Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    HAVF VE RECA

    avatar
    1001030060


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    HAVF VE RECA Empty HAVF VE RECA

    Mesaj  1001030060 Cuma Ara. 24, 2010 7:53 pm

    HAVF(Korku) ve RECA(Ümit) ARASINDA
    Karanlık geceden sonra yine aydınlanmıştı dünya… Bu sabah Didar yorgun açmıştı gözlerini… Nedenini bilmiyordu. Kalkmakta istemiyordu aslında yatağından… Okulu olmasa hiçte kalkacağı yoktu… Annesi, yine her sabah olduğu gibi bu sabahta odaya girdi. Perdeyi hafif araladı. Didar diye seslendi. Mırın kırınla kalkmıştı Didar… Kahvaltısını hızla yaptı. Okula her zaman ki gibi geç kalmıştı. Allah’tan okul yakındı evlerine. Aceleyle okula gitti. Başarılı bir eğitim serüveninden sonra bu yıl mezun oluyordu… O yıl Didar kardeşi olacağını öğrenmişti. Bu durum onu çok rahatsız ediyordu.
    Didar ablasıyla gayette mutluydu çünkü. Yaşamlarına yeni bir kişi girsin istemiyordu. Kendisinden 13yaş küçük kardeş allak bullak etmişti onu… Bir yıl öncesini düşünüyordu. Yedinci sınıfın sonlarındaydı. Bir gün yine o hırçın deniz dalgası gibi Didar, okula gitmek için sabah erken kalktı. Evde kimsecikler yoktu. Ablası mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Didar’ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Annesi geceleyin sancılanmış, doğuma gitmişti babasıyla… Bütün dünya başına yıkılmıştı. Okula nasıl gittiğini bilmiyordu. Okulda o gün çok durgundu. Akşam evde nasıl bir durumda karşılaşacağını hayal ediyordu. Eve gitmeyi hiç istemiyordu. Tadı tuzu kalmamıştı artık. Eve geldiğinde annesi çok halsiz görünüyordu. Kundakta bir şey vardı. Küçücük zararsız bir şey… Ama onun yüzüne bakmayı bile düşünmüyordu. Ev çok kalabalıktı. Komşular, akrabalar dört bir yandan yeni bebeği görmeye geliyordu…
    Didar o günden sonra ablası Elif ile bile konuşmuyordu. Anne ve babasına çok garip davranıyordu artık. Okul kapanmak üzereydi… Bu durum pek etkilememişti aslında okul hayatını… Yine başarılı bir sene geçirmişti. İlk 2hafta kardeşinin yüzüne bakmamıştı zaten… O denli kabullenememişti kardeşini… Üç ay ne de çabuk geçmişti. Aslında Didar için pekiyi geçmemişti. Yeni bir hayattı artık Gümüş ailesinin ki… Sadece küçük kardeş Kerem’e yönelik…
    Onu sevmeye başlamıştı aslında… Ama itiraf edemiyordu kendine. Annesi kardeşini yanında sevemez olmuştu, tabi babası da… O tatil bitmişti, öyle ya da böyle… O aralar babası rahatsızlanmıştı. Kerem falan yoktu gözünde… Her gün biraz daha olsun kötüye gidiyordu babasının durumu… İştahı da eskisi gibi değildi artık... Ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu Didar. Bunlar olurken sekizinci sınıfa başlamasına da sadece 3gün kalmıştı. Babasının rahatsızlığı iyice artmıştı. Aslında normal görmeye başlamışlardı. Çünkü babasının böbreklerinde taş vardı ama bu zamana kadar hiçbir belirtisi yoktu. O gün sabaha kadar uyuyamamıştı Didar… Sabahleyin babası belli etmese de fenalaşmıştı o gün. Didar ambulansı aradı. Ablasının apar topar eşyalarını topladı. Aslında ablası birkaç gün sonra okuluna gidecekti. Liseye başlayacaktı o sene. Ama babası hasta olunca üç gün geç başlayacaktı okula… Didar, annesi ve kardeşi Kerem’le öylece kala kalmıştı. Ambulansın arkasından bakarken babasına sarılamadığını hatırladı. İçi sızlamıştı o an. Keşke kucaklayabilseydi onu.
    Didar artık bir şey düşünemiyor, sürekli babasını düşünüyordu. Acaba doktor ne söylemişti babasına… Telefonu yine eline almıştı, arayacaktı, ne demişlerdi çok merak ediyordu çünkü… Karşısında ki ses çok tizdi kısıktı o gür sesli babası ne olmuştu da bu hale gelmişti. Baba nasılsın demeye korkuyordu, sesi çok kötü geliyordu çünkü… En sonunda sorabilmişti. Nasılsın baba diyebilmişti. Babası iyiyim demişti ama sesi her şeyi anlatıyordu. Doktorlar, Karaman’dan Konya’ya nakletmişlerdi o gün… Kötü bir şey yok denmişti Didar’a. O da öyle olması için dua ediyordu.
    Ertesi gün garip bir rüya görmüştü Didar... Annesi her zaman yaptığı sütlaçlarından yapıyordu rüyasında… Sabahleyin irkilerek uyandı. Hemen anlatmalıydı rüyasını annesine. Bundan önce rüyalarında tatlı gördüğü zaman, hep kötü bir şey olmuştu çünkü. Annesine rüyasını anlattı. Annesi de bir rüya görmüştü, oda anlattı kızına, aslında anlatmak istemese de. Onların memlekette pişi yapılırdı. Annesi de rüyasında pişi yapıyordu. Kızgın yağın üzerine şerbet döküyordu… İster istemez rüyalardan dolayı korkmuştu ikisi de. Didar’ın okulunun ilk günüydü ve sekizinci sınıf olacaktı artık… Ama hiç gitmek istemiyordu okula. Annesine de söyledi ama annesi gitmesi taraftarıydı. Kalktı hazırlandı ve zorla okula gitti. Okulun ilk günü mutlu olmaya çalışıyordu Didar.
    Bir şeyleri unutmak istercesine yine titizliği tutmuştu. O gün ders işlenmiyordu zaten. Bütün sınıf artık onun temizlik hastası olmasına alışmıştı. Yine aynısı oldu, hadi temizlik yapalım dedi sınıftaki herkese. Yapmayalım diyen olmazdı, severlerdi Didar’ı… Herkes bağrış çağrış konuşurken birden bir sala sesi yükseldi. Yine biri vefat etmişti anlaşılan. Biri ölmüştü acaba kimdi, ilçede bilirlerdi herkes birbirini. Sınıf biraz durakladı acaba kimdi ölen diye, herkes birbirine sormaya başlamıştı. Yorumlar başlamıştı her ağızdan o benim akrabamdır durumu kötüydü, bizim komşudur, şudur budur… Salanın sonunu beklemeden konuşmalar yine yükselmişti. Duyamamışlardı gürültülerinden kimin vefat ettiğini. Merakta etmişlerdi aslında… Zil çalmıştı, teneffüs vaktiydi. Herkes dışarı çıkmak için kapıya yönelmişti. Alt sınıftaki birçok kişi sınıfa koşarak girmişti. Bağırıyorlardı öyle bir bağırıyorlardı ki Didarrrrrrrrrrrrrrrr…
    Baban ölmüş, baban ölmüş diye…
    Didar kendinde değildi o an ne anladı ne düşündü bilmiyordu. Kapıya yöneldi allak bullak olmuştu. Ne yapacağını bilemedi. Ayakları onu götürüyordu bir yere alabildiğine gidiyordu. Halsiz düşmüştü, dilinde şu kelimeler yalan bu doğru olamaz olmaz diye bağırıyor ama duyulmuyordu. Konuşuyordu hala yol boyu, yok inanamıyordu bir türlü. Bütün yol boyunca ağlayarak dua etmişti yalan olması için. Eve gelmişti annesi karşılamıştı ama ne karşılama… Didar Didar diye haykırıyordu annesi, çok kötü gözüküyordu, perişandı. Komşular etraftaydı… Ne hale gelmişti hayatı anlamıyor, bu duruma inanmıyordu. Annesine koşarak sarıldı. Bağırıyordu:
    -Anne yalan de ne olur, diye yalvarıyordu ama ne yalvarma dünya duyuyordu, bağırıyordu. Bir ara fenalaştı Didar… Herkes perişan olmuştu. Etrafta kalabalık artmıştı…
    Kardeşi falan neredeydi bilmiyordu. Daha altı aylıktı o…Baba nedir bilmiyordu bile… Bayılmıştı bir ara Didar, komşular yardımıyla içeriye taşınmıştı. Okuldan arkadaşları gelmişti yanına. Konuşamıyordu daha sabah sınıfta bir an olsun susmayan Didar, ne hale gelmişti. Annesi ise ölü bir insandan farksızdı. Yan yana dahi getirmiyorlardı annesi ile Didar’ı… Ablasının hiçbir şeyden haberi yoktu. O gün liseye başlayacaktı ablası… Babasından haberi yoktu bile… Annesi ne yapacağını şaşırmıştı. Didar gelmeden önce anneannesini, teyzelerini aramak istemişti. Derdini paylaşacak bir insan arıyordu ama perişan olmuştu. Telefon tuşları onun geçmişini, geleceğini, anını her şeyini gösteriyordu sanki… Bir numarayı bile doğru çevirememişti. Arayamamıştı kimseyi…
    Didar zorla da olsa ulaşmıştı ablasına… Ona nasıl söyleyecekti ki, daha kendisi bile kabullenememişti bu durumu… Telefondan gelen ses gayet mutluydu. Liseye başlamanın verdiği heyecanla:
    -Efendim
    -Abla abla babam ölmüş, o ölmüş…
    Kendisi bile inanamamışken ablasına haykırıyordu. Canı hiç bu kadar yanmamıştı o güne kadar. Şok sırası ablasındaydı:
    -Ne diyorsun sen Didar!
    Ablasının sesi kesildi bir an. Sonra hıçkırık sesleri duyulurken sözcüklere yer kalmamıştı. Kapandı telefon ve kim bilir Elif orda ne haldeydi. Didar’sa artık tepkisizleşmiş öylece boş bakıyordu etrafa…
    Elif bağırarak duvarlara vuruyordu kafasını… Kendinde değildi, şoka girmişti. Ne yapacağını bilmiyordu. Nasıl olurdu böyle bir şey kafası almıyordu. Kendisini tokatlayanların farkında bile değildi Elif… Onu eve götürüyordu birileri ama kimdi onun farkında bile değildi.
    Eve gelmiş ve Didar’la öyle bir sarılmışlardı ki… Etraftakiler ağlıyordu artık dayanamamışlardı iki kardeşin bu haline. Didar’la Elif’i zorla ayırdılar. Elif duvardan duvara çarpıyordu kendini… Herkes Elif’e yönelmişti sakinleştirmek için. Artık bağırıyordu Elif:
    -Ölmedi ölmedi benim babam.
    Kabullenmek kolay değildi ama Didar artık yavaş yavaş kabullenmiş, ablasına gerçeği kabullenmesi için yardımcı olmaya çalışıyordu:
    -Öldü abla. Keşke ölmedi diyebilseydim ama öldü.
    Tekrar sarılıp ağlamaya başladılar. İşte ilk gün böyle ağlayarak geçmişti. Didar kimi zaman donup kalıyor, ağlayamıyordu. Bazense öyle hıçkırıklara boğuluyordu ki, nefesi kesiliyor, kendinden geçiyordu. Nasıl bir acıydı ki bu yüreği dağlanmıştı sanki. Son bir kez sarılamadan gönderdiği babasını bir daha göremeyecekti. Keşke o da ölebilseydi. Babasının yanına gidebilseydi. Nelerini vermezdi ki bunun için…
    Kerem’in yanında artık ne yapacaklarını bilemeden, onca kalabalığın arasında kimsesiz kalmışlardı… Didar’ın Fransa’da ki amcasının geleceği konuşuluyordu o gün evde. Ondan sonra defin işlemleri olacakmış diye… Morga gönderilecekmiş diye… Tepkisiz kalıyordu hala annesi gözüyle görmemişti hiç bir şeyi… Razı olmamıştı morga kaldırılmasına… Evime getirsinler diyordu. Ertesi gün evde bir bekleyiş vardı artık gerçeklerle karşılaşma vakti gelmişti… O gün bir gece morgda kalmıştı.
    İnanamıyordu bir türlü Didar… Ne olacaktı bundan sonra, doğru muydu yani bütün bunlar… Sersemce etrafa bakıyordu ne yapacağını bilmeden…
    EVE GELMİŞTİ BABASI…
    Babasını bir odaya yatırmışlardı artık… Ablasıyla Didar’ın pembe odasıydı orası… Girmek için cesaret toplamıştı Didar. Birileri engel oluyordu onun odaya girmesine. Zorla da olsa girmişti odaya, sonunda görecekti gerçekleri ama ne görme… Babası öylece uzun uzadıya yatıyordu karşısında. Ne kadar da çaresizdi o an… Yanına yaklaşacak cesareti yoktu. Uzaktan bakabilmişti sadece. Ne yapacağını bilemedi. Birileri onu hıçkırıklarıyla zorla da olsa odadan çıkardılar.
    O gün cenaze artık defnedilecekti. Yani babasıyla son vedaydı. Herkes allak bullaktı. Didar yaşamıyordu artık canı bedeninden ayrılıyordu sanki. Şu üç gün ne kadar da ağır gelmişti ona… Haberi yok gibiydi her şeyden, babasının cansız bedenini evden uzaklaştırıyorlardı artık. Öylece seyrediyordu, elinden bir şey gelmeden.
    Didar, Elif, Kerem ve annesi…
    Hayat o günden sonra ne kadar da ağır gelmişti onlar için. Ama her şeye rağmen hayat devam ediyordu ve eski akışına dönmek zorundaydı. İçindeki acı hiçbir zaman son bulmayacak olsa da böyleydi bu lanet dünyanın düzeni. Yine de onları ayakta tutan bir inançları vardı. Yok, olmamıştı babası ve artık daha iyi bir yerdeydi.
    Okula da devam etmek zorundaydı hiç istemese de. İki hafta gitmemişti okula. Hayat onlar için şu söz üzerine devam etmeye başlamıştı. Aslında babalarının öğrettiği bir sözdü bu. Ama hikmetini yeni anlıyorlardı:
    ALLAH BİR KAPIYI KAPATIRSA, DİĞERİNİ AÇAR…
    O günlerde evde hiç huzur kalmamıştı. Didar’ın öyle karışık bir yaşamı vardı ki aslında… Ama o güne kadar bunun farkına bile varmamıştı ya da fark ettirmeyen babasıydı. Didar’ın babası ikinci evliliğini annesiyle yapmıştı. Babasının önceki evliliğinden beş oğlu vardı. Annesinin de bir oğlu… Bu ona ve ablasına hiç yansıtılmadı. Sadece biliyorlardı. O kadar. Gerçekler yüz üstüne çıkmaya başlamıştı artık o günlerde. Ağabeyleri okumuştu. Hepsi bilen, halden anlayan insanlardı. Ama söz konusu miras olunca… Kardeş kardeşi tanımıyordu. O karmaşık dönemde Elif’in lise hayatı bitirilmek isteniyordu. Onu okutmayan taraf ise ağabeyleri… Amcası müdahale etmeye çalışıyordu, okuması için. Ama söz sahibi yine ağabeyleri oluyordu. Elif çaresiz bir umut başlamadan bitirilmek istenen lise hayatını geri istiyordu. O günün akşamı evde bir kurul toplanıp gidişatı konuştular. Elif ve Didar’ın okuması o gün kurulun vereceği karara bağlıydı… Kurul ise ağabeyleri, amcası, dayılarından oluşuyordu. Elif ile Didar yan odada hayatının sonuçlarını bekliyorlardı. Eczacı olan ağabeysi bir ara yanlarına geldi, Heyecanla sordular:
    -Ne oluyor ağabey? Lütfen bir şeyler yap!
    -İçerde bayağı hararetli konular konuşuluyor, kızlar. Dua edin!
    O gün kurul sonucu olumsuz olarak belirlendi. Amcası mahcup bir edayla: ‘ Elif canım sadece bu sene idare et. Her şey yoluna girsin devam edeceksin okuluna, ama bu senelik mecbur kaldım. ’ demekle yetiniyor. Elif karşı çıkmak istiyor ama istediği her şeyi her zaman yapamıyordu insan. Kendi dışında gerçekleşiyordu bütün olaylar… Kabullenmeye çalışıyordu, neleri hazmetmedi ki bu yürek diyordu kendi kendine.
    Babasının ölümünün üstünden daha birkaç hafta geçmişti. O kadar çok şey yaşamıştı ki üstüne bir de bu ekleniyordu. Lise hayatı o günden sonra onun için bitmiş oluyordu. Didar sekizinci sınıf hayatına aynen devam ediyordu. Ablası o yıl kendine yeni uğraşlar aramaya başlamıştı. Annesi de Kerem’i büyütmeye çalışıyordu. Etrafın dedikodusu yüzünden evde pek huzur kalmamıştı. Annesinin rahatsızlığı bir yandan Kerem’in hastalıkları bir yandan iyice kötü olmuştu halleri. Sanki artık hiç yüzü gülmeyecekti bu hayatta Didar’ın. Elif, dikiş nakış kursuna yazılmıştı. Vakti geçsindi yeter ki… Didar okuluna devam ediyordu. Bir gün sabah yine aynı şekilde okula gitmek için kalkmıştı. Annesi o gün kahvaltıyı hazırlamamıştı ve uyanmamıştı da. Bu onu biraz düşündürdü… Annesini uyandırmak için odanın kapısını açtı. O an dünya başına yıkıldı. Kapıyı aralamasının ardında annesi yerde baygın haldeydi. Kerem daha altı aylıktı. Ağlıyordu sadece hiçbir şeyden habersiz. Ne yapacağını şaşırmıştı Didar. Ablası Elif’i nasıl uyandırdığını bilmiyordu bile. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı ikisi de. Annesi ruhsuz yerde öylece yatıyordu. Komşularını aramak geldi akıllarına. Hemen bir koşu gidip telefona sarıldı Elif, yan komşusunu arayıp durumu bildirdi. Koşarak tekrar annesinin yanına geldi. Didar bembeyaz kesilmişti. Kımıldayamıyordu bile… Ne olmuştu? Niye olmuştu? Bir türlü anlamıyordu. Nihayet kapı çaldı. Komşular girdi içeriye. Yerde baygın halde bulunan Didar’ın annesi, hala aynı haldeydi. Araba ile hastaneye kaldırmışlardı. Hemen acile götürmüşlerdi. O an Didar eski yaşamında ne kadar rahat bir hayat sürdüğünü anlamıştı. Ama şu an yaşadığı durumlar ona çok ağır geliyordu. Neyse ki çıkarmışlardı hastaneden annesini. O günden sonra bir karar vermişti. Annesini hiç üzmeyecekti. O onun hayatındaki tekiydi. Doktor iki defa daha böyle bir bayılma olursa annesini kaybedebileceklerini söylemişti çünkü…
    Artık günler onlar için öylesine gelip geçiyordu. Didar korkuyordu. Ya bir daha aynı şeyleri yaşarsak diye… Didar’ın o yıl liselere giriş sınavı vardı. Bu yüzden onu bir sınav telaşı sarmıştı... Sınava çok az kalmıştı. Doğru dürüst çalışamamıştı bile. Malum yaşadıkları şeyler kolay değildi. Okuması bile garanti değilken nasıl azmedip çalışabilirdi ki hem. O çok azimli çalışkan Didar artık eskisi gibi değildi. Biçare okulun bitmesini istemiyordu. Okul onun için bir nimetti. O kadar çok okumak istiyordu ki… Ama ablasının okumaması onu çok düşündürüyordu. Çünkü ablası da çok okumak istemişti ama ne yazıktır ki izin vermemişlerdi. Okursam ya ablamla okurum yoksa istemiyorum okumam diyordu. Bir gün hayallerim gerçekleşir mi umuduyla çok dua ediyordu. Sekizinci sınıf hayatının bitmesine az kalmıştı artık. Sınava girecekti. Ya kazanırsa ne olacaktı, kazanamazsa olacak olan belliydi zaten…
    Annesi o zamanlar iyiydi. En azından dışarıya karşı. İçinde ne fırtınalar kopuyordu aslında. Bir Pazar günüydü. Misafirler gelmişti. Öyle komşularıyla otururlarken, annesi aniden yine olduğu yere yığıldı kaldı. Herkes şoka girmişti. Su dökmüşlerdi annesinin üzerine. Kendine gelir mi ki diye. Ama nerde? Aynı ölü gibi kıpırdamadan duruyordu öylece… Ambulansı aramışlardı. Kerem hiçbir şeyden habersiz bakıyordu etrafa... Bu ikinci kez oluyordu. Korkuyordu artık olabileceklerden… Annesinin o ela gözleri yavaşça açılıyordu. Ama tanımıyor, hiç bir şeye bakmıyordu. Sağlık görevlileri açlıktan, halsiz düşmüş deyip gitmişlerdi. Ne zaman işlerini doğru yapmışlardı sanki… Didar annesine bakamıyordu, korkuyordu. Ne yapacaktı onsuz bir hayat düşünemiyordu. Bir saat sonra annesi yavaş yavaş kendine gelmişti. Ne oldu bana diyordu. Hatırlamıyordu birkaç saat öncesini… İnsan dert çekmeye görsün, böyle oluyordu işte… Hayatın yükünü tek başına çekmek kolay değildi.
    Bu kadar zor zamanlarda sadece Allah diyordu Didar. Yapacak, diyecek bir sözde yoktu aslında. Ancak ona sığındığında bir nebze olsun içi ferahlıyordu.
    Sınav günü gelmiş çatmıştı. Sınava giriyordu. Her şeye rağmen elinden geldiğince çalışmıştı Didar ama bu psikoloji ile ne kadar olacaktı, bilemiyordu. Ablası o sınavdayken bir yığın dua etmişti. Tek istediği Didar’ın okumasıydı. Başka bir düşüncesi kalmamıştı artık. Sınav bitmişti, milyonlarca gencin geleceği o iki, iki buçuk süre zarfında belli olacaktı… Sekizinci sınıf hayatı öyle ya da böyle bitmişti artık… Didar için o yıl çok zor geçmişti. Arka arkaya yaşadığı dramatik olaylar onu mahvetmişti. Sınav sonuçları açıklanmıştı o gün. Didar’ı arkadaşı aramış ve aynı yeri Anadolu Kız Meslek Lisesi’ni kazandıklarını söylemişti… Didar’ın hayatta gitmem dediği liselerden biriydi burası. İkincilikle girmişti bu liseye. Ama o, ben bu lisede hayatta okumam diyordu. Üç aylık tatilin sonlarını yaşıyorlardı artık. Aslında onlar için pek bir şey ifade etmiyordu tatil. Belli bir amaç ve gayeleri yoktu çünkü. Liselere kayıtlar başlamıştı. Ne olacaktı şimdi? O da ablası gibi okuyamayacak mıydı?
    Bir gün sabah yine umutsuzca gözlerini açmıştı. Ev temizliği yapmışlardı. Amcası çıka geldi. Konuşurken birden konu okula, okumaya geldi. Amcası:
    -Kızlar siz gerçekten okumak istiyor musunuz?
    Didar ve Elif konuşamamıştı bile. Amcalarını daha yeni tanımaya başlamışlardı çünkü. Yıllar önce babası ve amcası dedesinin mallarını paylaşımı sırasında küsmüşlerdi. Ölüm son pişmanlık oluyor herkes için. Amcası içinde öyle olmuştu. Didar kısık sesle:
    -Evet, okumak istiyoruz. Ama…
    Amcası oturduğu yerde ağlamaya başlamıştı. Size söz veriyorum kızlar. Sizin arkanızdayım her ne olursa olsun ikinizi de okutacağım, demişti. Didar bağırmak istiyordu sevincinden. Öylece bakakalmıştı. Elif ise sevinçle burukluk arasında gelgit yaşıyordu. Amcası siz hiçbir şey düşünmeyin, her şey hallolacak, demişti ve biraz işim var deyip gitmişti. Didar ve Elif çığlık atmışlardı sevinçlerinden. Sonunda diyorlardı. Sonunda sonunda… İkisi de mutluluktan uçacaklardı. Annesi biraz hüzünlenmişti Didar’ın. Malum onlar okula gidecekler, oysa evde Kerem’le yalnız kalacaktı.
    Didar sevinçle hüznü aynı anda yaşıyordu. Daha önce annesinden hiç ayrılmamıştı çünkü. Okul düz liseydi. İkisi de aynı sınıfta, aynı sırada… Özel bir yurtta kalacaklardı. Kayıt işlemleri bitmişti.
    Okul başlamıştı. Aynı sırada oturmuşlardı. İlk tanışma faslında akraba mısınız? Diye soruyorlardı. Onlar kardeşiz diyorlardı. Kimse inanamıyordu. İlk bir ay aynı konuşma oldu. Alışmışlardı artık, okul yurt gidiyordu. Tek sorun annesi ve Kerem’i özlemekti. O yıl çok çalışıyorlardı. Çetele tutuyorlardı. Eve gitmemize şu kadar kaldı diye… Didar notları çok takardı. Seksen beş aldım diye üzüldüğü bile olurdu. Elif ona göre biraz daha rahattı ve lise hayatı bitmişti. Didar’ın ortalaması doksan sekizdi. Takdir almıştı ikisi de...
    Artık eve gitme vakti gelmişti. Ara tatillerde hep gidiyorlardı. Ama bu uzun süreli bir tatildi. Didar lise hayatına daha kararlı daha azimli bir kız olarak giriş yapmıştı. Artık geçmişteki yaşadıkları kötü maziyi unutmak istercesine mutlu olmaya çalışıyordu. Sanki acıları eksilmiş gibi, onu belli etmemek için inadına daha da mutlu. Oysaki bir yerlerde hep derin bir acı...
    Lise de çok azimli kızlar diye anılmışlardı. Böylelikle dört yıl lise hayatı serüveni bitmiş oldu. Son yıl çok çalışmışlardı. Üniversiteye giriş sınavları için. Dershaneye gitmişlerdi ikisi de... Uyku düzeni diye bir şey kalmamıştı o yıl. Denemeden denemeye, o sınavdan bu sınava derken… Zaman çok çabuk ilerliyordu. Aynı yurtta dört yıl geçirmişlerdi artık… Elif o yıl Gazi Üniversitesi Bilgisayar Öğretmenliğini kazanmıştı. Didar ise istediği Eczacılık Fakültesi olmadığı için tekrar hazırlanmak istiyordu sınava. Ama dört yıl epey bir masraf yapılmıştı onlar için zaten. Bunu nasıl söyleyecekti annesine, amcasına… Üç ay yaz tatili bitmişti artık ikisi de lise mezunuydu… Elif hazırlık yapıyordu Ankara’ya gitmek için. Didar geçmişi hatırladı bir an. Ablası yine okula gidecekti. Didar yerleşememişti herhangi bir okula. Çünkü olmayacak yerleri yazmıştı.
    Bir gün polis ağabeysi gelmişti. Didar bu yıl dershaneye tekrar git ağabeycim. Ben sana güveniyorum demişti. Didar şoka girmişti bir zamanlar okutmayan abisiydi. Nasıl oluyordu da okuması için teşvik ediyordu. O da anlamıştı hatasını anlaşılan… Bu duruma çok sevinmişti. İtiraz edecek değildi herhalde. Tamam, ağabey diyebilmişti. İçinde mutluluk rüzgârları eserken.
    O yıl tekrar hazırlanıyordu sınava. Başka bir dershanede ve aynı yurtta. O yıl kararlıydı. Öyle ya da böyle olacak diyordu. Hayırlısı demeyi de ihmal etmiyordu tabi ki de. İki yıl üst üste sınava hazırlanmak onu çok yıpratmıştı. Denemelerinde istediği puanı bir türlü yakalayamamıştı. Azmi kaybolmuştu bu yüzden. Dışarısı ile irtibatı kesmişti. Eve sık gitmiyordu mesela. Annesi ve Kerem’i çok özlediği halde. Kitap okumayı çok seviyordu Didar. Bir hafta boyunca kitap okumuştu hiç aralıksız. Sözeli yükselmişti bu sayede. Son denemeleri gayet iyi gidiyordu. Sınava çok az kalmıştı. Korku ve ümit arasında gelgit yaşıyordu. Ya tekrar olmasaydı. Tek korkusu buydu ve sınav gününe saatler kala midesindeki ağrı aralıksız devam ediyordu. Sakin olmalıyım diyordu hep kendi kendine. Hayatın sonu değil ya, diyordu.
    Sınav günü gelmişti. Kaderi o gün belli olacaktı. Bir gün öncesi arkadaşlarıyla sınav giriş yerlerine bakmaya gitmişlerdi. Sıralarını bile kontrol etmişlerdi. Bu yüzden rahattı.
    Sınav saati yaklaşmıştı. Herkes sınıflarına girmişti. Didar sırasına oturdu. Sınavın başlamasına az kalmıştı. Gözetmen sınavda uyulması gereken kuralları okuyordu. O anda geç kalmış bir öğrenci içeriye girdi. Didar’ın sırasına yöneldi. Didar ne olduğunu anlayamamıştı. Çocuk benimde numaram burası ama bir karışıklık oldu sanırım diyordu. Gözetmenden yardımcı olmasını istedi çocuk… Meğer Didar yanlış okula gelmiş. Verilen adreste ki sokak ismi ile okulun ismi aynı olduğu için karıştırmış. Gözetmen hoca:
    -Canım koş yetiş senin okulun Karaman lisesiymiş…
    -inanmıyorum ya… Demişti Didar.
    O kadar da ehemmiyet vermişti bu konuya. Nasıl olurdu böyle bir şey aklı almıyordu. Gözetmen soruyordu:
    -Biliyor musun peki okulu diye. Didar koşarak sınıftan çıkarken bağırıyordu:
    -Mezun olduğum lise. Diye…
    Sınava geç kalmanın verdiği heyecanla kalbi çok hızla atıyordu. Yorulmuştu çok süratle koşmuştu çünkü… Dört yıl okuduğu lise hayatında bir kez bile günaydın dememişti okul müdürüne. O gün koşar adımlarla sınıfını ararken günaydın hocam demişti. Kendisi de şaşkındı bu duruma. Neyse ki zor da olsa sınıfını bulmuştu. Sınav başlamıştı bu arada tabi. Sınav yerine oturdu. Aralıksız hızla çarpan kalbi onun heyecanını ele veriyordu. Bütün dikkati dağılmıştı… Sınav süresi o kadar hızla geçmişti ki… Hiçbir şey anlamamıştı. Ama morali çok bozuktu. Denemelerinden bile kötü geçmişti sınavı… Oysaki son denemeleri ne kadar da güzeldi. Herkes arıyor, sınavın nasıldı diye? Cevabı hep aynıydı. Yanlış okula gitmişim. Sınava geç kaldım ve kötüydü. Kendisini kandırmak için hayırlısı demekten kendini alamıyordu. Artık sonucu beklemekten başka çaresi de yoktu…
    Puanları açıklanmıştı. Çokta iyi değildi. Tercihleri yapmıştı. Sonunda sınav sonucu açıklanacaktı. O gün bütün gün uyumadı. Sonuç açıklanmıştı. Giresun Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliğini kazanmıştı. İstemiyordu bu mesleği ama yazmıştı yine de garanti olsun diye… Hiç mutlu olamamıştı bu sonuca… Birçok arkadaşı sonucu merak ettiği için Didar aramıştı çoğu arkadaşı bir yeri kazanamamıştı. Kendisinin de şans eseri kazandığını düşünerek mutlu olmaya çalışıyordu. Artık kaderi öğretmenlikten yana geçiyordu…
    Sonunda Didar’ın hayatı da düzene giriyordu. Mutluluğun penceresini birazda olsa aralamıştı artık… Ablası ile ikisi de öğretmen olacaktı. Artık çok istedikleri tenha bir köyde eğitim vermenin hayallerini kuruyorlardı. Evde bayram havası esiyordu.
    İnsan hayatında ki iniş çıkışların doruğunu yaşayan Gümüş Ailesi… Kötü günlerin ardından geçirecekleri iyi günlerin hayallerini yaşamaya başlamışlardı. Kerem’de artık okula başlayacaktı. Herkes bir taraflara dağılıyordu. Bakalım gelecek onlar için neler getirecekti…
    HAVF (Korku) ve RECA (Ümit) arasında gel git yaşamak…!!!

    ….::::: S O N ::::::…..



      Forum Saati Perş. Mayıs 16, 2024 8:52 am