Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    [b]SEN BENİM HAYATIMSIN[/b]

    avatar
    0801060068


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 20/12/10

    [b]SEN BENİM HAYATIMSIN[/b] Empty [b]SEN BENİM HAYATIMSIN[/b]

    Mesaj  0801060068 Çarş. Ara. 22, 2010 12:31 pm




    SEN BENİM HAYATIMSIN








    BÖLÜM 1

    1

    Kaan gözlerini açtığında hava karanlıktı. Penceresinden içeri giren ayışığını farketti. Saatine baktığında daha 04.23’tü. Tekrar uykuya dalmak için başını yastığa koydu. Ay ışığı gözüne o kadar güzel görünüyordu ki onu izlemekten kendini alıkoyamıyordu. Ama yarın sınav günüydü, uyumalıydı. Çünkü yarınki sınav lise hayatı boyunca emek verdiği sınavdı. Hayallerinin gerçekleşmesini sağlayacak en önemli adımdı. Bu adımı da sağlam atmalıydı. Zaten son bir senesini bu sınavın stresi altında geçirmedi mi? Aklından türlü düşünceler geçerken gözlerini kapattı ve tekrar uykuya dalmak için düşüncelerine son verdi…
    Çalar saat çaldığında sabah olmuştu. Hemen çalar saati kapatan Kaan başını tekrar yastığa koydu. Öylece dururken annesinin sesi duyuldu:
    -Kaan! Oğlum!
    Hemen yataktan kalkan Kaan:
    -Efendim anne!
    -Oğlum hadi sınava geç kalacaksın!
    -Tamam anne geliyorum!
    Yüzünü yıkadıktan sonra Kaan kahvaltıya indiğinde abisiyle babası kahvaltılarını bitirmek üzereydiler. Kaan geldiğinde abisi:
    -Gel bakalım kurbanlık kuzu!
    - Sen kendine bak, zamanında senide gördük!
    -(gülüşmeler)
    Kaan’ın abisi Ali liseyi bitirdikten sonra annesinin o kadar ısrarına rağmen okumamıştı ve babasının tekstil fabrikasında işe başlamıştı. Babası beş senedir o fabrikada olduğu için babasının hatırına oğlunu da işe almışlardı. Tabi bunun yanında Ali de işi hemen kapmış ve iki senedir orada çalışmaktaydı. Ali girişken ve sosyaldi. İnsanlarla çok kolay iletişim kurardı. Kaan ise tam tersine çekingen ve yalnızlıktan hoşlanan biriydi. Abisiyle her ne kadar zıt karakterlere sahip olsalar da çok iyi anlaşırlardı. Bu yüzden abisinin sınavdan önce yanında olmasını çok istemişti fakat tamda o gün fabrikada yükleme yapılacaktı. Hem abisi hem de babası fabrikaya gitmek zorundaydı. Kaan buna her ne kadar üzülse de elinden bir şey gelmiyordu. Babası ve abisi ona başarılar diledikten sonra fabrikaya gittiler.
    Kahvaltısını bitiren Kaan giyinmek için odasına girdi. Rahat giyinmeyi sevdiği ve hocalarının da sınavda üstlerine rahat bir şeyler giymelerini söylediği için altına eşofmanını üstüne de tişörtünü giydi. Sınav öncesi hazırlıklarını yani kalemlerini, silgisini, suyunu her zamanki gibi geceden hazırlamamıştı. Son hazırlıklarını da yaptıktan sonra annesiyle beraber evden çıktılar.
    ***
    Sınav yerine vardıklarında daha sınava yarım saat vardı. Okul o kadar kalabalıktı ki etrafındaki insanlara şöyle bir baktı. Geçen seneki gibi kimi çocuğuna nasihat veriyor, kimi hiç konuşmadan bekliyor, kimide çocuğuna dualar edip Kuran okuyordu. Birden annesi Kaan’la aynı okulda sınava girecek olan Ayşe’yi gördü. Ayşe Kaan’ın okuldan arkadaşıydı. Onunda babası tekstil fabrikasında çalıştığı için cemile hanım Ayşe’yi tanırdı. Hatta sürekli Kaan’la onu karşılaştırır, Kaan da buna sinir olurdu. İkisi birlikte Ayşelerin yanına gittiklerinde Ayşe çok heycanlıydı. Yanında annesi, babası ve dersane de ki matematik öğretmeni vardı. Öğretmeni Ayşe’ye destek olmaya çalışıyordu. Dersane, öğretmenlerin her birini sınav günü okullara gidip çocuklara destek olmak için görevlendirirdi. Kaan’la Ayşe’nin okuluna da matematik öğretmeni Mustafa hoca gelmişti. Kaan’ı gören Mustafa hoca:
    -Günaydın Kaan bey nasılsın bakalım?
    -Sağolun iyiyim hocam siz nasılsınız?
    -Sağol Kaancım iyiyim bende, heyecan var mı bakalım?
    -Yok hocam geçen seneden deneyimliyim ben
    -(gülüşmeler)
    Kaan, hocası ve Cemile hanım muhabbet ederlerken okuldan anons yapıldı. Bütün öğrencileri sırayla içeri sınav salonlarına alacaklardı. Cemile hanım oğluna başarılar diledi hiçbir şeyi kafasına takmamasını bunun dünyanın sonu olmadığını söylüyordu. Annesi bunları son bir haftadır söylüyordu ama Kaan ne olursa olsun bu sınavı kazanması gerektiğini biliyordu. Kimsenin yüzünü kara çıkarmayacaktı. Annesinin yanından ayrıldı sınav salonuna girmek için sıraya geçti.
    ***
    Kaan sınav salonuna girdiğinde sıraların çoğu doluydu boş olanlarda birazdan dolardı zaten. Sıra numarası bir olduğu için hemen ilk sıraya oturdu.
    Cam kenarındaydı. Arkasında entel görünüşlü, rahat, saçı biraz uzun ve dağınık, kulağında küpesi olan biri oturuyordu. Hiç sınava girecek gibi bir hali yoktu. Kaan kendi kendine heyecanlı, stresli birisinin bu çocuğa ne kadar sinir olacağını da düşünmeden edemedi. Sağ tarafındaysa hafif toplu, saçları yandan ayrılmış heyecandan ne yapacağını bilmeden çikolata yiyen bir kız oturuyordu. Onu görünce bir an Ayşe’yi düşündü ve daha sonra suyundan bir yudum aldı ve camın önündeki boşluğa bıraktı.
    Sınavın başlamasına çok az kalmıştı. Kaan’a beklenmedik bir şekilde heycan bastı. Ne yapacağını bilmiyordu bir yudum su içiyor, mutlu olduğu anları, kişileri düşünüyor ama heycanını bir türlü yenemiyordu. Sınav salonuna gözetmen öğretmen girdi ve formları dağıtmaya başladı. O anda Kaan’ın hafiften elleri titremeye başlamıştı. Heycanından kendiside korkuyordu. Bir yıllık emeği boşa mı gidecekti, ailesi hayal kırıklığına mı uğrayacaktı, ya hayalleri onlar ne olacaktı hepsi bir rüya mıydı? Bunları düşündükçe elleri terliyordu. Ellerini tişörtüne sildi ama faydası yoktu. Oysaki buraya kadar hiçbir şeyi yoktu, rahattı şimdi birden ne olmuştu. Ah abisi burada olmalıydı. O, hayatı dalgaya alan, hiçbir şeyi kafaya takmayan, her şeye gülüp geçen umursamaz abisi… Böyle durumlarda hep abisine özenirdi. Kendiside rahattı ama abisi hiçbir şeyi kafaya takmaz “bana ne” der geçerdi acaba bu durumda olsa o ne yapardı. Aklından türlü düşünceler geçerken önüne uzatılan formla biranda kendine geldi. Daha sonrada kitapçıkları dağıttılar. Kaan’ın kalbi yerinden çıkacaktı, heycanla görevliye baktı. Görevli başlayabileceklerini söylediğinde kitapçığını açtı ve ilk soruyu okumaya başladı. O kadar heycanlıydı ki yaşadığı durum beynini adeta hapsetmişti, soruyu anlayamıyordu. Kalemin elinden kaydığını hissediyordu. Vücudunu bir sıcaklık kaplamıştı. Tekrar okudu ve emin olmadan bir seçeneği işaretledi. O soruya tekrar dönecekti. İkinci soruya geçti sonra üçüncü soru derken sınava kendini kaptırdı…
    ***
    Görevli öğretmen sınavın sona erdiğini herkesin kalemini bırakıp, kitapçıklarında masaların üzerinde kalmasını söylediğinde Kaan sınavını bitirmiş ve son kontrollerini yapmıştı. Kalemini bırakıp kitapçığını da kapattıktan sonra sırtını geriye doğru yasladı.
    Arkasına baktığında entel çocuğun kitapçığı kapalı olarak masanın üzerinde duruyordu. Erkenden sınavdan çıkmıştı. Ne zaman çıktığını düşündü fakat sınava o kadar yoğunlaşmıştı ki onun çıktığını duymamıştı bile. Görevli önünden form ve kitapçığı aldığında Kaan da dışarı çıkmak için yol almıştı.
    ***
    Dışarı çıktığında herkesin meraklı bakışlarla sınavdan çıkan yakınına baktığını görüyordu. Kaan annesinin nerede olduğuna bakıyordu ki bir ses:
    -Kaan!
    Kaan etrafına baktı ve kalabalık arasında ona seslenen annesini gördü. Hemen annesinin yanına gitti. Cemile hanım:
    -Sınavın nasıldı oğlum?
    -İyiydi anne.
    -Zamanı yetiştirebildin mi? Biraz önce bir kız zamanım yetmedi diye ağlıyordu, çok korktum.
    -Yetiştirdim anne sadece başlarda biraz heycanlandım.
    Kaan’ın sesindeki o gerginliği hisseden Cemile Hanım daha fazla soru sormamaya karar verdi. O sırada Mustafa hoca yanlarına geldi.
    -Kaan oğlum ne yaptın, nasıldı sınavın?
    -İyiydi hocam. Başlarda biraz heycanlandım fakat sonradan kendimi sınava kaptırmışım.
    -Ooo sen kaptırdıysan tamamdır o, sorun olmaz.
    Kaan hafif bir gülümsemeyle:
    -İnşallah hocam.
    -Nereye gideceksiniz? Ben dersaneye gideceğim isterseniz sizi bırakırım.
    -Yok hocam biz yürüyelim. Hem bende az hava alayım.
    Kaan’ın bitkin ve gergin halini gören Mutafa hoca ısrar etmedi:
    -Tamam o zaman Kaan dersaneye uğra bir ara ben orda olurum sonuçlara bakarız.
    -Tamam hocam uğrarım.
    Hocası gittikten sonra Kaan’la annesi de eve gitmek için yola koyuldular. Yol boyunca Cemile Hanım birkaç şey daha sordu fakat Kaan’dan tatmin edici cevaplar alamayınca o da konuşmaktan vazgeçti.
    ***
    Eve vardıklarında da Kaan pek fazla konuşmadı. Televizyonda soruların cevaplandırılmasını izlemeye başladı. Doğru yaptığı sorularda seviniyor fakat yanlışlarında da morali bir hayli bozuluyordu. Yaptığı basit hatalar, işlem hataları, yanlış okumalar onun birçok yanlışına neden olmuştu. İyice morali bozulan Kaan odasına çekildi ve abisiyle babası gelene kadarda odasından çıkmadı.
    ***
    Rıza Bey’le Ali akşam eve geldiğinde çok yorgundular. Akşama kadar kamyon yüklemişler, ayakta duracak halleri kalmamıştı. Cemile Hanım bugün olanları Kaan’ın durumunu onlara anlattı. Daha sonra hepsi birlikte Kaan’ın yanına gittiler. Başta Kaan konuşmak istemediğini yalnız kalmak istediğini söylediyse de ısrarlarına dayanamayıp onlarla konuştu. Beraber yemeklerini yediler. Hepsi Kaan’a ellerinden geldiğince destek olmaya çalıştılar. Yemekten sonra Kaan yine odasına kapandı. Zaten çok yorgun olan Ali ve Rıza Bey erkenden yattılar. Cemile Hanım ise sabaha kadar kaç defa uyandı, oğlunun yanına gidip ona baktı. Onun üzülmesine asla dayanamıyordu.
    Birkaç gün böyle geçti. Kaan’ı eski haline döndürmek kolay olmadı. Herkes onun yüzünün güldüğünü görmek için çabaladı durdu. Gün geçtikçe de Kaan yavaş yavaş eski haline döndü. Ta ki sınav açıklanana kadar…

    2
    Dün televizyonda sınavın saat tam 10.00 da açıklanacağı belirtilmişti. Kaan o kadar heyecanlıydı ki sabah erkenden kalkmış saatin on olmasını bekliyordu. Fakat heyecanının yanında bir de korku vardı içinde. ya istediği puanı almazsa, ya hayal kırıklığına uğrarsa? Hem heycan hem de korku duygularının esiri olmuştu. Ne olursa olsun gerçekle yüzleşecekti. Sonucun iyi olmasını umarak saate baktı, Saat 09.17’ydi. Sınavın açıklanmasına kırk üç dakika vardı. Kahvaltısını bitiren Kaan zamanın evde bekleyerek geçmeyeceğini biliyordu. Annesine internet kafeye gidip sonucuna bakacağını söyleyip evden çıktı.
    Saat 10.00 olduğunda Kaan iyice gerilmişti. Kalp atış hızı onu rahatsız edecek kadar hızlı atıyordu, sanki yerinden çıkacaktı. Derin nefes alıp rahatlamaya çalışıyordu ama sonucuna bakmadan rahatlamasına imkan yoktu. Zaman kaybetmeden sonucuna bakıp rahatlamak istiyordu.
    Kaan internet sitesine bağlandığında TC kimlik nosu isteniyordu. Ezberinden kimlik nosunu girip, tamamı tıkladı fakat sonucu çıkmadı. Sitede aşırı yoğunluk olduğu için sonucuna bakamıyordu. Bir defa daha denedi olmadı, yine denedi olmadı. Kaan sürekli deniyordu. Vazgeçmeden durmadan denedi ve sonunda ekranda sonucunu gördü.
    ***
    Cemile hanım evde meraktan çatlayacaktı. Saat 10.35 olmuştu. Sonucun çoktan açıklanması gerekiyordu ama Kaan hala gelmemişti. Cemile Hanımın aklından türlü düşünceler geçerken oğlunun cep telefonunu aramak istedi. Fakat okuma yazma bilmediği için arayamadı. Böyle zamanlarda hep niçin okuma yazma öğrenmediğine isyan ediyordu. Ama kabahati kendine yüklemeliydi. Kaan kaç kere annesine okuma yazma öğretmeyi denemişti ama Cemile Hanım hep “oğlum benim yaşım geçmiş artık, aklıma girmez benim bunlar” diyerek her defasında öğrenmeyi bırakmıştı. Kaan ne kadar üstelese de Cemile hanımı ikna edememişti. Şimdi de sonucuna katlanmak zorundaydı.
    ***
    Cemile hanımın aklından türlü düşünceler geçerken Kaan internet kafeden çıkmış meslek lisesinin bahçesindeki çamlıklarda oturuyordu. Geçen sene o kadar tepkiye rağmen ikinci seneye bırakmıştı ümitlerini. Ama yine olmamıştı. Ailesinin yüzüne nasıl bakacaktı. Hele abisinin yüzüne. Çünkü geçen sene herkesin tercih yap demesine karşın onu bir tek abisi desteklemişti. Dersane parasını da kuruşu kuruşuna abisi ödemişti. Yeter ki kardeşi okusun kendini kurtarsın diye.
    Şimdi ne yapmalıydı. Burada böyle durarak hiçbir sonuca varamayacağını o da biliyordu. Saate baktığında saat 11.30 olmuştu. O anda annesi aklına geldi hemen eve gitmek için yola koyuldu.
    ***
    Eve geldiğinde annesi:
    -(heycanlı ve sinirli bir sesle) Oğlum nerde kaldın meraktan öldüm burada!
    -Biraz çamlıkta oturdum anne.
    -Sınavın nasıl oğlum kaç puan almışsın?
    -Beklediğim gibi değil sınavım.
    O anda Kaan’ın gözlerinin dolduğunu gören Cemile Hanım oğlunun sınavının kötü olduğunu çok daha iyi anlamıştı. Kendi gözyaşlarına da hakim olmadı. Oğluna sımsıkı sarıldı ve ağlamaklı bir sesle:
    -Olsun oğlum boşver, üzülme!
    Annesine sarılınca daha da duygulanan Kaan gözlerinden akan yaşı farketti:
    -Anne ben odama geçip biraz uzanacağım.
    Cemile hanım kendini biraz olsun toparlayarak “tamam oğlum” cevabını verebildi. Daha sonra ikisi de türlü düşüncelerle ve ağlayarak odalarına kapandılar…
    ***
    Sonuçların açıklandığı gün Kaan için çok zor geçti. Annesi ve babası her ne kadar üzülse de Kaan’a belli etmediler. Babası Rıza Bey üzüldü fakat Kaan’la bu konuda konuşmadı. Zaten Rıza Bey çok fazla konuşkan çocuklarına karşı açık fikirli biri de değildi. Kaan da bu konuda hep Rıza Beye benzetilirdi. Cemile Hanım ise çok üzüldü, oğlunun neden başarısız olduğunu bir türlü anlayamadı. Fakat çevresindeki bazı kişilerin sınavlarının da kötü geçtiğini bu seneki sınavın zor olduğunu duydukça onunda keyfi bir nebzede olsun yerine geldi.
    Ali, Kaan’ın tek destekçisiydi. Liseye kadar okuması, aynı sınava onunda girmiş olması ve dışa dönük sosyal bir birey olmasının etkisiyle Kaan’a üzülmemesini puanının kötü olmadığını hep söyledi. İsterse de bir sene daha şansını deneyebileceğini sonuna kadar arkasında olduğunu söyleyerek Kaan’a hep destek verdi.
    ***
    Kaan’ın morali gün geçtikçe düzeldi. Kesin kararını da vermişti. Bu sene tercih yapıp bir üniversiteye yerleşecekti. Bu konuda rehber öğretmeniyle de konuşmuş ve tercihlerini belirlemişlerdi. Tercihlerinde Kaan ilk sıraya hep istediği Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü koymuştu. Bu bölüme puanının yetmeyeceğini biliyordu fakat yinede ilk tercihinin o olmasını istedi. İkinci sıraya koyacağı bölüm çok önemliydi. Çünkü bu tercih puanının yetebileceği istediği bir bölüm olmalıydı. Kaan bu kritik bölüm için günlerce düşündü. İktisat, işletme ve maliye bölümleri arasında bir türlü karar veremiyordu. Bazen de o kadar sinirleniyordu ki bu bölümleri düşündüğüne. Çünkü bu bölümler onun aklının ucunda bile yoktu. Ama simdi oturmuş bu bölümlerin hangisini tercih edeceğini düşünüyordu. Ne kadar sinirlense de yapacağı bir şey yoktu. Mecburdu artık hiç istemediği bu bölümlerden birini okumaya.
    Kaan’ın uzaktan bir akrabası Ankara üniversitesi iktisat mezunuydu. Çocuk üniversiteyi bitirdiğinde kendini geliştirmiş, İngilizceyi de ileri düzeyde öğrenmişti. Şimdi de bir şirkette çalışıyor, çok güzelde para alıyordu. Kaan kendisinin de öyle olabileceğini düşündü. Tabi bu kararında rehber öğretmeninin Kaan’ın iyi bir öğrenci olduğunu, sınavda heyecan ve dikkatsizlik sonucu istediği puanı alamadığını söylemesi de etkili olmuştu.
    Rehber öğretmeninin söylediğine göre bu bölümler arasında çok fazla bir fark yoktu. İş alanları birbirine yakındı. Bölümler ile, çalışma koşullarıyla ilgili bilgi verdikten sonra tercih hakkını Kaan’a bıraktı.
    ***
    Kaan günlerce düşündü, araştırdı, başka öğretmenlere de sordu ve en sonunda iktisat okumaya karar verdi. Onun bu tercihinde en önemli etken, uzaktan tanıdıkları olan Ahmet abisinin iktisat okuyup güzel yerlere gelmesiydi. Onu kendisine örnek aldı. Puanı Ankara Üniversitesini tutmasa da başka güzel üniversiteleri tutuyordu. Tercihlerini de buna göre yapan Kaan, son kez rehber öğretmeniyle kontrol ettikten sonra, tercihleri onaylattırdı.


    3
    Telefonun çalmasıyla birlikte Kaan aniden yataktan sıçradı. Gözleri yarı uykulu halde saate baktığında saat 10.14’tü. Bugün 10.00 da tercihler açıklanacaktı, uyuyakalmıştı. Kendine kızarak, mırıldana mırıldana yataktan kalktı. Telefon hala çalıyordu, annesine seslendi fakat cevap alamayınca telefonu kendisi açtı. Arayan abisiydi:
    -Günaydın üniversiteli beyfendi.
    Kaan heyecanlı bir sesle:
    -Baktın mı abi tercihime?
    -(alaycı bir sesle) Baktım tabi
    -Söylesene abi sonuç ne neresi olmuş?
    Her zaman ki gibi Kaan’ı dalgaya alan Ali:
    -Sence neresi olmuştur uyuyan güzel?
    -Abi abartma hadi Gaziantep mi olmuş?
    Ali gülerek “daha uzak ve yeşil bir yer” dediğinde Kaan Trabzon olduğunu anlamıştı. Karadeniz Keknik Üniversitesi onun beklediği tercihin üç üstündeki tercihiydi. O hep kendini Gaziantep’in tutacağına alıştırmıştı. Aniden Trabzon’u duyunca karmaşık bir duygu içine girdi. Seviniyordu fakat aklında da bir sürü soru işareti vardı. Karadeniz Teknik Üniversitesini hiç düşünmemişti bile.
    O sırada Cemile Hanım içeri girdi. Kaan hemen annesine:
    -Anne Trabzon’u kazanmışım!
    Cemile Hanım oğlunun Gaziantep’i kazanıp yanında olacağına seviniyordu. Aniden Trabzon’u duyunca afallayan Cemile Hanım:
    -Nasıl Trabzon oğlum! Hani Antep olacaktı?
    -Bende çok şaşırdım anne puanlar düşmüş galiba. Yoksa Trabzon’u tutturamazdım.
    -Trabzon nerdeydi, buraya ne kadar uzakta oğlum?
    -Bilmiyorum anne ama yakın değil bayağı uzak.
    Cemile Hanım bundan hiç memnun olmamıştı. Oğlunun bu kadar uzağa gideceğini beklemiyordu.
    Akşam olduğunda evdekiler mutluydu, ne de olsa Kaan istediğinden yüksek bir yeri kazanmıştı. Fakat Cemile Hanım ve Kaan’ın kafasında türlü düşünceler vardı. Kaan hala bu bölümü istediğinden emin değildi ve Trabzon ona çok da sıcak gelmiyordu. Cemile Hanım ise oğlunu uzağa göndermek istemiyordu.
    ***
    Yolculuk günü gelmişti Kaan için, o artık bir üniversiteliydi. Otobüsünün kalkmasına on beş dakikası vardı. Cemile Hanım; “aman oğlum kendine iyi bak”, “aman orda beladan uzak dur”,”sakın derslerini aksatma” gibi öğütler veriyordu. Kaan ise bu öğütleri duydukça Gaziantep’i kazanmadığına şükrediyordu.
    Artık zaman gelmişti. Kaan önce babasının elini öptü ve ona sarıldı. Daha sonra annesinin elini öptü ve sarıldığında Cemile Hanım ağlıyordu. Oğlundan ilk defa ayrılmak ona çok zor geliyordu. Abisiyle de vedalaşan Kaan otobüsüne bindi.
    Otobüsü hareket ettiğinde annesi yaşlı gözlerle arkasından onu izliyordu. Otobüs garajdan çıkana kadar da baktı…




    BÖLÜM 2

    1

    Kaan fakültesine doğru yola çıktığında sokaklar o kadar kalabalıktı ki herkes akın akın fakültesine gidiyordu. Kaan’ın yanında oda arkadaşı Mehmet vardı. Mehmet’te Kaan’la aynı bölümdeydi ve Gaziantepliydi. Fakat daha önce birbirlerini Gaziantep’te hiç görmemişlerdi. Kaan Karataş’tan yani biraz daha yoksul kesimin yaşadığı semttendi. Mehmet ise Gaziantep’in merkezinde oturuyordu. Kaan’a göre de durumu, çok fazla olmasa da daha iyiydi.
    Uzunca bir yol yürüdükten sonra fakültelerine vardılar. Kaan’la Mehmet dün de fakülteye gelip dışarıdan görmüşlerdi fakat kapalı olduğu için içeriye girememişlerdi. Fakülte binası daha yeniydi. Üniversitede ki en güzel binalardan biriydi. Kaan’la Mehmet meraklı bakışlarla etrafı süzerek içeri girdiler. Kaan gözlerine inanamıyordu gerçektende bina çok güzeldi. Durup Mehmet’le birlikte etrafı seyrettiler. Sonra birden saatine bakan Mehmet:
    -Oğlum saat 9.00 oldu derse geç kalacağız şimdi!
    -Haklısın bizim sınıf nerdeydi peki?
    -Kağıtta F.3.3. yazıyordu.
    -Tamam o zaman gel, yukarı şuradan çıkılıyor galiba.
    İkisi birlikte üst kata çıktılar sınıf orada yoktu, ikinci katta da sınıfı bulamadılar, üçüncü kata çıktıklarında ise sınıfı gördüler.
    İçeri girdiklerinde sınıf kocamandı. Aynı televizyonda gördükleri gibi sıralar birbirine bitişik ve aşağıdan yukarı doğru çıkıyordu. Sınıfta ilk güne rağmen bayağı kişi vardı. Kaan’la Mehmet buna şaşırmadılar çünkü mevcutlarının iki yüz kişi olduğunu biliyorlardı. Sonradan öğrendiklerine göre de sınıfı öğrenci numaralarının son rakamına göre, tek ve çift olarak ikiye ayırmışlardı yani onların sınıfı yüz kişilikti. Bu kadar fazla kişiyle ders işlemeye hiç alışık değillerdi. Kaan Gaziantep lisesinden mezundu ve en fazla kırk kişilik sınıf görmüştü. Mehmet ise Anadolu Lisesi mezunuydu ve en fazla otuz kişilik sınıf görmüştü. İkisi de bu kadar kalabalık bir sınıfta ders işlemenin nasıl olacağını çok merak ediyorlardı.
    İlk gün hocaları ders işlememişti. İki öğretmeni de tanışmış memleketlerini sormuş ve birazda muhabbet ettikten sonra dersi bitirmişti. İkinci günde durum böyleydi, üçüncü günde… Derken bir hafta bu şekilde geçmişti. Bir haftada sadece muhasebe öğretmeni Remzi Atalay sınıfa gelmiş kısa bir tanışma yaptıktan sonra ders işlemeye başlamıştı. Sınıfta çoğu kimsede defter kalem yoktu. Kimisi birisinden kağıt, kalem buldu, kimisinde kalem vardı, kimisi de yazmadan dinledi dersi.

    ***
    Böylelikle ilk haftayı bitirmişlerdi. İlk hafta sınıfta ki herkes gelmemişti fakat ikinci hafta herkes sınıftaydı. Hatta Gaziantep’ten gelen bir kişi daha vardı. Kaan kızı gördüğünde şaşırdı çünkü kız çoğu Gazianteplinin tersine sarışındı. Gözüne de hiç tanıdık gelmedi, Mehmet’te onu daha önce görmemişti.
    Mehmet Kaan’a:
    -Ne kadar güzel kız değil mi?
    -Evet güzel kızmış.
    -Sana ayarlayalım mı?
    “Mehmet’ten başka bir soru da beklenmezdi” diye içinden geçiren Kaan gülümseyerek ve utangaç bir tavırla:
    -Yok, ben sarışınlardan pek hoşlanmam.
    Her zaman ki neşesi ve muzipliği üzerinde olan Mehmet:
    -Tamam sana esmerini buluruz.
    Kaan’la ikisi gülüştüler ve Mehmet etrafı süzmeye, Kaan da dersini dinlemeye devam etti.
    Ders arası olunca Kaan tahtadaki notları defterine geçiriyordu. Mehmet ise hemen Gaziantep’ten gelen kızın yanına gitmiş onunla sohbet ediyordu. Biraz zaman geçtikten sonra Kaan’ı da yanlarına çağırdı ve Gaziantep’ten gelen kızla tanıştırdı.
    Kızın adı Pelin’di. O da Gaziantep’in merkezinde oturuyordu. Kaan da Mehmet’te onu ilk defa burada görüyordu.
    ***
    Ders çıkışında Kaan Mehmet’e:
    -Hoca fotokopiciye makale bırakmış onu alalım.
    -Bırak oğlum makaleyi falan sanki okuyacağız.
    -Okuruz oğlum, adam önemli dedi.
    -Ne inek adamsın ya, tamam o zaman ben kantinden iki çay alayım sende makaleleri al bahçede otururuz biraz.
    -Tamam olur.
    Fotokopi odası oldukları yere yakındı. Hemen yan binalarındaki 2. kattaydı. Artık neyin nerde olduğunu genel itibariyle öğrenmişlerdi.
    Kaan fotokopi odasına girdiğinde iki kişi vardı sırada. Sınıflarına fotokopi çektiriyorlardı, işleri uzundu. Kaan da sıraya girdi. Makaleyi söyleyip beklemeden alıp gitmek istedi fakat önde kendi hallerinde sohbet eden kızlar dikkatini çekti. Daha doğrusu kumral olan kısa saçlı kız dikkatini çekti. Yanındaki arkadaşıyla konuşurken o kadar tatlı gülümsüyordu ki kumral kız, Kaan ne kadar çekinse de kendini bakmaktan alıkoyamıyordu. Dikkat çekmemek için arada etrafına bakıyordu ama yine kafasını kıza çeviriyordu. Kızın o tatlı yüzünü görmek ona farklı bir duygu yaşatıyordu. Aslında Kaan da bu duyguyu biliyordu ama bu kadar çabuk ve bu şekilde olmasına imkan veremiyordu.
    Kaan kıza bakmaya devam ederken kızların işi bitmişti. Fotokopilerini aldıklarında Kaan hemen gözlerini çevirdi ve fotokopiciye makaleyi söyledi.
    Tekrar baktığında kızlar kapıdan çıkıyorlardı. Kendi kendine “Ah be salak oğlan, neden göz göze gelmedin ki kızla” dedi. Utangaçlığından hep nefret ederdi zaten.
    Kaan hemen kızların arkalarından gitmek için can atıyordu fakat fotokopici makaleyi daha çoğaltmadığını hemen fotokopisini çekeceğini söyledi. Kaan’ın hayalleri bitmişti o an. Hayal kırıklığı içinde fotokopiyi bekledi…
    ***
    Mehmet’in yanına geldiğinde:
    -Nerdesin be oğlum çay buz gibi oldu!
    Kaan kızı Mehmet’e söyleyip söylememe arasında tereddüt etti:
    -Fotokopicide sıra vardı ne yapayım!
    -Sana yeni bir çay alalım bu soğudu artık.
    O anda aklı kızda olan Kaan:
    -Boşver, zaten çay içesim yoktu. Ee sen ne yaptın burada?
    -Ne yapayım öyle etrafa bakındım durdum, bir de Pelinle Tuğçe geçtiler. Yukarıda ki kafeye gidiyorlarmış bizi de çağırdılar
    Kaan Mehmet’in ısrarla gitmek isteyeceğini biliyordu ama içinden hiç gitmek gelmiyordu. Çünkü aklında kumral kız vardı onu tekrar görebilmek için burada beklemeyi her şeye tercih ederdi. Mehmet’e:
    -Gidip ne yapacağız ki orda
    -Oğlum o da laf mı burada ne yapıyoruz ki! Hadi gidelim kafeye
    Kaan mecburdu gitmeye çünkü Mehmet’in de dediği gibi burada durmanın Mehmet için bir anlamı yoktu ama Kaan için o kadar çoktu ki.
    Acaba Mehmet’e söylemeli miydi? Bundan emin değildi ve o kızı bir daha göremeyebilirdi bile söylese ne olacaktı ki. Hem Mehmet’e nasıl tarif edecekti kızı, kumral kız mı diyecekti? Belki bir defa daha görürlerse gösterirdi Mehmet’e…

    2
    Kaan’ın kızı görmesinin üzerinden iki hafta geçmişti. Her an onu düşünüp, o güzel yüzünü hayal ederek uyumuştu geceleri. Kampüsün her yerinde, kafelerde, bindiği belediye otobüslerinde bile onu aramıştı. Ama yoktu. Sanki bir anlık hayaldi gözlerinin önünde. Kaan’ın bütün hayalleri tükenmişti artık. Keşke kızın bölümünü bilebilseydi. O zaman onu bulması ne kadar da kolay olurdu…
    ***
    Üniversitede günler geçip gidiyordu. Kaan artık üniversiteye alışmış, belli de bir çevre edinmişti. Kumral kız artık onun zihninde bir hayaldi. Yüzünü bile unutmuştu kızın. Oysaki ilk gördüğünde bu yüzü ömrüm boyunca unutamam diyordu. Bir kez daha aşkta mantığın olmadığını anlamıştı böylece…
    Yine bir gün Mehmet’le beraber giderlerken:
    -Oğlum şu kızlara bak ya, bizim fakültede bayağı güzel kız var aslında.
    Artık kumral kızı unutan Kaan:
    -Tabi oğlum bizim fakültede olmasa ne yaparız etraf mühendislik dolu.
    Gerçektende teknik üniversite olduğu için neredeyse bütün mühendislik fakülteleri vardı üniversitelerinde. Tabi mühendisliklerinde sınıflarında kız mevcudu oldukça azdı.
    ***
    Kaan’la Mehmet sınıfa girdiklerinde ders muhasebeydi. Dersin öğretmeni Remzi Atalay’dan bütün sınıf nefret ediyordu. Çünkü Remzi hoca dersini hiç ara vermeden işliyor ve üst sınıftan da duyduklarına göre sınavlarında hiç acıma göstermiyordu.
    Sınıf mevcutları yüz kişiydi fakat hiç bir zaman muhasebe dersinde sınıf yüz kişi olmadı. Alttan bu dersi alan birçok kişi dersi dinlemeye geliyordu ve sınıf tıklım tıklım dolu oluyordu.
    Kaan bu dersi çok dikkatli dinliyordu ve kaçırdığı yerler olursa hemen Pelin’den öğreniyordu. Pelinde Kaan gibi iyi not tutuyordu derste. Mehmet her zaman ki gibi umursamaz tavırlarla derste etrafıyla uğraşıyor, herkes ders dinlediği içinde, bu derste cep telefonunda oyun oynayarak zamanını geçiriyordu.
    Ders çıkışında Mehmet Kaan ve Peline:
    -Size bir sürprizim var!
    Kaan’la Pelin şaşkın ifadeyle:
    -Ne sürprizi?
    -Bugün belediyeden bursum yattı. Sizi üniversitenin düzenlediği türkü gecesine götürüyorum biletler benden!
    Pelin’le Kaan böyle bir şansı kaçırmadan saat 7 ye sözleştiler. Pelin Tuğçe’nin de geleceğini söyledi böylece dört kişi daha güzel olurdu gece. Kaan’la Mehmet’te kabul ettiler.
    ***
    Akşam olduğunda Kaan’la Mehmet kızlar yurdunun önünde bekliyorlardı. Saat 19.12 olmuştu ama kızlar hala gelmemişti. Bu duruma iyice sinir olan Mehmet:
    -Valla şimdi bırakıp gitcem ya!
    Tam o laf ağzından çıktığında Pelin’le Tuğçe yurttan çıktılar. Mehmet:
    -Oğlum bunlara ne olmuş böyle?
    Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Kaan:
    -İnan bilmiyorum bunlar bizi katil ederler valla!
    Pelinle Tuğçe yanlarına geldiğinde, ikisi de saçlarını yaptırmış; Pelin üste oturan beyaz bir gömlek ve siyah fular, altına siyah diz üstü bir etek ve ten rengi çorap giymişti. Tuğçe ise dizlerine kadar bir elbise altına da tayt giymişti.
    İkisi de çok şık olmuştu ama kıyafetlerinin biraz açık olması Kaan’la Mehmet’in tepkisine neden oldu. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse Pelinle Tuğçe’yi hiç bu kadar güzel görmemişlerdi.
    Şakalaşıp eğlendikten sonra doğruca türkü gecesinin düzenlendiği bara gittiler fakat biraz geç kalmışlardı. Türkü bar da çoğu masa doluydu. Etrafa bakınırlarken ortalarda güzel bir masa buldular ve oturdular.
    Kaan’la Mehmet yan yana, Pelin’le Tuğçe de karşılarına oturmuştu. Mehmet Pelin’le Tuğçe ye takılarak:
    -Kaan bizim prenseslere sarkan olursa kafalarını kırarız dimi!
    Kaan çok derinlerdeydi o sırada. Hayal mi görüyordu yoksa karşısında oturan kumral kız mıydı? İnanamıyordu. Onun tekrar görebilmesi imkânsızdı ama karşısındaydı kumral kız. Hem de aynı o göz kamaştırıcı güzelliğiyle… Kaan’ın aklından milyonlarca düşünce geçiyordu ama en önemlisi de bu anın gerçek olmasıydı. Adeta yalvarıyordu o bakışlarıyla ona; sakın bir daha kaybolma gözlerimden diye. Mehmet’i duymuyordu bile.
    -Kaan! Hey sana diyorum!
    Kendine gelen Kaan:
    -He? Ne oldu?
    -Sana ne oldu oğlum daldın gittin. O kız kim?
    Kaan bu sefer söyleyecekti. Onu bir kere kaybetti bu sefer kaybetmemeliydi. Her şeyi bir bir anlattı arkadaşlarına. Hepsi ağzı açık dinledi Kaan’ı ve şaşıp kaldılar. Kaan’dan böyle bir şey hiç biri beklemiyordu. O sessiz sakin, utangaç olan çocuk meğerse neler yaşamış kendi dünyasında.
    Kaan kıza bakmaktan kendini alamıyordu fakat kızın masasındaki arkadaşlarının da bakmasından yanlış bir anlam çıkaracağını düşünerek elinden geldiğince bakmamaya çalışıyordu. Bir yandan da Mehmetlerle ne yapabileceğini konuşuyorlardı. Kimse kumral kızı tanımıyordu fakat Tuğçe bizim yurtta bir kere görmüştüm dediğinde Kaan’a bilemediği farklı bir heyecan bastı. Tuğçe’ye yalvarır gibi bir bakış attı. Oradan Pelin:
    -Kız bizim yurttaysa sorun yok
    Mehmet:
    -O zaman öncelikle siz kızın hangi bölüm okuduğunu, adını falan bir öğrenin birde erkek arkadaşının olup olmadığını.
    Kaan erkek arkadaşını hiç hesaba katmamıştı. Duymak bile ona bir acı verdi. İçinden sürekli dua ediyordu onun için.
    ***
    Canlı müziğin sonlarına doğru kumral kız ve arkadaşları kalktılar. Mehmet:
    -Hadi bakalım bizde kalkıyoruz!
    Hep beraber türkü bardan çıktılar. Kumral kız ve arkadaşlarının ardından yavaş yavaş yurda doğru ilerlediler. Tuğçe’nin tespiti doğruydu. Kumral kız onların yurdunda kalıyordu. Pelin’le Tuğçe’yi yurtlarına bırakan Kaan ve Mehmet, doğruca kendi yurtlarına gittiler.
    Kaan bütün gece onu düşündü. Gözlerinin önünden biran olsun gitmiyordu o güzel yüzü. Bu gece Kaan hayaller aleminde dalıp gitti uykusuna…
    ***
    Ertesi gün sınıfa girdiklerinde Pelin ve Tuğçe yoktu sınıfta. Pelin kolay kolay devamsızlık yapmazdı. Kaan’ın içine kötü bir şey olduğu hissi doğuyordu. Yoksa bir erkek arkadaşı mı vardı? Kötü haberi vermekten çekindikleri için mi gelmediler? Kaan için gergin bekleyiş başlamıştı…
    ***
    İkinci dersin başında Pelin ve Tuğçe sınıfa girdiler. Hoca dersi blok yapıyordu fakat Pelinle Tuğçe dersi bölünce hoca derse ara verdi. Kaan adeta koşarak Pelin ve Tuğçe’nin yanına gitti:
    -Lütfen bana olumsuz bir cevap vermeyin!
    Kaan’ın ne kadar heyecanlı ve gergin olduğunu gören Pelin:
    -Dur bir dakika hemen karaları bağlama, haberler iyi.
    Kaan içinden bir oh çekti o anda. O kadar gerilmişti ki artık başına ağrılar girmişti. Bu haber onu rahatlatmıştı. Meraklı bakışlarla Pelin’e baktı:
    -Kızın adı İpek’miş. Bilgisayar mühendisliğinde 1. sınıfmış.
    Kaan hemen atladı:
    -Erkek arkadaşı var mıymış peki?
    -Erkek arkadaşı yokmuş ama tanışmak isteyen birkaç kişi olmuş kız reddetmiş.
    Kaan hem rahatlamış hem de tedirgin olmuştu. Mehmet:
    -O iş tamamdır. Benim kardeşimden iyisini mi bulacak, kesin kabul eder.
    Pelin:
    -Haklısın ama bu kız öyle hoppala bir kız değilmiş. Ailesinin sözünden çıkmayan, erkeklerle pek haşır neşir olmayan bir kızmış.
    Kaan bu sözü duyduğunda her ne kadar tedirgin olsa da mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Çünkü her zaman kendi gibi sakin ve olgun bir kız istemişti. İpek hem çok güzel hem de sakin, erkeklerle de haşır neşir olmayan bir kızdı. Mehmet söze girdi:
    -Siz nerden öğrendiniz bunları?
    Tuğçe cevap verdi:
    -Kızın odasını öğrendikten sonra odaya birine bakıyormuş gibi girdik. İpek alt ranzada bilgisayarında bir şey yapıyordu. Hemen yanında da benim kayıtta tanıştığım Burcu vardı. Onun yanına gittik. İpek’le tanıştırdı bizi sonra da dışarıda bunları söyledi. İpek’inde yakın arkadaşlarındanmış Burcu.
    Pelin:
    -Burcu “İpek çok iyi bir kız ama tanışmak isteyeceğini hiç sanmıyorum şimdiye kadar kimseyle tanışmayı kabul etmedi” dedi.
    Bu sözler Kaan’ın başından aşağı kaynar sular döktü adeta. Sesi titremeye başladı:
    -Ne yapacağız peki?
    Kimsenin sesi çıkmadı. Herkesin kafasında aynı düşünce vardı. Mehmet:
    -Bana kalırsa Kaan adına biri konuşmasın. Çünkü kız kimseye tanışma şansı bile vermediyse Kaan’la da tanışmak istemeyecektir.
    Herkes Mehmet’in bu düşüncesini onayladı. Pelin:
    -Evet Mehmet haklı, eğer Burcu’yla haber yollarsak gelecek cevabı hepimiz biliyoruz. Artık burada önemli olan İpek’in Kaan’ı nasıl tanıyacağı!
    O sırada hoca sınıfa girdi. Ders çıkışında kafede buluşmak üzere sözleştiler. Herkes yerine oturduğunda Kaan perişandı. İpek’i tanıyamadan kaybedeceğinin korkusu onun içini kaplamıştı bile.
    Ders boyunca düşündü. Aklından türlü türlü düşünceler geçirdi İpek’le tanışmak için. Fakat sonunda hepsinin hayal olduğunu, hiçbir şekilde bu düşünceleri gerçekleştiremeyeceğini anlamıştı. Onun cesareti hayallerindeydi. Gerçek yaşamda hayallerini gerçekleştirecek güce sahip olmak için neler vermezdi ki…
    ***
    Ders bittikten sonra hep beraber doğruca kafeye gittiler. Kafe çok kalabalık değildi. Köşede bir masa seçip oturdular.
    Asıl konularını konuşmaya daha yoldayken başlamışlardı. Kafede de bu konuşma devam etti. Mehmet:
    -Ben kendisinin gidip konuşmasından yanayım. Kız yüzüne direk red cevabını yapıştırmadan önce nezaketen konuşmayı kabul edecektir. Böylece şansının biraz daha fazla olacağını düşünüyorum.
    Kaan atıldı:
    -Ben konuşamam diyorum size. Gidipte kıza ben ne diyeceğim? Ya reddederse ben ne yaparım?
    Arkadaşları Kaan’da ki cesaretsizliği görüyorlardı. En büyük sorununda bu olacağının hepsi farkındaydı.
    Pelin:
    -Kaan yapma Allah aşkına! Biraz mantıklı düşün, konuşamazsan İpek’i nasıl tanıyacaksın?
    Kaan Pelin’in haklı olduğunu biliyordu. Kendisi konuşmayı bile beceremiyorsa arkadaşları ne yapabilirdi ki. O an da aklına bir şey geldi:
    -Peki biraz daha bu şekilde devam etsek nasıl olur? Daha sonra konuşma cesaretini bulurum belki kendimde.
    -Eğer İpeği kaybetme ihtimalini göze alıyorsan bekleyebilirsin.
    Ne olduğunu anlayamayan Kaan:
    -Nasıl kaybetme ihtimali?
    -Sen beklemeye devam edebilirsin fakat ya İpek başka biriyle tanışırsa? Unutma ki bu üniversitede bir sürü erkek var!
    Kaan’ın yüzü kıpkırmızı olmuştu son cümleyi duyduğunda. Kaan’ı gören Pelin korkmuştu. Galiba cümlesi biraz ağır olmuştu. Hemen Kaan’a bir açıklama yapmalıydı:
    -Sakın beni yanlış anlama Kaan. Ben senin iyiliğin için diyorum. Eğer böyle bir şey olursa senin kadar bende üzülürüm. Eğer İpek seni bir tanısa, ben asla reddetmeyeceğini düşünüyorum.
    Mehmet’te Kaan’a moral vermek için:
    -Burada hepimiz senin için uğraşıyoruz kardeşim. Eğer senin haketmediğini düşünseydik zaten burada olmazdık. Ve ben bütün kalbimle inanıyorum ki İpek’le konuşursan seni reddetmeyecektir.
    Kendini toparlayan Kaan:
    -Hepinize gerçekten çok ama çok teşekkür ederim. Sorunun bende olduğunu biliyorum. Utangaç olmamdan her zaman nefret ettim ama bu sefer bunu yeneceğim. Yarın İpek’le konuşuyorum.
    Herkes şaşırmıştı Kaan’ın bu cesaretine. Kimse beklemiyordu böyle bir çıkışı ondan. Hepsi Kaan’ın İpek’i ne kadar istediğini anlamıştı artık…
    3
    Artık her şey hazırdı. Mehmet Kaan’ın yanında, kızlar ise çimenlerin üzerinde oturmuş onları izliyorlardı.
    Burcu’nun dediğine göre ders 15.00 da bitiyordu. Kaan saatine baktığında saat 14.52’ydi. Mehmet:
    -Kardeşim ne yapacağını biliyorsun.
    -Evet biliyorum.
    -Tamam o zaman benim görevim buraya kadar gerisi senin artık.
    O anda İpek kapıda göründü. Dersleri hesaplanandan beş dakika önce bitmişti. Neyse ki Kaan hazırdı. Erken çıkmaları sorun yaratmadı.
    Kaan İpek’i gördüğünde heyecandan elleri titremeye başlamıştı. Yine o kadar güzeldi ki Kaan’ın aklını başından alıyordu. Kaan bir an vazgeçmeyi düşündü. Çünkü İpek çok güzeldi. Burcu’dan öğrendiğine göre de annesi ve babası da öğretmendi. Yani maddi durumu da Kaan’a göre iyiydi.
    Kaan’ın maddi durumu İpek’in ki gibi olmayabilir ama Kaan da çoğu kızı hayran bırakabilecek şekilde yakışıklı ve efendi bir çocuktu. Bunun için herkes onu tanırsa İpek’in onu reddetemeyeceğini düşünüyordu.
    İpek artık Kaan’a birkaç adım mesafedeydi. Kaan adeta eriyordu o yaklaştıkça. Derin nefes almaya başladı. Kalbi ardı ardına o kadar hızlı çarpıyordu ki göğüs kafesini sarsıyordu.
    Tek adımlık mesafe kaldığında Kaan iyice gerildi. Kalp çarpıntıları onu rahatsız ediyordu. Kan sanki beynine yükselmişti. Başı çatlayacaktı. Yüzünün ateşler içinde yandığını hissediyordu. Ellerinin titremesine engel olmasına imkan yoktu ve artık İpek’e seslenmeliydi. Boğazının tıkandığını hissetti. Keşke yanında bir damla su olsaydı ama yoktu. Bu hale gelmesine o da şaşıp kalmıştı. Yutkunarak boğazını temizledikten sonra güç bir ifadeyle seslenebildi:
    -İpek!
    İsminin söylendiği yöne bakan İpek daha önce hiç görmediği bir yüzle karşılaştı. Şaşkın bir ifadeyle cevap beklercesine Kaan’a baktı.
    Kaan o an da kızın ismini söyleyerek yaptığı hatanın farkına vardı. Yüzü kıpkırmızıydı. Bedeni ateşler içinde yanıyordu. İpek’e öylece bakakalmıştı.
    Kaan cevap vermediğinde İpek:
    -Buyrun?
    Kaan’ın boğazı düğümlenmişti. İpek’in meraklı bakışlarına karşı ağzından bir kelime çıkmıyordu. Derin derin nefes alıyordu gerginliğini azaltmak için ama faydası yoktu… Cevap vermek için kendini zorladığında artık bir önemi kalmamıştı çünkü İpek gidiyordu.
    Kaan oraya çakılıp kalmıştı sanki. Öylece İpek’in arkasından bakıyordu…
    ***
    Artık her şey bitmişti. Kaan bütün güvenini kaybetmiş kendine isyan ediyordu. Nasıl oldu da orada ağzından bir kelime bile çıkmamıştı. Kendine şaşıp kalıyordu. Arkadaşları bunun normal olduğunu ona kaç defa anlatmaya çalıştılar ama o inanmıyordu. Kendini bir kızla bile konuşamayan işe yaramaz biri olarak görüyordu. Günlerce kendini bu şekilde yedi bitirdi.
    ***
    İpek ise çok şaşırmıştı. Daha önce hiç tanımadığı birinin ona ismiyle hitap edip daha sonrada heyecandan konuşamaması, utancından da yüzünün kıpkırmızı olması onun hiç alışık olduğu bir durum değildi. Fakat her ne kadar kendine açıklamakta dirense de o bunun anlamını biliyordu.
    ***
    Arkadaşları Kaan’ın güvenini geri kazanmasını sağlamaya çalışıyorlardı. Çünkü Burcu, Pelin’le Tuğçe’ye; İpek’in o gün Kaan’ın hakkında olumsuz bir şey düşünmediğini, hatta Burcu’ya göre İpek’in o durumdan hoşlandığını bile söylemişti. Bunu duyduklarında hemen Mehmet’e anlattılar. Mehmet’te Kaan’a bunu yavaş yavaş hissettirmeye karar verdi.
    Kaan İpek’i birkaç defa daha gördü o günden sonra fakat utancından yüzüne bile bakamadı. Bu işin olmayacağını kendisini inandırmaya çalışıyordu ama o ne dese de İpek’ten vazgeçemiyordu.
    ***
    Mehmet amacına ulaşmıştı. Kaan’ı ikinci defa görüşmeye ikna etmişti. Aslında bu görüşmede Mehmet’ten çok İpek’e olan içinde ki duygu ağır basıyordu.
    Kaan yine İpek’in çıkmasını bekliyordu. Bu sefer heyecanını yendiğini düşünüyor ve geçen sefer ki gibi olmayacağını umuyordu. O anda ki olanları da İpek’e açıklayacaktı.
    İpek’in çıktığını görünce Kaan, bekleyerek kendini daha da heyecanlandırmamaya karar verdi. İpek’e doğru gidiyordu. İpek’te Kaan’ın ona doğru geldiğini görmüştü.
    Yaklaştıkça yine Kaan’ın içini heyecan kapladı. İpek’in de onu gördüğünü görmüştü. Kendi kendini cesaretlendirmeye çalışıyordu. İpek’in de iyice yaklaşmasıyla birlikte tekrar eskisi gibi olmuştu. Elleri titriyor, yüzü de kızarmaya başlamıştı.
    İpek’in karşısına geldiğinde yüzünde mahcup bir ifadeyle:
    -Merhaba!
    Kaan’ı görünce hafif gülümsemesine engel olamayan İpek:
    -Merhaba!
    Kaan yine tutulmuştu ipek’i görünce. Neyse ki bu sefer çabuk toparlamıştı:
    -Bi bi biraz zamanın varsa konuşabilir miyiz?
    Heyecandan Kaan’ın sesi titriyordu. Bunu gören İpek zaten her şeyi anlamıştı artık. Biraz düşündükten sonra:
    -Tamam, konuşalım.
    Kaan İpek’in cevabını duyunca çok mutlu olmuştu. Mehmet’in de dediği gibi konuşmayı kabul etmişti. Artık her şey kendi ellerindeydi.
    İpek’le nerde konuşacaklarını daha önce düşünmüştü Kaan. Konuşmak için bir kafeye gitmek hem İpek’i rahatsız edebilir, hem de ilk konuşma için uygun olmazdı. Mehmet çimlerde ya da az ilerde ki bankta oturabileceğini söylemişti. Bu da Kaan’ın kafasına yatmıştı. Kaan:
    -İstersen çimlerde oturabiliriz
    -Pantolonum açık renk, eğer çime oturursam yeşil olabilir ilerde ki banka otursak?
    Kaan kendini aptal gibi hissetmişti. Kız haklıydı. Bu pantolonla çimlere mi oturulurdu. Mahcup bir şekilde İpek’e cevap verdi:
    -Doğru ya, düşünemedim kusura bakma.
    -Önemli değil.
    İkisi birlikte banklara doğru gidiyorlardı. Kaan kendi kendini azarlıyordu. Nasılda düşünememişti. Kıza karşı aptal durumuna düşmüştü. Ya kız hakkında kötü düşünürse o zaman ne yapardı?
    Banka oturduklarında ilk konuşmayı Kaan’ın yapması gerekiyordu. Çünkü konuşmak isteyen kendisiydi. Ne demeliydi ki ilk önce. O an da Mehmet’in dediği aklına geldi. Mehmet, “geçen konuşma için özür dile ve elinde olmadan öyle olduğunu söyle” demişti. Kaan da aynen öyle yapacaktı:
    -Geçen konuşma için çok özür dilerim. İnan bana ne olduğunu bilmiyorum. Tutuldum kaldım.
    Kaan’ın elleri titriyordu. Ellerini iki bacağının arasına aldı. Yine çok heyecanlıydı fakat bu sefer iyi çalışmıştı dersine. İpek gülümseyerek ve hoşnut bir bakışla:
    -Önemli değil. Gerçekten çok heyecanlı birisin galiba.
    Kaan yerin dibine girdi çünkü İpek bile anlamıştı ne kadar heyecanlı olduğunu. Hemen cevap verdi:
    -Aslında o kadar heyecanlı değilim ama senin karşında elim ayağım birbirine dolaşıyor.
    Bu söz İpek’i hafiften utandırdı fakat hoşuna gitmişti. Kibarca gülümsedi Kaan’a. Tabi bu gülümsemeye Kaan’ın içi gitmişti…
    ***
    İlk buluşma böyle sürüp gitti. Pek konuşacak bir şey bulamadılar. Zaten Kaan da neden konuşmak istediğini bir türlü söyleyemedi. İpek’te anladığı için hiç sormadı Kaan’a.
    Ertesi gün hemen haber gelmişti. Burcu’nun Pelin’le Tuğçe’ye anlattığına göre İpek, Kaan’ı beğenmişti. Bunu duyan Kaan sevinçten havalara uçtu.
    Akşam İpek’i yine bekledi ve onunla yurda kadar yürüdüler. Konuşmalarında aynı heyecan vardı. Pek konuşacak konu bulamadılar. Ama beraber yürümek bile yetmişti Kaan’a.
    ***
    Zaman geçtikçe İpek’te Kaan’dan hoşlanmaya başlamıştı. Onun utangaçlığı aslında İpek’in daha ilk günden beri hoşuna gidiyordu.
    Kaan’ın ise mutluluğuna diyecek yoktu. İpek’i tanıdıkça o kadar çok sevdi ki annesine, abisine hep anlattı.
    ***
    Artık her boş vakitleri birlikte geçiren iki çift olmuşlardı. Mehmet’in bütün sitemlerine karşı Kaan, İpek’le zamanını geçiriyordu. Ders saatleri aynı olduğunda sabah İpek’i yurdundan alıyor, sınıfına kadar bırakıyordu.
    Üniversite hayatı gerçek anlamıyla yeni başlamıştı Kaan için. Zaman geçtikçe de Kaan İpek’in yanında rahatça konuşmaya başladı. İlk başlarda ki gibi konuşacak konu aramıyorlardı. Kaan İpek’in bir gülüşünü görebilmek için o kadar çaba harcıyordu ki bu çabalar içinde ki rezilliği İpek’i güldürmesiyle birlikte onu da kendine daha çok bağlıyordu.
    ***
    Geçen bu güzel günlerde bazen de kavga ediyorlardı. Sonrada tekrar barışıp sevgilerine tuz ve biber eklemeyi eksik etmiyorlardı.
    Birlikte sinemaya gidiyor, ganita da gün batımını izliyor, burs yattıysa adana kebap, ay sonuysa piramitte hamburgerle geçiriyorlardı günlerini.
    Kaan, İpek’i hep uzun göle götürmek istiyordu ama parasını denkleştirememişti bir türlü. Birikmiş parası vardı fakat onu yıl dönümlerine ayırmıştı. Sonradanda uzun göl gezisini ileri ki zamanlara bırakmaya karar verdi. Nasıl olsa daha 4 sene beraberlerdi. Ama nerden bilebilirdi kaderin oyununun farklı olduğunu…

    BÖLÜM 3
    1
    Beraberliklerinde tam bir yıllarını doldurmuşlardı artık. Kaan yıl dönümünde süper bir jest yapmıştı sevgilisine.
    Şanslarına cumartesiye denk geliyordu yıl dönümleri. Kaan sabah kalktığında elinde çiçekle yurdun kapısından aldı İpek’i. Sonra merkezde ki ünlü börekçiden sıcacık böreklerini aldılar ve doğruca ganitaya kahvaltılarını yapmaya. Tabii Kaan ipek’in börekle kolayı çok sevdiğini bildiği için yanına da kola almayı unutmadı.
    Kahvaltılarını yaptıktan sonra bir süre oturdular ve beraber dalgaların kıyıya vuruşunu izlediler. Daha sonra Kaan İpek’i bowling oynamaya götürdü. Bowling oynayıp eğlendikten sonra bir kafede oturup çay içtiler.
    Bu sırada da geleceklerini planlamaya başlamışlardı artık yavaş yavaş. Kafede Kaan bir oğlu olsun istediğini İpek ise Kaan gibi güzel gözleri olan bir kızı olsun istediğini söylüyordu. Bir türlü anlaşamadılar, sonunda bir kız bir de oğlanda karar verdiler fakat bu sefer de Kaan önce erkek sonra Kız diyordu. İpek ise önce kız sonra erkek diyordu. Bu konuda da karar sağladıktan sonra daha bunun gibi birçok şeyi konuştular. Bugün çok güzeldi onlar için, tabi daha Kaan’ın sürprizleri bitmemişti.
    Kafeden çıktıklarında akşam olmuştu. Kaan dünyalar güzeli sevgilisini denize sıfır, lüks bir balık restoranına götürdü. İpek burayı görünce girmekte direndi çünkü Kaan’ın durumunu biliyordu.
    Fakat bir şeyi unutuyordu. Kaan bu günü en mükemmel şekilde geçirmek için yazın çalıştığı gibi birde saatlerce mesai yapmıştı. Ve mesai paralarının hepsini bu gün için saklamıştı.
    Restoranın girişinde kırmızı bir halı seriliydi. Kapıdan girdikten sonra içeriyi loş bir ışık aydınlatıyordu. Kaan oturacakları masayı önceden ayarlamıştı. Cam kenarında denize bakan bir masaya oturdular. Masa da iki tane mum vardı. Garson hemen mumlarını yaktı ve siparişlerini seçebilecekleri katologlarını masaya bıraktı.
    İpek’le Kaan siparişlerini verdikten sonra önlerine çiçeklerle süslü güzel bir kutu geldi. Kutunun üzerinde kalp içinde “K” harfi vardı. İpek şaşırmıştı fakat bu da Kaan’ın bir oyunu olduğunu adı gibi biliyordu. Hemen kutuyu açtı fakat içinden bir kutu daha çıktı. Üzerinde “A” harfi vardı. O kutuyu da açtı bir kutu daha çıktı ve “L” harfi vardı. Bir daha açtı kutuyu “B” harfi. Kutular gittikçe güzelleşiyordu. İpek bu kutuları nereden bulduğunu gerçekten çok merak etmişti. Nerden bilecekti ki Kaan’ın haftalarca o kutuları teker teker yaptığını? Kutuyu yine açtı ve “İ” harfli bir kutu çıktı. İpek Kutuların bir yazıyı ifade ettiğini anlamıştı. Hepsini yan yana koyuyordu. Sonra ki kutuyu açtı içinden “M” harfi çıktı. Kutular gittikçe küçülüyordu. İpek’in heyecanı artık iyice artmıştı. Başlarda kutuların ne kadar güzel olduğunu görüyor ve heyecanla bakıyordu. Artık kutuları hızlı hızlı açmaya başladı. Sırada ki kutunun üzerinde bir yazı vardı. Yazıda ise:
    Kalbim sensizken amaçsızca atıyordu, şuan ise sadece senin için…
    İpek yazıyı görünce çok duygulanmıştı. Sevinç gözyaşlarıyla dolu gözlerle Kaan’a baktı. O kadar güzel bakıyordu ki, Kaan onu uğrunda ölebilecek kadar çok seviyordu.
    İpek bir süre kutuları açmadan öylece yazıya baktı. Daha sonra ise açmaya devam etti. Sırada ki kutudan “D” harfi çıktı. Hemen diğer kutuyu açtı ve kutudan “E” harfi çıktı. Artık kutuları masa almıyordu. Harfler “KALBİMDE” yazısını oluşturmuştu. İpek kafasından tahminler yürütüyordu. Sırada ki kutudan bir söz daha çıktı. İpek daha yazıyı okumadan gözünden bir damla yaş süzüldü. Yazıya baktığında:
    Kalbimde bir güneş gibisin. Senden uzaklaştıkça ölüm soğukluğunu, yaklaştığımda ise yüreğinin sıcaklığını hissediyorum…
    İpek’in ağzından “Seni çoook Seviyorum” cümlesi çıktıktan sonra göz yaşları ardı ardına akmaya başladı. Kaan da duygulanmış, gözleri dolmuştu.
    Artık daha fazla dayanamayacağını söyleyen İpek hızlıca kutuları açtı. Kutulardan sırasıyla; “S”, “İ”, “N” harfleri çıktı. Kutuların üzerindeki harfler “KALBİMDESİN” yazıyordu. İpek bu kadar sürprizin ardından Kaan için ne söyleyeceğini bilmiyordu. Geriye tek bir kutu kalmıştı. Küçük, kalp şeklinde kırmızı bir kutuydu. İpek tam kutuyu açacakken Kaan:
    -Bir dakika bekler misin bitanem!
    Göz boyaları ağlamaktan akmış olan İpek şaşkın bir ifadeyle Kaan’a baktı. Kaan onun konuşmasına fırsat vermeden:
    -Seni o kadar çok seviyorum ki, sen iste ben senin için canımı veririm.
    Kaan biraz daha konuşacaktı ki İpek onu susturdu. Çünkü daha fazlasına dayanamayacaktı. Kaan’a sevgi dolu gözlerle bakıyor bir yandan da gözyaşları güzel yanaklarından aşağıya doğru kayıp gidiyordu. Bir süre durduktan sonra gözlerini kutuya çevirdi.
    Kutunun içinden her ne çıkarsa çıksın İpek için hiçbir şey fark etmezdi artık. Çünkü Kaan o kadar güzel şeyler yapmıştı ki bugün, onun hayatının en güzel günüydü.
    Sonunda İpek dayanamadı ve kutuyu açtı. Kutunun içinde ki hediyeyi gördüğünde gözlerine inanamadı. Çok güzel bir kalpli kolyeydi. İpek kolyeyi eline aldığında kalp o kadar farklıydı ki sanki alevler içinde yanıyordu. Tam Kaan’a teşekkür edecekken Kaan:
    -Kolyenin içini açsana bitanem!
    Kaan kolyenin içi dediğinde, İpek başta bir şey anlayamadı. Daha sonra kolyenin yan tarafından içinin açıldığını gördü. Hiçte belli olmuyordu içinin açıldığı. İpek’in görmemesi gayet normaldi.
    Kaan kolyenin içine kalbin bir yanına İpek, bir yanına da Kaan yazdırmıştı. Artık İpek’in o anda yaşadığı duyguları anlatmaya dili varmıyordu. Çünkü ne dese Kaan’ın bu yaptıklarına az kalacaktı. Masasından kalktı ve ağlayarak Kaan’a öyle sıkı sarıldı ki restoranda ki bütün bakışlar onlara çevrilmişti.
    Bir süre öylece kaldılar fakat etrafta ki meraklı bakışları fark ettiklerinde tekrar yerlerine oturdular.
    ***
    Yemekten çıktıklarında saat geç olmuştu. Doğruca otobüse binip yurtlarına gittiler. Yurdun önünde vedalaşırlarken sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Daha sonrada Kaan İpek’i alnından öptü ve her ikisi de yurtlarına girdiler.
    2
    -Kalk oğlum kalk!!!
    Kaan uykulu bakışlarla Mehmet’e baktığında bir şey olduğunu anlamıştı:
    -Ne oldu oğlum?
    -İpek’i hastaneye kaldırmışlar çabuk kalk!
    Hemen yataktan atlayan Kaan:
    -Ne hastanesi ne diyorsun sen?
    -Bilmiyorum, kızlar aradı çabuk gelin dedi.
    Kaan o kadar korkmuştu ki aceleyle üstünü başını giydi. Yüzünü bile yıkamadan hemen yurttan çıktılar.
    Durağa kadar koşarak gittikten sonra, oradaki taksiye binip doğruca hastaneye gittiler.
    ***
    Hastaneye vardıklarında herkes perişan bir haldeydi. Kimisi oturaklarda oturmuş ağlıyor, kimisi duvara kapanmış, kimisi de bir o yana bir bu yana tedirgin bir şekilde volta atıyordu. Sadece o durumu görmek bile Kaan’ın hastalığın ciddiyetini anlamaya yetmişti.
    Kaan’la Mehmet’i gören Pelin hemen yanlarına geldi ve ağlayarak:
    -Kaan İpek kalp krizi geçirmiş!
    Dedikten sonra ağzından başka hiçbir kelime çıkmadı. Ağlamaya devam etti. Kaan ise kalp krizini duyduktan sonra adeta şoka girmişti. Hiçbir şey söylemeden yavaşça köşeye çömeldi ve öylece kalakaldı.
    Mehmet etraftakilere soruşturmuş ve durumu tam anlamıyla öğrenmişti. İpek sabaha karşı uyandığında kalbi sıkışmış, belki geçer diye biraz beklemişti. Fakat ağrı geçmenin aksine omuzlarına, kollarına ve çeneye doğru yayılmış ve vücudu terlemeye başlamıştı. Sonradan Burcu’yu uyandıran İpek hemen ambulans çağırmasını istemiş ve ambulans yoldayken yere yığılıp kalmıştı.
    Kaan hala şoku üzerinden atamamıştı. İpek’in kalp krizi geçirdiğine inanamıyor, kendi kendine bu durumu inkar ediyordu. Mehmet’te yanına geldi ve sessizce köşede beklemeye başladı.
    ***
    Kimse konuşmuyordu. Hastane adeta bir ölüm sessizliğine bürünmüştü. Tam iki saattir İpek içerideydi. Kimse içeride ne olup bittiğiyle ilgili bir şey bilmiyordu.
    İçeriden bir hemşire çıkmıştı. Herkes hemen hemşirenin yanına koştu fakat hemşire ameliyatla ilgili bir bilgisi olmadığını, hastanın hala içeride olduğunu söyledi. Herkes hayal kırıklığına uğramıştı. Çünkü ameliyatın ciddi olduğunun farkına varmışlardı. İyice morali bozulan Kaan köşede ağlamaya başladı. Onu teselli etmek için Mehmet yanına gitti fakat hiçbir şey diyemedi. Çünkü kimsenin elinden bir şey gelmiyordu.
    İçeriye koşar adımlarla bir çift geldi. Bunlar İpek’in ailesiydi. Burcu İpek’in durumunu onlara bildirmiş, onlarda ilk uçağa atlayıp gelmişlerdi. Burcu hemen onların yanına gitti ve olanları anlattı. Burcu anlattıkça kadın kahroldu. Kocasına yaslandı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı…
    ***
    İpek içeri gireli tam dört saat olmuştu. Herkes perişan halde doktorun çıkmasını bekliyordu. Kapıdan bir hemşire daha çıktı. Yine herkes hemşirenin yanına koştu ve hemşireyi soru yağmuruna tuttu. Hemşire ameliyatın bittiğini birazdan doktorun açıklama yapacağını söyledi. Hemen arkasından da doktorun çıkmasıyla birlikte herkes doktorun yanına koştu. Doktor sadece hastanın yakınının kalmasını istedi. Kaan ve arkadaşları mecburen uzaklaştılar fakat bir kulakları oradaydı. Doktor, İpek’in annesi ve babasıyla konuşuyordu. Doktor konuştukça İpek’in anne ve babasının yüzü düştü ve annesi kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Doktor son konuşmaları da yapıp gittikten sonra herkes İpek’in ailesine bakıyordu.
    Burcu hemen onların yanına gitti. İpek’in annesine ne olduğunu sorduğunda annesi konuşamıyordu. Burcu da ağlamaya başladı. Birbirlerine sarıldılar.
    Babası da açıklamayı yapmıştı çevredekilere. İpek’in ameliyatı başarılı geçmiş fakat bu başarı İpek’i hayatta tutmaya yetmişti. Kalbi kurtarılamamıştı. Makineyle de İpek’i en fazla dört gün hayatta tutabilirlerdi. İpek’e acilen kalp nakli gerekiyordu.
    Kalp nakli çok zordu çünkü sadece beyin ölümü gerçekleşmiş bir hastadan temin ediliyordu. Zaman da kısıtlıydı. Eğer böbrek nakli olsa birisi tek böbreğini verebilirdi ama kalpte böyle bir şans yoktu…
    ***
    Herkes seferber olmuş İpek’e nakledebilecek bir kalp arıyorlardı. Gönderebildikleri her ile haber gönderiyorlar, her hastaneyi arıyorlardı.
    Urfa da beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta vardı fakat kalp için sırada bekleyen başka birisi vardı. İpek’in babası kendi kızı için o kalbi almaya çalıştı, para teklif etti ama başaramadı.
    Kaan ne yapacağını bilmiyordu. Kalp bulmalarının ne kadar zor olduğunu bilmesine rağmen yinede olumlu düşünmek için elinden geleni yapıyordu. Gaziantep’e haber yollamış, hatta abisinin bütün hastaneleri tek tek gezmesi için yalvarmıştı. Ama sonuç olumsuz çıktı. Hiçbir yerde kalp yoktu…
    ***
    İlk gün bitmişti. Kaan hiç uyumamıştı. Hastaneden dışarı çıkardıklarında hastanenin önünde ki bankta beklemişti. Mehmet’te onu yalnız bırakmadı fakat o sabaha karşı biraz uyumuştu.
    Sabah olduğunda içeri girdiler. Doktorun dediğine göre bugün İpek’i uzaktan görebilirlerdi. İçeride de biraz bekledikten sonra hemşire onları odanın dışında ki camın önüne aldı. Camdan İpek’i görüyorlardı. Uzanmış öylece yatıyordu.
    Kaan onu hiç öyle görmemişti. Onun soğuk haline değil; sıcak, neşeli, güler yüzlü haline alışıktı. Daha bir gün önce öptüğü, kalbinin her an onun için attığını söylediği kız şimdi hastanede ölüm döşeğinde yatıyordu. Oysaki İpek’le daha ne planları vardı…
    İpek’in annesi dayanamayıp feryat etmeye başlamıştı. Bir yandan kendini yerlere atıyor, bir yandan da ağlıyordu. Kızını bu durumda görmek onu öldürmekten beter etmişti. Oradan çıktığında doğruca doktorun yanına giderek kendi kalbini kızına vermek istediğini söyledi. Doktor her ne kadar böyle bir şeyi yapmak istemese de olabileceğini fakat daha 3 günlerinin olduğunu biraz daha bekleyebileceklerini söyledi.
    ***
    Son 2 günleri kalmıştı. Artık umutlar tükeniyordu. İpek’in annesi Meltem Hanım kararlıydı, kızı için kendi canını feda edecekti.
    Bütün eş, dost, akrabaları hastanedeydi. Fakat kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Hepsi çaresiz bir şekilde oturuyorlardı.
    Kaan iki gündür sadece bir saat uyumuştu. Artık düşünmekten kafayı yiyecekti. Mehmet yanından biran olsun ayrılmıyordu ama ne yapabilirdi ki? Herkesin eli kolu bağlıydı. Tek umutları bir yerden organ bulunmasıydı…
    ***
    3. güne gelmişlerdi. Fakat doktorun açıklamasıyla herkes yeni bir şok yaşamıştı. İpek’e bugün akşama kadar kalp bulunmalıydı.
    Hastane yıkılıyordu. Ağlamalar, isyanlar, feryatlar… Meltem hanım eşiyle tartışıyordu. İkisi de kızına kalbini vermek için gönüllüydü. Kendi aralarında seçim yapmalıydılar. Ailenin bir ferdi artık olmayacaktı. Meltem Hanım o kadar kararlıydı ki eşi onu durduramıyordu. Sonunda zorla da olsun onu durdurmayı başardı. Çünkü eşini asla feda edemezdi kendisi kalbini verecekti. Fakat kronik hastalığını hatırladığında bunun imkansız olduğunu çoktan anlamıştı. Kalbini asla veremezdi. Böylece Meltem Hanım kendi kalbini verecekti kızına…
    ***
    Nakil işlemleri başlatılmıştı. Havada farklı bir hüzün vardı. Bir annenin kızı için canını verebileceğine artık herkes inanıyordu. Doktor meltem hanımı bayıltıp işlemleri yapacaktı fakat damar tıkanıklığı olduğunu öğrendiğinde bunun asla olmayacağını, kalbi nakletse bile İpek’in en geç iki sene sonra tekrar kalp yetmezliğiyle karşı karşıya kalacağını söyledi.
    Meltem Hanım isyan ediyordu artık kaderine. Niçin bu kadar olumsuz şey onun başına gelmişti? Bunları hak edecek ne yapmıştı?
    Artık umutlar tükenmişti. Her şey bitmişti… Birtanecik kızı, İpek’ine veda etmeliydi. Hastaneyi inletiyordu ama onun bu feryadına kimse çare olamadı…
    ***
    Kaan kalbini vermek istediğini söylüyordu. Bu isteğini sadece Mehmet’e söylemiş, onu da kimseye söylememesi için uyarmıştı. Mehmet yapma diyemedi. Çünkü Kaan’ın kendi hayatıydı. İki birlikte ağlayarak vedalaştılar. Mehmet arkadaşının arkasından öylece bakakaldı…
    Kaan kimseye görünmeden doktorun yanına gitti. Kendi kalbini İpek’e vereceğini söyledi. Ama kendi hayatını feda etmeden önce İpek’ine son defa bakmak istedi doktordan. Kaan’ın bu isteği karşısında doktor da duygulanıştı. Onu hemen İpek’in olduğu odaya götürdü.
    Kaan İpek’i gördüğünde:
    -Merhaba bitanem!
    Bir süre duraklayan Kaan:
    -Hayat bizim aşkımıza katlanamadı bitanem! O kadar güçlüydü ki sevgimiz kader bizi ayırdı... Şimdi çıkmazlardayım. Sen olsan ben olmayacağım, ben olsam sen olmayacaksın…
    Gözlerinden yaşlar süzülen Kaan konuşmasına devam etti:
    -Hani sana demiştim ya kalbim artık senin için atıyor diye, gerçektende senin için atacak bu günden sonra… Demiştim ya sana istesen canımı veririm diye, sen istemiyorsun ama ben veriyorum sana canımı…
    Kaan İpek’in başında hüngür hüngür ağlıyordu. İpek’le son vedalaşmasının bu şekilde olmasını hiç istemezdi ama onsuz bir hayatı da istemiyordu.
    Hemşire Kaan’a artık gitmek zorunda olduğunu söylediğinde Kaan biraz daha süre istedi. İpek’inin elini son kez sımsıkı tutan Kaan, ona bakarak son defa “Seni Seviyorum” dedi ve alnına bir öpücük kondurdu. Sonra odadan çıkmak üzere kapıya yöneldi.
    Kapıya geldiğinde son defa İpek’ine bakan Kaan, hiç durmayan gözyaşlarıyla odayı terk etti…
    ***
    Kaan’ın imzalaması gereken belgeler vardı. Doktor hepsini Kaan’a uzattı. Kaan hepsini imzaladıktan sonra son defa Kaan’a sordu:
    -Kalbini vermekte kararlı mısın?
    Kaan cevap verecek durumda değildi. Doktoru onaylar şekilde başını salladı ve tekrar ağlamaya başladı.
    Daha sonra ameliyathaneye yatan Kaan, koluna narkoz iğnesi yapılmadan önce doktora:
    -İpek’im için ölüyorum ve bundan hiç pişman değilim. İyi ki onu tanımışım. Son nefesime kadarda onu seviyorummm diye bağırdığında Kaan’ın koluna narkoz iğnesi yapılmıştı. Sonrada ses kesildi…
    ***
    Çok geç kalmışl

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 9:29 am