Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    BİR TEK SENİ SEVDİM - Bahar ÇİFTÇİ

    avatar
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 61
    Kayıt tarihi : 20/03/09

    BİR TEK SENİ SEVDİM - Bahar ÇİFTÇİ Empty BİR TEK SENİ SEVDİM - Bahar ÇİFTÇİ

    Mesaj  Admin Çarş. Ara. 29, 2010 4:00 pm

    Selma Hanım perdeyi aralayıp dışarı baktı ve ”Mehmet hadi oğlum baban gelmiş bekliyor acele et biraz” dedi. Tabi bunları söylerken gözleri dolmuş neredeyse ağlayacak durumda. Sofradan doğrulup Hanife sultanına baktı. O ağlıyordu. Mehmet dayanamadı sımsıkı sarılıverdi dadısının boynuna. Dadısı Mehmet’i öptü, kokladı bu hareketi defalarca tekrarladı ta ki Mehmet ona sarılmayı bırakana dek. Sonra Mehmet eğilip dadısının elini öperek helallik istedi ve zorda olsa kendisini evden dışarı atabilmişti.
    Arabaya bindi her zamanki gibi babasına “Günaydın Resul Bey bugün çok şıksınız” dedi gülerek. Babası göz ucuyla bir bakış fırlatıp o da ona güldü. Selma Hanım da arkaya bindi. Bu sırada elinde sürahide su olan Hanife Sultan da dışarıda arabanın arkasında, sanki kendisine ayrılmış bir ye varmış gibi yerini aldı. Araba hareket edip biraz uzaklaştıktan sonra bir sürahi suyu arkalarından döküverdi ve elinde boş sürahi ile burnunu çekerek içeri girdi.
    Selma Hanım biraz cılız bir sesle(Mehmet ilk defa annesinin sesinin bu kadar cılız bitkin neredeyse duyulmayacak kadar kısık olduğunu fark etti) “Her şeyini aldın değil mi oğlum? Bak oralar buraya benzemez kendine dikkat et. Bir amacının olduğunu ve sadece bu yüzden orda olduğunu da unutma. Tabi gezeceksin de tozacaksın da ama bunları yaparken derslerini ihmal etme oğlum. Erken bitir de şu okulu çarçabuk gel. Uzatmanı istemiyorum bana soracak olsaydın ben yine senin gitmen için tekrar düşünelim derdim ama artık oldu iş işten geçti o yüzden sen de git okulunu bitir hemen gel. Her akşamda bilgisayardan görüşeceğiz zaten seni görmeden uyuyamam oğlum aklım sende kalır biliyorsun. Bu son lafları söylerken ilk gözyaşlarını akıtmıştı Selma Hanım. Neyse ki toparlayıverdi kendini hemen giderayak çocuğun moralini bozmak istemiyordu. Mehmet “Merak etme annecim ben her şeyi gitmeden düşündüm taşındım zaten istesen de oralarda durmayı ben de istemiyorum. Resul Bey bu konuşmalara hiç katılmadı sadece Mehmet’ in son söylediğine tebessüm etmişti. Konuşmakta istemiyordu çünkü o da Selma Hanım gibi çok doluydu.
    Hava alanına yetişmek üzereydiler zaten herkeste bir suskunluk havası vardı kimse konuşmuyordu. Resul Bey dayanamadı en sonunda “Aa ne oluyoruz ya dedi gören de diyecek oğlumuzu nereye gönderiyoruz. Asıl sevinmemiz gerek hanım bak oğlumuz Amerika’ ya mastır yapmaya gidiyor diye. Biz ne yapıyoruz susup pusup onu üzüyoruz. Hemen bir kaset takıp Bursa Türküsü açtı neşeler azda olsa yerine gelmişti. Türkü eşliğinde hava alanına girdiler arabayı park edip indiler aşağı Resul Bey, arkaya geçip valizleri indirdi. Mehmet hemen küçük valizi babasının elinden alıp ona yardım etti. İçeri girdiler son bir saat kalmıştı zaten babası valizleri alıp görevlilere teslim etti sonra Mehmet ile semle Hanım’ın yanına döndü. Hala inanamıyordu Mehmet’ i gönderdiğine ondan ayrılmak zor gelecekti, bugüne kadar hiç bu kadar uzun süre ayrı kalmadığı oğlundan aylarca ayrı kalacak, yüzünü sadece bilgisayardan görebilecekti. Gözünün önündeyken bile oğlunu her şeyde sakınırdı Resul Bey. Bu gidiş ona biraz ağır gelecekti. Hani başka bir kardeşi olmuş olsaydı Mehmet’ in, gidişi belki bu kadar ağır gelmeyecekti onlara da. “Ee evlat demek gidiyorsun hem de Amerika’ ya. Pek bir heyecanlı gördüm seni” aslında oğlunu heyecanlı gördüğünden değildi bu sözleri, sadece onu uzak bir yere ve uzun süre göremeyeceğini bilerek göndermesindendi. Buna hala inanamıyordu. Bütün gün boyunca kendisine sorup durdu. “Bu çocuk ne zaman büyüdü, büyüdü de biz mi fark edemedik? Çünkü Mehmet hala küçük bir çocuktu onun gözünde. Bir türlü kabullenemiyordu onun büyümüş olmasını ama kendiside biliyordu ki Mehmet artık büyümüş, yuvadan uçma zamanı gelmişti ve işte uçup gidiyordu da. “Amerika ya gideceğimden değil baba sadece mastırımı orda yapacağımdan ve ilerde senin gibi iyi yerlerde olmak istediğim için gidiyorum oraya sende biliyorsun. Konuşmuştuk biz bunları yoksa oyun bozanlık mı yapacaksın şimdi!”. Kendini bir suç işlemiş gibi hisseden Mehmet böyle cevap verdi babasına. Aslında düşününce doğruydu kendisi bir suç işliyordu şuan. Annesini babasını biricik çocuklarından mahrum bırakacaktı giderek ve bu da ona göre bir suçtu. Fakat bu onun hayaliydi ve işte gerçekleştirmişti bunu yapabilmek içinde çok çalışıp çabalamıştı. Sonunda istediği zaferi elde edebilmişti. Böyle bir şeyi elinin tersi ile çevirip atamazdı bir kenara.
    Çokta konuşamadılar zaten hostesin anonsunu üçü de duymuştu. Yavaş yavaş toparlanıp ayağa kalktılar Mehmet önce annesine baktı ve bir şey söylemeden atıldı hemen annesinin boynuna sımsıkı sarıldı sanki hiç bırakmayacak gibi. Selma Hanım kendini tutamadı bu defa ağlamaya başladı. Resul bey “ yapma Selma üzme Mehmet beyimizi bir uçak değil mi sonuçta, çok özlersen dayanamazsan biner gidersin yanına” aslında bunları söylemek hiç kolay değildi onun için fakat mecburdu söylemeye her ne kadar dili varmasa da. Mehmet annesini bıraktıktan sonra babasına sarıldı bu defa. Resul Bey o kadar kötü ve çaresizdi ki his o an, Mehmet’ in kolları arasında küçücük bir çocuk gibi hissetti kendini birden bire. Oğluna sımsıkı sarıldı hem de bugüne kadar hiç sarılmadığı kadar sıkı, çünkü daha önce ondan hiç bu kadar uzun süreliğine ayrı kalmamıştı bu ilk olacaktı. Daha fazlasını kaldıramayacaktı Selma Hanım gibi sulu gözlülük yapabilirdi o yüzden hemen sıyrılıverdi Mehmet ’in kollarının arasından. Mehmet bu defa da annesinin ve babasının elini öptü, son kez sarıldı onlara. Daha sonra arkasını dönüp kendinden emin adımlarla uzaklaştı onlardan. Daha sonraları “belki ömrümün gidebileceği en uzun yolu oydu” diyeceğini bilmeden dönüp arkasını gitti. Derinden ta derinden ince bir sızı vardı sızım sızım sızlıyordu. O an aklına şu dizeler geldi belki o an ki durumunu tam olarak anlatmasa da yinede okumak istedi içinden onları. Cahit Sıtkı diyordu ki;
    Haydi! Abbas, vakit tamam;
    Akşam diyordun işte oldu akşam.
    Geri kalanını okumak istemedi çünkü onu anlatacak en güzel iki dizesiydi bu şu an. Doluydu geriye dönmek istedi bir an ama vazgeçti kararını vermişti bir kere, o yüzden tekrar vazgeçti aklından geçenleri yapmak için. Yorgundu bedeni, zihni her tarafından bir sızı fışkırıyor gibiydi. Arkasını dönmek bakmak istedi ama bakacak kadar da güçlü hissetmiyordu kendisini o yüzden bakmadı. Kontrolden geçti küçük çantasını eline alarak yürümeye devam etti. İşte o an arkasını dönüp annesine ve babasına son kez baktı ve onlara el salladı. Hala ağlıyordu annesi görebiliyordu onu, onun da gözleri dolmuştu ama ağlamadı güçlüydü ve hepte öyle kalmak istiyordu.
    Düşüncelerini bir kenara bıraktı artık çünkü daha fazla düşünmek istemedi , gidiyordu ve bu gidişi böyle hüzünlendirmemeliydi. Küçük bir tebessüm oluştu yüzünde zorla olsa da. Sanki ilk defa uçağa biniyormuş gibi heyecanlıydı. Yürüdü ve koltuğunu buldu oturdu. Tabi yinede bir tarafı buruktu. Annesini babasını yalnız bıraktığı için biraz suçluluk duygusu taşıyordu. Neyse ki kafasını biraz toparladı ve olan olmuştu gidiyordu artık.
    Amerika’da mastır için okul onu bekliyordu. Şimdiden hayaller kurmaya başlamıştı bile. “bir taraftan mastır yapar bir taraftan da çalışırım hem artık evdekilerden de para istemek zorunda da kalmam” diyordu. Çalışmayı hele ki branşı üzerinde iş bulmayı çok istiyordu. Gider gitmez iş başvuruları yapmak istiyordu. Umarım her şey yolunda giderdi orada da.
    İyi bir öğrenci olmuştu bugüne kadar Mehmet çünkü Selma Hanım ile Resul Bey oğulları ile çok ilgilenmişlerdi. İyi bir eğitim almasını kendisini yetiştirebilmesi için ona her türlü imkânı sağlamışlardı. Zaten böyle bir anne babayı örnek alması bile yeterliydi onun için. Selma Hanım ve Resul Bey ikisi de Çukur Ova Üniversitesinde görev alıyorlardı. Resul Bey Doçent Selma Hanım Yardımcı Doçentti. İkisi de branşlarında çok iyi hocalardı ve çok disiplinliydiler. Mehmet’ i de öyle yetiştirmişlerdi. Mehmet onların tek çocukları olduğu için bütün her şeylerini ona adamışlardı. Ne çok şımarık ne de ilgisiz bırakmışlardı onu. Mehmet’te ailesini bugüne kadar hiç üzmemişti onlara hep iyi bir evlat olmaya çalışmıştı. Her ne kadar Resul Bey oğlunun Hukuk okumasını istediği halde Mehmet Halkla İlişkiler Bölümü okusa da onlar için oğulları her zaman çok başarılı bir öğrenci olmuştu. Mehmet sırf ailesinden ayrı kalmamak için Çukur Ova Üniversitesi Halkla İlişkiler okumuştu. On sekiz yaşında iken kazanmıştı okulunu birincilikle girmişti ve bu hiç değişmedi de yine birincilikle bitirmişti okulu.
    Uçak kalkışa geçiyordu hostes herkesin kemerlerini takması için anons etti. Elini kemerine attı kemerini takacaktı ki dalgınlığından olsa gerek elini çok sert çevirmişti yana ve çevirdiği gibi yanında ki genç bayanın elindeki suya çarptı. Bütün su bayanın üzerine dökülüverdi bir anda. Ne yapacağını şaşırdı Mehmet, kızardı, büzüldü, utandı ve korktu da bütün duyguları yaşadı o an. Kız öfke ile onun suratına bakıyordu şu an ve sonunda patladı zaten Mehmet’te bunu bekliyor gibiydi. “Biraz daha yavaş olmayı deneseydiniz ya, sanırım ilk defa uçağa biniyorsunuz ki bu kadar heyecan yaptınız.” “Kusura bakmayın dalmıştım yanlışlıkla oldu çok özür dilerim!” Kız yine öfkeli bir şekilde “Eğer bazı şeyleri geri getiremeyecekseniz bence özür dilenecek bir şey de kalmamıştır.” Hafif doğruldu çantasından peçete çıkararak üstünü sildi. Mehmet o an fark etmişti sarı bukleleri. Kız tekrar doğrulunca buklelerin yüzüne düşüşünü seyretti ve aman Allah’ım bu gözler dedi, bu gözler gerçek olamaz dedi. O kadar güzel gözleri varda ki kızın biran dikkatli bakmaktan alıkoyamadı kendini. Sonra “tekrar özür dilerim her ne kadar geri getiremeyecek olsam dahi bazı şeyleri yinede özür dilemeliyim bence.” Kız “iyi tamam” dedi ve üstünü silmeye devam etti. Kendini biraz utanmış biraz da mahcup hissetti Mehmet. Utana sıkıla önüne döndü ve çantasından kitabını çıkardı sayfalarını karıştırmaya başladı okumak için. Aslında kitabı okumuyordu sadece ne yapacağını bilmediği için utanıyordu ve o yüzden kitabı eline almak iyi fikirdi oyalıyordu onu. Bir süre devam etti bu karmaşık halleri fakat daha sora kendini Cemal Süreyya’nın şiirini okurken buldu. Derinlere götürmüştü Cemal Süreyya onu. Cıgarayı Attım Denize diyordu.
    Şimdi bir güvercin uçuşunu bölüşüyoruz
    Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
    Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
    Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
    Alıp yaracak olsak yüreğini
    Şimdi bir güvercinin.
    Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
    Önünde durulacak elinden tutulacak
    Hangi bir elinden güzelim hangi bir
    Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
    Öbür elinde yetişkin bir günışığı
    Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
    Çalışan insanlar için akşamlara kadar
    Toz duman içinde
    Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun
    Kafasını kaldırdı bir tuhaf olmuştu Mehmet, düşündü biran. Onun, bir güvercinin uçuşunu bölüşeceği kimsesi yoktu. Ya da yanına varılacak kimsesi de. Kendi dış dünyasında ailesi ve birkaç arkadaşı dışında yalnızdı o. Bunu onca zaman sonra ilk defa bu kadar derin hissetmişti yalnızlığı. Yalnızdı aslında Mehmet kendini yanında rahat hissettiği kimsesi yoktu. Belki de asıl eksikliğin hayatında özel bir insanın olmayışıydı diye düşündü. Bugüne kadar özel bir paylaşımı olmamıştı kimse ile. Aslında Mehmet çok duygusal her şeyden çabuk etkilenen bir insandı bugüne kadar neden kimseden etkilenmemiş, neden özel bir şeyler olmamıştı hayatında o da sorgulamamıştı kendisini, oysaki üniversite ortamında herkesin bir arkadaşı vardı, onun da olabilirdi ama o hiç bunları düşünmemişti. Ya da düşünecek vakit mi bulamamıştı. Bir müddet tekrar düşündü ve aslında kendisine de söylemekten korktuğu şeyi söyleyebildi ilk kez. Hiç âşık olmamıştı ya da olmak istememişti de bu yüzden olamamıştı. Kalbi yerinden fırlayacak kadar hızlı da atmamıştı hiç birilerini görünce. Geceler boyu uykusunu bölen onu uykusuz bırakan biride olmamıştı hiç. Kendisini eksik hissetti birden, hayatında yarım kalmış tarafları gördü. Aşk dedi ve kaldı çünkü ona dair söyleyecek, onu tarif edecek ve onu anlatacak kelimeleri yoktu ve bugüne kadar da hiç olmamıştı. Aslında elini heybesine atsa bir açsa onun ağzını oradan aşka dair ne güzel şeyler çıkacaktı kendisi bile şaşıracaktı belki.
    Fakat sustu ve gözlerini dinlendirmek için kitabını parmağını arasına bırakarak kapattı. Gözleri yanındaki kıza takıldı. Çaktırmadan(yaptığının ayıp olduğunu bile bile birazda utanarak) kızı süzdü. Çok güzel bir kızdı hele de saçları ve gözleri, kızın deniz mavisi gözleri vardı saçlarıysa saman sarısı çok hoştu. Durdu birden kızın elindeki kitaba baktı, kitabın sayfasında kocaman bir başlık “HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM” heyecanlandı hemen çünkü yanında oturanında bir şiir okur olduğunu görmek onu heyecanlandırmış ve aynı zamanda sevindirmişti. Ahmet Arif okuyor demek ki ne güzel diye düşündü. Yüzünde istemsiz bir tebessüm oluştu. Hemen kitabın sayfalarını karıştırarak aradığı şeyi buldu. HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM diyordu Ahmet Arif. Hiç düşünmeden okumaya başladı belki yüzlerce kez okumuştu ama bıkmamıştı ki tekrar okudu.
    Seni anlatabilmek seni .
    İyi çocuklara, kahramanlara,
    Seni anlatabilmek seni,
    Namussuza, halden bilmez,
    Kahpe yalana.
    Ard-arda kaç zemheri,
    Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
    Dışarıda gürül gürül akan bir dünya…
    Bir ben uyumadım,
    Kaç leylim bahar,
    Hasretinden prangalar eskittim.
    Saçlarına kan gülleri takayım,
    Bir o yana,
    Bir bu yana…
    Seni bağırabilsem seni,
    Dipsiz kuyulara ,
    Akan yıldıza,
    Bir kibrit çöpüne varana,
    Okyanusun en ıssız dalgasına
    Düşmüş bir kibrit çöpüne.
    Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
    Yitirmiş öpücükleri,
    Payı yok apansız akşamdan,
    Bir kadeh, bir cıgara alıp gidene,
    Seni, anlatabilsem seni…
    Yokluğun Cehennemin öbür adıdır
    Üşüyorum, kapama gözlerini…

    Kafasını doğrultu ve kitabı kapatıp kaldırdı. Her güzel derin izler bırakıyordu onda. Şiir okumayı çok seviyordu ve belki çok iyi olmasa da yazmayı da deniyordu. Yanındaki kızı düşündü bu defa acaba diyordu bu şiiri okuyunca neler hissediyordur. Okuduğunda sevdiği insan mı geçiyor aklından, ya da bu şiiri sevdiği adama hitaben mi okuyor. Kim bilir belki de onu bir şiir olduğu için okuyordur.
    Yorulmuştu, gözleri ağrıyordu bu yüzden gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Gözlerini bir kapatsa hemen uyuyacağını biliyordu. Öylede olmuştu zaten. Gözlerini tekrar açtığında aradan üç saat geçmişti ve yarım sat sonra ineceklerdi. Üç saat boyunca koltukta uyumuştu. Kendisi bile inanamadı buna. Hala kendisine gelmeye çalışıyordu. Gözlerini ovuşturdu elleri ile kendine gelmek için bir su istedi hemen. Hemen suyunu getirdi hostes, aldığı suyu bir dikişte içiverdi. Ağzı kurumuş çok susamıştı çünkü. Ellerini tekrar yüzüne götürüp gözlerini ovdu kendine gelmek için, çünkü arkasına yaslansa gözlerini biraz kapatsa tekrar uyuyacağını biliyordu. Ama bunu yapmazdı çünkü yarım saat sonra ineceklerdi ve indiğinde uyku sersemi olmak istemiyordu bu yüzden de hemen kendisine bir kahve istedi. Bir güzel yudumlayıverdi kahvesini ve biraz daha kendisine gelmişti daha iyiydi şimdi. Az kalmıştı birazdan inecekti içinde kıpırtılar oluşmuştu şimdiden heyecanlıydı. Uçaktan iner inmez yapacaklarını gözden geçirdi. İnecekti bavullarını alıp bir taksi kiralayacaktı ve o taksi onu üniversitesine götürecekti. Orda Yılmaz Bey karşılayacaktı onu zaten sonrasında yapılacak olanları o söyleyecek ve o ilgilenecekti kendisi ile. Onu karşılayacak ve ilgilenecek birilerinin olduğunu bilmesi azda olsa rahatlatmış gevşetmişti onu. Yoksa yapacağı şeyler daha çok zamanını alabilirdi. Aslında yapacak çok şeyi de yoktu o gelmeden Yılmaz Bey çoğu şeyi halletmişti bile onun adına. Fakat Mehmet bunları bildiği halde yinede heyecanlaydı. Çünkü ne kadar işi varsa ne yapacaksa biran olsun bitsin istiyordu. Uçak hava alanına inmişti işte. Herkes sırayla çıktı dışarı. Mehmet’te küçük çantasını eline alıp indi. Kontrolden geçtikten sonra valizini alacağı bölüme geçti. Valizlerini alıp dışarı çıktı hemen bir taksi çevirip bindi. Adama gideceği yerin adresini söyledi. Yol boyu Yılmaz Bey’in nasıl birisi olduğunu ona ne kadar yardım edebileceğini düşündü. Sonra bu düşüncelerini bir kenara bırakıp taksiden dışarıyı seyretmeye başladı. Binalara takıldı gözleri, o kadar yüksek kurulmuşlardı ki, bazılarının bitişini taksi de içinde olduğu için göremiyordu bile. Bu yeni ülke onu heyecanlandırmıştı. Kim bilir daha ne çok şey keşfedecekti burada.
    Yarım saat sonra üniversitenin kapısındaydı. Taksiden indi adamın parasını verdi. Gözleri Yılmaz Bey’i arıyordu. Nasıl birisi olduğunu bilmediği için önce etrafını süzdü sonra merdivenlerden kır saçlı, hafif göbekli bir adamın indiğini gördü. Yılmaz Bey olabileceğini düşünerek ona doğru yürüdü.
    Yılmaz Bey; “Hoş geldin Mehmet”.
    Mehmet; “Hoş bulduk Yılmaz Bey” dedi
    Nasıl olmuştu da hemen tanıyıvermişti kendisini acaba diye düşündü Mehmet hem de hiç tereddüt etmeden.
    Yılmaz Bey; ”Nasılsın iyi misin evlat?”
    Mehmet; ” Sağ olun teşekkür ederim Yılmaz Bey siz nasılsınız?” dedi.
    Yılmaz Bey; ” Sağ ol bende iyiyim evlat, nasıl rahat geldin”
    Mehmet; “Evet rahat geldim gayet iyiydi yolculuk.”
    Yılmaz Bey; ” İndiğinde beni arasaydın ya gelip seni alırdım taksi tutmana gerek yoktu.”
    Mehmet; ” Emin olun ki rahat geldim hiç önemli değil düşünmeniz söylemeniz bile yeterli hocam.”
    Yılmaz Bey; ” Öyle diyorsan öyledir, rahat geldiysen bir problem yok demektir. Arabam hemen şurada valizlerini alalım şöyle…”
    Elini Mehmet’in valizine atıp valizi almak istedi. Mehmet büyük valizi almasına izin vermedi Yılmaz Bey de küçüğünü aldı arabaya doğru gittiler. Valizleri bagaja yerleştirip arabaya bindiler. Yolda sohbet koyulaşmıştı. Yılmaz Bey başlamıştı sorularına.
    Yılmaz Bey; ” Resul Bey ile Selma Hanım nasıl iyiler mi? Selma Hanım seni gönderirken çok ağladı mı?” tebessüm ederek.
    Mehmet; ” Evet üzüldüler tabi hocam ama alışacaklardır bu duruma, o kadar da abartılacak bir şey değil ne de olsa.”
    Yılmaz Bey; ” Olur mu Mehmet sen onların tek evladısın öyle deme.”
    Diyerek konuştular bayağı sohbet ettiler beraber.
    Yılmaz Bey; ” Gideceğimiz yer uzak değil ben konuşmak için yolu uzattım biraz yoksa beş dakikalık yol. Senin için iyi bir avantaj bu okuluna yakın olman daha iyi. Bu arada seni bekleyen biri daha var, eşyalarını odana bırakıp duşunu alırsın ve hazırlanırsın ben seni almaya yine gelirim. Şaşırdı Mehmet onu bekleyen biri daha mı vardı. Amerika’da onu bekleyecek onu tanıyan birisinin olduğunu sanmıyordu çünkü.
    Mehmet; ”Beni bekleyen birisi mi dediniz beni bekleyen dahası beni burada tanıyan kimse yok ki.”
    Yılmaz Bey; ”Demek varmış evlat çok mu heyecanlandın” kahkaha atarak. “Seni bekleyen eşim geleceğini söylemiştim ona o da hazırlık yapmıştı, yemeğe bekliyor seni. Bugün ilk gelen öğrencim sen değilsin, bir öğrencimiz daha var o da geliyor. Bu yüzden eşim evde hazırlıklara başlamıştı kaç gün önceden.”
    Mehmet bu içten karşılamaya hem çok sevinmiş hem de çok şaşırmıştı. Şimdiden çok sevmeye başlamıştı bu insanları.
    Mehmet; ” Bu kadar zahmete ne gerek vardı, mahcup oluyorum size karşı hocam.”
    Yılmaz Bey; ” Olur mu evlat rahat ol sen bu daha başlangıç sen Songül Hanım ile tanıştıktan sonra gör bakalım. Bakalım o zaman ne diyeceksin çok merak ediyorum. Bu arada çok vaktimiz yok bekliyorlar bizi evden o yüzden sen iner inmez hemen duşunu al hazırlan, yarım saat sonra gelip seni alacağım.”
    Mehmet; ” Yarım saat sonra aşağıda hazır olarak sizi bekliyor olacağım.”
    Yılmaz Bey ile valizlerini yukarı çıkardılar. Gelmeden önce ayarlamıştı bu pansiyonu ona ve anahtarı da ondaydı. Anahtarı Mehmet’e uzatıp verdi.
    Yılmaz Bey; ” Umarım odanı beğenirsin. Yarım saat unutma” deyip gitti.
    Odaya girdi Mehmet valizleri aldı içeri. Şöyle bir göz attı odaya sonra. Girişte bir ayakkabılık sonra bir tane elbise dolabı, bir yatak, çalışma masası, ortada kocaman siyah beyaz bir halı, küçük bir buzdolabı ve küçük bir tezgâh… İşine yarar, bir evde olması gereken en önemli şeylerin hepsinin olması onu sevindirmişti. Yılmaz Bey her şeyi düşünmüştü ve ne yapılması ne konulması gerekiyorsa koymuştu, eksikliklerin hepsini o tamamlamıştı. Mehmet daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Hemen valizlerini bırakıp ikisini de açtı. Duştan sonra ne giyinecekti onları çıkardı yanında da havlusunu, şampuanlarını, parfümünü, kremini… Daha sonra duşa girdi. Duşunu alıp çıktı ve elbiselerini giyindi. Çok yorgun hissediyordu kendisini o yüzden kendini yatağa attı biraz rahatlamaya çalıştı. Gözlerini kapasa oracıkta uyuyacaktı ama birazdan Yılmaz Bey gelecekti o yüzden hemen doğruldu, üstünü başını düzelti, elini yüzünü krem sürdü, annesinin ona aldığı parfümden sıktı kendisine. Aynanın karşısına geçip saçlarını yaptı, üstüne baktı kendine çeki düzen verdi aynanın karşısında. Tam bir beyefendi havası vardı kendisinde. Giydiklerinin ona ne kadar yakıştığını, yüzünü açtığına bir kez daha baktı. “ Bayağıda yakışıklı görünüyorum bu elbiseler içinde” deyip güldü kendi kendine.
    Valizini açtı ve annesinin Yılmaz Bey’ler için gönderdiği hediye paketlerini güzelce bir poşete koydu. Kim bilir annesi neler koymuştu Yılmaz Beylere. Saate baktı iki dakikası kalmıştı, ayakkabılarını giydi ve aşağı indi. İndiğinde Yılmaz Bey arabanın içinde onu bekliyordu. Acaba çok bekletmiş miyimdir diye düşündü kendi kendine. Arabanın kapısını açtı:
    Mehmet; ” Kusura bakmayın beklettim sanırım hocam”
    Yılmaz Bey; ” Bekletmek mi, çok dakiksin evlat” dedi.
    Bunu duyunca sevindi Mehmet. Yola koyuldular sonra
    Yılmaz Bey; ” Nasıl kendini daha iyi ve rahatlamış hissediyor musun?”
    Mehmet;” Daha iyiyim şimdi duş beni kendime getirdi.”
    Yılmaz Bey; ” Şimdi eve gidince Makbule Hanımın yemeklerinden de yersen iyice kendine gelirsin.” Diyerek güldü.
    Mehmet o an fark etti ne kadar aç olduğunu. Altı yedi saattir boğazından bir şey geçmemişti çünkü.
    Mehmet; ” Zahmet olmuştur şimdi Makbule Hanıma da hiç gerek yoktu bunca şeye.”
    Yılmaz Bey; ” O nasıl söz Mehmet ne zahmeti bir daha duymuş olmayayım, iki öğrencimizi ağırlamışız çok mu?”
    Şimdi hatırlamıştı Mehmet bir öğrencilerini daha çağırmışlardı. Acaba ne yemekler yapmıştı Makbule Hanım merak etmeye başladı. Karnı zil çalıyordu. Yol boyu konuştular. Yılmaz Bey Resul Beyi ve Selma Hanımı ayrı ayrı sordu. Resul Bey ile okul anılarını anlatıp da güldüler beraber. Babasının küçükken haşarı bir çocuk olduğunu duyan Mehmet anlatılanlara hem gülüyor hem de çok şaşırıyordu. Eve yetişene kadar konuşmaya devam ettiler. Arabayı park edip bahçe kapısından içeri girdiler, onları kapıda bekleyen de Makbule Hanımdı. Üzerinde diz altında bir etek ve mavi bir buluz vardı. Kapıya yaklaşır yaklaşmaz Mehmet Makbule Hanıma elini uzatarak;
    “ İyi akşamlar efendim” dedi
    Makbule Hanım daha sıcak bir hareketle Mehmet’in yüzüne giderek onu öptü.
    Makbule Hanım; ” Hoş geldin yavrum buyur yavrum geç içeri.”
    Mehmet bu sıcak karşılamadan çok hoşnut olmuştu bu insanları sevmeye başlamıştı. Bu kadar sıcak karşılanacağını düşünmüyordu. Ne de olsa orada yaşayıp, oranın kültürüne alışmışlardır diye düşünüyordu ama yanıldığını gördü ve bu yanılsama onu kendine karşı hem biraz mahcup etmişti, hem de çok sevindirmişti.
    Makbule Hanım ; ” Gel evladım sofrayı yeni kurdum bende hemen sofraya geçelim, orada konuşuruz” dedi.
    Yılmaz Bey;” Dur bakalım Makbule Hanım ellerimizi yıkayıp geçeriz bu acelen ne?” Lavaboyu Mehmet’e göstererek; “ geç oğlum dedi.”
    Mehmet ellerini yıkadı ve Yılmaz Bey ona temiz bir havlu uzatarak;” ellerini kurula sonrada oturma salonuna geç bende hemen geliyorum.” dedi.
    Mehmet ellerini kuruladı ve havluyu asıp oturma salonuna geçti. Çok büyük bir salondu, siyah ve gümüş renkler hâkimdi çok şık görünüyordu. Yemek masasına şöyle bir göz attı. Makbule Hanım sofrayı yaptığı yemeklerle donatmıştı.
    Mutfaktan gelen seslere kulak kabarttı.“ Ece kızım çatalları da götür.” Demek diğer öğrencileri bayandı. Şu an onu düşünecek vakti yoktu, sofrayı gördükçe açlığı iki katına çıkıyordu. Hemen toparlandı olduğu yerden, birisi salona geliyordu geçip koltuğa oturdu. Mehmet o an dondu ve öylece kaldı. Elinde çatallarla içeri gelen Ece Mehmet’i görünce o da aynı ifade ile kalakaldı. Uçakta ki o güzel kız Ece miydi yani. Mehmet ayağa kalktı titreyen sesiyle” Merhaba” dedi. Ece de uçaktaki Mehmet’e karşı gösterdiği kaba davranışı aklına gelmiş gibi utanmış bir şekilde” Merhaba” dedi ve elindeki çatalları masaya bıraktı.
    Yılmaz Bey; ” Tanıştınız mı çocuklar” Mehmet’e dönerek “Mehmet bu Ece, Ece benim kızım sayılır İzmir’den geliyor” Bu defa da Ece’ye dönerek” Ece’cim bu da Mehmet benim kardeşim gibi sevdiğim ve değer verdiğim arkadaşımın oğlu.” Ece ile Mehmet sanki daha önce hiç karşılaşmamış gibi, yeni tanışıyorlarmış gibi el tokalaştılar. Yılmaz Bey;” Aslında bugün ikinizde aynı uçaktaydınız birbirinize rastlamamışsınız sanırım” O sırada Makbule Hanım elinde bir tabak dolusu sarma ile içeri girdi ve elindekileri masaya bıraktı.
    Makbule Hanım; ” Ee hadi neyi bekliyorsunuz yemekleri soğutmayın” dedi
    Herkes sofraya geçti, Ece şu an tam karşısında oturuyordu. Eli kolu birbirine dolandı Mehmet’in. Terlemişti. Yılmaz Bey Mehmet’in tabağını alarak ona servis yaptı.
    Makbule Hanım; ” Nasılsın yavrum, iyi misin Annenler nasıllar” diye konuşmaya başladı. Mehmet Makbule Hanıma cevap verdi o da onu sordu. Daha sonra Mehmet Ece’ye dönerek ne yaptığını, hangi bölümü okuduğunu sordu. Tesadüf şuydu ki Ece de Halkla İlişkiler okumuştu ama o İzmir’de mezun olmuştu. Uçakta olanları ikisi de unutmuş gibiydiler. Konuşup durdular akşama kadar. Saat de epey ilerlemişti vaktin nasıl geçtiğini anlamadı Mehmet. Daha sonra Makbule Hanım çayları da getirdi. Yılmaz Bey çaylarını Türkiye’den getirtiyormuş burada ki çaylara alışamamış bir türlü içemiyormuş. Bu yüzden her yıl Türkiye’ye gidip gelen bir arkadaşından sipariş veriyormuş.
    Sohbet de bayağı koyulaşmıştı Makbule Hanım ve Yılmaz Bey’in tanışmaları nasıl olmuştu, nasıl evlenmişlerdi bunlar bile konuşuldu. Adana’da ki günlerini anlattı Yılmaz Bey, Resul Bey ile olan anılarını anlattı. Adana’yı özleyen Makbule Hanım’ın gözyaşları biraz üzse de onları çok iyi bir akşam yemeği ve donrası geçirmişti hepsi. Mehmet saat daha da geç olmadan kalkmak istediğini belirtti çünkü yorgundu daha da geç saate kalmak istemiyordu. Ece de o da müsaadelerini isteyip kalkmak istediklerini belirttiler.
    Yılmaz Bey; ” Biliyorum biraz ayıp olacak ama çok yorgunum çocuklar, o yüzden Ece’cim giderken Mehmet’i de alırsan çok sevinirim. Zaten aynı yere gidiyorsunuz.” Dedi
    Ece; “ Ne demek hocam tabi ki de bırakırım, tasalandığınız şeye bakın olur mu öyle hiç!”
    Mehmet; ” Siz hiç zahmet etmeyin zaten benim yüzümden de bugün bayağı yoruldunuz o yüzden Ece ile giderim ben.”
    Yılmaz Bey; “ Anlayışınız için çok teşekkür ederim çocuklar”
    Ece; “ Ayıp ediyorsunuz hocam o nasıl söz öyle.”
    Mehmet az daha unutuyordu hediyeleri vermeyi. Hemen yere koyduğu poşeti Makbule Hanım’a vererek;
    “ Annem Makbule Hanım için göndermişti, tabi babam açarken Yılmaz Bey’e söyle ona ait bir şey var içinde o görünce anlar dedi.”
    Yılmaz Bey bu lafı duyunca güldü ve mutlu olmuştu çünkü Resul Bey’in unutabileceğini düşünmüştü. Çocukluktan kalma ortak sevdiği bir şeydi gönderdiği ne zaman yan yana gelseler birbirlerine aldıkları bir şeydi ama Resul Bey oğluna ne olduğunu söylememişti.
    Ece ile Mehmet müsaade alıp kalktılar. Ece’nin de arabası vardı. İki yıldır buradaydı ve bir yerlere gidip gelirken kendi arabasını kullanmak istiyordu. O yüzden bir araba almıştı kendisine. Orda arabalar pahalı olmuyordu o yüzden alırken hiç zorlanmamıştı.
    Sanki içerde konuşup gülen onlar değilmiş gibi sus pus arabaya kadar yürüdüler. Arabaya geçip yola koyuldular. Mehmet heyecanlanmıştı eli titriyordu. Neden heyecanlı olduğunu o bile bilmiyordu. Ece de heyecanlıydı ama o bunu çok iyi gizleyebiliyordu.
    Mehmet; ” Uçakta tanıdığım ve üzerine su döktüğüm bayanla böyle bir ortamı paylaşacağımı asla tahmin bile edemezdim.”
    Ece; “ Neden daha mı kötü bir durum yoksa bence su dökmenden iyidir;” dedi gülerek
    Mehmet; “ Yok canım kötü değil aksine daha iyi en azından kendimi affede bilmem için iyi bir fırsat geçti elime.”
    Ece;” Ama itiraf etmeliyim ki seni orda görünce şok oldum.”
    Mehmet; “ Emin ol ben de.” Güldüler.” İzmir de mi yaşıyorsun, orda mı doğup büyüdün?”
    Ece; “ Evet orda doğup büyüdüm ama yarı orda yarı burada yaşıyorum da denilebilir.”
    Mehmet; “ Anladım.”
    Birkaç şey konuştuktan sonra daha da bir şey konuşmadılar. Mehmet konuşmak istiyordu aslında ama ne yaptıysa konuşamadı, dut yemiş bülbüle dönmüştü ikisi de. Zaten yol bitmek üzereydi varmışlardı.
    Mehmet; “ Tamam şurada indirebilirsin.”
    Ece; “Tamam.” Deyip arabayı kenara çekti.
    Mehmet; “ Getirdiğin için çok sağ ol Ece.”
    Ece; “ Rica ederim ne demek, sonuçta aynı yere geliyorduk. Bende hemen şu karşı binada oturuyorum zaten, komşu sayılırız.”
    Mehmet; “ Öyle mi! Çok güzel o zaman bir komşum var artık. İlk günden bir komşum oldu bile. Tekrar sağ ol kendine iyi bak görüşürüz.”
    Ece; “Önemli değil sende kendine iyi bak iyi akşamlar.”
    Mehmet; “ İyi akşamlar.”
    Merdivenlerden koşar adım çıktı ve odasına girdi. Lambasını yaktı ve perdeyi tam çekecekti ki Ece’yi gördü. Arabayı park etmiş binaya giriyordu. Bir müddet pencerede kaldı ve onun binaya girmesini bekledi. Bu gece çok güzel geçmişti, her şey yolundaydı ve mutluydu. Dördüncü katın ışığı yandı, demek ki bu katta oturuyor dedi Mehmet.
    Perdeyi çekti ve üstünü çıkarmadan yatağa attı kendini. Hemen aklına geldi telefonu hala kapalıydı. Bir panikle yerinden kalktı ve çantasından telefonunu çıkarıp açtı. Beş dakika sonra mesaj üstüne mesaj geldi evden aramışlardı. Hemen evi aradı, beş defa çaldıktan sonra telefon açıldı. Selma Hanım Mehmet’in aradığını hissetmiş gibi” Alo, Mehmet” dedi.
    Mehmet; “Annecim uyandırdım mı?”
    Selma Hanım biraz sitemli bir sesle” Oğlum merak ettik, ,ilk günden böyle habersiz bırakılır mı insan dedi. Mehmet yaptığı ihmalkârlığın farkındaydı ama bilerek yapmamıştı tamamen unutmuştu.
    Mehmet; “ Biliyorum annecim ama geldiğimden beri hiç fırsat bulamadım. İyiyim ben merak etmeyin”
    Selma Hanım; “ Dur kapat oğlum ben arayacağım.” Dedi. Aradan iki dakika geçmeden annesi aramıştı.
    Selma Hanım; “ Nasılsın oğlum nasıl geçti yolculuğun.” Derken konuşmaya başladılar. Yılmaz Beyleri sordu onu nasıl karşıladığını, durumlarını, kaldığın yerin temiz olup olmadığını, her şeyden memnun kalıp kalmadığını en ufak detayına kadar sorgu ve suallerden geçirdi Mehmet’i. Sonra ona birkaç anne nasihat verdi. Resul Bey’de kalkmıştı o da oğlunun sesini duymak istiyordu. Mehmet birazda babası ile konuştu daha sonra uyumak için onlardan müsaade isteyip telefonu kapattı. Zaten Türkiye’de de sabah olmak üzereydi onları da daha fazla tutmak istemedi. Üzeri değiştirip yatağa geçti. Yatak örtüleri mis gibi kokuyordu. Kendini evinde gibi hissetti yatağa uzanınca. Yılmaz Bey o gelmeden önce odasını en ince ayrıntısına kadar temizlettirmişti ve her şeyi yıkatmıştı. Hemen uyumak istiyordu çünkü sabah kalkar kalkmaz valizlerini dolabına yerleştirecekti. Derin bir uykuya dalmak için gözlerini kapattı.
    Telefonunun sesiyle uyanmıştı, gözlerini açınca saat sekizdi. Pekte kalkmak istemedi ama kalkmalıydı çünkü saat on birde Yılmaz Bey gelip alacaktı onu. Kalkıp hemen elini yüzünü yıkadı. Karnı pek aç değildi o yüzden önce dolabını dizmek istedi. Valizlerini boşaltıp elbiselerini tek tek askılığa astı. Boşalan valizleri dolabın üzerine güzelce yerleştirdi. Odasına döndü baktı şöyle ve kendini huzurlu hissetti. Küçücük bir evdi sanki her şey vardı içinde en önemlisi de ona aitti ve istediği gibi kullanabilirdi.
    Üstünü giyinip kahvaltı yapmak için aşağı gitmeye hazırlandı. Perdeleri açmayı unutmuştu. Perdelerini çekip açtı. Açar açmaz da karşıya baktı, belki Ece’yi görürüm diye. O aklına geldikçe bir tuhaf oldu içi, heyecanlandı birden. Bayram sabahı şeker toplamak için evden çıkan küçük bir çocuk gibi heyecanlıydı. Onu görme isteği vardı içinde. Hâkim olamadı o an kendine bu isteği bastırmak için. Aslında olmakta istemiyordu. Yatağına doğru yürüdü ve oturdu. Onu düşünmeye başladı. Neden onu bu kadar çok düşünmeye başlamıştı bunun nedeni neydi? Ne oluyordu da onu düşününce içi bir tuhaf oluyordu? Cevap veremiyordu kendisine ya da cevap vermekten mi korkuyordu. Neden korkuyordu ki kendisiyle yüzleşmekten? Daha sonra korkularının nedenlerini saydı kendisine. Ya ilk görüşte aşktıysa bu hadi diyelim ki buysa bile Ece’nin bundan haberi bile yoktu. Ya da olsa bile bu gerçek hiçbir şeyi değiştirmezdi, belki hayatında birisi vardı kim bilir belki yakında zamanda evleniyor da olabilirdi. Adam belki de bir Amerika’ndı. Buraya yerleştiğine göre belki öyledir. Ya da hayatında kimse olmamasına rağmen yine de onu istemeyebilirdi.
    Ayağa kalktı ve aynanın karşısına geçti, “ neler düşünüyorum ben böyle, buraya gelişimin daha ikinci günü. Neler için geldin ne düşünerek geldin şimdi ne düşünüyorsun.” Aslında kendisine yaptığı bu konuşma onu hiç teselli etmemiş, avutmamıştı o da farkındaydı. Daha fazlada vakit kaybetmek istemiyordu. Aşağı ini kahvaltı yapacaktı sonra da bir görevliden yardım alıp odasında internetten nasıl yararlanacağını soracaktı. Bu akşam evdekilerle konuşacaktı.
    Anahtarını alıp kapıyı kilitledikten sonra aşağı indi. Aşağı inice hemen karşısında “ RESTAURANT” yazısını gördü. İçeri geçti ve kahvaltı için tabağını alıp kahvaltılarını doldurdu. Burada herkes kendi yemeğini kendisi alıyordu. Mehmet’te tabağını aldı ve kahvaltı reyonundan kahvaltısını aldı, boş bir masa bulup kahvaltısını yaptı. Birbirinden farklı bir sürü öğrenci vardı. Sarışın, esmer, zenci, beyaz… ne kadar güzel diye düşündü bir sürü değişik insanla aynı yerdeydi ve aynı havayı soluyordu, aynı coğrafyaya ayak basıyordu. Bundan daha özgürce bir şey yoktu şuan ve kendi kendine, “ Yaşasın ırkların kardeşliği” dedi. Mutlu bir şekil de. Kahvaltısını tamamlamıştı, para vermesine gerek yoktu çünkü aylık vereceği paranın içinde yeme içme her şey dâhildi. Kaldığı yerin aynı zamanda; yüzme havuzları, spor salonu, internet kafesi yani öğrencilerin rahat edebileceği ve yararlanacağı her şey mevcuttu. Bu konuda şanslıydı. Kahvaltısı bitmiş olan Mehmet hemen görevli bir memurdan odasında kendi kuracağı bilgisayardan nasıl internetten yararlanacağını sordu. Adam ona bir şifre vererek nasıl yapması gerektiğini de söyledi. Mehmet şifreyi not etti çünkü akşam ve daha sonra ki günler için ona lazım olacaktı.
    Saat dokuz buçuktu hala bir buçuk saati vardı. Biraz dışarı çıkıp hava almak istedi bulunduğu pansiyonun büyük bir bahçesi vardı. Her yer yemyeşildi çimlerin üzerinde minderler vardı. Öğrenciler oturmuş üzerinde gitar çalıp şarkı söylüyorlardı. Etrafına baktı her şey çok güzel görünüyordu. Kulağına o kadar güzel bir melodi geliyordu ki. Bir an durakladı ve gözlerini kapattı, çok da uzaktan gelmeyen o sesi dinledi. “Kışlanın önünde redif sesi var,
    Açın çantasını acep nesi var
    Bir çift potin ile bir de fesi var”
    Tüyleri diken diken olmuştu. Sanki yıllardır gurbet özlemi çekiyordu. Gözleri doldu arkasına baktı dört kişilik bir grup çimlerin üzerinde oturuyor. Çocuk kendini o kadar kaptırmıştı ki şarkıya etrafında ki hiçbir şeyden habersiz şarkısını söylüyor. Mehmet onlara doğru yürüdü.
    Mehmet; “ Merhaba arkadaşlar.” Herkes şaşırmıştı ve şarkı söyleyen çocuk susmuştu. Hemen herkes ayağa kalkıp “ Vay kardeşim benim” diyerek Mehmet’e sarıldılar. Mehmet şaşkınlık içinde onlara karşılık verdi. Hepsi ile tokalaştı. Murat, Zeynep, Ali ve Cem hepsi de birbirinden sıcak arkadaşlardı. Murat ve Zeynep Balıkesirliydi, Ali Sivaslıydı, Cem İstanbulluydu. Kaldıkları pansiyonda sadece dört Türk vardı. Mehmet daha çok Türk arkadaş bulduğundan dolayı mutluydu. En azından yalnız kalmayacaktı. Oturup sohbet ettiler, gülüp, şarkı söylediler. Saat on buçuk olmuştu. Mehmet arkadaşlarından müsaade istedi ve yanlarından kalktı. Yukarı odasına çıktı. Çantasını hazırladı. Gerekli olan her şeyi hazır ederek aşağı indi. Yılmaz Bey gelmişti arabaya bindi.
    Mehmet; “ Günaydın hocam nasılsınız.”
    Yılmaz Bey; “ Günaydın Mehmet. İyiyim sağ ol sen nasılsın” diyerek konuşmaya başladılar. Yol boyunca Yılmaz Bey okula gittiklerinde Mehmet’e ne yapacağını söyledi. Çok da yapacak bir işi yoktu Mehmet’in. O gelmeden Yılmaz Bey onun yerine çoğu şeyi halletmişti.
    Yılmaz Bey; “ Nasıl heyecanlı mısın evlat”
    Mehmet; “ Heyecanlıyım hocam, bütün derslerimi İngilizce göreceğim için biraz da korkuyorum” Ne kadar böyle dese de dersleri İngilizce görmekten o kadar da korkmuyordu çünkü dört yıl çoğu derslerini bu şekilde almıştı. Bunu dışında ise her yaz Londra’ya gidiyordu ailesi ile oradaki arkadaşları ile bir ay aynı ortamı paylaşıyordu. Onlarla konuşması İngilizcesini geliştirmesine bayağı katkıda bulunmuştu. Bu yüzden korkmuyordu. Üniversiteye varmışlardı. Yılmaz Bey ile önce gidip ilk dönem için kayıt yaptırdılar sonrada öz geçmiş yazısını vermek için diğerleri gibi içeri girmek için sıra bekledi. Daha on bir kişi vardı ondan önce. Yılmaz Bey odasına gitmişti burada ki işi bitince ona odasını tarif etmiş odasına gelmesini söylemişti. Boş bir koltuğa oturdu, sırasını beklemeye devam ediyordu ki bu sabah bahçede tanıştığı arkadaşı Cem’i gördü. Yanında da Ece vardı. Güle konuşa geliyorlardı. Birden bire sanki bütün dünyası yıkılmıştı. Cem ile Ece’yi yan yana, bu kadar samimi görünce bir tuhaf oldu. Hemen düşündü kendi kendine acaba neden yan yana olabilirlerdi. Aklına bile getirmek istemiyordu ama Ece acaba Cem’in sevgilisi miydi? Git gide ona yaklaşıyorlardı. Hemen toparlayıverdi kendini. Cem ile göz göze geldiler ve birbirlerine gülerek selam verdiler. Mehmet’in yanına geldiler.
    Cem; “ Ece’cim tanıştırayım bu Mehmet;” dedi.
    Ece; “ Biz tanışıyoruz zaten Cem.”
    Cem; “ Ne çabuk tanıştınız oysaki Mehmet daha dün gelmişti ve bugün de ilk defa okula gelecekti yanılmıyorsam.”
    Ece; “ Evet biliyorum biz dün Mehmet ile Yılmaz Beylerde tanıştık.”
    Mehmet; “ Eve biz Ece ile dün tanıştık.”
    Cem; “ Vay Mehmet’im sen de mi Makbule Annemizin yemeklerinden yedin demek. Hem de gelir gelmez.”
    Mehmet; “ Ever sağ olsun dün akşam çok güzel bir sofra hazırlamıştı bize. İşte ben o güzel sofrayı iki güzel bir bayanla paylaştım”
    Cem; “ Çok şanslıymışsın dün akşam desene hem çok güzel yemekler ve hem de iki güzel bayan.”
    Ece; “ Bu arada sen neden burada oturuyorsun ders kaydı yaptırmadın mı?”
    Mehmet; “ Yok yaptırdım öz geçmişimi vermek için bekliyorum.”
    Ece; “ Beklemek zorunda değilsin ki burada içeri girip hemen teslim etmen yeterli.”
    Mehmet; “ Bu kadar öğrenci bekliyor ama ben nasıl yapacağım onu”
    Cem; “ Bunlar onun için beklemiyor ki, sadece geçen sene öğrenimini başarı ile tamamlayamamış öğrenciler bunlar. Sen içeri geçip bırakabilirsin evraklarını.”
    Mehmet; “ Öyle mi ben bilmiyordum.”
    Ece; “ Artık öğrendiğine göre kalkıp işlemlerini tamamlayabilirsin. “
    Mehmet; “ Teşekkür ederim arkadaşlar sağ olun.”
    Cem; “ Bu arada hazırladığın raporlarda yanında olsun çünkü onları da içerde teslim edeceksin.”
    Daha sonra Ece ile Cem gittiler Mehmet’te işlerini halletmek için içeri girdi. Kapıyı çalarak içeri girdi. Karşıda ki masaya yöneldi. Oturan bayana İngilizce; “ İyi günler ben mastır için ilk dönem kayıtları için geldim, öz geçmişimi ve hazırladığım raporları teslim edecektim.” Dedi. Kadın Öz geçmişi Mehmet’in elinden alarak ilk sayfayı açarak; “ Üniversitemize hoş geldiniz Mehmet Bey işlemlerinizle ben ilgileniyorum”.
    Kadın; “ Yazdığınız raporları da alabiliri miyim? Bir de şu kağıtlara imza atmanız gerekecek.” İki tane kağıt uzatarak Mehmet’e. Mehmet hazırladığı raporları koydu masanın üzerine daha sonra kendisine uzatılan iki kağıda göz gezdirdikten sonra onlara imza attı.
    Kadın; “ Tamam Mehmet Bey buradaki işlemleriniz bu kadar başka bir şey yok.” Dedi.
    Mehmet; “ Sağ olun iyi günler.” Diyerek çıktı.
    Burada ki işleri de bitmişti artık. Sonunda rahat bir nefes almıştı. Başka bir şeyle ilgilenmeyeceği için mutluydu. Fakat bir taraftan da hala aklında Ece ile Cem vardı onları düşündükçe içi içini yiyordu. Ece kıskanmaya başlamıştı Mehmet.
    Yılmaz Bey onu bekliyordu oda da o yüzden hiç vakit kaybetmeden onun yanına gidecekti. İkinci katta koridorun başında ki ilk oda Yılmaz Beye aitti. Mehmet kapıyı çalarak içeri girdi.
    Yılmaz Bey; “ Gel Mehmet, ne yaptın işlerini hallettin mi?” bir taraftan da elinde ki kağıda bakıyordu.
    Mehmet; “ Evet hocam her şeyi hallettim.”
    Yılmaz Bey; “ İyi çok güzel o halde artık derslere başlayabilirsin sen de.”
    Mehmet; “ Olur hocam ben de çok istiyorum. Hemen başlayayım.”
    Yılmaz Bey; “ Tamam o zaman hemen söyleyelim seni sınıfına götürsünler.” Telefonu alıp eline; “ Ece kızım odama kadar gelir misin? Ece gelsin o nerde derse gireceğini bilir, yardımcı olur sana.”
    Mehmet; “ Olur tamam hocam”
    Yılmaz Bey; “ Çok yoruyor bu işler beni, yoruldum artık. Yirmi dokuz yıldır yapıyorum mesleğimi hiç sıkılmadım yaparken. Aksine her gün daha bir zevkle yaptım ama artık yorulduğumu fark ediyorum.” Yılmaz Bey elli yaşındaydı oysa ki daha gençti ama yirmi dokuz yıl az da değildi.
    Yılmaz Bey; “ Yaşlanıyoruz Mehmet yaşlanıyoruz.”
    Mehmet; “ Yok hocam ne yaşlanması daha elli yaşındasınız. Siz buna yaşlılık mı diyorsunuz. Daha niceleri mezun edersiniz siz buradan.”
    Yılmaz Bey; “ Hastalık Mehmet, beni mahvediyor o yüzden.”
    Mehmet; “ Geçmiş olsun Hocam neyiniz var ki?”
    Yılmaz Bey; “ Kalbimde damar tıkanıklığı varmış dedi doktorlar o yüzden de kan geç pompalanıyormuş.”
    Mehmet bunu duyunca çok üzüldü tam bir şey söyleyecekti ki kapı çalındı Ece içeri girmişti.
    Ece; “ Merhaba, rahatsız etmiyorum değil mi hocam?”
    Yılmaz Bey; “ Yok Ece’cim gel. Senden bir şey isteyecektim Ece. Mehmet derse başlayacakta ona ders alacağı sınıfa kadar eşlik edebilir misin? Biliyorsun arkadaşımız yeni geldi biraz yabancı ona yardımcı olacağını umuyorum.”
    Ece; “ Yeni olmanın ne demek olduğunu bilirim o yüzden seve seve yardımcı olurum.”
    Yılmaz Bey; “ Hadi Mehmet, duracak zaman değil artık mastır yapan bir öğrencisin sen o yüzden vaktini çok boşa harcamamalısın.”
    Mehmet; “ Tabi hocam çok doğru söylüyorsunuz.”
    Ece ile beraber odadan çıktılar ama aklı Yılmaz Beyin söylediklerine takılmıştı. Duyduğu şeyler onu gerçekten çok üzmüştü. Kafası dalgındı Ece bunu fark etti ama bir şey sormadı kendisine.
    Ece; “ Nasıl işlerini halledebildin mi?”
    Mehmet;” Evet hallettim hepsini.”
    Ece; “ İyi güzel o zaman, derslere girmeye hazırsındır demektir bu. Bir dakika nereye gidiyoruz biz ya!”
    Mehmet; “ Nasıl yani anlamadım, nereye gidiyoruz da ne demek?”
    Ece; “ Dersler bu saatte başlamamıştır ki saat birde ders saati. Neyse önemli değil artık bir saat beklemek zorunda kalacaksın. Kafeteryaya gidip yemek yiyeceğim istersen bana eşlik edebilirsin. Hem açsan da bir şeyler atıştırırsın benimle.”
    Mehmet; “ Bana uyar. Bir saat daha bekleyeceğim ise hiçbir sorun yok demektir. Gidelim.”
    İnanamadı Ece ile birlikte bir saat baş başa kalacaktı. Kafeteryaya gittiler yemek için birkaç şey aldılar. Mehmet Ece’nin ona bakmadığı her anı fırsat bilerek ona bakıyordu. Sarı saçlarının her hareketinde yüzüne düşüşünü izliyordu. Saçları çok güzeldi, saman sarısı saçları vardı ve deniz mavisi gözleri. Yiyecekleri almışlardı hepsinin parasını Mehmet vermek istedi ama Ece buna izin vermedi.
    Ece; “ Bu kibar davranışın için teşekkür ederim ama burası Türkiye değil. Yabancı bir ülkedesin ve öğrencisin herkes kendi parasını verir burada. Hatta söylemedi deme eğer yabancı arkadaşın olursa ona bu hareketi yapma sana güler.”
    Mehmet; “ İyi peki öyle olsun bakalım.”
    Yiyeceklerini alıp boş bir masa bulup oturdular.
    Ece; “ Nasıl alıştın mı buraya?”
    Mehmet; “ Daha yeniyim biliyorsun o yüzden bir şey demeyeceğim.”
    Ece; “ Doğru. Pek dinlenemedin de daha dün geldin bugün derslere başlayacaksın.”
    Mehmet; “ Olsun önemli değil çok yorgun sayılmam. Sadece biraz uykusuzum o kadar.”
    Ece; “ İyi hadi bakalım, umarım bu sene seni pek yormaz.”
    Mehmet; “ Nasıl peki sen alışabildin mi?”
    Ece; “ Bir yıldan fazladır buradayım. Gerçi bir yıldan fazla kalmış olabilirim ama hala bazı şeylere tam alışamadım. Zor olmaz artık benim için arkadaşlarımda var artık o yüzden pek bir sıkıntı olmuyor. Hem bence sen düşün bunu, sen nasıl alışacaksın buraya !” Gülerek.
    Mehmet; “ Benim düşünecek bir şeyim yok, beni buraya alıştırabilecek beni buraya bağlayacak nedeni buldum bile ben.” Aslında söylemek istediği şey bu değildi ama ağzından kaçırmıştı.
    Ece biraz kızardı ama hiç bozuntuya vermedi. Aslında ne demek istediğini gayet iyi anlamıştı Mehmet’in.
    Ece; “ İyi seni buraya bağlayan bir neden var ise bu alışman için bir avantajdır.”
    Mehmet; “ Evet çok doğru ”
    Aslında şuan ona içini dökebilmeyi, ona karşı olan hislerini söylemeyi o kadar çok istiyordu ki Mehmet. Onunla aynı coğrafyaya ayak basmak ve aynı havayı teneffüs etmek bile onun buraya alışması için yeterli bir sebepti. İşte o an bunları ona söylemeyi çok istedi ama yapamadı.
    Ece; “ İyi seni buraya daha erken alıştıracak sebebinin var olmasına sevindim” dedi tekrar.
    Mehmet; “ Evet. Sen neler yapıyorsun nasıl gidiyor peki?”
    Ece; “ Derslere giriyorum hocamla, konuyu çoğu kez ben anlatıyorum. Konuyu anlamayan öğrencilerle ilgileniyorum, onlara konuları baştan anlatıyorum. Aynı zamanda Yılmaz Bey’in asistanlığını da yapıyorum.”
    Mehmet; “ Çok yoruluyor musun peki?”
    Ece; “ Bazen çok yorulduğum zamanlar da oluyor tabi ama onun dışında normal gidiyor her şey. Akşamları eve gidince de ders çalışıyorum. “
    Mehmet yalnız yaşamadığını merak ediyordu. Büyük ihtimal ev arkadaşları da vardı. Yoksa tek başına burada ev tutacak hali yoktu.
    Mehmet; “ Ev arkadaşlarınla aran nasıl peki onlarda mı Türk? “
    Ece; “ Ev arkadaşlarım yok ki yalnız kalıyorum ben. Aslında bir tane olsa hiç fena olmazdı ama yabancılarla ev tutmak pek bana göre değil. Yaşam tarzımız çok farklı olduğu için anlaşamayabilirim. Türk aradım ama bulamadım çoğu ev tutmuştu, bazıları da eve çıkmak istemedi. Bende yalnız tuttum gayette memnunum şuan.“
    Mehmet; “ Yalnız olduğunda korkmuyor musun peki? Sonuçta yabancı bir şehirdesin, bu seni ürkütmüyor mu?”
    Ece; “ Hayır neden ürkecekmişim ki, korkmuyorum çünkü korkmamı gerektirecek hiçbir sebep yok ortada. Kendime de güveniyorum, apartman sakinleri de hepsi kendi halinde insanlar.”
    Mehmet; “ O halde şanslısın. Rahat olmak kadar güzel bir şey yok zaten. Sana ait bir evin olması da iyi.”
    Yemeklerini yemeye devam ettiler, neredeyse saat de bire geliyordu. Dersliklere kadar yürüdüler daha sonra. Mehmet’ in ders göreceği sınıfın önüne gelmişlerdi.
    Ece; “ Artık bundan sonra burada derse gireceksin. Nasıl heyecanlı mısın?” Mehmet; “ Bilmem heyecanlı mıyım değil miyim tam karar veremedim. Kalbim atıyor ama neden attığını bilmiyorum” dedi gülerek. Ece bir kahkaha attı o böyle söyleyince.
    Ece; “ Dur bakalım neden atıyormuş kalbin!” deyip elini Mehmet’in göğsüne bastırdı.
    İşte o an Mehmet olduğu yerde kaldı öylece. İçinden “Sanırım aklım karmakarışık ve kelimeler kafamın içinde dönüp duruyor Ece. Seni seviyorum ama sen henüz bunu bilmiyorsun fakat yanı başımda duruyorsun ve elin göğsümde kalbimi dinliyorsun. Peki, duyabiliyor musun onu? Hadi şimdi öğrenme vakti geldi. Çağır onu bütün kalbimle, kalbim. Mehmet çok doluydu ağlayacaktı neredeyse ve kızdı kendine hem de çok. Söyleyemedi ona, onu ne kadar çok sevdiğini. Birden bire sert bir şekilde Ece’nin elini üzerinden çekip bıraktı ve hiçbir şey söylemeden sınıfına girdi. Öylece bırakmıştı Ece’yi. Anlamıştı sanırım. Mehmet’in yaptığı bu davranış şok etmişti onu. Aslında bunu yapmaması gerektiğini biliyordu çünkü o da Mehmet’ten hoşlanıyordu. Sadece sıradan bir insana davrandığı gibi davranmaya çalışıyordu ona çünkü gelip geçici bir şey olduğunu düşünüyordu. Çok utanmış ve pişman olmuştu böyle bir şey yaptığı için Ece. Hemen uzaklaştı oradan, artık biliyordu Mehmet’in onu sevdiğini.
    Doluydu, dokunsalar ağlayacaktı Mehmet. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Boş bir yere oturdu hemen. Hiçbir şey düşünemiyordu, güçsüz, zayıf ve aptal gibi hissediyordu kendisini. Bir süre toparlayamadı kendini. Hoca içeri girmiş dersini anlatmıştı. Dört derste bitmişti. Dört saat ona yarım saat gibi gelmişti, zaman su gibi akıyordu sanki.
    Çantasını elinde eve doğru gidiyordu. Son anda fark etti yanlış yöne gittiğini. Yolunu düzeltti ve bugüne kadar hiç yapmadığı bir şey yaptı eve gitmeden önce bir paket sigara aldı kendine. Ece düşünüyordu durmadan, ona duyduğu şey çok büyük olmalıydı ki onu bu kadar ona karşı düşündürüyordu. Aklından çıkarıp atamadı onu. Bir sigara yaktı, içine çekmek istedi fakat yapamadı çünkü bugüne kadar hiç içmemişti. “ Nerden aldım bu mereti elime” dedi. Hepsini içmeden elinde ki sigarayı yere attı.
    Pansiyona girdi ve odasına çıktı. Çantasını bırakıp, yatağa uzandı. Gözünü kapatıp uyumaya çalıştı fakat yapamadı. Gözünü kapattıkça onu görüyordu, saçları, gözleri, bakışları hepsi ayrı ayrı gözünün önüne geliyordu. Uzandığı yerden kalktı ve pencereye doğru gitti, gözleri onun binasında geziyordu. Acaba ışığı yanıyor mu, evde midir diye ama o evde değildi.
    Sigarasını, kitabını alıp çalışma masasına geçti ve karşısında bomboş bir duvar. Sevmedi olduğu yeri, hemen çalışma masasını kavrayıp pencerenin karşısına koydu. Böylece buradan ona daha yakın olacaktı eve geldiğinde görecekti onu. Bir sigara yaktı önce sonra da kitabın sayfalarını karıştırdı.
    Seni düşünmek güzel şey,
    Ümitli şey,
    Dünyanın en güzel sesinden
    En güzel şarkıyı dinlemek gibi
    Bir şey…
    Fakat artık şarkı dinlemek yetmiyor bana,
    Ben artık şarkı dinlemek değil,
    Şarkı söylemek istiyorum.
    Böyle diyordu Nazım Hikmet. Sayfaları karıştırdı.
    Uykusuz gecemde bir kadın!
    Gözleri ay ışığında
    Vücudu kar beyazlığında;
    Saçları bir hazine altın…
    Ne ateşimden haberi var,
    Ne bilir çıplak olduğunu;
    Varlığını ve yokluğunu
    Duymadan güzel ve bahtiyar!
    En iyi Cahit Sıtkı anlatmıştı onu. Bir kez daha okudu bu şiiri. Kendini daha iyi hissediyordu. Şiirler onu anlıyordu o da şiirleri. Telefonu çaldı ve telefonun sesiyle irkildi. Evden arıyorlardı. “ Tam da sırasıydı şimdi” dedi. Biraz bekledi sonra açtı telefonu.
    Mehmet; “ Alo annecim”
    Selma Hanım; “ İyi akşamlar yavrum, nasılsın?”
    Mehmet; “ İyiyim anne sen nasılsın”
    Selma Hanım; “ Bende iyiyim oğlum, ne yapalım senle konuşmak için kalktık. Nasıl ilk günün nasıl geçti yavrum?”
    Mehmet; “ İyi anne nasıl olsun, güzeldi. İnterneti açayım oradan konuşalım annem tamam mı? Hadi kapat açıyorum.”
    Selma Hanım; “ Tamam oğlum bekliyorum.”
    Bilgisayarını çıkarıp hemen internete girdi. Kamerasını açtı, herkes oradaydı. Annesi, babası, Hanife Sultan’ı. Onları böyle bir arada görmesi mutlu etmişti onu. Sırf onunla konuşabilmek için hepsi kalkmıştı bu saatte.
    Mehmet; “ Bu saatte uykunuzdan da ettim sizi”
    Resul Bey; “ Olur mu oğlum asıl seninle konuşamadık diye uykumuzdan olduk. Nasılsın, durumun nasıl, alışabildin mi oralara.”
    Mehmet; “ İyi babacım nasıl olsun. Daha ilk günüm zaten o yüzden şu an bir şey söylemek için erken. Siz nasılsınız, sizleri sormalı.”
    Bu konuşmalar öylece sürdü gitti neredeyse bir saat konuşmuşlardı. Hem hüzünlenmiş hem gülmüşlerdi. Azda olsa Mehmet’in kafası dağılmıştı. Fakat ne kadar bir şey belli ettirmemeye çalışsa da Resul Bey oğlunda ki durgunluğun farkına varmıştı. Bir ara baba oğul baş başa kaldılar.
    Resul Bey; “ Daha dersler başlamamıştır oğlum bu halin ne senin. Sanki hayattan bıkmış usanmış gibi bir halin var. “
    Mehmet; “ Dersler değil beni bu kadar usandıran baba. Sanırım ayrı kaldım sizden birden bire o yüzden alışamadım buralara hala.”
    Resul Bey; “ Oğlumu tanımasam bu söylediklerine inanacağım ama sana yalan söylemek hiç yakışmıyor.” Dedi.
    Mehmet; “ Baba” dedi önce sustu sonra sesi titrek bir şekilde; “ Baba ben bir kız tanıdım burada adı Ece.” Diyerek başladı olan biteni babasına anlatmaya. İlk defa birisine karşı böyle bir şey hissetmişti. Babası da biliyordu bunu ve bu yüzden Mehmet’i gayet iyi anlıyordu. Ona cesaret verdi Resul Bey gidip Ece’ ye ne hissediyorsa ona söylemesini söyledi. Hiçbir şey de geç kalmamalıydı ve tam zamanıydı böyle bir şey yaşamak için. Mehmet babasının ona verdiği desteğe ne kadar ihtiyacının olduğunu anlamıştı. Aslında bir şeyleri saklamanın bir manası yoktu. Ece’yi seviyordu ilk görüşte aşktı bu. Ece’nin de ondan hoşlandığını düşünüyordu çünkü bugün olanlar basit değildi. Daha fazla konuşmadılar ve babası gelin adayını merak ettiğini söyledi. Mehmet gelin adayı lafını babasının ağzından duyunca daha da mutlu oldu. Herkesten vedalaşıp bilgisayarı kapattı. Yatağına geçti ve en kısa zamanda Ece ile konuşup ona karşı ne hissettiğini söyleyecekti.
    Saat ondu tam telefonuna elini attı Mehmet alarmı kapattı. Bu sabah daha zinde kalkmıştı uykusunu alarak kalktı. Yataktan çıkıp elini yüzünü yıkadı ve sonra pencereye yönelip perdesini açtı. Açar açmaz o da ne Ece karşıda pencere de dışarıyı izliyordu. Ona baktı onu görmesini istiyordu ve gördü de. İstek dışı bir hareketle ona el salladı. Ece de karşılık verdi. Bir şeyler olmuştu Mehmet’e adeta bir özgüven gelmişti ona. Ece’ye pencerede beklemesi için işaret etti Ece ne olduğunu bilmedi ama pencerede kaldı çünkü ne yapmak istediğini anlamaya çalıştı. Mehmet acele bir şekilde üzerine bir şeyler giyindi ve cüzdanını kaptığı gibi kendini dışarı attı.
    Koştu ve karşıya geçti Ece onu binanın önüne geldiğini görünce çok şaşırdı. Pencereyi aç diye işaret etti Mehmet. Ece dediğini yaptı ve pencereyi açtı.
    Mehmet; “ Günaydın. Eğer kahvaltı yapmadıysan birlikte çıkıp kahvaltı yapalım mı?”
    Böyle bir şeye hayır diyemeyecek kadar heyecanlıydı Ece. O yüzden; “ Yapmadım. Tabi ki gelirim bekle beni” dedi. Mehmet böyle bir delilik yaptığına inanamıyordu dahası yaptığı böyle bir harekete Ece’nin olumlu cevap vermesi daha da bir şaşırtmıştı onu. Beş dakika sonra Ece aşağı inmişti tokalaşacaktı ki Ece, Mehmet yüzüne gitmişti. Ece biraz kızardı ama Mehmet’in bu hareketi onun da hoşuna gitmişti.
    Mehmet; “ Nasılsın iyi misin?”
    Ece; “ İyiyim, sağ ol sen?”
    Hiç durmadılar durmadan konuştular, konu ne ki oldu hiç susmadılar. Ta ki kahvaltı yapacakları yere varıncaya kadar. Çok güzel bir yere getirmişti Ece onu. Küçük bir yerdi ama çok güzeldi. Küçük bir bahçenin içindeydi, her yer çiçek doluydu ve masalar rengârenkti.
    Güzel bir sabah olmuştu ikisi de çok güzel vakit geçirmişti. Mehmet hesabı ödedi ve kalktılar. Tam çıkacaklardı ki Mehmet bahçeden kırmızı bir gül koparıp Ece’nin kulağının arkasına koydu. Ece bu davranışa nasıl tepki vereceğini bilmiyordu.
    Mehmet; “ Çok güzel değil mi?”
    Ece; “ evet” diyebildi sadece.
    Mehmet; “ Kesinlikle tıpkı sen gibi.” Artık duygularını saklamanın bir manası yoktu Mehmet için çünkü hayatında ilk defa böyle bir şey hissediyordu birisine karşı. O yüzden saklamayacaktı sanki uzun süredir bu anı bekliyormuş gibiydi. Eve kadar beraber yürüdüler.
    Mehmet; “ Teklifimi kabul edip geldiğin için teşekkür ederim. Çok güzel bir sabah oldu.”
    Ece; “ Asıl sen beni böyle güzel bir günde dışarı çıkarıp bana çok güzel saatler yaşattığın için ben sana teşekkür ederim. Buraya geldiğimden beri ilk defa bir sabah bu kadar keyifli bir güne başlayacağım. Kendine iyi bak okulda görüşürüz. Bu arada çiçek için sağ ol.”
    Mehmet; “ Bunu duyduğuma sevindim. Bende seninle çıktığım için çok mutlu oldum. Çiçeğe gelince de daha güzellerini ve daha iyisini vermek isterdim dedi. Okulda görüşürüz.”
    İkisi de arkasını dönüp gittiler. Tam karşı tarafa geçecekti ki Mehmet birden arkasını döndü.
    Mehmet; “ Ece!”
    Ece aniden arkasına döndü baktı.
    Mehmet; “ Belki bunu söylememin erken olduğunu düşünebilirsin belki bana inanmayabilirsin de ama her ne düşünürsen düşün artık tutamayacağım içimde. Ben, ben sana âşık oldum Ece.”
    Aslında şaşırmıştı biraz fakat bunları duyduğu için değil sadece böyle ve bu kadar erken ona açılacağını tahmin etmediğinden. Fakat zaman konusunda yanılmış olabilirdi fakat Mehmet’ in onu sevdiği ve hatta ona âşık olduğu konusunda yanılmamıştı.
    Ece; “ Biliyorum. Ben de sana aşığım” dedi.
    İşte Mehmet bunu beklemiyordu o şuan şok geçiriyordu sanki. Böyle başladı tüm aşkları onların erken başlayan ve ölünceye kadar sürecek olan aşkları o gün o sokakta birbirlerine söyledikleri o kelimelerle başladı.
    İki ay geçmişti aradan, zaman ikisi içinde çok çabuk geçmişti ama iş güç derken bu koşuşturmaca da zaten nasıl geçtiği de belli olmuyordu.
    Telefon çalıyordu Ece hemen telefona koştu.
    Ece; “ Efendim hayatım.”
    Mehmet; “ Canım daha hazırlanmadın mı, geç kalmayalım yirmi dakika sonra dersim başlayacak.” Dedi.
    Ece; “ Tamam hayatım ben hazırım aşağı iniyorum hadi gel.”
    Mehmet; “ Tamam canım.”
    Aşağı indi ikisi de arabaya binip okula geçtiler aslında Mehmet’in dersi yoktu sadece Yılmaz Bey ile görüşecekti o yüzden acele ediyordu. Bugün Ece’nin doğum günüydü ve Mehmet küçük bir kutlama yapacaktı. Yılmaz Bey, eşi, Murat, Zeynep, Ali ve Cem’i de çağıracaktı. O yüzden bugün konuşup hepsini Ece’nin evine çağıracaktı. Ece eve gelmeden o bütün hazırlıkları da yapmış olacaktı. Evin bir anahtarı da Mehmet’te idi ve bu şekilde işi daha kolay olacaktı.
    Arabadan indiler ve sanki derse geç kalıyormuş gibi acele ediyordu Mehmet.
    Mehmet;” Hadi hayatım akşam görüşürüz.” Öptü ve sınıflara doğru gidiyormuş gibi yaptı. Ece gözden kaybolunca da hemen Yılmaz Bey’in odasına gitti. Önce onu ve eşini davet etti ondan sonra da arkadaşlarını tek tek arayıp söyledi. Zaten Ece’nin evi hemen pansiyonun karşısıydı. Hepsi artık Ece’yi tanıyordu ve haberleri vardı. Mehmet herkese haber verdikten sonra okuldan ayrılıp tekrar çarşıya çıktı. Doğum günü için Ece’ye iki tane hediye baktı. Birisini doğum günü için almıştı diğeri ise daha özel bir şey için almıştı. Hediyelerini alıp eve gitti ve evi süsledi akşam kullanacağı her şeyi hazırladı. Tabi verdiği pasta siparişi de gelmişti. O bunları yaparken zaman da ilerlemişti. İlk önce Ali ile Zeynep geldi sora Murat ve Cem, en son da Yılmaz Bey ve Makbule Hanım geldi. Herkes oradaydı ve hepsi Ece’nin gelmesini bekliyordu.
    Kapıyı açtı Ece ayakkabılarını çıkardı sonra ışığı açtı ve ışığı açmasıyla ürkmesi bir oldu. Hepsi bir ağızdan; “ İyi ki doğdun Ece” dedi. Ec

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 5:10 am