Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    İLLET VE VİCDAN

    avatar
    1001100048


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 19/12/10

    İLLET VE VİCDAN Empty İLLET VE VİCDAN

    Mesaj  1001100048 Paz Ara. 19, 2010 8:22 pm

    İLLET VE VİCDAN
    Suratını kaplayan karmaşa bulutları panik halindeydi…
    Çatık kaşlarının arasında adeta bütün dünya insanının acılarını sıkıştırmış bırakıyordu. Ruhunun aynadarlığını yapan gözlerinde derin bir ürperti vardı.
    Yaya geçidinin kıyısında, yaprakları solmaya yüz tutmuş ağaca, omzunu yaslayıp hüzünlü bir eda içerisinde, karşısında tüm dünya olaylarından habersiz, tek vazifesi şırıldayarak akmak olan nehri seyre koyuldu.
    Nehrin sularından yansıyan pırıltılar, göz kamaştıran kıvılcımlarını arttırıyor, şehir kavurucu bir sıcağın kucağından, akşamın serinlik vaadeden davetine hazırlanıyordu.
    Gökyüzünde velvele kopararak kendi alemlerinde şenlik havasına bürünüp uçan bir kuş sürüsü, şamatayla süzülüp nehrin sularına çekildi.
    Barış; tüm bu olayları izlerken olayların tamamından habersizdi aslında… Bakıyordu ama görmüyordu, duyuyordu ama duyduklarını kendi beyni idrak etmiyor edemiyordu. Yaşıyordu ama olduğu, kendi göründüğü yerde yoktu. Başka, bambaşka bir alemdeydi… Kendine geldiğini hissettiğinde her şeyden habersiz bir şekilde daldığını, daldığında da hiçbir şey düşünemediğinin farkına vardı.
    Dalgalı, koyu kahverengi saçlara, saçlarıyla uyumlu ela, iri gözlere, küçük şekil açısından mükemmel özenti ile yaratılmış buruna ve güldüğü zaman yanaklarında oluşan tarif edilemeyecek güzellikteki gamzelerinden ötürü çok ta dikkat çekmeyen küçük bir ağza sahip olan Barış; yaslandığı, yaşlı, mevsimin yazdan sonbahara geçiş olduğunu ilk bakışta belli eden ağaçtan doğrulup sol elini cebinden çıkararak, saatine baktı. Zamanın nasıl geçtiğine bir anlam veremeyen Barış az önce içinde bulunduğu karmaşıklığı, unutup, çatık kaşlarını düzeltip yeni bir panik halinde toparlanıp hızlı koşar adımlarla adımlar atmaya başladı.
    Barış’ın olduğu yerler de, şehir de alışkındı aslında bu duruma. Bu olay her gün yaşanıp, gerçekleşirdi. Barış yollarda her gün, her zaman, aynı heyecan, aynı yalnızlık ve aynı kargaşa içindeydi. Yine öyle bir gün tekrar ediyordu anlaşılan.
    Oturduğu mahallede, binasının köşesinde yer alan küçük bakkala giren Barış, selam bile vermeden bir ekmek istedi. Soğuk yüzlü, donuk bakışlı, içten pazarlıkçı cemiyetle iç içe yaşamış ve artık kendiside öyle olmaya yüz tutmuş Bakkalcı Aydın hep istemiş olduğu müşteri stiline sahip olan Barış’a almış olduğu ekmeği uzattı. Aralarında tek kelime geçmeyen bu alım satım işleminden sonra Barış sokağa tekrardan çıkıp, oturduğu apartmana doğru öncekinden daha ağır sayılacak adımlarla yürümeye başladı. Yaşadığı apartmanın önüne gelen Barış elini ceplerinde gezdirerek merdivenleri çıkmaya başladı. Kendi oturduğu dairenin önüne geldiğinde anahtarını çoktan bulmuştu. Kapıyı açtı ve doğrudan mutfağa doğru gitti. Mutfağa girdiğinde her zamankinden daha dağınık olduğunu fark etti. Masanın üstünü hızlı, baştan savma bir şekilde toparladıktan sonra aldığı tek ekmeği kesip karnını doyurmak için buzdolabından kahvaltılık malzemeleri çıkardı ve yemeye başladı. Ailesiyle aynı şehirde oturmasına rağmen farklı bir evde arkadaşlarıyla yaşamayı tercih etmişti. Arkadaşı da Barış ta hiçbir işle meşgul olmamalarına rağmen kendi geçimlerini sağlayabiliyorlardı. Farklı işlerde çalışarak bir evi geçindirebilecek miktarda parayı kazanıyorlardı. Hallerinden ikisi de gayet memnundu. Aralarında bazı konularda anlaşmazlıklar olsa bile iki arkadaş çok denilebilecek ölçüde iyi anlaşıyordu.
    Barış yemeğini bitirip karnını doyurduktan sonra kalkıp, telaşlı bir şekilde mutfağın tamamını toparlayıp temizlemeye başladı. Evin çok kalabalık olmamasından kaynaklanan bir sebeple işi uzun zaman almadı. Temizlik tam anlamıyla bittikten sonra rahatlayan Barış, buzdolabı ile balkon kapısı arasında bulunan beşli plastik çekmeceden kendisine televizyon karşısında uzanırken atıştıracak aperatif bir şeyler çıkarıp tepsiye koydu ve oturma odasına doğru düşünceli adımlarla yürümeye başladı. Odanın kapısına geldiğinde neye uğradığını şaşırmış vaziyette, inanılmaz ölçüde bir korkuyla tepsiyi elinden bıraktı. Yere düşen tepsiden çıkan gürültüyle birlikte, saç diplerinden başlayıp ayak tırnaklarından çıkan bir ürperti Barış’ın bir nebzede olsa kendisine gelmesine yardımcı oldu. Karşı karşıya olduğu durum inanılmaz korkunçluktaydı. İnsanoğlunun hayallerinde bile canlandıramayacağı bir manzaraydı bu. Aynı evi paylaştığı insan; cansız bir şekilde, kanlar içinde yerde upuzun yatıyordu. Barış ne tepki vermesi, nasıl davranması, ne düşünmesi gerektiği konusunda hiçbir fikre sahip olmadığı gibi hiç de bir şey düşünemiyordu. Tam bir şok halindeydi. Bir süre hiç kımıldaman donuk ve sert bakışlarla yerde yatan artık onunla aynı evrende olmayan arkadaşına bakakaldı. Kısa bir süre sonra; Barış direncini, dayanıklılığını kaybetmiş bir şekilde dizlerinin üzerine çökerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Hiçbir şey düşünemeden sadece ağlıyordu. Arkadaşının artık hayatta olmayacağından çok karşı karşıya olduğu şoka ağlıyordu aslında…
    Uzun süreden beri düşünüyormuş ve sonunda karar verebilmiş gibi aniden ayağa kalktı ve mutfaktan ceketini alarak hızla kendini dışarı attı. Nereye, neden gideceğini bilmiyordu fakat hızlı hızlı, gideceği yerden eminmiş, yetişmesi lazımmış gibi adımlar atıyordu. Yorulduğunu, nefes nefese kalıp, tıkandığını, artık soluk alamadığını fark ettikten sonra; hemen yürüdüğü yolun kenarında rastladığı çay bahçesine girip oturdu ve bir su istedi. Gelen suyu bir yudumda içtikten sonra yeni yeni olayın şokunu atlatıp kendine gelmeye başladı ve biraz da olsa düşünmeye çalıştı. Acaba olay ne idi? Arkadaşını kim, ne sebepten öldürmüştü? Nasıl öldürmüştü? Böyle bir cinayetin sahibi kim olabilirdi? Düşünüyor düşünüyor, kendisine cevaplarını bulamadığı bir sürü soru soruyor ve bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Oturduğu yerden birden irkildi ve polise gitmesi gerektiğini hatırladı. Bu zamana kadar haber vermemiş olmasının da suç teşkil ettiğini anımsadı. Masanın üzerine su parasını bırakıp oradan uzaklaştı. Yol boyunca da aynı şeyleri düşündü. Acaba kim neden? İşin içinden çıkmak olayı çözmek imkansız gibi geliyordu ona.
    Emniyete geldiğinde kan ter içinde kalmıştı. Yolda o kadar düşünmüştü olayı ama polise nasıl anlatacağını hiç düşünmemişti şimdi de hiçbir fikri yoktu. Kapıyı tıklattı ve gel sesinden sonra içeri girerek sehpanın sağında kalan koltuğa oturdu ve tüm olayı olduğu gibi bir çırpıda anlattı. Barış’ın olay karşısındaki tutumuna, görünüşündeki sertliğe şaşıran polis; bir süre bekledikten sonra beş kadar polisi de yanına alarak Barışla, Barış’ın ve arkadaşı Yiğit’in yaşadıkları eve doğru yol almaya başladılar. Yol boyunca kimse konuşmadı. Sadece Barış tam konuşacak, bir şeyler söyleyecek gibi heyecanlanıyor sonra nefesini yavaşça geri vererek konuşmaktan vazgeçiyordu. Barış’ın aklında hala kim, neden sorusu vardı. O sorunun cevabı bulunana kadar da aklından silinmeyecekti.
    Yol Barış’a bitmek bilmeyen uzunlukta geliyordu. Evin yolunu tarif ederken arada bir şaşırıyor sonra yaramazlık yapmış bir çocuğun annesinden af dileyen masumluğuyla doğrusunu söyleyerek değiştiriyordu. Evin bulunduğu mahalleye girdiklerinde Barış heyecan ve korku içerisinde parmağını eve doğru yöneltip bağırarak; “Burası” dedi. Arabada derin bir sessizlik hakim olduğundan Barış’tan çıkan yüksek ses arabadaki polislerin ürkmesine sebep oldu. Binanın kapısına geldiklerinde bir süre tepkisiz kalan Barış; tüm cesaretini toplamış gibi bir heyecanla aşağıya inip koşar adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. Dairenin kapısına geldiğinde arabadan inmeye karar verdiği cesaretinden eser yoktu. Donup kalmıştı. Olayı anlattığı polisin uyarısıyla biraz da olsa kendine gelen Barış; evden korku ve şokla çıktığını çıktığı için anahtarını yanına almadığını anımsadı. Evin yedek anahtarının kapısındaki isimliğin arasına sıkıştırılmış olduğunu hatırladıktan sonra çıkarıp polise uzattı. Kapıyı açacak cesareti kendisinde bulamıyordu. Barış’ın gerçektende zor durumda olduğunu gözlemleyen bir polis memuru; anahtarı Barış’ın elinden alıp kapıyı açtı ve kapıda dikilmelerini engelleyerek içeri girmelerini sağladı. İçeriye sadece ortamda bulunan polisler girmişti. Barış içeri giremiyordu. İçini; acayip daha önce hiç yaşamadığı bir korku sarmıştı. Normal yaşamında serinkanlı ve düşünmeyi çok seven biri olan Barış; artık ne serinkanlıydı ne de düşünmeyi seven biriydi. Düşünmeyi sevmeden vazgeçmesinin nedeni; düşünemiyor olmasıydı. Yani vazgeçmemişti aslında düşünmek elinde değildi. Düşünebilmeyi hala çok istiyordu... Düşünerek, olayı çözmek, sorularına cevap bulmak ve arkadaşının katilini ortaya çıkarmak… Barış; içinde bulunduğu durumdan habersiz, kapı eşiğinde girebilmekle girememek arasında kalmışken sert mizaçlı, iriyarı olarak tarif edilebilecek bir polis kalın sesiyle bağırmadan söylemesine rağmen, Barış’ın ürkmesine sebep olacak tonda Barış’a;
    - “ Sen de gir içeri, olayı nasıl gördüğünü, ne zaman gördüğünü, ne sebeple olabileceğini düşündüğünü kısacası ceset hakkında bildiğin her şeyi anlat.”dedi.
    Barış mırıldanarak;
    - “ Tamam haklısınız geliyorum.” diyebildi.
    Usul adımlarla sessiz bir şekilde içeriye giren Barış; salona gidilebilecek en yüksek ölçüdeki yavaşlıkla ağır ağır yürümeye başladı. Daha yavaş, daha uzun sürede o kadar kısa mesafeyi yürümek imkansızdı.
    Barış salona vardığında, zar zor salona varabildiğinde demek daha doğru olur, gözlerini yerden kaldıramıyordu. Eğer gözlerini yerden kaldırırsa karşı karşıya kalacağı manzarayı kaldıramayacağını biliyordu. Aynı evi paylaştığı en yakın arkadaşını, kendisine en yakın hissettiği insanı, herkesten çok güvendiği, herkesten çok sevip her şeyin üstünde tuttuğu kişiyi; öyle, o şekilde cansız olarak kanlar içinde yatmasını kim kaldırabilirdi? Barış kaldıramayacaktı, kaldıramayacağını düşünüyordu… Kim kaldırabilirdi ki o manzarayı?
    O iri yarı, sert mizaçlı olan polis memuru; sert bir tepkiyle ve bir o kadar da sert ve kesin bir kararlılıkla, Barış’a dönerek;
    - “ Sen gördüğünde de bu şekilde miydi? Yoksa herhangi bir değişiklik var mı? “ diye sordu.
    Barış’ın anlam veremediği bir soruydu bu. Barış güçlükle gözlerini kaldırıp önce ürkek bir şekilde polise bakıp sonrada gözlerini yere devirip; arkadaşının gözleriyle karşı karşıya kalarak;
    - “ Aynen bu şekildeydi. ”diyebildi.
    Barış’ın cevap vermesiyle yere düşüp bayılması düşerken de salon kapısıyla koridor arasında bulunan telefon sehpasını yere düşürmesi bir oldu.
    Barış’ta artık yerde upuzun yatıyordu. O’da artık yerde yatan arkadaşı Yiğit gibi hareketsizdi. İkisi de yerde yatarken aralarında düşünülebilecek tek fark, Barış tekrardan kendine gelecekti ama Yiğit’in geri gelmesi, tekrardan hayat dönmesi mümkün değildi. Somut farksa Barış, Yiğit gibi kanlar içerisinde değildi.
    Ortamda bulanık, sıcak bir kan kokusu hakimdi. Barış korkudan, şoktan belki biraz da çaresizlikten bayılmıştı ama polislerden sadece birisi bile bayılsa bunun sebebi evin havasız olması ve Yiğit’in ceset kokusu olacaktı. Bunu düşünen esmer, orta boylu, gür saçlı bir polis; balkon kapısını ve pencereleri evi havalandırmak üzere açtı. Aynı zamanda ambulansa ve sağlık görevlilerine de haber verdiler, Barış’ın bayılması ve cesedin incelenmesi için. Onlar gelene kadar evde bulunan polisler evi aramaya ve olay üzerinde düşünmeye başladılar.
    Evde cinayete dair hiçbir delil yoktu. Her şey normal sayılabilecek ölçüdeydi. Tüm eşyaları, tüm çekmeceleri karıştırıp bir delil aramaya ve Yiğit’e yönelik bir açık bulmaya çalıştılar ama yoktu. Kanepenin altından tutup mutfak dolaplarının üzerine varana kadar her yere baktılar yoktu. Hiçbir açık yan, hiçbir ipucu yoktu. Bu şaşılacak bir durumdu ve polislerde şaşırmışlardı. Kendi içlerinde konuşmaya, olay, cinayet hakkında yorum yapmaya bile başlamışlardı.
    İri yarı olan polis;
    - “ İlginç! ” dedi. “Acaba nasıl oldu?”
    Başka daha önce hiç sesi çıkmayan; sessiz, sakin bir polis;
    - “ Bıçakla yapılmış bir cinayet olduğu malum.”dedi.
    Barış’ın olayları anlattığı polis;
    - “ Evet; görüldüğü ve anlaşılabildiği gibi bıçakla gerçekleştirilmiş bir cinayet fakat evde cesedin olduğu yerden başka hiçbir yerde kan izi, kan lekesi yok. Duvarlara sıçratmayıp, kapı koluna bile bulaştırmayacak kadar her şeyi düşünen bilinçli ve tecrübeli bir katil olsa gerek.”dedi.
    Farklı, ilk bakışta da diğerlerinden daha yeni bir polis olduğunu belli eden bir polis tekrarlayarak;
    - “ Bilinçli ve tecrübeli bir katil.”dedi.
    Barış hala baygın bir şekilde yer de upuzun yatıyordu. Aradıklarını bulamayan polis memurları kanepenin üzerine oturmuş ambulansın ve sağlık görevlilerinin gelmesini bekliyorlardı. Bir Barış’a bir Yiğit’e bakıp daha doğrusu Yiğit’e bakamayıp, bakmaya çalışıp “yazık” diye düşünüyorlar belki de Barış’a içinde bulunduğu durumdan dolayı acıyorlardı. Düşünülecek olursa Barış gerçektende acınılacak durumdaydı…
    Hava kararmıştı. Zifiri karanlıktı. Saat; dokuza geliyordu. Ambulansın sesi ile birlikte tüm polisler ayaklandı. Mahallelide ayaklandı. Herkes şaşırmıştı çünkü polisin de ambulansın da çok uğradığı bir mahalle değildi burası. Çok nadir uğrarlardı, uğradıkları zamanda sebep sadece kavga, dövüş gibi konular olurdu. Ama bu kez kavga da olmamıştı. Ortalık çok sessizdi. Sessizliği bozanda sadece siren sesleri olmuştu. Mahalleli meraklıydı. “Ne oldu acaba?” diye düşünen herkes pencere önlerinde, kapı kenarlarında, balkonlarda toplandı ve etrafa, polislere, sağlık görevlilerine bakmaya başladı. Kısa bir süre sonra bir sedye üzerinde taşınan Barış’ı ambulansa girdirilmeye çalışılırken gördüler. Bunu gördükten sonra mahalleli daha da meraklanmış, telaşlanmıştı. Sadece Barış bayılmış olsa ambulansın gelmesi yeterliydi ama polislerde vardı olay yerinde demek ki söz konusu olacak tek olay Barış’ın bayılmış olması değildi.
    Mahalleli bunları düşünürken, polisler ve sağlık görevlileri derin bir ayrış inceleme içerisindeydiler. Barış ise ambulansta, hala baygın vaziyette hastaneye doğru yol alıyordu. Bir insanın bu kadar uzun bir süre baygın kalması şaşılacak bir durumdu açıkçası.
    Sağlık görevlileri içeride Yiğit’in üzerinden parmak izi aldılar onlar da derin bir delil arayışı içine girmişlerdi. Fark ettikleri en ufak bir ayrıntıyı bile; incelemeye tabii tutmak amacıyla işaretlediler. Yiğit’in cesedini sarmalayıp otopsiye göndermek için ikinci bir ambulansın gelmesini beklediler. Bu ambulansın gelmesi o kadar da yani bir önceki kadar da uzun sürmemişti. Tüm mahalle sakinleri neye uğradıklarını şaşırmıştı. Biraz önce Barış’ın içinde bulunduğu şok hali artık tüm mahalleyi içine çekmişti. Çığlıklar, tartışmalar, birbirlerinden farklı yorumlar, hayret içinde yüzen bağrışmalar havada uçuşuyordu.
    Ev kapatılıp, kilitlendikten, polisler de olay yerini terk ettikten sonra ortamda bir an sessizlik oldu. Çok zaman geçmeden mahalleyi bir gürültü daha kapladı. Mahalleli olayı konuşuyor, olayın nasıl olduğunu, nasıl gerçekleşmiş olabileceğini tartışıyordu. Herkes kendi kafasında bir suçlu, bir şüpheli arıyor, bunun kim olabileceğini böyle bir cinayeti kimin işleyebileceğini düşünüyordu. Ancak mahalle sakinleri de tıpkı Barış gibi sadece düşünmekle kalıyordu. Bu olay yetkili kişiler tarafından tam bir çözüme kavuşmadan herkes bunu düşünüp, tartışıp kendi kafalarında bir çözüm bulmaya ya da uydurmaya çalışacaktı.
    Barış gözlerini açtığında hastanedeydi. Yavaş yavaş kendine gelmeye çalışıyor ve artık olaylara dahil hiçbir şey düşünemiyordu. Sanki Barış olayları hatırlamıyordu tamamen unutmuştu. Ayılmıştı ama baygınlık halindeki mahmur bakışları hala devam ediyordu. Bir yere odaklanıp bakıyor, o noktaya bakıp kalıyordu. Hiçbir şey düşünemiyordu. Sadece bakıyordu, bakıyordu bakmasına ama baktığı yerde gördüğü herhangi bir şey yoktu. Barış’a o anda her şey yabancı geliyordu. Kendisi bile yabancıydı gözünde. Barış bir an önce toparlanmalıydı, toparlanması gerekti.
    Kendisine gelmesinin üstünden çok geçmeden barış’ın ailesi yani; annesi ve ablası gelmişti. Barışlar iki kardeşlerdi. Dört kişilik bir aileye sahip olan Barış ailesiyle çokta iyi geçinemezdi. İyi geçinememelerinin sebebi de Barış’ın okulunu bitirmemiş, işsiz bir şekilde hayatına devam ediyor olmasıydı. Barış bir hukuk öğrencisiyken mezun olmasına iki yıl kala okulu bırakmış, işsizliği tercih etmişti. Onun da kendine göre sebepleri vardı elbet ama ne annesi ne babası ne de ablası onun bu sebeplerine bir anlam vermeyi beceremiyordu. Bir insan elinde bir mesleği olacakken hem de güzel bir mesleği olacakken neden işsizliği seçerdi ki? Saçma bir düşüncesizlikmiş gibi geliyordu bu aileye. Barış’ın bu durumuna bir türlü anlam veremiyorlardı. Barış’ta hiçbir zaman oturup okulunu bırakmasının gereğini anlatma ihtiyacı duymamıştı ailesine. Kişilik olarak Barış; sorumluluklarının bilincinde olduğu kadar da başına buyruk birisiydi. Sırf bu yüzden, başına buyruk biri olduğu için babasıyla arası açıktı. Babası onunla okulu bıraktığını öğrendiği günden beri hiç görüşmemiş, Barış’ın teklif ettiği görüşmeleri de geri çevirmişti. Kemal Bey; oldukça sert prensipleri olan bir insandı. Barış’ın hukuk okumasını o kadar çok istemişti ki okulu bırakınca da gururuna yedirememiş Barış’ı evlatlıktan reddetmişti. Eve girmesini bile yasaklamıştı. Barış’ın öğrenciyken de kendi evi vardı zaten, ailesiyle yaşamıyordu ama artık eve giriş çıkışları da, ziyaretleri de babası tarafından engellenmişti. Kemal Bey’in sertliği erimek bilmiyordu, oğlunun şu anda içinde bulunduğu durumunu öğrendiği halde yine de hastaneye onu görmeye, oğlunun hasta ziyaretine gelmemişti.
    Barış yanında annesi ile ablasını görünce daha önce gördüğünde hiç sevinmediği kadar sevinip mutlu olmuştu. Kendisini hatırlamış, yalnız olmadığını kavramıştı. Yavaş yavaş da kendine geliyordu. Olayı ne zaman hatırlasa hemen geri unutmaya çalışıyor, başka şeyler düşünmeye gayret ediyordu. Bir süre hiç kimse hiçbir şey konuşmadı. Sadece birbirlerine bakıp baştan tırnağa birbirlerini süzdüler. Odadaki herkes farklı bir iç dünyadaydı. Herkes farklı bir şeyler düşünüyordu. Barış; olayları unutmayı istiyor, nasıl unutabilirim diye güvenle sığınabileceği tek liman olan annesi bakıyor, annesi; oğluna olan sevgisiyle karışık ona karşı olan acıma duygusunu da göz önüne getirerek oğlunu düşünüyor, ablası ise annesiyle Barış’ın birbirlerine karşı sergilemiş oldukları ya da olacakları tepkiyi gözlemleyerek oradan duymuş olduğu üzüntü ile bir sonuca varmayı çabalıyordu.
    Anne oğlunun iri, ela iri gözlerine bakmaya orada bütünleşmeye çalıştı. Ama baktığında oğluyla karşı karşıya kaldığında Barış’ın ela, iri gözlerinden eser olmadığının farkına vardı. Ağlamaktan ve yorgunluktan şişmiş sadece tek bir çizgi şeklinde kalan gözlerine bakarak bir şeyler söylemeye çalıştı ama yapamadı.
    Ablası da hastane odasına girdiğinden beri hatta ilk haberi duyduğundan beri ağlıyordu. Onlara haberi önce Barış’ın komşusu Esma Teyze haber vermişti. Ardından da bir polis arayıp olayı bizzat anlatmıştı.
    Barış kendine gelerek titrek bir sesle;
    - “ Size kim haber verdi?”diye sordu.
    Ablası cevap verdi;
    - “ Esma Teyze bayıldığını, seni ambulansa bindirirlerken gördüğünü söyledi. Telefonu kapattıktan biraz sonra da polis arayıp olayı anlattı ve hangi hastanede hangi odada kaldığını bildirdi.”
    Ortam bir süre daha sessiz kaldı.
    Annesi Barış’a dönüp hıçkırarak;
    - “ Oğlum!” diyebildi sadece…
    Barış güçlü görünmeye çalışarak;
    - “ Efendim anne?” diyebildi.
    Fakat ses tonundan hala ürkek olduğunu, hala çekindiğini, hala içinde bulunduğu şok halini atlatamadığını fark ettirmişti.
    Barış’ın konuşmasından da, yüz ifadesinden de, bakışlarından da annesi ve ablası; içinde bulunduğu ruh halini anlamış her ikisi de bu durumu Barış’a fark ettirmemeye çalışmıştı.
    Barış annesini ağlarken oğlum dediğini, ona bir şey söylemek, anlatmak ya da sormak amacıyla demediğini anlamamıştı.
    Barış ;utanarak, çekinerek belki de anladıklarını fark edip pişman olarak;
    - “ Babam gelmedi değil mi?” diye sordu.
    Bu sorunun üzerine annesin de ablasının da ağlaması daha da arttı. Ablası kendini bir ölçüde olsa toplamaya çalışarak;
    - “ Babama biz henüz haber vermedik. Versek o da duramaz gelirdi. Telefon geldiğinde babam evde değildi. İşe gitmişti ondan gelemedi yoksa sana ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun gelirdi mutlaka.”dedi.
    Barış’ın babası avukattı. Belirli bir süre devlette çalıştıktan sonra kendi özel ofisini açmış orada çalışıyordu. Bulundukları bölgenin sayılı avukatlarındandı. Hani tuttuğunu koparır derler ya Kemal Bey de aynen öyleydi. Barış’ın hukuk okuyup avukat olmasını da bu sebepten ötürü çok istiyordu. Ofisini genişletip, birkaç avukat daha yetiştirip sayılı aile şirketlerinden birini kuracaktı. Barış’ın yaşadıkları şehirde Hukuk Fakültesi’ne yetecek puanı aldığını duyduğunda, öğrendiğinde dünyalar onun olmuştu. Her şeyi Barış olmuş onu günler boyunca yere göğe sığdıramamıştı. Ancak buna tezat teşkil eden okulu bıraktığını öğrendiğinde ise başından aşağı kaynar sular dökülmüş, abartısız üç gün boyunca kendine gelememiş, kimse ile de tek kelime konuşmamıştı. O üçüncü gün sonunda da çalışma odasından çıkıp Barış’ı evden bir daha ziyarete dahi gelmemesi üzerine kovmuş, Barışla tüm bağlantısını kesmişti.
    Barış onları ablasının o anda uydurduğunu, kendisini üzmek istemediği için öyle söyleyip, yalana da bu yüzden başvurduğunu ablası konuşmaya başlar başlamaz anlamıştı. Ama nedendir bilinmez sessiz kalmayı tercih etmişti. Kim bilir belki de söylediklerine inanmak, gerçekten öyle olduğu düşüncesini benimsemek istiyordu.
    Bir süre üçü de sustu.
    Barış kendinden beklenmeyen bir tavırla, hatta o anda beklenmedik bir konuyla ilgili olduğu için şaşılacak bir duruma davet açan tavrıyla;
    - “ Yiğit’i öldürmüşler !” dedi ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
    Barış’ın öyle ağladığını gördüklerinde annesinde de ablasında da bir yıkım, bir çöküş meydana geldi. Neye uğradıklarını şaşırdılar. İkisi birden sanki anlaşmış gibi bir zamanlamayla Barış’a sarıldılar. Barış’ı teselli etmeye, konuyu dağıtmaya çalışıp, bunun için çaba sarfettiler. Ama pek de mümkün olmadı. En son çare olarak bir hemşire gelip Barış’a sakinleştirici bir iğne yaptı ve bir süre daha Barış dünya olaylarından bağımsız bir şekilde yatmaya devam etti.
    Sabaha karşı dört gibi kendine gelmeye başlayan Barış etrafını gözlemliyordu. Annesi ile ablasının uykuya daldığını fark eden Barış sessiz bir şekilde düşünmeye başladı. Hala kafasında o bitmek tükenmek bilmeyen “Kim, Neden? “sorusu vardı. Barış bu düşünceyi bir türlü kafasından atamıyor kendini toplayamıyordu. Sonra ani bir karar vardı. O elinden geleni yapmıştı. Evet evet “Ben elimden geleni yaptım.”diye avutacaktı kendini. Neticede polise o haber vermişti. Yiğit’in katili yada katilleri her neyse Barış’ın sayesinde bulunacaktı. Barış bulunması için elinden geleni yapmıştı ve kendine göre yapmaya da devam edecekti. Cesaretli görünüp, metanetini de bir şekilde korumalıydı. Güçlü olduğunu gösterebilmeliydi. Kendi kafasından bunları düşünüyordu ki ablasının uyandığını fark etti. Ablası yanına doğru yaklaşıp; yatağının kenarına oturdu, sessiz bir şekilde Barış’a bakıyordu, sadece bakıyor hiçbir şey söylemiyordu. Kim bilir belki de söyleyemiyordu.
    Barış biraz önce aldığı karara saygılı bir şekilde;
    - “ Görüşmeyeli neler yaptın bakalım?” daye gülümsemeye çalışarak sordu.
    Ancak böyle yaptığı, kendince güçlü olmaya çalıştığı yüzünden anlaşılıyordu. Gülümserken içten olmayışından, sadece, yanaklarında bulunan eşsiz güzellikteki gamzelerini gösterip, gösterdiği anda düşen yüzünden ablası da bunu hemen fark etmişti. Ablası kardeşinin bu haline üzülüyor bir o kadar da acıyordu. Sırf konuyu değiştirmek için neşeli, sakin görünmeye çalışarak cevap vermeye uğraştı;
    - “ Ben hala aynı benim.”dedi. “Hala sınavlara hazırlanıp, sınavlara girip sonuç bekliyorum. O bildiğin önceki bankadan da ayrılmadım, orada da hala çalışıyorum.”diye Barış’ın sorusunu özetleyen bir cevap verdi.
    Barış’ın ablası Esra; dört yıllık işletme bitirmiş bir bankaya yerleşebilmiş, orada çalışıyordu. Aynı zamanda ek dal olarak açık öğretimden iktisat’a yazılmış onu bitirmeye uğraşıyordu. Esra yaşadığı süre boyunca çok çalışmış bu çalışma temposundan çok yorulmuş ama hiçbir zamanda sıkılmamış ve vazgeçmemiş inatçı birisiydi. Çalışmayı seven ve kariyerine düşkün olan bir kişiliğe sahipti.
    Esra kendisini Barış’ın sorduğu ölçüde anlatarak;
    - “ Peki ya sen neler yapıyorsun?”diye sordu.
    Barış bu soruya hemen cevap veremedi nedense. Bir süre düşündükten sonra;
    - “ Ben işte!”dedi. Duraksadı ve derin bir nefes alarak devam etti; “Hep aynı ben, hep aynı şeyler, hep aynı konular, olaylar, hep aynı mekanlar… Aynı hayat içinde devam ediyoruz, hayatımız da kişiliğimiz de kaderimiz de hiç değişmiyor sonuçta. “dedi.
    Ablası bu son cümleye pek anlam verememişti. Daha önce kardeşinin ağzından böyle isyan etmeye yönelik sözleri hiç duymamıştı. Esra; “Acaba kardeşim hep böyleydi de ben mi bilmiyordum? Yoksa bunca yıl boyunca ben mi tanıyamadım? Diye belli bir süre kendi kendine hayıflandı. Sessiz kalarak cevap vermemeye karar veren Esra konuyu değiştirmek için ne diyeceğini şaşırmış, nasıl bir konu açacağına bir türlü karar verememişti ki işte tam da Esra böyle zor bir durumdayken anneleri Zeynep Hanım uyanmış resme kızı Esra’nın imdadına yetişmişti. Çocuklarını böyle konuşurlarken gören Zeynep Hanım kelimelerle anlatılamayacak kadar mutlu olmuş ve bu mutluluk içinde; bulundukları durumu, oğlunun karşı karşıya kaldığı durumu, çektiği acıyı ve bu sebepten kendilerinin de çekmeye maruz kaldıkları acıyı bile unutturmaya yetmişti. Bu durumda Zeynep Hanım içinde bulunduğu mutluluk halini belli etmeye çalışırcasına gülümseyerek çocuklarına baktı ve;
    - “ Neler konuşuyorsunuz siz?”diye hayret ve mutluluk belirten ikisinin de karışımından meydana gelen bir ifadeyle merakını; ses tonu ve yüz ifadesinden de sevincini dile getirdi.
    Barış ve Esra’da tıpkı çocukluklarındaki gibi haylaz bir ifadeyle annelerine bakıp;
    - “ Biz aramızda konuştuğumuz özel konuları başkalarına söylemiyoruz bir kere.”dediler.
    Bu cevabın üstüne üçü birden; her şeyi, tüm olayları unutmuşçasına oldukça yorgun gözlerle birbirlerine bakarak gülmeye başladılar.
    Ailenin neşesi tam da yerine gelmiş, Barış olayın şokunu atlatmaya yüz tutmuşken, Barış’ın hastaneye getirildiğinden beri odanın kapısında bekleyen iki polis memuru bir de hemşire eşliğinde odaya girip hemşireden Barış’ın durumunu öğrenip, ifadesini almak üzere Esra’yı ve annesi Zeynep Hanım’ı zor zanaat ikna edip dışarı çıkmalarını sağlamışlardı. Polisler de olayın zor, kaldırılmasının güç bir durum olduğunun farkına varabilecek anlayışlı polislerdi. Bu nedenle Barış’ın ifade vermek istediği kadarıyla sorular yöneltip Barış’tan açıklama bekliyorlardı.
    Barış hala yorgun, tam dinlenememiş olduğu için olayları tam olarak hatırlamıyor ama hatırladığı ne varsa polislere anlatıyor, anlatmaya çalışıyordu. Polislerin sorduğu bazı sorulara cevap vermiyor ya da veremiyor boş g özlerle polislerin yüzüne bakıyordu.
    Barış ifadesini;
    - “ Biz evde sadece ikimiz yaşıyorduk. İkimizinde tam, belirli kesin bir işi yoktu. O nedenle de uyku saatlerimiz, yatış kalkış saatlerimiz belli değildi. Dün de geç, sabah ezanıyla birlikte yatağa girdiğimiz bir gündü. Ben saat öğlene doğru bir buçuk gibi uyandım. Uyandığımda Yiğit evde yoktu. Geceden bana; kendisine iş bulduğunu sabah erken kalkmasının o yüzden de erken yatmasının gerektiğini söylemişti. Ama ben uyumasına fırsat verip müsaade etmemiştim. Sabaha kadar muhabbet edip, tavla oynamış, televizyon seyretmiştik. Her neyse ben kalktığımda Yiğit evde yoktu. Herhalde vaktinde kalkıp işe, çalışmaya yetişebildi diye düşünüp sevinmiştim.”dedi ve sustu.
    Zayıf, çelimsiz bir polis sıkılmış, umursamaz bir edayla;
    - “ Peki, sonra? “ diye devam etmesine yönelik bir soru sordu.
    Barış; içini çekerek ve birazda gözleri dolup, bakışlarını polislerden kaçırarak;
    - “ O Yiğit’i son görüşümdü.”dedi.
    Aynı polis, aynı umursamaz, sinir bozucu tavrıyla;
    - “ Sen ne yaptın o gün boyunca? , Eve ne zaman döndün? , Yiğit’i ne zaman, o şekilde gördün tam olarak? “şeklinde sıralı sorular sordu.
    Barış çok yorulmuş, cevap verecek, olayları anlatacak hali kalmamıştı.
    Diğer polis arkadaşının gözüne sert bir mizahla bakarak susmasını ve soru sormaya devam etmemesini sağladı. Sonra da Barış’ı yormama sözlerini tam olarak değilse de tutmaya çalışmış bir şekilde odadan geri çıktılar. Kapıda Esra’nın yanına gitmeyi daha uygun bulup; evlerinin adresini, ayrı ayrı hepsinin telefon numarasını, Barış’ın bugüne kadar çalıştığı iş adreslerini, isimlerini alıp hastaneden çıktılar.
    Polislerin; Esra ile Zeynep Hanım’ı odadan çıkardıklarından beri Zeynep Hanım bunu fırsat bilerek eşi Kemal Bey’i aradı ve hastaneye gelmesi için sınırsız ölçüde dil döktü. Ancak Kemal Bey nuh deyip peygamber demeyecek derecede inatçı biriydi. “Beni ilgilendirmez, ben tanımıyorum öyle birini, benim öyle bir çocuğum yok” , diyordu başka bir şey demiyordu. Ancak Kemal Bey de öyle sert görünen tüm insanlar gibi acısını içinden yaşayan, kendine acı çektirip, kendine yazık eden bunu d a kimseye belli etmemeye çalışan bir insandı. Telefonu kapattıktan sonra düşündü ve oğlunu anımsadı. Bir anda taş kalbi yumuşadı sanki. “Gideceğim! ” dedi. Kendi kendine bir heyecan, bir telaşla, oğlunu görmeye gidip onu kendi evine, çocukluğunu geçirdiği, büyüdüğü eve getirmeye yani Barış’ı affetmeye karar v erdi. Alelacele evden çıktı ve hastaneye doğru yol aldı. Yol boyunca da Barış’ın küçüklüğü bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Kemal Bey bundan acayip bir haz duyuyordu.
    Zeynep Hanım üzüntüsünü içinde barındıramayarak kızı Esra’ya anlattı ve anne kız paylaştıkları üzüntü sebeplerini akıllarından silip, unutmaya çalışarak Barış’ı yalnız bırakmak, ona yalnızlığını hissettirmemek üzere odaya girdiler. Barış boş ve bir o kadar da mahmur, o güzel el a iri gözleriyle pencereden dışarıya, gökyüzünde şence uçan kuşlara bakıyor, annesi ile ablası da Barış’ın durumuna acıyor, hastaneden çıkınca kalacak yerinin bile olmadığını hatırladıkça kahroluyorlardı. Kemal Bey’in böyle biram üzerine gelmesi gerçekten de inanılmaz ölçüde, üçüne de moral olacak tüm her şeyi unutturmaya yetecekti. Nitekim de öyle olacaktı.
    Kemal Bey hastanenin kapısından girdi ve koşar adımlarla merdivenleri çıkıp Barış’ın yattığı odanın önüne geldi. Düşündü biraz, daha doğrusu içeri girince ne tepkiyle karşılaşacağını tahmin etmeye çalıştı. Kendisinin de ne tepki vereceğini, nasıl davranması gerektiğine karar vermeye çalıştı.
    Kemal Bey; kapıyı usulca tıklatıp biraz bekledikten sonra kapıyı açıp;
    - “ İçeri girebilir miyim?” diyerek gülümsedi.
    Zeynep Hanım bu sırada eşine karşı duyduğu sınırı olmayan minnettarlığından dolayı gözyaşlarını tutamadı. Esra ise kendini tutamayıp hızlı bir şekilde giderek babasına sarıldı. Barış’ın mutluluğu, heyecanı zaten tahmin edileceği gibi tarif edilemeyecek ölçüdeydi. Esra kendisini biraz da olsa toparlayıp babasına sarılmayı bıraktıktan sonra Kemal Bey tepkisiz kalan Barış’ın yatağının kenarına oturup bir eliyle Barış’ın elini tuttu diğer eliyle de saçlarını okşadı ve Barış bu durum karşısında; dolan gözlerinde biriken yaşlarını daha fazla tutamadı ve ağlamaya başladı. Oğlunun ağladığını gören Kemal Bey’den de hıçkırık sesleri geliyor, ağladığı anlaşılıyordu. Ne Barış ne Esra ne de en önemlisi Zeynep Hanım; Kemal Bey’i böyle, bu şekilde görmemişti. Göreceklerini d e imkanı yok tahmin dahi edemezlerdi. Bir süre ağlamaktan hiç biri konuşmadı, konuşamadı.
    Kemal Bey;
    - “ Nasılsın oğlum? “diye sorarak sessizliği bozan oldu.
    Barış kafasını iki yana sallayarak;
    - “ Bilmiyorum.”dedi ve duraksadı. “İyiyim demeyi isterdim. “
    Kemal Bey;
    - “ Emin ol iyi olacaksın. “ dedi.
    Bu tek soruluk muhabbetten sonra Kemal Bey bir hemşire çağırdı ve hemşireden oğlunun durumunu öğrendi. Daha sonra doktoruyla görüşerek Barış’ın hastaneden çıkışını istedi ve kabul ettirdikten sonra çıkışını imzalayarak odaya geri döndü.
    - “ Hazırlanın bakalım gidiyoruz.”dedi gülümseyerek…
    Zeynep Hanım ve Esra sevinçten ne diyeceklerini şaşırmışlardı. Heyecanlıydılar. İkisini de içinde derin, tarif edilemeyecek bir mutluluk hakimdi. Bir tek Barış’ta tık yoktu. Bir tek o hiçbir tepki vermemişti babasının bu düşünceli, temiz kalpliliği ile yapmış olduğu düşünceli davranışına. Bu duruma da; babası da annesi de ablası da şaşırmıştı ama hiç de bir şey söylememiş bir tepki vermemişlerdi.
    Barış durgunluğunu bozarak;
    - “ Ama benim kalacak bir yerim yok ki kendi evimi de kastediyorsanız oraya geri dönemem. “dedi.
    Barış’ın bu sözü üzerine üçü de sinir olmuş; “Ne yapmaya çalışıyor? “ diye düşünmüşlerdi. Ama Barış’a yönelik de içinde b ulunduğu durumu göz önüne getirmiş hiçbir şey dememiş, hiçbir şeyi belli etmemişlerdi.
    Kemal Bey;
    - “ Bizimle eve geliyorsun sende.”dedi.
    Barış saçma bir ifadeyle sanki bu cevabı bekliyormuş gibi Kemal Bey sözünü bitirir bitirmez;
    - “ Tamam o zaman. “diye cevap verdi
    Barış’ın bu tavrına ailesi daha da şaşırmış, manasız gözlerle birbirlerine bakmışlardı.
    Zeynep Hanım’da kızı Esra’da kısa zamanda Barış’ı ve odadaki kendilerine ait eşyaları toparlayarak hazır vaziyete getirmişlerdi. Anne kız sevinç ve mutluluk bir o kadar da şaşkınlık içinde birbirlerine bakıyorlar kafalarında kendilerine özgü, kendilerince güzel planlar kuruyorlardı.
    Aile tüm bireyleriyle arabanın önündeydi. Hepsinin içinde acayip bir mutluluk bir o kadar da hüzün vardı. Yol boyunca kimseden çıt çıkmadı. Eve geldiklerinde de bu durum söz konusu olmaya devam ediyordu. Barış’ın içi eve geldiği andan itibaren bambaşka bir huzurla dolmuştu. Barış şimdi çocukluğunun geçtiği evdeydi.
    Yorgun ve bir o kadar da bıkkın gözlerle etrafına bakınıyor acaba bir değişiklik var mı diye gördüklerinin üzerinde yoğunlaşıp bir şeyler fark etmeye çalışıyordu. Eğer herhangi bir değişiklik varsa da Barış bunu fark edecek durumda değildi. O kadar sakinleştirici iğne vurulmasına rağmen Barış yorgunluğunu hala üzerinden atamamış dolayısıyla da kendine gelememişti.
    Kemal Bey durumu fark ederek;
    - “ Biraz daha dinlenmen lazım oğlum. “dedi.
    Hemen ardından kızı Esra’ya dönerek;
    - “ Kardeşinin eski odasını aynı eskiden olduğu gibi hazırla dinlensin biraz daha bir şekilde toparlanması, güçlü olduğunu göstermesi lazım artık. “ dedi.
    Barış;
    - “ Yorgun değilim ben bir şey yapmadım ki! “dedi.
    Bu cevaba Kemal Bey’de dahil olmak üzere tüm aile fertleri şaşırmıştı.
    Kemal Bey;
    - “ Kesinlikle oğlum ama uyumak oldukça iyi gelecektir. “dedi.
    Esra, Barış’ın eski odasını hazırlarken anne Zeynep Hanım’da mutfakta kahve yapıyordu. Zeynep Hanım odaya girip kahveleri getirdiğinde;
    Kemal Bey;
    - “ Bizde Barış’ın biraz uyumasını, dinlenmesini düşünüyorduk bunun üstüne de kahve çok iyi gider zaten. “diyerek eşiyle dalga geçerek derin, içten gelen bir sevgiyle gözlerinin içine varana kadar gülümsedi.
    Zeynep Hanım bu durumda utanmıştı aslında ama eşine dönerek;
    - “ Yorgunluk kahvesi buda herhalde kahve içerek dinlensin uyumaya gerek yok. “diyip oğluna içtenlikle göz kırparak gülümsedi.
    Barış;
    - “ Annem haklı vallahi! Ne zamandır kahve içmiyorum zaten tadını bile unutmuşumdur belki.”diyerek muhabbete katıldı.
    Aile eski huzuruna, eski neşesine geri dönmüş gibiydi. Sanki o kadar olayı yaşamamış gibi neşeli görünüyorlardı. Üstünden bir gün bile geçmemesine rağmen Yiğit’i unutmuşlar, hayatlarına o şekilde devam ediyorlardı.
    Esra odayı hazırlanıp salona döndüğünde ortamın sıcaklığını fark etmiş bu sıcaklığında içini ısıttığını hissederek muzip bir tavırla;
    - “ Beni niye beklemeden konuşmaya başlıyorsunuz siz? “ diye öfkeliye yakın bir girişimde bulundu.
    Barış ablasının bu yüz ifadesinin karşısında kendini tutamamış gülmeye başlamıştı.
    Barış’ın böyle güldüğünü gören annesi ve babası bu durumdan büyük ölçüde tat almışlar, hüzünlü ve bir o kadar da sevinçli, kısık gözlerle oğullarına bakıyorlardı. Barış’ta bu durumu fark ederek gülme halini bozmadan ailesinin ona baktığı şekilde bakmaya başladı.
    Sessizliği yine Kemal Bey bozarak;
    - “ Hadi oğlum uyumaya çalış biraz, uyandıktan sonra devam ederiz konuşmaya. “ dedi.
    Barış uzatmamaya ve biraz da babasına hak vererek;
    - “ Tamam. “deyip yukarı odasına çıktı.
    Barış odasına çıktıktan sonra ablası Esra hazırlanıp dışarı çıktı. Eşiyle yalnız kalmayı fırsat bilen Kemal Bey; Zeynep Hanım’a yönelerek;
    - “ Olayı tam olarak biliyor musun? “ diye sordu.
    Zeynep Hanım;
    - “ Herkesin bildiği kadarını evet bende biliyorum.”dedi.
    Kemal Bey eşinin bu cevabına biraz da kızarak;
    - “ Ne biliyorsun? Bildiğin her şeyi bana da anlat ki Barış’ın ne yapacağına karar verelim.”dedi.
    Zeynep Hanım yakınında bulunan tekli koltuğa oturarak derin bir nefes aldı ve bildiği ne varsa hepsini Kemal Bey’e anlatmaya başladı. Anlatması bittikten sonra bir süre sessiz kaldılar. Kemal Bey kısa bir süre olduğu yerde düşünerek;
    - “ Tamam. “dedi, “ Sende dinlen biraz çok yoruldunuz sizde dün geceden beri. “dedi.
    Zeynep Hanım uzanmaya gittikten sonra Kemal Bey’de çalışma odasına giderek sakin bir kafayla düşünmeye başladı. Çalan telefon sesiyle birlikte düşünmesine ara vermek zorunda kalan Kemal Bey aşağı inerek telefona cevap verdi. Arayan Yiğit’in amcasıydı. Onlar da olayı duymuş büyük bir üzüntü içerisinde çökmüş bir şekilde Amasya’dan Adana’ya gelmişlerdi.
    Yiğit’in amcası; telefonda kendisini tanıttıktan sonra Barışla ve Kemal Beyle görüşmek; olay hakkında konuşmak istemişti. Kemal Bey büyük bir üzüntü içerisindeydi üzüntüsünü de telefonda dile getirip baş sağlığı dileyerek telefonu kapattı. Bir süre telefonun başında kalarak üst kata çıkarak Barış’ın odasının önüne geldi ve sırf usulden olduğu için kapıyı tıklatıp hemen odaya girdi. Barış uyuyordu bir süre hareketsiz bir şekilde Barış’ı izledi ve uyandırmaya hiç de içi el vermeyerek oğlunu uyandırdı. Barış gözlerini açtığın da tepkisiz bir şekilde uyandırma sebebini sorarcasına babasına bakmaya başladı.
    Kemal Bey soğukkanlılığını koruyarak;
    - “ Kalk oğlum konuşmalıyız çalışma odasında seni bekliyorum. “ dedi ve odadan çıktı.
    Barış bu duruma kendi içinden kızarak çalışma odasına gitti,
    Kemal Bey biraz önceki sözünü yineleyerek;
    - “ Konuşmalıyız Barış, her şeyi konuşmalıyız.”dedi.
    Barış aptal bir ifadeyle babasının yüzüne bakarak;
    - “ Ne hakkında? “diye sordu.
    Kemal Bey oğlunun hala olayın mahiyetini kavrayamamış gibi sergilediği tavıra kızarak;
    - “ Yiğit hakkında tabi. “ dedi.
    Barış gerçekten de olayı unutmuş gibiydi, olay hakkında fazla bir şey hatırlamıyor sadece Yiğit’in öldüğü anımsıyordu. Kemal Bey’in siniri bu duruma gerçekten de çok bozulmuştu. Az önce Yiğit’in amcasının aradığını görüşmek için buluşmaya çağırdıklarını kısacası tüm telefon konuşmasını Barış’a bir çırpıda anlattı. Barış’ın olayı kavradığını düşündükten sonra;
    - “Şimdi hazırsan çıkalım adamlar zaten zor durumda bulundukları durum kabullenecek, kaldırılabilecek bir durum değil bir de biz bekletip daha çok düşünmelerine fırsat vermeyelim. “ dedi.
    Barış;
    - “Tamam baba haklısın çıkalım hadi. “ dedi ve Zeynep Hanım’a haber vererek baba oğul evden çıktılar.
    İki aile arasında ki görüşme Barış’la Yiğit’in evinde gerçekleşecekti. Barış; eve geldiklerinde, evin kapısında tüm olayı, dün kapıdan girince yaşadıklarını, karşılaştığı manzarayı hatırladı ve evde babasının söylediklerini düşünerek güçlü görünmeye çalıştı. İçeri, salona girdiklerinde karşılaştıkları durum dünkü manzaradan daha kötüydü. Yiğit’in yakıları ve mahalledeki komşuları salonda toplanmış ağıtlar yakıp bağırarak ağlıyorlardı. Barış içeri girdiğinde Yiğit’in annesi koşarak Barış’ın boynuna sarıldı ve bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Barış’ta gözyaşlarını tutamıyor o da ağlıyordu. Kadını Barış’tan ayırmayı başardıklarında Barış’ın ayakta durabilecek hali kalmamıştı.
    Yiğit’in amcası ile Kemal Bey Barış’ın koluna girerek Yiğit’in babasının yattığı odaya girdiler. Yiğit’in babası olayı duyduğunda kaldıramamış dün geceden beri kolunda serum, baygın halde yatıyordu. Yiğit’in yakınları arasında konuşabilecek dirilikte olan tek kişi amcasıydı. Kemal bey o sırada da sürekli üzüntüsünü dile getiriyor, tekrar tekrar başsağlığı diliyordu. Ortamda bir an sessiz kaldılar bu sırada Barış’ın ağlamaktan şişmiş gözlerinden sessiz sessiz yaşlar süzülüyor ve aradaki burnunu çekme sesleri geliyordu.
    Yiğit’in amcası Barış’a dönerek;
    - “ Yiğit seni çok severdi oğlum hep nasıl iyi biri olduğundan bahseder hayatta güvenebileceği ailesinden sonraki tek kişinin sen olduğunu söylerdi. “ dedi
    Bu sırada Barış’ın ağlaması daha da artıp hıçkırıkları daha da sıklaşarak;
    - “ Benim de öyleydi Efendim. Az önce söylediklerinizin hepsi benim yönümden de geçerli. “dedi.
    Yiğit’in amcası Esat Bey;
    - “ Biz olayı tam olarak bilmiyoruz oğlum. Dün polisin biri anlattı ama olayın şokuyla anlayamadık şimdi olayın ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz bile, bir de siz anlatırsanız olayı oğlum… “dedi.
    Adamın bu sözlerine Kemal Bey de Barış da çok üzülmüş bir darbede adamın sözlerinden almışlardı.
    Barış evde babasının söylediklerini anımsayıp kendisini bir derece daha toplamaya çalışarak derin bir nefes aldı ve olayı yavaş yavaş anlatmaya başladı. Yavaş anlatmasının nedeni gözyaşlarının konuşurken de devam ediyor ve arada nefes bile alamıyor olmasıydı. Kemal Bey oğlunun bu durumda olduğunu gördükçe içi eziliyor, kalbi sızlıyordu. Barış’ın yine nefesinin kesildiği bir arada sözünü kaldığı yerden Kemal Bey devam ettirdi. Barış’ın bir nebzede olsa rahatlamasına sebep olan babasını bu davranış’ı oğlunun kendine gelmesine de neden olmuştu.
    Olayı tamamen anlattıkların da Esat Bey’in de diğer odadakilerden bir farkı kalmamıştı. Artık ne o Kemal Bey’e telefon açarkenki cesaretinden eser vardı ne de onları karşıladığı serinkanlılığından… Adeta yıkılmış tamamen bir çöküşe uğramıştı. Barış’a sarılmak için ayağa kalkmıştı ki ayakları o ağırlık çökmüş vücudunu kaldıramamış kıvrılarak yere düşüp bayılmıştı. Esat Bey’in düştüğünü gören Barış da Kemal Bey de oturdukları yerden sıçrayarak Esat Beyi yerden kaldırıp oturdukları kanepeye yatırdılar ve doktor çağırdılar. Esat Bey’in durumunu öğrenmeden ne Kemal Bey ne de Barış evden, olay yerinden ayrılmamıştı.durumunu öğrendiklerinden sonra Esat Beyden ve odadakilerden müsaade isteyip evden çıktılar. Tam arabaya binecekken Bakkalcı Aydın; Barış’ın yanına geldi ve;
    - “Başı sağ olsun oğlum olayı duyduk çok güç bir durum durumun güçlüğü gibi sende güçlü olmalısın, pes etmemeli, gücünün yettiği kadar direnmelisin. “dedi.
    Barış kendinde olmamasına rağmen Aydın’ın olay karşısındaki bu tutumuna şaşırmış kalmıştı. Konuşmaktan nefret eden, mesleği olan esnaflığın hiçbir şekilde yakışmadığı sinsi, içten pazarlıklı bir insan nasıl olurdu da böyle yumuşak, oral verici bir üslupla konuşabilirdi? İşte Barış da buna anlam veremiyor buna şaşırıyordu.
    Barış kendisinin cevap verme zorunluluğunda hissederek;
    - “ Sağol ağabey; teşekkür ederim “dedi ve zoraki bir şekilde gülümsedi.
    Bakkalcı Aydın’la vedalaşan Barış babasına bakarak arabaya bindi ve hareket ettiler. Mahalleden çıktıklarında Kemal Bey de Barış da olayı biraz da olsun atlatmışlardı.
    Kemal Bey oğluna dönerek;
    - “ Gitmek, uğramak istediğin bir yer var mı oğlum? “şeklinde bir soru sordu.
    Barış yorgun gözleriyle babasına bakarak;
    - “ Yok baba, hiç halim yok, yorgunluktan ölüyorum eve gidelim. “ dedi
    Kemal Bey Barış’ın cevabı üzerine arabayı eve doğru sürmeye başladı. Eve geldiklerinde Zeynep Hanım ile Esra yemek hazırlamış masayı hazırlıyorlardı.
    Barış;
    - “Elinize sağlık çok güzel görünüyorlar ama ben yiyemeyeceğim iştahım yok şu sıralar size afiyet olsun ben odama çıkıyorum. “dedi.
    Kemal Bey oğluna dönerek;
    - “ Kendine gelmek, gerçekten de toparlanmak, eskisi gibi olmak istiyor musun? “diye sordu.
    Barış; Kemal Bey’in ne demek istediğini hemen anladı ve başını evet anlamında sallayarak yemek masasında eskiden kendisine ayrılmış olan yerine oturdu. Bu ailenin iki yıldan beri toplanıp yemiş oldukları tek yemekti. Hepsinin için de bir üzüntünün barındığı kadar sevinç de barınıyordu aslında. Hepsi arada bir kaçamak gözlerle birbirlerine bakıyor ve sevinçlerini, mutluluklarını birbirlerinden saklayarak kendi içlerinde yaşamaya çalışıyor, hiçbir zamanda bu huzuru kaybetmemeyi planlıyorlardı.
    Yemek bittikten sonra masa kaldırılıp salonun oturma bölümüne geçildi. Normalde aile böyle zamanlar da yani yemek yedikten sonra hazırlanıp, dışarı, spor yapmak amacıyla yürüyüşe çıkarlardı ama bu son iki gündür çıkmıyorlardı.
    Bir süre sessiz bir şekilde oturduktan sonra sessizliği bozmaya karar veren Esra;
    - “ Neden yürüyüşe çıkmıyoruz? Rahatsız olacağız böyle, hadi hazırlanın çıkalım. “dedi.
    Esra’nın böyle demesi üzerine Zeynep Hanım ile Kemal Bey’in ikisi birden Barış’ın yüzüne baktılar. Barış durumu fark ederek;
    - “ Ben gelmesem de siz gitseniz olmaz mı? “diye sordu.
    Barış böyle deyince annesi ile babası ikisi bir ağızdan;
    - “ Olmaz öyle biz de gitmeyelim o zaman. “dediler
    Barış bu cevaptan rahatsız olarak ve ablasının üzüldüğünü fark ederek ve Esra’nın gözlerinin içine sevgi ile bakarak;
    - “ Tamam tamam hadi gidelim. “dedi.
    Bu cevaba hepsi sevinmişti; tüm aile sevinerek hazırlanmaya başladı. Evden çıktılar ve Seyhan Nehri’nin kıyısında rutin adımlarla yürümeye başladılar. Yürürken kimse konuşmuyordu sadece bir ara Barış babasına dönerek;
    - “ Baba ben tekrardan çalışmaya ve Hukuk Fakültesine geri dönmeye karar verdim. “ dedi.
    Oğlunun bu sözü karşısında inanılamayacak bir mutluluğa kavuşan Kemal Bey; gözleri dolarak Seyhan Nehrinin kıyısında oğluna sarıldı. Böyle bir durum karşısında Zeynep Hanım da Esra da gözyaşlarını tutamadı aile sırasıyla birbirine sarıldı. O anda etraflarında bulunan hiçbir şey umurlarında değildi. Hiçbir şeyi umursamıyor, kafalarına takmıyorlardı. Barış ta çok mutlu çok neşeliydi. O da yaşadığı tüm olayları, çektiği tüm sıkıntı ve acıları bir anda unutmuştu.
    Aile şenlik içinde eve döndü o gece birlikte albümlere, fotoğraflara baktılar. Hepsi çok mutluydu. Mutluluklarını ifade etmeye yetecek tek kelime yoktu. Ailenin tüm fertleri delilircesine neşeliydi. Anlamsız anlamsız yerlerde sebepsizce gülüyorlar aniden kendilerine gelip birbirlerine hatırladıkları yaşadıkları anıları anlatıyor tekrardan gülmeye başlıyorlardı. Ne zamandır hiç o kadar mutlu olmamışlar bir aile olduklarını yeni anlamışlardı.
    Hayatların da yaşadıkları en acı günü de en mutlu sayılabilecek günü de onlara barış yaşatmıştı. Barış’a öfkeli oldukları kadar da minnet borçluydular. Barış’a bir kızıyorlar bir de tebrik ediyorlardı. Barış’ın güçlülüğüne, serinkanlılığına, azmine hepsi hayrandı.
    İşte ailede ki herkes o gün o mutlulukla o sevinçle yataklarına girdiler. Bir gün öncesinde ki üzüntüleri akıllarına geliyor bugünkü mutluluklarını bozmamak amacıyla hemen geri unutup bugünkü sevinçlerini hatırlayıp mutluluğa bürünüyorlardı. Barış’ın azmini, yürekliliğini düşünen hiç kimse uyuyamıyordu. Ailenin içi içine sığmıyordu.
    Barış’ta uyumuyordu. Ailenin olduğu kadar Barış’ta mutluydu. İçinde derin bir sevinç içine sığmayacak ölçüde hırs vardı. Okula başlayacaktı; bu iki yıl boyunca çektiği tüm sıkıntıları unutturacaktı ona, bu okul temposu, ders yoğunluğu. Yarın uyanınca ilk işi kendi kitaplarını çıkarıp bir yerden ders çalışmaya başlayacaktı. Uzun süreden beri yapmadığı, yapamadığı belki de geri dönmeyi gururuna yediremediği okuluna geri dönecek tekrardan çalışmaya başlayacaktı. Barış bunları düşünerek uyuya kalmıştı. Barış ailesine vermiş olduğu, onlara yaşattığı bu mutluluk sebebiyle de huzura kavuşmuştu.
    Zeynep Hanım ile Kemal Bey erkenden uyanıp Yiğit’in ailesini ziyarete, baş sağlığı dilemeye gittiler. Arabada Zeynep Hanım; Yiğit’i düşünerek;
    - “ Yazık! Hem de çok yazık! Düşünsene Kemal orada o şekilde bizim oğlumuzda cansız bir şekilde yatabilirdi, şu anda bu ziyaretine gittiğimiz ailenin durumunda biz de olabilirdik. “dedi üzüntülü bir şekilde.
    Kemal Bey eşine dönüp, elinden tutarak;
    - “ Ama değiliz, kim bilir kim ne sebepten öldürmüştür o çocuğu. “dedi.
    Daha sonra Zeynep Hanım bir neşeyle yüksek sayılabilecek bir ses tonu ile;
    - “Barış’ın gözlerinde ki kararlılığı, hırsı gördün mü? “ diye eşine mutluluktan parlayan gözleriyle bakarak sordu.
    Kemal Bey de aynı eşi gibi heyecanlanarak;
    - “Evet gördüm. Benim oğlum o, benim hırslı, zeki, çalışkan oğlum hep istediğim mutluluğu bana yaşattı. “dedi.
    Arabada kısa bir süre sessizlik yaşandı. Bunun nedeni mutluluk tan mıydı yoksa Yiğit’in üzüntüsünden miydi, Yiğit’in ailesine karşı duydukları üzüntüden mi bilinmez…
    Kemal Bey ile Zeynep Hanımın ziyaretlere gittikleri sırada Barış da Esra da uyanmıştı. Uyandıktan sonra Esra kahvaltı hazırlamaya başlamış Barış da lise konularının bulunduğu kitaplarını bulup çıkarmış bir uçtan çalışmaya başlamıştı.
    Kemal Bey ile Zeynep Hanım ziyaretten döndüklerinde Barış’ı masanın başında ders çalışırken buldular. Oğlunu masa başından kaldıran Kemal Bey kahvaltı masasına kadar, koluna girerek götürdü. Neşeli bir şekilde kahvaltılarını yaptıktan sonra Esra arkadaşları ile buluşmaya, Zeynep Hanım da alışverişe çıktı. Evde babasıyla yalnız kalan Barış;
    - “ Benim ders çalışmam lazım baba, tekrardan kazanabilmem için ders çalışmam lazım hem de eskisinden daha çok çalışmam lazım. “ dedi.
    Kemal Bey oğluna gülümseyerek baktı. İçinden oğluna sarılıp bir daha asla bırakmamak geçiyordu ki oğluna dönüp heyecanla;
    - “ Barış! “ deyip göz kırparak;
    - “ Kim bilir belki de ders çalışman gerekmiyordur. Belki de eski bıraktığın sınıfın derslerine çalışmanın yeterli olacağı bir yol vardır. “dedi.
    Barış babasının ne demeye çalıştığına bir anlam verememişti. “ Acaba benimle dalga mı geçiyor? “ diye düşünüp bozulmuş ama bozulduğunu belli etmemeye gayret göstermişti. Sessiz kalmayı tercih etmiş babasına bakıyordu.
    Kemal Bey oğlunun bu durumunu fark etmiş yine de gülümseyerek Barış’a bakıyordu. Kemal Bey oğlunun bu durumundan hoşlanmış olacak ki ona bir açıklama yapmıyor, neden öyle söylediği konusunda bir şey söylemiyordu.
    Zeynep Hanım alışverişten geldiğinde hala babasıyla oğlu kahvaltı masasında bıraktıkları şekilde oturuyorlar hiçbir şey de konuşmuyorlardı. Masada ki yiyeceklerden eksilen dahi yoktu. Sürahideki suyun ibresi bile hala aynı yerde durmuştu.
    Zeynep Hanım bu duruma çok anlam verememiş ve eşine dönerek, korku ve endişe içerisinde;
    - “ Ne oldu? , Neden hala bıraktığım konumdasınız? Bir şey mi oldu? “dedi.
    Kemal Bey aynı Barış’a yaptığı gibi eşine de öyle gülümseyerek baktı.
    Zeynep Hanım buna anlam veremedi ve daha da korktu daha da endişelendi. Büyük ihtimalle Barışla babasının yine tartıştığını yine anlaşamayacaklarını düşündü ve bir anda yüzü düştü bir anda gözleri doldu.
    Zeynep Hanım bunda da Barış’a dönerek;
    - “ Oğlum! “dedi ve böyle diyerek Barış’ın bir cevap vermesini bekliyordu.
    Ama Barış dane olduğunu bilmiyor o da soru soran gözlerle bir babasına ve bir annesine bakıyordu.
    Kemal Bey daha fazla uzatıp olayı abartmak ve Zeynep Hanım’ın daha fazla korkmasını istemeyerek açıklama yapmaya başladı;
    - “ Senin okula gitmeyi bıraktığın ilk senede seni evden kovduktan sonra çok düşünmüştüm. Gerçekten de çok üzülmüştüm. Benim için inanılmaz büyüklükte bir yıkım olmuştu bu. Sana karşı içimde bitmek tükenmek bilmeyecek bir öfke vardı tabi o öfkenin büyüklüğü kadar da güven. Döneceğinden tekrar okula başlamak isteyeceğinden adımın Kemal olduğu kadar emindim ama sana gitme, devam et bırakma okulunu diyemeyecek kadar da gururlu. İşte sen gittiğinde böyle kararsız bir ruh hali içerisinde bir ay kadar kıvrandım durdum. “…
    Kemal bey kısa bir süre duraksadı ve ardı ardına bir karısının bir de oğlunun dolmuş gözlerine baktı,.sözüne devam etmeye karar vererek;
    - “ En sonunda bir karara vardım; dedim ki o benim oğlum ne yaparsa yapsın atamam, yok sayamam o benim hep hayatımda olacak. Nasıl ki onun hayata gelmesine ben vesile olduysam hayatta kalmasına, benim oğlum olarak kalmasına da ben vesile olacağım oğlumun hep arkasında olacağım tüm kararlarına da saygılı olacağım. İşte böyle düşündüm ve senin okuluna gidip okulu bırakmana engel olarak okulunu dondurdum. Şimdi istediğin zaman gidip başlayabilirsin. Ondan sonra da okula gidip; ben görevimi yaptım deyip kenara çekilmedim. Seni sürekli, düzenli olarak takip ettim. İş aradığını duyduğumda başvuru yaptığın yerlerle görüşüp seni işe almalarını, çalışmanı sağladım. “ diyerek sözlerini bitirdi.
    Barış babası anlatırken gözyaşlarına hakim olamamış ağlıyordu. Annesi de eşinin bu davranışına duygulanmış eşine bir kez daha minnettar olmuş ağlıyordu. Kemal Bey Barış’a döndü ve;
    - “ Bunların hiç birini ağlaman için yapmadım bunu sende biliyorsun şimdi ağlamayı bırak da hadi hazırlan bir gidip konuşalım şimdi okulunla. “ dedi.
    Barış babasından hem utanıyor hem de kendisini babasına karşı borçlu hissediyordu. Yanından ayrılmadan önce babasına kocaman kollarıyla sarıldı ve ağlamasına devam ederek;
    - “Çok teşekkür ederim baba çok teşekkür ederim. “ dedi.
    Kemal bey oğlunun sırtını sıvazladı ve başını çekip oğlunun güzel yüzüne bakarak, başıyla da kapıyı işaret ederek;
    - “ Hadi! “ dedi. “ Hazırlan da çıkalım. “
    Barış tamam diyerek koşar adımlarla üst kata çıkıp üstünü giyindi ve babasıyla okula gitmek üzere evden çıktılar. İkisi de heyecandan yol boyunca konuşmadı daha doğrusu konuşamadı…
    Barış sevinçten, mutluluktan havalara uçuyordu bir yerlere gidip haykırmak, içini boşaltmak istiyordu ama nafile… Hem öyle bir yer yoktu hem de onu yapabileceğine yani haykırabileceğine olan inancı. Her ne olursa olsun, her kim ne derse desin Barış çok mutluydu. Hiçbir şer düşünmüyor sadece babasına, okuluna odaklanıyordu. Yol boyunca içi kıpır kıpırdı. Hani küçük çocuk okula başlarken ilk gün ailesinden bir büyük götürür; çocuğun kendisinde de velisinde de hem korku hem sevinç olur ya Barış ile babası da aynen öyleydi. Sanki Barış okula yeni başlıyor babası da ona cesaret vermek amacıyla onunla gidiyordu.
    Okula gelip arabadan indiklerinde Barış babasına, Kemal Bey de oğluna; sevinç ve öfkenin, mutluluk ve üzüntünün, hırs ve yılgınlığının bütün tezatlıkları içinde barındıran yaşlı gözlerle birbirlerine baktılar ve bir kez de orada sarıldılar.
    Baba oğul güvenle, gururla ve bir o kadar da hırs dolu adımlarla okulun kapısından içeri girdiler ve Barış’ın dondurulmuş olan okulunu tekrardan başlatmak üzere imzalar atmış işlemler tamamlatmışlardı. İkisi de yorulmuştu aslında ama bu yorgunluğu hem hiç hissetmiyorlar hem de hiç önemsemiyorlardı umurlarında değilmiş gibi davranıyorlardı ki zaten de öyleydiler. Barış’ın işlemlerini tamamladıktan sonra eski neşelerine sahip çıkarak eve döndüler.
    Eve döndüklerinde de kimse yerinde oturamıyor bir oraya bir buraya dolanıyorlardı. Akşam olunca ailece dışarı dolaşmaya, alışverişe çıktılar. Kim ya da hangisi tahmin edebilirdi ki öyle kötü, öyle korkunç bir olayın, bir haberin ardından ailenin eski neşesine, eski huzuruna hatta eskisinden de çok sayılabilecek mutluluğa kavuşabileceğini? Hiç kimse tahmin edemezdi, edememişti de.
    Barış o gece boyunca uyuyamadı geçmişine dair hiçbir şey bilmiyor, hatırlamıyordu. Aklında yalnızca okuluna geri döneceği, avukat olacağı ve babasının şirketin de çalışacağı vardı. İşe başlaması için okulu bitirmesi yeterliydi. Okulu biter bitmez işi olacak olan Barış o gece bir karar daha aldı okullar başlayana kadar babasıyla birlikte işe gidip hem mesleğini öğrenecek hem de biraz da olsa babasına yardımcı olmaya çalışacaktı.
    Sabah kalktıklarında Barış’ı çoktan kalkmış, neşeli bir şekilde hazırlanıyor olarak buldular. Buna pekte bir anlam veremeyen annesi oğluna şaşkınlık belirten gözlerle bakıp;
    - “ Nereye oğlum? “diye sordu.
    Barış annesini öperek;
    - “ Babamla birlikte işe gidip yardımcı olmaya çalışacağım. Nasıl olmuşum? “diye son derece içten gülerek sordu.
    Annesi duygulanarak oğlunu süzdü;
    - “ Çok iyi olmuşsun oğlum. “dedi.
    Barış o günden sonra okullar açılana kadar her gün babasıyla işe gidip geldi. Sürekli babası ile birlikte takılıyor avukatlığa dair ne varsa öğrenmeye çalışıyordu. Hatta o kadar ilerlemişti ki mesleğinde bazı zamanlar davalar hakkında babasıyla tartışmaya bile girebiliyordu. Bu şekildeyken Kemal Bey de Barış da çok mutluydu. Evden işe işten eve sürekli babasıyla yan yanaydı. Aile adeta geçmiş yılların acısını çıkarıyordu. Oğullarını böyle çalışkan, azimli ve olgunlaşmış gören anne ve baba çok duygulanıyor oğullarına tutkuyla sevgiyle bakıyor bazen de bakmaya kıyamıyorlardı.
    Okullar başladığı zaman Barış okuluna daha önce hiç asılmadığı bir hırsla asılmış ha bire ders çalışıyordu avukatlık hakkında çoğu tecrübeli avukatların dahi bilmediği ayrıntıları öğreniyor okuluna da mesleğine de sürekli bağlı kalmaya ihmal etmemeye çalışıyordu. Okulda dersinin olmadığı günler de ve hafta sonları şirkete gidiyor orada çalışıyordu. Barış kendisini toplamıştı toplamasına ama ailesi bunda da abartmış olduğunu düşünüyor ve oğullarını biraz da sosyal hayata çekmeye çalışıyor sürekli farklı daha önce yapmadıkları aktiviteler üretiyor yeni bambaşka planlar yapıyorlardı. Bunların hiç birisi Barış’ın dikkatini çekmiyor çalışmaktan da derslerinden de kendini alamıyordu. Okuldaki ders kitaplarını, şirketteki davaları, dosyaları hepsini sular seller gibi ezberlemiş kendi kafasından yeni davalar üretip onların bile dosyasını hazırlamıştı. Barış farkında değildi ama annesi ve babası onun bu durumuna da üzülüyor onu derslerden uzaklaştırmaya ve biraz da kendisine zaman ayırmasını sağlamaya çalışıyorlardı.
    Barış o kadar çalışıyordu ki kendi bile kendisini unutmuştu. Kendi kişiliği hakkında hiçbir şey bilmiyor o tür muhabbetlere hiç katılmıyordu. Davalar ve dersler hakkında hiçbir şey konuşmamaya başlayan Barış’ın durumunda korkan anne ve babası onu doktora götürmeye çalışıyorlardı ama Barış; “ Benim bir şeyim yok. “diyerek onu da geri çeviriyordu.
    Böyle çekişmelere aldırmayan Barış Hukuk Fakültesini birincilikle bitirmiş ülke genelinde not ortalaması bakımından derece bile yapmıştı. Babası oğlu ile tahmin edilemeyecek kadar gururlanıyor oğluna hayran kalıyor hayranlığını da sürekli dile getiriyordu. Ama bir o kadar da oğlunun sağlığı hakkında endişeye kapılıyor, telaşlanıyordu.
    Barış mütevaziliğinden mi yoksa umursamadığından mı bilinmez birinciliği hakkında hiçbir yorum yapmamış hiç dile getirmemişti. Hatta okul bitti diye artık zamanının çoğu b

      Forum Saati Ptsi Mayıs 20, 2024 7:21 am