Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    DÜŞKONDU

    avatar
    1001030076


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    DÜŞKONDU Empty DÜŞKONDU

    Mesaj  1001030076 Cuma Ara. 24, 2010 8:53 pm

    DÜŞKONDU Hava insanın kanını donduracak kadar soğuktu ağaçlar birbirine kenetlenmiş donmamak için adeta birbiriyle yarışıyordu zifiri bir karanlık bürümüştü ortalığı… Osman ani bir hareketle yerinden kalkmış hızlı adımlarla pencereye doğru koşuyordu içinden bir ses sanki onu çağırıyordu. Soğuktan buz kesilmiş, hareketsiz duran çaresiz bir yavru kuş gördü, koşar adımlarla bir hayat kurtarmaya gidiyordu, belki de bütün zamanların en büyük kahramanı kendisi olacaktı. Havanın soğuk olmasına aldırmayan Osman yalın ayaklarıyla merdivenlerden inip bir an bile düşünmeden kuşu kavradı ve koşarak eve girdi. Kuşu sıcak yuvaya kavuşturmanın mutluluğunu yaşayan Osman’ın tek isteği ilk evcil hayvanının tekrar uçabilmesiydi. Yavru kuşun tekrar hayata dönmesini bekleyen Osman sobanın rehavetinden olsa gerek çoktan uykuya dalmıştı bile.
    Karanlık gecelerin umut ışığı olan Güneş kendini göstermeye başlamıştı, Osman gözünü açar açmaz ilk aradığı yavru kuşu olmuştu. Yavru kuş yalpalayarak yem aramaktaydı. Osman sevinçle annesine koştu.
    -Anne, yavru kuşum yaşıyor, bana gülücükler saçıyor, galiba onun hayatını benim kurtardığımı biliyor, hemen ona yem vermeliyiz deyip tüm gücüyle yavru kuşa doğru koşuyordu. Keder ise oğlunun sevinciyle mutlu oluyordu. Osman kuşun karnını doyurmanın mutluluğuyla okul zamanının geldiğini bile fark etmemişti. Keder oğlunu okula hazırlayıp gönül rahatlığıyla gönderdi.
    Keder gün ağarmadan kalkmış, ekmek yapıp kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı, evlatlarının kalkmasını bekleyen anne ev işlerini de bitirip evlerinin altındaki ahırda hayvanların yemlerini veriyor, koşuşturan tavuklara aldırmadan yumurtaları alıyordu. Tere yağ ile yapılmış köy yumurtalarının kokusu etrafı sarmış, uyuyan güzeli bile uyandırmaya kadir olan bu mis koku Cevdet ile Hasanı da uyandırmıştı. Osman balkonda ağabeylerinin yüzlerini yıkaması için ırbıkla ellerine su döküyordu. Yer sofrasına oturan aile bireyleri ekmeklerini bandırarak iştahla kahvaltılarını ediyor, hoş sohbetler edip, güne güzel başlamanın mutluluğuyla şükrediyorlardı. İki oğlunu da işe gönderen Keder şimdi bir başına evde kalmıştı. Kaldığı yerden işlerine devam eden Keder bahçede ki yabani otları temizleyip 400 m uzaklıktaki akarsudan bidonlarla omzunda su taşıyarak bahçeyi suluyordu. İçme suyu da getirmek için de köyün çıkışındaki pınara kadar gidip el arabasıyla su bidonlarını taşıyordu, iş bitecek gibi değildi. Ahırda kendisini bekleyen otlatılması gereken hayvanlar vardı, suları eve çıkardıktan sonra ahırdaki davarları alıp Sırtlak Tepesinin yolunu tutmuştu bile…
    Osman iki metre yükseklikteki karda arkadaşlarıyla birlikte üç kilometre yolu güle oynaya geliyorlardı, ne sırılsıklam olmuş ayaklarına aldırış ediyor, ne de yırtılmış olan lastik arabasına, kar savaşı yapmanın heyecanıyla oradan oraya sıçrıyor, ayak izi olmamış karların içine kendini olağanca gücüyle atıyor, yuvarlıyor…
    Çocukluğunun tadını çıkarıyordu. Tahta bir merdivenle eve çıkan Osman evin girişinde ki tahta kapıyı da açıp içeri girince geceyi kahvede geçirmiş babasının uyuduğunu gördü, gürültü yapmadan sessizce gıcırdayan tahta kapıyı kapatıp parmak üzerinde yürüyerek, ısınmak için mutfaktaki yanan ateşin başına geçmişti. Yavru kuş da Osman’ı görünce sevincinden oradan oraya sıçrıyor, ne yapacağını şaşırıyordu.
    Keder davarları otlatmış ahıra doğru getiriyordu, koyunların melemesi ortalığı sarmıştı, Osman annesinin geldiğini anlayıp koşar adımlarla dışarı çıkıyordu, bu günkü kar macerasını bir an önce anlatmak istiyordu. Hayvanları beraber ahıra yerleştiren anne oğul daha fazla soğukta durmayarak evin girişindeki tahta merdivenleri tırmanmaya başlamışlardı. Sönen ateşin başına gelen Keder ısınmak için köşede duran odunları alıp sönen ateşi yakmaya çalışıyordu. Alevlerin yükselmesini izleyen Osman ısınmış, ıslak okul elbiselerini çıkarıp kuruması için ateşe yakın yere koymuştu. Keder kaşla göz arasında bahçeden topladığı ısırgan otunu soğanla bir güzel kavurup, közün içine de patatesleri gömmüştü. Sofranın hazırlanmasında Osman da annesine yardım ediyor, eşyaları bir bir sofraya yerleştiriyordu, Keder sabah erkende hazırladığı hamuru açıp ocakta ekmek yapıyordu, sıcacık ekmeklerde yapılınca sofra tam tamına hazırdı artık. Osman minderini sofra başına atıp ısırganı yemek için sabırsızlıkla bekliyordu. Osman annesi ile sohbet ederek yemek yemeyi çok seviyordu, bir yandan da lokmasını ağzına götürüyor bir yandan da bugün yaşadıklarını heyecanla annesine anlatıyordu. Mahmut da sızdığı uykudan uyanmış, yemeğini yemek için mutfağa gelmişti. Babasının geldiğini gören Osman birden sustu, yemeğini yemeye devam etti. Keder bir tabak da Mahmut’a hazırlayıp sofraya koydu, yemeğini yiyip ,çatık kaşlarıyla etrafa bakıyordu. Osman sofradan kalkıp ders çalışmaya gitti. Keder suskunluğunu bozup
    -Bütün gece seni bekledim, neden gelmedin? Dedi.Mahmut her zamanki umursamazlığıyla
    -Hesap vereceğim, ister gelirim, ister gelmem deyip Kederi hazırladı ve uyumak için tekrar yatağına gitti. Ayyaş bir babaya sahip olan Osman bu durumdan hiç memnun değildi, istediği gibi iyi bir babası olması için hep dua ederdi. Öğretmeni Osman’dan bir resim yapmasını istemişti Osman ise her zaman haylini kurduğu, bir dürbün çizdi, dürbünü bütün yıldızları göstermeliydi, ay dedenin üzerindeki her şeyi görebilmeliydi, gökyüzünde ki bulutları görecekti, uzaya gören bir aracı görüp içindeki kahramanlara el sallayacaktı. Hayalleri doğrultusunda resmini tamamlayan Osman tahta kapının sesiyle dışarı çıkmıştı, gelen Cevdet ile Hasandı. Gülücükler içinde ağabeylerini karşılayan Osman gün batımını izlemek için dışarıda kaldı, tam kurmaya başlamıştı ki babasının sesi ile irkildi
    _Osman gel yanıma, avare avare ne bakıp duruyorsun, al şu parayı Deli Çavuş’a götür. Dedi
    Osman olanları tahmin edebiliyordu, yine babası kumarda yenilmiş ve ağabeylerinden parayı alarak borcunu ödeyecekti, parayı alıp koşarak Deli Çavuş’un evine gitti, hiçbir şey söylemeden parayı uzattı ve kapıdan döndü. Osman’ın yürümesi artık yavaşlamıştı, eve gitmek istemiyordu, evde olanları tahmin edebiliyor ve gözlerinden akan yaşa engel olamıyordu. Soğukta daha fazla kalamayan Osman zoraki tahta merdivenlerden çıkıp, eve girmişti. Babası zıvanadan çıkmış evdeki aile bireylerinin üstüne yürüyordu, çocuklarını korumaya çalışan Keder’e vuracakken Hasan daha fazla dayanamayıp babasının elinden tutup savurdu. Mahmut’un yumruğuyla ekmeklik kırılmış, bütün açma ekmekler yere yığılmıştı. Osman ise çaresizce bir köşeye kapanmış hüngür hüngür ağlıyordu.Sevilmeyen adam evdeki tüm huzuru bozup kahveye gitmek için, küfür dolu ağzıyla evden dışarı çıktı, geride ise gözü yaşlı evlatlarını bıraktı.
    Hasan babasından nefret ediyordu, annesinin hatırına söyleyecekleri boğazında düğümleniyor, sessiz kalıyordu. Çalışmayan ayyaş adamın biri olan Mahmut oğullarının kazandığı parayı zorla alıp, pis işlerine alet ediyordu, Osman yine çok korkmuştu ve hemen uyumak istiyordu, yatağına yatıp yorganının altında sessizce ağlıyordu, babasının iyi bir baba olması için hep hayaller kuruyordu ama değişen hiçbir şey olmuyordu, bir süre sonra uykuya daldı
    Gün doğmuştu, yeni umutlarla, yeni hayallerle… Keder ise her zamanki gibi bütün evin yükünü üstüne almış, işin biri bitmeden birini yapıyor, evlatları için tüm zorluklara göğüs geriyordu. Osman bu sabah uyanmadı, Keder oğlunun yanına gidip öpücüklerle uyandırmaya çalışıyordu ama Osman gözünü açamıyordu, Keder oğlunun ateşi olduğunu fark etti ve içerdeki havluyu ıslatarak Osman’ın başına koyuyordu. Keder’in soğuk algınlığı için bildiği zencefil limon karışımını yaptı ve hemen onu getirdi Osman gözlerini açabilmişti, eski canlılığı, gülümsemesinden eser yoktu.
    Keder oğlunun bu haline çok üzülmüştü, özel karışımı Osman’a içirerek üstünü sıkı sıkı bastırdı ve vucundundaki virüsleri atması için terlemesini bekliyordu, oğlunu bu halde gören sulu gözlü Keder , göz yaşlarına engel olamıyordu.Aşağıya koşar adımlarla inip odun kırmaya çalışıyordu, olağanca gücüyle vurup odunları yakmak için küçük parçalara ayırıyordu, yorulmak nedir bilmeden onları odaya taşıyıp,yakmak için uğraşıyordu, odanın da ısınmasıyla iyice terleyen Osman yorganı ha bire ayaklarıyla itiyordu. Banyoyu hazırlayan Keder olgunu kaldırıp duşa götürdü, banyo yapan Osman kendini artık daha iyi hissediyordu, böylece Keder de rahatlamıştı, sobanın başında anne oğul oturup sohbet etmeye başlamışlardı, tam bu sırada aniden kapı açıldı, içeri giren Hasandı, bu saatte eve gelmesi doğru bir şey değildi, Kederi yine bir endişe sarmıştı, Hasanın yüzüne bakarak konuşmasını bekliyordu, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu Hasan ise hiçbir şey söylemeden bir köşeye çekildi ve oturdu, Keder oğlunun üstüne gitmek istemiyordu ve hiçbir şey söylemeden Hasan’ın konuşmasını bekliyordu, odada sadece odunların sesi duyuluyordu, herkes lal olmuşçasına susuyordu bu sessizliği Hasan sonunda bozdu ve işi bıraktığını söyledi, Keder bu durumun sebebini anlamaya çalışırken Hasan konuşmaya devam etti:
    -Babam olacak adama para taşımaktan bıktım artık, kumar parası kazanmaktan bıktım usandım artık anladın mı? Çalışmıyorum dedi. Keder ana şefkatiyle oğluna sarıldı ve beraber hüngür hüngür ağlamaya başladılar, oğullarının üzülmesine dayanamayan Keder Hasan’ı teselli edip artık her şeyi olağana bırakmıştı.Osman her zamanki gibi köşeye çekilmiş olayları seyrediyordu.
    Keder bu zorlukların üstesinden nasıl geleceğini düşünüyordu. Hayat Kederi çok yıpratmıştı, oğulları olmasa o evde bir dakika bile durmazdı, her şey bir yana Osman daha ikinci sınıfa giden küçük bir çocuktu, oğullarının ikisi okumamıştı Osman okumalıydı,büyük adam olmalıydı,her şeye rağmen direnmeliydi, mücadele etmeliydi
    Yıllar geçti, bir yaz sahibiydi, kuşlar ötüşüyor, çiçekler etrafa çok güzel kokular yayıyordu. Güneş yükselmek için çabalıyordu, elma ağaçları her yanı saymıştı, insanı cezbeden kırmızı kırmızı elmalar…
    İki çocuk elma ağaçlarına tırmanmak için kıyasıya mücadele ediyor, asrın son yarışması gibi nefes almadan hızla yükseliyorlardı. Osman ise balkondan çocukları izliyordu, artık ilkokul çoğu bitmiş, ortaokul sınavlarına girmişti, her gün usanmadan balkonda oturup postacıyı bekliyordu,Sivas yatılı okulunu kazanmalıydı.
    Ağabeyi Hasan evden ayrılmış, kendine yeni bir hayat kurmuştu. Osman artık amcaydı. Uğur adında bir yeğeni olmuştu, üstelik ismini de kendi koymuştu.Uğur böcekleri gibi çok güzel olacaktı yeğeni,rengarenk, cıvıl cıvıl…
    Gittiği her yere uğur getirecekti. Osman Uğur’un güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi.Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek , Osman’ın şimdiye kadar gördüğü en cana yakın erkek çocuğuydu.
    Cevdet ise çalışmak için üç sene önce Almanya ya gitmişti, bir daha da haber alınamadı. Osman tek çocuk olarak kalmıştı evde, babası hiç değişmemişti, kahveden çıkmayan ayyaş adamın biriydi, annesi ise Osman’ın her şeyiydi, dünyada eşi benzeri bulunmayan, güzeller güzeli prensesiydi
    Evi üç tane ineklerden sağdığı süt paralarıyla geçindiren Keder, çok yıpranmıştı, Osman’ı ile tek başınaydı artık.
    Keder oğlunun ne pahasına olursa olsun okumasını istiyordu, balkonda tek başına duran Osman’ın yanına doğru ilerliyordu. Osman
    -Anne ben ortaokula gidip polis olacağım değil mi? Dedi.Keder ise oğlunun hayallerini yaşatmak amacıyla
    -Tabi ki oğlum okuluna gidip, Dünya’nın en yakışıklı polisi sen olacaksın, seni herkese anlatıp, seninle gurur duyacağım, görev yaptığın yere beraber gideceğiz, üç göz oda bir evimiz olacak, sen vatan uğruna bu kutsal mesleği yapacaksın, adilliğinle çalışkanlığınla her zaman en önde olacaksın dedi
    Osman bu sözler üzerine hayallere dalmış, gülümsüyordu, birden bir sesle irkildi, gözlerine inanamıyordu bu gelen postacıydı, sevinç çığlıkları ortalığı kaplamıştı. Koşarak merdivenlerden inip postacıyı karşılamaya gidiyordu, sonunda hayatında ilk defa kendisinin adına gelen bir zarf almıştı, bu tarifsiz bir duyguydu…
    Heyecandan postacıya teşekkür etmeyi bile unutmuştu, yaptığı ilk iş zarfı açmak olmuştu,’’ Osman Ağlar Sivas yatılı ortaokulunu kazandı’’cümlesini görünce sevinç çığlıkları kopardı, Osman’ın her gün balkonda sınav sonucu beklediğini bilen komşular pencereye çıkmışlardı, onlarda bu sevince ortak oldular. Osman sağa sola koşuyor müjde haberi herkesle paylaşıyordu, bu onun en güzel başarılarından biriydi, eğer parası olsa herkese kendisinin en çok sevdiği piknik bisküvilerinden alacaktı. Artık dünyalar Osman’ın olmuştu, hayalleri gerçek olmuş, işler yolunda gidiyordu.
    Keder oğlunun bu başarısıyla gurur duyuyor, sevinç gözyaşları döküyordu. Osman annesinin yanına koşuyordu, ışıl ışıl parlayan gözleriyle annesine hayallerinin gerçek olacağını söylüyordu. Beraber mutfağa gittiler Keder oğlunun çok sevdiği pekmez helvası yapmak için malzemeleri çıkarmaya başladı, ocaklığın üzerinde asılı duran şişeyi alıp, içindeki eritilmiş tere yağı tavanın içine dökünce Osman’ın çok sevdiği eşsiz bir koku etrafa yayılmıştı, Osman bir yandan tavadaki helvayı karıştırıyordu bir yandan da konuşuyordu, yatılı okulun nasıl olduğunu çok merak ediyordu, acaba orda yemek verecekler miydi? Annesi gibi helva yapan olacak mıydı? Ya arkadaşları…sevecekler miydi kendini, o kadar çok sorusu vardı ki aklında, annesine sorduğu bu sorulardan birinin cevabını almadan birini soruyor merak ettiği her şeyi öğrenmek istiyordu.En önemlisi de bir penceresi olacak mıydı? Gökyüzünde ki yıldızları seyredip hayaller kurabilecek miydi? Eyvah! Diye bir ses çıktı Osman’ın ağzından, bulaşıkları yıkayan Keder birden arkasına döndü ve gülmeye başladı, lafa dalan oğlu helvayı dibine tutturmuşu.Osman da dayanamayıp gülmeye başladı, kalanları kurtarmak için helvayı karıştırdı, bir süre sonra kollarının ağrıdığını fark etti ve işi annesine bırakıp, helva süsü için cevizleri kırıp ayıklamaya başladı. Helva artık hazırdı, hazırlanan ilk tabağı komşusu Leyla Teyzeye götürdü, en çok sevdiği ton ton teyzesiydi, al al yanakları güler yüzlü bir siması vardı, Leyla Teyze de hediye olarak şalvarının cebindeki 50 kuruşu verdi, ah çekti içinden Leyla, çok para veremediği için üzüldü,Mehmet Akif Ersoy’un bir sözü aklına geldi, ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi.
    Osman koşarak eve geldi helva yeme sırası artık kendilerindeydi, anne oğul karşılıklı oturup helvalarını yiyerek sohbet etmeye başladılar, derken tahta kapının sesi duyuldu, gelen babasıydı, babası eve erken gelmişti, bu ender rastlanan bir durumdu, Osman bir şeylerin ters gittiğini düşündü. Babası Osman’ın sınav sonucunun geldiğini bilmiyordu, gerçi Osman’ın sınava girdiğini bile bilmiyordu, hiçbir şeyden habersiz konuşmaya başlamıştı, kahve arkadaşı Levent’in, annesinin öldüğünü söyledi, annem çok şaşırmıştı, Levent’in annesini tanıyordu, bildiğine göre herhangi bir sağlık sorunu yoktu, kadının aniden ölmesi annemi üzmüştü. Osman’ın kötü bir şeyler olduğunu içine doğmuştu zaten, ölüm haberini hiç sevmiyordu, hele de ortada bir hastalık yokken aniden ölen insanlar için çok üzülüyordu, şimdi daha iyi anlamıştı babasının eve erken gelişinin sebebini, cenaze evine gitmek için annesini almaya gelmişti, Osman cenazenin konuşulduğu ortamda durmak istemiyordu, oturma odasından çıkıp kendi odasına gitti, Keder de başına bir eşarp alıp babasıyla birlikte cenaze evine gitmek için evden çıktılar. Osman böylesine mutlu bir günde kötü bir haber aldığı için kendini çok şanssız hissediyordu
    Güneş batmaya başlamıştı artık, gün batımını çok seven Osman sandalyesini alıp balkona çıkmıştı, gözünü ayırmadan Güneşin kayboluşunu izliyordu, dünyayı aydınlatan bu muazzam eseri bir dürbünü olsaydı belki de daha yakından görebilirdi, Osman bir yandan da anne ve babasının gelmesini bekliyordu, onlarla gidemezdi. Çünkü; ağlayan, üzülen insanları görmek istemiyordu, balkonda beklemekten sıkılan Osman evlerinin aşağısında bulunan akarsuya gitmek için aşağıya doğru yürümeye başlamıştı, yolda çamaşırları ağıla asan Meryem’i gördü,
    -Hayırlı olsun Osman okul kazanmışın, gözün aydın,
    Dedi. Osman
    -Sağ ol Meryem abla
    -Ne zaman gideceksin okula?
    -İnşallah Eylül ün ilk haftasına gideceğim.
    -Hadi bakalım seneye de oğlum kazansın, göndereyim yanına
    Dedi
    Osman dereye gelmişti artık, pantolonunun ayaklarını dizlerine kadar çemredi ve suyun içine girdi, derenin içindeki en yüksek taşa oturmak için suları sıçrata sıçrata yürüyordu, bundan çok keyif alıyordu, arkadaşlarıyla suyun içinde koşup oynamak en büyük mutluluklardan biriydi.Taşa oturdu ve kendisine doğru gelen bir dağ armudu gördü, onu suyun akış yönüne doğru kaçırmadan almak istiyordu, hemen çıktığı kayadan suyun içine atladı, su her tarafına sıçramıştı, gözüne kadar kaçmıştı, armudu kaçırmamak için gözünü bile silmeden tek hamleyle yakaladı ve en sevdiği kayasına tekrar çıktı, dağ armudunu bir güzel penyesine silip hapır hupur yemeye başladı, güneş batıyordu, derede bir yandan ayağının birini suya daldırıp çıkarıyor bir yandan da batmak üzere olan Güneş’i izliyordu, arkadaşlarının dereye doğru geldiğini gören Osman koşarak onları karşılamaya gidiyordu, arkadaşları Osman’ın sınavı kazandığını biliyorlardı.Birbirleriyle tokalaşan küçük beyler aralarında konuşmaya başladılar.Küçük Ahmet
    -Helal koçuma kazanacağım dedi kazandı, vay be Osman demek sende bizi bırakıp gidiyorsun…
    -Yok be küçüğüm hiç sizleri bırakır mıyım? Okul tatile girdiğinde yine buradayım, sizinleyim.
    -Vay arkadaş, sensiz olmaz buralar, gelirken bize el değirmenlerinden getirmeyi unutma, şehirde çokmuş hem uygun muşta.
    -Tamam kardeşim hiç unutur muyum? Alırım tabi
    Dedi.
    Beraber oyun oynamaya başladılar, suyun içinde koşuyorlardı, üzerlerine sıçrayan suya aldırış etmeden, kıyasıya eğleniyorlardı. Osman karşı tarladan babasının geldiğini gördü, kızmasın diye hemen suyun içindeki bir taşın üzerine çıktı, cenaze evi dağılıyordu, eve gelmek için kısa yolu seçmişti Mahmut ile Keder eve gidebilmek için derenin içindeki küçük taşlara basarak karşıya geçmeleri lazımdı. Dereye gelmişlerdi Mahmut çocukların olduğu bir topluluk gördü, gözleri Osman’ı arıyordu, taşın üstünde duran oğlunu gördü ve seslendi
    -Gecenin bu vaktine derede durmak ta neyin nesi? Gel bizimle
    Dedi
    Osman ise tamam deyip taşlara basaraktan karşıya geçti
    Dereden geçmek için ilk olarak Mahmut pantolonunun paçasını kıvırarak ilk denemeyi yaptı ve adımını attı, üçüncü taşa atlarken derenin içine düştü ve ayakkabısı su içinde kaldı. Hemen söylenmeye başladı
    -Allah kahretsin! Bütün aksilikler beni buluyor? Şu lanet olası taşları daha sık koyamıyorlardı diye söyleniyordu, bir yandan da tekrar taşa çıkmak için çaba sarf ediyordu, içtiği içkiden olsa gerek dengesini bir türlü sağlayamıyordu. Daha diğer taşa geçmeden bir daha derenin içine düşmüştü, bu duruma iyice sinirlenen Mahmut çoluk çocuk demeden ağzına ne geldiyse söyledi, annesi ise hiçbir aksiliğe uğramadan karşıya geçmişti, beraber yukarı doğru yürümeye başladılar.
    Eve gelmişlerdi, merdivenleri çıkınca kapının açık olduğunu fark ettiler, eve birisi gelmişti sanki, Keder hemen içeri girdi ama evde kimsecikler yoktu, kapıyı keçilerden biri açmış olsa gerek diye düşündü.
    Keder mutfağa gitti arkasından da Osman geldi, annesiyle konuşmak istiyordu
    -Anne okulu kazandığımı babama ne zaman söyleyeceğiz?
    -Oğlum her şeyin zamanı var söyleriz bir ara
    Dedi
    -Şimdi söylesek olmaz mı? Hemen okuluma gitsek de kayıt olsam ne güzel olurdu
    -Peki oğlum, kafayı takma sen söyleriz uygun bir zamanda
    Dedi
    Osman sabırsızlanıyordu bir an önce babasına bu güzel haberi vermek istiyordu, Osman mutfaktan çıktı ve babasının yanına oturma odasına gitti, bir kedi gibi babasına sokulmaya çalışıyor, her şeyi söylemek istiyordu, oğlunun etrafında gezindiğini gören Mahmut daha fazla dayanamayarak
    -Ne gezinip duruyorsun etrafımda? Başım döndü otur bir yere
    Dedi.
    -Davarları ahıra yerleştirdin mi?
    -Evet yerleştirdim
    -Sarı Kızı buldun mu? Neredeymiş?
    -Buldum, Sırtlak’ın tepesine kadar çıkmış.
    -Oraya kadar çıkmışın Dağ armudu da toplasaydın biraz.
    -Toplayacaktım ama daha tam olgunlaşmamış, haftaya tam yenilecek olur, o zaman toplarım
    Dedi.
    Keder de geldi oturma odasına, Mahmut’un oğluyla sohbet ettiğini görünce, Osman’ın okul kazandığını söylemenin tam zamanı diye düşündü.Mahmut’a doğru döndü
    -Osman da artık ilkokulu başarıyla bitirdi
    Dedi. Mahmut
    -Tabi ki bitirecek, davarlar onun, evimize bakacak
    Dedi. Keder hemen söze atılıp
    -Eve eskisi gibi ben bakacağım, davarları yine ben süreceğim, Osman Sivas Yatılı Okulunu kazandı. Haftaya onu okula kaydettirmeye götürmemiz lazım
    Dedi. Mahmut ise
    -Ne okulu? Okul falan yok, burada kalacak ve eve bakacak
    Dedi
    -Ben oğlumu ne pahasına olursa olsun okuturum, gerekirse gider inşaatta çalışırım yine okuturum
    -Ben, Mahmut karısını inşaatta çalıştırıyor dedirtmem, beni çileden çıkarmayın, okumayacak dediysem okumayacak
    -Sen ne dersen de, senden bir para beklemiyorum, ben okuturum oğlumu bir şekilde
    Mahmut
    -Sen bana karşı mı geliyorsun? Diye ayağa kalktı ve üzerine yürüdü.
    Osman bu söylenenlere inanamıyordu, korkudan tek yaptığı şey ağlamaktı. Hüngür hüngür ağlıyordu, babası annesini dövecek diye çok korkuyordu.
    Keder de ayağa kalktı ne pahasına olursa olsun oğlunu okutacaktı. Hiç bir şeyi gözü görmüyordu, bu çocuk okuyacak diye yüksek sesle bağırdı.Mahmut
    -Sen bana karşı mı geliyorsun?
    Deyip Keder’e bir tokat attı, hırsını alamayan Mahmut yere düşen Keder’e tekme atıyordu.
    Osman ağlayarak annesini korumaya çalışıyordu, ona tekmeler gelmesin diye önüne geçiyordu, Keder ağzı gözü kan içinde oğlum okuyacak diye hala haykırıyordu
    Hırsından gözleri dönmüş Mahmut oğlunu da karısını da dövüyordu
    Osman o anda ağabeylerinin yanında olmasını çok istedi, annesini bu zalim adamdan tek başına koruyamıyordu. Şimdi evde bir başlarına kalmışlardı, Keder yüzünü gözünü oğlundan saklayarak yıkamaya gidiyordu. Hüngür hüngür ağlıyordu, dayak yediği hiç umurunda değildi. Oğlu için üzülüyordu, öleceğini de bilse oğlunu okula yazdıracak ve okutacaktı.
    Osman okumayı çok istiyordu ama bir yandan da annesi onu okula yazdırırsa babası her gün işkence edecekti. Keder oğlunun yanına gelip hiç bir şeyi düşünmemesini istedi ve ilave etti
    -Haydi oğlum erken yatıp erken kalkalım. Sabahleyin komşu köye gidelim
    Osman hiçbir şey söylemeden yatağına yatmaya gitti.
    Keder Osman’ı okutmada kararlıydı.
    Işıklar kapandı, ortalık hem sessizdi hem karanlıktı, Osman için bugün uyumak zor olacaktı
    Güneş doğdu, annesi Osman’ı uyandırmaya gelmişti,
    -Hadi kalk oğlum, geç kalmadan gidelim karşı köye
    Diye seslendi oğluna. Osman gözlerini açmakta zorlanıyordu, çok geç uyuyabilmişti yatak da. Annesine bakaraktan
    -Anne biz neden karşı köye gidiyoruz? Diye sordu.
    Keder Osman’ı duymamıştı bile, kahvaltı hazırlamak için mutfağa gidiyordu.
    Osman zoraki yatağından kalkıp, elini yüzünü yıkamaya gitti, ortalıkta kimsecikler yoktu babası daha gelmemişti, hiç de eve gelmesini istemiyordu.
    Beraber kahvaltılarını eden anne oğul yola çıkmak için son hazırlıklarını yapıyorlardı. Keder Mahmut’un da kahvaltısını hazırlayıp bir kenara koydu. oğlundan bir kağıt ve bir de kalem getirmesini söyledi, Osman sorgu sual etmeden odasına koşup, defterinden bir kağıt parçası yırtıp getirdi. Keder’in okuma yazması olmadığı için Osman’a yazmasını söyledi.
    -Biz karşı köye gidiyoruz, borçlulardan alacaklarımı alıp ertesi güne geleceğiz, yemeğini hazırlayıp dolaba koydum.
    Osman olanlardan hiçbir şey anlamamıştı. Annesi kendine borçtan bahsetmemişti, kendisini neden götürdüğünü de bir türlü anlamıyordu.
    Keder oğluna acele etmesini söylüyordu, bir telaşı vardı ama bunun ne olduğunu Osman bilmiyordu. Velhasıl yola çıktılar Adem Ağa’nın minibüsüne bindiler. Daha önce karşı köye gittiğini hiç görmeyen Adem Ağa dayanamayıp
    -Hayırdır Keder bacı? Senin daha önce karşı köye gittiğini hiç görmedim.
    -Doğrudur Adem Ağa, ilk kez gideceğim, orda uzaktan bir akrabamız var, evinin adresini yıllar önce almıştım, onu bir ziyaret edeceğim.
    -Bir ihtiyacın olursa, he zaman yanındayız Keder bacı
    Osman olanlara bir anlam veremiyordu. Babasına yazı yazarken borç toplamaya gittiğini yazdırmıştı, şimdi ise akraba ziyaretine gittiğini söylüyordu. Annesine dönüp sessizce neler olduğunu sordu, Keder bir açıklama yapmadan işi geçiştirdi.
    Sonunda Alluca köyüne gelmişlerdi. Şimdi işin zor kısmı başlamıştı, Keder yazılı bir kağıt çıkardı çantasından. Ve oğluna okumasını istedi, Osman okudu üzerinde bir adres yazıyordu, bu adrese gitmek için yola koyuldular. Yürüye yürüye bir su başına geldiler, Osman susamıştı, ağzını çeşmeye dayayıp kana kana su içmeye başladı. Köşede de kendilerine bakan yaşlı amcayı fark etti. K eder adresi amcaya gösterip neren gidebileceklerini sordu.Yaşlı amca
    -Kızım burası uzakta, yürüyerek gidemezsiniz, benim oğlum da oraya bahçeye bakmaya gidecekti, gelin benimle
    Dedi.
    Yaşlı amca önde Kederle Osman ise arkada amcanın evine doğru gidiyorlardı, epey yol yürüdükten sonra nihayet eve vardılar, oğlu da bahçeye gitmek için tam kapıya çıkmıştı.
    -Hayrola baba, bunlarda kim?
    Diye sordu
    -Tanrı misafiri oğul
    Diye karşılık verdi.
    -İyi hoş gelmişler
    Deyip önüne baktı.
    Yaşlı amcanın oğlu tuhaf biriydi. Osman daha önce hiç böyle birini görmemişti.Al al yanakları vardı, ayakları bedenini taşıyamayacak kadar cılızdı, gözleri kömür karasıydı, göz bebekleri görülmüyordu, saçları tıpkı kız saçı gibi upuzundu.Yaşlı amca oğluna seslendi
    -Oğul bu kızımız Köy Tepesine gitmek istiyor, uzak olduğu için senle göndereyim dedim.
    Tuhaf görünümlü adam ise;
    -Tamam baba, gideriz tabi,sen merak etme
    Dedi.
    Keder yaşlı amcaya çok teşekkür edip, arabaya bindiler. Osman olanları hayretle izliyordu. Yolculuk boyunca konuşmadan gittiler. Adam adrese bakmak istedi, Osman elindeki kağıdı hemen adama verdi.
    -İşte aradığınız ev burası, sizi müsait bir yerde indireyim
    Dedi
    -Keder şükran dolu gözlerle adama bakıp
    -Dünyada sizin gibi iyiler olduğu için çok seviniyorum. Allah razı olsun
    Deyip arabadan indiler
    Sonunda aradığı eve gelmişti. Osman ne olacağını çok merak ediyordu, annesi kolay kolay yalan söylemezdi, acaba şu görünen evde kendisini ne bekliyordu.
    Ev bir tepenin başında tek başına duruyordu. Evin yakınlarında başka ev gözükmüyordu, küçücük bir bağ evini andırıyordu, bir katlı çatısı kırmızı tuğlalarla kaplı, beş penceresi olan sevimli kutu gibi bir evdi.
    Evin patika yolunda yürümeye başladılar, kimsecikler gözükmüyordu, tavukları, davarları da yoktu galiba ki hiç ses gelmiyordu. Kapının önünde tahtalardan yapılmış bir masa vardı masanın üzerinde el işlemeli bir örtü serilmişti, üzerinde antika bir saat vardı. Anlaşılan ev sahibi tarihi eşyaları seven ve önem veren biriydi.
    Evin etrafı çitle örülmüştü, tahtadan bir kapı yapılmıştı, kapı kendiliğinden açıldı, içeri girdiler, Osman kapıya üç kez vurdu, kapı açıldı, alnındaki çizgileri belirginleşmiş, küçük burunlu, ton ton bir teyze kapıyı açtı. Karşısında Kederi gören ev sahibi birden dikkat kesildi, gözlerine inanamadı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Karşısında duranYıllardır görmediği kardeşiydi. Birbirlerine sarıldılar, mutluluk gözyaşları akıtıyorlardı
    Osman her şeyden habersiz annesini izliyordu, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı, kapıda hasret giderdikten sonra içeri girdiler, Keder oğluna neler olup bittiğini anlatmanın zamanı geldi diye düşündü. Osman’a dönerek
    -Oğlum şu an senin karşında duran teyzen
    Dedi
    Osman donakaldı, hareketsiz hiçbir şey yapmadan duruyordu, bu zamana kadar bir teyzesinin olduğunu bilmiyordu.
    -Nasıl olur anne benim teyzem yoktu ki
    -Vardı oğlum, bazı nedenlerden dolayı teyzenizin olduğunu baban dahi bilmiyor
    Dedi
    Osman ne yapacağını bilmiyordu, acaba gidip sarılmalı mıydı? Yoksa hiçbir şey yapmadan beklemeli miydi? Teyzesi Osman’ın nasıl bir tepki vereceğini beklemeden boynuna sarıldı, bu hayatında gördüğü ilk yeğeniydi. Osman da teyzesine sarıldı. Bir süre sonra kaynaştılar, beraber teyzesinin yaptığı yemekleri yediler.
    Osman bazı şeyleri de düşünmeden edemiyordu. Annesi neden bunca zamandır bir kardeşi olduğunu söylememişti? Peki buraya gelme amaçları ne olabilirdi?
    Hemen annesine bu soruları sordu. Keder de bu soruları bekliyordu zaten ve yanıtlarını vermek için oğlunun gözlerinin içine bakarak konuştu
    -Oğlum bir teyzeniz olduğunu kimse bilmiyordu, yıllar önce teyzen bir kaza geçirdi ve bu kaza sonucunda herkes öldüğünü düşündü, oysa teyzeni bir adam kurtarmıştı, evine alıp ona bakmıştı, sonra teyzen o adamla evlendi, babam teyzenin bu durumu öğrenseydi, hem teyzeni hem de kocasını öldürürdü, bu durumdan dolayı teyzen bir daha ortaya çıkamadı ve herkes ölü diye bildi.
    -Peki bunca zaman sonra neden buraya geldik?
    -Oğlum hayatta teyzenden başka kimsem yok, seni teyzenle tanıştırmak istedim ve teyzende birikmiş, senin eğitim hayatın boyunca yetecek para var, hiç korkma güzel oğlum okuyacaksın, babana muhtaç değiliz, işte bu nedenden dolayı o kadar yolu geldik
    Dedi
    Osman rahatlamıştı,kötü şeylerin olacağını düşünmüştü ama çok güzel olaylar olmuştu.Keşke her günü böylesine mutlu geçseydi, teyzesine çok ısınmıştı,çok cana yakın bir teyzesi vardı, sohbet, yemek derken zaman bayağı da ilerlemişti Osman’ın uyku zamanı gelmişti artık.
    Yataklar hazırlandı, Osman yatağına geçti, dün de uyuyamamıştı çok uykusu gelmişti. İki kız kardeş de yıların özlemini gidermek için dertleşmeye başladılar, uzun bir gece onları bekliyordu.
    Gün ışıklarıyla Osman uyandı, annesi ile teyzesi daha uyanmamıştı, bir kenara oturup onların uyanmasını bekledi. Osman’ın çok beklemesine gerek kalmamıştı, annesi gözlerini açıyordu, sabaha karşı yatmasına rağmen uyanmıştı. Bir süre sonra teyzesi de uyandı.
    Annesiyle teyzesi kahvaltı hazırladılar ve hep birlikte yemeye başladılar. Zaman geçiyordu babası eve gelmeden yetişmeleri lazımdı. Keder kardeşinden biraz para aldı, yola çıkmak için son hazırlıklarını yapıyorlardı. Kardeşi Kedere bir poşet hazırladı, içerisine şeker, çay koydu.
    Vedalaşma zamanı gelmişti artık, teyzesi Osman’ı sürekli öpüyor, kucaklıyordu, Osman’ı çok sevmişti. Keder ile kardeşi yıllar sonra bir araya gelmişken ayrılması zor oluyordu, nitekim ayrılmak zorundaydılar, teyzesinin elinde bir tas su vardı, evden dışarı çıktıklarında arkalarından bu suyu dökmüştü. Yolun biraz aşağısında köy minibüsleri bulunuyordu, bir tanesine binip köyün yolunu tuttular.
    Bu sefer yolculuk kısa sürmüştü, minibüsten inip eve doğru hızlı adımlarla yürüyorlardı.Osman ise annesine yetişmek için koşuyordu.
    Sonunda eve geldiler Keder anahtarı ile kapıyı açtı, sağa sola baktı, evde kimsecikler yoktu, anlaşılan Mahmut daha gelmemişti.
    Rahatlamıştı, ama hala oğlunu okula yazdıramadığı için üzerinde bir yük vardı, en kısa zamanda şehre gidip okul işini halletmeliydi. Diğer oğullarından hiç haber alamıyordu, nerdeler ne yapıyorlar bilmiyordu, en üzücü olaylardan biride torunu Uğuru görememesiydi.
    Onlarda hiçbir şey demeden çekip gitmişlerdi.
    Osman da çok özlüyordu yeğenini ama elinden hiçbir şey gelmiyordu.
    Şimdi anne oğul Mahmut’un gelmesini bekliyordu. Evde yine sorun çıkartacak diye düşünüyordu ikisi de, belki para verince bir şey demez diye de ümit ediyordu Osman.
    Balkonda oturup, etrafı izliyordu. Nihayet babasının geldiğini gördü, koşarak annesinin yanına gidip haber verdi.
    İkisi de acaba yine deliliği tutacak mı? Diye endişeleniyorlardı.
    Mahmut içeri girdi, girer girmez
    -Eve bir geliyoruz kimse yok, saçma sapan bir yazı, nerdeydiniz si?
    -Osman’a yazdırmıştım karşı köye gidiyoruz diye, para alacağım birileri vardı, onlar getirmeyince gidip ben alayım dedim.
    -Oradaki insana sen ne sattın da para alıyorsun?
    -Geçenler de o köyden birileri gelmişti de benden yoğurt, yumurta, lor almışlardı onların parası
    Dedi
    Evde ki şiddeti önlemek için Keder yeşil fosforlu cüzdanından para çıkarıp uzattı
    -Al işte aldığım para
    -Tamam, iyi de para vermişler, ballı müşteri bulmuşun. Hep sat onlara bir şeyler
    Deyip, attı parayı cebine
    Osman derin bir oh çekti içinden, rahatlamıştı, babası parası görünce sesini çıkarmadı.
    Keder bahçeyi sulamak için aşağıya indi, Osman’a da gelmesini söyledi.
    Bahçeyi sulamak için bidonları alıp dereye gidiyorlardı. Keder oğluna yarın yine erkenden kalkmasını söyledi, beraber şehre gideceklerdi.
    -Oğlum okuluna kayıt yaptırmanın zamanı geldi, yarın mutlaka gideceğiz
    Dedi
    Osman sevinmekle sevinmemek arasında kalıp
    -Peki ya babama ne diyeceğiz, izin vermez ki
    -Oğlum ona okula kayıt yaptırmaya gittiğimizi söylemeyeceğiz, yine para toplamaya gidiyoruz diyeceğiz, baban yeter ki para lafını duysun her şeye tamam der kanı çekilesice.
    -Tamam canım anneciğim, okula gideceğimizi ben hiç hissettirmem.
    -Aferin benim oğluma, senden tek isteğim okuyup büyük adam olman güzel yavrum, sen hiç merak etme ben her hafta sonu seni ziyarete gelirim, bir sürü yemekler yapar getiririm sana, arkadaşlarınla beraber yersiniz.
    Bidonları derede doldurup bahçeye doğru yürümeye başladılar. Osman bahçe sulamasını hiç sevmiyordu,
    Vakit bayağı da geçmişti, Sarı Kız yine gelmemişti dağdan,
    -Anne Sarı Kız gelmemiş, ben aramaya gidiyorum
    -Tamam oğlum, dikkatli ol, hava kararıyor.
    Osman çoktan yola çıkmıştı bile, keyfi yerine gelmişti, annesi kahraman bir kadındı. Şartlar ne olursa olsun Osman’ı okutacaktı.
    Osman Sarı Kızı bulmuştu, bu sefer çok uzaklara gitmesine gerek kalmamıştı, hemen evin arkasındaki dağda bulmuştu. Hayvanı eve doğru sürmeye başladı, bu arada annesi de bahçedeki işini bitirmişti. Oğlunun geldiği görüce çağırdı yanına.
    -Osman oğlum Ayşe teyzenler de küreğimiz kalmış, git de getir onu, şuraları temizleyeyim
    Dedi
    Osman’ın gitmeye hiç de gönlü yoktu. Keder’e dönerek
    -Anne sen gitsen de ben Sarı Kızı ahıra koysam…
    -Olmaz oğlum bir de onla uğraşma, küreği al sonra da eve çık yat yarın erkenden yolcuyuz.
    Osman’ın gitmeye hiç gönlü yoktu, ayakları onu geri geri itiyordu. Sebeni bilmiyordu ama içinden bir ses gitmemesini söylüyordu.
    -Anne şimdi geç oldu, eriniyorum gitmeye, hem küreğin acelesi de yok yarın alsam olmaz mı?
    Dedi
    Keder de niyeyse oğlunu ısrarla göndermek istiyordu.
    -Oğlum gideceğin yer şurdan şurası, hemen bir gidiver de gel.
    Velhasıl Keder’in dediği oldu ve Osman küreği almaya gitti, Keder de Sarı Kızı ahıra yerleştiriyordu, kulakları sağır edercesine bir ses duyuldu, sesi duyan civar evlerin hepsi gürültüye doğru koşuyorlardı, Osman da küreği falan bırakmış sesin geldiği yöne doğru koşuyordu. Gördüğü manzara karşısında dona kalmıştı, kıpırdaman bakıyordu, aniden panik atak başladı, Osman’ı sakinleştirmeye çalışıyorlardı, deprem olmuşçasına insanlar birbirine girmiş, ne yapacağını bilmeden sağa sola koşturuyorlardı.
    Sese doğru gelen iki adam arlarında konuşuyordu.
    Ne olmuş haberin var mı?
    -Mahmutların evi çökmüş, galiba evin altındaki ahırda da Keder varmış
    -Yapma ya, iyi insanlar kalmaz zaten dünyaya.
    -Mahmut nerdeymiş peki?
    -Oda evdeymiş, birkaç sıyrıkla atlatmış, iyiymiş
    -Vay be, Keder bacımın çekeceği varmış, demek kocası evle birlikte üstüne yığılmış, ne acı…
    Kazma küreği alan herkes geliyordu Keder’i kurtarmak için, ekip de gelmişti, herkes kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordu, ambulansın sesi duyuldu ilk Osman’a müdahale ettiler, bir sakinleştirici yaparak uyumasını sağladılar.
    Keder herkes tarafından sevilen sayılan bir kadındı, Keder’i kurtarmak için herkes seferber olmuştu, köyün erkekleri yorulma nedir bilmeden kürekle çalışıyor, kadınlar ise sürekli dua ediyorlardı, yolun ışığı da patlamıştı, görmekte zorlanıyorlardı.
    Vakit gece yarısını buldu, sonunda Keder’i buldular, dualar yüksek sesle okunmaya başladı, haykırışlar git gide yükseliyordu, Kederi gören beyler ise son kuvvetleriyle toprağı kazmaya devam ediyorlardı, sonunda Kederi çıkardılar , herkesin pür dikkat Kedere bakıyordu hemşire hemen müdahale etti, nabzı hiç atmıyordu, yaşatmak için kalp masajı yaptı, bir daha denedi, ama artık hiçbir şey işe yaramıyordu, Keder hayatını kaybetmişti.
    Osman, baygın bir şekilde saatlerdir yatıyordu,
    Şimdi herkes Osman’ı düşünüyordu. Annesinden başka kimsesi yoktu, babası desen ayyaş adamın tekiydi, kendine bakmaktan aciz olan bu adam Osman’a nasıl bakacaktı?
    Ya Osman nasıl yaşayacaktı? Annesi onun her şeyiydi.
    Komşular kendi arasında konuşmaya başladılar
    -Yahu şu adam öleydi de Kederim yaşasaydı keşke, ne yapacak şimdi Osman
    -Aramızda para toplayalım okuluna gönderelim, durumu olmayan çocuklara devlette burs veriyormuş.
    - Akıllı çocuktur Osman onu kazandığı okula kayıt ettirelim, Keder’in tek isteği oğlunun okumasaydı.
    -İyi, güzelde bu adam izin verir mi çocuğun okumasına, Keder oğlumu okutacağım deyince ikisini de tekme tokat dövmüş geberesice adam.
    -Harika bir anneydi Keder, yazık oldu…
    -Kaderden öteye geçilmez, Allah rahmet eylesin

    Osman’ı hastaneye götürmüşlerdi, kendine gelememişti. Kederin ise yarın cenazesi kılınacaktı.
    Sabaha karşı Osman ağlayarak kendine geldi, gözünün önünde yıkılmış evi görüyordu, birden yataktan kalkmaya yeltendi, hemen eve gitmek istiyordu, annesi yaşıyor muydu? Ya babası olacak adam?
    Cevaplanması gereken bir sürü soru vardı aklında. Yüksek sesle dua etmeye başladı, annesinin yaşaması için o anda her şeyi yapabilirdi, bir yandan haykırırcasına dua ediyor, bir yandan da gitmek için hazırlanıyordu.
    Hemşireler sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Osman’a annesinin öldüğünü kimse söyleyemiyordu. Hemşirelerde gözyaşlarına engel olamıyorlardı, ne kadar da ölü görmeye alışık olsalar da bu kez farklıydı, bir çocuğun annesi için çırpınışını görmek acı verici bir olaydı.
    Osman’ı hastanede tutmaları o an için imkansızdı, çareyi köye götürmekte buldular, iki hemşire ve bir şoför Osman’ı da alarak arabaya bindiler.
    Köye gelmişlerdi, kadınlar ağlıyordu, Osman ağlayan kadınları görünce haykırdı
    -Ne oluyor burada, annem nerde? Söyleyin bana.
    Hiç kimse konuşmuyordu, herkes susuyordu.
    -Anneee! Nerde annem, getirin bana onu
    Deyip sağa sola koşturuyordu.
    Komşular çaresizce bakınıyorlardı, Keder’in öldüğünü hiç kimse söyleyemiyordu, Osman’ı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Babası göründü kapıda. Koşarak babasının yanına gitti.
    -Annem nerde? Söyle bana ona ne oldu, niye bu insanlar ağlıyorlar, ev yıkıldığı için mi?
    -Oğlum sakin ol, sen artık büyüdün, kader…
    -Anneni kaybettik.
    Osman babasına vurarak son sesiyle haykırıyordu
    -Hayır olamaz, yanla söylüyorsun, senden nefret ediyorum, inanmıyorum sana
    Diye ağlıyor ağlıyordu…
    Sağa sola koşturuyor, biri bana doğruları söylesin diye haykırıyordu.
    Komşular Osman’ı sakinleştirmeye çalıştırıyorlardı, Hanife Teyze’nin evine götürdüler. Osman tir tir titriyordu, iç çekiyor konuşamıyordu, Osman’ı hemen bir battaniyeye sarıp bir bardak su getirdiler.
    Osman artık annesinin öldüğünü anlamıştı, babasından nefret ediyordu, Osman’ın gözünde annesi öldüren babası olacak ayyaş adamdan başkası değildi, Mahmut evle birlikte Keder’in üstüne yıkılmıştı, annesinin katiliydi o adam.
    Dünya başına yıkılmıştı Osman’ın, annesinden başka kimsesi yoktu.
    Keşke kürek almaya gitmeseydi, niye annesini yalnız bırakmıştı, keşke kendisi de annesiyle birlikte ahıra girseydi.
    Peki neden annesi o kadar ısrar etmişti kendisini komşuya göndermek için, içine mi doğmuştu evin yıkılacağı.
    Acaba teyzesi ile tanıştırması ve bir gün sonra annesinin ölmesi bir tesadüf müydü? Annesi için canını bile verebilirdi, neden kendisinin annesi ölmüştü, neden lanet olası küreği almaya gitmişti.
    Bir daha annesini öldüren o eve asla giremezdi, evden de babasından da nefret ediyordu, hiç olmasa annesinin cenazesine katılmalıydı, toparlamalıydı kendini.
    Osman çok akıllı bir çocuktu, büyümüşte küçülmüş derler ya, tıpkı öyleydi, annesinin cenazesine katılmak, onu son bir defa görmek için yataktan kalktı, annesini evden çıkarmışlardı, aşağıya indirmişlerdi, Osman hıçkırıklarla annesine doğru koşuyordu, kendisini tutan insanları bir bir geçiyor, annesine ulaşmak için önündeki hiç br şeyi görmüyordu
    -Bırakın annemi, götürmeyin onu, ne olur benimle kalsın. O ölmedi. Açın şu tabutu annemi görmek istiyorum diye haykırıyordu, Herkes Keder’i bırakmış Osman’ın bu haline ağlıyordu.
    -Tabutu açtılar, Osman’ın gözyaşları sel oldu
    -Annemm! Sen beni bırakıp nereye gidiyorsun? Ben sensiz ne yapacağım, keşke ben de seninle gelseydim, beraber gömselerdi, ayrılmasaydık, sensiz bir ölüyüm zaten annem
    Diye Keder’in boynuna sarılmıştı, bırakmıyordu.
    -Acılı annem, gözü yaşlı biricik annem, ne olur kalk şuradan, hani bu gün okuluma gidecektik seninle, haydi kalk anne geç kalmayalım, üç göz oda bir evimiz olacaktı, beraber yaşayacaktık, beni tek başıma bırakıp gidemesin
    Diye haykırıyor, ölü cesede sıkı sıkıya sarılıyordu.
    Osman’ın kollarını Keder den ayırmaya çalışıyorlardı. Osman annesine Hz Hamza gücüyle sarılmıştı, bir türlü ayıramıyorlardı. Öylesine bağrına basmıştı ki annesini birkaç kişi gelip zor ayırdılar Osman’ı annesinden
    Annesinin götürülmesine dayanamıyordu, çocuk yüreği kaldırmıyordu, olduğu yerde bayıldı Osman.
    Hemşireler hemen müdahale ettiler, sakinleştirici vurup arabanın içine yatırdılar
    Keder’i taşıyorlardı, Mahmut hiç ağlamıyordu, belki de göz yaşlarını içine akıtıyordu, en başta o taşıyordu tabutu.
    Cenaze namazı kılındı, Keder dualar içinde defnedildi, köyde bu zamana kadar olan cenazelerin içinde en kalabalık olan Keder’in cenazesiydi. Köyde herkes Keder’i kendi kızı gibi, kardeşi gibi seviyordu, ismi gibi çileli geçmişti hayatı, zor imtihanlar atlattı.
    Herkesin gözünde şehit olarak gitmişti Keder.
    Ardan iki gün geçti, Osman annesinin son isteğini yerine getirmek için metin olmak zorundaydı. Okuyup büyük adam olacaktı, teyzesinden aldıkları parayı da yanına alıp okula yazılmaya gidecekti, son bir kez gitmeden önce annesini ziyaret edip , dualar okuyup gitmek istedi.
    Kabristanlığa girerken babasını gördü, gözyaşlarını tutamadı ve babasına haykırdı
    -Annemi sen öldürdün, senden nefret ediyorum. Bir kerecik olsun yüzümüzü güldürmedin, anneme sürekli işkence ettin, içki paranı bile bizden almaya utanmadın, sen katilsin
    Diye ağlıyordu. Sesten ortalığı inletircesine
    -Şimdi mutlu musun, söyle mutlu musun?
    Diye babasına bağırıp annesinin yanına gitti. Annesinin ruhuna bir dua okuyup, onunla konuşmaya başladı.
    -Anneciğim biliyorum ki cennettesin, muhakkak beni duyuyorsundur, sen benim her şeyimsin, bu gün neden bu kadar güzel giyindim biliyor musun? Seninle planlamıştık ya okula gidecektik, kayıt yatıracaktık, sakın gözün arkada kalmasın an. Bu gün gidiyorum hem de bayramlıklarımla, en güzel kıyafetlerimle, polis olup üç göz oda evimizi de alacağım, sen varmışın gibi yaşayacağım o evde. Allah’a emanet ol canım anneciğim
    Deyip, ayrıldı oradan.
    Babası hiçbir şey söylemiyordu Osman’a, belki de o da Keder’in ölümünden kendini suçlu görüyordu.
    Osman Sivas’a gitmek için evinde kaldığı Hanife teyzesine teşekkür edip Sivas minibüslerine bindi.
    Rahatlamıştı, annesinin son isteğini yerine getirmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Hem teyzesi vardı, teyzesinin adresini annesi Osman’a vermişti. İhtiyacı olursa oraya gidecekti, yaz tatillerinde de önce annesini ziyaret edip, sonra da teyzesine gitmeyi düşünüyordu.
    Sonrasında ağabeylerini de bulmak istiyordu, olar kendilerini terk ettiği için kırgındı ama ne de olsa ağabeyleriydi, ismini kurduğu biricik yeğenini de çok özlemişti, hayli zaman olmuştu görmeyeli, Uğur büyümüştü artık, belki yolda görse tanımazdı
    . Osman hayaller kurarak yolculuk yapıyordu,birden dikkati dağıldı, karşıdan kocaman bir tır minibüsün üzerine doğru geliyordu, şoför direksiyonu sağa sola kıvırmaya çalışıyordu, göz alıcı bir ışık gördü, ve ortalık birden zifiri karanlık oldu, artık hiçbir şey göremiyordu, bir süre sonra kendine gelir gibi oldu, etrafında karıncalı bir şeyler görüyordu , bir ses duydu, ortalık tıpkı annesinin öldüğü gün gibi kıyamet gününe dönmüştü, belli belirsiz bağrışmalar duyuyordu, ambulans diye bağırıyorlardı insanlar, Osman hiç acı çekmiyordu, gülümsüyordu, baharın geldiğini hayal ediyordu, annesiyle birlikte çiçek topluyorlardı, üstelik artık çok istediği bir dürbünü de vardı, dudaklarının ve kirpiklerinin kenarında kalan gülümsemesiyle bakıyordu etrafa,
    huzurluydu…
    Mutluydu…
    Üç göz oda bir evi olduğu girince düşlerine bir daha uyanamadı…




      Forum Saati Perş. Mayıs 16, 2024 11:45 am