerisinin omuzlarından hafif sarsıp sonrada sarılarak;

    -Sen var ya harbi iyi adamsın, dedi.

    Çavuşta Osman’a bakarak;

    -Ülkenin senin gibilere ihtiyacı var, dedi.

    Osman’ın gözleri dolmuştu arkasına dönüp gözlerini silerken çavuş

    -Osman ne oldu, dedi?

    Osman gözlerini silmeye devam ederken çavuş şöyle devam etti;

    -Ula Osman bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum.

    -Yok ya gözüme toz kaçtı.

    -Zaten hep olur

    Arif Çavuş ciddi bir ses tonuyla;

    -Neyse biz işimize bakalım, dedi


    Hava iyice kararmış, zaman ilerliyordu. Osman ve Arif beklemeye devam ediyorlardı. Silahların içini doldurmuş vaziyette etrafı kontrol ediyorlardı. Saat gece yarısını geçmişti ama hala gelen giden yoktu. Osman Arif’e dönerek;

    -Bunlar kesin gün doğarken saldıracaklar, dedi

    Arif Çavuş başını sallayarak;

    -Bence de, dedi

    Saatler ilerledikçe etrafı daha dikkatli kontrol ediyorlardı. Saatler 4:28’i gösterirken artık hareketlilik olmaya başlamıştı. Osman Arif’e dönerek selsizce;

    -Şurada birileri var, dedi

    -Bunlar onlar olabilir.

    -Kendimizi göstermeyelim.

    -Tamam.


    Kendilerini göstermeyecek teröristleri yerden izlemeye başladılar. Teröristler mevzi almaya başlamışlardı. Teröristler yaklaşık 20 kişiydiler. Mevzi aldıktan sonra uygun zamanı beklemeye başladılar.


    Osman köyde sık sık domuz avına gittiği için keskin nişancıydı. Uzak mesafeden vurduğu domuzlarla etrafındakilerin hayranlıkla baktığı biriydi. Kimsenin domuz vuramadığı günde Osman en az iki tane vururdu.

    Osman silahını teröristlere doğrultarak beklemeye başladı. Çok geçmeden teröristler ateş etmeye başladı. Karakoldakiler şaşkınlık içinde mevzilerine geçip karşılık vermeye başladı. Osman nişan alarak elini tetiğe götürdü ve;

    -Hadi şimdi tam zamanı, dedi.


    İkisi birden teröristleri arka çaprazdan gören bir yerden ateş etmeye başladılar. Teröristler ateşin nereden geldiğini anlayana kadar üç terörist çoktan ölmüştü. Teröristlerin başında bulunan Şivan;

    -Nerden geliyor bu ateş, dedi

    Teröristlerden biri;

    -Başkanım şu karşı ki dağdan geliyor.

    -Kaç kişiler tahmini?

    -Sanırım iki kişiler

    -Yanına beş kişi al o tarafa ateş edin.


    Bu arada karakolda Alparslan komutan teröristlere diğer taraftan açılan ateşin kendi silahlarının sesi olduğu için hemen oraya on kişilik özel birlik gönderdi.


    Giden askerler ateş açılan yere gizlice yaklaşarak asker olduğunu görünce; onlarda teröristlere ateş etmeye başladılar. Osman tepelerinden açılan ateşin askerler tarafından olduğunu görünce bozuntuya vermeden devam etti.


    Teröristlerin başkanı bu baskıya dayamayacaklarını düşünüp;

    -Hevaller geri çekiliyoruz, dedi.


    Teröristler hiç asker vuramadan hatta yaralayamadan geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Osman geri çekilen teröristleri görünce Arif’e dönerek;

    -Sanırım başardık.

    -Evet çekiliyorlar.

    -İnşallah terörist yoktur.

    -Zannetmiyorum.


    Arkasından özel birlik gelerek;

    -Siz burada tek başınıza ne arıyorsunuz, dedi

    Osman diyecek laf bulamayarak başını öne eğince Arif Çavuş araya girerek;

    -Ateş açıldığı sırada biz kayalıklarda oturuyorduk. Ateş açıldığını görünce hemen güvenli bir aradık ve buraya mevzi aldık.

    Birliktekiler pek inanmayarak;

    -Tamam, devamını komutana anlatırsınız, dedi

    Alparslan komutanın yanına gelerek orada bulunma sebeplerini özel birliğe anlattığı gibi anlattılar. Alparslan komutan biraz düşünerek;

    -Oğlum bu senin ilk günün değil mi?

    -Evet, komutanım.

    -Ne işin vardı orada ya vurulsaydın

    -Komutanım karakola gelsek vurulma ihtimalimiz daha fazlaydı.

    -Neden?

    -Biz şuradaki kayalıklarda oturuyorduk. Ateş açıldığını görünce kayalıklara saklandık. Sonra yukarının daha güvenli olacağını düşünerek yukarı çıktık ve ateş ettik.
    Komutan biraz düşünerek;

    -Senin adın ne, dedi?

    -Osman, komutanım

    Komutan, Çavuşa dönerek;

    -Bumuydu telefonu yapacak Osman, dedi?

    -Evet, komutanım.

    -Tamam, şimdi ikinizde içeri geçin yatın yarın da erkenden yanıma gelin.

    -Emredersin komutanım, diyerek komutanın yanından ayrılarak uyumaya gittiler.

    Osman ve Arif Çavuş içeriye geçip yerlerine yattılar. Sabah olunca erkenden Alparslan komutanın yanına giderek;

    -Dün, bizi emretmiştiniz komutanım. dedi Arif Çavuş.

    Komutan eliyle koltukları göstererek “Oturun şöyle”, dedi. İkisi de gösterilen yere oturdular ve komutan şöyle devam etti;

    -Akşam üç tane terörist vurmuşsunuz.

    -Evet, komutanım, dedi Osman.

    -Demek iyi nişancısın.

    -Sayılır, komutanım.

    -Sayılır evet mi demek yoksa hayır mı?

    -Evet, komutanım

    Komutan Osman’ı ve Arif Çavuşu alarak atış alanına götürdü. Osman’ın eline bir tüfek vererek;

    -Şu karşıdaki kola şişesini vurabilir misin?

    Osman şişeye baktı. Yaklaşık 30 metre uzaklıktaydı. Kendinden emin şekilde;

    -Vururum komutanım.

    -Öyleyse vur.

    Osman nişan alarak şişeyi ortasına yakın bir yerden vurdu. Komutan dudaklarını büküp başını sallayarak;

    -Şu arkadaki şişeyi görüyor musun?

    -Evet, komutanım.

    -Ona ateş et.

    -Emredersin komutanım.

    Bu şişe de yaklaşık 50 metre uzaktaydı. Osman nişan alıp şişeye ateş etti ve bu şişeyi de vurdu. Komutan Osman’ın elinden silahı alarak;

    -Benimle gelin, dedi.

    Osman’ı ve çavuşu alarak odasına götürdü. Kendisi masasına oturarak Osman’a ve Arif Çavuşa koltuklara oturmasını söyledi ve oturdular. Komutan Osman’a bakarak;

    -Bak Osman iyi nişancısın seni özel birliğe almak istiyorum ne dersin, dedi?

    Osman biraz düşünerek;

    -Olur, komutanım, dedi

    -Seninle birlikte yedi kişilik özel birliğiniz olacak. Bunların çoğu attığını vuran askerler olacak.

    -Tamam, komutanım.

    -Şimdi çıkabilirsiniz.

    -Emredersin komutanım, dedi ve dışarı çıktılar.

    Çıktıktan sonra Arif Çavuş Osman’a dönerek;

    -Bu sefer ucuz atlattık

    -Neden?

    -Normalde Alparslan komutan böyle disiplinsiz davranışa çok kızar.

    -Acaba bu sefer niye kızmadı?

    -Ben de anlamadım.

    Biraz sessizliğin ardından sessizliği Osman bozdu.

    -Neyse ben şu telefona bakayım belki yaparım.

    -Tamam, ben sana malzeme çantasını gönderirim, diyerek Osman’ın yanından ayrıldı.


    Osman o gün telefonu tamir etmişti. Oradakileri cesaretiyle büyülediği gibi cesaretini de kazanmıştı.


    Osman’ı yedi kişilik birliğe koyup ara sıra dağda bırakarak hayatta kalmayı öğretiyorlardı. Bazen terörist gruplarına rastlıyorlardı. Teröristler ateş etmediği sürece askerlerin ateş etmesi yasaktı. Bazen çatışmalar oluyordu ama özel birliktekiler tecrübeli ve yetenekli kişiler oldukları için hep teröristleri geri püskürtüyorlardı.


    Osman bir süre sonra dağları çok iyi öğrenmişti. Birliktekilerle çok iyi anlaşıyorlardı. Birlikteki herkes babacan kişilerdi bu yüzden Osman birliğe karşı ayrı bir bakışı vardı.


    Günler böyle geçip gidiyordu. Aradan dokuz ay geçmişti. Osman bu süre zarfında çok pusu atmış ve çok pusu yemişlerdi. Osman ve arkadaşlarına hiçbir şey olmamıştı.


    Havanın puslu olduğu bir günde Osman özel birliğiyle bir mağaraya rastlamışlardı. Bu mağara teröristlerin kamp yaptığı terk edilmiş bir mağaraydı. İki kişi dışarıda nöbet tutup diğer beş kişi de içeriyi kontrol etsin diye anlaştılar. İçeriye girenler elleri tetikte yavaş adımlarla ilerliyorlardı. Dışarıdakiler ise etrafı kontrol ediyorlardı. Bu sırada mağarayı yukarıdan gören bir yerde dört kişilik terörist grubu mağaranın içerisine giren askerleri görünce içlerinden biri;

    -Çökün, dedi.

    Hepsi çökmüştü. Bir süre sonra elinde roket olan roketi hazırlayıp mağaraya doğrultu. Diğer terörist;

    -Benim işaretimi bekle, dedi.

    Yaklaşık 15 saniye sonra tetiğe dokundu. Bu sürede içeride olan beş asker ve dışarıda nöbet tutan iki askerin hiçbir şeyden haberi yoktu. Roketin üzerine geldiğini gören dışarıda nöbet tutan askerlerden biri;

    -Pusu, diye bağırdı.

    Ama çok geçti artık roket mağarada patlamıştı. Karakola köylüler tarafından bildirilen şehit haberinden sonra askerler gelip mağarayı kontrol etti ve altı tane şehit vardı. Ama Osman’ı tüm aramalara rağmen bulamadı.

      Forum Saati Ptsi Mayıs 20, 2024 7:22 am