Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    YARIM KALAN AŞK

    avatar
    1001060037


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    YARIM KALAN AŞK Empty YARIM KALAN AŞK

    Mesaj  1001060037 Cuma Ara. 24, 2010 3:03 pm

    YARIM KALAN AŞK

    Açmakla açmamak arasında kısa bir gelgit yaşadığım telefonun diğer yanından kulağıma dökülen sözcükler bambaşka bir boyuta taşıyıverdi beni… Kalbimin atışlarını adeta kulaklarında duyuyordum. İşte o an gelmişti. Bir yıl boyunca dirsek çürüttüğüm, gecemi gündüzüme kattığım hayallerim için çırpınışlarımın neticesi bir telefon kadar uzağımdaydı şuan. Arayan annemdi. Bir süre sustum. Boğazımda kelimeler düğümleniyordu..Ancak annemin sevinç dolu çığlığıyla adeta kendime geldim. “Evet kızım oldu, başardın İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazandın.” Uyuşmuş, sersemleşmiş aciz beynim duyduklarımı önemsemekten uzaktı. Şaşkındım, inanamıyordum. Sanırım birinin beni tabiri caizse çimdiklemesi gerekiyordu kendime gelmem için… Öyle donmuş kalmıştım ki hiç tepki vermeden kapadım annemin suratına öylece telefonu. Gerçekten oldu mu dedim, başardım mı ! Bir yıl hatta senelerce hayalini kurduğum anın..Bu ne biçim heyecandı Allah’ım!

    Zilin sesiyle öylece bir silkinip kendime geldim. Açar açmaz kapıyı “Seher’im, biricik kızım!” diyerek boynuma atlayan babamı karşıladım. Babam benden daha heyecanlı duruyordu. Küçük bir çocuğa istediği oyuncağı elde edincedeki mutluluktu onunkisi. Beni karşısına alıp konuşmamız gerektiğini söyledi. O kadar mutlu, halinden o kadar memnundu ki adeta gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Ancak bir de mutluluğunu perdeleyen bir hüzün çökmüştü. İki duyguyu beraber yaşamanın vermiş olduğu hisle sesi titreyerek beni çok sevdiğini ve bu başarıyı hak ettiğimi dile getiriyordu. “Seher’im, küçük prensesim bundan sonraki yaşamında evinden ve bizden uzak olacaksın, sana güvenim sonsuz ve her ne olursa olsun senin yanında olacağımızı sakın unutma canım yavrum! Sen bizim biricik kızımızsın… Gözlerim dolu dolu, sadece babama bakıyordum umarsızca. Aslında içimden çok şey söylemek geliyordu fakat bunları kelimelere döküp, kendimi ifade edemedim bir türlü. Sustum, sustum, sustum…

    O sırada annem geldi. Kocaman sarıldı bana. Onun sıcaklığını her zamankinden fazla hissediyordum sanki ve kokusunu iliklerime kadar çektim. İkisini arasına oturup sadece onarlın güvenini hissetmek istedim, çok güzel bir duyguydu ama içimde bir de bilmediğim aslında bilmekte istemediğim bir huzursuzluk vardı. İstanbul’un dev kalabalığında kaybolmaktan korkuyordum galiba. Bir o kadar da sabırsızdım ona kavuşmak için. Sevdiklerine cömert, kanı ısınmadıklarına acımasız olan İstanbul bana neler getirecekti acaba? Eskişehir beni çok özleyecek kanımca…



    Okuduğum kolejden iki arkadaşım daha kazanmıştı İstanbul’u. Onları duyunca birden güvende hissettim kendimi nedense. Aynı topraktan olmamızdı galiba bu düşünceyi doğuran. Hayal Ekonomi bölümünü, Gamze ise İşletme bölümünü kazanmıştı. Aslında okul yıllarında çok yakın olmasak da aynı şehri kazandığımızı duyduğumuzda kısa zamanda yakın dostluklar kurabileceğimiz hissine kapıldık.

    …….

    Günler telaşla su gibi geçiyordu. Bense gitmekle gitmemek arasında gelgit yaşıyordum. Hoş ben istesem de istemesem de gitmek zorundaydım. Kayıt günü yaklaşıyordu. Babam uçak biletlerini almıştı bile. Ben annemin de bizimle gelmesini istiyordum fakat kendisi yoğun bir iş temposunda olduğu için gelemeyecekti.

    İşte günlerdir beklediğim o an gelmişti. Korku ve sevinci aynı anda yaşatan bende farklı duygular uyandıran o büyük şehir İstanbul. Sanki ben ona yaklaştıkça o beni istemiyor hissine kapıldım o an. Hava yağmurlu, simsiyah bulutlarla örtülü gökyüzü… Güzelliklerini gizlemeye çalışıyordu sanki. En çirkin yüzüyle çıkıyor karşıma. Daha Eskişehir’den ayrılırken oluşan o yabansı burukluğumu bir türlü söküp atamadım içimden. İlk izlenimler hiç hoş olmamıştı. Şunun şurasında iki gün kayıt yaptırıp gideceğiz aslında ama biliyorum ki bu bir başlangıç. Ne içerdiğini kestiremediğim iz dolu kutunun kapağını ilk kaldırış. Gerisi gelecekti hissediyordum. Bütün varlılığıyla hayallerimin gerçekleşmesini odaklanan, bu sonuca ulaşmak için yanıp yakılan ben değil miydim? Öyleyse bu yuvasından ayrı düşmüş minik kuş duygusallığı da ne demek oluyordu. Bir an bu düşüncelerimden ayrılıp sıyrıldım ve babamla yürümeye koyuldum. Babam daha önce çok gelmiş İstanbul’a. Önceden de aşina olduğu otellerden birine yerleştik. Eşyalarımızı bırakır bırakmaz kayıt için yola koyulduk. Ben alışık olmadığım ve beni huzursuzluğa iten bu ortamda gezinmek istenmiyordum. Bunu da babama açık açık belirttim. Babamsa tam tersi dalgaların hırçınca kayalara vurduğu yosun kokusunun insanı sarhoş eden havasında yürümenin yorgunluğumu bir nebze olsun hafif edeceğini söyledi. Ben de babamın bu heyecanını reddedemedim. Sanırım İstanbul aşığı diye söz edilen insanların arasında babam da vardı. Aslında babam beni hem İstanbul’u sevdirmeye çalışıyor hem de adeta rehberim oluyordu. Bense şaşkınlıkla etrafımı izliyor, bu kalabalık şehirde kendi benliğimi bulmaya çalışıyordum.

    Nihayet uzun bir yürüyüşten sonra üniversite kampüsün içine girdik. Benim gibi bir sürü öğrenci kayıt için aileleriyle gelmişti. O an yalnız olmadığımı, herkesin benimle aynı durumda olduğunu düşünmek beni az da olsa hafifletti. Bu yoğun duygulara girdiğimi anlayan babam:

    -Gelecek yıl sen de yeni kayıta gelecek öğrencilere bakacaksın. Yeni edindiğin arkadaşlarınla cıvıl cıvıl gezineceksin etrafta. Fakat bunun için önce kayıdını yaptırmamız gerekiyor, dedi gülümseyerek.

    Elimde gerekli belgeleri içeren dosya, babamla beraber öğrenci işlerine doğru yürüyoruz. Kayıt işleri düşündüğümden de kısa sürdü. On dakikadan sonra İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisi olarak çıkıyorum binadan. Koluma girerek babam:

    -Hayırlı olsun Küçük Prensesim, diyor.

    Daha sonra kampüsün içinde bir çay bahçesinde oturup bir şeyler içiyoruz babamla. Karşıdan bana doğru yürüyen Hayal’i görüyorum. Hemen yanımıza geliyor. Onun da kayıt işlemleri bitmişti. Hayal:

    - Vay be! Artık biz de üniversiteli olduk, ne havalı değil mi? diyor sırıtarak .

    Ben de sadece kafa sallamakla yetiniyorum. Sıra kalacak yere gelmişti. Hayal’e yurt çıkmıştı. O durumunda gayet memnundu. Ben de yurtta kalmak istiyordum fakat çıkmamıştı bana maalesef. Bu durum beni çok üzmesine karşın babamların işine geliyordu. Onlar rahata alıştığımı ve yurt hayatına ayak uyduramayacağımı düşünüyorlardı. Fakat ben kararlıydım. Mutlaka yurtta kalmalıydım. Hayal yurt kaydını yaptırmak için yola koyuldu. Vedalaştık ve ayrıldı yanımızdan. Benim de bu duruma üzüldüğümü fark eden babam tanıdığının olduğunu ve yurt işini halledebileceğini söyleyince umutlarım yeşeriverdi birden.

    Hemen biz de ayrıldık kampüsten. Bu defa geze geze gitme lüksümüz olmadığı için taksiye atlayıp yurdun önüne geldik. Direk yurt müdürünün yani babamın arkadaşının odasına girdik. Aydın Bey babamı görünce çok sevindi. Ve ricasını geri çevirmedi. Babamın geçmişte yaptığı iyilik bugün karşısına çıkmıştı. Babamla Aydın Bey askerlik arkadaşıymış. Babamla askerde yaşadıkları bir olay sayesinde tanışmış ve arkadaşlıkları zamanla kardeşliğe dönüşmüştü. Bunu burada öğrenmiştim. Bu kardeşlik sayesinde yurda kayıt olmak benim için zor olmamıştı. Odamı Aydın Bey bizzat kendi gelip gösterdi ve fikrimi aldı. Ben de çok beğendiğimi ve minnettarlığımı söyledim ona. Her şey ne kadar hızlı ve kesintisiz ilerliyordu; ama yine de şimdiden burnumda tütüyordu Eskişehir ve melek annem. Yatağım cam kenarındaydı ve sanki bütün İstanbul ayaklarımın altındaydı. Valizimi bana verilen dolabın içine öylece koydum ve odadan çıkıp babamın yanına gittim. Babamla Aydın Bey de koyu bir sohbete girmişlerdi. Eski günleri yad ediyorlardı. İkisi de çocuk gibi mutluydu. Ve aslında birbirlerini ne kadar özledikleri apaçık ortadaydı. Öyle yoğun bir sohbete girmişlerdi ki benim odaya girdiğimi fark etmediler bile. Ben de rahatsız etmemek için onları seyretmeye başladım. Aradan yarım saat geçtikten sonra beni fark ettiler sonunda. Babam beni gördükten sonra muhabbete son verip yanından ayrılmak için izin istedi. Ve babamla tekrar görüşmek istediğini söyleyerek sarılıp bizi yurttan uğurladı.

    Babam biraz daha gezip bir gece daha kalmamızı önerdi; ancak ben şiddetle karşı çıktım. İlk uçakla döndük Eskişehir’e. İki gün kalacaktım sadece evimde. Her şey mükemmel olmalıydı. Sabahları erken kalkıp geceleri uyumuyorduk. Son günlerimizin dolu dolu geçmesini istiyorduk. İki gün su misali akıp geçti. Gitme zamanı gelmişti. Annemler beni havaalanına kadar götürmüştü. İlk defa yol bu kadar kısa sürmüştü. Bense annemin omuzlarında ağlıyor, ellerini sıkı sıkı tutmuş bırakmak istemiyordum. Annemlerse maddi yönden asla sıkıntı çekmeyeceğimi söyleyip yükümü hafifletmeye çalışıyordu. Benim çok mutsuz olduğumu görünce annem:

    - Hafta sonları atlar gelirsin prensesim, dedi. Sigara dumanlarının arasında kaynayıp giden boş bir avuntu, göz bebeklerimizde büyümesini sürdüren ayrılık sızısına çare olmaktan öylesine uzak ki…

    Gidiyorum… Bir anda kenetleniveriyoruz birbirimize. Hiç çözülmeden, sonsuza dek öylece kalabilsek. Keşke bu mümkün olsa… Sonra kollarımdan sıyrılıyor annem. Ve babam yürüyordu uçağa doğru umarsızsa. Ayaklarım beni değil de ben onları taşıyordum sanki. Son kez arkama dönüp baktığımda annemin gözlerinden dökülen yaşları gördüm; ancak uçak ok gibi fırlayıp uçtuğunda son kez el salladık birbirimize.



    Ailemle beraber bir gün yaşamımdaki kocaman bir dönemi de uğurluyor gibiyim. Bu kadar hırpalanmamın sebebi de bu sanırım. Kendinle başbaşasın artık Seher. İçine düştüüğn umarsızlık girdabından bir an önce kurtulmak gerek. Sergilediğin acizlik hiç mi hiç yakışmıyor sana. Yeni bir sayfada, yeni bir döneme, yepyeni bir Seher kimliğiyle girmelisin. Şuan için yabancısı olduğun dünya ürkütmesin seni. Pek çok ilke benliğinde barındırıyor diye çekinme ondan. Önüne açılan pencereden dikkatle bak dışarıya. Orada yeşerecek umutların filizlerini toplamak için daha ne bekliyorsun? Kendine güven… En umarsız zamanlarda bile umutlarını yitirme. Yıllardır beklediğin gün, bugün. Önüne uzanan ise geleceğin. Yürümeye başlamalısın artık. Yolun açık olsun…



    Ve kayıp şehre iniyor uçak. Bedenimi taşımaya mecali kalmayan ayaklarım son hamlesini yaptı ve taksiye bindim. Yurdun önünde indim. Odaya girdiğimde kimse yoktu. Hoş kimseyi de tanımıyordum ya. Bunu demeye kalmadan içeriye biri girdi. Ben de kutu gibi minicik dolaba yerleşmekte yetersin kaldığım, yarısında çoğu bavulların içinde duran eşyalarımı üzüntüyle yerleştiriyorum. Ben odama yerleşirken içimden geçenleri okurmuşcasına gürültü yapmamaya çalışarak, sessizce ve ağır devinimlerle elindeki çantayı yatağının üzerine boşaltıyor. Üç beş parça giysisini dolaba asıyor. Çantasının dibindeki terlikleri dikliyor. Yüzünde bin bir gülümsemeyle “Tanışalım mı?” diye uzatıyor elini. Zayıf, çelimsiz bedeniyle, yetişkinden çok genç kızlığa ilk adımını atmaya hazırlanan küçük bir çocuğunu çağrıştırıyor ilk anda. Korunmaya muhtaç, kırılgan; hatta biraz ezik diyebileceğim küçük bir kız çocuğu… “Tanışalım.” Diyorum. Biraz önceki gerginliği üzerimden atarak en sevecen halimle. “ Ben Seher” Işıldıyor yüzü. Kor gibi yanan gözlerinden kopup gelen kahkahalar yüreğimde çınlıyor. “Ben de Öykü.”çocuksu bir sevinçle. “Ne güzel bir isim bu böyle Öykü.”diyorum ve yeniden gülmeye başlıyor bana. Kanım çok ısındı görür görmez. Duygularımız karşılıklıydı galiba. Odaya sonra diğer arkadaşlar geldi. Teker teker tanıştık; ancak Öykü ilk göz ağrım olsa gerek onun yeri şimdiden ayrıydı yanımda. Herkese tek tek sordum bölümlerini. Tesadüf mü bilmem bir tek Öykü ile aynı üniversitedeydik. O yüzdewn sabah birlikte gitmeye planladık. Ertesi sabah daha önce daha önce bir samimiyetimiz olmuşcasına ikinci sınıf olmasına rağmen benden daha heyecanlıydı. Yurdumuz kampüse yakın olduğu için kısa sürede vardık. Herkes cıvıl cıvıl adeta uçuyorlardı sevinçten. Saolsun Öykü yabancılık çekmeyin diye sınıfın kapısına kadar bıraktı. İçeri girdiğimde herkes kendi kabuğundaydı. Kimse kimseyle ilgilenmiyordu. Arka sıraya geçtim. Tek tek hocalarla tanıştık. Tanışma faslı beklediğimden daha eğlenceli geçti. O soğuk ortam yerini sıcaklığa, samimiyete bırakmıştı. Ders çıkışı hiç beklemediğim anda Öykü çıktı karşıma. Ben yorgunum yurda geçelim demeye kalmadan o yaptığı planı ardı arkasına anlattı. Aslında gitmek içimden gelmiyordu; ancak hayır da diyemedim o heyecanlı bakışlar karşısında. Kolumdan sürükleyerek çıkardı beni sınıftan ve hatta kampüsten. Önce vitrinleri gezdik. Sonra bir şeyler içmek için kafeye oturduk. Yemek yedik. Zaman su gibi geçmişti ve biz bunu farkında bile değildik. Doğrusunu söylemek gerekirse de halimizden çok memnunduk. Ancak Öykü de dikkatimi çeken ayrıca da kendisine hiç yakıştıramadığım davranışı sigarayı elinden hiç düşürmemesiyle. Bu gezi planlarını her gün sıkılmadan yorulmadan tekrarladık. Hatta Öykünün arkadaş grubuyla da tanıştım. Aslında hiç içime sinmeyen durumlar olsa da hayatın akışına bıraktım kendimi. Ama bazen onların sigara dumanları içinde boğuluyordum.

    Öykü ile aynı fakültede olduğumuzdan sınıftan kimseyle samimi olmuyordum. Hatta ortamlarına bir de girmiyorum diyebilirim. Aslında buna fırsatımda olmuyor. Yine de halimden memnunum, durumumdan şikayetçi değilim.

    Ne çabuk geçiyordu günler. Okullar açılalı nerdeyse iki hafta oluyordu. İki haftanın yorgunluğu olsa gerek. Bugün Öykü’yü beklemeden kendimi yurda attım. İstediğim tek şey uyumaktı. Daha sonra ısrarla çalan telefon sesi zerine böldüm tatlı uykumu. Arayan Öykü’ydü. Arkadaşının doğum günü partisi olduğunu ve verdiği adrese den kısa zamanda gelmemi istedi. Sanırım benim istediğimde biraz eğlenceydi. En sevdiğim kırmızı elbisemi giyip özenerek saçımı ve makyajımı yaptım. Aynaya baktığımda gerçekten çok hoş göründüğümü fark ettiğimde kendimden emin bir tavırla taksiye binip verilen adrese doğru yol aldım. İndiğim gibi Öykü beni karşıladı ve eve geldik nihayet. Gördüğüm her şey beklentimin çok çok altındaydı. Yer altında, karanlık ucube bir evde herkes çılgınca dans ediyordu. Boş bira şişeleri, sigara paketleri partinin olmazsa olmazıydı. Çok geçmeden Öykü ‘de o moda girdi. Sanki çıldırmış gibi dans ediyordu. Bedeninin her zerresi ayrı yere koşuyordu sanki. Dağınık saçları tüm yüzünü örtmüş, ayakları çıplak, bluzunun askıları kollarından aşağı inmiş, çığlıklar atarak, kontrolden çıkmış kollarını, bacaklarını oraya buraya savurarak garip bir dans sergiliyordu.

    Karşısında hiç görmediğim bir erkekle sarmaş dolaştı. Bense bir köşede pısmış bir şekilde etrafımı seyrediyorum. İçim bulanıyor, çok kötü hissediyorum kendimi. O an yanımda bir elinde bira şişesi bir elinde sigarası keş bir erkek belirdi. Bana bakışları bir acayipti ve hiç güven vermedi. Elindeki birayı uzattığında benimde nedenini bilmediğim, karşı da çıkmadığım bir hazla aldım. Dikiyorum kafama. Hiç bu kadar tatlı gelmemişti daha önce. Bir iki daha sonra sayamadığım kadar şişe devirdim. Adeta uçmuştum. Dünya umrumda değildi. Az önce yadırgayarak izlediğim Öykü’den hiç farkım kalmamıştı. Adını bile sormaya gereksinim duymadığım çocuk şişeye bir hap attı. Bunu bile umursamayarak elindeki sigarayı da çekip kendim tüttürmeye başladım. Beynimde uyuşma vardı. Vücudumda da sanki karıncalar geziyordu. Umrumda bile olmadan dans etmeye başladım. Aslında bu sergilediğim davranışların yanlış olduğunu bildiğim halde kendimde müdahale edesim gelmiyordu. Yaşadığım bu anın büyüsünü sürdürmek yetiyordu bana. Artık bedenimi taşıyacak mecalim yoktu. Ağzımdan dökülen tek sözcük yanımdaki adsız çocuğa “Beni yurda götürür müsün?”demek oldu. Gerisi…



    Sabah gözlerimi açtığımda hiç bilmediğim bir odada, hiç bilmediğim bir yatakta ve adını bile bilmediğim bir erkeğin koynunda buldum kendimi. Lanet ettim kendime. Bu olamazdı. Ben bunu yapmış olamazdım. Ölmek istedim; bundan sonra bu utançla yaşayamazdım. Artık annem ve babamın itina ile büyüttüğü, kıyamadığı biricik prensesleri Seher’i kirlenmişti. Hemen kendimi dışarı attım. Zamanı geri döndürebilsem keşke ve o anı hiç yaşamamış olsam… Tiksiniyorum kendimden. Ben kendimle boğuşurken telefon çaldı. Arayan annemdi. Açmamalıydım. Ne yüzle konuşacağım onlarla. Ya anlarlarsa diye gelgit yaşadım. Haykırmalı mıyım gerçekleri yoksa… Ne yapmalıyım Allah’ım bana yol göster. Defalarca aradı annem.; ama onlarla konuşacak yüzüm yoktu. Yurda gelir gelmez attım kendimi duşa. Kirlilikten arınmışcasına yıkadım kendimi. Ömür boyu yıkasam kendimi çıkmaz bu iğrenç gecenin lekesi…

    Duştan çıktığımda Öykü’yü gördüm karşımda. Gözlerinin altı mosmor olmuş, üstü başı leş gibi kokuyordu. Onu gördüğüm an ağlamaya başladım hıçkıra hıçkıra. O da umursamaz bir tavırla “Niye ağlıyorsun?”diye sordu. Olanı biteni anlattım daha doğrusu kustum yüzüne. Senin yüzünden, “Lanet olsun seninle tanıştığımız güne! Senden, kendimden, her şeyden iğreniyorum.”dediğimde; “Ne var sanki ne çıkar bir geceden, tecrübe kazandın fena mı!” dedi yüzünde sinsi bir ifadeyle. “Git!” diye haykırdım görmek istemiyordum onu.



    Ona her baktığımda o rezalet geceyi hatırlayacaktım. Bu da beni her gün biraz daha öldürecekti. Öykü: “Ben gidiyorum zaten, sevgilimin evine yerleşeceğim boğuyorsun beni artık.”dedi ve kapıyı çekip çıktı. Bense ardından bakakaldım. İstediğim tek şey uyumak ve bir daha hiç uyanmamak. Ama başaramadım. Uyuyamıyorum, onu bile beceremiyorum artık. Birden seslerle irkildim. Odaya diğer oda arkadaşlarım girdi. Gülüşüp, sohbet ediyorlardı. Ne kadar da mutlu geliyordu sesleri. Bu seslerden iyice rahatsız olmaya başladım. Kahkaha duymak dayanılmaz bir eziyetti benim için. Kalktım hemen. Halimi gördüklerinde şaşkınca baktılar yüzüme. Bakışlardan rahatsız olup hiçbir açıklama yapmadan, attım kendimi dışarı.

    Gecenin karanlığına bıraktım ve ilk bulduğum bara attım kendimi. İstediğim tek şey olanları unutmaktı ve bunun tek yolu içmekti. İçtim içtim içtim … Hatta bununla da yetinmedim yan masadaki tozları alıp çektim. Beynim yine uyuşmuştu. Adımı sorsalar söyleyecek halim yoktu. Bedenim sanki binlerce ton ağırlık taşıyordu. Karıncalanmalar tüm bedenimi sarmıştı ve ölesiye kaşıntı… Çıktım bardan. Sanki almıştım alacağımı. Kendimi İstanbul’un karanlık sokaklarına bıraktım kendimi. Sanki boşluğa yürüyordum. Gözümün önü kararmıştı derken bir korna sesi ve…

    Gözümü hastane odasında açtım. Annem ve babam başucumda çaresizce bana bakıyorlardı. Onların sıcaklığını öyle özlemişim ki… Tutamadım gözyaşlarımı süzülüverdiler gözlerimden. Hangi birini anlatacaktım ki onlara. Bir adamın koynunda kendimi bulduğumu mu; yoksa eroinmen olduğumu, içki içen bir keş haline geldiğimi mi? Bunları duysalar yürekleri dayanır mı? Öylece baktılar bana içimi okurcasına. O an dudaklarımdan dökülen tek kelime: “Anne bana sarılır mısın?” oldu. Annem tüm sıcaklığı ile sımsıkı sarıldı bana. Ağladık sarılarak bir süre. Sonra gözlerimin içine bakarak: “ Kızım, prensesim neden olanları bize anlatmadın? Nasıl saplantın bu batağa? Nerde yanlış yaptık kızım!” “ Bilmiyorum anne, sadece sarıl bana.”diyebildim. Aslında içimden çok şey söylemek geliyordu; ancak söyleyemedim. Sadece kendimi güvende hissetmek istiyordum. Babamı da ilk defa bana böyle bakarken gördüm. Gözlerinde acıma yoktu nefret vardı sanki. Neden bunlardan şikayetçiyim ki olanlara sebep ben değil miyim? Keşke babamın bu keskin bakışlarını göreceğime ölseydim daha iyiydi. Neden kurtuldum neden?

    Annem buruktu; ama yine de o halinde bile bana teselli vermeye çalışıyordu. Babam uzun bir sessizliğin ardından: “Bedenini saran o iğrenç maddeden kurtulman için tedavi olman gerekiyor. Buradan taburcu olduktan sonra ilk işin tedavi görmen olacak.”dedi. Babamın sert çıkışından sonra daha da ezildim ve kafamı salladım. Eroinin bana verdiği en büyük darbe ise okulu dondurmam gerektiği gerçeği oldu.

    ….



    Tedaviye başlayalı yaklaşık üç ay oldu. Hem vücudumu kirleten maddeden arınmak hem de yaşadığım acı günleri unutmak için psikolojik yardım alıyorum. Ailem benim en büyük destekçim. Geçici bir süreliğine beni yalnız bırakmamak için İstanbul’a yerleştiler. Eroin hem vücuduma fazla nüfus etmediği için hem de ailemin bana verdiği destek ve moralle oluşan vücut direncimin sayesinde kısa sürede pisliği vücudumdan attım. Ancak tedavim devam ediyordu.

    Ailemden sonra psikoloğum Bora Bey en büyük destekçim oldu. Yaşadığım zor günleri az da olsa anlatmam da onun desteği ve ilgisi yadsınamaz bir gerçekti. Seans dışında da görüşüyorduk Bora ile. Onunla olmak, konuşmak kendimi güvende hissetmeme yetiyordu. Yine bir seans sonrası Bora: “ Seher artık benim yardımıma ihtiyacım yok, sen çok güçlü, akıllı, sabırlı bir kızsın. O zor günlerin üstesinden beraber geldik. Şimdi hak ettiğin başladığın yerdesin.”dedi. beklediğim sözler bunlardı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Neredeyse üzülecektim tedavinin bittiğine. Duygularımı ona belli etmeden: “İyi ki yanımda idin, iyi ki tanıdım seni. Benim en büyük şansım sendin.”dedim ve Bora’da sadece güldü. Vedalaşarak ayrıldım yanından. Niye bu kadar hüzünlendim tedavimin bitmesine. Bunu istemiyor muydum? Bütün sorularım cevapsız kalıyor beynimde. Tarif edemediğim bu duygu aşktı galiba.

    Eve geldiğimde annem ve babamın aylarca beklediği anı yaşattım onlara. Babam: “Kızım,çok acı günler yaşadık,çok hırpalandık.Karşılıklı hatalar yaptık;ancak ne mutlu bize ki telafisi olmayan yollara sapmadık. En az hasarla çıktık bu bataktan.”dedi. Annem de babamı onayladı; fakat bir ayrıntıyı atladığını belirtti. Bize dönerek: “Bugüne en az bizim kadar desteği olan Bora Beyi akşam yemeğine davet edelim. Ara kızım doktorunu.”dedi annem. Mutluluğuma mutluluk kattı. Odama gittim hemen. Heyecandan söyleyeceklerimi unutmamak için kafamda tasarladım. Aradığımda açmadı telefonu düş kırıklığına uğradım. Aklıma binbir soru takıldı. “Bilerek mi açmıyor?” diye düşündüm ve kendi kendime tiriplere girdim. Beş dakika sonra telefonum çaldı. Arayan Bora idi. Bende telefon başında onu beklediğimi anlamasın diye birkaç saniye geç açtım. Sesini duyduğumda midemde kelebekler uçuştu adeta. Uzatmadan akşam yemeğine bize davetli olduğunu söyledim. Biran bile duraksamadan kabul etti. O an daha da heyecanlandım. Ne giyecektim,saçımı nasıl yapacaktım? Çok güzel olmalıydım. Hemen kalkıp hazırlıklara başladım. Beyaz bir balon elbise giydim, belime kadar uzanan saçlarımı serbest bıraktım. Hafif bir makyajla gece için hazır hale geldim. “Acaba abartılı mı oldum? Ya beğenmezse, ya aksilik olup gelmezse” gibi kötü hislere kapılıverdim. Aşağıya hazırlıkların son aşamasına bakmak için annemlerin yanına uğradım. Annem her zamanki gibi döktürmüş, görkemli bir masa kurmuş. Her şey mükemmel, eksik olan tek şey Bora idi.

    Annem bu şıklığımın nedenini neye borçlu olduğunu ısrarla sormaya başladı anlamışçasına. Sorular karşısında kızarıp bozarırken zil çaldı. Koşar adımlarla açtım kapıyı. Büyülenmiştim onu görünce. Göz ucuyla incelemekten alamıyordum kendimi. İnce uzun boyu, nefti yeşil usta bir terzinin elinden çıktığını haykıran takım elbisesiyle son derece yakışıklı olmuş. Ben bir an kendimden geçmişken Bora: “beni içeri davet etmeyecek misin güzel bayan?” der demez kendime geldim ve içeri buyur ettim. Hep beraber masaya oturduk. Babamla Bora’nın yakınlığı beni çok mutlu ediyorduk. Bense hiç söze karışmadan masanın bir kenarında oturmuş Bora’yı hayranlıkla seyrediyorum. Her göz göze geldiğimizde ise utanıp kızarıyorum. Bora’nın hal ve tavırları gayet kendinden emindi. Mutlu aile tablosu gibi duruyorduk. Kabul etmeliyim ki bana yakın durma çabaları hoşuma gidiyor. Ayağımın yerden kesilmesinden de etkilenmiştim. Körpecik yüreğimde bahar tomurcukları açtırmayı başarmıştı Bora. Aşık olmanın bir yatkınlık hatta yetenek gerektirdiğine ve nedense, bu yeteneğin bende bulunduğuna inanıyorum şuan. Gece boyunca duygularımın esiri oldum. Bizimkilerle de çok iyi kaynaşmıştı Bora. Sanki onu daha önceden tanıyor gibiyiz. Fakat hiç istemediğim o an gelmişti gitme vakti… Bora kalkmak için annemlerden izin istedi ve her şey için teşekkür etti, gitti. O gider gitmez odama kabuğuma çekilmeyi yeğledim. Bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Gözümü kapattığımda gülünce kömür karası gözlerinde bin bir kıvılcım çakan; sevecen, güzel yüzlü, güzel sözlü Bora… Her aklıma düştüğünde hislerimi anlatan şu dizeler dökülüyor:

    Yüreğim seni çok sevdi

    O yürek talan,

    O yürek yangın yeri,

    O yürek seni istiyor;

    Bir tek seni…

    Ertesi gün telefon sesiyle uyandım. Uykumun en tatlı yerinden bölen bu sese kulak asmayacaktım; fakat ısrarlı çalışı beni telefonu açmaya mecbur bıraktı. “Alo” dedim sert bir tavırla kimin aradığına bakmadan. “Uykunu böldüm sanırım kusura bakma Seher” bu ses Bora’nın idi. Az önce söylendiğim halden sıyrılarak o sırılsıklam aşık Seher olarak cevap verdim. Sert ifademi geri alarak: “Önemli değil, günaydın” diye karşılık verdim. “Eğer bu akşam işin yoksa bana akşam yemeğinde eşlik eder misin? Diye soracaktım.”dedi. Yüreğim çoktan ayaklanmış yollara düşmeye hazır. Bu çocuksu heyecanımı bir kenara atarak:”Tabi, neden olmasın;fakat aileme sormam gerekli.”diye mütevazi bir yanıt verdim. O ise ailemden izin aldığını belirtti. Bende seve seve kabul ettim ve akşam 19.00 da beni almak üzere eve gelmesini söyledim. Yataktan fırladığım gibi hazırlanmaya koyuldum. İçimdeki heyecan, mutluluk tarif edilemez. Akşama itina ile hazırlandım. Aynaya baktığımda gece için kusursuz olduğumu, adeta göz kamaştırdığımı fark ettim.Bu görünüm bana daha çok güven verdi. Dünyada böyle bir hazzın olduğunu bilemezdim.

    Beklediğim an gelmişti. Kapı çaldı ve gelen bora idi. Ailemle selamlaştı ve beraber çıktık kapıdan. Çok hoş göründüğümü dile getirdi, bu benim ayaklarımı yerden kesecek sözcüklerdendi. Bebek’te denize karşı şık bir restoran. Arabayı otoparka bırakıp içeri girdik. Geniş salonun iki yanı camekanla çevrili sol köşesinde, ayakta dikilmiş garsonlar bizimle oturacağımız yere kadar eşlik ettiler. Beyaz saten örtüler giydirilip, pembe fiyonklarla süslenmiş sandalyelere oturmama eşlik etti Bora. Özenle hazırlanmış görkemli bir masa düzeni, önümüzde boğazın denizi kucaklayan gece yüzü. Muhteşem bir manzara! Sevdim bu ortamı. Gümüş şamdanların konuk ettiği mumların ışıkları yüzümüzde canlanıyor. Salonun üzerine dalga dalga yayılan klasik müzik sesinin yarattığı dinginliğe bırakıveriyorum kendimi. Böyle etkileyici bir ortam, bir de Bora. Daha ne isterim ki? Birbirimize dakikalarca öylece baktık. Suskunluğu Bora bozdu. “Nasıl olduğunu bende bilmiyorum. Kafamın içindeki bilinmezler pıtır pıtır dökülecek dilimden. Belki yeri ve zamanı değil ama,sana olan duygularımı artık saklayacak değilim.Artık hiç saklamayalım bağıra bağıra seni seviyorum diyelim o düşler kadar güzel sevgimize.” Şey ben.. diyebildim saçmalayarak. Sonunda kendimi toparlayarak “Ben de seni seviyorum hatta aşığım.”dedim. İki aptal aşık gibi sarıldık birbirimize ve müziğin eşliğinde dans etmeye başladık. O ışıl ışıl gözleri güldüğünde dudağını kenarında beliriveren o şirin gamze gözüme çarptı. Hayatımda geçirdiğim en güzel geceydi. Onun kollarında kuş misali hafiflemiştim sanki. Hayallerimin gerçeklerle kesiştiği çizgideyim. Bora’nın kulağına aşk ateşinin vermiş olduğu şevkle: “ Yüreğim seni çok sevdi.”diye fısıldadım. Kendimizi dansa öyle bir kaptırmıştık ki saatin geç olduğunun farkına bile varmadık.

    İki sevgili olarak ayrıldık restorandan. Yol boyunca birbirimize aşkla baktık. Hiç ayrılmak istemiyorduk birbirimizden fakat yarın görüşeceğimizin heyecanı sarmıştı şimdiden. Beni eve bıraktı ve ayrıldık istemeyerek de olsa. Ailem bu durumdan hoşnuttu. Hissediyorlardı böyle bir aşkın doğacağını ve hiç de şikayetçi değiller bu durumdan. Sadece bana itiraf etmiyorlar. Her şey çok güzel gidiyor. Umarım bu büyü hiç bozulmaz.

    …..



    Bora’yla aşkımız her geçen gün alevleniyordu. O benim hem ailem, hem sevdiğim hem de hayatımın merkeziydi. Günlerimiz onunla yaptığımız kısa gezi planlarıyla geçiyordu. Çocuklar gibi eğleniyor, dolu dolu geçiriyorduk her anımızı. Bu liseli aşık tavırlarımı bir kenara bırakıp işin resmileşmesini istedi Bora. Duygularımı tercüme etmişti sanki. Ben de bu durumdan rahatsızdım; ama dile getiremiyordum. Yanlış anlamasından korkuyordum sanırım. Aynı zamanda onunla aynı şeyleri düşündüğümüz için bir kez daha anladım onu çok sevdiğimi. Hemen boynuna sarıldım ve en kısa zamanda ailemin karşısına çıkmamız gerektiğini söyledim. O da: “Hiç vakit kaybetmeyelim. Bugün çıkalım karşılarına. Biz birbirimizi seviyoruz. Bizi anlayışla karşılayacaklarına eminim.”dedi. O an içimde yeşeren umut filizlerinden aldığım güçle, mutlu bir dönemin eşiğinde olduğumu düşündüm.

    Birbirimize verdiğimiz sonsuz güvenle biricik ailemin karşısına çıkmak üzere koyulduk yola. Birbirimize belli etmesek de gözlerimizde hem korkunun hem de heyecanın olduğu gün gibi aşikar. Yol hiç bu kadar uzun sürmemişti sanki. Bu heyecanımızı telaşımızı hafifletmek için olsa gerek radyoyu açtım. Bora’yla ilk dans ettiğimiz, birbirimize aşkımızı ilan ettiğimiz şarkıydı. Evet oydu. Bu şarkıyı duyduğumda kendimi daha güçlü hissettim. Aşkımın arkasında durmamı ve bize sahip çıkmam gerektiğini bir kez daha anladım. Nerede olduğumu, içinde bulunduğum zamanı unutmuştum. Yeni keşfettiğim, bambaşka bir dünyanın kapıları açılmıştı sanki. Kapanan sayfaları yeniden aralamayı Bora’yla başarmıştım. Tanrı benim yanımda eminim arık bundan! Aldığının yerine yenisini veriyor. Siyahla beyaz arasındaki seçimimi beyazdan yana yapmamı, bu uğurda direnmemi, olumsuzluklara meydan okumamı istiyor. Avucumun içinde tutup okşuyorum onu elini. Yumuşacık, ipeksi tenine yakan sıcaklıkla büyüleniyorum. Kokusunu içime çekiyorum, başım dönüyor. Bana ait, benden bir parça o! Renk renk, çeşit çeşit güller açacak yaşantıma, inanıyorum… Her birinde ayrı ayrı hazlar bulacağım, dikenlerine değmemeye özen göstererek kucaklayacağım onları. Gökkuşağını renklerini davet ediyorum yaşamıma. Yeryüzünde var olan ve var olabilecek tüm renklere açıyorum yüreğimi.

    Bir an için daldım hayallerden sıyrılıp gerçek hayata dönmem gerektiğini ve böylesi yoğun duygularımı aileme de açmam gerektiğini fark ettim. Sonunda vardık eve. Birbirimizin gözünün içine baktık uzunca bir süre. Daha sonra alnıma bir öpücük kondurup: “Her şey dilediğimiz gibi olacak Meleğim, inanıyorum buna.”dedi ve ateş gibi yanan ellerini ellerimle birleştirdi. Böylelikle kendime ve aşkımıza güvenim daha da arttı. Zili çaldık. Kapıyı açan annemdi. Bizi gördüğünde hiç tepki vermedi ilk önce ne olumlu ne de olumsuz. Bir an için korku patladı içimde. Ya istemezlerse, kabullenmezlerse demeye kalmadan annemin küçük bir tebessümü bir an yitirdiğim umutlarımın tekrar yeşermesine neden oldu. Kapıda yaşadığımız bu donuk hallerimizden sonra içeri girdik. Babam ayağa kalktı ve yanımıza doğru geldi asık bir suratla. Bora ile birbirimize baktık, elimi sıkı sıkı tuttu. Korktum ne yalan söyleyim. Babam yanımıza yaklaştıkça kötü şeyler olacak hissine kapıldım; ancak yine yanıldım. Babam ikimize de sarıldı. “Naparsanız yapın arkanızdayım, umarım ömür boyu mutlu olursunuz. Sen de benim bir evladımsın artık Bora. Kızım sana emanet. Gözüm arkada kalmayacak biliyorum, birbirinize sahip çıkın.”dedi. O keskin yüzde eski bölük pörçük ürküntü kırıntılarımı ezip geçen gerçek korkuyu attım ben. Mutluyum, ailemde bu durumdan memnun, umarım bu büyü hiç bozulmaz.





    Ertesi gün Bora’yla nişan alışverişine çıktık. Sözleştiğimiz saatte Ak merkezin önünde buluşacağız. Onu karşımda gördüğümde al al oldum, mutluluktan uçuşuyorum. Aynı heyecanı Bora’nın gözlerinde de görebiliyorum. İlk olarak Bora’nın kıyafetiyle başlıyoruz alışverişimize. Birçok mağaza gezdik; fakat içimize sinen bir şey bulamadık. En sonunda siyah şık bir smokin alıyoruz. Bora’nın gözünde yaramaz, çocuksu bir sevinç oluşuyor. Evlerinde kaçmış, gizlice evlenecek yeni yetme gençlere benzetiyoruz kendimizi. Sırada benim kıyafetim var. Bora gibi kararsızlık yaşamıyorum kıyafet konusunda. İlk girdiğim yerdeki beyaz bir şifon elbise aldım. Ayrıca zarif bir gece ayakkabısı ve çanta aldım. Bora bir an duraksıyor: “ Neden beyazı seçtin?”diyor. “Haklısın. Nişan elbisesi dediğin pembe, mavi, kırmızı olur; öyle değil mi? Beyaz gelinlik rengi.” Uzaklara daldı gözleri. Dudaklarında anlama veremediğim bir titreme… “Gelinlik giyebileceğimin bir garantisi var mı? Olmuşken beyaz olsun.”dedim ben de . “Deli misin sen! Ne biçim konuşuyorsun böyle? Tamam, beyazsa beyaz hem nişanında hem düğününde çifte gelinlik giymiş olursun!”diye haykırdı yüzüme kızarak. Buruk bir gülüşle bakıyorum yüzüne. Umarım diye fısıldıyorum usulca. Biz bu konuşmalara yoğunlaşıp dış dünyayla bağlantıları kesmişken Seher sesiyle irkiliyorum. Arka baktım ve Öykü’nün sinsi bakışlarıyla karşılaştım. Şok oldum. Ne yapacağımı bilemedim. O an ordan yok olmak ve o an ki duyduğum acizlikten kurtulmak istedim. Aşağılık ve alaylı tavrıyla ve arsız gülüşüyle: “ Seher’cim beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?”dedi. Uyuşmuştum adeta. Ben yanıt vermeye kalmadan Bora kendini tanıttı ve akşamki nişanımıza davet etti. Bora farkında olmadan belki de buz gibi kapkara bir tahtaya çiviledi geceliğimizi. “Tabi, seve seve gelirim. Vaktinde orada olacağımdan emin olabilirsiniz. Çok sevdiğim arkadaşımın bu gününde yalnız bırakır mıyım hiç?”dedi ve uzaklaştı yanımızdan. Arkasından öylece bakakaldım. Elimden hiçbir şey gelmedi, izledim sadece. Bu tavrımı anlayan Bora: “ Hayatım iyi misin? Yoruldun hadi gidip hazırlanalım bu gece bizim gecemiz.”dedi. Küçük bir tebessüm atarak onay verircesine başımı salladım.

    Beni eve bıraktı hazırlanmam için. İçimde bir huzursuzluk, kötü şeyler olacaktı biliyorum, hissediyorum bunu. Bu, bir sonun başlangıcıydı belki de. Bu büyü bozulmamalıydı. İğnenin ucu kadar küçülmüştü göz bebeklerim. Hayır kendimi bırakmamalıydım, akşama çok güzele olmalıydım. Evet Bora haklı. Bu gece bizim gecemiz ve ben en sahta gülümsememle orda olacağım.

    Kar beyazı nişan giysimle, omuzlarıma bıraktığım dalga dalga saçlarımı ve yaptığım makyajla masum bir peri kızına benzetti canım annem ve babam. Ailemde mutlu, ikisinin de ateş gibi yanıyor gözleri. Onların sevincini, coşkusunu tüm yüreğimle paylaşıyorum. Sarılıyoruz birbirimize ve Bora salona gitmek üzere alıyor bizi evden. Prensim çok yakışıklı olmuş adeta gözlerimi kamaştırdı.

    Arabayı süslemiş ön tarafın üzerinde çiçekler, sağ dikiz aynasına bağlanmış, enli kurdele… Nişan için abartılı bulsam da, gösterdiği özen hoşuma gitti.

    Gecenin en anlamlı anına geldik. Salonda onlarca insanın karşısına çıktık. Herkesin gözü bizdeydi. Ben ve Bora kendimizden emin bir tavırla dans etmeye başladık şarkımızda. Büyülendim yine bu müzikle. Ancak Bora’nın gözlerindeki hüzün benimde içimi acıttı. Tek bir bayrak gibi kendi başına buradaydı. Dik duruşuyla belli etmese de ailesizliğinin vermiş olduğu hüzün vardı gözlerinde. Ve bu beni derinden etkiledi.

    Babam, beyaz dantel örtülü küçük bir tepsiyle, içinde yüzüklerin bulunduğu kadife kutuyu getirdi. Ağır devinimlerle kutuyu açtı babam. Yüzüklerin birini bana diğerini de Bora’nın zarif parmağına taktı. En mutlu olduğum an…Garson eşliğinde, tekerlikle servis abrasıyla nişan pastamız getirildi. Cimriler tek katlı pastanın üzerinde iç içe geçmiş iki yüzük ve iki kalp; sol tarafında S,B harfleri… Tam pastayı el ele keserken mutluluğumuzu siyah bir bulut kapladı. Karşımda Öykü ve ismini bile bilmediğim kendimi koynunda bulduğum o adam. İnanamıyorum. Her şey bitti. Öykü, acımasız çarmıhında gerdi beni. Bunu yapmamalıydı. Geldiğim noktadan geri dönmek zorundayım artık. Öykü boş bulup maskesini araladığı an, gerçek kimliğimi patır patır dökmeden kaçıp gitmeliyim bu ortamdan. Bora yanımda şaşkın şaşkın: “ Kim bunlar Seher, neler oluyor anlat bana?”demeğe kalmadan o aşağılık adam yanımıza gelerek: “Bana yaşattığın o gece unutulmazdı Seher.” İnanamıyordum Allah’ım ne yapacaktım şimdi ben. Bora adamı yumruklarken salondan da çığlık sesleri koparken kaçıp gittim oradan. Koşuyordum nereye gittiğimi bilmeden. Arkamdan gelen seslere kulak asmıyorum bile. Yaşayamam bu rezaletten sonra. Nasıl da bakarım Bora’nın yüzüne. Saf ve temiz aşkımız kirlendi.

    Koştum koştum koştum… Nereye gittiğimi bilmeden öylesine koştum. Bora arkamdan bağırsa da ona bakacak yüzüm olmadığından dönüp arka bile bakmadım.



    Kulağıma gelen korna sesleri ve insan kalabalığı umrumda bile olmadan yaşamımı son verecek yere gelmiştim. Evet kendimi boğazın soğuk sularına bırakacağım. Başladığım yerdeyim şimdi. Yüreğimde Bora’nın aşkı, aklımda ailem olsa da bunu yapmak zorundayım. Son kez ardıma baktım ve Bora’nın çığlık sesiyle irkildim. Beni ikna etmeye çalıştı. “Aşkım beni bırakma. Seni her halinle kabullendim ben. Sensiz yaşayamam, sensiz yarım kalırım. Beni bu karanlık girdaba sokma. Hadi tut elimi şimdi, kaldığımızın yerden devam edelim. Seni seviyorum.” “Ben seni hak etmiyorum Bora. Sen benden daha iyilerine layıksın. Ama şunu bil ki hayatımda sadece seni sevdim. Kendine yeni bir hayat kur ve beni unut.ancak seni sevdiğimi de hiçbir zaman unutma.”dedim ve bir süre baktım suratına. Korku ve endişeli hali ve Bora… Son kez baktım gözlerine. Son bakışı yadigar kalsın diye.

    Bora elini uzatarak: “Hadi tut elimden, gidelim artık. Aileni ve beni üzme artık.”dedi. hıçkıra hıçkıra ağlayışımız tüm İstanbul’a yankılanıyordu sanki.

    Ben: “ Hoşça kal aşkım. Dansımız bitti. Sonsuza dek susturuyorum orkestrayı.”dedim. arkamdan son kez duyduğum çığlık…

    Ve

    ……

      Similar topics

      -

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 9:09 am