Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    ACILARLA DOLU HAYAT

    avatar
    büşra


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 19/12/10

    ACILARLA DOLU HAYAT Empty ACILARLA DOLU HAYAT

    Mesaj  büşra Paz Ara. 19, 2010 4:06 pm


    ACILARLA DOLU HAYAT
    Yusuf askerliğini bitirmiş, köyüne geri dönüyordu. Yarine kavuşmak sevinciyle sabahı bile bekleyememiş gecenin zifiri karanlığında yola çıkmıştı.Köyünün beş saat ilerisindeki köyde yol almaktaydı.Yol boyunca yarini ve daha hiç görmediği oğlunu düşünüyordu.
    Yusuf Bucak Köy’ünün ağası olan Ahmet Ağa’nın oğluydu. Yusuf on dokuz yaşındayken köyün güzeli Naciye ile evlendi. Evliliğinin altıncı ayında Naciye’yi karnındaki bebeği ile bırakıp askere gitti. Naciye’sine biran önce kavuşabilmek için izinlerini bile kullanmamıştı. O askerdeyken Naciye nur topu gibi bir oğlan dünyaya getirdi,adını da Sami koydular.
    Yusuf Köyüne yaklaştıkça daha çok heyecanlanıyordu. Kolay mıydı yardan o kadar ayrı kalmak hele de bir oğul dünyaya getirdiyse. Daha Naciye’yi ana oğul verdiği için anlından bir buse bile almamıştı. Yusuf köyünden bir önceki köye gelmişti ama bu köy onun için pek tekin değildi. Çünkü köyde çok fazla başıboş köpek vardı.Ama bu köyü de geçti mi yare kavuşacakken nasıl durabilirdi.Yusuf eline bir dal parçası alarak yavaş ve daha sessiz ilerlemeye devam ediyordu. Hiç beklemediği bir anda işte o vahşi köpeklerin saldırısına uğradı.
    Ahmet Ağa’nın evinde büyük bir yas vardı. Eşi Fatma kadın büyük kızı Gülay ve küçük kızı Zeynep gelen gidenleri karşılıyordu. Köyün imamı Mehmet Hoca, Ahmet Ağa’yı sakinleştirmeye çalışıyordu. Sanmayın ki tüm bunlar Yusuf içindi. Tüm bunlar olurken kapı çalındı. Kapıya gelenler kim olsa gerek jandarma. Evdekiler jandarmaları görünce çok şaşırdılar. Jandarmalar Yusuf’un başına gelenleri tek tek ev sakinlerine anlattı. Ahmet Ağa ve evin küçük kızı Zeynep jandarmalar ile hastaneye gitti. Büyük kızı Gülay ve Fatma kadın evde kaldı. Çünkü Fatma kadın hasta ve yaşlı, Gülay da sinir hastası idi.
    Ahmet Ağa ve Zeynep hastaneye vardıklarında Yusuf yoğun bakımdaydı. Onlar ordayken Yusuf hala ölmek ve yaşamak arasında gidip geliyordu. Durumu ciddiyetini koruyordu. Doktor ikisini odasına çağırdı ve her şeye hazırlıklı olmalarını söyledi. Yusuf’un durumunu onlara anlattı. Yusuf iki gün sonra yoğun bakımdan çıktı ama bir hafta daha hastanede yatması gerekiyordu. Yusuf’un yanına Zeynep’i bıraktılar. Kendine geldiğinde söylediği ilk şey ‘Naciye’m’ oldu. Naciye’nin adını sayıklayarak uyandı. Zeynep’e Naciye’yi sorduğunda Zeynep ne diyeceğini bilemedi. Masumane bir yalan söyledi. Evde küçük Sami’yi bırakıp gelemedi dedi. Oysa hiç de öyle değildi. Yusuf bebeğinin adının Sami olduğunu duyunca çok sevindi. Çünkü erkek bir çocuğa sahip olmuştu. Doktor elinden geleni yapmıştı ve Yusuf hayata geri



    dönmüştü. Yusuf artık iyiydi. Hastanede son günüydü. Yarın köyüne gidecekti ve çok özlediği Naciye’sine kavuşacaktı. Küçük oğlu Sami’yi de unutmamak lazımdı. İkisi de burnunda tütüyordu. Ahmet Ağa’nın evinde Yusuf için hazırlıklar yapılıyordu. Yusuf’u hastaneden getirmek için bir arabaya ihtiyaç vardı. Köyde de bir tek muhtarda araba vardı. Muhtarda o kadar cimri bir adamdı ki malı çok kıymetliydi. Herkes bir şeyini istemekten çekinirdi. Köyün imamı Mehmet Hoca muhtara olanları anlattı ve yarın için arabasını istedi. Çok diller döktü ama muhtar yola gelmedi, arabasını vermedi. Sonra Ahmet Ağa durumu hastaneye anlattı. Onlarda bir ambulansla gönderebileceklerini söylediler.
    Yusuf artık iyileşmişti ve eve gitme vakti gelmişti. Yusuf o kadar heyecanlıydı ki bu her halinden belli oluyordu. Yârine kavuşmaya saatler kalmıştı. Ambulansa bindiler ve yola koyuldular. O yol Yusuf için uzadıkça uzadı bitmek bilmedi. Sonunda eve vardılar. Herkes kapıda onları bekliyordu. Küçük Sami bile kapıdaydı ama tabi Yusuf’un gözleri Naciye’sini arıyordu. Annesine, ablasına doya doya sarıldı. Biraz duygusal birisi olan Yusuf ağlamaya başladı. Yusuf annesine Naciye’yi sordu. Annesi gerçeği söyleyemedi. Bir yalan uydurdu. Yusuf kendisi için hazırlanan yatağa yattı. Oğlunu doyasıya öptü kokladı. Oğluyla yatakta oynarlarken ikisi de uyuyup kalmışlardı. Bir saate yakın uyumuşlardı. Yusuf uyandı ve hala gözleri Naciye’sini arıyordu. O sıra Zeynep de Yusuf’a yemek getirdi. Yusuf yine dayanamadı ve Zeynep’e Naciye’yi sordu. Zeynep ağlayarak odadan çıktı. Zeynep’in ağlama sesini duyan annesi koşarak odaya geldi. Yusuf iyice meraklandı ve annesine neler olduğunu sordu. Yusuf artık bir şey olduğunu anlamıştı. Annesi olanları anlatmaya başladı. Yusuf anlatılanları diledikçe kendinden geçiyordu. Olaylar hiç de düşündüğü gibi değildi çünkü biricik Naciye’si ablasının eşi ile kaçmıştı. Yusuf bu olanlara çok üzüldü. Naciye bunu Yusuf’a nasıl yapabilirdi. Yusuf yemeden içmeden kesildi. Günler aynı hızla geçmekteydi ama Yusuf da bir düzelme yoktu. Günden güne zayıflıyordu. Yemiyor, içmiyor ve kimseyle konuşmuyordu. Küçük Sami babasının bu durumuna bir anlam veremiyordu. Yusuf artık oğluyla da ilgilenmiyordu. Hayattan elini ayağını çekmişti. Ölmek için gün sayıyordu. Annesi de Yusuf’un bu halini gördükçe çok üzülüyordu. Yusuf’a ne kadar dil dökse de Yusuf annesinin dediklerini duymuyordu bile.
    Yusuf yemeden içmeden kesileli üç ay olmuştu. Artık yataktan kalkamaz hale








    gelmişti. Günlerden Cuma idi. Annesi Yusuf’a belki biraz olsun yemek yediririm diye sabah uyanır uyanmaz Yusuf’un yanına gitti. İşte o an Yusuf hayata gözlerini kapamıştı. Annesi Yusuf’un öldüğünü anlayınca adeta çılgına döndü. Bağırarak ağlamaya başladı. Herkes annesinin bağırışına odaya koşturdu. Yusuf’u o halde gören ağlamaya başlıyordu. Ama artık olan olmuştu. Yusuf hayata gözlerini kapamıştı. Olan Sami’ye olmuştu. Artık ne bir annesi ne de bir babası vardı. Geriye kalan hayatını dedesi ve babaannesi ile geçirecekti. Dedesi çok gaddar bir adamdı. Sami’ye çok kötü davranıyordu. Her gün dedesinden dayak yiyordu. Sami’nin her yaptığı dedesine batar olmuştu.
    Yusuf dünyadan göç edeli tam dört yıl olmuştu. Sami’de yedi yaşına girdi. Okula gitme zamanı gelmişti. Az çok evde olanların farkındaydı. Bir gün dedesine annesini sordu. Dedesi çok kızdı. Adeta sinirinden köpürdü. Annesi hakkında ağza alınmayacak laflar söyledi. Bağırdı, çağırdı. Sami’yi eşek sudan gelinceye kadar dövdü.
    Sami zaten çocukluğundan bu yana dedesinden dayak yiyordu. Çektiği bu acıları dindiren tek kişi halasının kızı Gülsüm idi. Sami ile Gülsüm çok iyi anlaşıyorlardı. İkisi de birbirlerini çok seviyorlardı. Gülsüm de babası gittiğinden beri annesinden eziyet görüyordu. Çünkü annesi eşinin, kardeşinin karısı ile kaçmasını gururuna yediremiyordu. Karısına bunu nasıl yapabilirdi. Gülay artık bunu düşünmekten sinir hastası olmuştu. Sami ile Gülsüm okula birlikte gidip geliyorlardı. Bu olanlardan sonra iyice birbirlerine bağlanmışlardı. Biran bile ayrılmıyorlardı.
    Köyün imamı Mehmet Hoca, Gülay ve kızının evdeki bu hallerine çok üzülüyordu. Buna bir çözüm getirmek istiyordu. Akşam eve gittiğinde karısıyla konuşup eğer izin verirse Gülay’ı kuma almak istediğini söyleyecekti. Akşam oldu eve geldi. Karısına onunla bir şey konuşacağını söyledi. Ahmet Ağa’nın kızının ne kadar zor durumda olduğunu, babasının çok kötü biri olduğun, sürekli ailesine eziyet ettiğini eğer izni olursa Gülay’ı kuma alacağını söyledi. Tabi kadın bunu duyunca biraz şaşırdı. Biraz düşünmek istediğini söyledi. Adam yine kadına iznin olmazsa almam dedi. Kadın bütün gece düşündükten sonra kocasının Gülay’ı kuma almasını kabul etti. Mehmet Hoca o gün Gülay’ın evine gitti. Kapıyı Gülay açtı Mehmet Hoca’ya. Babasının nerde olduğunu sordu. Gülay buyurun içeride dedi. Mehmet Hoca içeri girdi ve doğruca Ahmet Ağa’nın yanına gitti. Ahmet Ağa her zaman olduğu gibi asık bir suratla karşıladı Mehmet




    Hoca’yı. Zaten yüzü hiç gülmezdi ki. Niçin geldiğini Mehmet Hoca Ahmet Ağa’ya tek tek anlattı. Bu fikir Ahmet Ağa’ya çok cazip geldi. Nede olsa evde birkaç boğaz azalacak diye düşündü. Hemen evet demez, gururluya hemen aşağıdan almayacak. Bira düşüneyim ben dedi. Yarın akşam Mehmet Hoca yine geldi. Mehmet Hoca Ahmet Ağa’ya ne karar verdiğini sordu. Ahmet Ağa tamam dedi. Yarın gel Gülay’ı ve kızı Gülsüm’ü al dedi. Mehmet Hoca evden ayrıldı. Kendi evine gitti. Durumu karısına anlattı. Karısı aslında çok sevinmedi. Nede olsa kocasını kıskanıyordu. Ama bunu kocasına belli etmedi. Ertesi gün Mehmet Hoca, Gülay ve kızı Gülsüm’ü almaya gitti. İkisi de hazırlanmışlar Mehmet Hoca’yı bekliyorlardı. Durumun farkına varan Sami çok üzüldü. Çok sevdiği Gülsüm’ü gidiyordu. Mehmet Hoca Sami’nin bu durumunu görünce üzüldü ve dedesinden Sami’yi de istedi. Dedesi buna şiddetle karşı çıktı. Sami’yi vermedi Mehmet Hoca’ya. Oysa Sami’nin içi gidiyordu Gülsüm ile birlikte. Mehmet hoca, Gülay ve kızı Gülsüm’ü aldı ve evine doğru yola koyuldular. Eve vardıklarında Mehmet Hoca’nın eşi bunları çok güzel karşıladı. Onlara yemek hazırlamıştı. Birlikte oturup bir güzel karınlarını doyurdular.
    Köyün muhtarı önceden gelen bir nedenden dolayı köyün imamı Mehmet Hoca’yı hiç sevmezdi. Adeta kan davalısı olarak görürdü Mehmet Hoca’yı. Bir gün muhtar Mehmet Hoca’yı öldürtmeye karar verdi. Bir adam ayarladı. Adama eğer bu işi başarırsa on bin lira vereceğini söyledi. Tabi bunu duyan adam daha çok gaza geldi. Bunun sonunda hapse gireceğini, yıllarca o pis yerde nasıl eziyet çekeceğini düşünemez bile. İşte o gün geldi. Mehmet Hoca ile eşi camiyi temizlemekten gelirlerken adam pozisyonu aldı. Tabancayı Mehmet Hoca’ya doğru yöneltti ve ateş etti. O Mehmet Hoca’yı vurduğunu zannetti. Oysaki o hain kurşun zavallı kadına arkasından isabet etmişti. Kadın neye uğradığını şaşırdı. O acıyla olduğu yere yıkıldı kaldı. Mehmet Hoca ne yapacağını şaşırdı. O telaşla hemen ambulansı aradı. Ambulans gelene kadar kadın Mehmet Hoca’nın kucağında can verdi. Kadını vuran adam bunun nasıl olduğunu anlayamadı. Ne yapacağını bilemedi. Bütün bu olayları gören Ali jandarma geldiğinde her şeyi anlattı. Kadını vuran adam on bin lirasını da alamadan jandarmalar tarafından götürüldü.
    Kuma olarak gelen Gülay artık Mehmet Hoca’nın resmi nikâhlı eşi oldu. Gülay evden ayrılalı tam bir yıl oldu ama ne Zeynep ne de Sami onları bir kere bile ziyarete gelmedi. Onlarda çok gitmek istiyordu ama o lanet olası dedesi izin vermiyordu. Bir gün





    dedesinden gizli Sami ile Zeynep Gülay’a gitmeye karar verdiler. Akşamdan her şeyi planlamışlardı. Gideceklerdi Gülay’a kafaya koymuşlardı. Sami çok heyecanlıydı. Çünkü Gülsüm’ü bir yıldır görmüyordu. Çok özlemişti. Sabah oldu sessizce evden çıktılar. Gülay’ın evine varmaya çok az kalmıştı. Bir de ne görsünler dedesi kahveden geliyor. Bunları oraya giderken görünce çok sinirleniyor. Daha oracıkta bunlara tekem tokat girişti. İkisinin de kolundan tutup eve götürdü. Birde evde dayak attı bunlara. İkisi de acıdan kıvranarak birbirlerine sarıldılar ve uyudular.
    Aradan üç yıl geçti. Sami on bir yaşına gelmişti. Bir bayram arifesiydi. Gülay, kızı Gülsüm ve Mehmet Hoca Gülsüm’e bayramlık almak için pazara çıkmışlardı. Gülsüm’e birçok şey almıştı Mehmet Hoca. Gülsüm sevinçten havalara uçuyordu. Artık eve dönmek üzerelerdi Gülsüm Sami’yi gördü ve koşarak yanına gitti. Onu o kadar çok özlemişti ki. Görür görmez hemen boynuna sarıldı. Orada biraz konuştular. Gülsüm Mehmet Hoca’nın kendisine bayramlık aldığını söyledi. Sami o kadar duygulandı ki neticede o da bir çocuktu ve yarın bayramdı. O da bayramda yeni bir şeyler giymek isterdi. Ama kim bilir kaç bayramdır yeni, bir şeyler giymiyordu. Gülsüm Mehmet Hoca’nın çok iyi biri olduğunu, isterse ona da bayramlık alabileceğini söyledi. Sami o kadar çok sevindi ki. Hemen Mehmet Hoca’nın yanına gittiler. Gülsüm Mehmet Hoca’dan Sami’ye de bayramlık almasını istedi. Mehmet Hoca Gülsüm’ü hiç kırar mıydı? Sonra Sami’ye de çok güzel şeyler aldılar. Artık eve gitme zamanıydı. Dedesi de evde Sami’yi arıyordu. Bu çocuk nereye gidebilirdi. Nihayet Sami elinde poşetlerle geliyordu. Dedesi Sami’yi böyle görünce çok şaşırdı. Daha yanına yaklaşır yaklaşmaz bağırarak nerede olduğunu sordu. Sami’ye açıklama fırsatı vermeden elinde ki poşetleri kavradı. Bir de ne görsün içinde birçok yeni elbise. Bunları nereden aldığını sordu. Sami çok zorlansa da gerçekleri söylemek zorunda kaldı. Dedesi Sami’nin anlattıklarını dinledikçe çılgına döndü. O yepyeni kıyafetleri paramparça etti. Sonra da bir güzel ateşe atıp yaktı. Sami o kadar çok üzülmüştü ki. Yıllar sonra ilk defa bayramda yeni bir şeyler giyecekti. Dedesi o zevki de Sami’ye yaşatmadı.
    Zeynep’in üç yıldır sevdiği Hasan diye biri vardı. Onu o kadar çok seviyordu ki. Evde gördüğü eziyetler üzerine Hasan ona ilaç gibi geliyordu. Onun yanında kendini çok mutlu hissediyordu. Evde babasından gördüğü şiddeti Hasan’a her buluşmasında anlatıyordu. Hasan da onu güzel sözlerle teselli ediyordu. Bu eziyetin biteceğini en kısa





    zaman da evleneceklerini söylüyordu. Yine bir gece Hasan ile Zeynep buluştular. Hasan Zeynep’e ailesinin onu istemeye geleceğini söyledi. Zeynep o kadar şaşırdı ki. Hiçbir şey diyemedi. Sonra tamam dedi ama benim evdekilere haber vermem lazım dedi. Eve gitti. Annesine söylerken çok utandı. Annesi tamam kızım gelsinler dedi. Babasına bu durumu bir türlü anlatamıyordu Fatma kadın. Nihayetinde Hasan’ın ailesi Zeynep’i istemeye gelecekti ama babasının haberi yoktu. Bir Perşembe akşamı istemeye geldiler. Ahmet Ağa’nın hala bir şeyden haberi yoktu. Ahmet Ağa Hasan’ın ailesini evinde görünce çok şaşırdı. Bu insanlar ne diye benim evimde diye düşünceye daldı. Hasan’ın ailesi sebebi ziyaretini söyleyince Ahmet Ağa resmen çılgına döndü. Hiç düşünmeden bu tekliflerini reddetti. İnsancıklar neye uğradıklarını şaşırdılar. Hemen o ortamdan ayrılmak zorunda kaldılar. Zeynep bu olanlara çok üzüldü çünkü Hasan’ı çok seviyordu. Bu olanlar üzerine Zeynep hala çok sevdiği Hasan’ı ile buluşmaya devam etti. Bir gece yine her zaman ki yerlerinde buluştular. Sohbet o kadar koyuydu ki babasının geldiğini hiç fark etmemişlerdi. Babası ta ki önlerine dikilene kadar. Zeynep o kadar şaşırdı ki neye uğradığını anlayamadı. Ahmet Ağa’yı görünce koşarak kaçtı Hasan. Olan Zeynep’e oldu. Oracıkta dövmeye başladı kızcağızı. Ağzı burnu kan olana kadar dövdü. Kolundan tutup eve götürdü. Fatma kadın kızını o halde görünce çok üzüldü oda kızı ile ağlamaya başladı. Fatma kadında Zeynep’in ayrı bir yeri vardı. Onu çok seviyordu. Ahmet Ağa o kızgınlıkla Zeynep’i kolundan tuttuğu gibi ahıra götürdü. Bir hayvan gibi Zeynep’i oraya bağladı. İki gün boyunca ne bir yudum su ne de bir lokma ekmek verdi. İkinci günün sonunda Fatma kadından bir dilim ekmek götürmesini istedi. Fatma kadın götürdü. Zeynep o kadar çok perişan olmuştu ki artık hiçbir şey yeme ihtiyacı duymuyordu. Fatma kadının getirdiği o kupkuru bir dilim ekmeği bile yemedi. Zeynep Fatma kadının gözlerinin içine bakarak yalvarıyordu adeta beni buradan kurtar diye. Ama annesinin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Herkes gibi Fatma kadın da Ahmet Ağa’nın şerrinden korkuyordu. Ertesi gün oldu bir bardak su ile bir dilim ekmek götürmesini istedi Fatma kadından Zeynep’e. Ahmet Ağa Zeynep’i ahıra bağlayalı üç gün olmuştu. Fatma kadın kızını o halde gördükçe içinin yağları eriyordu adeta. Elinden bir şey gelmemesi onu çok üzüyordu. Zeynep annesinin getirdiği şeyleri yine yemedi. Annesi ne kadar yalvarsa da işe yaramadı. Zeynep yavaş yavaş psikolojik bunalıma girmeye başladı. İntihar etmeye karar vermişti. Bir yolunu bulup bağlı olan kollarını açmalıydı. Zorlaya zorlaya kolunda ki ipi çıkardı. Kendini asmaya karar verdi. İpi tavana






    bağladı, altına da sandalye koydu. Üzerine de çıktı artık hayata veda ediyordu. İpi boynuna geçirdi ve kendini sallayıverdi. Artık hayata gözlerini kapatmıştı. Sabah oldu Fatma kadının içine doğmuştu sanki. Kızına kötü bir şeyler olduğunu hissediyordu. Kalkar kalkmaz hemen kızın yanına gitti. Gördüklerine inanamadı. Başından kaynar sular döküldü. Zeynep bunu nasıl yapardı. Canına nasıl kıyardı. Fatma kadın delirmiş gibi ahırın içinde bir o yana bir bu yana koşturup durdu. Bağırsa bağıramıyor, ağlasa ağlayamıyordu ne yapacağını bilemiyordu. Sonra aklını başına topladı ve hemen ahırdan çıktı. Koşa koşa eve gitti. Ama artık her şey için çok geçti. Olan olmuştu. Zeynep dünya ile olan ilişkisini kesmişti. Oracıkta hiç olmayacak bir şey yaşandı. Ahmet Ağa kızını öyle görünce hıçkırıklara boğuldu. O kadar pişman oldu ki yaptıklarına. Ahmet Ağa’yı böyle görmek çok şaşırtıcıydı. Ahmet Ağa bu hallere düşecek insan mıydı? Ama işte hayat her şeyi gösteriyordu insana.
    Bu olayın üzerinden bir ay geçti. Fatma kadın kızını düşünmekten kafayı yedi. Sürekli Zeynep’in den bahsediyordu. Zeynep’im ölmemeliydi, onun daha önünde yaşayacağı çok günleri vardı diye diye delirdi. Köyün imamı Mehmet Hoca Gülay’ı ve kızı Gülsümü de alıp şehre gitmeye karar verdi. Fatma kadını da o kötü adamın elinden kurtarmak istiyordu. Onu da alacaktı yanlarına. Ama bu olanlardan Ahmet Ağa’nın haberi olmamalıydı. Bir gece herkes uyurken gitti ve Fatma kadını evden aldı kendi evine getirdi. O gece bütün eşyalarını toplayıp o köye bir daha geri dönmemek üzere İstanbul’a kaçtılar.
    Ahmet Ağa ile Sami tek başlarına kaldılar evde. Dedesi Sami’yi okula da göndermiyordu. Sadece masraftan kaçındığı için. Bu olanlar üzerine Ahmet Ağa Sami’yi her gün döver olmuştu. Sinirini çıkartacak tek kişi Sami’ydi artık. Psikopata bağlamıştı Ahmet Ağa. Yokluğunu hissediyordu yavaş yavaş. Dışarıdaki kadınlara göz dikmeye başladı. Özellikle de şehir kadınları ilgisini çok çekiyordu. Bir gün oturdu düşünmeye başladı. Benim bu halim ne olacak diye. Düşündü taşındı bir karara vardı. İstanbul’a gidecek ve bir şehirli kadınla evlenecekti. Ertesi gün her şeyini satılığa çıkardı. Bütün mal varlığını sattı ve hemen o gün Sami ile birlikte İstanbul’a doğru yola koyuldular. İstanbul’a vardıklarında sabah ezanları okunuyordu. Karınları çok acıkmıştı. İlk iş olarak yemek yiyeceklerdi. Bir lokanta bulup önce karınlarını






    doyurdular. Sonra yine yola koyuldular. Önce kendilerine barınacak bir ev bulmaları gerekiyordu. Ahmet Ağa parasına çok güveniyordu. E nede olsa malını mülkünü yeni satmıştı. Para boldu. Sonra kiralık bir ev buldular. Ama içinin eşyası yoktu. Bir de eşya gerekiyordu evin içine. O akşam evin içinde eşya olmadığı için yere gazete serdiler ve onların üzerinde sabahladılar. Sabah kalktıklarında her yerleri tutulmuştu ve ağrıyordu. Ahmet Ağa kalkar kalkmaz ilk iş olarak evini düzdü ve Sami’yi de bir tamircinin yanına çırak olarak verdi. Sami artık her gün ustanın yanında çalışıyor ve kazandığı paraları dedesine veriyordu. Kazandığı paranın bir kuruşuna bile dokundurmuyordu dedesi. Sami ustası ile iyi anlaşıyordu. Ustası Sami’nin okumasını çok istiyordu. Bir kaç defa dedesi ile konuşsa da dedesi Sami’yi okula yazdırmamıştı. Sami de okula gitmeyi çok istiyordu. Her sabah işe giderken öğrencileri özlemle seyrediyordu.
    Sami işini bitirmiş ağır ağır eve gidiyor ve köyünü düşünüyordu. İmamı, halasını, ninesini ve en önemlisi Gülsümü. Gülsümün hasreti burnunda tütüyordu. Onu görebilmek için nereleri vermezdi ki. Sami bunları düşünerekten eve vardı. İçeriye girdiğinde yabancı bir kadın oturuyordu. Orta yaşlarda, süslü ve neredeyse bütün vücudu açıkta kalmış bir kadındı. Sami’nin köyündeki kadınlara hiç benzemiyordu. Dedesi Sami’nin yanına gidip ilk defa güler yüzle ‘bu bayan artık senin ninen’ dedi. Kadın Ahmet Ağa’ya sinirli bir şekilde bakarak ‘ ne ninesi yahu ablasıyım ben onun ‘dedi. Sami ne olduğunu anlayamadan odasına çekildi ve ağlayamaya başladı çünkü annesini çok özlemişti. İçerde ise dedesi ve yabancı kadının gülüşleri geliyordu. Sami bu duruma o kadar çok üzüldü ki. Sami’nin bütün günü işte geçiyordu. İşteyken çok mutlu oluyordu. Çünkü ustası çok iyi bir insandı. Keşke hep iş yerinde durabilseydi de eve hiç gitmeseydi. Ev Sami için tam bir dramaydı. Eve giderken resmen eziyet çekiyordu. Eve gittiğinde de odasından dışarı çıkmıyordu zaten. Çünkü dedesi ile kadının o hallerini gördükçe deli oluyordu. Dedesi ile o şehirli kadın sanki ikinci baharlarını yaşıyorlardı. Sami mutfak ile odası arasında gidip geliyordu. O şehirli kadın evin her şeyini yönetir olmuştu. Ahmet Ağa’nın sırf parası pulu için yanında duruyordu. Ama Ahmet Ağa bunun fakında değildi. Kadın onu sömürüyordu. Sami’ye de çok kötü davranıyordu. Sami bir gün işyerine gitti ve çok mutlu bir haber verdi ustası ona. Sami’yi okula yazdırmıştı. Sami artık okullu olmuştu. İşe gitme zamanlarında okula gidecekti ve bu durumdan dedesinin haberi yoktu. Sami çok mutluydu. On iki yaşındaydı ve ortaokul birinci sınıfa gidiyordu.




    Sami bir gün işten geldi. Aslında işten gelmiyordu okuldan geliyordu. Dedesi yalnız başına oturuyordu salonda. Kadın geldiğinden beri ilk defa dedesinin yanına oturdu. Biraz sohbet ettiler. Sonra Sami’nin aklına annesi geldi. O an annesinin eksikliğini o kadar çok hissetti ki. Keşke anneciği yanında olsaydı da onu doya doya öpseydi. Çok zorlandı ama yinede dedesine annesini sormayı başardı. Dedesi o kadar çok kızdı ki Sami’ye. Annesi hakkında birçok şey söyledi. Dedesinin anlattıklarını duyunca Sami de çok kızdı annesine ama nede olsa annesiydi o canından bir parçaydı. Yine de çok merak ediyordu annesini neredeydi acaba. Şu anda ne yapıyordu. Acaba o da Sami’yi düşünüyor muydu? Sami bunları düşünerekten uyudu kaldı salonda kanepenin üstünde. Dedesi çok şaşırtıcı bir şey yaptı. Sami’nin üstünü battaniye ile örttü.
    Sami monoton hayatına devam ediyordu. Evden işe gidiyorum diye çıkıyordu okula gidiyordu. Bütün okul masraflarını ustası karşılıyordu. Dedesi bu durumu öğrense çok kızardı Sami’ye. Sami bir gün evden çıktı okula gidiyordu. Bir yaz günüydü. Hava o kadar güzeldi ki. Güneş gülümsüyordu adeta. Kuşlar birbirleriyle konuşuyormuşçasına cıvıldaşıyordu. O evlerinin yakınında ki dere gürül gürül akıyordu. Arabalar vızır vızır işliyordu. Trafik o kadar sıkışıktı ki. O kadar güzelliğin arasında Sami’ye o sıkışıklık bir problem gibi gelmiyordu. Hayatın o güzelliklerini seyretmeye doyamadı. Okula yaklaşmak üzereydi. Okulun yakınında bir kafe vardı. Gözü, o kafedeki kokoş giyinişli, çoğu yeri açık, yüzünde bir kilo makyaj olan bir kadına takılı kaldı. Gözlerine inanamadı. Bu dedesinin eşi olamazdı. Yanında bir erkek vardı ve erkekle çok samimiydi. Çok dikkatlice baktı kadına evet oydu dedesinin yeni karısıydı. Bunu dedesine anlatmalıydı ama nasıl, bir fırsatını bulup anlatmalıydı. Sami okula gitti ama dersleri dinlediği pek söylenemezdi çünkü o gün sürekli o şehirli kadını düşündü. O gün dersler bitti ve eve gitti. Eve vardığında Sami’ye kapıyı kadın açtı. Sami çok şaşırdı, o gece kadın dedesinin yanından hiç ayrılmadı. Sabah olduğunda yine kadın evde yoktu erken çıkmıştı evden. Sami de bu durumu değerlendirmeyi düşündü. Dedesinin yanına gitti. Bütün cesaretini toplamıştı evet anlatacaktı her şeyi. Kadınla ilgili gördüklerini tek tek anlattı. Dedesi neye uğradığını şaşırdı. Bu çocuk neler anlatıyordu böyle. Karısı asla böyle bir şey yapmazdı yapamazdı. Bunu kendine yediremediği için sinirini Sami’den çıkardı. Ona bağırdı, çağırdı, dövdü. ’Yalan söylüyorsun sırf karımı evden kovayım diye bunları uydurdun’ dedi Sami’ye. Sami bu kadar hakaret üzerine ayağa kalktı ne halin varsa gör dedi. Bütün eşyalarını topladı, kapıyı çarptı ve gitti. Evden dışarı adımını attı hala





    hıçkırarak ağlıyordu. Sami şimdi ne yapacaktı nereye gidecekti. Aklını birçok şey kurcalıyordu. O geceyi bankta bir bankın üstünde geçirdi. Ertesi gün ustasının yanında kalmaya karar verdi. Dükkâna gitti ustası her zaman ki yerinde oturuyordu. Olayları ustasına anlattı. Ustası o kadar iyi niyetli, o kadar tatlı, ton ton bir adamdı ki hemen dükkânda Sami’ye kalması için bir yer ayarladı. Artık Sami’nin evi orasıydı. Okula da oradan gidip geliyordu. Sami atık her gece yatarken annesini düşünür olmuştu. Acaba annesini nasıl bulabilirdi.
    Sami ustasının yanında hayatına devam ederken bir de geçmişte yaşadıkları aklından gitmiyordu. Zaten devamlı olarak annesini düşünmekteydi ama annesine ne olduğunu ve onu neden terk ettiğini bilmiyordu. Tek bildiği bir gece Sami’yi kucağına alıp okşamış ve geleceğini söyleyip gitmişti. Aradan on iki yıl geçmişti ama hala bir haber yoktu. Sami’nin tek istediği annesinin artık geri dönmesiydi.
    Okullar bitmiş tatil başlamıştı. Sami ustasının yanında çalışmaya devam etmekteydi. Bir gün ustasından izin istedi köyüne gitmek ve orada ki tanıdıklarını görmek için, Gülsüm için. Ustası buna izin verdi. Ama geri dönmesini istedi çünkü ustası Sami den ayrı kalmaktan korkuyordu. Yalnız yaşayan bu adam Sami’yi artık oğlu olarak kabul etmişti. Sami hemen o gün hazırlanıp yola çıktı. Yolculuk esnasında sanki kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. Köyden ayrılalı daha bir yıl olmuştu. Ama sanki ona uzun yıllardan beri görmemiş gibi geliyordu. Gülsümü görmek, ellerinden tutmak istiyordu. Ninesini de çok özlemişti. Dedesinin niye ninesini yanlarına almadığını bilmiyordu. İşin garibi bir gün öncesi ninesi evden kaybolmuştu. Dedesinden korktuğu içinde soramamıştı. Köye varmasına az kaldı. Ama yol sanki bitmek istemiyor gibiydi. Sami köye yaklaştıkça içine bir sıkıntı girmişti. Neden olduğunu kendide anlamamıştı.
    Sami sonunda köye varmıştı. Herkes Sami’yi görünce şaşkın şaşkın ona bakıp aralarında konuşuyorlardı. Sami ilk olarak dedesinin evine gitti. Evde artık başkaları yaşıyordu. Sonra koşar adımlarla Mehmet Hoca’nın evine gitti. Oraya vardığında Sami neredeyse bayılacaktı çünkü hocanın evi boştu. Sami bu şoktan bir süre çıkamamıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Bir yanlış var ya da başka bir eve geçmiştir diye düşünüyordu. Etraftan geçenlere sormaya başladı ve herkes aynı şeyi söylüyordu.






    ’Hoca bir yıl önce köyü terk etti.’ Bu sözler sanki bir darbe gibi indi beynine küçük Sami’nin. Köyden bir kişi Sami’nin muhtara gitmesini ve onun yardım edebileceğini söyledi. Sami doğru muhtarın yanına gitti. Oraya vardığında muhtarın o eski muhtar olmadığını gördü. Muhatara Mehmet Hoca ile ilgili sorular sormaya başladı. Onun nereye gittiğini, ne zaman gittiğini soruyordu. Muhtar ona hocanın şehre gittiğini ama tam olarak adresini bilmediğini söyledi. Sami hiç olmazsa aynı şehirde oldukları için onları bulabileceğini düşündü. Hemen oradan ayrılmak için ayağa kalktı ama muhtar onu durdurdu. Sami’ye bir mektup uzattı. İmama gelmişti mektup ve imamı bulursa vermesini istedi. Sami mektubu alıp muhtarla vedalaşıp belki de bir daha gelmemek üzere ayrıldı. O çocukluğunun geçtiği köyden.
    Sami şehre geldiğinde ustasının yanına gitti. Olanları anlattı ve artık onları bu şehirde aramaya başlayacağını söyledi. Ama nerden başlayacaktı, İstanbul’du bu sanki ucu bucağı yok gibiydi. Bu koca şehirde nerdeydi Gülsümü.
    Aradan iki yıl geçmişti ve Sami ortaokul son sınıftaydı ve okulun bitmesine az kalmıştı. Okul bitiyordu bitmesine ama Sami’nin de umutları bitiyordu gün geçtikçe. Aradan iki yıl geçmesine rağmen Mehmet Hoca’dan ve Gülsüm den bir iz bulamamıştı. Ustası her gün Sami’yi teselli etmeye başlamıştı ama Sami iyileşmek yerine daha çok çöküyordu. Sami bu iki yıl içinde dedesinden de bir haber alamamıştı. Aslında onu görmek bile istemiyordu ama içi rahat değildi ve bir gün okul çıkışı dedesinin evine gitti. Evin kapısına dikildi elini zile götürdü ama çalmaya cesaret edemiyordu. Tam çalacaktı ki kapı birden açıldı. Karşısında o kadın duruyordu. Onu görünce sanki Sami’nin midesine bir şey saplanmış ona acı çektiriyordu. Kadın Sami’yi görünce gözleri büyümüş öylece kalmıştı. Sami’ye bakıp gülümsemeye başladı.
    -Seni bir daha buralarda görmeyi ummuyordum ufaklık. Hangi cesaret getirdi seni buraya, yediğin dayaklara doymadın mı daha.
    -Dedem nerde?
    -Deden mi? Ne o çok mu özledin onu.
    -Dedem nerde? O iyi mi?






    -Korkma deden iyi, eminim şu anda kahvede oturuyordur. Şimdi çekil de yoluma gideyim. Haa gitmeden önce dedenin aklına bir şeyler sokmuşsun benim hakkımda, dedenin sana inanacağını mı düşündün yoksa. Sakın düşünmüş olma o artık benim esirim. Benden başkasını dinlemez. Bir daha buralara gelip dedeni sorma anladın mı? Sen onun için artık bir ölüsün.
    Sami bu laflar karşısında donmuş kalmıştı. Hiçbir şey demeden oradan ayrıldı. Dedesini sevmediği halde bu kadınla yaşaması içini acıtıyordu.
    Sami artık liseye devam etmiyordu, ustası çok istemişti ama artık ustasına yük olmak istemiyordu. Ustasının yanında çalışırken artık onun kadar iyi yapar olmuştu işini. Müşterilerde Sami’den memnun oldukları için boş kalmıyordu dükkân. Sami hem çalışıyordu hem de gülsümü arıyordu.
    Cuma ezanı okunuyordu Sami dışarılarda geziniyordu ve sürekli dua ediyordu Gülsümü bulabilmek için. Ezanın sesiyle irkildi birden çünkü duyduğu ses ona hiç de yabancı gelmiyordu. Camiye doğru ilerlemeye başladı ama yanılmaktan da korkuyordu. Çünkü o ses Mehmet Hoca’nın sesiydi. İçeri girdiğinde ağlamamak için kendini zor tuttu. Çünkü imam Mehmet Hoca idi. Ona seslenmek istedi ama önce ilk olarak namaz kılmalıydı. Herkesle birlikte oda namaza durdu. O mutlulukla sanki başka iklimlerde kılıyordu namazını ve şükrediyordu Rabbine. Namaz bitmişti herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Ama Sami oturduğu yerden kalkamıyordu. Mehmet Hoca cüppesini çıkarıp arkasını döndüğünde oturan kişiyi gördü. Yanına yaklaştı yere bakan gencin omzuna dokunup neden kalkmadığını sordu. Sami kalkıp Mehmet Hoca’ya sarıldı ve ağlamaya başladı. Hoca ne olduğunu anlayamadı. Bir yandan Sami’yi avutuyor bir yandan da ne olduğunu soruyordu. Sami başını kaldırıp hocaya baktı. Hoca bunun Sami olduğunu görünce gözlerine inanamadı oda ağlamaya başladı. Bir süre öyle kaldılar bir şey konuşamadılar. Sami bütün yaşadıklarını bir bir hocaya anlattı. Dedesinin yaptıklarını, ustasını, yaşadığı her şeyi. Mehmet Hoca yıllar önce Sami’yi de yanına almadığı için çok pişman olmuştu ama nedenini kendine bile açıklayamıyordu. Sami konuşmasını bitirince bu sefer Mehmet Hoca başladı anlatmaya. Sami Gülsümü sormak istiyordu ama utandığı için soramıyordu ‘şey’ deyip susuyordu. Hoca durumu anlamış gülümseyerek Gülsüm’ün evde olup hasta annesine baktığını söyledi. Ninesi de vefat etmişti. Sami bunu duyunca çok üzüldü. O gün Mehmet Hoca ile uzun uzun





    konuşmuşlardı ama vakit epey geç olmuştu. Sami ne kadar Gülsümü görmek istese de ustası merak eder diye gitmek zorundaydı. Mehmet Hoca Sami’yi ertesi gün eve yemeğe davet etti. Sami de tamam dedi oradan ayrıldı. Ustası Sami’yi böyle mutlu görünce ne olduğunu sordu. Sami de aradıklarını bulduğunu söyledi. Nasıl bulduğunu da anlattı. Ustası çok sevindi ikisi birlikte kucaklaşıp öpüştüler.
    Ertesi gün Mehmet Hoca Gülsüm’e akşama misafiri olduğunu söyleyip camiye yol aldı. Sami o günü nasıl geçireceğini bilemiyordu resmen eli ayağına dolaşmıştı. Akşam bir olsa da Gülsüm’ü bir görebilse. Bütün gün bu düşünceyle gezip durdu. Akşam olmuştu. Sami hazırlanıp evden çıktı. Sami’nin bedeni gidiyordu ama ruhu çoktan oraya varmıştı. İlk önce camiye uğradı ve Mehmet Hoca’yı alıp birlikte yola devam ettiler.
    Gülsüm yemekleri hazırlamış bekliyordu. Gelecek olan misafiri çok merak ediyordu. O kişinin Sami olmasını çok istiyordu. O kadar yıl geçmesine rağmen hala onu unutamamışı. Gülsüm bu hayalleri kurarken kapı çaldı. Gülsüm kapıyı açmaya gitti. Kapıya vardığında içinde hala bir kıpırtı vardı ve kapıyı açtı. Karşısında yıllardır hasretiyle yandığı Sami duruyordu. Yere düşmemek için kendini zor tuttu. Sami de aynı durumdaydı. İkisi de birbirlerini görünce donup kaldı. Birkaç saniye bir şey söyleyemediler. Mehmet Hoca Sami’yi içeriye aldı. Gülsüm bu zamana kadar beklediği yarinin yüzüne bile bakamadan ona sadece hoş geldin diyebilmişti. Ama içinde bin bir fırtınalar kopuyordu. Elini tutmak ve doya doya gözlerinin içine bakmak istiyordu. Peki ya Sami ne düşünüyordu bu konu hakkında. Sami de aynı utangaç halde hoş bulduk diyebilmişti. Sami’ye halasını yatalak halde görmek içine dokunmuştu ve durumu da pek iyi görünmüyordu. Halası kötü hastalıkla boğuşuyordu.
    Gülsüm sofrayı kurdu. Yemekler yendi, kahveler içildi. Sohbet sohbeti açtı ve vakit epey ilerlemişti. Evde herkes hasret gideriyordu. Hele ki Sami ile Gülsüm çok şey anlatıyorlardı birbirlerine ama sadece gözleriyle. Sami son olarak yıllar önce muhtarın verdiği mektupları Mehmet Hoca’ya teslim etti ve ona kimin verdiğini anlattı. Mehmet Hoca mektubun üzerindeki adresi tanıyamamıştı. Merakı iyice artmıştı. Sami mektubu teslim ettikten sonra evdekilerle vedalaşıp oradan ayrıldı. Mehmet Hoca eşini yatırmak için Gülsüm’ e yardım ettikten sonra mektubu alıp oturdu. Mektupta şöyle yazıyordu;
    ‘’Mehmet Hocam, biliyorum bu mektubu yazmamalıydım. Ama dayanamadım




    öncelikle beni affetmenizi ve olayların hiç de bildiğiniz gibi olmadığını söylemek isterim. Ben bu mektubu oğlum için yazıyorum hocam, ana yüreği işte. Oğlumu çok özledim. Ne olur onu görebilmem için bana yardım edin. Onu yanıma almak istiyorum. Hocam bana sizden başka yardım edecek biri yok ne olur bana yardım edin. Oğlumu getirin bana. Yalvarıyorum size. Naciye’’
    Mehmet Hoca bu mektup ile sarsılmıştı. Naciye’nin böyle bir şey istemesini beklemezdi. Mektup köyden ayrıldıktan bir yıl sonra gelmişti. Bunca yıl sonra nasıl olurda oğlunu ister ve o kadar yaptıklarından sonra nasıl olurda yüz bulur buna diye düşünüyordu hoca ama hiçbir şey bildiğiniz gibi değil diyordu Naciye. Mehmet Hoca Naciye’yi çocukluğundan beri tanırdı. Yalanı dolanı olmayan namuslu bir kızdı. Eniştesi ile kaçması hocayı çok şaşırtmış ve yıkmıştı. Şimdi ne yapmalıydı, gidip Naciye’yi bulmalı mıydı? Yoksa mektubu ateşe mi atmalıydı, ne yapmalıydı?
    Sami ustası ile de tanıştırmıştı Mehmet Hoca’nın ailesini. Bu gelip gitmeler olurken bir gün halası rahatsızlanmıştı. Acilen hastaneye kaldırdılar ama artık yapılacak bir şey yoktu. Hoca eşinin cenaze işlerini halletmiş onu huzura kavuşturmuştu. Herkes bu olayla sarsılmıştı hele Gülsüm. Annesi ona küçüklüğünde çok eziyet etmişti ama yinede anneydi işte yürek nasıl dayansın yokluğuna.
    Hoca hala kararını verememişti. Ama gitmesi gerektiğini biliyordu. Yola çıktı elindeki adrese doğru yol almaya başladı ama içi hiç rahat değildi. Yaptığı bir hataysa diye düşünüyordu. Göreceklerinden korkuyordu.
    Evin kapısındaydı ama cesaret edemiyordu. Sonunda çalmıştı ve içeriden tiz bir ses ‘’kim o’’ dedi. Mehmet Hoca:
    -Ben Naciye Hanıma bakmıştım. Kendisi burada mı acaba ben Mehmet Argan.
    -Mehmet Hocam siz misiniz?
    Naciye kapıyı açtı. Hoca onu görünce şaşkına dönmüştü. Naciye’nin sanki ömründen ömür gitmiş, çökmüştü. Naciye hocayı içeri aldı. Ona oturmasını söyledi ve odadan ayrılıp iki çayla geri döndü.
    -Mektubuma cevap verirsiniz diye tam üç yıl bekledim hocam. Artık ümidi kesmek üzereydim. Niye bu zamana kadar bir şey yazmadınız hocam.





    -Çünkü mektup birkaç hafta önce elime geçti kızım. Üç yıl önce köyden ayrılmıştım onun için mektubun yeni geldi.
    -Hocam yani siz oğlumu görmediniz mi?
    -Bak kızım oğlunu görüyorum ama ona yaşattıklarından sonra onun karşısına çıkmayı nasıl çıkmayı düşünüyorsun.
    -Haklısınız hocam, size bakmaya bile yüzüm yok ama ne yapayım oğlumu görmeyi çok istiyorum.
    -Gerçek ne bana niye anlatmıyorsun.
    -Lütfen hocam bırakında olma anlatayım ne olursunuz. O artık büyüdü on beşine basmak üzere beni anlayacağını düşünüyorum.
    Naciye bütün vakit hocaya yalvarmıştı. Hoca onun bu çabasını görünce, ona karşı hissettiği duygular acımaya dönüştü. Hoca biraz düşünmesi gerektiğini söyleyip oradan ayrıldı. Sami’ye anlatmalı mıydı ama Naciye çok yalvarmıştı. O ana yüreğini nasıl üzebilirdi. Hoca doğrudan Sami’nin yanına yol aldı.
    Sami tamir işleriyle uğraşıyordu ve Mehmet Hoca’nın geldiğini görünce hemen işini bırakıp yanına gitti.
    -Hoş geldiniz hocam.
    -Hoş bulduk. Nasılsın Sami, işler nasıl gidiyor?
    -Çok şükür iyi hocam. Gelin oturun size çay getireyim.
    -Yok, Sami çayı bırak seninle konuşmak istediklerim var.
    -Ne oldu hocam kötü bir şey olmadı ya.
    -Yok yok merak etme sadece sohbet edeceğiz.
    -Sizi dinliyorum hocam.
    -Şey!!! Sami babanı çok küçükken kaybettin, anneni de tam olarak tanımıyorsun demi.




    -Hayır, hocam nasıl tanıyabilirim ki. Tek bildiğim şey onun kötü bir şey yaptığı ve köyü terk ettiği ama ben onun kötü bir şey yaptığına inanmıyorum hocam. Dedem hep annemden bahsettiğimde, ağza alınmayacak laflar ediyordu. Benim annem öyle birisi olamaz hocam.
    -Bunu bilemeyiz oğlum bunu tabi ki de annen bilecek Allah ile onun arasında.
    -Annem mi? Bunun için onun burada olması gerekir ama yok yaşıyor mu onu bile bilmiyoruz
    -Yaşıyor oğlum ve seni görmek istiyor.
    Bu sözleri duyunca Sami çok şaşırdı ne diyeceğini bilemedi. Bu duydukları doğru muydu? Bu zamana kadar hasretiyle yandığı annesi yaşıyor ve oğlunu mu çağırıyordu. Sami hemen hocadan adresi alıp koşarak annesinin bulunduğu eve gitti. Evin önüne vardığında sanki kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Eli titreye titreye kapı zili çaldı. İçerden çok sakin bir ses geldi. Bu Sami’nin annesinin sesiydi.’’Kim o?’’ diyordu. Ama Sami bir ses verememişti. Kapının önünde tutulup kalmıştı. Naciye karşıdan ses gelmeyince kapıyı açmadı. Tam kapıdan uzaklaşırken yanık bir ses duydu. ‘’Anam ben geldim, Sami’’ Bu kadar çabuk geleceğini düşünmeyen Naciye hemen kapıyı açtı. İşte karşısındaydı. Sami’si ona bakıyordu. Şimdi iki vücut birleşmiş. İki gözde yaşlar sel oluyordu. Yıllarca hasret çekmiş iki insandı onlar. Uzun süre sarılıp öpüştüler. Öylece duruyorlardı. İkisinden de iki çift laf çıkmamıştı. Ama artık gerçekler ortaya atılmalıydı.
    -Oğlum seni o kadar çok özledim ki. Kokun buram buram tüttü. Ne zaman bir çocuk görsem ağladım sen yoksun diye.
    -Anam bende seni çok özledim ama beni bu kadar çok severken neden bıraktın gittin, neden anlat anam bileyim bende.
    -Anlatacağım oğlum zaten bu durumu senden başkasına anlatamam çünkü bir başkası inanmaz bana. Baban askerdeydi, sende daha çok küçüktün. Bir gün evde senle ikimiz yalnız kaldık. Sen uyumuştun, diğer aile fertleri de gezmeye gitmişti. Deden eve o gün erken döndü. Onu içeriye aldım ve bir süre sonra pişkin pişkin gülmeye başladı. Ona ne olduğunu sordum ama hiçbir cevap vermeden üzerime yürümeye başladı. Ona direndim ama benden çok güçlüydü. Kurtulamadım o gün bütün gece ağladım, kime derdim bu






    durumu. Ne yaparım şimdi ben diye düşündüm durdum. Artık her akşam kapımı çalıyordu ve ev insan olduğu için gelemiyordu. Bende yalnız kalmamaya çalışıyordum. O sıralar halanın kocası da kötü haldeydi. Benimle dertleşmişti ve eşinden yani halandan çok işkence görüyordu. Artık evliliklerinin dayanmaz hale geldiğini, karısının çileden çıktığını söylüyordu. Bir gün eniştenin yanına gittim ve ona bir tavsiyede bulundum. Beni de alıp köyden kaçmamızı istedim. İlk başta istemedi köydekiler ne der falan dedi ama köydekileri düşünmek yerine kendimizi düşünmeliyiz. Çünkü biz daha kötü haldeydik. Daha sonra bunları düşünüp kabul etti. Gece yarısından sonra kaçacaktık, seni bırakmak zorundaydım çünkü şehirde beni ne beklediğini bilmiyordum. Baban bakar diye koydum seni köyde. Kaçtık ve şehre vardığımızda ikimizde bir daha birbirimizi görmemek üzere ayrıldık. Elimde ki bir miktar para ile ev tutup çalışmaya başladım ve hayatıma Sami ile Yusuf’umdan başka kimseyi katmadım.
    -Anam ne zorluklar çekmişsin hem de o dedem yüzüne ben onu yok etmeyeyim de kimi yok edeyim.
    Sami bu sözlerin ardından koşarak evden çıktı. Naciye onu durdurmaya çalıştı ama o çoktan gitmişti. Naciye bir yandan ağlıyor bir yandan da bütün bu olanları anlattığı için kendine kızıyordu. Şimdi ne yapmalıydı, oğlu her an katil olabilirdi.
    Sami dedesinin yanına gidiyordu. Annesine yaptıklarının hesabını ödemeliydi. İçindeki öfkenin haddi hesabı yoktu. Eve yaklaşmıştı ama evin önünde çok fazla insan vardı ve birde polisler ile ambulans duruyordu. Kalabalığa yaklaşıp içlerinden birine ne olduğunu sordu. Anlatılanlar karşısında ikinci bir şok yaşıyordu. Çünkü dedesi karısını bir erkekle yakalamış ve ikisini de vurmuştu. Daha sonra da kendisini vurmuştu. Bütün bu olanları anlamaya çalışan Sami omzunda bir el hissetti gelen Mehmet Hoca idi.
    Aradan iki hafta geçmişti. Sami annesini de alıp ustasının evinde kalıyordu. Annesi hasta olan ustasına bakıyordu. Sami de tamir işleriyle uğraşıyordu. Arada Mehmet Hoca ile Gülsüm’ü de görmeye gidiyorlardı. Onlarda Samilere geliyordu. Sonra Sami ile Gülsüm arasında da söz yüzükleri takılmıştı. Artık hayat akışını ters yöne çevirmişti. Yıllardır dert içinde yaşayan Sami artık sevdikleriyle mutlu mesut yaşıyordu. Allah nasip ederse daha da yaşayacak çok günleri vardı önünde. Daha Gülsüm ile olan hayalleri vardı. Ama biraz daha bekleyecekti çünkü ikisi de daha küçüktü ama yürekleri çoktan sevgiye kapılarını açmıştı, yinede beklemeye hazırlardı.




    Artık bu hayat hikâyesi burada sona erer. Sizde tahmin edersiniz ki ilerde daha güzel şeyler olacak, etmeseniz de bırakın bizde kalsın. SON




      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 2:36 am