Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    Anı - Hemşire Bey Bakar Mısınız?

    avatar
    1001060049


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 23/12/10

    Anı - Hemşire Bey Bakar Mısınız? Empty Anı - Hemşire Bey Bakar Mısınız?

    Mesaj  1001060049 Cuma Ara. 24, 2010 4:11 pm







    Bölüm 1: Hemşire Bey


    Üniversitedeki ilk senemin 2. dönemiydi. İlk dönem staj olmadığı için rahattım ve hiçbir dersim bütünlemeye kalmamıştı. 2. dönem başladıktan 2 hafta sonra stajlar başladı. Stajlar başlayana kadar her şey çok güzel gidiyordu fakat bu başlangıç benim için bazı şeylerin sonu olacaktı.
    Staj yaptığım günlerden biriydi. Staj henüz bitmişti ve biter bitmez yurda gitmiştim. Stajın verdiği yorgunlukla stajdan gelir gelmez kendimi yatağa attım. Açtım ve çok yorgundum, o kadar yorgundum ki 9 katlı olan yarı özel KYK yurdunda 7. katta kalıyordum ve 1. katta olan yemekhaneye inmek için takatim kalmamıştı. Gene aç bir şekilde yatağımda uzanıyordum biraz dinlendikten sonra aşağı inip yemek yemeyi planlarken uyuyakalmıştım.
    Yorgunluğumun uykusuzluk ve baskıdan kaynaklanıyordu. Baskıyı yapan ve bizi yoran asıl kişiler hocalar ve asistanlarıydı. Hocaların çoğu bayandı ve karşı cinsin hemşirelik mesleğine katılmalarına alışamamışlardı ve bunu hazmedemiyorlardı açıkçası. Bu feminist insanların hazımsızlıklarının sebebi ise zaten dar olan bayan çalışma alanını, erkeklerin biraz daha daraltmasıydı.( Tabi bu çok ayrı bir konu. )
    Bundan dolayı hocalarımız staj kurallarını olduğundan daha fala katılaştırıp klinikte sadece hastayla ilgilenmemizi , hemşire odasında ve kliniğin tam ortasındaki, doktorların bulunduğu deskte gerekli olduğu halde oturmamamızı, staja sabah 8.00’ dan bir dakika bile geç gelmememizi , kesinlikle sinek kaydı traşla ve herhangi bir takı takmadan gelmemizi emir ediyorlardı. Aksini yapacağımız durumda sınavlarda hatırı sayılır bir puan kırılmasıyla karşılaşacağımızın bizim için sürpriz olmayacağını söyleyerek tehditlerini de eksik etmiyorlardı.
    Stajları 19 Mayıs Tıp Fakültesinde yapıyorduk. Kaldığım yurt merkezdeydi ve tıp fakültesine oldukça uzaktı ,bu yüzden erkenden uyanmak zorundaydım. Traş olup üniformamı ütülemek kahvaltıya eklenince çok fazla zaman kaybı yaşıyordum. Bütün uykusuzluğa rağmen bunları yaptıktan sonra hastanenin o kasvetli ortamına girip , hocamın geç kaldığım 2,5 dakikayı not alması ve bunu yüzüme vurması beni hem meslekten soğutuyor hem de oldukça zoruma gidiyordu.
    Haftada 2 gün staja çıkıyorduk, o 2 gün bütün haftayı yorgun geçirmemize yetiyordu. 8 saat boyunca ayakta beklemek bana zor geliyordu. Sevmediğim ve bir türlü alışamadığım bir ortamda durmak, mesleği sevmemden daha çok nefret ettiriyordu.
    Arkadaşlar arasında sürekli olarak bu işin çok zor olduğunu, hocaların bize biraz daha hoşgörülü olması gerektiğini dile getiriyorduk. 2. dönemin ortalarıydı. Okul arkadaşlarımdan Coşkun, Mikail ve Mehmet ile aynı odada kalıyorduk. Mehmet hariç 3’ümüz aynı sınıftaydık. Mehmet ise o zamanlar 2. sınıftaydı. Bir gece muhabbet ederken söz stajlardan açıldı. Ne kadar inanmayarak söylesem de böyle giderse okulu ya uzatacağımı ya da bırakmak zorunda kalacağımı söyledim. Hemşireliğe 4. senesinde yerleşen Coşkun bana bırakamazsın gibisinden tepkiler verdi, zaten her fikrime muhalefet olmaktan ve okuldan geldikten sonra ranzasına çıkarak sırt üstü yatmaktan başka pek bir şey yaptığı söylenemezdi. Mehmet ve Mikail ise sınava ilk girişimde kazandığımı, yaşımın genç olduğunu eğer denersem daha iyi yereler kazanabileceğimi söylemişlerdi. Coşkun benden 4 yaş büyüktü, Mehmet ve Mikail ile aramızda 3 yaş vardı.
    Aklımda okulu bırakmak vardı fakat hedefim bulunduğum koşulların dışındaydı. Ben bir sayısalcıydım hedefim ise eşit ağırlık alanındaki Rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümüydü. Bu yüzden okulu bırakma fikrine pek inanmıyordum. Ayrıca bu fikre ailemin ve çevremin vereceği tepkinin pek olumlu olacağını düşünmüyordum. Bundan dolayı bu fikri askıya almıştım ve zorlada olsa okulu bitirmeyi kabullenmiştim.












































    Bölüm 2: Okul Bitiyor…


    Hemşirelikteyken sürekli beraber olduğum , sohbet ettiğim , etkinliklere katıldığım yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen birkaç arkadaşım vardı. 6-7 kişilik bir arkadaş grubuyduk. Eren , Kazım , Ufuk , Mücahit , Yunus , Abdulkadir ve ben. Bir akşam dersten çıktıktan sonra acıkmıştık ve dönerciye gitmiştik. Yemeklerimizi yedikten sonra gelecek hakkında hep beraber konuşmaya başladık. Yunus aramızdaki en yaşlı ve olgun kişiydi. OMÜ Hemşirelik geldiği 3. üniversiteydi. Lafı ortaya atıp:
    - Abi gitmiyor böyle staj ayrı bir dert, hocalar ayrı bir dert. Okulu bitirdik diyelim, ömrümüzün sonuna kadar bu işi yapacağız herhalde. Valla dayanabilir miyim bilmiyorum.
    Kazım:
    - Alışırız herhalde Murat. Dedi. Ben de:
    - Bir fikri olan yok mu. Hemşirelikten mezun olduktan sonra başka bir iş yapamaz mıyız?
    Yunus:
    - Ben bir şeyler düşündüm ama ne kadar olur, yapabilir miyiz bilmiyorum.
    Seslerimiz birbirine karışarak Yunus’a fikrinin ne olduğunu sorduk hep beraber.
    Yunus:
    - Beyler medikal işini biraz düşündüm , büyük bir kısmı sermayeye bakan bir iş. Biz de sürekli bu işin içinde olacağımız için bu iş hakkında bilgi birikimimiz olacaktır.
    Eğer okulu bitirdikten sonra sermayelerimizi birleştirirsek bu işe atılabiliriz. Dedi.
    Birkaç örnek vermişti, hasta bakıcısı olan birinin bu işe girip kısa zamanda köşeyi düğünü söylediğini hatırlıyorum. Fikir hepimizin kafasına yatmıştı. Eğer böyle bir şey yaparsak ve işte ilerlersek hemşireliği bırakabileceğimi düşünmüştüm.
    Bu fikirle kendimi avutuyordum ve okulun bitmesini iple çekiyordum. İlk senenin 2. dönemi de öyle böyle bitmişti. 3 dersten bütünlemeye kalmıştım. Dersler ve hocaları sevmediğim, meslekten tiksindiğim için 2. dönemde başarısız olmuştum. Yaz tatilimin ilk ayı boş bir yurtta bütünleme sınavlarına hazırlanmakla geçti. Yurtta sadece birkaç kişi kalmıştı. Odada ise bana bir yıl gibi gelen bir ayı küs olarak geçirdiğim Coşkunla beraber kalmıştık.
    Okulumun uzamaması için 16 kredilik, staj dersi olan hemşirelik esaslarını vermeliydim. İyi çalışmıştım sınava, bütünleme sınavından 97 alarak geçtiğimi hatırlıyorum. Fakat diğer 2 dersin bütünleme sınavlarına bile girmeden memlekete kaçtım.
    Memlekete giderken otogarda orta boylu, esmer, balık etli, siyah saçlı Cansu adında biriyle tanıştım. Otobüse eşyalarını yerleştirirken görmüştüm onu. Ben de eşyalarımı yerleştirdikten sonra bineceğim otobüsün önündeki 3 sandalyeli banklardan birine oturdum. Sigaramı yaktım. Otobüsün kalkmasını beklerken ardımdan gelen bir bayan sesi bana:
    - Pardon bakar mısınız? Çakmağınızı kullanabilir miyim. Dedi
    Ben de:
    - Tabi buyurun. Deyip Cansu’ya sigarasını yakmak için çakmağımı verdim.
    Sigarasını yaktıktan sonra bir süre ona baktım ve:
    - Öğrenci misiniz? Diye sordum.
    - Evet, siz?
    - Ben de öğrenciyim, hangi bölümü okuyorsunuz? Dedim.
    - Tarih. Dedi.
    - Kaçıncı seneniz? Diye sordum.
    - 1. senem bitti işte 2’ ye geçtik. Dedi.
    Lafı uzattıkça uzatmaya çalışıyordum. Cansu hoşuma gitmişti ve yolculuğun sıkıcı geçmemesi için hoşuma giden bir bayanla yolculuk etmek yeterli olabilirdi.
    - Sen hangi bölümü okuyorsun? Diye sordu
    - Ben de hemşirelik okuyorum 2. sınıfa geçtim. Dedim ve gülüştük.
    Laf lafı açtı. Nereye gittiğimizi, nereli olduğumuzu konuştuk. Cansu Tokatlıydı. Tokat’a gidecekti. Koltuk numarasını sordum. Yanlış hatırlamıyorsam 5 numaralı koltukta oturuyordu, benim ki ise 14 numaraydı. Aramızda bir sıra fark vardı ve o koltuklarda da çocuklu bir çift vardı. Çocuk gülüyordu ve etrafına neşe saçan hareketler ve konuşmalar yapıyordu. Cansu çocuğu merak edip döndü ve arkasına baktı. Çocuk benimde ilgimi çekmişti ben de ona bakıyordum. Bir an Cansu’yla göz göze geldik. Cansu bana gülümseyerek ‘‘ Yanıma gel Murat , beraber oturalım. ’’ dedi.
    Cansu cana yakın bir insandı. Çabuk kaynaşmıştık. Sohbet ederek , müzik dinleyerek zaman geçiriyorduk. Müzik dinlerken kafasını omzuma yaslayarak uykuya dalmıştı. Onu izledim uzun uzun. İlk defa birisi omzuma kafasını yaslayarak uyuya kalmıştı. Çok hoşuma gitmişti , heyecanlanmıştım. Uyuması fazla uzun sürmemişti. Otobüs durduğu anda uyanmıştı o uyandıktan sonra da konuşacak bir şeyler bulmuştuk. Zaman çok hızlı geçmişti onunla beraber iken. Tokat’a gelmiştik. Cansu’nun inmesi gerekiyordu. O inerken heyecandan telefon numarasını sormayı unutmuştum. Bu da otobüs Tokat’ı geçtikten sonra aklıma gelmişti. Pişman olmuştum istemediğime. Ama soyadını öğrenmiştim , Siirt’e vardıktan sonra ilk işim onu Facebook’tan aramak oldu. Buldum mesaj attım , ve arkadaş olarak ekledim. Onunla iletişime devam etmek istediğim için telefon numarasını istedim. Ondan hoşlandığımı , Samsun’a gittiğimizde onu daha fazla tanımak istediğimi söyledim. O da aynı duyguları hissettiğini ifade etti. Yaz boyunca internet ve telefon yoluyla iletişimi koparmamaya çalıştık.























    Bölüm 3: Hayat Gerçekten Zormuş



    2009’un yaz aylarıydı , YÖK sınav sistemini değiştireceğini yeni sınav sisteminde alan dışı tercih yapacak olanların puanının kırılmayacağını , meslek ve imam hatip lisesi çıkışlılarında bundan faydalanabileceğini öğrendim.
    Kafamdaki ampul aniden parlamıştı. Üniversitedeki 2. yılımdı. Bu sene sınava girersem alan dışı tercih yapmama rağmen puanım kırılmayacaktı. Hayallerimin mesleği olan Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümü eşit ağırlığın popülaritesi yüksek bölümlerindendi.
    Lisede eşit ağırlığı seçmeyi istemiştim fakat babam buna şiddetle karşı çıkmıştı ve bana zorla sayısalı seçtirmişti. Sayısal çıkışlıydım ve eşit ağırlıktan tercih yaparsam puanım kırılmayacaktı. Bu fırsatı kaçırmamalıydım. Fikrimi ilk olarak annemle paylaştım, annem fikirlerime saygı duymuştu ve bana her şekilde güvendiğini , her zaman yanımda olacağını söylemişti, bu kendime olan güvenimi biraz daha arttırmıştı.
    Fakat babama söylemeye çekiniyordum. Babama ÖSS sınavına öylesine gireceğimi söylediğimde bile bana ateş püskürüyordu. Alacağım karar hayatımın rotasının değişmesinde çok önemli bir rol oynayacaktı, bu yüzden herkesin fikri benim için önemliydi. Bir o kadar da önemsiz.
    Cansu’ya da anlattım olayları ve fikrimi. O da bölümünü pek sevmiyordu. 6 tane alttan dersi vardı, istemediği bir bölümü okumak ve derslerine çalışmak ona da zor geliyordu. Fikrime olumlu tepki verdi. Belki kendisinin de okulu bırakabileceğini
    , zihin engelliler öğretmenliği için hazırlanabileceğini söyledi. Fakat biraz düşündükten sonra yapamayacağını, kazanmak için 2 sene uğraştığını, aynı derdi tasayı tekrar çekmeyi göze alamadığını söyledi. Aslında haklıydı, üniversite sınavına hazırlanırken öğrencilerin ne çektiğini bir Allah bir de kendileri biliyor. O stresi , rahat yaşamdan , güzel ortamdan kopup yaşamak kolay bir iş değildi. Kara kara düşündüğüm şeyler arasına o stresi yaşamayı da eklemiştim.
    Yaz tatilindeydim. 1 sene boyunca çekemediğim bir sürü olay olmuştu. Daha fazla aklımı bulandırmamayı, günü yaşamayı gaye edindim. Okullar açılınca asıl kararımı veririm diye düşündüm ve 1 ay kalan yaz tatilimin keyfini çıkardım. Fakat bu da planladığım gitmedi ve 15 gün sürecek bir işe girdim.
    İş Ege Üniversitesi’nin Siirt’in Başur Höyüğü’nde yapılacak olan bir kazı işiydi. 15 gün boyunca sabah 5 te iş başı yapıp öğlen saat 2 ye kadar çalıştık. Hava çok sıcaktı. Güneş kavuruyordu ve beyaz tenli olduğum için şapkasız , gömleksiz , baş örtüsüz çalışamıyordum. Toz , toprak ve terimle birleşen toprağın oluşturduğu çamur da bunun cabası idi. Mesai bittikten sonra ilk işim eve gelip , yarım saat boyunca duş almak olurdu. Burnumdan ve boğazımdan gelen çamurları bir güzel temizledikten sonra anamın hazırladığı yemekleri sanki daha önce hiç yememiş gibi çabuk çabuk yediğimi ve her yemekten sonra 1 adet köy kavunu tek başıma bitirdiğimi hatırlıyorum.
    Hayatımın ilk iş zorluğuyla orda karşılaşmıştım ve oradan iyi bir ders çıkarmıştım kendimce. Çalışmadan ,yorulmadan ,terlemeden hiçbir şey elde edilmez.
    Güneş altında 7 saat kazma kürek sallamanın 15 günlük geliri bir aylık gelirim olan 500 lira gibi iyi bir paraydı benim için. Çalışmamın karşılığını almıştım ve ilk gün işi görüp 2. gün işe gelmeyen , amele bile olamayan aciz insanları düşündükçe kendimle gurur duydum.
    Hayat gerçekten zordu. Bazı şeyleri elde edip rahata ulaşmak için çalışmak gerekiyordu. Bu tip sözleri çok duymuştum , örneğini çok görmüştüm fakat yaşamak bu gerekliliği özel bir ders olarak anlatıyordu insana…








































    Bölüm 4: Başlıyoruz...



    Tatil bitmek üzereydi. Samsuna , hemşireliğe, ve saçlarımın dökülmesine bile neden olan o sıkıcı stajlara istemeyerekte olsa geri dönüyordum.2 aylık yaz tatilimde stajlardan uzak , rahat günler geçirmiştim. Çok sevdiğim ailem ve arkadaşlarımla geçirdiğim bu tatili gerçekten özleyecektim. Harçlar ödendi , biletler alındı, çok az bir zaman kalmıştı yolculuğa. Yolculuk yaparken uyuyamazdım , yollar çok uzun gelirdi. 17 saatlik yolculuk boyunca canım çok sıkılırdı. Kitap okurdum , müzik dinlerdim fakat bunlar can sıkıntımı almaya yetmezdi. Günde ortalama 4 – 5 dal sigara içerken yolculuk esnasında her fırsatını bulduğumda sigara içerdim. Yolculuk boyunca bir pakete yakın sigara içiyordum. Fakat bu kez canım sıkılmayacak gibi görünüyordu. Çünkü benimle beraber Samsun’a gelecek liseden 2 sınıf arkadaşım vardı. Ekrem ve Tugay. 2 side hoş sohbetli , mülayim insanlar. Yolculuk boyunca sohbet ede ede geldik Samsun’a. Onları yurtlarına bıraktım , ardından ben de yurda geçip nikotin komasında olan ciğerlerimi ve yol yorgunu olan bedenimi dinlendirmek için iyi bir uyku çektim. 15 saat deliksiz uyuduğumu hatırlıyorum. Uykudan sonra Ekrem ve Tugay’la beraber gezintiye çıktık. Samsun’u bildiğim kadar tanıttım onlara , yayıla yayıla gezdik. Gezerken Yunus’la karşılaştık ve biraz sohbet ettik.
    Selamlaşıp tokalaşma faslı bittikten sonra Yunus:
    - Eve çıktık biz haberin var değil mi? Diye sordu. Ben:
    - Evet, ev aradığınızı Kazım’dan duymuştum. Sen , Eren , Ufuk bide senin kuzenle beraber çıktınız herhalde.
    - Evet, öyle oldu.
    - Eviniz nerede abi?
    - Çiftliğin 2 cadde yukarısında , bir ara uğrarsın öğrenirsin yerini, her zaman gel kapımız açık biliyorsun.
    - Eyvallah abi. Zaten sana bir konu hakkında fikrimi danışacaktım, dediğin iyi oldu. İnşallah uğrarım bir ara. Dedikten sonra ayrıldık ve Ekrem ile Tugay’ı biraz daha gezdirdikten sonra yurda geçtim. Yurt yavaş yavaş doluyordu. Bizim odada da Mikail ve Mehmet gelmişti fakat Coşkun ortalarda gözükmüyordu.
    Mikail’e:
    - Miko Başkan , Coşkun nerede, piyasada yok , yatağı da boş. Yarın okul açılacak nerede bu? diye sordum.
    Mikail:
    - Başkan o 3 aylık ücreti ödememek için gitmeden önce çıkışını almış. Bir daha da kaydını yapamamış yurda. Şimdilik 3 kişi kalacağız tabi yeni eleman gelmezse.
    Coşkun’la küs olduğum için ondan haberim yoktu fakat odadan ayrılmasına bir nebze üzülmüştüm.Aklıma yaptığımız komik sohbetler ve makaralardan başka bir anı gelmiyordu Coşkun hakkında. Coşkun’un aksi bir insan olmasına rağmen gidişine üzülmemin sebebi buydu herhalde. Şimdi bile neden birbirimize küstüğümüzü hatırlamıyorum.
    Cansu’da okul açılmadan gelmişti Samsun’a, mesajlaşarak haberleşiyorduk fakat en son Tokat otogarında bıraktığımdan beri yüz yüze görüşmemiştik onunla. Telefonla aradım onu. Görüşmek için Cumhuriyet Meydanı’na gelmesini istedim. Buluştuk. Tatilde neler yaptıklarımızdan , havadan, sudan, denizden bahsettik.
    Birbirimizi pek tanımadığımız buluşmamız fazla uun sürmemişti. Buluşmadan sonra yurda geçtim. Yarın okul vardı. Hazırlıklarımı yaptım ve derin uykuma daldım…
    Ertesi sabah uyanmam Mikail ve Mehmet’in hazırlanırken çıkardıkları seslerden olmuştu. Kahvaltımı yaptıktan sonra Mikail ve Mehmet ile beraber okula gidip 2. senenin ilk gününe başlamıştık. Fazla heyecanlı değildim. Arkadaşlarla buluştuk, tokalaştık , hasret giderdik. İlk günden hocalar derse başlamıştı. Dersler ve hocalar dışında her şey çok güzeldi. Tabi 2 hafta sonra başlayacak stajları da unutmazsak.
    Stajlar yaklaştıkça okulu bırakma fikri aklımdan çıkmamaya başlamıştı. Çoğu arkadaşımın fikrimi sunduktan sonra beni desteklemesi özgüvenimi arttırıyordu fakat hala yeteri kadar özgüvenim yoktu. Kimisi okulu bırakmadan sınava hazırlanmamı, hafta içi okula gidip , hafta sonu dershaneye gitmemi, kimisi de iki karpuzun bir koltuğa sığmayacağını söyleyip ya okula devam etmemi ya da okulu tamamen bırakıp dershaneye giderek sınava hazırlanmamı öneriyordu. Bana uygun olan seçeneğin ise okulu tamamen bırakıp dershaneye kaydolarak sınava hazırlanmaktı. Çünkü hedefim çoğu kişinin hedefiydi ve eşit ağırlıktan hatırı sayılır bir puan almam gerekiyordu. Bu yüzden tek bir hedefe yönelmem gerekiyordu. O hedefte bir sene düzenli bir şekilde çalışıp, sınavdan gerekli puanı almak olmalıydı.
    Stajlar tekrar başlamak üzereydi. İçimde hiç istek yoktu stajlara gitmek için her şeyi derin derin düşünüyordum. Eğer okula devam edersem ömrümün sonuna kadar hemşire kalabilirdim. Sevmediğim bir meslekle bir ömür geçirmek bir çok şeye benzetilebilirdi. Sevmediğin hatta nefret ettiğin bir kadınla evlenmek gibi. Böyle bir şeyi yaşamak istemezdim fakat okulu bırakmak onu söylemek kadar kolay bir şey değildi. Okulu bırakıp sınava hazırlanmam için babamın bana destek olması gerekiyordu. Ama onun yanında okul ile bırakmak kelimelerini yan yana getiremiyordum bile. ÖSS’ye öylesine gireceğimi söylediğimde , bana hiddetlenen babam , okulu bırakacağımı söylediğimde kim bilir ne yapardı. Bunun dışında bir sene boyunca yaptığımız masraflar ve emekler boşa gidecekti. Ama sevmediğim bir işi yapmak bana her gün ölmek gibi geliyordu. Ne yapıp edip söylemeliydim. Bunun şimdilik bir yolu olduğunu sanmıyordum. Eğer ansızın söylersem yanında olmadığım için bana değil de annem ve kardeşlerime çatacaktı. Benim yüzümden evde huzursuzluk çıkacaktı. Bunun olmasını istemiyordum.
    Stajlar yarın başlayacaktı. Ben kara kara ne yapacağımı düşünürken , telefonum uzun siyah eşofmanımın cebinde titremeye başladı. Memet arıyordu. Memet ile liseden arkadaştık. Kafa dengim olan ve güvendiğim nadir insanlardan biridir, aynı zamanda (bana göre) okuduğumuz lisedeki en idealist öğrencilerden biri. 2 sene boyunca ÖSS sınavlarından iyi puan almasına karşın tercih yapmamıştı. Abisi ve babası onun da hemşirelik bölümünü okumasında ısrarlıydı fakat onun hedefleri vardı ve hedefleri için 3. senesinde de sınava hazırlanmayı göze almıştı.
    Telefonda uzunca konuştuk. Bana bölümü ve mesleği sevmiyorsam bırakmam gerektiğini , 30 – 40 sene boyunca sevmediğim bir işi yapamayacağımı ve okulla dershaneyi bir arada götürmenin de saçma bir fikir olduğunu söylemişti. Okulu bırakmam konusunu da babama söylemem gerektiğini, o bilmeden bu işin olmayacağını ,kazanmam için dershaneye gitmemin gerektiğini ve dershane ücretimi de tek başıma karşılayamayacağımı söylemişti. Eğer okulu bırakırsam çok iyi çalışmam gerektiğini
    , hedefimin kolay bir hedef olmadığını da sözlerine eklemişti.
    Memet’le uzun uzun konuştuktan sonra okulu kesinlikle bırakacağımın kararını vermiştim. Fakat bunu babama söyleyemezdim. Bir süre saklı tutacaktım. Buna mecburdum. Kafamın biraz da olsa dağılması için kantine inip kahvemi aldım ve odamın karşısındaki itfaiye merdivenine çıktım. Bir sigara da yaktıktan sonra sarı ve beyaz lambaların güzel Samsun’u nasıl ışıklandırdığını izledim ve yarın sabah hayatımda yeni bir sayfa açılacağının düşüncelerine dalıp dalıp gittim…
    Derste Mücahit’e ‘‘Kanka gel bırakalım bu okulu buralar bize göre yerler değil. Bak sınav sistemi de değişti,adam gibi çalışırsak kazanırız. Sen gidersin kralından bi bilgisayar mühendisliğine, benimde ne istediğim malum.’’ Dediğimi hatırlıyorum. Bu sözleri söylerken okulu tamamen bırakacağıma inanarak söylememiştim fakat bu geceden sonra çok şey değişecekti.
    Sabah uyandığımda saat 10 buçuğu gösteriyordu. Staja gitmemiştim, gitmeyecektim. Kahvaltı yaptım, sıcak bir duş aldıktan sonra teyzeoğlumu aradım.
    - Selamun Aleykum Kadem Abi, Nasılsın?
    - Aleykum Selam teyze oğlu iyim hamdolsun, seni sormalı.
    - İdare ediyorum abi. Senden bir isteğim olacaktı abi.
    - Buyur oğlum.
    - Abi dükkana geleyim ayrıntılı konuşuruz olur mu? Ne zaman müsaitsin?
    - Abi ben saat 3 gibi müsait olurum. Biraz iş var onu halledip gelirim.
    - Tamam abi saat 3’e ordayım. Görüşürüz.
    - Görüşürüz kadaşım. Deyip telefonu kapattık.
    Teyze oğlum su tesisatçısıydı ve çevresi genişti. Belki dershane bulabilir diye düşündüm ve yanına gittim. Dükkanda oturuyordu. Tokalaştık. Sarıldık , hal hatır sorma faslı bittikten sonra Salih Dayı’nın çaylarını yudumlarken bana:
    - Mesele nedir murat, ne istiyorsun benden?
    - Abi sana önceden de anlatmıştım okulu sevmediğimi falan. Bu sene karar verdim okulu bırakıp tekrar sınava hazırlanacağım.’’ Kadem abimin ilk tepkisi babamın bu işe ne söylediğini sormak oldu.
    - Oğlum baban ne diyor bu işe.
    - Abi o katiyen kabul etmez , ondan bir süre saklayacağız.
    - Ee isteğin ne onu da söyle bakalım.
    - Abi bana dershane ayarlaman lazım. Teyze oğlum biraz düşündükten sonra.
    - Valla teyze oğlu çevremde dershanecilikle uğraşan pek fazla insan yok ama bir ara beraber çalıştığım bir arkadaşım var onun hanımı dershanede sekreter eğer onu ararsak bize yardımcı olabilir.
    - Peki abi , ben biraz piyasayı arayıp sorayım ona göre haberleşiriz seninle.
    - Tamam teyze oğlu hallederiz o işi takma kafana.
    Kadem abimle biraz daha konuştuktan sonra oradan ayrılmıştım. Dükkandan çıktıktan sonra Eren’i arayıp buluşmamız gerektiğini söyledim. Eren de benim gibi okulu bırakmayı düşünüyordu. Olması gerektiği yerin hemşirelik olmadığını düşünüyordu. Stajlardan ve hocalardan o da yeterince bıkmıştı.
    Samsun’un en işlek ve meşhur caddesi olan Çiftlik Caddesi’nin sonunda arkadaş grubumuzla sürekli sohbet ettiğimiz , tavla oynadığımız etrafı çiçeklerle ve ağaçlarla kaplı , caddeye bakan , güzel bir çay bahçesi vardı. Eren’le orda buluştuk. O gün staja gitmişti. Geldiğinde yorgun gözüküyordu. Çayları istedikten sonra:
    - Murat neden bugün staja gelmedin uyanamadın mı?
    - Yok hacı uyanamamaktan değil , karar verdim artık okula gelmeyeceğim. Bıraktım.
    - Ailenin haberi var mı?
    - Annem falan biliyorlar da, babama bir süre söylemeyi düşünmüyorum. Bakalım sonumuz ne olacak? Her neyse dershane işinden bahsedecektim sana. Benim teyze oğlunun bir tanıdığı varmış bir şeyler ayarlayabilirmiş. İstersen önce piyasayı yoklayalım sonra teyze oğlumun bağlantısıyla ilgileniriz.
    - Tamam Murat , çayları içelim de birkaç tanesine soralım.
    Çay bahçesinden çıktıktan sonra dershane dershane gezmeye başladık. Dershanelere durumumuzu anlatıp , kayıt koşullarının neler olduğunu öğreniyorduk.
    Sınava eşit ağırlık alanından hazırlanacağımdan dolayı aklımdaki sorulara cevap ararken aynı zamanda dershane fiyatlarını da öğrenmiş oluyorduk. Fakat fiyatlar pek iç açıcı değildi birçoğunda. Aldığımız en düşük cevap 1500 TL civarı bi rakamdı. Bu rakam ne Eren ne de benim için pek uygun bir rakam değildi. Erenle biraz konuştuktan sonra teyze oğlumu arayıp arkadaşıyla bizim için konuşmasını istedim. Teyze oğlum biraz zaman geçtikten sonra aradı. Bana yarın saat 12’de Cumhuriyet Meydanındaki Ziraat Bankası’nın önünde olmamı beni alıp tanıdığıyla beraber dershaneye götüreceğini söylemişti.
    Ertesi gün saat 12’yi gösterdiğinde bankanın önünde bekliyordum. Meydanla banka arasındaki yolda 95 model Renault Steyşın arabasıyla teyze oğlumun geldiğini gördüm. Şöför koltuğunun yanında 25 30 yaşlarında genç bir abi oturuyordu. Teyze oğlumun bahsettiği kişi o olmalıydı. Araba yanıma geldikten sonra selam verip arka koltuğa oturdum. Arabaya bindikten sonra teyze oğlum:
    - Arda bak bu benim teyze oğlum , Siirt’ten geldi. Hemşirelik okuyordu, bırakacağım diyor.
    Arda abi:
    - Öyle mi? İsmin ne kardeş senin?
    Ben:
    - Adım Murat. Tanıştığıma memnun oldum abi.
    - Ben de memnun oldum Murat. Kaçıncı sınıftasın?
    - 2. sınıfa henüz başladım ama devam etmeyeceğim.
    - Hayırlısı olsun kardeşim. Dedikten sonra dershaneye gelmiştik. Dershaneye varmamız 3 dakika bile sürmemişti. Meydandan 2 sokak ötedeydi. Tümay Dershanesi 4 katlı bir binaya henüz 2 senedir kurulmuş olan bir dershaneydi. Binanın ilk katında gözlükçü ve giyim mağazası vardı. Binanın yukarıdaki katlarına çıkan merdivenler dershanenin girişinden başlıyordu. Girişte kısa boylu, kalıplı, geniş omuzlu bir güvenlik çıktı karşımıza. Arda abinin selam vermesiyle 2. kattaki kayıt kabul ve müdür odasının olduğu bölüme yöneldik. Kayıt kabul bölümünde 2 masa vardı. Biri ÖSS biri SBS öğrencilerinin işlerine bakıyordu. ÖSS masasına doğru ilerledik. Arda abi beni eşiyle tanıştırdı. Kadem abim zaten kendilerini tanıyordu. Özlem ablayla tanıştıktan sonra durumu anlattım, fazla uzatmadan fiyat konuşmaya başladık.
    Bütün dershaneler sanki anlaşmış gibi en son aynı fiyatı söyleyip , daha fazla indirin yapmıyorlardı. Eren ile anlaştığımız fiyat 750 – 800 civarı bir rakamdı. Fakat her seferinde aldığımız rakam anlaştığımız rakamın en az 2 katıydı. Bu dershane farklı olabilirdi. İndirim yaptırmalıydım. En son 1300 TL’ye kadar inmiştik ama bu rakam bizim için uygun değildi. Arda abinin işaretiyle hanımı Özlem abla en son 1000 lira yaparız dedi ve nokta koyduk.
    Dershaneden çıktıktan sonra yurda gittim. Yemek yedikten sonra Erenlerin evine çıktım. Gittiğimde Eren evde yoktu. Ufuk, Kazım, Mücahit ve sınıf arkadaşlarımdan Ferhat evdeydi. Selam verip oturma odasına geçtim. Teker teker ve merakla ‘‘ Ne yaptın, hacı gelmeyecen mi okula?’’ diye soruyorlardı. ‘‘ Bundan sonra biraz zor gibi görünüyor.’’ Söyledim ve Eren’i sordum. Eren’in sigara almak için çıktığını ve birazdan geleceğini söyledikleri anda kapı çaldı ve Eren içeri girdi.
    - Hoş geldin Murat. Ne haber? Son durumlar nasıl? Diye sordu.
    - Eyvallah kanka sağol. Ben de son haberleri söylemeye geldim. Eren uzun uğraşlar sonucu en son getirebildiğim rakam 1000 lira oldu. 10 ay taksite bölecek. Sen ne yaptın? Gazi Dershanesi’nde konuşacağın bir arkadaşın olduğunu söylemiştin. Ne yaptın konuştun mu?
    - Evet konuştum. En son 1350 söylüyorlar.
    - Abine haber verdin mi?
    - Ya biraz ağzını yokladım, hiç olumlu bakmıyor eğer o olmaz derse bırakamam biliyorsun. Bütün maddi desteğim o.
    - Sorun değil kanka, ama geç kaldık. Sezon başladı. Hafta içi öğrencileri en az 3 haftadır ders görüyorlar. Daha ileriye ertelersen gerçekten çok geç olabilir.
    - Kanka haklısın ama abim yok diyorsa bu işin altından kalkamam , gelirim belli giderim belli.
    - Tamam Eren ben yarın gider konuşurum. Ondan sonra derslere girmeye başlarım. Abinle tekrar konuş ikna etmeye çalış. Belki kabul eder , beraber başlayalım.
    - Sana haber veririm kanka
    , eyvallah.
    Erenle konuştuktan sonra yurda geçtim. Ertesi gün saat 11’i gösteriyordu uyandığımda. Kahvaltımı yapıp duşumu aldıktan sonra dershaneye gidip sınıfları gezdim ve derslerin saat kaçta başladığını öğrendim. Yarın derslere girmeye başlayacağımı söyledikten sonra kaydımı yaptık. Yarın derslere başlayacaktım ve heyecanlıydım. Akşam saat 9 gibiydi. Geçen sene Coşkunla beraber kullandığımız ranzanın alt katında uzanıyordum. Mikail ve Mehmet selam verip içeri girdiler. Poşet hışırdamalarıyla önden gelen Mehmet yine indirimde bir şeyler bulmuş , almıştı. Her zaman ki gibi aldıklarını poşetlerden çıkartıp:
    - La Muro , Aldığım svitler nasıl , beğendin mi? Diye sordu Urfa şivesiyle.
    - La gundi , yine almışsın daracık svitleri hele bi giy bakalım , nasıl olacak üstüne?
    Mehmet giyindikten sonra:
    - Nasıl oldu la , iyi oldu mu?
    - Yakıştı yakıştı yine iyisin gundi! Diye konuşup gülüştükten sonra Mikail:
    - Murat ne yaptın, dershane işini halettin mi?
    - Hallettim Miko, teyze oğlumun söylediği dershaneye yaptık kaydı, hayırlısı olur inşallah.
    - Hayırlı olsun. Eren ne yaptı , geliyor mu o da?
    - Valla durumu kesin değil onun Mikail. Gelmeyecek gibi gözüküyor ama ona ‘‘ Abine bir daha sor belki kabul eder.’’ Haberini bekliyorum işte.
    - İyi , hayırlısı olsun.
    Odada biraz daha sohbet ettikten sonra Annem aradı. Konuşmak için koridora çıktım. O aralar sık sık arıyordu beni , merak ediyordu. Son durumları anlattım. Dershane bulduğumu ve kayıt yaptığımı duyduktan sonra rahatlamıştı. Uzun zamandır belirsiz olan ve bizi rahatsız eden bir konu netliğe kavuşmuştu. Annemle konuşmamızı bitirdikten sonra kantine inip biraz televizyon izledim. Saat 11 olduktan sonra yukarı çıktım. Telefonumun alarmını 7:30’a kurdum ve Mikail’e: ‘‘Eğer uyanamazsam beni uyandır başkan.’’ diye tembihledim. Yarın ilk dersime gidecektim. Heyecanlı olduğum için hemen uyuyamamıştım. Yatakta sağa sola dönüp yatmaya çaıştım. Uyumam biraz zaman almıştı ama saat 12 olmadan uyumuştum.
    Ertesi sabah uyandığımda saat 7:25’i gösteriyordu. Alarm çalmadan uyanmıştım. Elimi yüzümü yıkayıp dişimi fırçaladıktan sonra telefonumun çalan alarmını kaptım. Kantine indim. Kahvaltı fişimi kullanıp kahvaltı yaptım. Üstümü değiştikten sonra , hemşirelikteyken sadece ilk birkaç sayfasını karaladığım defterimi alıp dershaneye gittim. Dershanem ile yurt arasında 250 metre mesafe vardı. Yurttan çıktıktan sonra en fazla 5 dakika içinde dershanede oldum. İlk olarak Özlem ablanın yanına gittim ve bana eşit ağırlık – A sınıfına geçmemi söyledi. Danışmanlık katının 1 kat yukarısında , 2. katta öğretmen odasının yanındaki sınıftı.günaydın söyleyip sınıfa girdim. Henüz 2 kişi vardı sınıfta 20 kişilik sınıflar vardı ve bizim sınıfın 2 tarafı caddeye bakıyordu. Yeşil bir tebeşir tahtası, öğretmen kürsüsü ve tek kişilik sıralar, ortada tek sıra ,sağ ve solda çift sıra halinde , 4 tane arka arkaya gelecek şekilde dizilmişti.
    Sınıfta ilk dikkatimi çeken şey kaloriferin olmamasıydı. Sonradan neden kalorifer olmadığını , buranın nasıl ısıtıldığını sorduğumda , katların arasında sınıfın genelini ısıtmak için borular döşendiğini öğrendim. İlk defa böyle bir sistemle karşılaşmıştım.
    Sınıfa girdikten sonra tahtayı sol taraftan gören 4’lü çift sıradan en arkadaki sağ masaya oturdum. Tekerlekli sandalye oldukça konforluydu.
    Ders saati başlamak üzereydi, sınıf yavaş yavaş doluyordu. Saat 8:30 olmuştu. Sınıfa bayan bir hoca gelmişti. Uzun boylu kızıl saçlı , zayıf biriydi.
    - Günaydın çocuklar. Dedi ve ardından: Sınıfta yeni yüzler var. Deyip bana ‘‘hoş geldin’’ dedi.
    - Hoş bulduk hocam. Dedim.
    - Kendini tanıtır mısın bize? Diye sordu.
    - Tabi ki hocam. Adım Murat Örtimür. Hemşirelik okuyordum bıraktım , şimdi buralardayız gördüğünüz gibi.
    Hoca biraz gülümsedikten sonra.
    - Neden bıraktın ki okulunu?
    - Hocam nedenleri saysam ders kaynar. Ama şu kadarını söyleyeyim hemşirelik benim yapabileceğim bir meslek değil.
    - İlginç. Deyip yavaşça kafa salladıktan sonra ‘‘ Teşekkür ederiz Murat ’’ dedi ve derse başladık.
    Ders programına bakmak aklıma gelmemişti. Dersin ne olduğunu bilmiyordum. Hoca tahtaya doğal sayılarla ilgili bir konu yazdıktan sonra anlamıştım dersin matematik olduğunu.
    Hocalar not alma konusunda ısrarlıydı. Ben de onlarla aynı fikirdeydim. Her dersten hocanın yazdırdıklarını not alıyordum. (Daha önceden tecrübem olduğu için bunun hedefe ulaşmak için gerekli olduğunu biliyordum.2008’de hazırlanırken dershaneye uğradığım günlerde bile not almıyordum. Ardından karşılaştığım hezimeti bir daha yaşamak istemiyordum.)
    Günde 5 ya da 6 saat ders işliyorduk. Saatler geçtikçe diğer derslerin hocaları da derse giriyor , hepsiyle aynı muhabbeti yaptıktan sonra derslerini anlatıp çıkıyorlardı. Konu bakımından fazla ileride sayılmazlardı. Bazı derslerde 2. konuya geçilmiş, bazılarında ise hala ilk konulardaydılar. ÖSS müfredatı eskisinden daha ilgi çekici ve kolay geliyordu bana.
    Dershanede sessiz sakin bir tavır sergiliyordum. Yurttan çıktığımda gittiğim ilk yer dershaneydi. Dershaneden çıktığımda ise direk yurda gidiyordum. Yemeğimi yedikten sonra biraz dinleniyordum ardından ders başı yapıyordum. İlk haftam böyle geçmişti. O arada Eren’den ses seda çıkmıyordu. Hafta sonu Eren’in yanına uğradım. Son durumunun ne olduğunu abisin dershane konusunda düşüncesinin değişip değişmediğini sordum. Abisinin bu konu hakkında kararlı olduğunu, kesinlikle izin vermeyeceğini söyledi. Bana da saygı duymak kalmıştı. Yunus ile biraz sohbet ettikten sonra yurda geçtim.
    Hocalar her ders girişinde ödevlerin yapılıp yapılmadığını soruyorlardı. Bende merak ediyordum ödevlerin ne olduğunu. Sonradan öğrendim ki dersler başladığı zaman öğrencilere geçen yılın soru bankaları dağıtılmış. Hoca da konularda ilerledikçe unları ödev olarak veriyormuş.
    Hafta sonum programsız şekilde ders çalışıp bir yandan da ders programı hazırlamakla geçti. Liseden birkaç arkadaşımı arayıp bu konuda yardım almak istedim. Çalışma isteğim çok fazlaydı. Ama nasıl çalışacağımı bilmiyordum. Eşit ağırlıktan hazırlandığım için hangi derse ne kadar çalışmam gerektiğini bilmiyordum. Geçen sene İstanbul üniversitesi hukuk fakültesine yerleşen eski sınıf arkadaşım Hicran da aradıklarım arasındaydı. Onunla yarım saatten fazla konuştum. Bazen çalışmalarımın 7 8 saatten fazla sürdüğünü söylemiştim. O da bana kendimi fazla sıkmamam gerektiğini düzenli bir şekilde günde 3 saatin bile yeteceğini kendime de aman ayırmam gerektiğini söylemişti. Haklıydı. Planlı bir çalışma sistemim olmalıydı. Uygun bir ders programı hazırladım kendime. Günde 3 saat hafta sonları ise 4 ya da 5 saat çalışmam gerekiyordu. O hafta çalışacağım konuları seçip kendime uyan bir program hazırladım.
    Programdaki çalışma saatleri serbestti. Belli bir saat dilimi arasına sıkışmamıştım. Ama gece saat 12 ye kadar uygulanması gerekiyordu. Bu yola girmek benim için gerçekten büyük sorumluluktu. Bana destek verenlere mahcup olmamalıydım.
    Bir ara liseden arkadaşım Mehmet ile telefonda konuşurken bana bir seneyi göze alıp sınava hazırlanıyorsun, arkadaşlarının helal olsun murat’a demesini istemez misin dedi. Beni kamçılayan bu konuşma çalışma isteğim azaldığı zamanlarda aklıma geliyordu. Ve öyle durumun hayalini kuruyordum. Başarmalıydım, bunu gerçekten istiyordum.
    Siirt’ten geleli 3 hafta olmuştu. Geldikten sonra Cansu ile 2 ya da 3 kez görüşmüştük. Hafta sonu buluştuk. Ona dershaneye kaydolduğumu, aramızdakilerin bir süre ertelenmesi gerektiğini uzun uzun anlattım. Cansu ertelemek istemese de mecbur gibi görünüyordu. Çünkü ona ayıracak zamanım yoktu. Onunla son kez görüşüp onu yurduna bıraktım. Kendimce doğru bir şey yaptığımı düşünüyordum. Düşüncemi karşı taraf da saygıyla karşılamıştı.
    Dershaneye başlayalı 2 hafta olmuştu. 2. haftamda hocalarla tanışmış, arkadaşlarımın bazıları ile kaynaşmıştım. Üniversite terk olduğum için çoğu kişinin benim hakkımda merak ettikleri vardı. Teneffüs aralarında gelip soruyorlardı. Çoğu hemşirelik bırakılır mı diye tepki gösteriyordu. Bunlara kısa cevaplar verip geçiştiriyordum. Herkes ile mesafeli olmaya çalışıyordum. Fakat beni alıkoyan ilk gördüğümde nutkumun tutulmasına neden olan, betimlemesi yapılacak olsa ormanlara yazık olacak güzellikte birisiydi. Gözümü derslerden çektiğim anda ona kayıyordu gözlerim. Ona hem bakmaya doyamıyor hem de kıyamıyordum. Sınıftaki hareketleri ile kızların örnek alması gereken bir kişi olduğunu düşünüyordum. Böyle bir kıza yakınlaşmamak için kendimi zor tutuyordum. Cansu’dan henüz ayrılmıştım. Ama bu kız başka idi.
    Sanırım aşık oluyordum. Fakat çok zamansız gelmişti bu aşk. Ona yakınlaşmayı düşündüğümde aklıma uygulaması çok kolay fikirler geliyordu. Mesela matematik dersini kullanarak yaklaşabilirdim.
    Bunları bir yana atıp derslere odaklanmalıydım. Gelip geçici şeylerdi bunlar. Fakat ömrümde ilk kez bu hisle karşılaşıyordum. Çok düşündüm… Kendimle birçok tartışmaya girdim. Olaya mantıklı bakılınca hissettiğim şeyler bile yanlıştı. Fakat terazimi dengede tuttuktan sonra aşkı, sevgiyi yaşamak benim de hakkım diye düşünüyordum. Ve atıldım bir yola Allah sonumu hayır etsin diyerek
    Dersler tüm hızıyla devam ediyordu. Kendimi ani bir aşkın içinde bulmamam rağmen girdiğim işin ciddiyeti ile çalışmaya devam ediyordum. Bu yol basit bir yol değildi. Adımlarımı dikkatli atmam gerekiyordu. Dersler bittikten sonra her zamanki gibi etüt salonuna geçtim. Bitirdiğim konuların testlerini çözerken o ve Nursema yanıma geldi. Çözemedikleri soruları çözmemi istediler. Ve soruları çözdük. Biraz konuştuktan sonra sema nur’un telefon numarasını aldım. Yurda gidince mesaj atmakta tereddüt ediyordum. Ve her şeyi göze alıp mesajlaşmaya başladık. İletişime geçtikten sonra onun da aban karşı boş olmadığını anladım.
    Onunla olduğum her an kendimi dünyanın en mutlu insanı olarak görüyordum. Dershaneden çıktıktan sonra onu eve bırakıyordum. Onu ilk eve bıraktığım ve öptüğüm günü hafızamdan silemem. Dudaklarım ilk kez aşık olduğum kişinin tenine değmişti. 18 Ekim 2009 tarihinde… O anı anlatamıyorum kalbim yerinden çıkabilirdi her an. Mutluluk kelimesini yaşamıştım o anda tam anlamıyla. Onsuz bir anım bile olmasın isterdim.
    Hafta sonu tatilimizi genelde ders çalışarak geçiriyorduk fakat pazartesi günleri bazen yemek yedikten sonra sahile ya da sinemaya giderdik. Günler böyle geçerken ilk deneme sınavını olmuştuk. Matematikten 40 soruda 28 doğru yapmıştım. Çok zoruma gitmişti. En isi yapabildiğim dersten bu kadar kötü yapmıştım. Denemeden sonra yurda gittim. Mehmet ve Mikail de yurtta idi. Odaya moralim bozuk şekilde girmiştim. Deneme sınavını yatağıma fırlattıktan sonra masaya oturdum.
    Mehmet:
    - Keko hayırdır neden üzgünsün? Sınavın kötü mü geçti?
    Ben:
    - Çok zor sormuşlar. İlk sınavda böyle olur mu ya şu sorulara bak!
    Memet sorulara baktıktan sonra
    - Muro! İlk denemede bu sorular soruluyorsa son denemede ahret sorusu sorarlar herhalde…
    Bu tepkisine gülmüştüm Memet’in. Biraz konuştuktan sonra Siirt’teki arkadaşım Memet’i aradım. Deneme sonucumu bildirmemi istemişti son görüşmemizde. Aradım onu.
    - Selam kardeşim nasılsın?
    - İyiyim kardeşim, seni sormalı?
    - Moralim biraz bozuk. Denemeden çıktık sonuçlar hiç iç açıcı değil.
    - Netlerin ne durumda?
    - Matematik 28 Türkçe… Sosyal… Fenden de birkaç tane işaretledim işte. Çok kötü
    Yaptım değil mi?
    - Murat bak lise sonda ders çalışmadın zaten. Bir de ara verdin üniversiteye gittin. 1 sene de orda hiçbir şey görmedin. Hatırladığın kadarı ile iyi yapmışsın bozma moralini.
    - Valla bozuk moralim. Kral. Çok acayipti deneme. Daha böyle bir denemeye girmedim.
    - Bozma moralini. Sen konularını bitirmeye bak. Erken bitirirsen konuları kendiliğinden düzelecek her şey.
    - Eyvallah kardeşim! Verdiğin destek için. Be çalışmaya çıkıyorum. Bir isteğin var mı?
    - Sağ ol aradığın için. Senin bir ihtiyacın olursa bildir.
    Ertesi gün uyandığımda moralim hala bozuktu. Kahvaltımı yapıp duş aldıktan sonra ders çalışmayı planlamıştım. Fakat bu moral ile dersin başına nasıl oturacaktım? O gün yurtta biraz oturduktan sonra Mehmet ve Mikail ile alışveriş yapmaya çıktık. Üste başa bir şeyler aldıktan sonra yemek yedik ve yurda geçtim. O gece hiç ders çalışmadım ve zamanı yurttakiler ile takılarak geçirdim.
    Günlerim ders çalışmak ve onunla ilgilenmekle geçiyordu. Arada bir kaçamak yapıp sahile, sinemaya gidiyorduk. Birlikte olduğumuz zamanın çoğu ise ders çalışarak geçiyordu.
    Aradan kısa bir süre sonra uzun süredir uğramadığım Erenlere uğradım. Evdekiler ile bira sohbetten sonra Eren bana dönüp:
    - Murat ben karar verdim okulu bırakıyorum. Artık dayanamıyorum. Bıktım Murat! Bırakıp tekrar hazırlanacağım sınava.
    - Eren çok geç kaldın. Ne yap et ama okula devam et bence. Bana kalırsa yazın başla daha sıkı hazırlanırsın.
    - Murat gitmiyor bunlarla. Ben her şeyi göze aldım. Yeter ki bunlardan kurtulayım..
    - Eee? Abın ne diyecek bu işe? Ona söyleyecek misin?
    - Yok, ona söylemeyeceğim. Söylersem beni desteklemez çünkü. O da aynı şeyi yaptı zamanında. Benim de kendim gibi olmamdan korkuyor.
    - Hangi bölüm için hazırlanacaksın, peki?
    - Elektrik-elektronik mühendisliği… Burada mutlu değilim ben. Bu meslek sahibi tanıdığım ağabeyler var. Yaşam tarzları falan tam benim aradığım hayat. İş sıkıntısı yok, çok iyi de maaşları var.
    - Eren tekrarlıyorum, zaman çok geç. Toparlanman çok zor olur.
    - Ben memnunum Murat. Mutsuz olduğum yerde bulunmak istemiyorum.
    - Ben bırakmana karşıyım. Ama illa ki bırakacağım diyorsan sen bilirsin. dershane için de ayrıca konuşacağım senin için.
    - Konuş Murat, birlikte gider çalışırız. Yarın ücret için gider konuşuruz.
    - Tamam, kanka hallederiz.
    Ertesi gün dershaneye gidip konuştuk. Özlem abla fiyat konusunda bana ne yaptıysa aynısını ona da yapma niyetinde idi. Onun için de bin TL fiyat söylediğini hatırlıyorum…
    Orda Eren’in hem 1 ay geç geldiğini , hem de Özlem ablanın geç kalmış arkadaşıma biraz güzellik yapmasını istemiştim. Özlem abla biraz direndikten sonra yola gelip 800 TL’ye diyebilmişti.
    Eren de aramıza katılmıştı. Sonunda o da hemşirelikle yollarını ayırmış , yeni bir sayfaya o da yazmaya başlamıştı. Eren için sevinçliydim, o da benim gibi idealist davranmıştı fakat biraz da telaşlıydım onun için çünkü bu işin içinde olan Memet, benim dershaneye başladığım zamanda bile bana geç olduğunu söylemişti. Eren benden 1 ay geç başladı. İşi gerçekten zordu, herkesin hemen hemen 2 ay gerisinden başlayacaktı ve öğrenci evinin ortamında ders çalışması ne kadar olanaklıydı. Çalıştığı dersten ne kadar verim alabilecekti. Bilmiyordum ama gerçekten telaşlıydım Eren için.























    Bölüm 5: Yoldaşlarla beraber


    Dershane yurt arasında gidip gelmeye devam ediyordum. Ders çalışmak , konu bitirmek , test çözmek gibi suların derinliklerinde yüzüyordum. Yüzmekten sıkılmamak için sürekli motive edici , başarıya ulaşmak için gerçekten etkili ve gerekli kitaplar okuyordum. Okuduğum kitapların çoğunu Siirt’teki değerli dostum Memet öneriyordu. Özellikle Ziya Baran’ın kitapları çok etkiliydi. Aynı kitabı 5 kez okuduğumu hatırlıyorum. Her kondisyon ve motivasyon eksikliği yaşayışımda bana ilaç gibi geliyordu Ziya Baran okumak.
    Tüm bunlar devam ederken yurda yeni arkadaşlar gelmişti ve bunların arasında ÖSS’ye hazırlananlarda vardı. Bir gece ders çalışmaya çıktığımda masamın üstüne, yarısını kaplayacak kadar ÖSS’ye hazırlık kitabı bırakılmıştı. Kitabı açtım ve kimin olduğuna baktım. Kitap kapağından sonraki ilk sayfanın sağ üst köşesinde Safa Toy yazıyordu. Safa’yla , okulu beraber bırakıp beraber çalışmaya ve program hazırlamaya başladığımız, boyumu geçecek kadar ÖSS hazırlık kitabı sahibi olup sezon boyunca yarısından fazlasına dokunmayan, İstatistik terk olan Özgün sayesinde tanışmıştık. Safa Toy’un yaptığı ilk hareketler hoşuma gitmemişti. Kurulu bir düzenim vardı ve o bunu bozuyordu. Fakat biraz düşündükten sonra bencillik yapmamam gerektiği kanısına vardım. O da benimle aynı durumdaydı ve çalışma salonunda boş yer yoktu hatta öğrenciler A4 kağıtlarına isimlerini büyükçe yazıp masalara yapıştırıyorlardı. Aynı odada kaldığım Mehmet ile yan odada kalan anlaşma özürlüsü Miray’ın masa için kavga ettiğini hatırlıyorum.
    Sınava hazırlandığım dönemlerde tanıdığım ve kolay unutamayacağım kişilerden bir diğeri ise aynı yurtta kaldığım ve bizim odanın altındaki odada kalan Tekindi. Tekin ÖSS’ye 2. girişinde Tıp Fakültesini kazanan Kayserili uzun boylu, kilolu, irice yapılı, yerli yersiz ve çok konuşan biriydi. Mola verdiğimde ve çalışmamı bitirdiğimde çalışma salonundan kapısı açılan itfaiye merdiveninde çoğu zaman Tekin ile beraber sigara içerdik. Tekin sigara içtiğim anlardaki dinlenme ve rahatlama faslımı zehir etmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Ettiği çelişkili laflar ve hareketler anlatılarak veya yazılarak bitirilecek cinsten değildi. O yüzden Özgün’ün KANKAsı Tekin’den fazla bahsetmeyeceğim.
    Safa Toy’la çalışmamızı aynı anda bitirdikten sonra asansörle odalarımıza inerken Safa’ya:
    - Hacı sen hangi bölümü bıraktın da hazırlanıyorsun? Diye sordum.
    - Diş Hekimliği’ni bıraktım, sen?
    - Ben hemşirelik terk, 2. sınıfta mı bıraktın?
    - Evet , sen de mi 2. sınıfta bıraktın?
    - Evet, peki neden bıraktın ki herkesin gitmek isteyebileceği bir bölümü?
    - Hacı ben sevmedim bölümü, yapmak istediğim iş bu değil.
    9. kattan 6. kata konuşa konuşa inmiştik. Safa yan odada kalıyordu.
    Safa’dan sınava hazırlanma süreci boyunca çok şey öğrendim. En başta ÖSS’ye çalışmayı Safa’dan öğrendim ve çalışırken uyguladığı programa baktığımda konuları hızlı bir şekilde bitirmeye dayalı olduğunu gördüm. Kendisinden yardım istediğimde beni kırmadı ve bana işin bütün püf noktalarını gösterdi.
    Onunla beraber hazırladığım programlarda hem hızlı çalışıp konularımı çabuk bitiriyordum hem de kendime bolca zaman ayırıyordum. Safa bu yolda bana faydası dokunan önemli kişilerden biriydi. Her çözemediğim soruyu, konunun mantığıyla bağdaştıran ve zihnime çivi gibi yerleştirerek çözen Safa’nın hakkı bende çok fazla diyebilirim.
    Safa ile kısa zamanda yakın arkadaş olmuştuk. Çok fazla ortak yönümüz vardı ve yanında bulunulduğunda can sıkıntısını çabuk geçiren pozitif bir insandı. Safa çevresinin etkisiyle tıp fakültesini kazanmak için okulu bırakmıştı. Samsun’da kaldığım son günlere kadar Safa ile takıldık.
    Çalışmalarım tüm hızıyla sürüyordu. Fakat gündemde aklımı bulandıran sorular oluşmuştu. Danıştay YÖK’ün tasarısını kabul etmemişti. YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan tasarının kabul edilmemesi halinde B planını devreye sokacaklarını o da kabul edilmezse C ve D planlarının mevcut olduğunu basın mensuplarına bildirmişti. Tasarı reddedilmişti. Aklım bulanıktı ve çalışmamı etkiliyordu. Hayatımız Sınav sunucusu Cihat Şener’e mail atarak durumumu bildirdim ve bu işin sonunun ne olacağını sordum. Cihat Şener mailime cevap vermişti. Bu durumun beni etkileyeceğini katsayının düşürülüp halledileceğini söylemişti. Katsayının da 0.15’ten 0.14’e düşürüleceğini tahmin ediyordu. Yaklaşmıştı fakat tutturamamıştı Cihat Hoca. YÖK’ün katsayı planı 0.13’e indirmekti. Bu moralimi bozmuştu fakat çalışmalarım aynı şekilde devam ediyordu. Kısmete inanan bir insanım, kısmetimde varsa bu iş olurdu, bunu düşünüp çalışmalarıma devam ettim.
    Ara tatil yaklaşıyordu. Siirt’i, arkadaşlarımı, ailemi çok özlemiştim. Babam ara sıra arıyordu beni, derslerimi, durumumu soruyordu. Her seferinde geçiştirici cevaplar veriyordum fakat artık söylememin zamanının geldiğini, onunda bu işi öğrenmesi gerektiğini düşünmüştüm. Çünkü memlekete gittiğimde bir haftalık bir tatil olacaktı ve bu tatil süresince açıklarımı kapatmak için çalışmam gerekiyordu. Ara tatile 2-3 hafta kalmıştı. Babam beni aramıştı ve bingoyu patlatmıştım beni aradığında dershaneden yurda gidiyordum ve bunu ona söylemiştim. Şok olmuştu ve çok sinirlenmişti. Bana bir sürü kötü söz söyledi hatta eve almayacağını söylemişti fakat ne olursa olsun geleceğimi söylemiştim, o da alırsam girersin söyleyip telefonu suratıma kapatmıştı. Kurban Bayramında memlekete gitmemiştim ve ailemden, arkadaşlarımdan uzak kalmak bana çok koymuştu. Ruhen yorgundum ve dinlenmeye ihtiyacım vardı.
    Ara tatil gelmişti. Siirt’e gidiyordum 1 hafta tatil için. Onu son kez görüp, kitaplarımı ve birkaç parça elbise aldıktan sonra saat 5 otobüsüne binip Siirt için yola koyulmuştum. Yorucu bir yolculuk geçirmiştim. Gelir gelmez eve gittim ve sıcak bir duş alıp kendimi yatağa attım. Geldiğimde evde kimse yoktu. Annem ve halam, ben tam uykuya dalacakken eve geldiler. Uykuya dalmadan uyanmıştım. Annem, kız kardeşim ve halamla hasret gidermiştim. Annem bana güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. İyi bir kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıktım ve arkadaşlarla buluştum. Arkadaşlarım beni merakla bekliyorlardı. Hepsiyle oturup olanları konuştum, zaman geçti akşam oldu, eve gittim. Gittiğimde babam evde değildi ve eve geldiğinde, yanında dayım, eniştem ve 2 misafir daha vardı. Yemek yedik ve oturma salonuna geçip konuşmaya başladık. Babam ne derse desin cevap vermeyip susacağım diyordum içimden, sorulan sorulara da kısa ve net cevaplar veriyordum. Dayım, eniştem ve gelen misafirler, babamın eve gelmeyeceğini, onu zar zor ikna ettiklerini, bana güvendiklerini ve yüzünü kara çıkarmayacağını söylemişti. Babam ise benim onu dinlemediğimi, ipime takmadığımı, bu işe kendi kararımla başladığım için bana hiç destek olmayacağını söylemişti. Başta Kemal Dayım olmak üzere Ahmet eniştem ve o gün bize misafir olarak gelen Kerem abi ve Ali abinin hatırı için beni affettiğini ve evde kalabileceğimi söyledi. O an ne kadar mutlu olduğumu ve sırtımdan ne kadar yük kalktığını hatırlamıyorum. 2 3 gün içinde babamla aramız düzelmişti, çok mutluydum.
    Siirt’te zamanımın çoğu ders çalışmak ve kedilerimle ilgilenmekle geçiyordu. 6 tane kedim vardı. Biri bir gözü yeşil diğeri mavi olan anne Van Kedisi idi. Diğerleri ise henüz 1 aylık yavrularıydı. Ders çalışıp yorulunca ilk işim onların başına gidip stres atmak olurdu. Öyle güzel hayvanlardı ki bütün stresimi alıp beni kahkahalara boğabiliyorlardı. Arta kalan zamanı ise arkadaşlarımla geçiriyordum. Recep, Turgay, Uğur, Sercan ve Memet ile beraber zaman geçirmek bana her şeyden daha güzel geliyordu. Hepsini şu yazıyı yazarken bile çok özlüyorum. Samsun’a dair aklıma hiçbir şey gelmiyordu o hariç. Zaten 1 haftalık bir sürem vardı ve bu süre çok çabuk geçiyordu. Sonunda bu süre bitmişti ve Samsun’a dönme zamanı gelmişti. İlk işim yurda gitmek oldu ve yurda gittiğimde yurt çalışanları ve benden başka kimse yoktu yurtta. Odada 1 hafta boyunca tek başıma kalacaktım. Geldiğim gün bütün düzenimi kurdum ve kendimi tamamen ders çalışmaya adapte ettim. Her şey güzel gidiyordu.
    Samsun’a geldiğim hafta, benden sonra Siirt’ten Şükrü diye bir arkadaşım geldi, nişanlısı Samsun’daydı. Onu 3 4 gün boyunca Ufuklarda misafir ettim, sağ olsunlar onu kendi evindeymiş gibi hissettirdiler. O 3 4 gün boyunca dershaneden çıktıktan sonra Şükrü ile ilgilendiğim için onunla ilgilenememiştim bu yüzden aramıza az da olsa soğukluk girmişti. İstemeden de olsa onunla ayrılmalıydım. Sınava az bir zaman kalmıştı. Dersler için daha fazla zaman ayrılmalıydım. Her çiftin arasında geçebilecek ufak bir tartışmayı neden yaparak onla bir daha görüşmeyeceğimi söyledim. Öylece ayrıldık, istemeyerek de olsa.
    Sınava hazırlanmaya devam ediyordum. Az zaman kalmıştı ve çalışmalarımı arttırmıştım. Giderek kaygım ve telaşım artıyordu. Sınavdan önceki gün Safa ile sabah 6’da uyanmıştık. O günü yorularak geçirip erkenden uyuyarak yarın ki sınava dinç bir şekilde girmeyi planlıyorduk Safa ile. Günü yorgun geçirmiştik fakat planladığımız gibi erkenden uyuyamamıştım. Oda arkadaşım Mehmet’in odada gece saat 3’e kadar Play Station oynaması ve içinde bulunduğum heyecanlı durum gece geç saatlere kadar uykumun kaçmasına neden olmuştu. Sabah saat kaçta uyandığımı bilmiyorum ama sınava giderken pek iyi durumda sayılmazdım. Sınava giderken Özlem ablayı görmüştüm. Sınavdan çıktıktan sonra Özlem ablanın bana ‘‘Seni sınava giderken gördüğümde durumun hiç iyi gözükmüyordu.’’ Dediğini hatırlıyorum. Her neyse sınava giderken heyecanım uykusuzluğumu bastırıyordu. Sınava girdim. İlk 10 dakikadan sonra heyecanım kalmamıştı , sınava konsantre olmuştum.Türkçe’ den başlamıştım sınava ilk 20 soru kolay gelmişti fakat ondan sonra ki 20 soru paragraf sorularıydı ve o 40 soruyu çözmem 1 saatten fazla sürmüştü. Moralim iyice bozulmuştu. Matematik’te de iyi bir hezimete uğramıştım. Sosyal Bilgiler i nasıl çözdüğümü hatırlamıyorum fakat Fen Bilimleri’ne geçtiğimde 20 dakikamın olduğunu hatırlıyorum. Fen’den de 30 soruya yakın işaretledim ve sınavı kendimce kötü bir şekilde atlatmıştım. Sınavdan çıktığımda neye küfredeceğimi şaşırmıştım. Aşırı moralsiz bir şekilde yurda gittim sınavdan sonra. Sınavdan sonra babam aramıştı. Durumumun fazla kötü olmadığını, netlerimi falan saydım, bundan 2 ay sonra bir tane daha sınav olduğunu söyledim. Fakat babam aşırı mükemmeliyetçi bir insan olduğu için yine fırçasını eksik etmemişti. 1 hafta boyunca sınavın etkisini atamamıştım.
    Safa Toy ile daha önceden aynı dershaneye gitme işini konuşmuştuk. Safa Final Dershanesine ücretsiz gidiyordu ve yöneticilerle arası çok iyiydi. Sınavdan 2 ay önce konuşmuştu ve gidersem güzellik yapabileceklerini söyledi. Sınavım kötü geçmişti ve o kız ile aynı sınıfta kalmak artık bana zor geliyordu. Hem seviyordum hem de yanında olmama rağmen onunla konuşamamak koyuyordu bana. Derslerden ve hayattan beziyordum o sınıfa girdiğim zaman. 1 hafta boyunca derslere gitmedim ve 1 haftanın sonunda dershaneden çıkacağımı Özlem ablaya söylemiştim. Özlem abla gitmemem için ikna etmeye çalıştı, istersem ücret bile vermeyebileceğimi söyledi fakat kararlıydım çıkacaktım.
    Bu kararı vermeden önce Eren ile de konuşmuştum. O da aynı sorunlardan muzdaripti. Tümay Dershanesi’ndeki defterimizi kapatıp yollarımıza ayrı dershanelerde devam edecektik. Eren de Pi-Analitik Dershanesi ile anlaşmıştı. İkimiz de yeni dershanelerimize başladıktan sonra daha az görüşüyorduk fakat Tümay’da olduğumuzdan daha mutluyduk.
    Yeni dershaneme 200 TL gibi cüzi bir rakama kaydımı yaptıktan sonra derslere başladım. Kimseyle iletişim kurmuyordum. Tek ilgi odağım derslerdi. Yüzüm gülmüyordu tabi geometri dersleri dışında. Öyle bir geometri hocamız vardı ki geometriye aşık olmamak elde değildi. Her dersi bir şov gibiydi. Sabah 7 de bile uçabilecek enerjisi olan bir hocaydı Nurtaç Hoca. Final dershanesindeki tek eğlence diyebileceğim şey Nurtaç Hoca’nın derslerine girmekti. 2 ay boyunca yaptığım tek şey derslerle ilgilenmek oldu. 10 Haziran 2009 tarihinde dersler bitmişti ve seri denemeler başlayacaktı.
    Sınava giriş yerimi ilk olarak Siirt ikinci yer olarak da Batman seçmiştim. 11 Haziran 2009’da Siirt’teydim. Seri denemelere Siirt’te girdim. Siirt’te günlerim hem neşeli hem de ders çalışarak geçiyordu. Son birkaç gün kalmıştı ve eksik olan konularımı tamamlamıştım. Sıra son sınavlara girmeye gelmişti. İlk olarak Matematik ve Geometri sınavına girmiştim ve ardından Edebiyat – Coğrafya sınavı ve Fizik – Kimya – Biyoloji sınavları. Sınavlar güzel geçmişti ve netlerimi hesapladığımda istediğim puana yakın bir puan alıyordum. Sınav sonuçları açıklanmıştı ve puanım kırılmasına rağmen ( en son söylediğim 0.13 olan katsayı Danıştay tarafından tekrar reddedilmişti. Son olarak katsayı 0.12’ye çekildi ve Danıştay kabul etti.) tahmin ettiğim kadarıyla istediğim sıralama dilimine girebiliyordum. Tercihler yapıldı, sonuçlar açıklandı. Samsun’a geri dönüp orda okumak istiyordum yeni bölümümü fakat işler hiçte umduğum gibi gitmemişti. Puanımın kırılması düşündüğüm birçok şeyin önüne ket çekmişti. Yinede mutluydum. İstediğim bölüm gelmişti.
    Final Dershanesi’ndeyken çıkışta Safa ile beraber yurda gidiyorduk. Deneme sorularımızı kontrol ederken ona ‘‘eğer böyle giderse Giresun Üniversitesi’ne giderim’’ demiştim ve tercih sonuçlarının açıklandığı sabah beni arayan ilk kişi Safa Toy’du.
    - Başkan baktın mı sonuca, neresi geldi? Dedi Safa meraklı bir şekilde.
    - Başkan tahmin et bakalım neresi geldi?
    - Giresun mu lan?
    - Evet başkan Giresun geldi. Dedikten sonra biraz daha konuştuk. Safa’ya da Samsun tıp gelmişti. Belki beraber okumayacaktık Safa ile fakat yakındık birbirimize arada bir görüşebilirdik.
    Çevremdeki herkes ve herkesten çok ben mutluydum ve huzur doluydum. Omuzlarımdan öyle bir yük kalkmıştı ki daha önce dünyayı ben taşıyormuşum da sırtımdan anca inmiş. Memet ile telefonda konuştuğumuz o gurur verici tablo, kendimi motive etmek için hayal ettiğim o tablo gerçek olmuştu. Bilmiyordum benden mutlusu var mıydı acaba? Bildiğim tek şey o zaman çok mutluydum şimdi ki gibi…



    Son…
    *Mehmet: Hemşirelikteyken okul ve yurt arkadaşım. *Memet: Liseden, Siirt’teki arkadaşım.


    [justify]

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 8:27 am