Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    HAYALLER VE UMUTLAR

    avatar
    01001060028


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 18/12/10

    HAYALLER VE UMUTLAR Empty HAYALLER VE UMUTLAR

    Mesaj  01001060028 Perş. Ara. 23, 2010 4:22 pm

    Artık son günlere yaklaşılmıştı. Puanlar açıklanacak, tercih yapılacak, kazanan, kazanamayan belli olacaktı. İşte bu heyecan içini sarıp sarmalamıştı. Yüreği pır pır ediyordu. Adeta uçmayı yeni öğrenecek bir kuş gibi çırpıyordu kalbi. Bu duygulara karşılık içinde bir de huzursuzluk da vardı. Sıkıntı veriyordu içine. Huzursuzlukla karışık mutluluk...
    Günler bu heyecanlarla huzursuzluklarla geçerken, uğruna onca emeklerin harcanıp, karşılığının belli olacağı gün geldi çattı. O günün gecesi tam bir duygu karmaşasıydı. Sevinçler, hüzünler, ayrılıklar kavuşmalar, ağlayan gözlerin ardından gülümseyen gözler... Ne tuhaf duyguydu bunlar. İçini bir anda mtlulukla sarıyor, bir anda da derin bir hüzne kaplıyordu. Acaba bu kez başarabilmiş miydi? Yoksa ailesini yine dersane, kitap, kalem, silgi masrafına sokacak mıydı? Bu sınav yeni bir hayatın başlangıcı mı olacaktı yoksa o sıkıntılı, huzursuz günlerin devamı mı olacaktı? Daha kaç gece böyle huzursuz uyuyacaktı, kaç sabah daha umutsuz uyanacaktı? Yeni bir hayata başlamak istiyordu artık. Değişiklik olsun, yeni insanlar tanısın, yeni şehirler görsün, yeni bir hayatı olsun istiyodu. Evden, annesinden, babasından, kardeşinden, Sivas'tan, yaşadığı ilçe olan İmranlı'dan uzaklaşmak, tek başına ayakta durabilmek istiyordu. Aklında bu düşünceler uçuşurken gözleri yavaş yavaş kapanıverdi, sessizce derin bir uykuya daldı.
    Güneş kavurucu sıcaklığıyla yer yüzünü bunaltmaya başlamadan önce, sabahın neşesi olan kuşlar onu uyandırmak için gelmiş gibi cıvıldıyorlardı. Kuşların nağmeleri arasında o iri gözlerini aralıyıverdi. Nihayet o bunaltıcı, kabuslarla geçen gece gitmiş; yerini aydınlığa, yeni umutlara, yeni mutluluklara bırakmıştı. Yatağında bir süre daha düşünceler arasında döndü durdu. Sınavının sonucu açıklanacaktı. İstediği üniversitede, istediği bölümde, istediği şehirde okuyabilecek miydi? Bunu öğrenmeye çok az vakit kalmıştı artık. Sakin olmalıydı. Aklındaki düşünceleri bir kenara koyup yatağından kalmaya hazırlandı. Sakindi. Daha doğrusu içindeki duyguları, aklındaki düşünceleri bastırarak sakin olmaya çalışıyordu. Ama şimdi bunu kendine itiraf edemezdi. Biraz rol yapıp kendini kandırmalıydı. Yatağının ucunda kalkmaya hazırlanmış oturken bunları konuştu kendi içinde. Sonra bu düşünceleri de silip ağır ağır ayağa kalktı. Halsizlik vardı üstünde. Bacakları, kolları, parmakları tutmuyordu. Heyecandan olmuştu bunlar farkındaydı. Kendine hakim olmalıydı. Önce dimdik durdu. Aslında dalmıştı. Gözleri duvara çakılmış bir çivi gibi sabitlendi. Acaba kazanabilmiş miydi? Yoksa yeniden mi? Tekrar kendine geldi. Adım atmaya mecali yoktu ama kendini zorlayıp bi atınca devamı da geldi. Aklından her düşünceyi attı şimdi. Bacaklarına kollarna güç geldi. Yere sağlam basarak, sert adımlarla aynı zaman da yumuşak narin adımlarla elini yüzünü yıkamak için banyoya doğru yöneldi. Musluğu açtı. Akan suyu izleye daldı gözleri. Su aktı, o izledi... Su aktı, gözleri izledi... Su aktı, kalbi izledi... farkındaydı yaptıklarının ama kendine engel olamıyordu. Şimdi akan suyu izlemesi değil de yüzüne çapması gerekiyordu. Biliyordu ama yapamıyordu. Kolları hareket etmiyodu. Kendine son bi kez daha güç verip gözlerini akan sudan çevirdi. Ellerni buz gibi akan musluğun altına uzattı. Avcuna doldurdu yüzüne çarptı. Bir daha... Bir daha... Bir daha ... İşte buz gibi su almıştı onun uyuşukluğunu. Kendine tam olarak geldi şimdi. İri iri gözlerini faltaşı gibi açtı. Eline. koluna bir can geldi, vücudu canlandı. Odasına döndü, yüzünü fıstık yeşili havlusu arasına alıp iyice sildi. Kendine çeki düzen vermeyi istedi birden. Bunu da neden istediğini biliyordu ama söylemeyecekti kendine. Neden mi? Biraz daha vakit geçsin de sınav sonucunu geç öğrensin diye. Korkuyor muydu ki? Evet! Bu sorunun cevabı kesinlikle “Evet!”ti. Ama kendi içinde bu soruya asla cevap veremezdi. Olsun. Bunlara rağmen yine de süslenecekti. Yüzünü sildiği havluyu katlayıp yerine koydu. Dolabının hemen yanındaki masanın üzerinden kremini alıp kapağını bir çırpıda açıverdi. İnce uzun parmaklarından birine krem aldı. Alnına, yanakalarına, çenesine, burnuna beyaz noktalar konduruverdi. Şimdi uzun parmaklarını yüzünde birleştirip ağır ağır dağıtmaya başladı kremi. Aklındaki düşünceleri de silince bu hareket masaj gibi gelmişti. Öyle rahatlatmıştı ki şimdi. Sanki sadece yüzüne değil de tüm vücuduna birden masaj yapılıyordu. Sinirleri iyice gevşedi, rahatladı, içine huzur doluyodu. Bir süre adaha aynı hareketi devam ettirdi. Şimdi de yatağını düzeltecekti. Yastığını kaldırdı, yorganını yatağına özenle serdi. Sonra da yastıklarını koydu. Tüm bunları ağır ağır hareketlerle yapıyordu. Yatağını da düzeltince oturdu bir köşesine. Etrafına bakındı. Zaman geçsin diye kendine yapacak bir şeyler arıyordu. Bakındı, bulamadı. Zaten artık daha da uzatmak istemiyordu. Sıkılmıştı. Üstünü de değiştirip bilgisayarın başına geçecekti. Gerisi şimdilik yoktu. Kafasında buraya kadar planlamıştı. Gerisini ise kendi yaşayarak belirleyecekti. Yatağında oturduğu yerden kalkıp dolabının başına gitti. Giyecek bir şeyler arıyordu. Birine baksa “Olmaz.” diyordu, birini giyse çıkarıyordu. En sonunda bu durumdan da sıkılıp eline ilk geçen ne varsa giydi. Evet, giydi. Şimdi ne yapacaktı. Bilgisyarın başına mı gidecekti? Nasıl dokunacaktı o başlatma düğmesine? Ama yerinden kalkıp gitmesi gerektiğini de çok iyi biliyordu. Kendine bir cesaret verip kalktı yerinden. Kafasında hiçbir düşünce olmadan bilgisayar odasına geçti. Sandalyeye oturup hiç düşünmeden, tereddütte kalmadan basıverdi başlatma düğmesine. Bu cesaret anca deli cesareti olacaktı ki birden basıvermişti. Açılmasını bekledi. Açıldı. Ösym'nin internet adresi karşısındaydı. Kimlik numarası, şifre, göster... Ve sayfa açıldı. Sonuç : “Yerleşemedinz.” Beyninden vurulmuşa döndü. Hayalleri, emekleri yerle bir olmuştu. Şimdi en derin bir boşluğa düşmüştü. Çıkamazdı. Tekrar gücü yoktu buna. O boşukta boğulacaktı. Canı yanıyordu ama bunu hissetmiyordu. Duygularını. acılarını hissetmiyordu. Beyniyle beraber vücudu da uyuşmuştu. Şimdi hiçbir şey düşünmüyordu. Aklı bomboştu. Gözleri de o “Yerleşemediniz” yazısına dikilmişti. Yeniden mi? Yine mi? Herşey yine eski haline dönecek, geçen yılın aynısını yine mi yaşayacaktı? Hani değişiklik olacaktı hayatında? Bu soruların cevabı yoktu. Tüm bunlar da kabus olmalıydı. Evet, belki de rüya görüyordu. Belki tüm bunlar gerçek değildi. Bunların şimdi hiçbir faydası yoktu, anlamı da. Her şey anlamsızdı. Hayat bomboştu. Gözlerini dikmiş dururken gözleri dolmaya başladı. Ardından yanaklarına süzülen tuzlu, ılık damlalar... Hiç gücü kalmamıştı. Gözleri kararmaya başladı. Herşey bulanık görünüyordu. Dizlerinin bağının çözüldünü hissediyordu. Başı da dönüyordu. Sersemledi. Gözleri istemsizce , yavaş yavaş kapandı. Gözlerinin kapanmasıyla beraber bir “Küt!” sesi!
    Bu ağır, tok sese evdekiler bir sıçramayla uyandılar. Yataklarından nasıl kalktıklarını bilemez halde sesin geldiği odaya doğru telaşlı, korkulu bir koşuşturmacayla girdiler. Yerde hareketsiz uzanen kızlarını görünce ne yapacaklarını bilemez halde donup kaldılar. Annesi kızının başının ucuna çömelip, korkudan kupkuru olmuş, birbirine yapışmış dudaklarını ayırarak fısıldayıverdi:
    --- Mehtap... Mehtap...
    --- Mehtap kızım neyin var, ne oldu bana bak iyimisin? Bişey de bana lütfen. Kendine gel. Korkutuyorsun bizi.
    Babası annesini omzundan tutup geriye doğru çekildi. O da çok korkmuştu. Şimdi başına o eğilecekti ama ne yapacaktı, ne diyecekti hiçbir şey bilmiyordu. Aklına da bir şey gelmiyordu. Birden dizlerinin üzerine çöküp kızına seslendi:
    --- Kızım Mehtap! Mehtap!
    Ses gelmeyince bir çırpıda kucağna aldı. Hızlı adımlarla kapıya koşuyordu. Annesi de korkudan titreyen bacaklarına güç vererek arkalarından gidiyordu. Merdivenleri üçer beşer adımlarla iniyorken; korkudan, hızlı hareketlerden soluk soluğa kalmış nefesini Mehtap'ın yüzüne üflüyordu. Mehtap ise bunların farkında bile olmadan bilinçsizce babasının güçsüz kolları arasında hastaneye gidiyodu.
    *****
    Göçmen bir aileydi onlar. Boşnaklardı. Mehtap da bir boşnak kızının tam özellilkerini taşıyordu. Bakımsızlığı altında görünmeyen bir güzelliği vardı. Bir bakınca doyulamayacak, sonra dönüp tekrar tekrar bakılacak kadar güzel gülümseyen, insanın içini sıcacık sarıveren, tatlı talı bakan gözleri vardı. Gözlerinden fırlayıp her an kalbe saplanıverecekmiş gibi duran ok gibi kirpikleri gözlerini daha da belirginleştiriyordu. Gözlerinin üstünde ise yay gibi duran kaşları kirpikleriyle bir olup saplanacak bir kalp arıyor gibiydi. Yüzüyle gözleriyle uyumlu ince orta boyda hokka bir burnu yüzünün güzelliliğini, narinliğini ortaya çıkarıyodu. Bir kalemle çizilmiş edasındaki dudak çizgileri sade bir dudak resmi çiziyordu yüzüne. O sade dudak resminin içini de pembeyle karışık bir kırmzı dolduruyordu. Gözlerinin yeşilimsi rengi dudaklarının kırmızılığı pembeliği arasında dans ederken insanı büyülüyordu. Kumral renkte tenine o kadar yakışıyordu ki bu renk cümbüşü... Hafif dolgun yanakları, pek belirgin olmayan elmacık kemikleri ise sade bir güzellik katıyordu ona.Omuzlarna kadar uzanan şalele gibi berrak saçları deniz dalgası havasıdaydı. Ten renginin bir ton koyu renginde olan saçları yüzüyle, dudaklarıyla, gözleriyle bambaşka bir uyum içindeydi. Tüm bunlara rağmen Mehtap'ın yüzünde sade, farkedilmeyen bir güzellik vardı.
    Uzun, ince boynu ise zerafetini yansıtıyordu. Hele omzundan uzanan ten renginin tonu olan saçları boynunun masum görünüşünü besbelli ediyordu. Masum ama baştan çıkarıcı... deniz dalgası gibi hafiften dalgalı saçları sırtına dökülürken şelaleden sonsuzluğa akan su damlalarını hissettiriyordu. Küçüçük kulaklarının güzelliği ise saçlarının altında kayboluyordu. Omuzlarıyla boynunun arasındaki bağlantı incecik beli gibi narindi. Beliyle de bacaklarını bağlayan yuvarlak kalçaları fiziğinin ince ama gösterişli bir uyumuydu. Sütun gibi bacaklarının yere dikilişindeki estetik kadınlığını ortaya çıkarıyordu. Elleri ise ince uzun parmaklarıyla bir güzelliği daha gösteriyordu. Yüzünün sade güzelliğini vücudunun hatları belirsizleştiriyor, fiziğini daha da ortaya çıkarıyordu.
    ******
    Düşünüyordu... Artık bir şeyler yapmanın, bir yerden başlamanın zamanı gelmişti. Arkadaşaları hayatlarına bir yön vermişler, kendi hayatlarını yaşıyorlardı. Kendisi de bir yerden başlamalıydı. Düşündü... ailesini yine masrafa mı sokacaktı? Dersaneye gidecek, bir sürü kitap alacaktı. En zoru da yine yeniden çalışmaktı. Nasıl başlayacaktı ama ? Bu düşünceler aklına her geldiğinde içi kararıyor, huzursuzluk bir anda üstüne çöküyör, karabasan gibi nefes aldırmıyor adeta boğuyordu onu. Bir şey yiyecek olsa boğazında kalıyor, sanki düğüm olmuş gibi takılıp, geçmiyordu. Artık bu düşüncelerden beyni bunalmış, aklına her geldiğinde başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Umutsuzluğun, mutsuzluğunun, hayal kırıklığının getirdiği bir yorgunluk vardı üstünde. Hatta üstünden hiç kalkmayan ağır bir yorgunluk. Bu yorgunluk hissini en çok da göğsünde hissediyordu, nefes alıp verişinde şişip inen göğsü her nefeste ağrıyordu. Yorgunluk, halsizlik, nefes alamama ... Çekilmez oluyordu sanki hayat.
    Her akşam olduğu gibi yine odasına çekilmişti Mehtap. Bu durumlarla tek başına mücadele etmek zorundaydı. Kimseye bir şey hissettirmek istemiyordu. İçinde kopan fırtınalarla tek başına savaşmalıydı. Kendi yüreğinin amazonu olmalıydı. İşte bunları tek başına yaşamak için kimseyle konuşmuyordu. Sorulanlara kısa cevaplar veriyor, evde olan bitene karışmayıp tepkisiz kalıyordu. Ruh gibi dolaşır olmuştu adeta. Hayatını sadece kendi odasında yaşıyordu. Kendini hiçbiryere ve hiçbirşeye ait hissetemiyordu.
    Gitmek, uzaklaşmak istiyordu Sivas'tan, İmranlıdan. Ama nereye gidecekti? Kendini çok çaresiz hissediyordu, eli mahkumdu. Bir yıl daha dişini sıkıp hedeflediği bölüme gidecekti, gitmeliydi de. Ancak böyle kurtulabilirdi, bulunduğu şehirden ve kırık hayallerinden. En çok da kendi geleceği için yapmalıydı bunu.
    Mehtap kendi kafasında planlar yapıyor, kendini bu zorlu yola hazırlamaya çalışıyordu. Fakat her yeni gün içini yine aynı sıkıntı, çaresizlik kaplıyordu. Kendine güvenmiyordu. En çok da bu korkutuyordu onu. Güvensizlik... Bir insan kendine güvenmedikten sonra etrafındakiler nasıl güvenebilirdi, nasıl başarabilirdi? Her akşam, her sabah, her zaman sıkıntılı ve üzgündü. Kendini hiçbirşeyi başaramayan, bir işe yaramayan ve ailesine yük olan biri gibi hissediyordu. Bu zorlu hayatta kendi başının çaresine bakmalıydı, ayakları üzerinde durabilmeliydi. Mehtap için hergün aynıydı; gece kurulan hayaller, yedi güne bağlanan umutlar ve sabahına bütün bunların yıkılışı ve yok oluşu...
    *****
    Mehtap'ın babası Ali Bey elli altı yaşında, orta boylu, sert görünümlü fakat yumuşak kalpli bir insandı. Tek derdi ailesine bakabilmek ve onların yüzünü yere çevirmemekti. Vergi dairesinde memur olarak çalışan ve aldığı az maaşla kıt kanaat geçinen bir babaydı. Aynı zamanda da bu maaşla iki kızınıda okutmaya çalışıyordu.
    Nuran Hanım uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü, güler yüzlü tam bir Boşnak kadınıydı. Ev hanımı olan Nuran Hanım çok becerikli biriydi. Yörelerinin meşhur böreklerini tam bir ustalıkla yapıyordu. Bulundukları mahallede bunu herkes bilir ve Nuran hanımın börekleri çok beğenilirdi.
    Ve ailenin son üyesi Meltem. O daha on beş yaşında, gençliğe yeni yeni adım atan, hayatı hep toz pembe gören, içi içine sığmayan, deli dolu şakacı bir kızdı. O da annesi gibi tam bir Boşnak kadınının tüm özelliklerini gösteriyordu. Bir ortamda hemen dikkat çeken, sevecen, cana yakın bir kızdı. Hemen herkese kendini sevdirirdi. Tatlı diliylede sohbetine doyum olmazdı ;ama tüm bunlara ramen şımarık, burnunun dikine giden bir kızdı. Ablasının mutsuzluğunu, huzursuzluğunu, içinde yaşadığı karanlık dünyayı göremiyor ve hayatını kimseye aldırış etmeden yaşıyordu.
    Bilgin ailesinin üyeleri birbirlerine çok bağlıydılar. Herzaman birbirlerini sever sayar ve birbirlerine sahip çıkarlardı. Evin otoriteri Ali Bey, eşi Nuran Hanımdan ve kızları Mehtapla Meltemden büyük saygı görürdü. Ailede herkes Ali Beyden çekinir ve birazda korkardı.
    Bu durum tüm özellikleriyle Boşnak bir ailenin yapısıydı. Yıllar önce Bosna-Hersek'ten Türkiye topraklarına göz eden bu köklü aile gelenek ve göreneklerine sımsıkı bağlıydılar. Yıllar geçmiş olmasına ramen kendi topraklarında olmasalar bile bu topraklarda Boşnak kültürünü yansıtıyorlardı. Boşnak olmalarıyla gurur duyan bu ailenin en büyük isteklerinden biri de ölmeden önce atalarının yaşadığı o güzel toprakları görebilmekti. Bu tüm Boşnakların en tutkulu arzusuydu.
    *****
    Eylül ayının son günleriydi. Mehtap zamanın ne de çabuk geçtiğini fark etmişti. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Ama ne? Daha dershaneye bile gitmiyordu. Ne ders çalışmak istiyor nede başka bir şey yapmak istiyordu.Her gün bir diğerinin aynısı sıkıntılarla ve düşüncelerle geçiyordu.
    Nuran hanımın Mehtap Mehtap demesiyle irkildi.Mutfağa doğru ağır ağır ve dalgın halde yürümeye başladı.Annesini elinde bir tepsi börekle görmüştü.Nuran hanım Mehtap’a yönelerek
    —Mahalleye yeni Boşnak bir aile taşınmış. Onlara hoş geldine gidiyorum. Sende gel benimle. Hem kafa dağıtırsın hem de hava alırsın. Senin içinde bir farklılık olur.
    Mehtap gitmek istemiyordu. Odasında oturmak, yatmak dinlenmek düşünmek istiyordu. Annesinin ısrarlarına karşı çıkamayan Mehtap hazırlanıp annesiyle birlikte yola çıktı. Kapıyı açan altmış beş yaşlarında nur yüzlü ,sevecen bir kadındı.
    —Hoş geldiniz, buyurun.
    —Hoş bulduk asıl siz hoş geldiniz mahallemize. Böreği sizin için yaptım, çok seversiniz bilirim.
    —Hiç zahmet etmeseydiniz çok sağ olun.
    Bütün bu konuşmalar yapılırken salona geçilmiştir bile
    —Hanım kızımızda çok güzelmiş maşallah tam bir Boşnak kızı olduğu nasılda belli
    —Teşekkür ederim teyzeciğim.
    —Okuyor musun yavrum?
    —Liseyi bitireli iki yıl oldu fakat üniversite sınavını kazanamadım ona çalışıyorum.
    —Hayırlısı olsun yavrum inşallah bu yıl olur.
    İki komşu koyu bir muhabbete dalmışlardı.Mehtap birden çok susadığını hissedip mutfağa giderken kapı aralığından bir adam gördü.Bu Ayşe hanımın bahsettiği oğlu Süleyman’dı galiba. Ayşe hanımın söylediğine göre Süleyman otuz beş yaşında,matematik bölümü mezunu bir adamdı.Tekrar salona dönerken yine o odaya takıldı gözleri. Aldırış etmeden oturdu yerine.Anneler konuşuyordu ama Mehtap hiç oralı değildi.Hep aklında o buğulu düşünceler vardı.Zihni bu düşüncelerle meşgulken birden hoş geldiniz sesine başını kaldırdı ve kapı aralığında gördüğü adamla göz göze geldi.Ayşe hanım hemen lafa atıldı:
    —İşte bu da benim küçük oğlum.
    Mehtap’ın içinden kahkaha atmak geldi.Küçük oğlum demesi onun yüzünde uzun bir zamandan sonra küçücük bir tebessüm yaratmıştı.Tebessüm mü? Bu kadar uzun zamandan sonra hem de hiç tanımadığı biri neden olmuştu. Boyunun uzun olmasına mı gülüyordu yoksa küçük oğlum denilmesinemi?Bunların hiçbir önemi yoktu.Uzun zamandan sonra aklı dağılmıştı ya onun için önemli olan buydu.Çünkü çoktandır aklı hep boğucu düşüncelerle doluydu.Bu durum içinde bir umut, gözlerinde bir anlık ışık oldu. Ama çok anlamsızdı bu nerden çıkmıştı şimdi.Konuşmalara daldı yine.Dinliyordu ama hiç bir şey düşünmüyordu.Kulaklarında o ses varken gözleri etrafı inceliyordu.Sehpaya,televizyona,perdelere bakarken gözü birden Süleyman’a takıldı.
    Süleyman 1.92 boyunda zayıf ince suratlı uzun açık kumral saçlı bal rengi gözleri olan tam bir Boşnak erkeğiydi.Sakalları,saçları boyu ve koyu kırmızı dudakları onda dikkat çeken özelliklerdi.Yılların getirmiş olduğu çizgiler yaşını ele veriyordu. Otuz beş yaşında olmasına rağmen hayatına bir yön verememiş, hayatı ciddiye almayan, vurdum duymaz, gündelik ilişkiler yaşayan, sık sık alkol alan ve günde iki paket sigara tüketen hayata karşı bir umudu, beklentisi olmayan, aşkı tatmamış bir adamdı.Süleyman acısını her zaman içinde yaşardı,hiç kimseyle derdini paylaşmaz ve kimseden derdini çare olmasını beklemezdi.
    Süleyman da mehtap gibi zor ve mutsuz günler geçiriyordu. Onun derdi ise orta yaş bunalımı ve bir şeyleri başaramamış olmasıydı.Artık hayatına bir yön vermek istiyordu.Gündelik ve sadece cinsellik üzerine kurulu ilişkilerden sıkılmıştı. Ona aşkı yaşatacak biri olsun istiyordu. Çok duygusal ve romantik olmasına rağmen yalnız bir adamdı. Artık kadını yanında olsun istiyordu.
    ******
    Kış sert yüzünü göstermeye başlamıştı artık. Mehtap yine odasında düşüncelere dalmış bir vaziyette, rüzgârın uğultusunu ve yağmur damlalarının cama çarparken çıkardığı sesleri dinliyordu. Bu sesler arasında birde araba sesi duydu. Evlerinin önündeydi şimdi bu araba. İşte zil de çaldı! Kimdi bu? Bir merakla kapıya yöneldi, açtı ve karşısında mahallelerine yeni taşınan ve geçen günlerde de “Hoş geldiniz.” e gittikleri Boşnak aileyi gördü. Onları içeriye davet etti. Arabanın içinde oturan Süleyman’ın da içeriye gelmesini bekliyordu. Süleyman da Mehtap’ın kendini beklediğini anladı. Arabadan inip:
    —Beni bekliyorsanız ben gelmeyeceğim size iyi akşamlar, dedi.
    —Olur mu öyle şey buyurun gelin, derken annesi hemen arkadan lafa atıldı:
    —Oğlum olmaz gel içeri, bir çayımızı iç, otur öyle gidersin, dedi.
    Süleyman Nuran Hanımı kıramayıp içeri girdi. Biraz sohbetten sonra çaylar konuldu, börekler yenildi. Sonrasında da gece yarısına kadar süren uzun, keyifli sohbetler…
    Bu sohbetlerde Mehtap’a umut verici sözlerde edilmişti. Konu Mehtap’ın sınavı kazanamayıp bir üniversiteye yerleşememesine gelince Süleyman’ın annesi Ayşe Hanım’ın aklına bir fikir geldi:
    —Süleyman… Süleyman çalıştırsın seni kızım zaten şimdilerde bir uğraşıda yok. Sana ders çalıştırsın. Şunun şurasında hepimiz kardeş değil miyiz? Yardımımız olsun he kızım ne dersin?
    Evet, işte bu fikir! Mehtap’a yeniden hayat verecek olan fikir… onu canlandıracak, yüzünü güldürecek, hayallerini yeniden kurduracak fikir buydu. Süleyman sayesinde olacaktı hem de. Matematik bölümü mezunu değimliydi? Tamam işte! Zaten matematiği de yapamıyordu, şimdi onu da halledince hiçbir problem kalmayacaktı. Aklına bu güzel düşünceler akın ederken gözleri parlamaya, içi kıpır kıpır olmaya başladı. Mehtap kendi dünyasına dalmış düşünürken konuşmalar ona hep uğultu, homurtu olarak geliyordu. Ona can verecek olan bu cümlelerdi çünkü. Duyunca da …
    Mehtap bu düşünceler içindeyken konuşulanlardan anlaşılacağı gibi ailesinin de onayı alınmıştı. Kızlarının hayatına yön vereceği, mesleği olacağı, ayakları üzerinde dimdik duracağı düşüncesi onların da içlerini rahatlatmıştı. Bu duygular içte yaşanırken ders vermenin detayları konuşuluyordu. Süleyman öğleden sonra iki ile dört saatleri arasında Mehtap’ın evlerine gelecek, istedikleri kadar anlayabildikleri kadar çalışacaklardı. Zaten zaman epey ilerlemişti. Hızlı olmaları, çok çalışmaları gerekiyordu. Ders ücreti ise hiç konuşulmamıştı onlarda olmazdı öyle para pul mevzuları. Hepsi kardeş değiller miydi canım?
    Kapının kapanmasıyla az önce konuşulanların sevinci daha içten yaşandı. Bu sefer gerçekten çok umutlanmıştı. İçlerinde kızlarına karşı yeni bir güven duygusu oluşmaya da başlamıştı. Hayallerin getirdiği tatlı bir telaş vardı hepsinin yüzlerinde. En çok yüzlerine yansıyan da umut olmuştu. Hepsinin yüzündeki bu tatlı heyecan şimdi onlara rahat, tatlı bir uyku verebilirdi.
    Odanın kapısını kapatınca hayalleriyle umutlarıyla baş başa kalan Mehtap, yastığa başını uzun zamandır böyle rahat koymamıştı. Gözlerini bu kadar çabuk kapatmamış, içini böyle derinden bir huzur kaplamamıştı. Üzerinden, omuzlarından yılların yorgunluğu kalkmış, bir kuş olmuştu. Yüzünde de gülümsemesiyle gözlerini kapatmışken hayallere de daldı Mehtap.
    Her gün düzenli çalışacak, sınavda iyi bir puan alıp İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde işletme bölümü okumak istiyordu. Yeni arkadaşları olacak, farklı bir şehirde uyuyup uyanacak, gözleri farklı bir doğayı izleyecek, denizi seyredebilecekti… Farklı bir ortamda farklı bir şehirde olmak var ya en güzel duygu buydu mehtap için. Üniversiteye giden değişir derler ya o da değişecekti. Değişirdi tabi. Yıllardır hep aynı mehtap, hep aynı yerdeydi. Anne babasının yapma etme, giy giyme, konuş konuşma sözleri olmadan kendi istediği gibi konuşup davranacaktı. Tam istediği gibi yaşayacaktı hayatını. Kendi hayatına istediği gibi yön verecekti şimdi. Hayatını hayallerindeki gibi yaşayacaktı. Onu izleyen gözler olmadan, kendi kendine yön verecekti. Değişmesi gerekiyordu tabi. Hep aynı saç modeli,aynı giyim tarzı,aynı konuşma, aynı sözler, hep aynı şeyler… Bunalmıştı, değişiklik olsun istiyordu. Önce saçının modeli değişsin sonra giyim tarzını da değiştirecekti. Koymuştu kafasına bunları, yapacaktı, değişecekti.Hem hırslı, hem uykulu hemde umutlu gözlerle uykuya daldı. Daha canlı başlayacak bir gün Mehtap'ı bekliyordu. iki gün sonra başlayacaktı yoğun çalışma bu süre zarfında kitaplar, sorular, anlatılacak konular hazırlanacak, bu hazırlıklar bitirilince de yoğun çalışmaya başlanacaktı. O gün birlikte alınacak kitapları seçmeye çıkacaklardı. Süleyman Mehtapı evden alacak sonra kırtasiyeler bir bir gezilecek, en uygun, en iyi kitaplar seçilip alınacaktı. Mehtap kahvaltısını gülen gözlerle yaparken aklından bir sürü plan yapıyordu. Kendini kırtasiyelerde kitapların arasında dolaşırken görüyordu. Sonrada yüzünde tatlı bir tebessüm oluşuyordu. yeni umutların verdiği mutlulukla hayallere dalmıştı. Ne yediğini, ne kadar yediğini bile bilemezken aklına saate bakmak geldi. Süleymanın gelmesine çok az kalmıştı. Bekletip çok yormak istemiyordu yol arkadaşını, nasıl olsa bugün çok yorulacaktı. Bir telaşla masadan kalkıp üzerini değiştirdi. Saçını da toplayıp kapının indi. Galiba biraz erken inmişti ki Süleyman ortalıkta görünmüyordu. Bekleyecekti çünkü tek yardımcısı oydu. Ona bağlamıştı tüm ümitlerini. Sanki hayatı onun ellerindeydi. Bu en büyük kardeşlikti. Karşılıksız, birşey beklemeden hizmet etmek... Boşnakların kendilerine has kültüründe böylesine kardeşlik örnekleri çoktu. Onlarda tüm Boşnaklar kardeştir. Ya güven duygusu... En içten, en sıcak duyguları güven duygusuydu. Birbirlerini tanımasalarda kardeşliklerine dayanarak tanıdık tanımadık ayırt etmeden güvenirlerdi. O neşeli, canlı yüz ifadeleri kalplerinin temizliğinden yansımış olacaktıki bu kadar mutlu olabilsinler... İçi kıpır kıpır ederken, gözleri uzaklara dalmış kurtarıcısını beklerken uzaklarda görünen bulanık görüntüde netleşiyordu. Uzun boylu biri Mehtap'ın istikametinde ilerliyordu. Uzun boylu insan şimdi dahada yakındaydı. kendisine yaklaşmasını beklerken Süleyman'ı incelemeyede başladı. Bayağı uzun bir boyu, sarı saçları, geniş omuzları uzaktan bakılınca dikkat çeken biriydi. Bu kısa değerlendirme Süleyman'ın " Merhaba!" demesiyle birden bitiverdi. "Merhaba Mehtap, nasılsın?" dedi ve tokalaşmak için elini uzattı. Mehtap da aynı sıcaklıkla ve yüzününde tatlı bir gülümsemeyle karşılık verip elini tokalaşmak için Süleymana uzattı. Bu tokalaşma arkadaşlık, ortaklık belirtisiydi belkide aşk... Bu kısa konuşmadan sonra yürümeye başladılar. Yürükende konuşuyorlardı. Yolu yordamı belirleyeceklerdi. Kendi aralarında konuşup karar vereceklerdi. Süleyman da hissetmişti Mehtap'ın sevincini. Mehtap'ın bu yeni heyecanını kendi de yıllar önce yaşamıştı, şimdide bununla birlikte tatlı telaşları yine yaşayacaktı. Hiç tanımadığı biri kendine ders verecekti. Aslında biraz tanımak istiyordu Süleyman'ı. Mehtap içinde bu konuşmayı yaparken Süleyman da aklından aynı konuşmaları yapıyordu. İki kez ailelerle birlikte, birkaç kez de bakkala gidip gelirken gördüğü hiç tanımadığı komşu kızına ders anlatacktı. Bu nedenle o da ders anlatacağı insanı tanımak istiyordu. İşte bu maksatla birbirlerine soru sormaya başladılar.
    - Sen kaç yaşındasın Mehtap?
    - Yirmi yaşındayım. Peki siz?
    - Otuz altı yaşındayım.
    Biraz sessizlik olduktan sonra Süleyman sessizliği bozdu.
    -Bu sefer beraber çalışacağız. İstediğin üniversiteyi kazanmanda yardımcı olabilmeyi çok istiyorum. Bunun için de elimden geleni yapacağım. Senin de istekli ve gayretli olman gerekiyor, biliyorsun değil mi?
    - Tabikide haklısınız bende bu konuda dediklerinizin farkındayım, artık başarmak istiyorum. Aileme yeterince yük oldum artık yük olmak istemiyorum, kendi ayaklarımın üzerinde durup okuduğum bölümün mesleğini yapmak istiyorum. sahi siz ne iş yapıyorsunuz?
    - Bu sene başında arkadaşlarımla ortak olup kafe açmıştık orada çalışıyordum. kafe şimdi pek iş yapmıyor, ara verdim bende.
    - Beni çalıştıracaksınız birde. size yük olmayayım?
    - Olur mu öyle? Hem benim içinde pratik olacak. Bu ikimiz içinde çok iyi oldu. Hem birbirimizi tanımış olacağız, komşuyuz şunun şurasında.
    Bu konuşmalar böle sürüp giderken kırtasiyelere yaklaşılmıştı. Hiç birini atlamadan herbirindeki kitapları tek tek seçeceklerdi. İlk kırtasiyeye girdiler, ikinci, üçüncü, dördüncü derken akşam oluverdi. İkisininde ellerinde ağır ağır kitaplar vardı. Sabahtan akşama kadar ayakta durmaktan ikisininde ayakalrına kara sular inmiş, hemde o koca koca kitapların ağırlıklarını hep kollarında taşımışlardı. İkiside çok yorulmuştu ama onlar buna "tatlı yorgunluk" diyorlardı. Böylece o umutlu, mutlu günlerden biri daha takvimden silinmiş oldu.
    Süleyman öğleye kadar uyuyan, bir işi varsa sonradan halleden ,gecenin geç saatlerine kadar gezer tozardı. Altı-yedi ay kadar bir süre de Mehtap'a ders çalıştırarak tatlı bir uğraş bulmuştu. Kendi ırkından olmasaydı ders anlatmaktan kazanç sağlayabilirdi ama mehtapın aileside Boşnak olduğu için ücret talep etmeyecekti. Ders çalışmaya başlayacakları yani Mehtap'ın heyecanla beklediği gün en sonunda gelip çattı. Süleyman ogün yine öğleye doğru uyandı, kahvaltısını yaptı. bir ara saaate baktı ve Mehtap'a ders çalıştıracağını hatırladı. Hareketlerini biraz daha hızlandırarak giyindi, hazırlanıp yola çıktı. İki sokak aşağıdaydı zaten gideceği yer. Mehtap da maratona başlama heyecanındaydı. Huzurlu bir şekilde uyanmıştı. Annesi, babası, kardeşi uyurken onlara kahvaltı hazırlamıştı. Uyandıklarındada ailece kahvaltı yapmışlardı. Mehtap kahvaltı masasını topladı, bulaşıkları yıkadı, evi topladı, süpürdü, sildi, toz aldı... Bugün çok enerjikti. Sanki akşama kadar iş yapsa yorulmayacaktı. İşte kapı çaldı, gelen Süleymandı. Mehtap kapı zilini duyar duymaz biranda kapının önünde oluverdi. Yüzünde mutluluğun yarattığı tatlı bir gülümseme vardı. Süleyman'ı yeni tanıdığı için biraz utangaçlıkta vardı yüzünde. utangaçlığın getirdiği bir haldebaşı önüne eğik kapıyı açtı. Alçak bir ses tonuyla: - Hoş geldiniz. Buyurun, diyebildi.
    - Hoş bulduk Mehtap, nasılsın? Bu arada bana Süleyman abi diyebilirsin.
    - Peki Süleyman abi, tekrar hoş geldin.
    Mehtap ve Süleyman salona geçmişlerdi. Mehtap'ın ailesi ile biraz sohbet ettikten sonra çalışacakları odaya geçtiler. Bir müddet sohbet ettiler . Mehtap'ın konu eksiklerini belirlediler, çalışma programı hazırladılar. Bu hazırlıklar ilk dersin başlangıcı olmuştu. Süleyman'ın kitabı eline almasıyla Mehtap'ın kalbi küt küt atmaya başladı. Sayfaları çevirdikçe kalp atışları da hızlanıyordu. Artık ders başlamıştı. Süleyman büyük bir içtenlikle ve özveriyle anlatıyordu. Mehtap ise dikkatiyle Süleymanı dinliyor içinden ona minnet duyuyordu. Zaman çok çabuk akıp geçmişti. Her ikiside zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışlardı ve böylece ders bitmiş oldu.
    - Teşekkür ederim Süleyman abi. Çok yardımcı oldun. Sen gittikten sonra bende tekrar ederim, konu ile ilgili testleri çözerim yapamadıklarımıda sana sorabilirmiyim.
    - Önemli değil canım. Sen konuları anla, çalış yeter. Tabi yarın sorularına da bakarım şimdiden sana kolay gelsin. Babana selamlarımı ilet iyi akşamlar yarın yine görüşürüz.
    bu konuşmalar yapılırken odadan çıktılar. Kapıya yönelirken:
    -Süleyman abi akşam yemeğine kal istersen.
    - yok canım sağol. Dışarıda arkadaşlarla işim var, onlarla birlikte yerim. Size afiyet olsun.
    Mehtap bu duruma biraz bozuldu. Moralini bozan şeyin ne olduğunu bile bilmiyordu. Onu reddetmesi miydi yoksa arkadaşlarıyla dışarı çıkması mıydı? Hayır! bozulmaması gerekiyordu hemde neden bozulacaktı ki.
    - Tamam sen bilirsin. İyi geceler iyi eğlenceler. Görüşürüz.
    Süleyman tam ayakkabılarını giymiş evden çıkacakken birden doğruldu ve Mehtap ile göz göze geldiler. Bir an duraksadıktan sonra:
    - Mehtap bana telefon numaranı versene, haberleşiriz.
    Telefon numaralarını verdikten sonra Mehtap evine girdi Süleyman ise arkadaşlarının yanına gitti.
    *****
    Mehtap odasına çekilmiş, büyük bir dikkatle ders çalışırken telefonun çalmasıyla birden irkildi. İçinden "Süleyman mı acaba?" diye düşündü. Ama niye Süleyman arasın ki. Aklına birden hücumeden bu düşünceler arasında telefonunun ekranına baktı. Kardeşi arıyordu. Şaşırdı sonra merakla açtı. Ağlama sesi geliyordu. Mehtap telaşlandı. Sesi titreyerek sorabildi.
    - Meltem iyimisin? Neyin var? Nerdesin?
    Meltem'in sesi hala çıkmıyordu sadece ağlama sesleri geliyordu. Mehtap artık korkmaya başlamıştı.
    - Abla ben çok kötüyüm. Beni almaya gel.
    Meltem'in sesi kesildi. Mehtap bir telaşla üstüne başına bakmdan kapının önüne çıktı. Ne yapacaktı şimdi? Nasıl gidecekti tek başına? Biran duraksadı. Birden Süleyman geldi aklına. Hiç düşünmeden Süleyman'ı aradı. Telaşlı, titrek bir sesle:
    - Süleyman abi ben Mehtap. Yardımına ihtiyacım var.
    - Ne oldu canım ya? Merak ettim söyle!
    - Meltem'in başına bi iş geldi galiba. Beni aradı, sesi çok kötüydü. Onun yanına gitmem lazım. Beni ona götürürmüsün?
    - Tabi canım. Sen nerdesin?
    - Evin önündeyim.
    - Tamam canım hemen geliyorum. Tamam Mehtap ağlama lütfen sakin ol.
    Uzun bir bekleyişin ardından Süleyman geldi. Mehtap Süleymanın arabasına bindi. Meltem'in tarif etti yere doğru hızla yola koyuldular. Yolda Mehtap Süleyman'a olanları anlatıyomrdu. Süleyman da elinde sigarasıyla pür dikkat dinliyordu. Bu kısa konuşmaların ardından Mehtap ağlıyor Süleyman ise sakinleştirmeye çalışıyordu. Meltem'in olduğu yere geldiler. Meltemin gözleri ağlamaktan kan çanağı gibi kıpkırmızı olmuş, yerinden çıkacaklarmış gibi de kocaman, iri iri olmuştu. Kardeşini o halde gören Mehtap çılgına dönmüştü. Ablasını görür görmez sımsıkı sarılan Meltem hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.Ağlamaklı bir sesle olanları yarım yamalak anlattı. Süleyman ise bu sırada iki kardeşi uzaktan izliyordu. Oda merak etmişti ne olup bittiğini. En çokta şimdi konuştuklarını merak ediyordu. Duyabilmek için yavaş yavaş birkaç adım attı. Biraz daha yaklaşmıştı sadece uğultular duyuyordu. Bir ara iki kardeşin kensine baktığını görünce adımlarını hızlandırdı, onlara doğru iyice yaklaşmıştı.
    - Ne oldu Meltem? İyimisin? Ablanı da benide çok korkuttun. Yardım edebileceğim bir şer varsa hiç çekinmeden söyle.
    - Ablamı getirdiğin için teşekkür ederim.
    Bu konuşmalar bitince biran sessizlik oldu. Bu sessizlikte az önce yaşadığı kötü anlar aklına gelince yine ağlamaya başladı. Boğuk bir sesle Süleyman'ın varlığına Hiç aldırış etmeden anlatmaya başladı.
    - Aldattı! Beni aldattı! Çok güvenmiştim ben ona abla çok sevmiştim. Onun yaptığına bak! Bunca zaman beni kandırmış. Hep "Seni çok seviyorum." derdi, yalanmış. Herşeyi, her yaptığı, her söylediği yalan dolanmış. Şimdi tek başıma bıraktı beni. Ben de hala onu seviyorum. Bana "Seni seviyorum." derken başkasınada demiş, başkasına da sarılmış öpmüş. Ben onu deli gibi kıskanıyorken o beni ortada bıraktı. Gitti. Çok alışmıştım ona. Çok alışmıştım. Nasıl nefes alacağım o olmadan. Onunla birlikteyken onun kokusunu çektim içime. Şimdi ne yapacağım? Nereye baksam onu görüyorum. Böyle severken nasıl unuturum? Yapamam abla yapamam. Kalbime söz geçiremem. Gözlerim ona bakmayınca görmez, kulaklarım onun sesi olmayınca duymaz, onun kokusunu ciğerlerime çekmeden olmaz, nefes alamam yaşayamam abla. Ben onunla nefes alıyordum, onunla yaşıyordum o benim herşeyimdi. Çok bağlandım hayatım onunla güzeldi, hayatım onunla şenlendi. Beraber geçirdiğimiz anlarda hayatıma anlam verdi. Şimdi ise bomboş... Herşey anlamsız. Yok... Bunu kabullenemem bitemez, böyle bitmemeliydi. Aldattı, bıraktı ve gitti. Şimdi beni hiç özlemeyecek mi? Yanında istemecek mi? Ben onun gözlerine artık bakamıyacakmıyım? Sesini duyamıyacak, kokusunu içime çekemiyecek miyim? Allahım yardım et nasıl alışacağım yokluğuna.
    Mehtap kardeşini dinliyordu. Bu haline çok üzüldü. Onu hiç bu halde görmemişti ki! Hep neşeli, güler yüzlü, komik, şımarık Meltem'i görmüştü. Süleyman ise Meltem'in anlattıklarını soğuk kanlılıkla dinliyordu. Meltem'in hıçkırıkları dışında bir sessizlik olmuştu. Bu sessizlik Süleyman'ın lafa başlamasıyla bozuldu.
    - Meltem biraz topla kendini. Sana böyle yapan biri senin döktüğün göz yaşlarının bir damlasını bile hak etmez. O sana değer verseydi, gerçekten sevseydi aldatmazdı. Daha kötüsüde gelebilirdi başına. Bu senin hayatın başkaları için üzülmeye değmez. Daha çok gençsin seni gerçekten sevebilecek, değer verecek birini bulursun çünkü sen de ablan gibi mutlu olmayı hak ediyorsun.
    *****
    Mehtap yatağının içinde dönüp duruyordu. Yaşananlar hep aklındaydı. Kafasında Süleyaman'ın söylediklerini derin derin yorumluyordu. Konuşmaları, olgunluğu ve sakinliği Mehtap'ı etkilemişti. İlk başlarda hiç hoşlanmadığı, dalga geçtiği adam şimdi onu etkilemiş miydi? Bu durumuna kendi bile şaşırıyordu. Kanı bir gece de ısınıvermişti sanki Süleyman'ı yıllardır tanıyor gibiydi. Yarın gelecekti ya kalbi küt küt atıyordu. Bu kalp çarpıntısına da anlam veremiyordu. Uyumalıydı. Yarın Süleyman gelecekti, dinlenmeliydi. Gözlerini kapayıverdi ve uyudu.
    Kahvaltıdan sonra odasına çekildi. Yatağını düzeltecekti, etrafa çeki düzen verecekti. Çünkü Süleyman'la odasında çalışacaktı. Odasını toplarken gözü bir anda aynaya takıldı. Uzun zamandır kendini aynaya bakarken görmemişti. Epeydir incelememişti kendini. Ne kadar da bakımsız görünüyordu. Kumral teni solgun, pembeyle kırmızı arasındaki renkte dolgun dudakları bembeyazdı. O renkli yeşil yeşil gözleri ise yüzünün soluk renginde kaybolmuştu. Şelale saçları birbirine karışmıştı. Aynanın önünde duran tarağı aldı eline. O beline kadar uzanan saçlarını taradı. Sonra yüzünün canlılığını orataya çıkarmak için hafiften bir makyaj yaptıı. Bu makyaj gözlerinin güzelliğini büsbütün ortaya çıkardı. Dudakları kendi güzel renginde olmasalar bile canlılığını kazandı. Bu renkler içinde teni eski rengine dönüverdi. Şimdi mehtap kendi olmuştu. Eskisi gibi çok güzeldi. Makyajını tamamladıktan sonra üstüne yeni bir şeyler giymek istedi. Makyajıyla elbises bütün olmalıyıdı. Dolabını açtı, fazla kıyafeti yoktu. Ne giyeceğini düşünüp karar vermezken en sevdiği koyu yeşil renkli elbisesi gözüne çarptı.Makyajına uyan kıyafeti de bulmuştu ya gözleri gülmeye başladı çünkü bu elbise ona çok yakışıyordu. Kıvrımlı vücut hatlarını ortaya çıkarıyor, ince beli, dolgun göğüsleri bu elbisesinin içinde daha güzel duruyordu. Hem de bu elbise gözlerinin büyüleyici güzelliği büsbütün orataya çıkarıyordu. Kendi de farketti güzel olduğunun ama sonra bir an duraksadı. Kimin içindi bu süslenmeler? Uzun zamandan sonra neden şimdi makyaj yapmış, en sevdiği elbiseyi giymişti? “Kendim için.” demişti içinden ama yalan söylediğini de biliyordu. Yalan söylediğini bilse de kabullenmek istemiyordu. Süleyaman için miydi? Yok, hayır. Süleyman için neden yapsın ki? Ders anlatıp gitmeyecek miydi? Ne var bunda ? Süleyman için değildi o kadar! Kafasından bu düşünceleri silmeliydi. Bunun için saate baktı. Nerdedeyse gelirdi. Kitaplarını, kalemlerini hazırladı sonra da aynanın karşısına geçip Süleyman'ı beklemeye başladı.
    Aynanın karşısında kendini izlemeye dalmışken kapının zili çaldı. Hemen kendini toplayıp son kez üstüne başına baktı sonra da Süleyman'ı fazla bekletmemek için kapıyı açmaya gitti. Heyecanlıydı. Bu gün hayallerini, umutlarını yeniden kurduğu günlerin ilk günüydü. Kapıyı açtı, gelen Süleyman'dı. Kapıyı pırıl pırıl gözleriyle, yemyeşil elbisesiyle açan Mehtap'ı görünce dili tutulmuş gibi Hiçbir şey diyemedi. Sadece Mehtap'ı izlemeye daldı. Gözlerini ondan alamıyordu. Adeta büyülenmişti. Mehtap'ın bakışları ise kalbine ok gibi saplanmıştı. Kalp acısını bir an içinde “cız” diye hissettikten sonra Mehtap'ı izlediğini farketti. Mehtap Süleyman'ın bu bakışlkarının altında bir anlam aramamıştı. Rahatsız olmasın diye de gözlerini çevirdi. Ayakkabılarını çıkarmaya eğildi. Çıkardı, doğruldu, Mehtap'la bir an göz göze geldi.Mehtap Süleyman'ı içeriye davet ederken Süleyman :
    -Merhaba Mehtap, nasılsın?
    -Merhaba Süleyman abi. Ben iyiyim, sen nasılsın?
    -Ben de iyiyim canım. Çok güzel görünüyorsun, elbisen çok yakışmış yüzüne de renk gelmiş.
    -Teşekkür ederim. Uzun zamandan sonra ilk defa kenedime baktım, beğendiğine sevindim. Demek ki hala güzelim.
    -Evet, kesinlikle öylesin. Çok güzelsin.
    Derse bi türlü konsantre olamıyordu Süleyman. Yanındaki güzelliğin farkına varmıştı, bu onu heyecanlandırıyordu. Elinde olmadan Mehtap'ın o narin, ince, kıvrımlı, dolgun dolgun vücudunu izliyordu. Gözleri yuvarlak kalçalarına ve dolgun, iri göğüslerien kayıyordu. Ona dokunmak istiyordu hatta elinden gelse, yapabilse, cesareti olsa sımsıkı sacaktı kollarına. Mehtap bu ilginin farkına varmıştı ve bu ilgi onun da çok hoşuna gitmişti. Biri tarafından beğenilmek ona bambaşka bir duygu yaşatıyordu. O da Süleyman'ı inceliyordu. Sık sık göz göze geliyorlardı ve birbirlerine gülümsüyorlardı. Sülayman bir ara dayanamayıp:
    -Mehtap bu gerçekten sen misin?
    -Demek makyajsız çok çirkinim öyle mi?
    -hayır canım, kesinlikle öyle değil fakat gözlerin ışıl ışıl bakıyor, çok güzeller. Daha önce böylesine derin ve anlamlı bakan gözler görmemiştim. Bu gün her zamankinden farklı bakıyorsun.
    -Öyle mi? Farkında değilim. Yavaş yavaş kendime geliyorum, hayata yeni yeni tutunuyorum ondan olabilir.
    -Aşk değil yani?
    -Hayır, aşk değil, sevgilim yok.
    -Hımm... Benim de yok.
    İkisi de içinden çok seviniyordu. Hayatlarında kimse yoktu. Derse ettiler sonra fakat ikisinin de heyecanları yüzlerine yansıyordu. Şimdi artık ikisi de eskisi gibi rahat olamıyorlardı. Mehtap'ın elleri titriyor, kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Süleyman'ın da Mehtap'tan farkı yoktu. Saatlerce onu izlemek, gözleinin içine bakmak istiyordu. Dersin bitmesini de hiç istemiyorlardı ama zaman öyle hızlı geçmişti ki ... Süleyman gitmeyi hiç istemiyordu fakat gitmesi gerekiyordu. Ertei gün tekrar görüşmek üzere ayrıldılar.
    Mehtap tuhaf duygular içindeydi. Hem çok mutlu hem de çok mutsuzdu. Mutsuzdu çünkü Süleyman'a karşı bir şeyler hissetmek istemiyordu ama nedense aklında hep o vardı. Süleyman'ın kendisine nasıl baktığını unutamıyordu. Onun ilgisi, yardımları ve içtenliği onu çok etkilemişti.Hiç tanımadığı halde Mehtap'ın sınavı kazanması için elinden gelen herşeyi yapıyordu. Kitaplar alıyor, onu dinliyordu. Bir ara saate bakmak için telefonunu eline alan Mehtap yatağında müzik dinliyordu. Birden mesaj geldiğini gördü. Mesajı yazan Süleyman'dı. Meraklandı, heyecanla mesajı okumak için açtı. Mesajda “İyi geceler güzel gözlü bayan, nasılsınız?” yazıyordu. Mehtap bu mesaj karşısında heyecanlandı çünkü hiç beklemiyordu. Demek ki Süleyman da bu saatte onu düşünüyordu hem de bu saatte. Saat ise epey ilerlemiş, gece yarısını geçmişti. Defalarca cevap yazıp sildi çünkü yazdıklarının hepsi onun duyguları karşısında kuru geliyordu. En sonunda “Sana da iyi geceler Süleymen abi. İyiyim , sen nasılsın?” yazıp gönderdi. Evet, ona “abi” demişti. Ne diyebilirdi ki başka? Sülayman onun abisiydi. Mehtap bunları düşünüp kendi içinde çelişirken bir mesaj daha geldi. “Bende iyiyim canım. Yalnız şu abi muhabbetini kaldırsak bana Süleyman diyebilirsin tabi istersen.” Mehtap bu mesaj karşısında şaşırdı daha da mutlu oldu çünkü ona “abi” demek istemiyordu. Ne demekti peki bu? Belki de abartıyordu, saçmalıyordu. O otuz beş yaşında bir adamdı, Mehtap ise daha hayatının baharında yirmi yaşında bir kızdı. Bu zamana kadar mutlaka hayatında bir kadın olmuştur, belki şimdi de vardı ama yalan söylemişti. Herşey olabilirdi, belki de kendisini kandırıyprdu. Mehtap ise cevap olarak “süleyman dersem rahat edemem, aramazdaki yaş farkından dolayı “abi” demeliyim.böylesi ikimiz için de daha uygun olacak. Sana iyi geceler, ben yatıyorum.” Süleyman bir elinde sigara bir elinde bira bardağıyla Mehtap'ı düşünüyordu. Yanaında olsun istiyordu, ona sarılmak, öpmek, koklamak istiyordu. Nasıl da etkilenmişti ? Mehtap'ın mesajına cevap vermek istemedi çünkü kendisi de biliyordu mehtap2ın ona abi demek istemediğinin. Bunu bakışlarından, konuşmalarından anlamıştı. Sadece şimdilik üstüne gitmek istemiyordu. Nasıl olsa zamanla Süleyman da diyecekti aşkım da... o gece her ikisi de birbirlerini düşünerek ve yarının olmasını sabırszlıkla bekleyerek uyudular.
    Ateş bacayı sarmıştı. Süleyman Mehtap'a resmen aşık olmuştu. Mehtap ona etrafındaki kzılardan çok farklı geliyordu. Sade bir güzelliği vardı onun. Hem de Boşnak kızlarının en güzellerindendi.Ertesi gün olmuştu. Mehtap'ın annesi ve kardeşi çarşıya gideceklerdi. Mehtap ise Süleyman geleceği için hazırlanmaya başlamıştı. En az bir önceki gin kadar güzel olmuştu yine büyülüyordu. Saçlarını açmış, omuzlarına, sırtına dökülmüş kumral renk... Kırmızı tonlarında hafif bir makyaj, bedenini saran kırmzı kısa bir elbise... Ateş kırmızısı dolgun dudaklar, yemyeşil gözler... Sonra da çiçeksi kokular... Mehtap çok güzeldi. Hazırlıkları tam bitmişti ki kapı çaldı. Süleyman gelmişti. Koşa koşa kapıyı açmaya gitti. Heyecanla kapıyı açtı, gülen bir yüzle:
    -Hoşgeldin Süleyman abi.
    -Hoş bulduk Mehtap yine çok güzelsin. Gözlerimi senden alamıyorum.
    -Evden ses gelmiyor, kimse yok mu?
    -Yok, annemler çarşıya gitti.
    -Tamam o zaman hadi odaya geçelim.
    -Tamam geçelim.
    Odaya geçtikten sonra uzun süren bir sessizlik oldu. İkisi de susuyolardı ama gözleri onların dillerinden dökülmeyen kalp gerçeklerini anlatıyordu, gözleriyle konuşuyolardı. Süleyman yine gözlerini Mehtap'tan alamıyordu. Mehtap ise daha da heyecanla onu inceliyordu. Dün gece yanında olamk istedği adam şimdi yanındaydı. Mehtap heyecandan ne yapacağını bilemiyordu. Sonra oturdu. Oturmak için hazırlanan Süleyman'ın gözleri bir an Mehtap'ın hafiften görünen dolgun göğüslerine kaydı. Sonra da oturunca açılmış olan sütun gibi bacaklarını izlemeye başladı. Mehtap bu durumun farkındaydı. Yanakları kıpkırmızı olmuştu ama bu durum hoşuna da gitmişti. Bir süre dha gözlerini ayırmadan Mehtap'ı izledi. Gözlerini çevirdiğinde ise aklına göğüsleri, kalçaları, bacakları geliyordu. Sonra kendini toplayıp sandalyeye Mehtap'ın yanına oturdu. Daha fazla dayanamayıp sordu
    -Demek bana Süleyman demek istemiyorsun?
    -Evet, sana Süleyman abi demeliyim. Böyle demem gerek.
    -Fakat gözlerin öyle söylemiyor.
    -ne söylüyorlar peki?
    Süleyman bu soruya cevap vermemişti. Ellerini Mehtap'ın yanaklarına koyarak gözlerinin içine baktı.
    -Çok güzelsin Mehtap. Güzelliğin başımı döndürüyor. Nasıl bir şey var sende beni büyülüyorsun, sana karşı koyamıyorum. Tavırların, yaşına göre olgun olman...
    Mehtap yerinden kalktı. İkisi de ayakta birbirlerinin gözlerini içine bakıyolardı.
    -Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Tek bildiğim yaptıklarımın konuştuklarımızın doğru olmadığı.
    -Sevginin, aşkın doğru olmadığı söylüyorsun yani öyle mi?
    -Hayır da..
    -Bak Mehtap gözlerin öyle demiyor, sende benden etkileniyorsun. Gözlerini kaçırıp utanmandan belli. Güzel bir ilişkimiz olabilir, güven bana.
    -Bilmiyorum, olmaz. Kararsızım.
    -Mutlu olabiliriz. Bunda bilmeyecek bir şey yok. Sende benden etkilendiysen başlayalım ama etkilenmediysen tamam yine abin olayım. Şimdi söyle bakalım. Sende etkilendin mi benden?
    Mehtap biraz düşündü. Evet, etkilenmişti. Hemde çok etkilenmişti. Süleyman'la mutlu olabileceğine de inanıyordu. İtiraf edemese de o da istiyordu.
    -Evet, tamam. Bende etkilendim fakat bu olayı şimdilik kimse bilmesin. Gizli olsun, tamam mı?
    -Elbette, sen nasıl istersen öyle olacak Mehtap.
    Mehtap'ın güzel yüzünü avuçları içine alan Süleyman o dolgun kırmızı dudaklara küçük bir buse kondurdu ve kulağına “Seni çok mutlu edeceğim.” diye fısıldadı. Mehtap ise sadece gülümseyebildi. Sessiz kaldı sonra her ikisi de. Kalplarindeki mutluluk gözlerine yansımıştı.
    Bu gün mutlu bir hayatın, beraberliğin başlangıcı oldu. Artık ne Mehtap yalnızdı ne de Süleyman. Galiba Süleyman yıllardır istediği, hayallerinin kadınını bulmuştu. O güzel gözler yalnız ona baksın, pembe dudaklar sadece onun dudaklarını öpsün, kumral pürüzsüz ten kendi teninde değsin, kokuları karışsın istiyordu. Yeni heyecan Süleyman'a bu duyguları yaşatıyordu. Gözlerini kapatınca hayali canlanıveriyor,onu düşününce kalbinde sayısız sevinçler doğuyordu. İçi içine sığmıyordu. Ona dokunmasa bile saatlerce onu izleyebilirdi hemde gözlerini ondan hiç ayırmadan. Gözlerien kalbine öyle bir aşk dolmuştu ki yemeden içmeden kesilmişti. Süleyman için aşk sarhoşu demek bile azdı.Mehtap ise Süleyman'dan daha çok aşıktı. Bu duyguları daha yoğun hissediyordu içinde. Duyguları daha da yoğundu. Mutluğu yüzüne, gülümsemesine, konuşmasına yansımıştı. Annesi, babası, kardeşi ailede herkes farketmişti mehtap2ın bu halini ama onlar sınava yeniden çalışmanın verdiği mutluluk sanıyorlardı Mehtap'taki bu değişikliğinin nedenini. Geliba Mehtap da Süleyman da aradığı aşkı bulmuştu. Hayallerindeki adam o idi. Sadece ona ait olmak istiyordu, sadece onun.
    Günler her ikisi içinde böyle mutlu, huzurlu geçip gidiyordu. Gün geçtikçe biribirlerini daha iyi tanıyorlardı. Aşkları biraz daha artıyor, delicesine bağlanıyorlardı. Bu gizli aşktan kimsenin haneri yoktu. Boşnak aileleler kendilerinden olanlara o kadar güvenirlerdi ki ... Galiba Süleyman bu güveni boşa çıkarmıştı. Tüm bunlara rağmen ilişkilerinde herşey yolundaydı.
    Süleyman hergün Mehtap'a ders anlatmaya gidiyor ama önce odada kendilerine vakit ayırıyolardı sonra da derse başlıyorlardı. İki sevgili sarılarak özlem gideriyor ardından da ders çalışıyolardı. Mehtap yaşının verdiği tecrübesizlikten acemilikten dolayı insan,aşk, hayat hakkında pek fazla bilgiye sahip değildi. Süleyman ise yaşındaki olgunluktan dolayı tecrübeliymiş gibi görünse de bir şey bilmiyordu. Hayat hakıkında bildikleri hep kulaktan dolma, ordan burdan, arkadaşlarından duyma laflardı. Mehtap gözlerini körleştiren, kulakalrını sağırlaştıran aşkından dolayı bnların farkında değildi. Aslında bunun sebebi sadece aşk değildi. Yaşının getirdiği tecrübesizlik bu körlüğün ve sağırlığın en büyük nedeniydi.
    Biribirlerini çok seviyorlardı. Gelecek için planları vardı ama bu planlar her ikisi için de farklılık gösteriyordu. Mehtap deli gibi seviyor, gözü Hiçbir şeyi görmüyor, aşkının önünde Hiçbir engel tanımıyordu. Süleyman için herşeyi yapabilirdi. Bi ömrü onunla geçsin istiyordu. Hayatını, kalbini,ruhunu, gözlerini, dudaklarını, vücudunu sadece ounla paylaşacaktı. Ömrü boyunca sadece ona aşık olacaktı. Evlerini, eşyalarını, çeyizlerini, ikisi için hazırlayacaktı. Her şey onlara özel olacaktı. Öyle olsun istiyordu. Her ikisinin de işi olacaktı. Mehtap işten erken çıkıp eve Süleyman'dan önce gelecekti çünkü onu işten geldiğinde tatlı bir gülümsemeyle ve sıcacık, taze, lezzetli yemekleriyle karşılamak istiyordu. Sonrasında da aşk, mutluluk ve huzur duyguları arasında yenen bir akşam yemeği... Masayı birlikte toplayacaklar,bulaşıkları birlikte yıkayacaklar, biri yıkarken de biri durulayacaktı.. sonra işin ve günün yorgunluğunu atmak için güzel bir uyku. Mehtabın evlilikten beklediği buydu. Böyle olsun istiyordu çünkü onu mutlu edecek şeylerin bunlar olduğuna inanıyordu. Bunu da sadece Süleyaman'la evlenerek yapabilirdi.
    Süleyman... Süleyman ise duyguları evlilik için hissetmiyordu ki! Tamam, Mehtap güzeldi, aradığı, hayallerindeki kadındı belki ama onunla evlenmeyi de düşünmedi. İlişkilerinin gittiği, aşklarının bittiği yere kadar sürecekti. Onun aklındaki düşünce buydu. Evlilik mi? Belki de hiç evlenmeyecekti, belki de yoldan geçen bir kadının yürüyüşünden etkilenip onunla evlenecekti, belki de eski sevgililerinden biriyle evlenecekti. Hayat bunların tam tersini de gösterebilirdi. Mehtap için hissettiği duygulardan daha fazlasını başka bir kadın için hissedebilir, onunla evlenebilirdi.Hayat bunların tam tersini de gösterebilirdi. Mehtap için hissettiği duygulardan daha fazlasını başka bir kadın için hissedebilir, onunla evlenebilirdi ama şimdilik hayat ne getiriyorsa onu yaşayacaktı. Yaşadıklarınının da tadını çıkarabildiği kadar çıkaracaktı. Hayat şimdi ona aşk getirmişti, o da bunu tadını çıkararak doya doya yaşayacaktı. Bağlanmak ona göre değildi zaten. O bağlanamzadı. Bu zamana kadar sayısını bile bilmediği bir sürü kadın olmuştu hayatında.Eğer birine aşık olup bağlanabilseydi çoktan aşık olup bağlanmıştı hatta evlenmişti bile. Tüm bunlar ona göre değildi. Mehtap'ta istediği şeylerin çoğu vardı ama tam anlamıyla da istediği kadın değildi. Bilmiyordu. Bu konu da biraz da kararsız kalıyordu ama düşünüp kendini derde sokmak istemediğinden hiç aklına bile getirmiyordu. Onun için tek kesin olan Mehtap'ı çok sevse de onunla evlenmek istemediğydi.
    Zaman böyle akıp gidiyordu. Mehtap da Süleymen da geleceklerini düşünmedikçe çok mutlulardı. Süleymen her gün Mehtap'lara gidip geliyor, her gün görüşüyorlardı. Her ikisi için de hayat çok güzel geçiyordu. Onlar için günler, hayat birlikte vakit geçirdikçe anlam kazanıyordu. Mehtap her gün Süleyman için saatlerce aynanın karşısından ayrılmadan süsleniyordu. O Süleyman'ın her haliyle kendisini çok beğeneceğini sanıyordu ama çok yanılıyordu çünkü Süleyman kulağına öyle fısıldamıştı. “ Senin her halini çok seviyorum.” demişti. Halbuki gerçek bunun tam tersiydi. Süleyman bakımlı kadınlardan hoşlanırdı. Ne tuhaf ki Mehtap'tan önceki kadınların hiç birine sadık kalmamıştı ama Mehtap'a bu zamana kadar çok sadık kalmıştı. Çünkü Mehtap onun için çok farklıydı. Tam olarak aşık değildi ama onunla birlikteyken başka kadınlara da bakmıyordu. Süleyman bunların farkında olsa da bunları saçma olarak değerlendiryordu.
    Süleymanı'ın Mehtap'a ders anlatmaya geldiği günlerden birinde yine evde kimse yoktu. Babası işte, annesi pazarda kardeşi ise okuldaydı. Her zaman ki gibi önce kendilerine vakit ayıracaklardı sonra ders çalışacaklardı. Mehtap ile Süleyman bir gün görüşememenin özlemini birbirlerine sımsıkı sarılarak gideriyorlardı. Yine her zamanki gibi sarılırlarken Süleyman Mehtap'ın gögüslerini hissetti. Bu ona bir anlık zek verdi ve sonrasında da özlem gidermek için değil de o zevki bir daha tadabilmek için sarılmaya başladı. Göğüslerini daha da yakından iyice hissetmek için sımsıkı sarıldı. Şimdi çok zevk alıyordu. Mehtap'ı, göğüslerini, hissetmenin verdiği zevkle gözlerini kapadı. Sonra Mehtap'ın dudaklarını öpmek için o pembe hafiften dolgun dudakları dudakları arasına alıverd ve öpmeye başladı. Dudakları çok çekiciydi, öptükçe öpmek istiyordu, ayrılamıyordu o taze, ten değmemiş dudaklardan. Hem göğüslerinin hem dudaklarını öpmenin verdiği zevkle daha çok sarıldı. Bu ona daha da zevk veriyordu. Artık kararını verdi. Mehtap'ı istiyordu. Onun dokunulmamış bedenine ,tenine, ruhuna, kadınlığına sahip olmak istiyordu. Dudaklarını dudaklarından ayırıp boynuna indirdi. Bir süre dudaklarını boynunda gezdirdikten sonra aşağı inerek göğüslerine doğru gelmeye başladı. Sonra da göğüslerini öpmeye başladı. İkisi de zevk içinde birbirlerinin kollarına kendilerini bıraktılar. Soyunmaya başladılar. Mehtap hemen Süleyman'a teslim oluvermişti.
    Artık Mehtap tamamen Süleyman'ındı. Onun koynuna girmiş, kadını olmuştu. Şimdi ikisinin de yüzünde bu mutluluk vardı. Birbirlerine ait olmanın verdiği mutluluk. Birbilernine daha da bağlandıklarını hissediyorlardı. Çok mutlulardı.
    Bir ara Süleyman Mehtap'a “Mutlu musun?” diye sordu. Mutlu olduğunu biliyordu çünkü kendisi de istemişti. Aralarında yaşananlardan hiç biri zorla yaşanmamıştı. Süleyman cevabını bildiği halde bir kez de Mehtap'tan duymak istiyordu. Sevdiğinin sesinden, sahip olduğu kadının sesinden duymak istiyordu. Mehtap küçük ama içinden gelen bir sıcacık bir tebessümü o güzel dişleri ile dudakları arasından gösterirken cevapladı “Evet sevgilim, çok mutluyum.”. Yüzünde bu heyecan hafif bir tebessüm yaratsa da içinde çok mutluydu. Süleyman'a ait bir kadındı o artık. Şimdi daha çok inanıyordu onunla birlikte mutlu olacağına. Zaten artık Süleyman'dan başkası olamazdı, olmamalıydı çünkü kimse Mehtap'ı bu haliyle istemezdi. İstese de istemese de sevse de sevmese de Süleyman'la birlikte olacaktı.
    O gün hiç ders çalışmadılar. Birbirlerine bir anlık zevklerinin mutluluklarını anlattıktan sonra Süleymen evine gitti. Mehtap evde tek başına kalınca beraber yaşadıkları o güzel anları düşünemeye başladı. Ya ailesi bir şey anlarsa diye düşündü bir an. Evet anlayabilirlerdi çünkü bu anları bu duyguları çok yaşamışlardı. Bir an Mehtap'ın içine korku düştü. Korkunun ardında da duyulan derin bir pişmanlık. Keşke kendini engelleseydi de Süleymen'a teslim olamsaydı. Artık çok geçti. Pişman olsa da yapacak bir şeyi, elinden gelecek bir şey yoktu. Şimdi alilesi geldiğinde nasıl bakacaktı annesinin babasının yüzüzüne. Utanmayacak mıydı? Mehtap bu düşünceler içinde odasında kaldı. Kendini odasına hapsederek cezalandırmak istiyordu. Öyle de yaptı. Birkaç gün boyunca evde kimse Mehtap'ın yüzünü doğru düzgün görmemişti. Ama onlar bu durumun farkına bile varmamışlardı çünkü kızlarının odasınında ders çalıştığını düşünüyorlardı. Aslında bu durum Mehtap'ın çok işine yaramıştı. Kendi başına kalmak iyi gelmişti ona. Mehtap odasında bu hallerdeyken Süleyman hep Mehtap'a destek oldu. Yanında olduğunu, onu hiç bırakmayacağını, evlenip çok mutlu olacaklarını söylüyordu. Mehtap'ın ise Süleyman'dan başka sığınağı, dayanağı, güveneceği kimsesi yoktu. Onun bu söyledikleri ruhuna ilaç gibi geliyordu. Süleyman'daki rahatlık ve huzur ona da yansımaya başlamıştı. Artık Süleyman'a daha çok bağlanmıştı.
    Bu durumdan sonra Süleyman yine Mehtap'lara gitmeye başlamıştı. Yine her zamanki gibi önce birbirlerine vakit ayırıyolardı sonra da ders çalışıyorlardı. Birbirlerine daha yakın olmanın verdiği bir rahatlıkla ve istekle ders çalışıyolardı artık. Mehtap dikkatle ve istekle Süleyman'ı dinliyordu. Sonrasında ise gün içinde çalıştıklarını tekrar ediyor diğer dersleriyle ilgili çalışmalar da yapıyordu.

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 2:16 am