Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    TUT ELLERİMDEN

    avatar
    1001060033


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 25/12/10
    Yaş : 32
    Nerden : Mersin

    TUT ELLERİMDEN Empty TUT ELLERİMDEN

    Mesaj  1001060033 C.tesi Ara. 25, 2010 5:59 pm

    I
    Kylie, koşarak kızlar tuvaletine girdi. Elinde tuttuğu küçük çantasını lavabonun üzerine bırakırken hala eli titriyordu. Bir karar vermesi gerekiyordu, ya kendisinden vazgeçecekti ya da Lukas’ın mutluluğundan. Başını kaldırıp aynaya baktığında yemyeşil gözlerinden süzülen yaşları gördü ve o anda anladı. Bir an bile tereddüt etmeden lavabonun üzerinde duran çantasının kapağını kaldırdı ve 50cc´lik pembe şişeyi eline aldı. Hala hıçkırıyordu. Makyajının aktığının farkındaydı ama önceliği olan başka bir işi vardı. Elinde tuttuğu şişenin kapağını hızlıca açtı ve içindeki sıvıyı dışarı püskürtmesini sağlayan butona hafifçe dokundu. Pişman olmaktan korkarak bunu yalnız bir kere yaptı. Sonra o şişeyi bir daha asla tutmamak istediğini anladı. Çok sevdiği o kokudan bu gece nefret etmişti. Ama o her şeyin bu noktaya geleceğini bilseydi o parfümü hiç almazdı, o kokuyu hiç duymak istemezdi. Daha da önemlisi duyurmak hiç istemezdi. Nefretle pembe bodur şişeyi lavaboya çarptı. İçindeki renksiz sıvı delikten boşalırken ona kırmızı başka bir cins sıvı da eşlik etmişti. Bir cam parçası sağ elinin kenarına saplanmıştı. Öfkesinden sıktığı çenesi acıyı hissetmesini geciktirmişti ama sonra fark etti. Hemen elini temizleyip sardı ve kendini toparlamaya koyuldu. Gecenin sonu yaklaşıyordu ne de olsa. Lukas’a etmesi gereken bir vedası vardı. Ama bu vedanın zamanlaması mükemmel olmalıydı.
    Salonun geniş koridorunda ilerlerken kalabalık topluluğun içinde, beyaz spotun hemen altında Boby Darin eşliğinde dans eden birkaç çift gördü. Hepsi tanıdığı yüzlerdi. Ama aradığı yüz orda değildi. Sonra onu gördü. Elinde bir bardakla salonun sonundaki pencerenin kenarında gecenin karanlığını izleyen o adamı. Kalabalığın arasından sıyrılıp ona doğru yürüdü. Gözünden dökülen o damlayı daha düşmeden yakaladı ve sesini düzeltti. Sonra zarif elbisesiyle ve topuklularıyla kalabalığın karşı tarafına geçip adama doğru yavaş adımlarla ilerledi. Şimdi siluet karanlıkta onu izliyordu.
    II
    Lukas arkasına döndüğünde ona doğru yaklaşan kızı gördü. Aralarında bir metre kalmışken ve o bölüm hala karanlıkken Lukas o kızı öyle iyi tanıyordu ki, seçememesine rağmen buğday tenini ve zümrüt gözlerini görebiliyordu. Hatta kiraz rengi dudakları bile belliydi gülüşünün arkasında duran. Ama her şeyden önce kokusu! Ona kendini her şeyden uzak, hiç tahmin etmemiş olmasına rağmen cennetteymiş gibi hissettiriyordu. Bu bambaşka bir şeydi. Onunla olduğu her saniye ayakları yere basmıyor, ciğerleri havayla temasını kesiyor, beyni bile kendini durduruyordu adeta. Anlam veremiyordu ama zamanla bunun aşk olduğunu anlamıştı ve anladığı zamandan beri kendini ona teslim etmişti. Onun kollarında yaşayıp gitmekten daha mutluluk verici bir şey yoktu çünkü onun için.
    Lukas Clara’nın ellerinden tutup yanağına küçük bir öpücük kondurdu. İlk defa kokusu bu kadar hafif geliyordu. Ama yine de hissetmiş olmak ona yetiyordu. İlerdeki kalabalığa baktılar birlikte. Lukas onu o tarafa doğru çekti gülümseyerek. Clara yüzündeki mutsuzluktan kurtulup mutluluk maskesini taktı. Endişesi her şeyi mahvedebilirdi çünkü. Sonra Lukas elindeki plağı, müziği yöneten arkadaşının yanına götürdü ve ona bir şeyler söyledi. Arkadaşı ona başıyla onay verdikten sonra Lukas Clara’yı elinden tutup sahneye çekti. Etraflarında birkaç çift daha vardı. Ancak Clara’nın şaşkın bakışları altında tepelerinde yeniden canlanan spotla ve de yine Boby Darin’in başka bi parçası olan ´´fly me to the moon´´un çalmaya başlamasıyla bütün dikkatler Lukas ve Clara’ya kilitlenmişti. Clara ellerini refleksif bir şekilde Lukas’ın boynuna dolarken, o da Clara’nın beline sarıldı. O spotun altında öyle ihtişamlı görünüyorlardı ki etraftaki şaşkınlık bir anda hayranlığa dönüştü. Aralardan sıyrılan "bu da neyin nesi?" bakışlarının altında beş dakika boyunca gözlerini hiç kaçırmadan dans ettiler. Şarkı bittiği anda sonsuz gibi gelen bir sessizlik yaşandı. Herkes donmuş gibiydi. Sonra şaşkınlık içindeki bütün herkes bu beklenmedik sahneyi birden sindiriverdi. Etraftan yavaşça artan bir alkış dalgası koptu. Sonra ıslıklar ve bağırışlar bu yeni ilişkiyi onaylar bir tavırla cümbüşe katıldılar. Heyecanını zar zor bastıran Lukas, bir kaç saniyeliğine gözlerini sımsıkı kapattı. Clara da ona sarılırken aynısını yaptı. Ancak Lukas etkisini kaybeden o kokuyu öylesine arzuluyordu ki neredeyse bütün havayı ciğerlerine çekmişti. Yine de o kokuyu ilk defa hissedemiyordu. Clara’yı hiçbir zaman o kokudan ayrı düşünmemişti ve şimdi sanki o kollarında değilmiş gibi hissediyordu. Paniğe kapıldı. Alkış yağmuru devam ederken yavaşça gözlerini açtı. Göğsündeki baş kalktığında onun gözlerine baktı. Zeytin gibi bir çift göz ona dolu dolu bakarken Lukas’ın yüreği ağzına geldi. Ellerini tuttuğu ve kokusunu duyduğu Clara değildi. Bir nefes mesafesindeki insan başka biriydi. Onu tanıyordu. Gözlerini ilk defa fark etmişti. Bunlar Clara’nın gözleriydi ve onun bakışları. Ama bu Clara değildi. Beyninde bir dizi nöron saniyenin onda biri içinde art arda patlarken Lukas bu silsilenin şiddetine karşı bir duvar kuramadı. Etrafı ağır çekimde duyumsar gibi oldu. Alkışlar, su dolu balonların art arda duvara çarparken çıkardığı sesler gibi zonklarken burnu feci bir kokunun varlığını algıladı. Leş gibi çürük olan her şey bir torbada unutulmuştu sanki ve o torba birden burnuna açılmış gibiydi. Sonra olanlara karşı ayakta durmaya çalışırken Clara’nın gözlerini taşıyan o kıza baktı. Ağlamaklı gözler sanki olacakları biliyordu. Gördüğü bu son şeyin ardından beyni kendisini kapatmaya hazırlandı ve gözbebekleri yukarı doğru kayarken Lukas yavaşça yere yığıldı. Ama o bakışlar hala gözlerinin önündeydi. Düşerken ağzından dökülen son söz Clara’nın hayatına ait olmamıştı. Tamamen Lukas’a ait bir isim döküldü dudaklarından."Kyliee..."
    III
    O gece Kylie için sıradan bir geceydi. Üzerinde beş saatlik çalışmanın verdiği bir bitkinlikle beraber sorumlusu olduğu bar bölümünü kapatmaya hazırlanırken hiç beklemediği bir yüzle karşılaştı. Lukas... Lukas’ı sadece okulda ara sıra gördüğü kendi halinde bir çocuk olarak biliyordu. Haricinde onun hakkında bildiği tek şey pek fazla arkadaşı olmadığıydı. Ama yine de Kylie ondaki sükûnetten daima etkilenmişti. İçine kapanık görünmesine rağmen ilk kez gözlerine bakan bir insan, onun popüler bir insan olduğunu düşünürdü. Ancak tanıyanlar için aynı şey söz konusu değildi. Lukas’ı gecenin bir yarısı burada görmenin şaşkınlığını üzerinden atamayan Kylie donmuş gibi ona bakıyordu. Sonra Lukas Kylie’yi gördüğünde aynı duygunun birkaç kat daha şiddetli olanını yaşadı. Önce gözlerini kaçırsalar da Kylie vaziyeti anlamıştı. Lukas’ın burada bulunmasının tek bir amacı olabilirdi o da "dağıtmak!"Yine de Lukas’tan beklemediği bir davranış şekli olmuştu bu. Sonra Lukas’ın utangaç tavrına aldırmadan kendinden emin bir şekilde
    —Ne istersiniz? Bay Lukas. Diye sordu gülümseyerek.
    Lukas Kylie’nin ses tonundaki sevecenliğin farkına vararak birazcık hafiflemiş ve rahatlamış hissetti. Ama ardından gelen sessizlik ve Kylie’nin yanıt bekleyen bakışları, onu cevap vermeye dolayısıyla da daha önce hiç konuşmadığı bu kızla konuşmaya sevk ettiği için kendini bir anda çivili bir tahtanın üzerine oturmuş gibi hissetti. Yalpalayarak ağzını açmaya çalıştı. Ancak Kylie’yle göz göze geldiği o birkaç saniyenin ardından kafasını yere eğip tekrar konuşmaya çalıştı.
    — Been... Aslında bir ıı... Benim birisiyle buluşmam gerekiyordu. Aslında burayı kararlaştırmıştık ama... Sanırım gelmekten vazgeçti. Diyerek ağzını zar zor kapattı. Sonra da küçük bir el sallamasıyla kararsız bir şekilde arkasını döndü. Tam gitmek üzereyken Kylie:
    — Arkadaşın, onun kim olduğunu bilmiyorum, ama senin gibi birini ektiğine göre gerçekten kafasız birisi olmalı. Dedi gülümser sempatik bir tavırla. Lukas arkasına bakmasa da Kylie’nin yüzündeki tatlı ifadeyi tahmin edebiliyordu. Sonra arkasına döndü ve daha önce hiç yüzüne bakmadığı o kıza baktı sırıtarak. Hafif bir rüzgâr açık bar penceresinin boşluğundan sızarak Kylie’nin dağınık saçlarıyla usulca dans ederken Lukas, kızı ağır çekimde izliyormuş gibi hissetti. Yemyeşil gözleri dudaklarından daha fazla gülüyor gibiydi. Buğday rengi teninin üzerine dökülen incecik saçları o kadar güzel parlıyordu ki... Lukas bir an için uzun süredir ona bakıyor olduğunu düşünerek gözlerini kaçırdı ama aynı saniye yine ona dönme isteği duydu. Hiçbir şey söylemiyor hiçbir tepki vermiyordu. Sanki konuşma yetkisi olmayan bir CIA ajanı gibi orada öylece durup destek kuvveti bekliyordu da o destek bir türlü gelmek bilmiyordu. Sessizliği Kylie bozdu.
    — Hadi Luke. Orada öyle durma! Ya son müşterim ol ya da gel beni bu arpa deposundan kurtar da uyuklamaya başlamadan önce yatağımda olayım. Dedi alaycı ciddi tavrıyla.
    —Aa aslında... Sana hangisi uygun olursa. Ne de olsa ekilmiş bir insanım bugün her şeye uyarım. Diyebildi Lukas zar zor.
    Kylie’nin adını biliyor olmasına şaşırmıştı. Çünkü kendisi, gözlerine hayran kaldığı o güzel barmen kızın adını halen bilmiyordu. Kylie’yse bunu hiç tahmin etmemişti.
    Uykusuna yenik düşmek üzere olduğu için Kylie o dakikalarda barı kapatmaya karar verdi. Üzerini bir kat toparladıktan ve kokusunu da süründükten sonra kendisini kapıda bekleyen Lukas’a doğru ilerledi. Lukas arkasındaki ayak seslerini duyunca okyanusa bakan ön kapıyı hafifçe araladı ve içeriye dalan küçük esintinin Kylie’ye çarpmasına izin verdi. Sonra Lukas’ın bakmadan attığı bir adım nemden ıslanmış çimlerin üzerinde boylu boyunca kayıp yere çakılmasına sebep oldu ki çakılırken başını giriş kapısının pervazına çarpmıştı. Aldığı darbeyle hafif bir baş dönmesi yaşadı. Ancak rüzgârın çarptırdığı soğuk bayılmasına engel olduğu için afallamıştı. Birkaç dakika başının döndüğünü sandı ama aslında o sadece birkaç saniyeydi. Sonra hışımla yanında dikilen bir silueti algıladı. Gözleri net olarak seçemiyordu o an. Kendine gelmeye çalışırken kadife kırmızı gülün egzotik hindistan cevizinde yıkanmış çarpıcı kokusunu hissetti. Karşı koymadan kokuyu içine çekti ve kokunun giderek değiştiğini fark etti. Kalbi büyük bir gümbürtüyle çarpıp beyni olanları anlamaya çalışırken Lukas, bin bir çeşit lalenin birbirine karışan kokusunu içine çekti. Ciğerlerinin kapasitesini zorlarken yaşadığı yerde hiç lale yetişmediğini hatırladı.
    IV
    Lukas, kendine gelmeye başladığı anda elini tutmuş ona "iyi misin?" diye soran kızı gördü. Hemen başucundaydı. O arada tekrar barın içinde olduğunu anladı ve etrafa "nerdeyim ben?"sorusunu savuran bir bakış fırlattı. Görüşü bulanıklıktan kurtulup tekrar netlik kazanınca elini tutup tedirgince ona bakan kızı gördü. Kız korkmuştu ve "iyiyim" kelimesini içeren bir cümle bekliyordu. Lukas kıza baktı, önce yeşil gözlerine sonra sarı saçlarına ve dolgun dudaklarına ve son olarak da mavi deri ceketine baktı. Sonra Clara’ya:
    — Geciktin. Sınırım sayende az daha okyanusun dibini boyluyordum. Dedi. Kız şaşırmış bir halde:
    — Aa! Af edersiniz küçük bey arka kapı biraz uzaktaydı da. Diyerek sıcak bir edayla gülümsedi.
    — Seni gördüğüme sevindim. Gelmen beni şaşırttı aslında. Dedi Lukas ve karşısındaki kız garipseyen bir bakışla yanıtladı:
    —Aslında o kadar da uzakta sayılmazdım.
    — Ah evet. Beverly Hills hemen arka taraftaydı değil mi? diye sordu Lukas dalga geçerek. Kız, onun bu sempatik tavrına önce garip yaklaştı ama sonra onun hakkındaki bütün önyargılarını yıkıp cevap verdi:
    — Heeey gizli dosyalarımı seninle paylaştığımı hatırlamıyorum, yoksa düşüncelerimi mi okuyorsun? Diye kıkırdadı dişlerini göstererek.
    Lukas, onun günlerdir tahmin ettiği karakterden çok daha farklı olduğunu görünce gülümsedi. Bu sıcak gülümseme karşısındaki kıza öyle hızlı nüfuz etmişti ki kız içinden bir hayranlık dalgası patladığını eliyle tutmuş kadar somut hissetti. Bütün okulun "hilkat garibesi" dediği bu genç, o an o saniye Lukas’ın Clara’sı için dünyanın en cana yakın erkeği sayılırdı. Onda nefret edebileceği herhangi bir şey olmadığını gören kız, yakınlaşmalarında herhangi bir mahsur da bulamamıştı. Bu yüzden düşünmesi de gerekmiyordu. Hayatta en çok yaptığı şeyi yapacaktı yine: Oluruna bırakmak.
    O sırada saatin farkına vardı. Her ne kadar yeni bir kıvılcım olsa da aralarındaki, okul beklemezdi. Lukas’ın sevgi bekleyen bakışlarının altında kız, ezile büzüle konuşabildi:
    —Şeeey... Aslında senin de bildiğin gibi yarın pazartesi. Bu saatte burada olmamız pek doğru sayılmaz. Dedi resmiyetinden korktuğu konuşmasının vurgusunu ayarlamaya çalışarak. Sonra ekledi:
    — Hem diş perimle randevumu kaçırmak istemem.
    Lukas ona baktı. Konuşurken ve bakarken o kadar etkileyici o kadar kusursuz görünüyordu ki; seline kapılmaktan hoşnut kalacağı bir felaket gibi kendini eline bırakmaya hazırdı. Sonra bugüne kadar beklemiş olmanın içinde bıraktığı en ufak pişmanlık damlası da yok olup giderken sarışın kızın elinden tuttu:
    — Seni evine bırakayım.
    Ve işte tam o dakika içinde Lukas’ın yaptığı tek hata, beş dakika önce konuştuğu diğer kızın varlığını sorgulamaması olmuştu.

    V
    Ertesi gün Kylie, okulda yanından geçip giderken sadece başıyla selam vermeyi tercih eden o çocuğu düşündü durdu. Her ne kadar bu genç yaşına rağmen yapması gereken iş içki servisi olsa da o,içkiyi pek sevmez diye dün gece ağzına koymadığından da emindi. Yaşadıklarının gerçekliğinden bir an için şüphe etse de o çocuğun başıyla verdiği selam bile bu şüpheyi o anda eritiyordu. Engelleyemediği bir ses girdi kafasına, bu ses annesinin sesiydi ve diyordu ki:
    “Sen sen ol tatlım asla bir erkeğin sıcak bakışına sempatik tavrına aldanma. Hepsi aynı hepsi bak babana. Aaa bir dakika bakamazsın. Çünkü baban denen o adi herif yıllar önce seni de beni de kardeşini de bıraktı gitti. O yellozun kucağına koştu gör kızım gör hepsi aynı. Bıktım bıktım, topunun köküne ...”Kylie kulaklarını kapattı.
    —Ah hadi amaa anneee okulda rahat ver en azından! Sonra zil sesi duyuldu ve Kylie kapıda kendisini bekleyen Rebecca’ya gülümseyerek ona doğru ilerledi. Anlaşılan bugün kaynaması gereken bir dedikodu kazanı vardı.
    VI
    Kylie o gün Rebecca’ya olan bitenin hepsinden bahsetmemeyi tercih etmişti. Sadece Lukas denen çocuğun aslında hilkat garibesi olmadığını, dün gece onunla yolda karşılaştığını ve ona en az kendisinin davrandığı kadar sıcak davrandığı anlatarak Rebecca’ya olanlardan bahsetti. Ama daha fazlası değildi. Çünkü emin olamadığı bir hoşlanma duygusu benliğini sarmadan önce onu sorgulaması gerekiyordu ve şu an son ihtiyacı olan şey Rebecca’nın müdahalesiydi.
    Son ders bittikten sonra Kylie, halletmesi gereken bir işi olduğunu söyleyip “dolaşma” ısrarıyla başının etini yiyen Rebecca’dan kurtulup çıkış kapısında Lukas’ı beklemeye karar verdi. Bütün tanıdığı yüzler kapıdan birer ikişer çıkıp giderken en arkada Lukas göründü. Her zaman olduğu gibi yine yalnızdı ve başını yerden kaldırmadan yürüyordu. Kylie, böyle güzel yüzü olan bir insanın neden sürekli yere bakarak simasını insanlardan sakladığını anlamaya çalıştı. Ama Lukas dibinde belirip de durunca bu düşünce kafasından uçup gitti. Kylie tam karşısında durmuş Lukas’ın gözlerine bakıyordu. Sonra konuşmaya başladılar.
    Sen iyi misin? Yani dün geceden sonraa...(aslında hastaneye gitme konusunda ısrar eden Kylie bunu tekrar dile getirecekken birden vazgeçer).
    — A evet. Teşekkür ederim. Ben... ben gayet iyiyim.(Lukas o an Kylie’yi karşısında gördüğünde dün gece olanları hatırlar ve Kylie’nin birdenbire nereye kaybolduğunu şimdi merak eder). Sahii sen dün gece birden... Demeye kalmadan okulda baş belası olarak bilinen birkaç ergen çocuk bahçede Lukas’la dalga geçmeye başlar.
    - Heeey minik Lukii dün gece hayatının aşkını bulmuşsun deniyor bu sefer hangi sirkteydin acaba,?
    — Hadii ama çocuklar hakareti kesin bir sirk değil bir hayvanat bahçesidir o olsa olsa ha ha ha. Diyerek dalga geçen serseri grubunu arkası dönük dinleyen Lukas, birden Kylie’nin gözlerindeki ateşi gördü ve o anda ona engel olamayacağını anladı. Kylie hızlıca o gruba doğru ilerledi ve öfkesini dindirerek tek bir soru sordu:
    — Hey siz! Hayvanat bahçesi ve sirkin nasıl bir yer olduğunu biliyor musunuz?
    — Dalga mı geçiyorsun sen? Elbette... Derken Kylie:
    — Demek her gece süt içtikten sonra aynaya bakmayı da ihmal etmiyorsunuz! Diyerek sırıtıp cevap vermeye fırsat bulamayan serseri grubuna arkasını dönüp Lukas’a doğru ilerledi. Lukas o anda bir şey fark etti. Bugüne kadar hiç kimse onu böylesine korumamıştı. O yüzden dostluğun ne olduğunu hiçbir zaman tam anlamıyla anlayamamıştı ve şimdi nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Sadece “bu çok iyiydi” diyebildi. Sonra Kylie o ruh haliyle konuşmanın pek de doğru olmadığını düşünüp Lukas’a bu gece bara gelmesini söyledi. Lukas’ın gözlerine bakarken kehribar rengin arkasına saklanan rengârenk bir çocuk olduğunu neredeyse görecekti ki Lukas gözlerini kaçırıp “olabilir” diye cevap verince Kylie’nin iyice kafası karıştı. Yüzünü ekşitip hızlıca oradan ayrılırken Lukas, hayatında ilk defa bir dost edinecek olmanın karmaşasını yaşıyordu. Acaba doğru kelime gerçekten de “dost” muydu?
    VII
    Okuldan ayrıldıktan sonra birinci sınıf öğrencisi çocuklar gibi doğruca evine giden Lukas, annesinin “tatlım sen misin?”sorusunu havada bırakarak koşar adımlarla odasına girdi. Ailenin tek çocuğu olmanın en sevdiği yanı odasını, sevmek ve sahiplenmek zorunda kalacağı bir kardeşle paylaşmıyor olmasıydı. Bu sayede “ışığı aç, kapıyı kapat, kes şu lanet gürültüyü!”gibi komutlara maruz kalmadan dilediğini yapabiliyordu. Tabi genel olarak kendini bu dünyadan soyutlamayı seçen ve aradığı mutluluğu başka bir âlemde bulacağına inanan bir insan olduğundan vaktinin büyük bölümünü uyuyarak geçiriyordu. Uyanık olduğu zamanın bir kısmını da bilgisayarının başında forum sayfalarında geçiriyordu. Bir nevi bağımlı sayılırdı ama neyin bağımlısı olduğu tartışılırdı.
    Sırtındaki çantayı bir köşeye fırlatıp hemen bilgisayarına yapıştı. Lenovo marka beyaz kişisel kompakt cihazın sağ üst köşesindeki power düğmesi belirli aralıklarla mavi renkte yanıp sönüyordu. Lukas düğmeye basınca karanlık ekran bir anda klasik Windows mobile açılış görüntüsüyle kaplandı ve küçük bir klik sesinin ardından masaüstü penceresi göründü. Arka planda, Lukas’ın “smyrna” adında kullandığı ütopik bir manzara resmi görünüyordu. Tıpkı Yunan mitolojisindeki tanrıların meclisi Olympos’ta olduğu gibi bembeyaz devasa bir yapı görünüyordu. Aradaki fark bu yapı, okyanusun kıyısındaki bir uçurumun kenarında değil bizzat okyanusun ortasındaydı. Silindir bir görünüme sahip yapı, her bir yüz metrede yükseldikçe daralan çember halkalardan oluşuyordu. Bu halkaların üzerinde dev boyutta ağaçlar, rastlanmamış güzellikte çiçekler, yeşil alanların üzerini kapatan kimi yerde kızgın kimi yerde sakin bulutlar ve elbette vazgeçilmez öğe ufacık insanlar apaçık görünüyordu. Okyanusun rengi ise insana dinginlik veren ve kimi yerde derinliğini azaltan eşsiz bir maviydi. Etrafta, odaktaki silindir kuleyle benzer özellik gösteren beşten fazla kule daha vardı. Her bir kule bulutların arasına kadar yükseliyordu ve aralarında uzadıkça kaybolan bağlantı yolları görünüyordu. Lukas bugüne kadar bu resme her baktığında yanlış dünyada yaşadığından yakınıp duruyordu. Bu dünyanın kötülüklerinden, haksızlıklarından, eziciliğinden, adaletsizliğinden, yozlaşmışlığından ve hatta sevgisizliğinden hep nefret ederdi. Bunun için olsa gerek duvarındaki posterde de, bilgisayarının arka planında olduğu gibi kulelerden oluşan bir su dünyası görünüyordu. Bu sayede dünyadan nefret ettiği her an kafasını o tarafa çevirip her şeyden uzaklaşabiliyordu. Belki de onu bunca zaman yaşama bağlayan en önemli şey bu resimdi. Şimdi hayata bağlanmasını sağlayacak başka bir şey daha ortaya çıkıyor gibi görünüyordu. Clara.
    ♥ VIII
    O gün akşam olduğunda Lukas, henüz ismini bilmediği yeni dostuyla vakit geçirmek için evden zar zor kaçabildi. Ne de olsa bugün Clara’yı görmesi mümkün değildi ve gidip güzel gözlü barmen arkadaşıyla takılmasında da bir sakınca yoktu. Ayrıca zaten davetliydi. Davete gitmemek gibi bir ayıba imza atmazdı. Üzerine kalın bir şeyler almak için dolabını açtığında yüzüne çarpan esinti, onu birden dün geceye götürdü. Zeytin gözlü güzel kızın hafif meltemde dağılan güzel saçları onda farklı bir çekicilik meydana getirirken Lukas bu çekime karşı koyamamıştı. Ama dün gece olanlar, o kıza farklı bir açıdan yaklaşmasına engel olmuştu. Neydi bu? Onda farklı olan ve bir şekilde sevgi duygusunu sınırlayan şey neydi? Yoksa Clara mı, ona olan aşkı mı o kıza yaklaşımını etkiliyordu yoksa derinde bir yerde Luke’a ait daha komplike bir neden mi yatıyordu? Bunları düşünmenin sırası değil diye geçirdi içinden ve yeni aldığı kaz tüyü kabanını üzerine geçirip usulca kapıdan çıktı. Kylie’nin barı çok uzakta sayılmazdı. Bu yüzden yürümesine engel teşkil eden bir şey yoktu. Havanın soğuk olması hariç…
    Evden ayrıldıktan sonra gecenin karanlığında en az on beş dakika yürüdü. Yolda yürürken gördüğü üç arkadaş yüzünden sürekli aynı şeyi düşünüp durdu. Bugüne kadar pek taktığı söylenemezdi ama neden sağlam ve gerçek bir dostu olmadığı sorusunun beynini kemirmesine engel olamıyordu. Onun diğerlerinden farkı neydi? Yeterince sevgiyle dolu bir kalbi vardı, anlayışlıydı, her türlü görüşe açıktı, güzel bir gülüşü vardı, okuldakilere bakıldığında idiyot da sayılmazdı ama hiçbir zaman elinden tutup sonsuzluğa yürüyebileceğini hissettiği bir dostu olmamıştı. Oturup bunu da düşünmemişti aslında bugüne kadar. Bunun ne kadar aziz ne kadar eşsiz bir duygu olduğu üzerine hiç kafa patlatmamıştı. Çünkü yalnızlığın onu içine çektiği zamanlarda kendini sanal âleme kapatıyordu ya da aklında paralel bir evren kurup onu kendine uydurmakla meşgul oluyordu. Bu dünyanın maddi düşüncelerine kendini kaptırmaya gönüllü bir aday sayılmazdı o. Belki de diğerlerinden farkı buydu. Bu yüzden insanları etrafına çekemiyordu. Belki sadece evrenlerinin uyuştuğu bir insan çıkmamıştı karşısına. Yine de bu, bugüne kadar o mükemmel duyguyu hiç yaşamadığı gerçeğini değiştirmiyordu.
    Denizin kenarında, asma tavanlı bahçede sallanan sarı loş ışıklarıyla insanları kendisine çağıran o yeri gördüğünde kafasını kurcalayan bu düşüncelerden de sıyrılıverdi. Aynı dakikalarda bardaki yaşlı müşterisine bir duble buzlu martini veren Kylie, aklından Lukas’ı ve dün geceyi geçiriyordu. Dün gece olan neydi? Eğer doğru hatırlıyorsa tam bu lanet yeri kapatmak üzereyken "okulun ucubesi" birden görünüvermişti ve konuşmaya çalıştıkları o birkaç dakika içinde onun bir ucube olmadığını anlamıştı. Daha da önemlisi aralarında sezmiş olduğu bir yakınlaşma söz konusuydu. Gerçi bugün okulda olanlar düşünülürse Kylie, bunu tamamıyla kendisi uydurmuş sayılırdı ama yine de olayı Lukas’ın ağzından duymak da gerekliydi. Çünkü hala kafası karışıktı. Lukas’tan gerçekten etkilenmiş gibiydi. Onun o koca cüssesinin içinde sakladığı haylaz çocuğu tutup çıkarmaya can atıyordu. Bu onun en sevdiği şeydi. İnsanlara içlerinde yaşayan çılgın çocuğun varlığını hissettirmek onun karakteristik özelliğiydi. Onunla var olan bir yetenek sayılabilirdi bu. Kapıdan Lukas’ı girerken görünce gözlerini arkasında duran dolabın tepesindeki saate çevirdi. Henüz on birin yirmi geçtiğini gösteren saat, Kylie de kısa süreli bir hayal kırıklığına sebep oldu. Çünkü restaurant kapanmış olsa da bar bölümünde hala sızmaya meyilli birkaç müşteri bulunuyordu ve çakırkeyif olmaları da an meselesi sayılırdı. Bu yüzden arkasını döndüğünde gülümseyerek kendisine el sallayan Lukas’a başparmağını göstererek biraz beklemesini ima etti. Lukas bunu hemen anladı ve kapının hemen sol tarafındaki masaya oturup dışarıyı izlemeye koyuldu. Heyecanını gizlemek için bir çaba sarf ettiği söylenemezdi. Çünkü o anda dikkati dışarıya kaymıştı. Yılın bu mevsiminde bulutlar kendilerini bu şehirden hiç sakınmazlardı. Her zaman olduğu gibi dışarıda yine nostaljik bir dans vardı "bulutların ve mehtabın okyanus dansı". İzlemeye değer bir tabloydu doğrusu bu. Yakamoz mükemmel bir armoniydi.
    Dışarıyı dakikalardır izlediğini, başını kolundaki saatine götürdüğünde anladı Gerçekten de onun için uzun bir süreydi bu. Dünya manzaralarına pek aşina sayılmazdı ve o dakikalarda bu dünyaya da güzel gözlerle bakabileceğini anladı. Sonra koşturarak yanına gelen barmen kızı izledi. Ona müşteriymiş gibi davranıp belindeki küçük not defterini çıkardı ve eşsiz gülümsemesiyle:
    — Ne ikram etmemi istersiniz bay şirin? Dedi. Bu kız insanlara yaklaşmayı gerçekten biliyor diye düşündü Lukas ve benzer frekansta bir gülümsemeyle:
    — Aslında bu tamamen barmen arkadaşıma bağlı, sevebileceğim bir şey verebilirse memnun olurum. Dedi. Kıkırdayarak arkasını dönen Kylie:
    — Sana uygun bir şeyim var ama onu ısıtmak için önce bir ocak bulmamız gerek ayrıca sütünü kakaolu mu ballı mı istersin? Dediğinde Lukas bir an nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemedi. Ama sonra, öğleden sonra aynı espriye maruz kalan aptal ergenleri düşününce kahkahasına engel olamadı. Kylie doğruca bara yürürken Lukas’ın patlattığı kahkaha, önce birkaç ayyaşın bakışlarını kendisine çekmesine sonra da Kylie’nin bütün sıcaklığıyla gülmesine neden oldu. Lukas, ilk defa birden fazla insanı kapsayan bir eğlenceyi bu kadar yakınında hissediyordu ve bu his o kadar güçlüydü ki benliğini sarmasına hiç ses çıkarmadı. Kalbi bu heyecanın varlığından memnun görünüyordu. Hayatına istem dışı giren bu harika insan, daha önce karşılaştıklarından oldukça farklıydı. İçinde bir çocuk saklamıyordu, o daha çocuk o çocukla el ele yaşıyor gibiydi.
    IX
    Kylie, barda çalıştığı süre içerisinde, alkolün insanlara yaptırdığı şeyler hakkında yüksek lisans yapmış gibiydi bu yüzden alkole karşı biraz antipatik davranıyordu. Doğal olarak Lukas’a ikram ettiği şey karışık bir cin tonik olmuştu. Lukas’ın teşekküründen sonra geçen yirmi beş dakikalık süre içinde Kylie bütün ayyaşları dağıtmayı zar zor başarabildi ve bunu yaparken de Lukas’ı epey güldürmüştü. Bir tanesini çıkarmaya çalışırken, onun olmayan karısını uçak çarptığını ve acilen postaneye gitmesi gerektiğini söylüyordu. Hatta kapıya bir helikopter çağırdığını derhal gitmezse FBI ajanlarının kendisini alıp götüreceğini bile hiç kıkırdamadan, nerdeyse gerçekliğine inanmış kadar doğal bir şekilde söylemişti adama. Lukas gülmekten gözleri kızarmış bir vaziyete büründüğünde Kylie, zafer kazanmış bir Spartalı gibi gülümseyerek Lukas’a meydan okuyordu. Sonra gülerek onun yanına geldi ve elini tuttu. Bu beklenmedik hareket Lukas’ın gülüşünü bir anda kesmişti. Bütün dikkati Kylie’nin elindeki sıcaklığa kaymıştı ve yüzünü ona döndüğünde konuşmak üzere ağzını açtığını gördü. Ne yazık ki bu girişim, Lukas’ın kahkahalarını bir anda kesmesi nedeniyle onun dikkatini dağıtmıştı ve elini hemence çekip onu biraz beklemesini söyledi. Kararsızca bara doğru ilerleyip yapması gereken bir şey varmış gibi davrandı ama sonra orada duran çantasını aldı ve masanın üzerine bırakıp tekrar Lukas’ın yanına döndü. Bu kez kendinden emin bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Hemen karşısındaki sandalyeye oturdu ve aynı modda konuşmaya başladılar.
    — Ee Luke, senin okulun tanıdığı gibi biri olmadığını anladım. Bence gayet standart bir çocuksun aslında garibe olan onlar. Boş versene kulak asma bile. Bana kalırsa onlar beyinlerini banyoda düşürmüş aciz yaratıklar. İlk insan bile sayılmazlar. Dedi Kylie sırıtarak. Sonra Lukas’ın gülümsediğini görünce devam etti.
    — Dün gece birisiyle buluşacağını söylemiştin. Hani seni eken şu kız, sonunda gördün mü bari?
    Lukas bu soruyu beklemiyordu. Sonra Kylie sorunca anımsadı. Clara hayatında gördüğü en kusursuz insandı. Kylie’nin sorusunu yanıtlarken sonunda bir şeyi de sormayı akıl edebilmişti.
    — Sana bir kız olduğunu söylememiştim ki. Ama evet görüştük. Ayrıcaa tanıdığım en uçuk kız bana ismini lütfeder misin acaba?
    Kylie Lukas’ın gittikçe açıldığını fark etmişti ve bu halinin onun görüntüsüyle özdeşleştiğini düşündü. Ardından cümlenin devamında gelen soru onu şaşırtmıştı. Şaşkınlıkla ayağa kalkarak elleriyle ağzını kapattı ve:
    —Nee? Aman tanrım sen okulunda yaşayan en kaçık kızın ismini nasıl bilmezsin? Tanrım bu şaka mı? Luke göster bana kamera nerde? Dedi kıkırdayarak.
    — Öyleyse bay şaşkın şu an seninle tanışmalıyız. Çünkü annem tanımadıklarımla konuşmam gerektiğini söyledi bana. Benim ismim Kyliiee peki ya senin?
    Lukas bozuntuya vermeden Kylie’nin modunda ona yanıt verdi.
    —Lukas. İsmim Benjamin Lukas Boysen bayan. Çok memnun oldum. dedi gülümsemesine engel olamayarak.
    O gece Lukas için çok özel bir gece olmuştu ve gecenin saatle birlikte bitmeye başladığını anladığında Kylie ismindeki yeni arkadaşına bir teklifte bulundu. Onu evine bırakmak istiyordu. Kylie sanki çok farklı bir durummuş gibi koşarak çantasını aldı ve lavaboya koştu.
    —Hey tatlı Luke beni dışarıda bekle hemen geliyorum. Dedi ardından. Bir kaç dakika sonra Kylie, serbest bıraktığı uzun saçları, kırmızı kapüşonlu polarıyla ve de hiçbir çıkışta sürmeyi ihmal etmediği kokusuyla kapıda belirdi. Ama Lukas orda değildi. Etrafa şöyle bir göz attıktan sonra Lukas’ı gördü. Aslında bu daha çok bir karartı gibiydi ama uçuşan kabanı sayesinde onu tanımıştı. Uçurumun hemen kenarında elleri cebinde mehtabı izliyor gibi görünüyordu. Anlaşılan içli bir çocuk diye düşündü Kylie ona doğru ilerlerken. Yanında dikilip birkaç dakika boyunca ona eşlik etti. Ama Lukas onun farkına varmamıştı. Sadece hayatında ilk kez dün ciğerlerine çektiği o kokuyu hissetti ve kendinden geçti. Ardından arkasına dönmek üzere yaptığı manevra esnasında ıslak çimler üzerinde kayan ayağı onu neredeyse uçurumdan aşağıya düşürüyordu ki Kylie onu son anda yakaladı. Heyecanla Lukas’ı kendine çekerken Luke, bütün bedenini yerçekimine teslim etmiş gibiydi. Kylie onun yüzüne baktı, gözleri açıktı ama Luke bayılmıştı.
    X
    Lukas’ı uçurumun kenarından kurtarıp geriye doğru çekerken Kylie, ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bir kaç kez onu tokatlayıp kendine getirmeye çalıştı. Ancak donmuş gözleri, Açık kalan ağzı ve tepkisiz bedeni apaçık bilincinin kapalı olduğunu gösteriyordu. Kylie onun kendine gelmesini bekleyemezdi. Onu barın önünde duran ikili koltuklardan birine yatırdıktan sonra hemen telefonunu kapıp bir taksi çağırdı. Havanın çelikten sert ayazı iliklerine işlerken Lukas aklına geldi. Hemen polarını üzerinden çıkarıp onu sardı ve beklemeye başladı. Vücuduna kan pompalayan zımbırtı dakikada en az yüz yirmi defa çarparken o, bu bayılmanın dünkü düşüşle bir bağlantısı olup olamayacağını düşündü. Kafasını çok sert vurduğu söylenemezdi ama beyin söz konusu olduğunda en ufak bir hasarın çığ gibi büyüyüp insanın bütün sistemlerini alt üst edebileceğini biliyordu. Bu yüzden kuşkusu bir anda korkuya dönüşmüştü. Ama Lukas’ın yanında durup onun donmuş gözlerine bakmayı ve elini tutup onu ısıtmaya çalışmayı ihmal etmemişti. Vücudunun ve kalbinin bütün sıcaklığını ona aktarmaya odaklanırken barın anayola bakan diğer yakasından bir korna sesi duyuldu. Taksi dakikasını geçirmeden orada olmuştu. Kylie koşarak arka taraftan taksiciyi çağırdı ve Lukas’ı kaldırıp taksiye götürmek için yardım aldı. Sonraki beş dakikada Lukas bir sedyeye yatırılmış vaziyette muayene odasına götürülüyordu. Kylie o altı dakika içinde Lukas’ın ailesine haber vermeyi akıl edememiş olsa da hastanede Lukas’la Kylie’nin bağı sorulduğunda Lukas’ın ailesini aramak durumunda kaldılar. Lukas’ın annesi on beş dakika içinde hastanede olmuştu. Paniğe kapılan kadın ortada ciddi bir durum olduğunu sanmış olmalıydı ki hemşirelere bağırıp oğluna ne olduğunu söylemelerini istiyordu. Sonra koridorun ucunda bekleyen genç kızı gördü ve hemşirelerin de işaretiyle koşar adımlarla o yöne ilerleri. Kylie bütün olup biteni anlattığında Bayan Boysen, gereğinden fazla panik yaptığını anladı. Ama içindeki korku yok olmamıştı. O bu olayın ardında çok daha başka bir şeyin olmasından korkuyordu. Sonraki beş dakikada doktorlardan haber beklerken, bu olası düşüncesinin gerçekliğine ait şiddet, onun gözyaşlarına boğulmasına neden olmuştu. Doktor, yanlarına gelip onlara merak edilmesi gereken bir şey olmadığını ancak bir süre daha hastanede kontrol altında olması gerektiğini söyledikten sonra Bayan Boysen Kylie’ye dönüp ondan evine gitmesini istedi. İsteğinin içinde en ufak bir kötü niyet aramayan Kylie, kadının yanında kalmak için ısrar etse de kadın, asilce reddetmenin yolunu çok iyi biliyordu. Kylie karşı koyamadı. Sonra bu gece yaşananlar için özür dileyip oradan ayrıldı. Ama kapıdan çıkmadan önce arkasına dönüp acı içindeki güzel kadına baktığında Kylie bir şey fark etmişti. Bu bayılma onun için veya Lukas için sıradan, önemsenmeyecek bir şey sayılabilirdi. Fakat Bayan Boysen'ın bakışları, bilinçsizliğin arkasında pusuya yatan gerçeklik düşmanını çok net görebiliyordu.
    XI
    Ertesi gün saatin onu gösterdiği sıralarda, odasında kendine gelen Lukas’ın kafası karışmış gibiydi. Kafasını karıştıran şeyse dün gece Kylie’den nasıl ayrıldığını hatırlayamaması olmuştu.Ardından olanları çok net hatırlıyor gibiydi. Ama Kylie’yle olanlar... Onu cevabı bulamadan düşüncelerinden ayrılmak zorunda bırakan şey annesinin, elinde bir yemek tepsisiyle gülümseyerek odasına dalması olmuştu.
    — Uyandın mı tatlım? Sana sıcak çorba yaptım. Acıkmışsındır. Hem seninle biraz konuşsak iyi olur. Dedi en belirsiz gülümseyişiyle. Lukas bu gülümseyişin arkasındaki soru bombardımanına yavaşça kendini hazırlamaya başlamıştı. Çünkü annesi ne zaman böyle baksa sonrasında kendisini hep sorguya çekilmiş bulurdu. Belki on sekizine girmenin bu durumdan yırtma konusunda biraz avantajı olabilirdi. Ama Lukas yine de buna güvenmemesi gerektiğini biliyordu. Ne de o olsa haber vermeden evden ayrılmak annesi için kaçmak sayılırdı.
    Bayan Boysen, bir insan sarrafıydı. Hastanede dün gece gördüğü güzel kızın, gözleriyle ve vücut diliyle anlattığı şey, belki Lukas’ın göremediği bir şeydi. Ama o bunun ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Yeni bir ilişkinin fitilinin ateşlendiğini anlamıştı o ve bunun doğruluğunu anlamak aynı zamanda şüphesi üzerine oluşturduğu testi yapmak için de Lukas’la konuşması gerekiyordu. Annesinin bu " leb demeden leblebiyi anlama " özelliğini çok iyi bilen Lukas’ın güçlü bir duvar oluşturması gerekiyordu. Tabi eğer annesinin imalı bakışlarından, yeni gelininin süzülüşünden, doğmamış torunlarından ve hatta sahibi olmadığı işinden bahsetmesini istemiyorsa.
    Sonraki dakikalarda, dün gece olanlar hakkında konuştular. Bayan Boysen, onun hastanede olduğundan hiç bahsetmedi. Ona sadece Kylie’den bahsetti ve o kızın ne kadar güzel olduğundan. Lukas’tan durumu kurtarmaya çalışırken apansızsa gelen onaylayan bakışları gördüğünde Bayan Boysen, şüphesinden bir an olsun uzaklaşmıştı. Her şeyi doğru hatırladığından emin olduktan sonra Lukas’ın yanından ayrıldı. Ancak Kylie’nin fiziki özelliklerinden bahsetmek hiç aklına gelmemişti. Belki de o anda yaptığı en büyük hata buydu.
    Sonraki gün Lukas’ın okulda yaptığı ilk şey yeni arkadaşı Kylie’yi bulmak olmuştu. Onunla konuşmak, onun gözlerine bakmak ve hatta ona Clara’dan bahsetmek için can atıyordu. Ama bunun için daha zaman vardı. Önce Kylie’yle dost olması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü dostluk arkadaşlığın daha ileri bir seviyesiydi ve dostlar birbirlerine karşı her zaman sadık olup doğru bildiklerini söylerlerdi. Kylie’nin görüşü de Lukas için oldukça önemliydi. Çünkü onun kendisine verdiği sıcaklığı ve huzuru o güne kadar hiç kimseden görmemişti. Kylie’yi kaybetmek istemezdi bu yüzden. Belki böyle düşünmesi için erken sayılırdı. Ama Lukas arkadaş olmanın ve bir bütünün iki yarısı gibi düşünmenin nasıl bir şey olduğunu ilk defa Kylie’yle yaşamıştı. Kylie, hayatına beklenmedik bir anda giren o harika insan! Ne olursa olsun o, Lukas’ın hep yanında olmalıydı. Zaten Kylie’nin de buna bir itirazı olduğu söylenemezdi. Birbirlerine bakışları farklı açılardan olsa da birbirlerine olan sevgileri denkti.
    O gün Lukas ve Kylie birlikte birkaç saat geçirdiler. Kylie, Lukas’ın iyi olduğunu gördüğünde çok mutlu olmuştu. Ama onunla dün gece olanlar hakkında konuşup can sıkmanın gereksiz olacağını düşündüğünden hastane olayından hiç bahsetmedi. Garip bir biçimde sadece iyi olup olmadığını ve nasıl hissettiğini sormuştu. Her ne kadar bayılmasının sebebini merak etse ve annesinin de tepkisiyle bu merakı katlanarak artsa da Lukas’a bununla ilgili hiçbir şey sormadı. Lukas’ın içinden patlayan dokunulmamış sevgi cümbüşü, Kylie’nin bütün dikkatini hayatın, Lukas’ın göremediği optimist tarafına çekiyordu. Onun yanındayken hep gülüyordu hep mutluydu, içinde güvenin ve huzurun en saf halini yaşadığını biliyordu. Bu duygunun mükemmelliği yüzünden birbirlerini hiç bırakmak istemiyorlardı. Açık açık konuşmasalar da onlar gerçekten de bir bütünün iki yarısı gibiydiler. Kylie neden Lukas’ı daha önce keşfedemediğini düşündü. Lukas, hayatın neden Kylie gibi bir kızı karşısına çıkarma gereği duyduğuna anlam veremiyordu. Sadece yaşıyorlardı.
    XII
    O gece Lukas, Clara’dan gelen son e-postayla birlikte bu kez annesine haber vererek evden ayrıldı. Onu, Kylie’nin barının karşı yakasındaki bir parkta bekledi. Ancak bu bekleyiş, kararlaştırılandan biraz uzun sürmüştü. O orada ileri geri volta atarken, parkın karşı yakasında mekânını kapatan genç bir kız o genci fark etti ve eve gitmekten vazgeçti.
    XIII
    Lukas, koluna baktığında tam bir saattir beklediğini anladı ve içinde bulunduğu durumun rahatsızlığından dolayı daha fazla beklememeye karar verdi. Clara’nın bir açıklaması olduğundan emindi. " Umarım mantıklı bir açıklama vardır. " diye içinden geçirip parkın çıkışına doğru ilerlerken, karanlığın içinden ona doğru yaklaşan bir siluet gördü. Siluetin geriye doğru savrulan uzun saçları, cinsiyetini yeterince belli ediyordu. Ama kimliği pek de anlaşılır değildi. Yürüyüşü aşina gibiydi ama... Lukas bir anda kendini düşüncelere kapattı. Hayatında algıladığı en güzel koku, onun benliğini üçüncü kez ziyaret ediyordu ve ilk zamankinden beri etkisi hep aynı olmuştu. Bu koku Lukas’ı bu dünyadan götürüyor gibiydi. Sanki hiç tanımadığı sevdiği, onu ellerinden tutup dünyanın bütün çiçeklerinin üzerinde uçuruyormuş gibi ferahlatıcı ve fantastik bir duyguydu bu kokuyu algılamak onun için ve içine çektiği her seferde morfin etkisi yaratıp kendisini kaybetmesine neden oluyordu Öyle ki duyu organlarının çalıştığı bir çeşit bilinçsizlik hali gibiydi bu. Görebiliyordu, duyabiliyordu, hissedebiliyordu da ama en önemlisi koklayabiliyordu. En yoğun çalışan duyusunun kendisine bir hediyesi olmalıydı bu. Mükemmel bir hediye… Bitki özünden ayrılan hafif zambak kokusu maviden beyaza ve sarıya dönerken etrafı eşsiz bir sümbül kokusu sarıyordu. Tam o sırada siluet benzersiz güzelliğiyle Lukas’ın yanında belirdi. Yüzüne vuran ay ışığında onu bir melekten ayırt etmek imkânsızdı. En saf şekliyle o kız, Lukas için bir melekten farksızdı. Melek, Lukas’ın konuşmasını beklemeden devreye girdi.
    — Seni çok beklettim mi? dedi mükemmel gülüşüyle.
    Lukas’ın konuşmaya dermanı yok gibi görünüyordu. Ama bir şekilde refleksif olarak ağzı açılmıştı. Hala kokunun etkisindeydi ve bir okyanusta derin dalışta gibiydi. Kız tekrar konuşmaya başladı.
    — Gerçekten üzgünüm bu saate kadar bekletmek istemezdim. Ama bildiğin gibi… İşlerim… Dedi aynı tatlı edayla. Sonra orda oturup birlikte birkaç saat geçirdiler.
    Lukas o gece o parkta gerçekten birisini bekliyordu. Ama güzel kokulu o kız, bunu sadece bir tahmin olarak ortaya sunmuştu ve gerçekliğinden hiçbir zaman haberinin olamayacağı, yabancı bir kimliğe bürünmüştü o gece. Lukas için, her iki kimlikte de vazgeçilmez bir insandı o. Ama kızın bilmesi gereken bir şey vardı, onun ismi Clara değildi.
    XIV
    Dakikalar saatlere, saatler günlere, günler haftalara ve haftalar aylara dönüşürken Kylie ve Lukas arasında güçlü bir bağ oluşmuştur. Zamanın geride bıraktığı o kadar güzel şey yaşamışlardır ki artık kopmaları söz konusu bile olamaz. Ne Lukas ne de Kylie aralarında oluşan bu sarsılmaz ilişkiden şikâyetçidir. Ne Lukas Kylie’nin yerine bir başkasını koymayı düşünmüştür ne de Kylie Lukas’a bağlandığı kadar başkasına bağlanmayı istemiştir. Beklenmedik bir anda hayatları kesişen iki insan, gerçek dostluğun, gerçek sevginin ve belki de gerçek aşkın ne olduğunu anlamışlardır birbirleriyle. Samimiyetin dostluğa, sevginin ölümsüzlüğe, gülüşlerin güzelliğe huzurunsa cennete dönüştüğü bir dünya kurmuşlardır kendilerine ve bu dünyada sadece iki kişiye yer vardır. Bir bütünün iki yarısı olmanın verdiği eksiksiz duygu onlarla var olmuştur ve onlarla yok olacaktır dünyalarında. Ve onlarla yaşanan bu benzersiz olay yine onlarla son bulacaktır. Onların dünyalarında...
    XV
    Okul balosuna bir hafta kalmışken herkesi tatlı bir hazırlık heyecanı sarmıştı. Balonun yeri ve tarihi belirlendikten sonra geriye kalan en önemli şey eşleşmek olmuştu. Ama umut içinde bekleyen Kylie hala beklediğini bulamamıştı. Fakat bugün öğleden sonra her şeyin değişeceğini ümit ediyordu. Çünkü Lukas, onunla görüşmesi gerektiğini söyleyip bir restaurant davet etmişti. Kylie, Lukas’ın kendisine baloya birlikte gitmeyi teklif edeceğinden o kadar emindi ki telefonu kapattıktan sonra sevinçten göklere uçmuştu. Her şeyi hazırdı. Gecenin en şık kızı olmayı planlıyordu ve iyi bir kıyafet seçimi yapmıştı. Takıları, ayakkabısı ve hatta o gece kullanacağı makyaj setini bile şimdiden hazırlamıştı. Tek eksiği Lukas’tı. O gece orda olacaksa eğer Lukas’la birlikte orada olmalıydı.
    Hazırlanıp heyecanla evden çıktı. Lukas’ın ismini verdiği restaurant uzakta sayılmazdı. Bu yüzden yürümeyi tercih etti. Yürürken güzel parfümü bütün etkisini sokakta bırakmıştı.
    On dakika sonra kapıdan girdiğinde gözleri heyecan içinde bütün insanları taradı ve Lukas’ı buldu. Sağda en son masada oturan Lukas, Kylie’yi görünce el sallayıp ayağa kalktı. Kylie gülümseyerek Lukas’ın yanına geldi ve iki dost sıcacık sarılışlarının ardından oturdular.
    — Çok bekletmedim ya seni? Dedi Kylie.
    — Yo hayır yani zamanında geldin. Hem sen yokken biraz prova yaptım. Biraz gecikmiş bir şey paylaşmalıyım seninle. Ama önce bir şeyler söyleyelim. Aç mısın? Diye sordu Lukas.
    Lukas’ın konuşmasında garip bir ciddiyet ve diken üstün delik sezen Kylie, "hayır" diye cevap verdi.
    — Ama soğuk bir şeyler içebiliriz öyle değil mi? dedi Lukas ve garsona eliyle işaret edip iki kola istedi.
    Kylie, Lukas’ın karşısında ilk defa bu kadar sessiz kalmıştı ve bu alışılmadık durum Lukas’ta da merak uyandırdı.
    — Sen iyi misin? Diye sordu ardından. Biraz fazla sessizsin bugün. Her şey yolunda mı?
    — A tabi evet. Yani aslında beni apar topar çağırınca meraklandım Luke. Doğrusu kalbindeki taşları dökmen düşüp bayılmamamın tek çaresi olurdu. Dedi Kylie sırıtarak. Sonra Lukas biraz rahatlamış bir vaziyette onu niçin çağırdığını söylemeye hazırlandı. Lukas konuşmaya başlayana kadar Kylie, onun teklifinden emindi. Ama Lukas’ın konuşması bittiğinde, kendi kurduğu bir dünyanın başına yıkılacağından habersizdi.
    —Kylie, sen benim için çok değerli bir insansın. Diye başladı Lukas cümlesine. Bilmeni istediğim bir şey var. Aslında bunu sana uzun zaman önce söylemeliydim ama... Bir türlü doğru zamanı yakalayamadım. Bugün de pek doğru bir zaman sayılmaz. Ama şimdi yapmazsam çok geç olur. Dedi sonra.
    Kylie anlayamamıştı. Lukas’ın kendisine balo gecesi eşlik etmeyi teklif etmek için onu buraya çağırdığından emindi. Her şey olması gerektiği gibi olmuştu çünkü. Yaşadığı bütün o günler ve de geceler gözünün önünden geçerken konuşmanın bambaşka bir yere gittiğini fark etti. Lukas devam etti.
    — Seni biriyle tanıştırmam gerek. Benim için gerçekten özel birisi. Adı Clara. Hani şu seninle tanıştığımız gece buluştuğum kız senin deyiminle beni eken kız. dedi gülümseyerek. Sonra Kylie’nin yüzündeki donuk ve anlamsız ifadeyi görünce gülümsemesini kesip devam etti. Anlaşılan Kylie’nin beklediği bu değildi.
    — Pekâlâ, senin de bildiğin gibi haftaya okulun balosu var ve... Bu sözü duyduğunda Kylie’nin bir an için gözleri parlamıştı. Ama çok geçti. Lukas’ın aklından geçen eş, Clara ismindeki gizemli ve beklenmedik kız olmuştu. Kylie bunu gerçekten beklemiyordu. Çünkü onun adını yalnız bir kez duymuştu ve uzun zaman önceydi. Bu olayda anlayamadığı başka noktalar da vardı. Lukas devam etti.
    —Kylie sanırım baloda Clara’ya eş olmam gerek. Bana böyle olması gerektiğini söylemedi ama... Kylie şokta gibiydi. Şaşkınlığı benliğine öyle hızlı nüfuz etti ki tepkileri daha oluşmadan ifadesizliğe bürünüyordu. Bu yüzden sadece dinliyordu. Daha doğrusu dinlemek zorunda kalıyordu. Lukas o son cümleyi de söyledi
    — Bunu hiç söylemedi ama sevgililer baloda birlikte olurlar öyle değil mi?
    XVI
    Lukas, ağzından çıkan son kelimelerin, evrenin yerçekimsiz herhangi bir yerinde havada asılı kaldığını hissetti. Şaşkınlık içindeki Kylie, gözlerini kaydırıp kafasını sallayarak anlayamadığını belli etmeye çalışıyordu ve bu mesaj Lukas’a anında ulaşmış gibiydi. Kylie’nin gözleri dolmuştu. Sessizdi. Sadece Lukas’ın gözlerine bakıyordu. Ama ağzını açıp tek bir kelime bile söylemiyordu. Beyninde patlayan bir düşüncesi cümleye dönüşmeye kalktığı anda, konuşmak için ağzını açmaya çalışıyor. Ama her defasında kelimeler boğazında düğümlenip aşağıya kayıyorlardı. Bir türlü anlayamıyordu. Lukas onun hayatında tanıdığı en eşsiz insandı ve bildiği en karakterli erkekti. Onunla ilgili düşünceleri her zaman dostluktan daha ileri bir yerde duruyordu. Ona karşı yaklaşımı hep dostluğun gerektirdiği sevgiden daha fazlası olmuştu. Kylie ona gerçekten bağlanmıştı. Bunu o ana kadar bütün gerçekliğiyle anlamamış veya o düşüncelerini her zaman kapı dışarı etmiş olsa da, Lukas’ın yanında olduğu o dakikalarda duygularına ait gerçeklik bütün gücüyle suratına çarpıyordu. Kylie Lukas’ın dostu olmayı kabullenemiyordu. Kalbi daha fazlasını arzuluyordu ve daha fazlasının ismi bu değildi. “Aşk" olmalıydı. Ona karşı beslediği şey tamı tamına aşktı. Bunu o dakikaya kadar anlayamamış olmasına şaşırmıştı. Nasıl da böyle bir şeyi atlamıştı? Kalbinin düzenini altüst eden, benliğini en derin yerinden saran ve beyinin komutlarını yerle bir eden bu şeyin varlığını nasıl da başka bir şeyle karıştırmıştı? Bunu anlamak bu kadar geç olmamalıydı. Onunla geçirdiği vaktin ellerinin arasından nasıl da kayıp gittiğini düşündü. Birlikte oldukları saatlerin nasıl da kendisine dakikalar gibi geldiğini anlamaya çalıştı ama yapamayacağını anladı. Çünkü bu milyonlarca yıl öncesinden beri insanların çözmeye çalışıp başarısız olduğu bir şeydi. Aşkta mantık olmazdı çünkü. O bambaşka bir şeydi ve kaynağını yöneten şey kesinlikle akıl değildi. Belki ruh dediğimiz şeyin bir oyunuydu bu ama onu tanımlamak ve çözmek kesinlikle olası görünmüyordu.
    Kylie’nin, inanılmaz bir kabullenişle savaştığı o dakikalarda Lukas kendini darağacında yargılanmayı bekleyen bir mahkûm gibi hissetti. Suçunu bilmiyordu, cezası hakkında en ufak bir fikri de yoktu. Ama karşısındaki bakışlar hoşlanacağı cinsten olmayan bir şeyin habercisiydi. Ona karşı yanlış bir şey söyleyip söylemediğini düşündü. Bilmeden yaptığı bir hatasını aradı ama tek hatasının Clara olduğunun farkında değildi. Ona Kylie’den daha fazla değer verdiği söylenemezdi. Kylie’ den çok onunla vakit geçirdiği veya Kylie’deki sıcaklığı ondakine değişmeyi düşüneceği söz konusu olmazdı bile. Onlar birbirlerine çok benzeyen iki farklı insandı Lukas için. Ama Clara’da farklı bir şey vardı. Ne olduğunu bilmediği ama varlığını hiçbir şeyle değişmeyeceği bir şeydi bu. O farklıydı. Bir şekilde tanıdığı insanlardan bambaşka bir şeydi o. Görselliği veya karakteriyle alakalı bir farklılık değildi bu. Bu Lukas’ın anlamak için çaba sarf etmediği sadece kapılıp gitmeyi tercih ettiği bir şeydi. Bir rüzgâr gibi veya tatlı bir koku...
    XVII
    Kylie bir anda yerinde doğrulup ayağa kalktı. Lukas’ ta onunla birlikte ayaklanınca göz göze geldiler. Lukas hiçbir şey söylemiyordu. Aslında olan biten hakkında bir fikri yoktu. Çünkü o, karşısındaki insanın kendisine karşı olan derinliğini anlayamayacak kadar saftı. Bu yüzden sadece Kylie’nin konuşmasını bekliyordu. Oysa üzerindeki şoku sindirdiği anda konuşmayı başarmıştı. Gözlerindeki yaşlar eşliğinde beyninde sıraya giren yalanları döktü ağzından.
    — Lukas... Sen... Sen gerçekten eşsiz bir dostsun. Benim için çok değerlisin belki anlatamayacağım kadar çok. Ve biliyor musun, istediğim tek şey mutlu olman. Bugüne kadar sana yapmaya çalıştığım şey de buydu. Sadece mutlu olmanı diledim. Konuşurken göz pınarlarından süzülen damlalara engel olamıyordu. Bu da Lukas’ ı karmakarışık bırakırken devam etti.
    — Bana daha önce ondan... Yani Clara’dan hiç bahsetmemiştin ve ben... Aslında bir sevgilin olduğuna dair en ufak şüphe duymadım ve bu yüzden şaşkınlık içerisindeyim tek sebebi bu emin ol! Derken gözlerini sıkıca kapatıyordu. Sonra kendini toparlayıp rolünü yaptı.
    — Ve elbette Lukas. Elbette senin için değerli olan şey benim için de değerlidir. Onunla tanışmayı çok isterim. Ama şimdi... Şimdi gitmem gerek. Seninle daha sonra görüşürüz. Hoşçakal Lukas.
    Kylie cümlesini bitirdiğinde arkasında bıraktığı allak bullak beyin, bir süre öylece kalıp anlamaya çalıştı. Ama bu olayın derinliği, onun dalamayacağı kadar fazlaydı. Kylie’nin bütün kötü enerjisi benliğini sarıp onu parçalamaya çalışırken Lukas, hayatının en kötü haftasını geçireceğinden habersizdi.

    XVIII
    Sonraki hafta baloya kadar geçen sürede ikili hiç görüşmedi. Kylie, bütün bir hafta yürüyen bir ölü gibi yaşayıp tercih edildiği insanı düşünüp dururken Lukas, aynı zamanda Clara’yla da görüşmedi. Ona bir türlü ulaşamıyordu, defalarca aramasına rağmen telefonundan cevap alamadı, internette gönderdiği e-maillerin hiçbiri yanıtlanmamıştı. Yine de balo gecesi onunla olacağından bir şekilde emindi. Clara sürprizleri seven bir insandı. ‘Belki bu da onun yeni bir sürprizidir’ diye düşündü Lukas. Ve gariptir ki aklı sürekli Kylie’deydi. O hafta hiç görüşmemeleri Lukas’a Kylie’nin uzağında durup ona Kylie hakkında düşünme fırsatı vermişti. Kylie’nin hayatının neresinde olduğunu düşünüp durdu ayrı kaldıkları zamanda. Ama her düşüncenin sonunda anlaşılmaz bir şekilde Clara’ya çıkıyordu. Birbirlerinden haberi bile olmayan iki insan nasıl da her seferinde aynı yerde duruyordu? Neydi bu insanların birbiriyle benzerliği veya bağı? Lukas bunu görebilir miydi?
    Eğer görebilseydi belki kör olmayı dilerdi...
    XIX
    Balo günü geldiğinde Kylie için beklenmedik birtakım olaylar yaşandı. O gece baloya yalnız gitmek istemediğinden, sınıfından Henry isimli çocuğun teklifini kabul etmişti. Belki istediği eş değildi. Ama oraya gidip merakını gidermesinin tek yolu buydu. Formaliteden de olsa bir eşi vardı artık.
    Balo, o gece 21.15 te başlayacaktı. Saatin 17.20 yi gösterdiği sıralarda Kylie’nin cep telefonu çaldı. Kalabalık çantasında titreyip duran telefonu zar zor bulduktan sonra ekrandaki tanımadığı numaraya baktı. Tanımadığı numara oldukça ısrarlıydı. Sonra Kylie, cevaplama tuşuna basıp ahizeyi kulağına götürdü. Kendisini evine davet eden ağlamaklı sesi oldukça iyi tanıyordu.
    Bayan Boysen, o gün sıradan ev işleriyle uğraşırken zilin çaldığını duydu. Kapıyı açtığında karşısında takım elbise giymiş gözlüklü bir adamla karşılaştı. Bu adamı tanıyor gibiydi.
    —Merhaba Bayan Boysen. Ben Doktor Patric. Sizinle oğlunuz hakkında önemli bir konuda görüşmem gerek. Müsait misiniz?
    Bayan Boysen, unuttuğu bir korkunun o gün kapıdan içeri girmesine izin verdi. Adam etrafı süzerek salona girip kanepeye otururken kadın, doktorun ağzından dökülecek olanları tahmin etmenin verdiği panikle savaşmaktaydı. Sonra her şey en açık gerçekliğiyle konuşuldu. Konuşma bittiğinde kadın, elindeki telefonla bir numarayı çevirmeye çalışıyordu. Titreyen elleri ve hıçkırıklarla düğümlenen boğazı hala şokun etkisindeydi. Yine de numarayı çevirmeyi başardı. Hat altı kez çaldıktan sonra ince, kibar bir kız sesi duyuldu.
    —Merhaba Kylie. Ben Bree, Lukas’ın annesi. Diyebildi zar zor. Ağlamamaya çalışsa da çatallanmış sesi acısını ele veriyordu. Seninle görüşmem gerek Lukas hakkında ve inan bana bu çok önemli. Bekliyorum Kylie... Sakın geç kalma.
    Telefon kapandıktan sonra karşıdaki genç kız, az önce olan şeye mantıklı bir açıklama getirmeye çalıştı. Ancak tek mantıklı açıklamanın, yolunu bildiği o evde kendisini beklediğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden hazırlanmaya başlamadan önce gidip açıklamayı dinlemesi ve içini kemiren o şüpheden kurtulması gerekiyordu.
    Konuşmadan on dakika sonra, Boysen’ların tekrar zili çaldı. Bu kez Bayan Boysen misafirini tanıyordu. Kapıdaki Kylie’yi içeriye davet etti.
    Bree Boysen, o gün olup bitenleri anlatırken Kylie, kendisini saran şok dalgasının şiddetine karşı koyamamıştı. Lukas ile yaşadıklarına anlam vermeye çalışırken kendini hep sakınmıştı gözyaşlarından. Ama artık duyduklarının da etkisiyle bunu içinde tutmamaya karar verdi. Bayan Boysen, bildiklerini Kylie’yle paylaşmakla iyi mi yaptı yoksa kötü mü yaptı bu tartışılırdı. Ama o sezgilerinin kendisine verdiği yetkiyi kullanıp erdemli bir davranış şeklini tercih etmişti. Hastanede, Kylie’nin Lukas’a olan ilgisini ve bakışlarını doğru test etmişti. Bu testi hem Kylie’nin hem de Lukas’ın hayatını değiştirecekti. Tam da o gece...
    XX
    Artık Kylie, geride bıraktıkları her şeyi anlıyordu. Lukas’la arasında olup biten iki farklı hikâye vardı ve o, her iki hikâyenin de başrolünde oynadığını geçte olsa anlamıştı. Clara’yı artık çok iyi tanıyordu. Her gece kendisine başka gözlerle bakan Lukas’ın davranışları şimdi anlam kazanmıştı. Ama Kylie’nin kafası büyük bir ikilem de takılı kalmıştı. Lukas’ın kime aşık olduğunu çözmekte zorlanıyordu. Çünkü bu gerçekten zordu. Hayatındaki en özel insanın yüzleşmesi gereken bir gerçek vardı artık ve bu yüzleşmede Kylie, büyük rol oynuyordu. Kilit nokta oydu. Bu gece öyle ya da böyle Lukas’la olmak zorundaydı. "Öyle" veya "böyle" olması kendine kalmıştı. Çünkü artık Lukas’a ait tetikleyicisini biliyordu. Zeki bir kızdı ve Kylie’yle Clara zamanları arasındaki farkı bulmakta fazla zorlanmadı. Günlerini ve gecelerini karşılaştırması yeterli olmuştu.
    O akşam saat 20:35i gösterdiğinde Kylie, her şeyiyle baloya hazır sayılırdı. Bir insanı kendisine ait gerçeklerle yüzleştirmenin psikolojik baskısının kendisini ele geçirmesine izin vermiyordu elbet ama hâlihazırda bir planı da yoktu. Tamamen doğaçlama yapması gerekiyordu. Ama bu gece her şeyi çözmeye oldukça niyetliydi. Kapıda kendisini bekleyen Henry’e hemen geleceğini söylemişti ve çıkarken az kalsın unutuyordu. Üzerine sıkmaktan korktuğu parfümüne şöyle bir bakıp onu çantasına attı. Bu gece ona ihtiyacı olacağı kesindi.
    XXI
    Kylie Henry’le kapıdan içeriye girdiğinde saat 21.30 u gösteriyordu. Kylie içeriye girdiği anda Lukas’ın yüzünü aradı ama gördüğü, diğer tanıdık yüzlerdi sadece. Lukas henüz ortalarda yoktu. Sevdiği birkaç arkadaşını görüp onlarla konuştu sonra. Hepsi ondaki değişikliği fark etmişti. Bu gece oradaki herkesten ve her zamanki halinden çok daha güzel ve zarifti. Ama enerjisi... Sanki hiç onda olmamış gibi uçup gitmişti. Üzerine ölü toprağı serpmenin böyle bir şey olduğu kesindi.
    Dakikalar birbirini kovalarken ve Kylie bütün dikkatini elindeki içkiye odaklamışken kapıdan giren o çocuğu gördü. Kalbi birden temposunu arttırırken o, Lukas’ın kendisini görünce vereceği tepkiden korkuyordu. Tabiî ki de Lukas’ın ilk gördüğü ve yanına geldiği kişi Kylie olmuştu. İlk defa bu kadar uzun süre görüşmemişlerdi ve özlemleri gözlerinden fışkırıyordu adeta. Yan yana bir süre sessizce durdular. Lukas, Kylie’ ye sarılmanın verdiği hazzı o kadar çok arzuluyordu ki konuşmak yerine yapmak istediği tek şey buydu. Ondaki huzuru yeniden bedenine aşılamanın nasıl bir şey olduğunu unutmuş gibiydi ve bunu her şeyden çok istiyordu. Kylie ise Lukas’ın ellerini tutmanın ve onun gözlerinde kaybolmanın verdiği rahatlığı dünyada hiçbir şeye değişmezdi. Yine de etraftaki insanlar müzik eşliğinde dans ederken onlar, sessizce birbirlerine bakmayı tercih etmişlerdi. Her şeyi anlatan o bakışlar hasret doluydu. ‘Bıraksalar senelerce orada öylece kalabilirim.’ Diye geçirdi Kylie içinden. Sonra Kylie tam ağlamaya yeltendiğinde gözünden düşen o damlayı Lukas yakaladı.
    —Sana ağlamak yakışmıyor benim mutluluk kaynağım. Sen hep gül asla ağlama! Dedi Lukas Kylie ağlarken. Sonra kendisinin de gözlerinin dolduğunu fark etti. Kylie’nin de içinde bulunduğu bir ikilem ruhunu ve bedenini sarmak üzereydi ki, Kylie’nin gözlerinde gördüğü bir ş ey onu Clara’ ya götürdü. Bir süre Kylie’ ye baktıktan sonra onu son bir kez daha aramak istediğini anladı ve Kylie’ den izin isteyip hemen döneceğini söyledi. Tedirgin bir şekilde uzaklaşırken ellerini cebine götürürdü. Telefonu kulağına

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 12:07 am