Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    EL ARABASI

    avatar
    1001060062


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 18/12/10

    EL ARABASI Empty EL ARABASI

    Mesaj  1001060062 C.tesi Ara. 25, 2010 10:39 am

    EL ARABASI



    Bir sabah, ihtiyar bir adam göl kenarında yürüyordu. Parıl parıl gözleri, ince bir bıyığı vardı. Adı Kemal idi. Küçük çocuklar gölde yüzmeye çalışıyor, babalarıda onlara yüzmeyi öğretiyordu. Babanın adı Hamdi idi.

    Küçük çocuklar babalarının babalarının gösterdiği hareketlere uymuyorlardı

    İhtiyar adam:

    -Ne söz dinlemez çocuklar, doğrusu boğulmayı hak ediyorlar, diye bağırdı.

    Hamdi:

    -Hiç de değil! Herkes acemilik çeker. Babalar, anneler de pek sabırlı olamıyor, diye cevap verdi.
    İhtiyar adam:

    -O dediğin analık babalık duygusundan hiç haberim yok, dedi. Ben aile adamı değilim, şimdiye kadar da hiç evlenmedim, doğrusu niyetimde yok. Aşk kendine göre iyi olabilir ama dostluğu hiçbir şeye değişmem.gerçekten yeryüzünde bir dostluktan daha az rastlanır bir şey bilmiyorum.

    Orada bir çınar ağacı altında bütün konuşulanları dinleyen Ahmet :
    -Ya candan bir dostun görevleri hakkında fikriniz nedir? Lütfen söylermisiniz diye sordu.

    Hamdi de:

    -Evet benimde öğrenmek istediğim bu.

    İhtiyar adam

    -Ne budalaca bir soru! Diye bağırdı. Candan dostumun elbette canını bana feda etmesini beklerim.

    Hamdi de:
    -Ya siz karşılık olarak ne yaparsınız? Dedi.

    İhtiyar adam:

    -Anlamıyorum, diye cevap verdi.

    Hamdi:

    -Size bu konuda bir masal anlatayım, dedi

    İhtiyar adam:

    -Masal benim hakkımda mı? Diye sordu. Eğer öyleyse dinlerim dedi.

    Hamdi:

    -Evvel zaman içinde Ali isminde bir çocuk varmış.küçük bir köyde tek başına oturur her gün bahçesinde çalışırmış. Bütün memlekette onunki kadar güzel bahçe yokmuş. Mor ve beyaz menekşeler, çiğdemler, laleler orada bulunurmuş. Mercanköşk, fesleğen altıntop çiçeği, karanfiller, aydan aya her zaman seyredilecek güzel şeyler koklanacak hoş kokuların bulunması için birbiri ardına zamanları geldikçe açarlarmış.

    Ali’nin birçok dostu varmış, fakat en candan dostu değirmenci Sait imiş. Evet zengin değirmenci, Ali’nin öyle candan dostuymuş ki duvardan uzanıp koca bir demet çiçek veya bir tutam yeşillik koparmadan, yahut da meyve mevsimiyse ceplerin erikle elmayla doldurmadan geçmezmiş.

    Değirmenci, ’gerçek dostların hiç ayrısı gayrısı olmamalı.’ Der ; Ali de başını sallayıp gülümser bu kadar yüksek fikirli bir dostu olduğu için övünürmüş.

    Bazen komşular haklı olarak, zengin değirmencinin değirmeninde iki yüz çuval birikmiş unu, 10 sağılan ineği, koca bir sürü koyunu olduğu halde, nasıl olup da Ali ye dostluğuna karşılık hiçbir şey vermeyişine şaşarlarmış. Fakat Ali böyle şeylerle zihnini yormaz, gerçek dostluğun fedakarlığı hakkında değirmencinin söylediği bütün bu duyulmamış şeyleri dinlemekten üstün hiçbir şey ona zevk vermezmiş.

    İşte Ali böylece bahçesinde çalışıp dururmuş. Bahar vakti yazın sonbaharda pek keyifli olurmuş, fakat kış gelip de çarşıya götürecek meyvesi çiçeği kalmayınca soğuktan ve açlıktan epey sıkıntı çekermiş. Çoğu akşamlar birkaç tane elma kurusu, yahut çetin cevizden başka yiyecek şey bulamadan yatmaya mecbur olurmuş. Sonra değirmenci dostu, hiç kendisini görmeye gelmediği için, çok yalnızlık çekermiş.

    Değirmenci, karısına:

    -Kar devam ettikçe benim Ali ye gitmemin hiç faydası yok, dermiş. Zira insanlar sıkıntıdayken kendi hallerine bırakılmalı. İşte benim dostluk anlayışım bu. Elbette bunda haklıyım da … İlkbahara kadar bekler, o zaman kendisini ziyaret ederim, o da bana koca bir sepet dolusu menekşe verme imkanını bulur. Bu onu öyle memnun eder ki…

    Karısı da bol çam ateşi karşısındaki kocaman koltuğundan:

    -Başkalarını ne kadar, ama ne kadar düşünüyorsunuz, sizin dostluk hakkında söylediğiniz sözleriniz en büyük armağan, dermiş.

    Değirmencinin küçük oğlu:

    -Fakat Ali yi buraya çağıramaz mıydık? Eğer Ali sıkıntıdaysa, yemeğimi yarısını ona verir; beyaz , kahverengi tavşanlarımı ona gösterirdim! Demiş

    Değirmenci:

    -Ne sersem çocuksun! Diye bağırmış, seni okula göndermenin faydasını bir türlü anlayamıyorum. Hiçbir şey öğrendiğin yok. Elbette Ali nin durumunun bozulmasına razı olmam. Ben onun en iyi dostuyum, daima ona göz kulak olur, hiçbir surette kötülüğe kapılmamasına dikkat ederim. Sonra şayet Ali buraya gelse, belki biraz ödünç un istese ben de veremem. Un başka, dostluk başka bu iki şeyi birbirine karıştırmamalı. Hem bu kelimelerin yazılışları da başka anlamları da. Bunu herkes bilir.

    Değirmenci sözlerini şöyle tamamlamış:

    -İnsanlarda iyi hareket eden pek çoktur, ama iyi söz söyleyen az. Bu da söz söylemenin daha zor bir şey olduğunu gösterir. Hem aynı zaman da ince bir iştir.

    Sonra masanın öbür ucunda utancından kıpkırmızı kesilip başını önüne eğmiş ve gözyaşlarını akıtmaya başlayan küçük oğluna dik dik bakmış.

    İhtiyar adam:

    -Hikayenin sonu bu mu? Dedi.

    Hamdi :

    -Elbette değil, diye cevap verdi, bu daha başlangıcı.

    İhtiyar adam:

    -Öyleyse siz çağımızdan çok geri kalmışsınız. Bugünlerde her hikayeci masalın sonundan başlıyor, sonra başlangıca geliyor, nihayet ortasında bitiriveriyor. Yeni yöntem bu. Geçen gün bunu gençten biriyle gölün etrafında dolaşan bir eleştirmenden işittim. Bu meseleden uzun uzadıya bahsetti. Mutlaka haklı idi derim, çünkü mavi gözlüğü, çıplak kafası vardı. Sonra ne zaman genç bir fikir söylerse ,’Peh!’ diye cevap veriyordu. Değirmenci pek hoşuma gitti. Benimde türlü türlü güzel duygularım vardır. Bu sebeple aramızda derin bir samimiyet var.

    Hamdi devam etmiş:

    -kış bitip menekşeler açmaya başlar başlamaz, değirmenci gidip Ali yi görmek istediğini söylemiş.

    Karısı:

    -Ya ne kadar iyi yüreğin var. Hep başkalarını düşünüyorsun. Çiçekler için şu büyük sepeti al. Demiş

    Değirmenci kolunda sepet ile yokuştan aşağı inmiş.

    -Hayırlı sabahlar Ali!

    Ali küreğine dayanıp ağzı kulaklarına vararak cevap vermiş.

    -Hayırlı sabahlar!

    Değirmenci:

    -E, kışın ne yaptın bakalım?

    Ali:

    -Bunu sorman büyük lütuf, doğrusu büyük iyilik diye haykırmış. Vallahi pek sıkıntı geçirdim, fakat artık bahar geldi, bende memnunum, çiçeklerimin hepsi gayet iyi.

    Değirmenci:

    -Kışın hep seni konuşur, ne halde olduğunu merak ederdik, Ali.

    Ali:

    -Ne büyük lütuf ben de artık beni unuttun diye korkuyordum.

    Değirmenci:

    -Doğrusu şaştım sana Ali. Gerçek dost asla unutmaz. İşte olağanüstülük burada, fakat korkarım sen hayatın şiirini anlamıyorsun.

    -Senin menekşeler de gitgide ne kadar güzelleşiyor.

    Ali:

    -Ya, elbette güzel. Hem böyle bol olması da benim için büyük şans doğrusu. Çarşıya götürüp başkanın kızına satacağım, parasıyla da el arabamı geri alacağım.

    -El arabanı geri mi alacaksın? Yoksa sattın mı? Ne budalaca iş!

    Ali:

    -E ne yapayım? Mecbur oldum, demiş. Görüyorsun. Kış benim için berbat zamandı.
    Doğrusu ekmek almaya param yoktu. Ben de ilkin, ceketimin gümüş düğmelerini sattım, sonra gümüş kösteğimi, ondan sonra da el arabamı sattım. Fakat artık onların hepsini geri alacağım.

    Değirmenci:

    -Ali sana benim el arabamı veririm, demiş. Doğrusu pek o kadar yeni değil. Bir tarafı kopmuş, tekerlek parmaklarında bozukluk var. Fakat gene sana veririm. Biliyorum bu benim için büyük fedakarlık. Ondan ayrıldığım için birçok kimse beni aptal sanacaklar, ama ben başkalarına benzemem, cömertlik dostluğun özüdür derim, sonra kendim içim yeni bir arabam var. Evet, gönlün rahat olabilir. Sana arabamı verebilirim.

    -Bu doğrusu büyük fedakarlık, diye Alinin tuhaf , yuvarlak yüzü baştan aşağı parlamış.

    - Ben onu kolayca tamir ederim, evde tam oraya göre tahta var.

    Değirmenci:

    -Tahta mı? Ya! Benim ambarın damı için tam aradığım şey. Koskoca bir deliği var, kapatamazsam bütün unlar ıslanacak. Şansım varmış ki , bunu söyledin! Ben sana arabamı verdim, şimdi de sen bana tahtanı vereceksin. Elbette el arabası tahta parçasından çok kıymetlidir. Fakat gerçek dostluk, böyle şeylere önem vermez. Hadi şunu getiriver de hemen bugün ambarda işe koyulalım.

    Ali:

    -Elbette, diye koşa koşa gitmiş tahtayı alıp gelmiş.

    Değirmenci bakıp:

    -Pek büyük değilmiş, korkarım ambarımın damını tamir ettikten sonra, arabaya eklemek için sana bir şey kalmayacak, demiş. Fakat bu benim kabahatim değil. Şimdi sana el arabamı verdim. Elbette sen de buna karşılık biraz çiçek verirsin. İşte sepet, kuzum ağzına kadar dolduruver.

    Ali keyfi kaçarak sormuş:

    -Ağzına kadar mı?

    Çünkü sepet pek büyükmüş. Doldurursa pazara çıkaracak hiçbir şey kalmayacağını anlamış. Gümüş düğmeleri almak içinde içi içine sığmıyormuş.

    Değirmeni:

    -E, doğrusu mademki ben sana el arabamı verdim, zannederim birkaç çiçek istemek pek çok sayılmaz. Belki yanılıyorum, fakat dostluk, gerçek dostluk kendi nefsini herhangi bir şekilde düşünmekten çok uzaktır.

    Ali:

    -Sevgili dostum, en iyi dostum! Bahçemdeki bütün çiçekler senin olsun ne de olsa gümüş düğmelerimden önce, senin güzel fikirlerine kavuşmak isterim.

    Demiş ve koşa koşa o güzel menekşeleri koparıp değirmencinin sepetini doldurmuş.

    Değirmenci:

    -Allahaısmarladık, Ali diye omzunda tahta kolunda sepet yokuştan çıkmaya koyulmuş.

    Ali de:

    Allahaısmarladık, deyip keyifli keyifli toprağı bellemeye başlamış, el arabası içinde öyle memnunmuş ki…

    Ertesi gün, birkaç hanımelini duvara çivilerken, değirmencinin sesini duymuş, yoldan onu çağırıyormuş, hemen merdivenden atlamış, aşağı koşup duvarın üzerinden bakmış.

    Değirmenci, sırtında koca bir çuval unla ordaymış.

    -Ali zahmet olmazsa şu un çuvalını benim hatırım için çarşıya götürür müsün? Demiş.

    Ali:

    -Vah vah! Bugün vallahi pek meşgulüm. Bütün hanımellerini duvara çivilemem, bütün çiçeklerimi sulamam lazım , demiş.

    Değirmenci:

    -E doğrusu benim sana el arabamı vereceğimi düşününce, reddetmek hiç de dostça bir hareket olmaz.

    Ali:

    -O, böyle söylemeyiniz! Dünya bir araya gelse, ben dostluğa aykırı bir harekette bulunmam, diye seslenip koşa koşa kasketini almaya gitmiş. Sonra sırtında koca çuvalla ezile ezile yola düşmüş.

    Hava çok sıcak, yolda fena halde tozluymuş. Ali o kadar yorulmuş ki oturacak bir yer olmadığı halde yere oturmaya mecbur kalmış. Fakat yine de çarşıya ulaşmış. Biraz orada bekledikten sonra bir çuval unu pek iyi fiyata satmış, sonra, hemen eve dönmüş, çünkü fazla kalırsa yolda hırsızlara rastlamaktan korkuyormuş.

    Ali yatağa yatarken kendi kendine günüm berbat oldu, ama iyi ki değirmenciyi kırmadım, bir kere en iyi dostum o, sonra el arabasını bana verecek , diye düşünmüş.

    Ertesi sabah erkenden değirmenci bir çuval unun parasını almaya gelmiş,

    -Pek tembelmişsin! Doğrusu el arabamı vereceğimi düşünerek daha çok çalışacağını zannediyordum. Haylazlık günahtır. Dostlarımdan hiçbirinin aylak ve miskin olmasını istemem. Benim sana karşı apaçık söz söylememe gücenmezsin ya! Elbette senin dostun olmasam, bunu aklıma bile getirmem. İnsan istediğini olduğu söylemeyecek olduktan sonra, dostluğun ne faydası olur? Kim olsa parlak şeyler söyleyerek göze girip dalkavukluk etmeye gayret eder. Fakat gerçek dost, hep hoşa gitmeyecek şeyler söyler ve etkilemekten çekinmez. Eğer gerçek bir dostsa elbette böylesini tercih eder. Çünkü ancak o zaman iyilik ettiğini anlar.

    Ali:

    -Çok üzgünüm, demiş fakat o kadar yorgundum ki yatakta biraz yatıp öten kuşları dinlemek istedim. Bilir misin? Kuşları dinledikten sonra, daima daha iyi çalışırım.

    Değirmenci:

    -Ya buna çok memnun oldum, zira giyinir giyinmez değirmene gelip şu benim ambarın damını tamir ediver diyecektim.

    Zavallı Ali gidip bahçesinde çalışmayı öyle çok özlüyormuş ki… Fakat kendisine bu kadar dostluk gösteren değirmenciyi kırmak istemiyormuş.

    Utanıp çekinen bir sesle:

    -Bugün meşgul olduğumu söylersem, dostluğa aykırı bir şey yatığımı düşünür müsün? Demiş

    Değirmenci:

    -Doğrusu el arabamı sana vereceğimi aklıma getirirsem, bu isteğim hiç de fazla bir şey değil, fakat reddedersen elbette onu gidip kendim yaparım, demiş.

    Ali:

    -O, hiçbir zaman, diye yatağından atlamış ve giyinip ambara gitmiş.

    Bütün gün orada çalışmış. Güneş batarken de Değirmenci ne yaptığını görmeye gelmiş.

    Değirmenci şen bir sesle:

    -E damdaki deliği tamir ettin ya Ali? Diye seslenmiş.

    Ali merdivenden inerken:

    -İyice tamir edildi.

    Değirmenci:

    -Ah insanın başkaları için yaptığı iş kadar zevkli hiçbir şey yoktur.

    Ali:

    -Sizin sözlerinizi dinlemek elbette büyük bir mutluluk. Fakat galiba senin bu güzel fikirlerin gibi fikirler bana hiç gelmeyecek.

    Değirmenci:

    -O, gelir, sana da gelir demiş. Yalnız biraz daha zahmetle katlanmalı. Şimdiki halde dostluğun ancak uygulamasını görüyorsun, bir gün düşüncesini de elde edersin.

    Ali:

    -Sahi mi söylüyorsun? Diye sormuş.

    Değirmenci:

    -Hiç şüphesiz, diye cevap vermiş. Fakat mademki damı tamir ettin, artık eve gidip rahat etsen daha iyi edersin, çünkü yarın da koyunlarımı dağa kadar götürmeni isteyecektim.

    Zavallı ali bu söze karşı bir şey söylemekten çekinmiş, ertesi gün de erkenden değirmenci koyunlarını köy evine kadar getirmiş, Ali de onlarla beraber dağ yolunu tutmuş. Oraya varıp gelinceye kadar bütün gün geçmiş, geri döndüğünde de o kadar yorgunmuş ki daha koltuğunda uyuya kalmış, ancak ertesi gün gündüz ortalık aydınlıkken uyanmış. Bahçede ne güzel vakit geçireceğim, diye hemen işe koyulmuş.Fakat hep bir şey çıkıyor, bir türlü çiçeklerine bakamıyormuş, çünkü değirmenci gelip onu ya uzun işler peşinden gönderiyor, yahut değirmende kendi yardımına çağırıyormuş. Ali vakit vakit çiçekleri kendilerini unuttu zannedecekler diye üzülüyor, fakat değirmencinin en iyi dostu olduğu aklına getirip kendini teselli ediyormuş. Sonra, diyormuş kendi el arabasını bana verecek bu da tam manasıyla fedakarlık.

    İşte Ali değirmenci için böyle çalışıp durmuş. Değirmenci de dostluk hakkında her türlü güzel sözleri söyler, Ali de bunları not defterine kaydeder, geceleri okurmuş.

    Akşamların birinde Ali ateşin başında otururken kapıdan bir gürültü gelmiş. Berbat bir geceymiş, rüzgar evin etrafında öyle esiyor o kadar dehşetle gürlüyormuş ki… Ali kapıya çıkmış.

    Bir elinde fener ötekinde koca bir sopa ile değirmenci karşısında duruyormuş.

    -Ali diye haykırmış, başım dertte. Küçük oğlum merdivenden düşüp yaralandı, ben de şimdi doktora gidiyorum. Fakat doktor uzakta, benim yerime sen gitsen çok iyi olacak. Biliyorsun, el arabamı sana vereceğim, buna karşılık seninde bir şey yapman herhalde doğru olur.

    Ali:

    -Elbette, demiş senin buraya kadar gelmeni iltifat sayarım. Hemen çıkıyorum, fakat bana fenerinizi vermelisiniz, gece epey karanlık, hendeğe düşüverirsem.

    Değirmenci:

    -Vah vah yazık , çok yazık, bu yeni fenerim, ona bir şey olursa doğrusu çok üzülürüm.

    Ali:

    -Pekala zarar yok diyerek yola koyulmuş.

    Ne müthiş fırtınaymış. Gece öyle karanlıkmış ki , Ali hiçbir şey göremiyor, rüzgar o kadar şiddetliymiş ki tutunamıyormuş. Üç saat kadar yol gittikten sonra doktorun evine gidip kapıyı çalmış.

    Doktor:

    - Kim o?
    Ali:

    -Ben Ali

    Doktor:

    -Ne istiyorsun Ali?

    -Değirmencinin oğlu yaralanmış. Değirmenci hemen gelmenizi istiyor.

    Doktor:

    -Peki! Diyerek atını , fenerini alıp yola koyulmuş Ali de peşinden düşe kalka yetişmeye çalışırken o, atını değirmencinin evinin etrafına sürmüş.

    Fakat fırtına fenalaştıkça Ali ne gittiği yeri görüyor ne de ata yetişebiliyormuş. Ve Ali yolunu kaybedip dereye yuvarlanmış ve zavallı Ali boğulmuş. Ertesi gün birkaç çoban Alinin ölüsünü bulup evine getirmiş.

    Pek iyi tanınmış olduğu için, herkes Ali’nin cenazesine gitmiş.

    Değirmencide:

    -En iyi dostu ben olduğum için , en iyi yere geçmek benim hakkım, diye alayın en önünde yürüyor, arada sırada gözlerini mendiliyle siliveriyormuş.

    Cenazeden sonra herkes handa rahat rahat oturup helva yerken, Demirci:

    -Ali, şüphesiz herkes için büyük eksiklik, demiş.

    Değirmenci:

    -Herhalde benim için büyük eksiklik;ya, adeta el arabamı ona vermiş gibiydim. Şimdi onu ne yapmalı bilmem. Evde başıma bela oldu, o kadar harap ki satacak olsam hiçbir şey alamam. Bundan sonra kimseye bir şey vermemeye dikkat edeceğim. İnsan cömertliğin acısını çekiyor demiş.

    İhtiyar adam:

    -Ee? Dedi.

    Hamdi:

    -İşte hikayenin sonu bu, diye cevap verdi.

    İhtiyar adam:

    -Peki değirmenciye ne olmuş? Diye sordu.

    Hamdi :

    -O kadarını bilmiyorum hem umurumda da değil. Galiba siz hikayeden bir sonuç çıkaramadınız.

    İhtiyar adam:

    -Bunu başlamadan söylemeliydin o zaman seni daha dikkatli dinlerdim dedi.

    Hamdi:

    -Tamam ben söylerim. Lermontov’ un bir sözü var bilir misiniz?

    İhtiyar adam ve Ahmet:

    -Tanımıyoruz

    Hamdi:

    -Daima iki dosttan biri, diğerinin kölesidir.

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 9:29 am