Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    BÜYÜK HAYAL ( Y İ Ğ İ T )

    avatar
    1001030069


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 21/12/10
    Nerden : GAZİANTEP

    BÜYÜK HAYAL ( Y İ Ğ İ T ) Empty BÜYÜK HAYAL ( Y İ Ğ İ T )

    Mesaj  1001030069 Perş. Ara. 23, 2010 4:10 pm


    16 EYLÜL 1991…

    Etraf çok sessizdi… Sadece rüzgarın hışırtısı duyuluyordu. Güneşli bir gündü bulut-
    ların dizilişi mükemmel bir görüntü sergiliyor. Masmavi gökyüzü , yeryüzüne çok güzel bir görüntü veriyor. Doğa resmen insanoğluna hizmet ediyordu… Birden dünyaya gelen çocuğun sesiyle etrafta çığlık sesleri, zılgıt sesleri duyulmaya başlandı. Herkes sevinç yumağı oluşturup birbirine sıkıca sarıldı ve herkes çok mutluydu. Yeni evlenmiş olan ailenin ilk çocuğu dünyaya gelmişti. Ana, baba, dost, akraba herkes bir aradaydı. Ailenin ilk çocuğunun ilk çığlıkları duyulduğu anda sanki dünyalar onların olmuştu. Özellikle baba çok mutlu idi. Çünkü her zaman bir evlada sahip olmayı istiyordu. Hergün Allah’a dua ediyordu. Sonunda duası kabul olmuştu. Allah ona bir erkek evlat nasip etmişti. Baba çocuğunu koynuna alıp alnına yumuşak bir öpücük kondurdu. Dünyanın en mutlu insanı olmuştu… Babanın bir hayali daha gerçeğe dönüşmüştü…

    Aradan 20-25 gün geçti ve artık çocuğa bir isim konulmalıydı. İsim konusunda çok kararsız bir şekilde şu ismi mi koysak yoksa bu ismi mi koysak diye düşünüyorlardı anne ile baba… Bir zaman sonra anne-baba ortak bir kararla çocuğun adını koydular. Erhan…
    Evet çocuğun ismi artık Erhan dı. Anlamı ise mülayim, nazik ve narin demekti. Hüseyin, yani Erhan’nın babası artık bir çocuğa sahipti. Çocuğuyla ilgili hayaller kurmaya başladı. ‘‘Büyüyecek, ailemi temsil edecek hepimizin gözdesi olacak. Okuyacak, büyük adam olacak . Ailemize kol kanat gerecek. Asker olacak. Vatanını, milletini, devletini koruyacak…’’ Hüseyin güzel hayaller kurarak ve düşünerek etrafına tatlı tebessümlerle bakıyordu… Tıpkı Hüseyin gibi annesi Gamze de çok mutlu idi. Çocuğunu her gün bağrına basıp tatlı tatlı öpüyor ve okşuyordu. Onunda çocugu üzerine hayalleri vardı ‘‘ Artık ailemiz genişliyor çocuğumuz ileride bize gurur verecek işlere imza atacak. Bizi , ailemizi temsil edecek. Her zaman yanımızda olacak ve biz onunla gurur duyacağız.’’ Böyle düşüncelere dalarak çocuğuna bakarak gülümsüyordu.

    Aradan iki buçuk yıl gibi bir zaman geçmişti… Çekirdek aile artık çekirdek olmaktan çıkmış geniş bir aile olamaya başlamıştı. Eve huzur gelmişti. Evde çocuk sesinin duyulması anneyi ve babayı çok mutlu ediyordu. Çok neşeli günler geçiriyordu ÇİFTÇİ ailesi. Gamze her gün çocuğuna yeni yeni kazaklar , renkli renkli çoraplar örüyor ve bunu yaparken onu çocugu üzerinde hayal ediyordu. Çocuğu onun herşeyi idi artık. Hüseyin de evladını mutlu etmek için elinden geleninin fazlasını yapıyor idi. Her gün eve yeni yeni oyuncaklarla geliyor ve kapıdan girerek çocuğunun yanına yaklaşarak, kucağına alarak öpüp okşuyor. Daha sonra odasına doğru geçip biraz dinlendikten sonra televizyon izlemeye başlıyordu. Derken birgün Erhan, babasının yanına yavaş yavaş yaklaşarak, ‘‘baba, baba’’ diye seslendi. Evet yanlış duymuş olamazdı Hüseyin. Birden etrafına bakınmaya başladı Hüseyin. Heyecanla çocuğuna bakarak yanına yaklaştı. Erhan tekrardan baba demeye başladı. Erhan baba derken, hani heceleyerek söyler ya ba-ba, ba-ba . Her ‘‘ ba’’ dediğinde Hüseyin’ in kalp atışları ritmik derecesini bozarak daha da hızlı çarpmaya başlamıştı. Baba Hüseyin, kulaklarına inanamıyordu. Çocuğunun sesini duyarak ona karşı sevgisi daha da pekişti. Keyifi yerine gelmişti. Hüseyin çocuğu-
    nu öyle çok seviyordu ki O da aynen Erhan gibi, ‘‘ baba, baba, baba ‘‘ diyerek onu taklit etmeye başladı.
    Erhan, babasının kucağında öyle mutluydu ki … Yüz ifadesi, son derece belli ediyordu mutluluğunu. O, belki farkında değildi ama babasını mutlu etmekten çok haz duymuş olmalı ki O da tıkpı babası gibi ona bakıp, şirin şirin gülücükler atıyordu. Erhan artık konuşmaya başlamıstı. Bu, babasını ve annesini ilk mutluluğu yaşşatığı an değildi. Erhan’nın ilk adımlarını attığı zamanlar da bu kadar mutluydular. Erhan artık ailenin neşe kaynağı idi. Her gün babasını, annesini mutlu edecek hareketlerle, ailesini güldürüyor ve neşlendiriyordu. Baba, sabahları uyandığında Erhan da uyanıyordu. Onunla birlikte oturup, etrafı seyrediyordu. Her zaman ki gibi Gamze eşinin kahvaltısını hazırlarken, Erhan da annesini ayağının altında dolaşarak, bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturup duruyordu. Gamze, eşine kahvaltısını hazırlayıp , babanın yani Hüseyin Babanın önüne indiriyordu. Erhan da annesinin ve babasının arasına oturup, kahvaltı yapmaya çalışıyordu . Ama daha çok küçüktü ve ekmeği bölebilecek kadar bile gücü yoktu. Anne her zaman çocuguna mamasını hazırlayıp avucuna veriyor ve Erhan da büyük bir iştahla ve coşkuyla mamasını yudumluyordu. Kahvaltı yenildikten sonra baba hazırlanıp, üstünü giyinerek işe gitmek için yola çıkacaktı. Erhan birden koşup babasının yanına yaklaştı ve ‘‘ babacığım güle güle ‘‘ diye sesleniyordu. Hüseyin de çocuğunu kucağına alıp , öpüp okşuyordu ve daha sonra işe gitmek için yola çıkıyordu. Ailenın günleri böyle mutlu, neşeli ve güzel bir şekilde sürüp gidiyordu. Ta ki Erhan’ nın başına gelen olaya kadar.

    Her zaman ki gibi yine güneşli bir gündü. Güneş, adeta şehiri sevecen bir şekilde ısıtıyordu. Aradan rüzgar hoş bir şekilde serinletiyordu. Kuşların cıvıltısı, insanın gönlünü hoş ederek, sanki bulutların üzerinde gibi bir his uyandırıyordu. İnsan böyle bir memlekette, Gazilerin Şehri Gaziantep’ te huzursuz olması mümkün değil. Hiç olmazsa, doğa insana huzur veriyordu. İşte böyle bir günde , Anne Rahime evin üstünde halıları serip, su döküyor ve ardından deterjan dökerek fırçayla, halıları fırçalayıp yıkıyordu. Erhan ise, bir köşede oturup babasının aldığı yeni oyuncakları ile oynayıp kendini eğlendiriyordu. Kendince bir yol yapıp, o aradan arabasıyla gidip gidip dönüyordu. Arada babasının en son aldığı oyuncağı yani küçük kamyonetine, oyuncak bebeğini yaralıymış gibi bir şekilde, kamyonete yerleştirip hızlıca ambulansa yetiştirmek üzere yoluna çıkıyordu. Hastaneyi ise küçük bir kutu temsil ediyordu. Erhan, işte bu şekilde kendi dünyasında oynuyordu. Yine arabasıyla oynarken birden merdiven tarafına doğru sürdü arabasını, hızlı bir şekilde arabasını merdivenlerin olduğu taraftan aşağı doğru sürüyordu. İşte o anda Erhan başına gelecekleri düşünecek yaşta olmadığı için, daha doğrusu tehlikeyi farkedemeyecek kadar küçük olduğu için merdivenlerden sürünerek aşağı doğru iniyordu. Bu arada, Gamze’nin hiçbirşeyden haberi yoktu. Kendini işine öyle bi kaptırmıştı ki dünyayla alakası kesilmiş gibiydi. İşiyle çok meşguldu. Erhan merdivenlerden inerken birden ayağı kayarak yaklaşık üç metre gibi bir yükseklikten aşağı doğru yuvarlanıverdi. O minicik kafası, merdiven boşluğunda bulunan ve kapağı yeni açılmış olan, elini vurduğunda koparacak kadar sivri uçları olan bir kovanın içine düştü . Düştüğü zaman, annesininde yüreğine adeta ateş düştü ve birden rahatsız olmaya başladı. Oğluna baktı, etrafta göremedi. Aşağıya doğru inmeye başladı. Gördüğü manzara karşısında resmen yıkılıverdi. Oğlunu o şekilde gördüğünde öyle bi çığlık attı ki, kuşların bile sesi soluğu kesildi. Annenin sesi yeryüzünde yankı yapacak bir biçimde yükseldi. Mahhalede ki herkes, birden dışarı fırladı. Sesin olduğu tarafa doğru koşmaya başladılar hep birden. Etrafta, sadece yüreği parçalanmış bir annenin sesi geliyordu. Bir yandan Erhan’ nın yürekleri sızlatan ağlama sesi, bir taraftan annenin çığlık sesleri… Anne, hemen oğlunu girdiği kovadan çıkararak yüzündeki kanları silmeye başladı. Üzerindeki elbise kandan görünmeyecek bir şekilde kırmızılaşmıştı. Gamze, çocuğunu hemen bulunduğu yerden çıkararak hastahaneye doğru koşuşturmaya başladı . Konu komşu, onlarda Rahime’ nin arkasından koşarak onlarda Gamze, gibi hızlı hızlı koşarak hastahaneye doğru yol almaya başladılar. Mahale birden ayaklandı. Daha bir saat önceki tatlı sesler kesildi. Kuşlar uzaklaşıverdi. Mahalledeki huzur, birden cenazevini andıracak bir hale dönüştü. Doktorlar hemen Erhan’ı acil bölümüne alarak müdahale etmeye başladılar. Erhan, acı bir şekilde kıvranırken doktorlar ona hiç aldırmıyarak müdahalelerine devam ediyorlardı. Hastahane de durum böyle iken, hastane kapısının önündeki durum da içerdeki durumdan farklı değildi. Herkes bir telaş, bir merak içinde birbirlerine bakıyorlardı. Mahallenin neşeli çoçuğun başına kötü bir şey gelmemesi için ellerini Allah’a açmış bir şekilde dua ediyorlardı. Mahhalenin ileri yaşlı hanımları ise yüreği parçalanmış anneyi sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ama anne sakinleşecek gibi değildi. Onlar teselli etmeye çalıştıkça, anne daha da sinirlenip etrafa bağırıp çağırıyordu. İşte güzel başlayan bir günün sonunun böyle olacağını kimse hayal bile edemezdi. Baba Hüseyin’ inin ise hiçbirşeyden haberi yok ve işine devam ediyordu. Güzel güzel işi ile meşgul oluyordu. Arada sırada çırağından, tahta, çivi gibi malzemeler istiyor ve işini yapmaya çalışıyordu. Yani iş yerinde herşey yolunda gidiyordu. Tabi Hüseyin’ in telefonu çalana kadar… Acı haber tez duyulur der atalarımız. Bu sözün gerçekten de öyle olduğu bir kez daha kanıtlandı. Baba, kulaklarına inanamıyordu. Nasıl böyle bir şey olur diye kara kara düşünüyordu. Telefonun karşısındakine ağzını bile açamadı. Adeta şoke oldu. Hüseyin hemen keserini önlüğünü bırakarak arabasına atladı. Baba, son süratle hastaneye doğru sürdü arabayı. Beş dakika sonra hastahanenin önüne geldi. Hemen arabasından inerek hastahane kapısına koşar adımlarla girdi. Duvarın dibine çökmüş ve perişan bir halde olan eşini ilk kez bu kadar bitkin görmüş olmalı ki gözlerinden iki damla yaş aktı. Hemen hanımının yanına yaklaşarak gözlerinin içine baktı. Ardından şunları söyledi:
    Nasıl oldu hanım ? Nasıl oldu çocuğumuzun başına ne geldi söyle…!
    Anne çok şaşkın bir şekilde idi. Yüzü gözü, saçı başı dağılmış perişan bir şekildeydi. Ağlamaktan artık sesi kısılmış bir vaziyetteydi. Baba ise merakla eşinin söyleyeceklerini bekliyordu. Anne :
    Ben hiçbirşeyi göremedim. Evde halıları yıkamayla meşguldum. Arada bir kafamı arkaya doğru çevirip, oğlumun oyuncakları ile oynayışına bakıyordum. Ara sıra yüzüne bakarak gülümsüyordum. Daha sonra halıları yıkamaya öyle bir dalmışım ki hiçbirşeyden haberim yoktu. Birden merdivenlerin olduğu taraftan oğlumun yüregi parçalanmış bir şekilde ağlayışını duydum. Hemen elimdeki halıları fırçaları bırakarak aşağı doğru koştum. Keşke bu gözlerim kör olsaydı da oğlumu o şekilde görmeseydim. Baktım ki Erhan, oğlum, yavrucağım, evladım salça kovasını içine düşmüş. Kovanın etrafı resmen kan gölüne dönmüştü. Hemen gidip çıkardım kovayı kafasından ve koşarak hastahaneye yetiştirdim. Bundan sonra olanları görüyorsun zaten.
    Baba resmen yıkılmış bir vaziyette idi.

    Hastahane de herkes merakla açılacak kapıyı bekliyorlardı ki kapı açıldı. Kapının ardından doktor çıkıp, koridora doğru yürümeye başladı. Mahalleliler, hemen doktorun etrafını sarıp:
    - Doktor durum nasıl ? Ciddi bir hal yoktur inşallah.
    Doktor, birden soru yağmuruna tutuldu. Etrafına bakarak konuşmaya başladı:
    - Çocuğunuzun durumu çok iyi. Endişelenecek bir şey yok rahat olun. Alından aldığı darbeler sebebiyle, alnı çok fena bir şekilde açılmıştı ve iyiki hemen yetiştirdiniz hastahaneye yoksa, Allah muhafaza oğlunuz kan kaybından vefat edebilirdi. Mahalleli birden derin bir nefes cekerek ‘‘ ohhhh‘‘ dedi. Annenin yüzüne renk geldi birden. Anne, kendine gelip bir köşeye oturarak Allah’a şükretti. Baba Hüseyin ’ de rahat bir nefes aldı. O da aynen eşi gibi ellerini Allah ’a açarak ‘‘ çok şükür Allah’ım çok şükür. Sen oğlumuzu bize bağışladın ’’ diyerek dua etti…

    İşte hastahane de durumlar bu şekilde idi. Birazdan Erhan’ı odadan çıkardılar hemşireler. Anne hemen sedyeye doğru koştu. Oğlunun yüzüne bakıp ‘‘yavrum,oğlum canım oğlum ’’diyordu. Erhan ise ‘‘ annee’’ diye bakıyordu annesine…

    Akşam vakti oluyordu. Gamze, oğluna güzel bir yer ayarladı. Hemen uzandırdı çocuğunu. Mutfağa doğru gidip, oğlunun mamasını hazırladı. Baba ise bir köşede oturup, rahat bir şekilde çayını yudumluyor çocuğunun yüzüne bakıyordu. Aradan bir iki saat geçti… Baba koltuğa yaslanmış bir şekilde ayaklarını ön tarafa uzatmış elinde ise sıcak kahvesini yudumluyordu. Diğer elinde kumandası televizyonu izliyordu. Anne ise bir köşeye kıvrılmış bitkin bir şekilde uyumamaya çalışıyor ama gözlerini zor açıyordu. Güzel başlayan bir günün sonu işte bu şekilde son buluyordu. Uykusuzluğa, dayanamayan aile, böyle bir günün sonunda yatağına doğru uzandılar. Kendi aralarında konuşmaya başladılar. Anne :
    - Hüseyin, gerçekten Allah’a şükür etmek gerekir. Çocuğumuzun başına daha da kötü şeyler gelebirdi. Bir taraftan bakığımda bende de suç var, ben nasıl dikkat edemedim evladıma… Diyerek kendini suçluyordu anne . Baba ise şöyle cevap verdi hayat arkadaşına:
    - Olurmu hanım, kesinlikle kendini suçlama. Başımıza gelecek buymuş ki gördük. Sen ne kadar dikkat edersen et, belki daha başka bir şekilde başka bir yerde bu ve bundan daha kötü şeyler olabilirdi. Kendini yıpratma ve Allah’a güvenini hiçbir zaman yitirme . Allah oğlumuzu bağışladı sen buna sevin. Tabi ki böyle şeylerde ders almak gerekir, ve dikkat etmemiz gerekir ama sıkma canını…Diyerek eşini rahatlatmaya çalışıyordu. Bu şekilde muhabbet ederek uyuyakaldılar. Gece vakti ayın ışığı sokak lambalarının görevini almış uzun ve geniş mahalleyi beyaz bir biçimde aydınlatıyordu…

    Sabahın ilk saatletinde uyanan anne hemen evladının yanına gidip bi yokladıve oğlunu mışıl mışıl uyuduğunu gördü. Daha sonra mutfağa doğru gidip eşine kahvaltı hazırlamaya başladı. Günün ilk ışıklarıyla gözlerini açan baba hemen ayağa kalkıp üstünü giyinmeye başladı . Daha sonra mutfağa doğru gidip kahvaltı
    masasına oturdu. Gamze, ‘‘ günaydın ’’ dedi. Hüseyin de aynı söz ile karşılık vererek kahvaltıya başladılar. Çaylarını yudumladılar. Daha sonra Hüseyin ile birlikte kapıya kadar indi Gamze . Hüseyin, ayakkabılarını giyip işe gitmek üzere yola çıktı. Mahalle de geçerken karşısında komşusu Aziz bey çıktı. Aziz bey Hüseyin in en yakın arkadaşlarından biridir. İkisi birlikte çok iyi zaman geçirirler. Adeta kardeş gibidirler. Aziz Bey, devlet memurudur. Postane de çalışıp ekmeğini kazanmaya çalışan orta halli bir insandır. Yolda karşı karşıya gelen bu iki arkadaş arasında geçen konuşma; Aziz Bey:
    - Hüseyin çok geçmiş olsun. Oğlun inşallah iyidir. Durumu kötü değildir inşallah. Dedi ardından Hüseyin cevap verdi.
    - Teşekkür ederim Aziz. Allah ‘ a şükür durumu iyi dün geceden beri mışıl mışıl uyuyor evladım. Çok korktum başına bir şey gelir diye ama Allah’a bin kere şükür ki ucuz atlattık. Sen nasılsın Aziz. ? Kusura bakma bugünlerde işimizin yoğunluğundan pek fazla görüşemiyoruz. İyisin inşallah. Yeğenlerim nasıl. ? diyerek konuşuyordu Hüseyin. Aziz, arkadaşının sorusuna cevap verdi.
    - Allah razı olsun kardeşim. Hepimiz çok iyiyiz. Kardeşim seni işinden alıkoymayayım sen geç kalma işine… Hüseyin:
    -Tamam, Aziz hadi daha sonra görüşürüz inşallah kendine çok iyi bak… Der ve ayrılırlar. Hüseyin daha sonra arabasını park ettiği yere kadar yürüyüp , arabasını biner ve yola koyulur. Hayatta başımıza nelerin geleceğini tahmin bile edemiyoruz. Her zaman Rabbimize ibadet edip, kulluk görevimizi yerine getirmemiz gerekiyor. Dışarıda hayat böyle devam ederken, Gamze evde ev işleriyle uğraşıp durmaktadır. Kahvaltı masasını toplayıp, kaldırarak odaları temizlemeye başladı. Aradan birkaç saat sonra kapı zili çaldı. Kimseyi beklemiyordu acaba kimdi gelen? Merak etti birden, ve kapıya doğru yürüyüp yavaşça :
    - Kim O.? Diye seslendi
    - Benim Feride…
    Kapıyı yavaş bir şekilde açarak
    - Hoş geldin canım benim nerelerdesin sen bakim. ? Ne güzel sürpriz böyle ,geç kardeşim kapıda kalma…Çok özledim ya seni nerelerdesin sen ?... Feride arkadaşının bu içten ve sevgiyle karşılayışının ardından içeri geçerek :
    - Hoş bulduk Gamze . İşlerden ancak fırsat buluyoruz. Pek zamanım olmuyor kendime bile zaman ayıracak vaktim olmuyor. Çok yoğun bir tempoda işlerimize devam ediyoruz. Bu sebepten yanına uğrayamıyordum. Yoksa bende seni çok özledim. Geçmiş olsun Gamze , oğlunun durumu nasıl oldu iyidir inşallah.? Dün akşam duyabildim anca. Duyar duymaz hemen hazırlık yapıp anca gelebildim…
    - Geldiğin için teşekkür ederim Ferideciğim. Allah’ a şükür durumu iyi. Verilmiş sadakamız varmış. Allah çocuğumuzu bize bağışladı. Nasıl oldu ne oldu ben bile anlayamadım Feride. Ben yukarda halıları yıkarken oğlum kenarda oyuncakları ile oynuyordu güzel bir şekilde. Ben halıları yıkamaya öyle bir dalmıştım ki, hiçbir şeyi düşünmüyor sadece işime bakıyordum. Birden oğlumun ağlayışıyla irkildim. Hemen elimde ne var ne yoksa attım ve oğlumu bulmak için merdivenlerden aşağı indim. Birde baktım ki Erhan daha üç yada dört saat önceki açtığım salça kutusunun içine düşmüş. Yüzü gözü kan içinde kalmıştı evladımın. Hemen çıkardım ve hastaneye doğru koştum. Ardından ameliyata aldılar ve şimdi işte gördüğün gibi rahat uyuyor.
    Feride :
    - Ah yavrum ya şimdi çok acımıştır canı, yine şükürler olsun ki iyi atlatmış durumu.
    Gamze:
    - Geç Feride, mutfağa doğru geçelim gel sana birkaç kahvaltı malzemesi indireyim karnını doyurursun…
    Feride:
    - Çok teşekkür ederim Gamze, kahvaltımı yaparak geldim. Teşekkür ederim.
    Gamze :
    - O zaman biraz çay demleyelim, içelim buna da yok demezsin herhalde.
    Feride:
    - Peki Gamze, ama fazla vaktim yok gidip birkaç alışveriş mağazalarına uğramam gerekiyor.
    Aralarında bu şekilde muhabbet ediyorlardı. Birazdan, Erhan uykusundan uyanıp annesinin yanına doğru gitti.
    - Ah yavrum uyandın mı sen ?
    - Anne ben çok susadım biraz su verir misin?
    - Hemen yavrum .
    Gamze, oğluna suyu uzattı. Erhan, suyunu yudumlayıp karnını doyurdu ve diğer odaya geçerek televizyon izlemeye başladı. Her zaman ki gibi, çizgi dizilerini izlemeye başladı. Erhan, her çocuk gibi çizgi dizilerini gözünü kırpmadan izlerdi…

    Günler ayları, aylar yılları kovalıyordu. Yıl 1997 olmuştu. Bu zaman aralığında Erhan a bir kardeş gelmişti. Aynen Erhan’a benziyordu. Tıpkı onun gibi gözleri, onun gibi burnu vardı. Bu kardeşin ismini de, aynı Erhan ismi gibi ortak kararla aldılar. Gökhan koydular adını. Gökhan …

    Erhan, artık yaşının gereği biraz olgunlaşıp, kimliğini belli etmeye ve kendini ispatlamak için konuşuyor ve çevresine karşı tavır alarak, alıngan bir kişiliğe sahip olduğunu belli ettiriyordu. Erhan, bu yıl okula başlıyordu. Okul … Okul çocukların eğitim yuvası, aynı zamanda öğretim evidir. Okul, insanı insan yapan, değerlerin öğrenildiği yer vatanımıza devletimize hayırlı evlatların eğitildiği ve gelecekte de bu gibi insanların yetiştirildiği, devlet tarafından destek verilip kurulan bilgi evleridir. Erhan, okula çok meraklı bir çocuktu. Daha okula gittiği ilk gün, eline defter kalem alıp kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Çok meraklı bir kişilik oluşuyordu Erhan da. Her gün yeni bir şeyler öğrenmeye gayret ediyordu. Zaman geçtikçe, Erhan da zamana ayak uydurup, kendi yaşına göre hareketlerine dikkat etmeye özen gösteriyordu. Arkadaş çevresi oluşmaya başlıyordu. Okulda yeni bir çocukla tanışmıştı. Adı Mehmet’ti. Mehmet ismi kültürümüzde, kutsal sayılacak bir isimdir. Her evde bir Mehmet ismi vardır. Askerlerimizin genel adı da Mehmetçiktir. Buradan anlaşılıyor ki, Türk kültüründe Mehmet isminin ayrı bir yeri vardır. Erhan okulda tanıştığı ilk arkadaşıydı Mehmet. Mehmet, henüz dört yaşında iken babasını kaybetmişti. Babasızlığın ne demek olduğunu belki bu yaşlarda anlayamayacaktır ama yinede her şey adına, yaşam devam ediyordu. Mehmet Erhan’la birlikte çok iyi ders çalışıyor ve iyi vakit geçiriyorlardı. İkisi de birbirine destek verip, derslerinde çok zor soruları cevaplayıp hocadan, öğretmenden tam not almayı başarıyorlardı. Öğretmen Yasin, bu iki öğrencisini çok seviyor ve gözlerindeki parıltıyı hissederek gelecekte iyi bir yere geleceğini kestirebiliyordu.
    Erhan, her gün sabah erken vakitlerde uyanıp, kahvaltısını yaparak okula doğru yol alıyordu. Okulda çok mutlu oluyordu. Arkadaşlarının arasında çok eğleniyordu. Zaten bu yaşlarda ki çocukların tek eğlenceleri, kendi aralarında oynadıkları oyunlardır. Her gün daha değişik daha ilginç oyunlar oynayıp eğleniyorlardı. Daha sonra ders zili çalıyor ve hep birlikte derse gidiyorlardı. Ders matematik’ti. Öğretmen Yasin, minik çocukları hayatları boyunca uğraşacakları, en baba derslerden birini öğretiyordu öğrencilerine. Dersin konusu ise sayılardı. Öğretmen Yasin, önce tek tek rakamları öğretiyordu çocuklara.
    - Bakın çocuklar ,bu simit gibi olan rakam sıfırdır.
    Öğretmen Yasin, çocukların dersi daha iyi anlayabilmeleri için elinden geleni yapıp, dersi somutlaştırmaya çalışıyordu. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, Öğretmen Yasin, Erhan’ı ağlarken gördü. Meraklı bir şekilde ve hızlıca yanına gidip;
    - Erhan neden ağlıyorsun ? dedi. Erhan ağlamaktan utandığı için, öğretmenin yüzüne bakamıyordu. Hemen yanındaki arkadaşı Mehmet söz alıp,
    - Öğretmenim, Erhan sizin onu tahtaya kaldırmadığınızdan dolayı ağlıyor. Dedi. Yasin Öğretmen, bu meraklı ve istekli öğrencisine, tebessümle bakarak ayağa kaldırıp tahtaya çıkmasını istedi.
    - Bakın çocuklar, hepinizin böyle istekli öğrenciler olmasını istiyorum, arka sıralara geçip uyumayı bırakın. Sizler bizim yarınlarımızsınız. Hepinizin derse katılmasını istiyorum. Bakın, Erhan tahtaya kalkmadığı için ağlıyor, ama kimi öğrenciler tahtaya çıkmamak için kendini benden gizlemeye çalışıyor. Lütfen çocuklar lütfen derslerinize iyi çalışıp, başarılı öğrenciler olmaya çaba gösterin. Öğretmen Yasin, konuşmasını bitirdikten sonra Erhan’a doğru dönüp ‘‘ demek seni tahtaya kaldırmadığım için ağlıyorsun sen ? ’’ Erhan, gözlerindeki yaşları silerek öğretmenine doğru bakıp;
    - Evet öğretmenim, her soruda parmak kaldırıyordum hiçbir soruda beni kaldırmadınız bana hiç hak vermediniz. Sorduğunuz bütün soruların cevabını biliyordum. Dün akşam bütün derslerime çalışarak, gelecekteki konulara göz attım. Şimdi siz bana hak vermeyince sinirlenip ağladım. Diyerek tamamladı son cümlesini. Öğretmen Yasin, bu kadar istekli bir öğrenciye ders vermekten gurur duyuyordu. Öğrencisine yeni bir soru sormak için biraz düşündü ve en sonunda soracağı soruyu kafasında tasarladı.
    - Erhan, sana bir sayı soracağım, eğer bu sayıyı yazabilir isen beş tane artı alacaksın yok eğer yazamazsan beş eksi vereceğim sana kabul ediyor musun? Erhan biraz tereddüt etti ve sonradan karar verdi .
    - Sorun öğretmenim, yapacağıma eminim. Diyerek öğretmenin soracağı soruyu beklemeye başladı. Yasin Öğretmen, öğrencisinin yüzüne bakarak;
    -Sorun şu, kırk bin yedi yüz elli beş sayısını rakamla yaz. Öğretmenin sorduğu soruyu duyunca, kafası biraz karıştı Erhan’ın. Daha sonra biraz düşünerek eline tebeşiri aldı ve tahtada birkaç kez sayılar yazıp siliyordu. En sonunda, öğretmenin söylediği yazıyı yazmayı başardı. Herkes hayranlıkla Erhan’ı alkışa tuttu. Öğretmen Yasin Erhan’ı tebrik ederek, çantasından çıkardığı not defterine beş tane artı atarak ödüllendirdi başarılı öğrencisini…Erhan, soruyu doğru çözdüğü için çok mutlu idi. Çok sevinçli bir şekilde, alkışları kabul ederek sırasına doğru yürüdü. Yüzüne birden renk geldi.
    Evet okulda başarılı olduğunu kanıtlamayı başaran Erhan, daha sonra teneffüs zilini duyduğu zaman ,çantasını toparlayıp eve doğru gidiyordu. Eve geldiğinde babası da evdeydi. Bugün okulda olanları, babasına anlatarak mutlu bir şekilde odasına doğru gitti. Babası, oğlunun ileride başarılı bir öğrenci olacağına yürekten inanıyordu.

    Yıllar birbirini kovalıyordu ve Erhan da yıllarla birlikte, büyüyüp gidiyordu. Artık 4. sınıf olmuştu. Geçen 3 yılını başarıyla tamamlayarak, 4. sınıf olmayı başarmıştı. Eskiden olduğu gibi, hala okulunu seviyordu. Her gün neşeli bir şekilde okula gidip geliyordu. Erhan, artık 10 yaşına girmişti. Gerek arkadaşlarıyla, gerek mahallede akranlarıyla çok iyi geçiniyordu. Babasını, ailesini, arkadaşlarını çok seviyordu Erhan. Her gün okuldan gelir gelmez, çantasından defterlerini çıkarıp hemen ödevini yapıyor ve yarinki derslerine ön hazırlık yaparak gidiyordu. Derli toplu olmayı çok seviyordu.Dağınık olmaktan nefret ediyor. Bir odaya veya herhangi bir yere gittiği zaman ters olan şeyleri düzeltip, daha sonra yapacağı ise odaklanıyordu. Örneğin: kendi odasına girdiği zaman, yastığını dolabın üstünde olduğunu gördüğü zaman, bir türlü ders çalışamaz ve sürekli gözü hep o dolabın üstünde duran yastıkta takılı kalırdı. Daha sonra, kalkıp orda duran yastığı uygun yere indirerek işine koyuluyordu. Çok takıntılı bir kişiliğe sahipti. Herkesi kendisi gibi görmeyi istiyordu.

    Erhan, ailesiyle birlikte hafta sonu pikniğe gidiyordu. Gittikleri yer, Gaziantep’in en güzel yerlerinden biriydi. Burç Ormanı… Burç Ormanı, çok geniş bir alana sahip bir ormandı. Etrafı çitlerle çevrili, her tarafı ağaçlarla kapalı, yemyeşil bir görüntüsü vardı. Ormanın ortasından, çok güzel bir dere geçiyor ve ucu bucağı gözükmüyor. İçinde yüzen balıklar, ördekler ve martılar vardı. Burç Ormanı’nın içinde, Dünya’nın sayılı hayvanat bahçelerinden biri vardı. Gaziantep Hayvanat Bahçesi… Dünyanın en büyük 3. Hayvanat Bahçesi olan Gaziantep Hayvanat Bahçesi, içinde binlerce hayvan türleri bulunuyor. Büyükbaşlı hayvandan tutunda en küçük hayvana kadar hayvan cinsine sahip olan bir bahçedir. İşte böyle bir yere piknik yapmaya gelen aile, piknik yapacağı yeri seçmek için etrafı dolaştılar. Uzun bir dolaşmanın ardından, uygun bir yer bulup malzemeleri arabadan çıkararak, yere indirmeye başladılar. Bir zaman sonra baba yiyecek malzemeleri de arabadan çıkararak , hazırlamaya başladı ve pişirmek üzere taşlarla çevrili küçük bir çukurun üzerine indirerek ateşi hazırladı. Bu arada Erhan, etrafı dolaşmaya başladı. Dolaşırken dikkatini çeken yuvarlak bir taş gördü. Gördüğü taş çok değişik bir taştı. Aynen Dünya şeklinde, ve bazı yerleri kabarık bazı yerleri çukur olan bir taştı. Dikkatlice incelemeye başladı ve babasına göstermek için elinde tutarak gezinmeye başladı. Uzun bir geziden sonra ailesinden çok uzaklaştığını fark etti. Ormanın ortasından geçen uzun dereye kadar gelmişti. Derenin etrafı, uzun ağaçlarla çevrili, tepeden aşağı doğru kıvrımlı bir dere idi. Erhan bu derenin kenarında oturarak, biraz dinlenerek manzaranın güzelliğini şöyle bir baştan aşağı doğru süzdü. Ormanın güzelliğine hayran kaldı resmen. Erhan ormanda dolaşırken, annesi ile babası oldukları yerde yemekleri hazırlayarak ortalığı düzenliyorlardı. Sakin bir yer seçmişlerdi. Kimseler yoktu etrafta. Erhan’ın yokluğunu fark eden Gamze Hüseyin’e doğru giderek ;
    - Hüseyin Erhan nerede gördün mü ?
    - Biraz önce şu aşağı tarafa doğru gezinmeye gitti gelir birazdan.
    - Tamam birden etrafımda görmeyince nereye gitti diye düşündüm. Derken Erhan ileriden görünmeye başladı. Yavaş adımlarla etrafına bakarak dolaşıyordu aşağı tarafta. Biraz gezdikten sonra ailesinin yanına doğru yavaş adımlarla yaklaşmaya başladı. Babasının yanına gelerek, elindeki yuvarlak taşı çıkarttı. Babasına doğru uzatarak:
    - Baba, biraz önce şu aşağı tarafta gezinirken çok ilginç bir taş gördüm. Bakar mısın? Erhan, elindeki taşı babasına doğru uzatarak ‘‘ buyur baba ’’ Hüseyin taşı eline alarak, iyice bir inceledi. Taşın gerçektende ilginç olduğuna kendiside inandı.
    - Oğlum bu taş gerçekten de çok ilginç bir taş, bence bu taş tarihi eser olabilir.çünkü şekilleri bir şeyi simgeliyor gibi duruyor. Dünyanın şekline benzer bir yapısı ve bazı yerleri kabarık bazı yerleri çukur, bunlar bu taşın içinde bir şeyi temsil ediyor. Dur bakalım çözebilir miyiz? Daha sonra elindeki taşla beraber arabaya doğru giderek, arabanın içinde sağlam bir yere sakladı. Çok bilgili olan bir arkadaşına göstermeyi düşünüyordu.

    Aile birkaç saat sonra pişen yemekleri yiyerek, karınlarını bir güzel doyurdular. Yaklaşık on dakika sonra yola çıkmayı planlıyorlardı. Hemen malzemelerini toparlayarak arabaya yerleştirdiler. Sonradan arabaya binerek eve doğru yol almaya başladılar. Eve geldiklerinde tatlı bir yorgunlukla, arabadaki malzemeleri eve doğru taşıyan Gamze, Hüseyin ve Erhan malzemeleri mutfağa doğru götürdüler. Aile çok bitkin bir şekilde, odalarına geçerek uzun bir uykuya daldılar. Saat daha çok erkendi. Piknikte çok geniş bir sahada dolaştıklarından dolayı çok yorulmuşlardı. Bu sebepten dolayı yorgun düşmüş olmalarından dolayı çok erken bir saatte uyumaya başladılar.

    Yeni bir sabaha uyanan ÇİFTÇİ ailesi her zaman ki gibi Gamze daha erken uyanarak eşine kahvaltısını hazırlamak için mutfağa doğru indi. Erhan ise hemen uykusundan uyanıp okula gitmek için üniformasını giyerek, hazırlanarak kahvaltı yapmak için mutfağa indi. Beş on dakika sonra Hüseyin’de uykusundan uyanarak, elbiselerini değiştirdi. Mutfağa doğru gitti. Küçük kardeş Gökhan hala uyuyordu. Aile hep birlikte kahvaltısını yaptıktan sonra Hüseyin işine, Erhan okuluna, Gamze ev iş gücüne bakmaya başladı. Ailenin hemen her günü böyle geçip duruyordu. Zaman geçtikçe ailenin bireyleri de büyüyordu. Aile genişledikçe, evdeki ortam daha da neşelenmeye başlamıştı. Erhan artık koca bir delikanlı oluyor evde babasından sonra söz ondaydı artık. Küçük kardeş Gökhan da, geçen yıllara ayak uydurarak büyüyordu. Ailenin küçük ve şirin olan evi artık dar geliyordu. Geçen zamanda Hüseyin işlerini yoluna koyarak bir araba almıştı. Beyaz, uzun ve geniş bir arabaydı. Hüseyin aldığı ilk araba olduğundan dolayı çok değer veriyordu bu arabasına. Erhan da okuldan geldiği zaman evlerinin önünde bir araba gördü. Acaba bize misafir mi geldi? Diye düşünüyordu. Hızlı adımlarla eve doğru gitmeye başladı. Evin zilin çalarak içeri girdi. Hemen oturma odasına gitti. Baktı ki bütün aile fertleri bir arada oturmuş, mutlu güler yüzle birbirlerine bakıyorlardı. Annesinin yanına yaklaşan Erhan:
    - Anne hayırdır bize misafir falan mı gelecek? Hepinizin yüzü gülüyor, güzel bir haber var herhalde. Dedikten sonra odanın bir köşesine oturarak, annesine sorduğu sorunun cevabını bekliyordu. Birkaç dakika sonra annesi Erhan’ın yüzüne bakarak:
    - Oğlum mutluluğumuzun sebebi kapının önünde duran güzel, şirin ve beyaz olan araba artık bizim. Baban bugün galeriden aldı. Anne bunları söylerken Erhan’ın yüzü birden beyazladı çok sevimli bir hal aldı ve çok sevindiği anlaşılıyordu yüzünden. Hemen babasının yanına geçerek
    - Baba gerçekten bu araba bizim mi ?
    - Evet oğlum bugün aldım galeriden nasıl sevdin mi? Güzel mi?
    - Baba, gerçekten müthiş bir araba çok sevindim hayırlı olur inşallah. Dedikten sonra hemen çantasını odasına atarak, ayakkabısını giydi ve merdivenlerden hızla aşağı doğru inmeye başladı. Merdivenleri, ikişer üçer atlıyordu o kadar ki sevinmişti bir araba sahibi olduklarına. Dışarı çıkar çıkmaz, arabanın karşısına geçerek, şöyle derin bir şekilde baktı arabaya, ve arabanın çevresini dolaşmaya başladı. Çok güzel bir arabaydı. Hemen kapılarını açarak, içeri baktı. Arabanın içi sanki uçak kabini idi. Çok mükemmel bir şekilde dizayn edilmişti. Arabanın arka kapısından çıkarak ön tarafa doğru yürüdü. Arabanın şoför tarafındaki kapıyı açarak, hemen oturdu koltuğa. Elini direksiyona koyarak, sanki arabayı sürüyormuş gibi direksiyonu bir o tarafa bir bu tarafa çevirip duruyordu. Çok sevinmişti babasının araba almasına. Biraz zaman geçtikten sonra babası da aşağı doğru indi ve sokağa çıkarak arabasın yanına geldi. Şoför kapısı açtı ve:
    - Erhan , oğlum hadi arka tarafa geç sizleri şöyle bir gezdireyim hem de arabanın gidişine kontrol edeyim bir. Biliyorsun diğer araba bizim değildi, sürekli ödünç alıyordum amcandan, ve başına bir şey gelir diye rahat süremiyordum ve sizleri istediğiniz yerlere götüremiyordum. Ama artık bizim de bir abramız var ve boş zamanlarımızda istediğimiz yere gidebiliriz. Hep birlikte arabaya binere,k mahalle etrafında bir tur attılar. Çok mutlu bir gün geçiriyorlardı. Uzun zamandır böyle mutlu olamıyorlardı. Çünkü daha önce Hüseyin’in işleri kötü gidiyordu, ve bu sebepten dolayı canı çok sıkılıyordu. Ama sıkıntısını belli etmemeye çalışıyordu. Ailesinin üzülmesini, sıkılmasını istemiyordu. Bu sıkıntıların bittiği anda, güzel bir araba alarak herkesi sevindirdi. Şimdi şehrin her tarafını dolaşacaklardı. Belki de daha önce göremedikleri yerleri göreceklerdi. En başta Gaziantep’in tarihine tanıklık etmiş olan, büyük ve yüce Gaziantep Kalesine doğru gittiler ve kalenin etrafındaki yoldan geçiyorlardı. Erhan kafasını cama dayamış, koca kaleyi seyrediyordu. Kaleyi seyrederken bir anda, okulda öğrendikleri bilgiler canlandı gözlerinin önünde. Yasin Öğretmen’in Antep’in kurtuluşu hakkında anlattıklarını hatırladı. Gaziantep Kalesi çok uygun bir yere inşa edilmiş ve yüksek bir tepeye kurulmuştu. Bu tepeden baktığınızda Gaziantep’i adeta ayaklarınızın altında gibi hissediyorsunuz. Bu tepeden her taraf görülüyordu. Bu şekilde düşmana karşı çok başarılı bir savunma yapılıyordu. Araba yavaş bir şekilde uzaklaşırken kaleden, Erhan daha seyrediyordu muazzam kaleyi. Güzel bir gezinti yapıyordu aile. Kaleden sonra Gaziantep’in en eski yerlerinde biri olan Bakırcılar Mahallesine doğru gelmişlerdi. Bakırcılar Mahallesi Antep’in eski kültürünün çok yüksek derecede yaşandığı bir yerdi. Sokakları daracık olan bir mekandaydılar. Evlerin damları birbirine yapışmış bir şekildeydi. Yerleri taştan döşenmiş. Kare şeklindeki taşlar sokağa güzel bir görüntü veriyordu. Bir güzel günün sonuna gelinmişti. Şehri güzelce dolaşan aile, daha sonra başladıkları yere yani evlerine doğru yol alıyorlardı. Hüseyin, eve yaklaşarak arabayı kapını önüne dikkatli bir şekilde park etti. Daha sonra, herkes arabadan inerek eve doğru geçtiler. Gamze, hemen mutfağa geçerek eşine ve evlatlarına karınlarını doyuracak , güzel bir yemek hazırlamaya başladı. Hüseyin de arabasını park ettikten sonra, kapıdan içeri doğru geçti. Oturma odasına geçerek, televizyonu açtı ve kumandayı eline alarak kanepeye rahat bir şekilde uzandı. Televizyonda güzel bir program izlemeye daldı. Erhan ise odasına geçip üstünü değiştirip, evde rahat bir şekilde hareket etmesi için uygun elbiselerini giydi. Ardından çok sevdiği öğretmeninin verdiği ödevleri yapmaya başladı. Birkaç saat sonra Gamze yaptığı yemekleri sofraya doğru getirip güzel bir şekilde düzenledi sofrayı. Çok lezzetli yemekler yaptığı kokusundan anlaşılıyordu. Yemek kokuları, odanın her bir köşesine yayılmıştı. Güzel kokudan etkilenen Erhan çok acıkmış olduğunun farkına vardı. Defteri kalemi bırakarak direk mutfağa doğru gitti. Annesine sarılarak:
    - Anne seni çok seviyorum yemekler harika görünüyor, çok acıktım.
    - Evladım dur babanda gelsin kardeşinde gelsin hep birlikte başlayalım. Gamze bunları söyledikten sonra diğer odaya geçerek Hüseyin’e
    - Yemek hazır Bey… Bunlar olurken Erhan mutfakta annesini olmadığını görerek fırsattan istifade ederek hemen yemeğe oturup gizli bir şekilde birkaç şey atıştırmaya başladı. Bu sırada annesi mutfağa girdi ve oğlunun gizli bir şekilde yemek yediğini gördü.
    - Oğlum iki dakika sabredemiyorsun değil mi ? diyerek gülümsedi.

    Hüseyin ve küçük evladı Gökhan da sofraya geldiler ve hep beraber yemek yemeğe başladılar. Yemeklerin çok güzel olduğu , Hüseyin’in hoşuna gittiği yüzünden anlaşılıyordu. Hep beraber bir güzel karınlarını doyurdular. Hüseyin:
    - Ellerine sağlık hanım diyerek kaldığı yerden devam etti televizyonu izlemeye.

    Gamze hemen keyifli bir şekilde sofrasını toplayarak bulaşıkları yıkamaya başladı. Ardından güzel bir çay demleyip otuma odasına doğru götürdü. Hüseyin çok sürükleyici ve maceralı bir film izliyordu. Eşinin çaya davet etmesinin sesini bile duymayacak biçimde kapılmıştı filme. Gamze :
    - Hüseyin çay hazır hadi gel çay içelim. Diyordu ama Hüseyin oralı bile olmuyordu. Gamze eşine yaklaşarak kolunu dürterek :
    - Sana sesleniyorum duymuyor musun? Dedi … Ardından Erhan gel evladım çay demledim gel çay içelim. Herkes oturma odasına geldi ve çok güzel demlenmiş olan çayı yudumlamaya başladılar.

    Anadolu’nun sıcak insanları… Muhabbetleri, sıcak sevgileri gerçekten hiçbir yerde bulunmayan bir tipte. Dışarıda aç bir insan kapılarını çalsa içeri almayacak insan yoktur bu tarafta. O kadar hoşgörülü bir mekandır Anadolu toprakları…

    Herkes çayını içip odanın bir köşesine yerleşip Hüseyin’in izlediği filmi izlemeye başladılar. Birkaç saat sonra herkesin uykusu gelmeye başladı ve odalarına doğru gittiler.

    Günler hızla geçip gidiyordu. Zaman 2003 yılına gelmişti. Kainatın dengesi bozulmak üzereydi ki nitekim 1 yıl sonra bozuluyordu. Erhan 12 yaşına basmıştı. Sanki daha dün doğmuş gibiydi. Herkes gibi kendiside farkında değildi zamanın nasıl geçtiğinin. Okul hayatı her zamanki gibi Başarlı geçmeye devam ediyordu. Okulda sınıfları nasıl atladığına kendisi de şaşırıyordu. Onun şaşkınlığının nedeni zamanın nasıl bu kadar çabuk geçtiğineydi. Artık 6. sınıf olmuştu. Çok sevdiği öğretmeni Yasin artık onun dersine girmiyordu. Bu sebepten dolayı okula karşı biraz soğukluk hissediyordu kendisinde. Çünkü Yasin Öğretmen , adeta Erhan’ı oğlu gibi severdi. Erhan öğretmeninin değişmesi yüzünden artık eskisi gibi sevmiyordu okulu. Hangi problemi olursa olsun ne konuda olduğu hiç fark etmez, hemen öğretmeninin yanına koşar ve her şeyini anlatırdı öğretmenine. Yasin de probleme göre bir çözüm bulur ve istediği bir biçimde öğreterek veya bilinçlendirerek, o şekilde uygulamasını isterdi.
    Yasin Öğretmen, çok severdi bu başarılı öğrencisini. Erhan’ın sınıf arkadaşları da ayrılmıştı. Her biri başka sınıflara gitmişti bunu düzenleyen ise okul idarecilerinden Bozan Altınova’ydı. Sadece Erhan’ın sınıfı değildi dağılan, daha birçok sınıf dağılmıştı. Sınıfların dağıtılmasının sebebi ise okulun derslik sıkıntılarıydı. Çok az sayıda dersliklere sahip olan okul, mecburen dağıtılmalıydı sınıflar. Eğer sınıflar dağıtılmamış olsa, okula yeni kayıt yaptıran öğrenciler, okula alınamayacaktı. Bu sebepten 1. sınıflar okula alınamayacaktı. İşte bu sebeplerden dolayı, birleştirilen sınıflarda kimse birbirine alışamıyordu, tıpkı Erhan gibi. Ama alışmak zorundalar birbirlerine çünkü bundan sonra 3 yılları beraber geçecek bu öğrencilerin. Bunları göz önüne alarak sınıf kaynaşmalıydı ki kaynaşacaktır da. Erhan, yeni sınıfında herkesle muhabbet kurmaya çalışıyordu. Yeni sınıfında ilk tanıştığı kişi İbrahim’di. İbrahim’de Erhan gibi başarılı bir öğrenci idi. İbrahim de aynen Erhan gibi sınıfa yabancılık çekiyordu. Bu sebepten dolayı sürekli Erhan’ın yanındaydı tıpkı Erhan’ın O’nun yanında olduğu gibi. Yeni eğitim öğretim yılında, daha çok dersleri olmuştu öğrencilerin. Dersler artık daha da ayrıntılı bir şekilde işleneceği için, kendi içinde bölümlere ayrılıyordu. Dersler başlamıştı artık, ve anlatılmaya başlanmıştı. Erhan çok sevdiği fen bilgisi dersini artık sevemiyordu, soğumaya başladı bu dersten. Çünkü konuları zorlaşmaya başlamıştı bu dersin. Daha çok çalışması gerekiyor bu derse. Okul yılları böyle devam edip gidiyordu. Gelelim evde durumlara…

    Evde her şey tıpkı eskisi gibi devam ediyordu. Tek fark artık bu evde iki öğrenci vardı. Birisi büyük oğul Erhan, diğeri ne kadar küçükte sayılsa Gökhan… Gökhan da okula başlamıştı artık. Her gün ağabeyinden bir şeyler öğreniyordu. Ağabeyini çok seviyordu Gökhan . Çünkü günün büyük çoğunluğunu onunla geçiriyor, onunla eğleniyordu. Her zaman ağabeyinin yanında olmak istiyor, hiçbir zaman ayrılmak istemiyordu O’ndan. Evdeki tek değişiklik bu olmuştu. Her zamanki gibi, Gamze sabahları uyanıp, akşama kadar ev işleriyle uğraşıp durur. Hüseyin de ailesini rahat bir şekilde yaşatmak için her gün işe gidip gelir. Hayatları böyle monoton bir şekilde devam etse bile kimse bundan en ufak bir şikayette bulunmuyorlardı. Çünkü hayatın zor kurallarına rağmen, huzurlu yaşayabiliyorlardı. Zaten en büyük mutlulukta huzurlu yaşamdadır.

    Güneş tepelerin ardından görünmeye başladı. Güneşin ilk ışıkları, direkt Erhan’ın odasına vuruyordu. Bir zaman sonra odanın sıcaklığı yükseliyor ve içeri çok ısınıyor ve dayanılmayacak bir hal alıyordu. Bu sıcaklığa dayanamayan Erhan, uykusundan uyanıyordu. Erhan hemen aşağı inip, kahvaltısı yaparak tekrar odasına geçti ve giyinerek dışarı çıktı. Tek başına mahallede turluyordu. Canı çok sıkkındı. Mahallede otururken yanında iki tane yaşlı amca geçiyordu. Yüzlerine baktı Erhan. Hayattan memnun oldukları çok belli idi amcaların. Birbirlerine bir şeyler anlatıp, daha sonra da kahkahayı basıyorlardı. Öylece mahalleden geçip gittiler. Erhan zaten sıkılıyordu bir eğlence arıyordu kendine. Hemen amcaların peşine takılarak, onları takip etmeye başladı. Yaklaşık bir beş dakika arkalarından gidiyordu ve anlattıkları şeylere kulak misafiri oluyordu istemeden. Boyu kısa olan amca şöyle diyordu :
    - Geçenler de eve gittim baktım bizim gelin çayı demlemiş yere indirmiş ve içiyordu. Baktım elinde de bir mendil gözyaşlarını siliyordu. Merak ettim acaba kötü bir şey mi oldu diye? Yanına yaklaştım. Tabi hemen ayaklarını toparladı.
    - Buyur babacığım. Hemen yanı başına oturdum.

      Forum Saati Perş. Mayıs 16, 2024 6:14 pm