Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    AFFET BENİ MELEĞİM

    avatar
    1001030058


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 01/12/10

    AFFET BENİ MELEĞİM Empty AFFET BENİ MELEĞİM

    Mesaj  1001030058 Perş. Ara. 23, 2010 8:54 pm



    AFFET BENİ MELEĞİM!!!...



    Hepimizin büyülü bir aşk masalı vardır. Kimimiz bu büyüyü başkasına verir acı çeker mutsuz oluruz. Kimimiz bu büyüyü çözer ve mutlu oluruz.
    Bilirsiniz her masal mutlu biter. Ferhat dağları deler şirin için, Züleyha her şeyi göze alır köle Yusuf için… Ama sonunda Ferhat da kavuşur Şirin’inine Züleyha da kavuşur Yusuf’una…
    Kimimiz bu masalda külkedisi oluruz kimimiz pamuk prenses… Aslında cam pabuç sadece bizim ayağımıza olur… Ve dünyanın en güzel kızı biz oluruz bu masalda.
    Ama benim aşk masalım mutsuzdu…
    Bu mutlu sonlara çok alıştık filmlerden, romanlardan ama bu sefer mutsuz son. Külkedisinin saati erken doldu. Gitmesi gerekli. Hem de arkasından bir cam pabuç bile bırakmadan. Öylece gitmesi gerekiyor. Ama Kül Kedisi gidiyor diye prens mutsuz olmayacak bu sefer. Aramayacak Külkedisini… Çünkü bu senaryo Pamuk Prensesle devam edecek…
    Ve benim iki tercihim vardı. Bu tercihlerden biri benim için diğeri de sevdiğim için geçerliydi. Ve ben mutsuzluğu seçmiştim.
    Siz olsaydınız hangisini seçerdiniz? Külkedisi olmayı mı Pamuk Prenses olmayı mı? Ya da mutsuzluğumu seçerdiniz?





    *****

















    Aksaray`ın küçük bir ilçesin de açmıştım gözlerimi hayata acı ve zorluklarla bir dünyaya merhaba demiştim. Acı bir gülümsemeyle selam vermiştim. Belki de bu dünya sadece benim için kötüdüydü. Ama ne olursa olsun selam demiştim işte.Bütün ızdırap ve çilene rağmen ben geldim inadına yaşamaya geldim.Selam sana ey dünya demeye geldim.Selam sana selamlar sana…
    Yaşadığımız köy çok küçük olmasına rağmen mutlu ve huzurluyduk. Pek fazla yeşillik olmayan köyüm insanlarıyla yeşillenirdi. Kısacası dokuz kişilik sıcacık ailenin onuncu elemanı olmuştum.
    Kısa sürede büyümeye başlamış adeta evin maskotu olmuştum. Annem hep güzel kızım diye severmiş `Hepinizden güzel olacak benim kızım` dermiş.
    Annemin güzel kızı büyümüş ve oyun yaşına gelmişti. Dışarı çıkar gezer oynardım evde hiç duramazdım. Mahalleden arkadaşlarım pek yoktu ama bir oynamaya başladık mı bütün köyün çoçukları toplanırdık neredeyse
    İçeri girmeyi hiç sevmezdim ama akşam ezanı beni uyaran bir zil gibi olurdu.Oyun oynamaya öyle dalardık ki vakit ne çabuk geçer ne çabuk akşam olur anlamazdık.Köyün imamı evden çıktımı ezan okunacağını anlardım.
    İmam amcanın önüne geçer:”
    -nolur imam amca bugün ezanı okuma.Hem yatsı vaktinde bir kez daha okuyacaksın şimdi yorulma derdim.Ama beni dinleyen kim bana güler saçlarımı karıştırır bir de yanağımı sıkar sonra da:
    —yol verin küçük hanım derdi.
    Ben de ona ters ters bakar
    —yol senin hocam derdim.
    O da gider ezanı okurdu.Ben de olanca gücümle koşup eve yetişmeye çalışırdım.Tabi eve giren son eleman ben olurdum.Bazen geç kalırdım ama sağolsun abim idare ederdi.Eve döndüğümde üstüm başım kirlenmiş vaziyette olurdu.
    Annem:
    -eğer bu üstün kirlenirse bir daha ki sefer hem sen yıkarsın hem de dışarı çıkamazsın derdi.
    Ben de:
    -aman be anne yıkama nasıl olsa gene kirlenecek derdim.Evde en küçük bendim ama herkesin her şeyini bilirdim.Abilerimin sevdiği kızları ablalarımın gönüllerinde taşıdıklarını yani her şeyi…
    Bazen bu bildiklerimi iyi kullanır ve rüşvet koparırdım bana çok kızar ve ilerde senide görürüz derlerdi.
    Mahallenin en küçüğü de bendim diğer arkadaşlarım benden en az bir yaş büyüktü.Bir gün oyuncaklarımı topladım dışarı çıktım ama kimse gelmedi oynamaya.Oturdum bekledim oracıkta ama hiç kimse gelmedi ben de eve gittim abimin kucağına oturdum:
    -abi bugün benimle oynamak için hiç kimse gelmedi.dedim.Abimde
    -Üzülme sen bugün bizde başka şeyler yaparız olmaz mı dedi.Bende
    -Yapar mıyız sahiden dedim
    -Yaparız tabi neden yapmayalım bak ben bugün maça gideceğim benimle gelsene dedi.
    —Tamam, gelirim ama benim formam yok dedim.
    -Olsun bakalım sen de formasız futbol oyuncusu ol dedi.
    Abimle bir şeyler yapmak çok hoşuma giderdi abimle her fırsatta bir şeyler yapmak isterdim.Abim gibi biri olmak isterdim.Uzun boylu, güler yüzlü,hayata sıcak bakan,istediği zaman istediğini yapabilen ve bir sürü arkadaşı olan…
    Abimle beraber maça gittik ben ağabeyimin takımındaydım maça o kadar çok kişi gelmişti ki adam seçmekte zorluk çekildi.
    Karşı mahalleden bayram da vardı bayramla yıldızlarımız hiç barışmamıştı hiç anlaşamayacağımızı düşünürdüm bayramla zaten anlaşamıyorduk ta.
    Bana inat karşı takıma geçti.Maçta ki tek kız da bendim küçük olmamam rağmen abimin öğrettiği birkaç hareket vardı.İtiraf etmem gerekiyorsa aslında top bana hiç gelmiyordu.Abim takımın gözde oyuncularındandı.
    Abim futbol konusun da baya becerikliydi.Dakikalar öyle geçiyordu ki gol sesleri taraftarların bağrışmaları da bu dakikaların çabucak geçmesine neden oluyordu.İlk yarı bitmişti sonuç 2-1 biz yeniyorduk.Bir müddet ara verdik bizim dombili bayram bu arada yanıma geldi bana ters ters bakmaya başladı.
    -Bak dombili ağzını açma dalarım bak dedim.bana bakıp güldü ve
    -Sen mi cılız şey dedi
    -Ben cılız değilim dedim.
    -Evet, cılızsın dedi
    -Hayır değilim
    -Cılız değilsen neden bu kadar zayıfsın
    -Bak dombili adamı hasta etme yenilginin acısını benden çıkarma dedim.Ters ters baktım bayrama.
    İkinci yarı başlamıştı. Takımlar yerini aldı durum acıydı.Bizim takım yenilmeye başlamıştı. Bizim dombili bana bakıp şirinleri yakalayan gargamel gibi sırıtıyordu.Ve sonuç olarak biz kaybettik.Anlaşma gereği biz karşı takıma kola ısmarlayacaktık.
    Bayram yanıma geldi.
    -Ne oldu cılız biz kazandık.
    -Olabilir oğlum maç bu kazanmakta var kaybetmekte.Alacağız işte kolanızı ne çene yapıyorsun
    Koşarak abimin yanına gittim.Abim sakindi kolayı almaya giden arkadaşlarının gelmesini bekliyordu.Kola geldi ve iki takımda içti.
    -Abi ben bu futbol işini çok sevdim beni her zaman getirsene
    Ağzımdan cümlelerim çıkar çıkmaz akşam ezanı okunmaya başladı.
    -Ah şu imam gene başladı bakalım ezan okumaya dedim.
    Abim:
    -Elimden tut bakalım küçük hanım bir an önce eve gidelim yoksa yandık dedi.
    Koşarak eve gitmeye başladık.Futbol sahası bizim eve fazla uzak değildi koşarak on dakikada evde olurduk eve geldiğimde ablalarım beni hemen sakladılar ablam hemen üzerimi değiştirdi bana kızar bir biçimde:
    -Annem seni bu halde görürse öldürür dedi. Ellerimi ve yüzümü yıkadı hemen sofranın başına oturduk bugünün konusu okuldu
    Babam:
    -Bizim Ceyda’yı da okula yazdıralım mı dedi.
    Abim :
    -Yazdıralım dedi
    Marziye ablam:
    -Baba yazdıralım ama daha yaşı küçük.
    Marziye ablam her şeyin sonunu da düşünürdü. Her şeye kolay kolay tamam demezdi. Ablalarımın en büyüğü olduğu için onun sözleri daha geçerli olurdu. Babam bana baktı.
    -Sen ne diyorsun küçük hanım? Dedi.
    Babam beni her zaman sürmelim diye severdi. Ama ciddi bir şey konuşacağımız zaman küçük hanım derdi.
    Okumak, okula gitmek bu iki kelimeyi hiç düşünmemiştim aslında. Ve sanırım bu iki kelime bana çok uzaktı. Ama gitmek istiyordum. Okula gitmek, okumak ve kocaman adam olmak istiyordum. Annem beni severken saçlarımı okşar ve “benim kızım kocaman adam olacak ” derdi. İşte annemin dediği gibi kocaman adam olacaktım.
    -Tamam, baba yazdıralım dedim.
    Akşam ablalarım benimle konuştular.
    -Okula gidersen dışarı çıkıp oynamak yok.
    -Tamam yok.
    -Üstünü kirletmek yok.
    -Tamam yok.
    -Ödevlerini yapmadan okula gidemezsin.
    -Tamam gidemem.
    -Abinle maça gitmek de yok.
    -Yok, işte o olmaz. Daha ilk defa gittim. Bundan sonra da giderim. Bu konuda anlaşamayız işte dedim.
    Sözüm biter bitmez ablalarımın üzerime doğru geldiklerini fark ettim.
    -Küçük yaramaz, seni döveriz dediler. Ve beni gıdıklamaya başladılar. Gülmekten gözlerimden yaş geliyordu.
    Sabah olmuştu. Erkenden kalkıp okula gitmek için hazırlandık. Ablam kıvırcık saçlarımı taradı ve güzelce topladı. En güzel elbiselerimi giydirdi ve babamla birlikte okul yolunu tuttuk. Okula gittiğim zaman baya bir kişi vardı. Herkes tutmuş çocuğunun elinden gelmiş okula. Müdür odasına gitmiştik.
    Babam:
    -Müdür bey çocuğumu okula yazdırmak istiyorum,dedi.
    Müdür:
    -Tabi amca ama çocuğunuzun yaşı kaç?
    Babam:
    -Beş,dedi.
    Müdür:
    -Amca altı yaşından küçükleri almıyoruz dedi.
    Babam:
    -Tamam, o zaman bizde seneye geliriz,dedi ve müdür odasından çıktık.
    -Köyümüzün okulu çok küçüktü bir iki ve üçüncü sınıflar bir sınıfta dört ve beşinci sınıflar bir sınıfta ders görürlerdi.Okul iki sınıf bir de müdür odasından oluşuyordu.Öğretmenler odası bile çok küçüktü.Küçük olmasına rağmen okulumuz çok sıcak ve çok güzeldi.
    Eve gelmiştik babam:
    -Bu sene almayacaklarmış beş yaşındakileri almıyorlarmış dedi.
    Ben masum masum geçtim bir köşeye oturdum iki gündür arkadaşlarımla da oynayamıyordum. Dışarıda oynamayı çok özlemiştim. Konuşmaların bitmesini beklemiş, konuşma biter bitmez dışarıya çıkmayı ümit etmiştim. Konuşmalar bitecek ve dışarıya kavuşacaktım.
    Dışarıda arkadaşlarımı görmüştüm. Oynamıyorlar…. Oyuncak önlerinde duruyor, öylece konuşuyorlardı. Ben de yanlarına gittim.
    - Ne konuşuyorsunuz böyle?
    Şerife:
    -artık okula gidecekmişiz. Dün babam beni ve abimi yazdırdı. Onu konuşuyoruz.
    Şerife köy imamının kızıydı. Benim en iyi arkadaşlarımdandı. Şerife’yle bir oynamaya başladık mı vakit nasıl geçer anlamazdım. Onunla öyle mutlu olurdum ki hiç ayrılmak istemezdim. Yediğimiz dayaklar, işittiğimiz azarlar buna dur diyemezdi.
    -yani artık oynamayacak mısın benimle dedim.
    —olur, mu öyle şey canım. Tabiî ki oynayacağım. Hem sende okula gelsene… Beraber okula gider geliriz.
    -beni almadılar okula… Daha küçükmüşüm. Seneye başlayacakmışım okula.
    Üzülmüştüm… Herkes okula gidiyordu ama ben gidemiyordum. Hem artık kim oynardı benle… her zaman maça gidemezdim ya… Off ne yapacaktım ben! Benim de okula gitmem gerekti. Ben de gitmeliydim.
    Hiç kimseye bir şey söylemeden eve geldim. Küçük ablamda gidiyordu okula. Onun yanına gidip onunla konuşmak istedim. Yanına gittim ve oturdum. Onunla konuşmak istediğimin farkında değildi. Bir müddet benimle konuşmasını bekledim ama konuşmadı.
    -herkes okula gidiyormuş dedim moralim bozuk bir şekilde.
    -olsun bakalım bir gün sende gidersin.
    - ama herkesten sonra gideceğim.
    — önemli olan adam gibi okumak. Ha bir sene sonra ha bir sene önce.
    -iyi ama benim arkadaşlarım gidiyor.
    -üzülme! Değmez!
    - Off!
    -Okul başlasın belki alırlar demişti. O da bana üzülüyordu.





    * * *




























    Okul başlamıştı. Bütün arkadaşlarım okula gidiyordu. Ben hala kayıt bile yaptıramamıştım. Okulun birinci günü dayımın kızı bizim eve gelmişti. Meryem benden yaşça büyük olsa da onla arkadaştık. Benim için bir şeyler yapması beni mutlu ederdi. O üçüncü sınıf öğrencisiydi. Öğretmenleri, okulu tanıyordu. Okula ablamla beraber giderlerdi. Benim okula gitmediğimi anlamıştı. Bana doğru dönerek:
    -Sen neden hazırlanmadın daha. Okula ilk günden geç kalacaksın sanırım dedi.
    —Ben okula gitmiyorum dedim.
    —Neden?
    —Daha yaşım küçükmüş. Gelecek yıl gidecekmişim dedim.
    —olsun bakalım. Beraber gidelim mi? Belki alırlar okula. Olmaz mı dedi.
    —olur, sahiden alırlar mı?
    —belki de… Hadi hazırlan da gidelim.
    Sevinmiştim… Belki alırlardı. Bir ümitle gittim ve üzerimi değiştirdim. Meryem beni teselli ediyor, üzülmemem için elinden geleni yapacağını söylüyordu.
    Okula gelmiştik. Beni öğretmenler odasına götürdü.
    —öğretmenim, halamın kızı Ceyda. O da okula gitmek istiyormuş. Kayıt için gelmişler ama daha küçüksün diye almamışsınız.
    Okul müdürü ayağı kalktı ve yanıma geldi. Yanağımı okşadı ve bana gülümsedi
    —küçük hanımı hatırlıyorum. Babasıyla gelmişti. Ama almamıştık. Hem bu kadar istekli olduğunun farkına varamamıştım. Peki, söyle bakalım okumayı, okula gitmeyi çok mu istiyorsun?
    Bir şey diyememiştim. Utanmıştım. Yüzüm kızarmış, dilim tutulmuştu sanki.
    —cevap vermediğine göre istemiyorsun.
    —hayır, istiyorum ama…
    —aması ne söyle bakalım?
    — ama yaşım küçük olduğu için almıyorsunuz.
    —tamam, senle sınıfa bir gidelim bakalım.
    Sınıfa gitmiştik. Sınıftaki herkes mavi önlüklerin içerisinde sınıfta oturuyordu. Ben ise sivil kıyafetlerdeydim. Bu durum utanmamın üzerine ziyadelik katmıştı.
    Sınıftaki çocuklardan çoğunu tanıyordum, Şerife, İsmail, Halil İbrahim, Leyla, Arzu… Hepsi mahalleden ve civar köylerden arkadaşlarımdı.
    Müdür dersi böldüğü için dersi anlatan hocadan özür diledi. En arka sırada oturan arkadaşlardan Bayram’ı çağırdı.
    Bayram, bizim karşı mahalleden arkadaşımdı. Aslında arkadaşımdı ama pek anlaşamadığım bir arkadaşımdı. Bayram iri yarı vücuduyla arka taraftan yanımıza doğru geldi. Müdür bir tarafına Bayram’ı bir tarafına da beni aldı. Bayram’a dönerek:
    —senin adın ne bakalım?
    —bayram.
    —arkadaşını tanıyor musun?
    —evet, tanıyorum. Aşağı mahalleden Ceyda…
    Bayram’ın elini alıp parmaklarını gösteren müdür:
    —Bak Bayram’ın parmakları büyük ve kalem tutabilir ama senin parmakların çok küçük kalem tutamaz.
    Sonra eğildi ve benim ellerimi tuttu.
    —Bu parmakların daha büyümeye ihtiyacı var. Anlaşıldı mı?
    Utanmıştım… Ama bu sefer cılız vücudumdan utanmıştım. Parmaklarımın küçük olması utandırmıştı beni.
    —bu günlük derse gir ama yarın gelmek yok, tamam mı?
    Müdürü duyamıyordum. Küçük bedenimin içinde kıyametler kopuyordu.
    —tamam, mı, Ceyda… Hadi şimdi geç otur.
    Sınıftaki her hangi bir sıraya oturmuştum. Öğretmenin anlattıklarını dinlemeye başladım. Okulu çok sevmiştim. Eminim ki müdürü dinlemeyecek ve her gün gelecektim. Bu yıl bir farklılık olmuştu. Bir ve beşinci sınıflar aynı sınıftaydı. Yani ablamla beraber aynı sınıftaydık.
    Ertesi gün erkenden kalkıp okul yolunu tuttum. Bu durum haftalarca devam etti. Müdür gelmeme kızıyordu ama ben gidiyordum. Artık önlüğümde vardı. Olanları gören müdür beni okula kaydetmeye razı olmuştu.
    Artık benimde bir okulum vardı. Öğretmenim Murat adında genç bir hocaydı. Uzun boylu, esmer, çok tatlı bir beydi. Mesleğini de çok iyi yapıyordu zaten. Bir senemi geçirmiştim Murat hocayla. Okul döneminin bitmesine az bir vakit kala askere gideceği belli olmuştu. Gözümde büyüttüğüm hocam artık derslerime girmeyecek ve askere gidecekti.
    Okuma yazmayı iyice öğrenmiştim. Artık duygularımı kâğıda dökebiliyordum. Murat hoca yanıma gelmişti.
    —bak Ceyda, artık okuma yazmayı öğrendin. Artık bana mektup yazabilirsin. Askere gittiğim zaman mutlaka mektup isterim. Ben karışmam dedi.
    —tamam, öğretmenim dedim.
    Belki de yazdığım mektubu okumazdı bile. Ama genede yazmamı istemişti. Sene sonu gelmişti ve öğretmenim askere gidecekti.
    Askerlik yeri Tunceli…
    Onu çok özlemiştim. Bir de yaz tatili girince araya özlemim ziyadeleşmişti. Bir defasında köy meydanına askerden izin aldığı günlerde gelmiş, herkesten helallik istemiş, bir daha da kimse haber alamamıştı.
    Çok merak ediyordu onu küçük bedenim. Onu görmeyi istiyordum.
    Söz verdiğim mektubu yazıp en sonuna da “Ne olur çabuk gelin hocam. Sizi çok özledim” yazmak istiyordum.
    Sitem etmek istiyordum bu vefasız askere….
    Aradan uzun bir müddet geçmişti. Yaklaşık olarak biz ikinci sınıfın ikinci dönemine doğruydu. Köy meydanında kocaman bir ilan asılmıştı.








    KÖY ÖĞRETMENLERİMİZDEN MURAT GENÇ ŞEHİT OLMUŞTUR







    Demek bizim vefasız asker artık hayata hoşça kal demişti. Gittim ilanın karşısına durdum. Yaklaşık yarım saat kadar öylece baktım o ilana. Sanki ordan hiç gitmek istemiyordum. İlanlardan bir tanesini yırtıp eve götürmüştüm. O gün hiçbir şey yiyip içemedim. Bir garipleşmiştim.
    Vefasız asker artık yoktu…

    Murat hocanın yokluğu Yelnaz hocanın gelmesiyle doldurulmuştu. Aslında doldurulmamıştı ama daha az anımsıyordum… Yelnaz hoca Karadenizliydi. Tam bir Karadeniz kültürü ve şivesiyle konuşurdu. Burnu da uzundu zaten. O geldiği ilk gün ön sırada Ümran ile oturuyordum. Derse geldi. Sınıfa yönelerek
    —merhaba arkadaşlar! Ben Yelnaz Türker. Yeni öğretmeninizim. İnşallah bu yıl beraberiz.
    Bütün sınıf hep bir ağızdan
    —inşallah öğretmenim. Hoş geldiniz dedik.
    —evet, şimdide sizleri tanıyalım bakalım.
    Herkes kendini tanıtmıştı. Ümran ve beni “ Miniğim” diye sevmişti. Bize ismimizi söylemez “Miniğimsiniz siz benim” derdi.
    ‘miniğim’ bu kelime o kadar hoşuma giderdi ki sürekli söylemesini isterdim. Ümran benim kader arkadaşımdı. İkimizde her zaman en ön sıralara oturmaya mahkûmduk. Çünkü sınıfın en kısa ve en zayıf ikilisiydik. Boy sırasında en önde dururduk her zaman.
    Yelnaz hocayla iki haftamız geçmişti. Ama o iki hafta çok güzel geçmiş Yelnaz hoca hepimizin gönlünde yerini almıştı.
    Bizim okuduğumuz okul yeni yapılmıştı ama sınıf eksikliği vardı. Bu yüzden Yelnaz hoca eski okulun temizlenmesini istedi. Eski okul temizlenmiş, yeniden eğitim öğretime açılmıştı.
    Ben diğer arkadaşlar arasında her zaman erkek Fatma olarak bilinirdim. Okul hademesi İsmail ağabey bile bana erkek Fatma derdi. Yelnaz hoca bir gün bana
    —erkek Fatma gibisin demişti.
    Çok utanmıştım. Erkeksi hareketlerim utandırmıştı beni. O gün utancımdan derse geç girmek istedim. Sınıf arkadaşlarımdan Musa da boğazı ağrıdığı için derse girmek istememiş. Okul kantinine beraber gitmiştik. Oturup konuşmaya başladık. Bana bilyelerini anlatıyordu. Dediği gibi çok hastaydı. Konuşurken çok zorlanıyor, öksürüyordu ve ateşi de çok fazlaydı. Öksürüyor ama ağzını kapatmıyordu. O gün akşama doğru ben de kötü olmuştum. Artık benim de boğazım ağrıyordu. Ertesi gün okul için güçlükle kalkmıştım yatağımdan.
    Okula gittiğimde başımı sıradan kaldıramıyordum. Meğerse Musa kabakulak çıkartıyormuş. Bana da bulaştırmış. Yelnaz hoca derse girdi. Herkes ayağa kalktı ama ben başımı bile kaldıramadım. Yanıma geldi:
    —ne o minik! Akşam uyumadın herhalde? Dedi gülerek.
    —ben geldim, kalk bakalım!
    Sıradan başımı güçlükle kaldırdım ve
    ¬|-öğretmenim çok hastayım, diyebildim
    Yel naz hoca hemen ateşime baktı.
    —ov çok kötü ateşlisin sen hemen eve git ve dinlen, dedi.
    Sanki onun eli beni rahatlatıyordu. Elini alnımdan çektiğinde rahatlamam da gitmiş ve ağrılarım tekraren geri gelmişti.
    Defterimi ve kalemimi çantama koydu. Yanıma da bir arkadaşımı verdi ve beni eve gönderdi.
    Eve gittim üzerimi çıkardım, uyumaya başladım. Artık iyi oluncaya kadar okula gitmeyecektim. Hastalığı zor atlatmıştı bünyem. Ancak bir daha ki gidebilmiştim okula.
    Artık iyileşmiştim hatta ne boğazım ağrıyor, ne başım ağrıyor nede öksürüyordum. Ateşim de gayet iyi idi.
    Sabah erkenden gitmiştim okula. Okul hadememiz İsmail ağabey okulun önünü süpürüyordu.
    —Günaydın İsmail ağabey
    —Günaydın Ceyda kaç gündür yoktun.
    —Hastaydım abi. Ama şimdi iyiyim.
    —Geçmiş olsun bakalım.
    —sağ ol ağabey dedim ve eski okula doğru yöneldim. Okulun kapısını açmak için zorla samda açamamıştım.
    Çünkü kilitliydi. İsmail ağabeyin yanına gidip:
    —Ağabey bizim okulun anahtarını versene kapı kilitli de dedim.
    İsmail ağabey:
    —Yok, artık yeni okuldasınız. Yel naz hocanın tayini çıktı. Gitti artık şevki hocayla aynı sınıfta ders görecekmişsiniz haberin yomuydu,
    —Ama ağabey olmaz ki yel naz hoca daha yeni geldi.
    —yok, buraya geçici olarak gelmiş zaten gitti.
    Bu ikinci hüsranımdı. Birinci murat öğretmenim ikinci yel naz öğretmenim ikisi de çok iyi insanlardı. Ama yel naz hocayı görememiştim. Bana elveda miniğim diyememişti.
    Şevki hoca çok şakacı bir öğretmendi. Beni gördüğü zaman ‘ benim bir çuval içinde yüzüğüm var onu çıkartıp parmağıma taktığım zaman ceylan cadı olacak’ derdi.
    Ben de bunları gerçek zanneder ve ağlardım.
    Artık okul hayatım olmuştu. Artık oyun oynayamıyordum. Sokaklarda ödevlerimin çoğunu yapmaya çalışıyorum ama genel de ödevlerin çoğunu yapmadan gidiyordum okula.
    Yaşım ilerledikçe sınıfım yükseldikçe vurdumduymazlığım artıyordu. Önceden yapmaya çalıştığım ödevlerin, artık başına bile oturmuyordum.
    Çünkü okulun son dönemine gelmiştim. İlköğretim bitiyordu. Herkes OKS ye hazırlanıyordu. Ama bende tık yoktu. Sürekli tarlaya çalışmaya gidiyordum. Erkek gibi pancar suluyor, ekin ekiyor, pancar kesiyor ve fasulye dikiyordum. Ama hiçbir öğrenci gibi oturup ders çalışmıyordum.
    Okula gittiğim de Selman hoca beni yanına çağırıyordu. Ama ben gitmiyordum. Selman hoca matematik dersimize giriyordu. Bizim en iyi yerleri kazanmamızı istiyordu.
    Matematik dersini çok severdim. Çok ta güzel yapardım. Ama derslere pek fazla girme imkânım olmazdı.
    Bir gün Selma hoca beni yorgun bir şekilde merdivenlerden çıkarken yakaladı. O kadar öğrenci arasında beni fark etmesi zor olmasa gerek.
    Erkek tavırlı elinde tespih olan bir kız bu benden başkası olamazdı.
    —Ceyda?
    Arkama dönmüştüm. Beynimde birçok soruya şimdiden bir açıklamaya bulmaya çalışıyordum.
    —Efendim hocam.
    —Neden hiç gelmiyorsun derslere biraz konuşmalıyız seninle.
    Konuşmamalıydık. Ona açıklamasını yapamayacağım şeylerin olduğunu söylemek istedim ama olmadı.
    Beni konuşabileceğimiz bir yere götürdü.
    —Evet, neden gelmiyorsun.
    —Çalışıyorum hocam burası köy, şehir değil ya.
    —Ama senin okulun var.
    —Burada kızlar okumaz, anlamadınız sanırım.
    —Ama sen çok zekisin. Çalışırsan çok iyi şeyler yaparsın. Bundan sonra çalışmaya gitmek yok. Okula geliyorsun ve bu zekiliğini kullanıyorsun.
    —hocam demir ne kadar iyi olursa olsun demirci dövüp işlemeğince neye yarar?
    —Hiçbir şeye ama bu demircinin elinde, o demiri, işlerse bir şaheser ortaya çıkacak.
    —Demirci, işlemeyi bilmiyorsa unutmuşsa o zaman ne olacak.
    —Demirci ustasına tabibine gidecek o zaman tekrar öğrenecek işlemeyi.
    —Demir soğumuş işlenmez artık.
    —Ama fırın hala sıcak tekrar ısıtabilir bu demiri.
    Diyecek hiçbir sözüm kalmamıştı. Aslında okumayı bende çok istiyordum. Diğer arkadaşlarım gibi ödevlerimi yapıp, saçımı başımı tarayıp, okula gelmeyi bende isterdim. Kim istemezdi ki.
    Artık hayattan kopmuştum. Okul hayatım neredeyse bitmiş ama çalışma hayatım yeni başlamıştı. Her gün erkenden kalkıyor, yırtılmaya yön tutmuş, rengini kaybetmiş, elbiselerimi giyiyor ve ağabeyimle tarla yolunu tutuyordum. Uzun belime kadar gelen saçlarımı örüp şapkanın içine saklamayı da ihmal etmezdim.
    Günler böyle geçti. Ama çalışmak zorundaydım çünkü babam iyice yaşlanmıştı. Maddi imkânlarımızda pek fazla olanak sağlamıyordu zaten. Tarlada çalışırken vakit öğleye yaklaşmıştı. Abim de bende acıkmıştık. Tarlaya götürdügümüz küçük bir tüple biraz yemek ve çay yaptık. Yemeği yemiş ve çay faslına geçmiştik. Çayımı ağır ağır yudumluyor ve akan suyu izliyordum. Abim benim durgun olduğumu fark etmişti.
    Bana doğru küçük bir torba attı. Şaşırmıştım… Torbayı açtım ve içine baktım. İçinde biraz erik ve birazda kayısı vardı. Abim eriği sevdiğimi bilirdi. Dedemin tarlada ki ağaçları tam bir erik madeniydi.
    —Suskunsun bugün ne oldu?
    —Hiç… Hiçbir şey olmadı.
    —Dün okulda bir şey mi oldu?
    —Selman hoca konuştu biraz
    —şu matematik hocası mı?
    —evet. Okula gelmem gerektiğini söyledi
    —sen ne dedin ya
    —gelemeyeceğimi söyledim. yanilmışsın
    —neden?
    —çünkü bundan sonra gideceksin.
    —ama nasıl?
    —gideceksin dedim
    —ama bu işleri kim yapacak o zaman.
    —artık iş kalmadı zaten. Bir günlük iş var onu da ben yaparım.
    —ne yani artık gelmeyecek miyim?
    —evet.
    Ağabeyim ‘evet’ derken yüzünde beliren gülümseme görülmeye değerdi.
    Sevinmiştim hem de çok sevinmiştim. Okuyabilecektim artık ‘ama bir şartla’ dedi.
    —tamam, şart ne dedim.
    —her gün derslerine sıkı çalışacaksın.
    —tamam kabul.
    O gün tarlada olanca gücümle çalıştım ve ertesi gün ki okul hayallerine daldım. Akşam eve gittiğimiz de yemek hazırdı. Muhteşem ailem toplanmıştı, gene sofra başına.
    Yemeği yedim ve sofradan kalkmak üzere iken babam bana seslendi.
    —Ceyda!
    —efendim babacım 
    Cebinden bir miktar para çıkardı ve bana uzattı ‘bunu hocana ver sana kitap alsın. Artık senin okuman gerekiyor okumalısın’.
    —tamam, babacım dedim. Ve hemen parayı aldım büyük bir sevinçle
    Herkes çok duygulanmıştı.
    O gün yatağıma yattığımda içimden ağlamak gelmişti.
    Sabah erkenden kalktım kıymet ablam ile beraber ahıra gittim. İneklere saman döktüm ve ineklerin sütünün sağılması için ablam ile beraber makineyi çalıştırdık…
    İşimiz bitmişti. Son olarak sütü sütçülerin alacağı yere koyduk. Daha okul saatine iki saatim vardı.
    Hemen eve gittim. Okul kıyafetlerimi giydim. Kahvaltımı yaptım ve okul yolunu tuttum.
    Selman hocayı aradı gözlerim ama bulamadım. Dolabının üzerine küçük bir not bıraktım.


    ‘demir benim elimde ve fırın hala sıcakken ben bu demiri işlemeye karar verdim.
    Ama işlemeyi unutmuşum, tabibime ustama geldim.
    Bana yardım eder misiniz? ’
    … CEYDA…


    Notumu dolaba bıraktıktan sonra hızla derse çıktım. Artık çalışacaktım…
    Sürekli ders çalışıyor, notlar tutuyor, hocalardan notlar alıyordum…
    Çalışmama en son başlamama rağmen arkadaşlarım arasında dereceler yaptım. Dershaneye gitmedim ama dershanenin yapmış olduğu bütün deneme sınavlarına girdim ve güzel sonuçlar çıkardım.
    Sekizinci sınıfın sonlarına doğru Selman Hoca bizi yanına çağırdı ve:
    —arkadaşlar aranızdan üç kişi seçilecek ve ilçeye gönderilecek.
    —neden hocam?
    —bilgi yarışması var; matematik, tarih, Türkçe ve fen alanında. Bir komisyon oluşturulacak ve üç kişi seçilecek o yüzden bu deneme sınavında hünerlerinizi gösterin.
    Sekizinci sınıfta OKS ye hazırlananlar altı kişiydik; Gülizar, Emel, Mehmet, Yılmaz, Şerife ve ben.
    Hepimiz birbirimizden hünerli insanlardık. Gülizar ve Mehmet tarihi, Emel ile Yılmaz Türkçeyi, ben ve Şerife de fen ve matematikte çok başarılı idik,
    Son deneme sınavı heyecanla bekleniyordu. Herkes çok çalışıyordu…
    Bu bilgi yarışmasına gitmeliydik. Deneme sınavına gireceğimiz gün ben yarışmaya girmekten vazgeçmiştim. Sadece deneme sınavına girip çıkacaktım. çö
    Saat: 08.30’ u gösteriyordu. Deneme sınavı başlamıştı. Herkes büyük bir hızla testleri çözmeye başladı. Yılmaz da benim gibi yavaş yavaş çözüyordu testleri dikkati mi çekmişti. Sınav süresi bitti ve testler toplandı.
    Sınav sonucunda en çok matematik neti yapan ben çıktım ve denemede birinci oldum. Selman hoca müdürle konuşmuş ve kararları açıklamak için sınıfa geliyordu. Herkes bilgi yarışması için kendini hazırlamıştı…
    Yılmaz bir köşeye oturmuş sakin sakin bir şeyler okuyordu. Yanına gittim ve:
    —oturabilir miyim? Dedim.
    —tabiî ki gel otur.
    —neden durgun duruyorsun?
    —yok, durgun değilim, ama…
    —sen gitmek istemiyor musun? Bilgi yarışmasına bak hoca sınav sonuçlarını açıklayacak.
    —ben gitmek istemiyorum. İnşallah sen gidersin.
    —ben de gitmeyeceğim ya istemiyorum.
    —desene yarışma dört kişi arasında
    —evet öyle.
    Bana çok güzel gülümsemişti…
    Yılmaz çocukluğumdan beri en yakın arkadaşımdı. Herkes onu çok severdi. ben de çok severdim. Onunla aynı fikirde olmak bana mutluluk vermişti.
    Selman hoca kapıdan girdi ve sonuçları açıklamak için sınıfa doğru yöneldi. Sınıfın bilgi yarışmasından haberi yoktu. Çünkü Selman hoca altı kişiye söylemişti
    —Arkadaşlar bu yıl ilçede düzenlenen bir bilgi yarışması var. Aranızdan üç kişi seçip bilgi yarışmasına göndereceğiz ve şimdi bu üç ismi açıklıyorum:
    Gülizar bu üç isimden birinin kendi olduğuna emindi. Hatta kendini öyle hazırlamış ki yarışmaya giyeceği kıyafetleri bile hazırlamıştı.
    Selman hoca isimleri okumak için hazırlandı. Bu üç kişi:
    —Ceyda, Mehmet ve emel dedi.
    Şok olmuştum. Beni göndermezler diye düşünüyordum. Sonuçlar açıklanır açıklanmaz Yılmaz a döndüm bana gülümsedi Gülizar beklediği sonucu alamamıştı. Şerife zaten hiç sesini çıkarmıyordu. Gülizar sınıfta itiraz etti.
    —Hocam bu bilgi yarışması benim hakkım
    —Gülizar zaten kimin hakkı olduğuna biz karar verdik.
    —Ama Ceyda hak etmiyor
    Şaşırmıştım bu olayda sadece benim adımın geçmesi beni sarsmıştı.
    —Hocam zaten bende gitmek istemiyorum dedim.
    —Hayır, Ceyda biz buna karar verdik böyle olmalı. Her neyse dışarıda tartışalım bu durumu. Şimdi derse geçiyoruz.
    Derse başlamıştık. Gülizar derste sanki”ben gitmeliyim hocam” der gibi soruları büyük bir hırs ve azimle çözüyordu. Kırılmıştım, üzülmüştüm.
    Gülizar ın benim bu yarışmayı hak etmeyişimi düşünmesi beni çok üzmüştü.
    Ders bitiminde hoca bize doğru dönüp:
    —bu üç kişi gelsin ve onlara test vereyim çalışmalara başlayalım.
    Sınıftan çıktı. Ben hiçbir şey demeden sınıfta öylece oturdum. Herkes teneffüse çıkmıştı. Sadece iki kişi kalmıştık sınıfta biri yılmaz biri ben. Arkamı dönüp yılmaza bakamamıştım. Çünkü ondan utanmıştım. Yanıma geldi utanmış olacağımı anlamış olmalı ki ilk adımı o attı ve yanıma oturdu.
    —hayırlı olsun sen gidiyorsun.
    —evet, ama gitmeyeceğim.
    —neden bu fırsatı bir daha bulamazsın bence gitmelisin.
    —ama…
    —aması ne? Gülizar’ı mı sorun yapıyorsun. Emin ol ki onu takma bile gitmen gerek senin.
    —sen… Sen çok iyisin yılmaz.
    —sen iyi olmasan ben sana iyilik yapamam. Sen bu bilgi yarışmasına gideceksin bende seni izleyeceğim. Tamam mı? Anlaştık mı?
    —anlaştık. Çok sağ ol iyi ki varsın.
    Yılmazla konuşmak iyi gelmişi dışarı çıktım ve aşağı indim. Selman hocanın yanına gittim ve test aldım.
    Selman hoca:
    -hiç kafana bile takma bu bilgi yarışmasına sen gideceksin o yüzden iyi çalış.
    —tamam hocam.
    —çalıştık üç arkadaş sıkı çalıştık. Bilgi yarışması için canla başla çalıştık.
    Eskil bütün ilçeler arasında ikinci seçildi. Müdürümüz bu duruma çok sinirlenmişti.
    —Ben sizden ikincilik istemedim. Ben size başarılı olun dedim. İkincilik başarı değildir. Sadece bir avuntudur.
    Bu sözlerden sonra yarışma salonunu terk etti. Yarışmaya geldiğim için üzgündüm. Artık erkeksi tavırlarımı bir kenara bırakmış, hayatımı duygusala bağlamıştım. Artık sesim çıkmıyordu eskisi gibi.
    İlçeden okula gelmiştik. Herkes ders için sınıflara geçmişti. Derse girememiştim. Merdivenlere oturdum. Selman hoca yanıma geldi:
    —Böyle olmasını sende istemezdin bundan eminim. O yüzden kendini üzme. Hem ikincilikte bir başarıdır. Hem de büyük bir başarıdır. Üzme kendini.
    Benden cevap bekler gibi yüzüme baktı.
    —ben…
    —evet, sen elinden geleni yaptın. Bunun için teşekkür ederim dedi.
    OKS ye birkaç hafta kalmıştı. Son deneme sınavlarına giriyordum. Büyük bir hırsla çalışıyordum. Bu dönemde en büyük destekçim Yılmaz’dı. Bana her konu da yardım ediyordu.
    OKS ye bir hafta kala Selman hoca bizi yanına çağırdı.
    —Evet… Artık fazla zamanınız kalmadı. Ve ben hepinizden çok güzel şeyler bekliyorum. Hepinizin farklı farklı hünerleri var. Ceyda matematik, Gülizar tarih, Mehmet fen bilgisi gibi. En az Anadolu bekliyorum sizden.
    Herkes düşünmeye dalmıştı.
    —artık çalışmayı bırakın, dinlenin biraz, şimdi evlerinize gidiyorsunuz ve son bir genel tekrar yapıp çalışmayı bırakıyorsunuz.
    Eve gelmiş son tekrarlarımı yapmıştım. Sabah okula gitmedim. Çünkü hoca gelmememizi söylemişti. Sabah onbir oniki arası telefon çaldı. Evde sadece ben olduğum için telefonu açtım.
    —alo…
    —merhaba Ceyda ben yılmaz.
    —tamam, Yılmaz tanıdım
    —nasılsın?
    —iyiyim yılmaz sen?
    —bende iyiyim. Bugün okula gidecek misin?
    —yok, ben gitmiyorum.
    —tamam, sağ ol o zaman ben de gitmem.
    —tamam.
    —sana iyi günler.
    —sana da yılmaz.
    Telefonu kapatmıştım. Ama kalbim küt küt atıyordu. Yılmaz ile konuşmak beni heyecanlandırıyordu. Hayır… Hayır… Bu olamazdı. O benim en yakın arkadaşımdı. Mutlu olmuştum. Dışarı çıkmıştım gezmek için. Biraz dolaştım sonra tekrar geldim eve.
    Akşam yemeği yenecekti. Ellerimi yıkamak için lavaboya gittim. Aynada yüzüme baktım.
    Kalın örgü bir saç, erkeksi bir gömlek bu halimle mi heyecanlanmıştım? Bu halimle mi mutlu olmuştum? Kıyafetlerimle bile sevmeyi hak etmiyordum. Kalbim hiç hak edemezdi. Ellerimi yıkadım ve içeri gittim. Yemekte hiç konuşmadım.
    Akşam ablamlar la odaya geçtik. Odaya gittim ablamlar hala uyumuyorlardı. Bende dışarı çıktım. Bahçeye oturdum. Artık bu erkeksi tavırlarımdan vazgeçmem gerekiyordu. En lüks kıyafetim bile tam bir erkek gibi gösteriyordu beni.
    Sınav arifesi emel’in babası bizim evi aramıştı.
    —Ceyda kızım yarın bizim arabayla gideriz sınava. Babana söylersin.
    —tamam amca. Benim çok sevdiğim
    Sabah olmuştu. Üzerimi giyinip sınava gidecektim. Koyu renkte bir koy, üzerine siyah bir gömlek ve saçlarımı örüp başıma geçirdiğim bir şapka…
    Araba gelmişti. Babam bana seslendi.
    —haydi, Ceyda gidiyoruz.
    —Tamam baba!
    Sınav için gerekli evrakları aldım ve arabaya doğru yöneldim. Arabanın içinde birileri vardı.
    Bu yılmaz idi. Bana gülümsedi. Sınava onunla gidecektik. Emel yanıma oturdu. Sınava gireceğimiz okullara gittik. Sınav saatine az bir zaman kalmıştı. Okulun önünde babam ile birlikte beklemeye başladık. Sınav başlamıştı. Tam yüz yirmi dakika sınavda ter döktük. Sınavda çok heyecanlanmama rağmen sınavım güzel geçmişti.
    Ertesi gün okulda sınav tartışmaları başladı ben böyle yaptım sen böyle yaptın gibi bu konuşmalar beni geriyordu.
    Gene bir köşeye oturdum. Bu sefer yanıma gelmesini istediğim kişi değil de bir başkası gelmişti.
    Meliha!
    Meliha benim çok sevdiğim arkadaşlarımdandı zamanında çok acılar yaşamıştı ve bu acılar onu olgunlaştırmıştı. Ve meliha kanserdi.
    —Ceyda
    —gel bakalım güvercin
    —biraz konuşmak istiyorum seninle
    —tabi ki güvercin konuşalım
    —Ceyda bu konuşacaklarım çok önemli o yüzden sana geldim
    —tamam, güvercin dökül bakalım
    —Ceyda ben birine âşık oldum. Ama tam bilmiyorum. Benim sevdiğim kişi senin en yakın arkadaşın sen iyi bilirsin
    —söyle güvercinim elimden geleni yaparım biliyorsun. Ama kimmiş bu şanslı söyle bakalım.
    —yılmaz!
    Melihanın ağzından çıkan yılmaz kelimesi sanki beynim de yankı yapmıştı. İçimde bir burukluk hissettim sanki boğazım da kocaman bir lokma varmış gibiydi. Bu lokma boğazımı acıtmıştı.
    —tamam, güvercin ben onunla konuşmaya çalışırım sen rahat ol
    —çok sağ ol canım. İyi ki varsın.
    Sarılıp öpmüştü beni onu üzmemek için onun bir şeyler anlamasını istemediğim için yüz ifademi bozmak istemedim.
    Çıkışta yılmazın yanına gitmiştim.
    —biraz konuşabilir miyiz?
    —tabi ki olur.
    Hem yürüyor hem de konuşuyorduk
    —bak yılmaz ben meliha yi çok severim biliyorsun
    —bilmez miyim onun için neredeyse kendini feda edeceksin dedi gülümseyerek
    —gerekirse evet demiştim
    Gerekirse evet şimdi gerektiği gibi kendimi feda edebilirdim.
    —meliha sana karşı bir şeyler hissediyormuş yani seni seviyormuş
    Bu kelimeleri söylemek benim için hiç kolay olmamıştı. Yüzünde ki masum gülümseme şimdi acı bir gülümseyişe dönmüştü
    —ama ben başkasını seviyorum
    Şaşkınlık geçirmiştim bir başkası daha vardı ona orda ‘ bende seni seviyorum ama başkasına yar ediyorum’ diyensim gelmişti kısık bir sesle
    —kim? dedim. Demek benden bir şeyler gizliyorsun demek gönlünde bir sultan var ama ben bu sultanı tanımıyorum. Bilmiyorum öylemi?
    —tanıyorsun ama daha sana söylemem gereken zaman gelmedi
    —neden?
    —çünkü daha cesaretim yok
    —söylesene
    —ısrar etme
    —ederim hadi söyle
    Israrlarımı sürdürüyordum bir ara öyle dalmışım ki onun söylediklerini duymuyordum. Yürümeyi bırakmıştı yüzüme baktı
    —sen dedi
    —ne! Şaşkınlığımı gizleyememiştim
    —evet sen. Sultanım sensin çünkü ben seni seviyorum
    —ama
    —aması ne senin de beni sevdiğini biliyorum
    Durmuştum yürümeyi bırakmıştım çünkü yürüyebileceğimi düşünmüyordum. Ayağım da mecalim kalmamıştı. Kendimi toplayıp ona doğru döndüm
    —benim sevdiğimi de nerden çıkardın
    —saklama biliyorum Ceyda
    Ona bakamıyordum bakarsam ipin ucu elimden gidecek gibi oluyordu. ona bağırmak haykırmak istiyordum.’ben de seni seviyorum ama arkadaşım kanser o seni severken ben sevemem. Hakkım yok!’demek istiyordum.
    Acı acı gülümsedim.
    —şakacı seni kim dedi ki seni sevdiğimi. Üzülmüştü onun üzülmesi benim kahrolmama sebepti.
    —oğlum iki samimi olduk diye âşık mı sandın. Ben kimseyi sevmem hayatta. Sana seni sevdiğimi kim söylediyse seni iyi kandırmış. Sen çok aşk romanı okuyorsun herhalde.
    Kendimden nefret ediyordum.
    —meliha’ya teklif etmelisin. O çok iyi biri seni mutlu eder. Ben seni sevemem arkadaşım seni severken bu olmaz. Hem sen benim arkadaşımsın böyle bir şeyin olması da mümkün değil.
    Susmuştu. Bir tek kelime çıkmadı ağzından. Bizim ev görünüyordu artık.
    —eğer beni gerçekten seviyorsan ona teklif edersin dedim. Bizim evin kapısına gelmiştik. Babam Yılmaz’ı görmüştü.
    —hoş geldin yılmaz gel içeri.
    —yok, baba Yılmaz’ın işi var. Onun gitmesi gerekiyor.
    —evet, benim işim var. İnşallah başka bir sefere.
    Arkama bile dönmeden içeri girmiştim. Pencereye koştum. Pencereden onu izleyecektim. Üzgün bir hali vardı. Onu izlerken gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ertesi güne kadar kendimi toplamam lazımdı. Meliha’nın yüzüne nasıl bakardım. Ona ‘ben de Yılmaz’ı seviyordum. Ama sen sevdiğin için ben ondan vazgeçmek zorunda kaldım. O yüzden böyleyim’ diyemezdim ya.
    Herhalde onun için kendime gelmeli ve hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım.
    Uymak için yatağa gittim uyumalıydım. Uyumalı ve her şeyi unutmalıydım. Sabaha kadar uyumak için beynimle savaştım moralimin bozuk olduğunu ablalarım anlamıştı. Uyumama izin vermediler hepsi birlikte yanıma geldiler ve bana seslendiler.
    —kalk bakalım hanımefendi moralin sıfır ne oldu sana? Yorganı başımdan çekmeden.
    —yok, bir şey dedim.
    —eğer bir şey olmasa sen böyle durmazsın
    —yok dedim ya. Yorganı başımdan çektiler. Yatağa oturdum. Her biri başka konuşuyordu. Onlara cevap vermek istemiyordum. Çünkü onlara birini sevdiğimi söyleyemezdim. Eğer söylersen benimle dalga geçerlerdi. Sanırım söylememe gibi bir ihtimalim yoktu. Çünkü hepside bana bakıyordu
    —tamam, tamam söyleyeceğim ama dalga geçmek yok tamam mı?
    Mazriye ablam cevap veriyordu hep. Sanki o lider seçilmişti.
    —tamam, sen söyle de biz bir düşünelim.
    —ya biliyorum tamam mı daha yaşım küçük ve ben aşık olamam ama olmaması gerekeni yaptım ve ben aşık oldum.
    —e tamam ne güzel bun da ne var.
    —ama âşık olduğum çocuk… Sözüm yarıda kesilmişti
    —yoksa seni sevmiyor mu?
    —hayır seviyor.
    —ne var bunda
    —ama meliha onu seviyor. Ve meliha severken ben onu sevemem. Ablalarım benim aşık olduğumu duyunca şok geçirmişlerdi. Çünkü evin erkek Fatma’sı âşık olmuştu. o akşam sabaha kadar konuşmuştuk. Yastık savaşları, itiraflar, gülüşmeler ortama renk katmıştı. Ablalarımın da sevdikleri vardı tıpkı benim olduğu gibi. artık üzülmüyor, onu sevdiğim için mutlu oluyordum. O gün uyumadan okula gitmiştim.
    Meliha beni okul kapısında bekliyordu.
    —Günaydın canım.
    —Günaydın güvercin.
    —Nasılsın?
    —iyiyim de ne bu ilgi?
    —canım bilirsin severim seni.
    —hadi hadi desene Yılmaz’ı merak ettiğini.
    —ya o da var tabi ama…
    —güvercin konuştum ama benim bir şey söylemem doğru olmaz. Neyse benim işim var görüşürüz.
    —görüşürüz canım.
    Okulun içine girmiştim. Karşılaştığım insan yılmaz idi. Günaydın bile diyemedim. Olduğum yerde durdum kaldım. Göz göze geldik;
    —dışarıda… Senin onunla konuşmanı bekliyor. Sözümü zor bitirmiştim. Sonra dönüp tam gidiyorken kolumdan tuttu. Bende o da titriyorduk. Ya da ben çok titrediğim için onun da titrediğini düşünüyordum. Ona doğru dönemedim.
    —onun için kendini feda etmek zorunda mısın?
    —o benim için değerli anladın mı? ona ben asla söyleyemem böyle bir şeyi. sen hiç arkadaşın için birilerini feda etmedin mi?
    —ettim ama bu sevdiğim kişi olmadı.
    —tamam, ben de sevdiğim birini feda etmiyorum zaten.
    Bu sözü ona nasıl söyleyebilmiştim? O benim her şeyim sevdiceğimdi. Hayalimdeki gerçeğimdi o benim. Susmuştum… Artık onu üzecek hiçbir şey söylemek istemiyordum. Kolumu bıraktı ama keşke bırakmasaydı. O beni bıraktığında ben de bıraktım kendimi.
    Bayılmışım. Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Yanımda yılmaz vardı. Elimi tutuyordu. Kolumda serum takılıydı. Gözlerimi açtığımı fark etmemiş olacak ki bana kendi kendine bir şeyler anlatıyordu.
    —seni sevmem gerçekten seni üzüyor. Ama kendini feda etmen beni öldürüyor. Ben seni severken ona seni seviyorum diyemem. Hadi sen beni kandırıyorsun ama ben senin gibi yapamam. Seni severken ona yar olamam. Ama sen varsın meleğim, işte sen varsın, sende olmasan eriyorum her gün. Tamam, meleğim senin için yaparım, senin için onu da yaparım.
    Gözlerimi tekrar güçlükle araladım.
    —sağ ol teşekkür ederim.
    —meleğim…
    —Bunu benim için yap lütfen onun mutsuzluğuyla ben mutlu olamam. Seni seviyorum ama bu sevgiyi kalbimden sökmem gerek bunu onun için yapmam gerek.
    — Tamam, meleğim senin için ama şunu unutma ki hep seni seveceğim.
    Elini sımsıkı tutmuştum bırakmak istemiyordum. Ağzımdan güçlükle:
    —Ben de… Kelimesi çıkmıştı. Gözlerimden akan yaşlar sözlerimi tastikliyordu.
    —Bugünü, en azından bu günü bana ayır lütfen olmaz mı? En azından bugün benim istediğim olsun.
    —Tamam, bu gün sen ne istersen o olacak.
    Gülümsemişti. Belki de onu ilk defa mutlu etmiştim. Hemşireden izin istemiştik. Birkaç saatliğine dışarıya çıkmıştık. Kan tahlili falan gerektiği için beni hastanede misafir ediyorlardı. Yılmaz ile el ele bahçeye çıktık.
    —birkaç saat sonra benim gitmem gerekiyor.
    —yani birkaç saat mi beraberi?
    —Evet, Selman hoca gelinceye kadar beraberiz. Sonra ben gideceğim.
    —Ya ben gitmeni istemezsem.
    —Sen iste yeter ki gitmem.
    Bahçede bir banka oturduk. Omzuna başımı koydum. Bu hareketleri erkeksi tavırlarıma yakıştıramasam da o gün içimden geldiği gibi davranmak istiyordum.
    —Nasıl bayıldım ben?
    —Benim kollarıma bayıldın.
    —Dalga geçme yaa.
    —Valla kollarıma bayıldın.
    Konuşuyorduk. Birbirimize anlatamadığımız her şeyi o anda paylaşıyorduk. İçimizde hiçbir şey kalmasın istiyorduk belki de.
    —İçimde bir huzursuzluk var dedim.
    —ne huzursuzluğu bu bakalım.
    Onun konuşması beni rahatlatıyor ve bana güven veriyordu.
    —Meliha! Sence bunu yapmamız doğru mu? Sanki ona ihanet ediyor gibiyim.
    —Sonuçta seninde bir hayatın var. Sen de bir insansın her ne kadar hem cinslerinden farklı olsan da. Sonuçta sen de bir kızsın ve sende seviyorsun.
    —Beni böyle kabul etmek zorundasın maalesef.
    —meleğim ben seni böyle sevdim ve hep yanımda ol istedim
    —Benimle ilgili hayal kurdun mu?
    —Kurmaz mıyım? Hep ileride ütüyü benim yaptığımı bulaşık ve çamaşırların da bana kaldığını hayal ediyordum.
    —Yemeği unuttun dedim gülerek.
    Tam sohbetin dibine vurmuştuk ki Selman hocanın geldiğini gördün. Hemen toplandım. Yılmaz da hocanın geldiğini gördü. Allah dan hoca bizi görmemişti. Hemen hocanın yanına gittik. Hoca beni karşısında ayakta görünce sevindi.
    —Korkuttun beni şimdi iyisin herhalde.
    —İyiyim hocam dedim
    —Ama bugün gitmene izin vermiyorlar. Kan tahlilleri falan varmış. Ama olsun iyisin bakalım.
    —iyiyim hocam sağ olun bir gün daha kalabilirim sorun değil.
    —Ailende yolda geliyorlar zaten. Yılmaz seni de ben götürürüm tamam mı?
    Yılmaz:
    —Tamam, hocam ama yarın da gelebilir miyim?
    —Tabiî ki gelebilirsin. Ama ben yarın gelemeyebilirim.
    —Tamam, hocam şimdi biraz işim var izin verirseniz.
    —Tabi yılmaz git.
    Onlar konuştular ben de onları dinledim. Yılmaz bana gülümsedi ve işlerini halletmek için gitti. Birkaç dakika Selman hocayla oturup konuşmuştuk. Biz konuşurken babam ve annem gelmişlerdi. Biraz telaş yapmışlardı. Selman hoca onlarla konuşmuştu. Yarım saat falan geçmişti ama hala yılmaz gelmemişti. Aklım onda kalmıştı. Annem babam ve Selman hoca bayağı konuşmuşlardı. Beni iyi görmek mutlu etmişti onları da. Tam o sırada yılmaz odaya elinde bir buket kırmızı gülle geldi. Ben şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilememiştim. Annem ve babam güllere odaklanmıştı. Yılmaz şaşırmış kalmıştı. Selman hoca Yılmaz’a bakıp gülüyordu. Selman hoca olanları bastırmak için:
    —hadi yılmaz gülleri ver de gidelim seni de merak etmesinler dedi.
    —yılmaz içine yazmış olduğu bir not ile birlikte bir demet kırmızı gülü bana uzattı.
    —görüşmek üzere dedi.
    —ben sizi geçireyim demiştim. Yılmaz geçirdiği şokun etkisinden kurtulamamıştı. Hastanenin kapısından çıkacağımızda elinden tuttum ve:
    —güller için teşekkür ederim dedim gülümseyerek.
    —özür dilerim meleğim düşünemedim annenleri.
    —olsun bakalım hadi git.
    —tamam, meleğim seni seviyorum.
    —bende seni seviyorum dedim. Ve yanağına küçük bir öpücük kondurup hızla merdivenlerden yukarı çıkmıştım. Odaya gittiğimde ne annem ne de babam bir tepki vermemişlerdi. Ya hasta olduğum için ya da bu olayı görmezden geldikleri için.
    Ertesi gün annemlerle kan tahlili yaptırdık. Sonuçlar güzeldi. Hastaneden çıkabilecektim. Öğleye doğru işlemler tamamlandı ve taburcu oldum. Yılmaz gelememişti. ama Selman hoca ile bana haber göndermişti.
    Eve gelmiştim. Ablalarım benden önce durumu öğrendikleri için beni taklit etmeye başlamışlardı. Biri diğerinin kollarına bayılıyor beni rezil ediyorlardı.
    Her şey tamamdı ama tekrar okula gitmek ve tekrar ona yabancı gibi davranmak istemiyordum. Akşam yatağa uzandığımda benliğimden utanmıştım. Aman Allah’ım ben ne yapıyordum. Arkadaşım hasta iken ben yapmamam gereken şeyleri yapmıştım.
    Yatağımdan doğruldum ve hemen güllerin içindeki notu aldım okumaya başladım.



    “Kaybedeceğimi bildiğin halde sevdiğim meleğime.
    Senin için değil bir başkasına rol yapmak
    Kendime bile rol yaparım yeter ki sen üzülme bir tanem
    SENİ SEVİYORUM “



    Notu okurken gece iki üç arasıydı. Kitapların arasından hemen bir kağıt çıkardım ve yazmaya başladım.













    Sevdiğim! Her şeyim!
    Sen beni kaybedeceğini bildiğin halde sevmişsin. Ama ben seni sevdiğim de sen zaten kayıptın. Ben seni yokluğunda sevdim.
    İlk defa sevmeme rağmen gerçekten başarmıştım bunu .seni çok seviyorum hem de çok seviyorum. Ama beni engelleyen çok önemli bir şey var işte.
    Meliha!
    Meliha beni sınırlıyor. O mutsuzken ben mutlu olamam. Bu mümkün değil. Sevmek çok zormuş hem de çok zormuş. Canım çok yanıyor ve ben bu acıyı sadece kalbimde hissetmiyorum. Bütün hücrelerimde, benliğim de hissediyorum. Meliha gerçekten çok seviyor seni. O mutlu edebilir seni, o benim gibi değil.
    Meleğim demiştin ya meleğinin kanatları kırıldı. Masumluğu gitti. Kanatları kırılan melek neye yarar ki? Ben söyleyeyim mi? Hiçbir şeye… Sadece kendini ve çevresini mutsuz etmekten başka hiçbir şeye yaramaz. Senin mutsuz olmanı asla istemem.
    Bakarsın çok iyi arkadaş oluruz. Birbirimiz ile çok güzel şeyler paylaşırız. Eskisi gibi birbirimize üzülmeden bakarız.
    İki seçenek vardı. Biri mutluluk biri mutsuzluk… Ben mutsuzluğu seçtim sana mutlu olmak kaldı.
    Seni unutmam mümkün değil. Ama sen beni unut. Çünkü meliha sana dolu dolu bakarken sen ona boş boş bakma. Sana asla kendini onun için feda et diyemem. Ama onu mutlu etmeye çalış.
    Zaten ben seni severken beni sevmeyeceğini bile bile sevdim. Ve ben bu duruma katlanmaya hazırım.
    Dilerim ki her zaman mutlu olursun…


























    Mektubu yazmış ve çantama koymuştum. Sabah kalktığımda her şey bitecek her şey unutacak ve mektubu Yılmaz’a verecektim. Sabaha kadar oturdum. Gözlerimin altı morarmıştı. Uykusuzluk beni halsiz bırakmıştı. Sabah okul için hazırlandım. Okula gittiğimde kapıda bekleyen biri vardı. Normalde bekleyen meliha olması gerekirken bekleyen Yılmaz’dı. Onu hemen kenara çektim. Ve bir banka oturduk biraz konuştuk. Sonra da mektubu ona verdim.
    —mutlu sonlara çok alıştık filmlerden, romanlardan. Ama bu sefer mutsuz son. Külkedisinin vakti erken doldu. Gitmesi gerek hem de arkasından bir cam pabuç bile bırakmadan öylece gitmesi gerek. Ama külkedisi gidiyor diye prens mutsuz olmayacak bu sefer. Aramayacak külkedisini. Çünkü bu senaryo pamuk prensesle devam edecek.
    Koşarak sınıfa gittim. Meliha morali bozuk bir vaziyette oturuyordu. Kendimi topladım ve meliha’nın yanına gittim.
    —güvercin neyin var.
    —hiç… İyiyim ben.
    —iyi olsan ben anlardım.
    —o beni sevmiyor.
    —nerden biliyorsun?
    —biliyorum işte
    —madem biliyordun neden benim konuşmamı istedin.
    -…
    —oda seni seviyor.
    —sahiden mi?
    —evet, sahiden neden moralini bozuyorsun ki üzülme bakalım
    Sarılmıştı bana sevinmişti. Onun mutlu olması beni de mutlu etmişti. Ona “bak senin için kendimi feda ettim. O yüzden mutlu olman gerek”demek isterdim.
    Ama her ne olursa olsun artık onu unutmam gerekiyordu. Aradan biraz zaman geçti. Meliha’yı ikna etme çabalarım güzeldi. Tam meliha ile konuşurken yılmaz yanımıza geldi.
    —meliha biraz konuşabilir miyiz? Dedi acı bir gülümsemeyle. Meliha hemen atıldı
    —tabi ki
    Meliha yanımdan kalktı ve Yılmaz’la uzaklaştılar. Sonra da sınıftan çıktılar. Aradan bir müddet geçti ders başlamıştı ama hala gelmemişlerdi. Hocalar zaten ders işlemiyorlardı sınava da girmiştik. O yüzden ders işlemek yerine bizimle sohbet ediyorlardı. O derse girmediler. Sonra da teneffüste sınıfa geldiler. Meliha mutlu bir şekilde yanıma geldi
    —sana çok güzel haberlerim var.
    —neymiş bakalım bu güzel haber?
    — Artık çıkıyoruz. Gerçekten de beni seviyormuş çok sağ ol.
    —ben sana demiştim değil mi? Canım çok sevindim inşallah mutlu olusunuz her zaman.
    Gözlerim dolmuştu gözlerimden bir damla bile yaş akmadan dışarı çıkmam gerekiyordu.
    —güvercin benim küçük bir işim var hemen gelirim tamam mı? Arkamı döndüm ve koşarak lavobaya gittim. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Elimi yüzümü yıkadım ve tekrar sınıfa gittim. Artık yılmaz hep arkadaşım olarak kalacaktı.
    Okulların kapanmasını çok istiyordum. Kapansın ve bu işkence bitsin istiyordum. Son bir hafta zülüm gibi geçen bir hafta. Karneleri alacağımız gün hoca bizi bir sınıfta toplamıştı.
    —arkadaşlar OKS’ ye girenler temmuz da gelsinler tercihlerini yapalım.
    Zaten OKS’ ye giren altı kişiydik. Karneler dağıtılmış okulu üçüncülükle bitirmiştim. O gün herkes birbiri ile vedalaşıyordu. Ben de vedalaştım. Kim bilir belki de birbirimizi bir daha göremeyecektik. Tam dışarı çıkıp gidecekken bir ses durdurdu beni.
    —Bana da evlada demeyecek misin?
    —Kusura bakma gelemedim yanına
    —Beni sakın unutma tamam mı?
    —Tamam. Ama kendine hep dikkat et kendini üzme ve ona sahip çık.
    —Biliyor musun bana aşkın mı arkadaşın mı diye sorsalardı ben senin yaptığını yapamaz. Kolay olanı seçer aşkım derdim. Ama sen zoru başardın arkadaşını seçtin. İşte seni bu yüzden sevdim belki de
    —Belki de ama ben senin tahmin ettiğin kadar zor bir şeyi başaramadım ki daha yapmam gereken bir şey kaldı
    —Son bir şey mi yaptıkların yetmez mi?
    —Yetmez! Bu sevgiyi de çıkarmam gerekiyor. Atmam gerekiyor kalbimden
    —En azından benim için o sevgiyi içinde tut olmaz mı? Çünkü bundan sonra beni yaşatacak olan tek şey o sevgi olacak. Senden çok uzakta olsam bile o sevgiyi hissetmek istiyorum. Tıpkı benim sana hissettireceğim gibi. Seni seviyorum meleğim
    —Sus ne olur sus! Ayrılmak, bir başkasına bırakmak bu kadar zorken biraz daha zorlaştırma.
    Başımı kaldırıp gözlerine baktım.
    —elveda! Deyip arkamı döndüm ve okuldan kaçtım. Arkamı dönüp ona bakmamak için kendimi zor tuttum. Beynimi kemiren onsuzluk duygusu onu unutma isteğimi bastırıyordu. Onsuz hiçbir anım güzel geçmiyordu. Pişman olmak istemiyordum. Allah’ım neydi bu içimdeki fırtınalar. Ben, beynimde hangi düşüncelerimi tartıştırıyordum.
    Bitti, gitti işte… Neyin kavgasıydı bu?
    Evde uyumak için saatlerce yatakta döndüm durdum ama bir dakika bile uyuyamadım. Artık yaz tatiline de girmiştik. Sınav sonuçlarına büyük bir heyecanla bekliyordum. Zaten fazla bir süre kalmamıştı sonuçların açıklanması için…
    Evde sürekli kitap okuyor şiirler yazıyordum. Böylece onu düşünmeye vaktim kalmıyordu.
    Sınav sonuçları açıklanmıştı. Okula tercih yapmak için gidecektik. Sabah her zamanki gibi pantolonumu ve gömleğimi giydim. Tabi unutulmaz aksesuarım olan şapkamı da taktım. Aynaya baktığımda bir kız değil de bir erkek duruyordu sanki. Tekrar odaya gittim ve pantolonumu çıkardım. Tam belime oturan gri çizgili eteğimi giydim. Gömleği çıkartıp yerine mor bir badi giydim. Sıra saçlarıma gelmişti. Şapkamı çıkarttım ve saçlarımı açtım. Örgüsünü bozdum. Saçlarım belime kadar geliyordu. En azından şimdi aynada gördüğüm görüntü bir kıza benziyordu. Okula gitmek için yola koyuldum. Herkesten geç kalmıştım okula.
    Okula girdim ve müdür odasına gittim. Kapıyı küçük tıklamalarla çaldım. İçeriye yavaşça girdim. İçerde beş arkadaşım ve hocalarımız vardı. Herkes dönüp bana baktı. Beni ilk defa böyle görmüşlerdi. Etekli ve şapkasız…
    İçeriye ilk girdiğimde Yılmaz’ı aramıştı gözlerim. Göz göze gelmiştik. Ama hemen başımı çevirdim.
    —Merhaba hocam! Kusura bakmayın geç kaldım.
    Selman hoca bana doğru döndü ve:
    —Önemli değil küçük hanım hoş geldiniz dedi.
    Gülümsedim ve içeri girdim. Sınav sonuçları güzeldi. Hepimiz güzel puanlar almıştık. Yılmaz’la puanlarımız çok yakındı. Ama istediğimiz okullar farklıydı. O elektrik üzerine istiyor ben ise sağlık…
    Aynı okulları istesek bile farklı tercihler yapmamız gerekirdi ve zaten farklı tercihler yapmıştık.
    Tercih sonuçları açıklandı ve arasında saatlerce yol farkı olan iki şehir çıkmıştı.
    ***
    Lise farklı bir ortam ve farklı bir kişilik demekti benim için…
    Konya’da bir okulda devam ediyordum eğitime. Artık kendimi sadece derslerime ve aileme adamıştım. Bir yurtta kalmaya başlamıştım. Lise başlamadan iki hafta önce yurda gitmiştim.
    Konya Anadolu Lisesi…
    Hiç hayalini kurmamıştım aslında. Ama ben artık bu lisede bir öğrenciydim. İki hafta önce bütün arkadaşlar yurttaydı. Üst sınıftan arkadaşlar da vardı. Onlar Konya’ya iyice alıştıkları için bizi de alıştırmaya çalışıyorlardı. Biz de yavaş yavaş kendimize çeki düzen veriyorduk.
    Lise başlamıştı ve biz erkenden okula gittik. Okula gittiğim ilk gün gözlerim tanıdık birilerini aradı. Ama kimseyi bulamadım. Aslında gözlerim tanıdık birini değil Yılmaz’ı aramıştı. Sürekli dalıyor onu düşünüyordum. Tamam, arkadaşım için feda etmiştim ama bu sevmeme mani olmuyordu.
    Bir kenara oturdum ve gülmeye başladım. Ne yapıyordum ben? O nerde ben nerdeydim… Lisede sınıfımdaki arkadaşlar güldüler. Benim yanıma gelip
    —Ne o? ilk günden daldın. Bu gidişle lise bitmez dediler.
    Güldüm…
    —Bitecek bir gün. İnşallah dedim.
    Liseden çok iyi anlaştığım üç arkadaşım vardı; Tuğba, Elif, Merve… Dördümüz hiç ayrılmazdık. Derslerimle ün yapmıştım. Edebiyat hocam, matematik hocam hepsi de derslerim yönünde bana iltifatlar ederdi
    —Elimize senet getir imzalarız. Ceyda bu üniversiteyi kazanacak derlerdi.
    Derslerime verdiğim önem kendime ayırdığım zamanı azaltıyordu. Belki de bunları düşünmemek için yapıyordum. Belki de çalışmaya ihtiyacım yoktu. Ama ben maziye dönmemek için ders çalışıyordum sürekli.
    Amacım çok iyi bir üniversite değildi zaten. Yeter ki yaşananları unutayım, kendime çeki düzen vereyim.
    Yıllarım onu sevmekle geçmişti. Sevemez miydim ondan başkasını? Olmaz mıydı sanki? Her gülüşümde içimdeki burukluğu hissettim. Onsuzluğu hissettim damarlarımda. Her mutlu oluşumda kısıtlamıştım kendimi. Hep o… başkası olmaz diye…
    İsteye isteye acı çekmiştim aslında. Onu ne zaman düşünsem delirecek gibi olurdum. Sanki kalbim yerinden çıkacak gibi olurdu. Gözyaşlarım kaç defa yastığımı ıslattı bilmem. Kaç defa gördüm rüyamda sayamam. Kaç gece telefonun başında bekledim bir çağrı, bir mesaj gelir diye. Hayatıma giren insanların hepsi ondan bir parça getirirdi sanki bana.

    ***














    Onu görmeyeli tam dört yıl olmuştu. Ama onu daha dün gibi hatırlıyordum. Gülüşünü, sesini, simasını, bakışını… Her şeyi daha dün gibi ezberimdeydi.
    Artık lisede bitmişti. Hayatım öyle karışıktı ki ben geçen yıllarımı sayamıyordum.
    Üniversiteye gelmiştim. Ne zaman bittiğini anlamadığım lisenin ardından üniversiteye başlamıştım.
    Öğretmen olacaktım… Öğretmen olup öğrencilerime iyiyi, doğruyu öğretecektim.
    Bir gün fakülteden çıktım eve gidiyordum. Telefonun çaldığını fark ettim. Tanımadığım bir numaraydı. Açıp açmamakta tereddüt ettim. Belki önemli bir şeydir diye düşünüp açtım. Karşımdaki bir bayandı. Kısık sesle
    —Efendim dedim.
    Karşımdaki kişi beni tanıyordu.
    —Merhaba Ceyda. Nasılsın?
    —İyiyim ama kusura bakma tanıyamadım.
    —Ben meliha!
    Onun ağzından çıkan kelimeler son bulduğunda ben zaten çoktan kendimden geçmiştim.
    —Nasılsın? Diye tekrar sorması beni kendime getirdi.
    —İyiyim güvercin. Nerden çıktın sen dedim.
    —Ya uzun zamandır aklımdasın ama bir türlü numaranı bulamadım. Geçen gün Selman hocayla görüştük de ondan aldım numaranı.
    —İyi yapmışsın dedim sesime sahte bir heyecan yükleyerek… aslında sevinmiştim ama bu durum üzülmeme de sebep olmuştu.
    Meliha’yla konuşmalarım bayağı uzun sürmüştü. Bir ara Yılmaz’dan bahsetti
    —Hala birlikteyiz çok sağ ol
    —Yok, güvercin eğer seni sevmeseydi ben ne yapabilirdim ki?
    Konuşma kesilmişti. O da ben de sessiz kalmıştık.
    —Yılmaz nasıl diyerek konuşmayı uzatmak istedim birden. Onun nasıl olduğunu merak ediyordum.
    —O da çok iyi bakalım dedi. Sonra birden başka konular açıldı. O bana başka şeyler anlatıyordu ama benim aklım hala Yılmaz’daydı.
    —Bundan sonra sürekli görüşelim olmaz mı?
    Ben:
    —Tamam, güvercin görüşelim demiştim.
    Ama görüşmek istediğimden emin değildim. Meliha’nın mutluluğu beni her zaman mutlu ederdi ama bu sefer mutluluk değil felaketim olmuştu.
    Ailemden uzak olmam yetmezmiş gibi birde ondan uzak olmam beni öldürüyordu. Meliha haftada bir arıyordu. Sürekle konuşuyorduk. Bana ilişkilerinin güzel gittiğini anlatıyordu.
    Üniversitenin son yılında bir staj koşuşturması esnasında gene telefonum çalmıştı. Açmıştım…
    —Merhaba iyi günler!
    —İyi günler dedim.
    Bu kesin Yılmaz’dı. Ses tonu değişmiş olsa bile onu tanıyabiliyordum. Onun sesini duyunca bütün işlerimi bir kenara bıraktım. Sadece ona odaklandım.
    —Ben Yılmaz dedi masumane bir sesle.
    —Biliyorum. Seni tanımak güç olmasa gerek.
    —Değişmemişsin…
    —Sen de! Bu sesi kaç yıl sonra duyarsam duyayım unutmam ve sahibini hemen tanırım.
    —Nasılsın?
    —İyiyim sen nasılsın?
    —Bunca yıl sonra aramamın nedenini merak ediyor musun?
    —Açıkça söylemek gerekirse, evet!
    —Hayatım boyunca senin emanetine sahip çıkacağım bu yüzden kendime söz verdim ama bazı şeyleri beceremiyorum işte. Seni özlemek gibi…
    Gözlerim dolmuştu. Gözlerimdeki su pompasına hâkim olamıyordum.
    —Duyduğuma göre evleniyormuşsun?
    —Evet!
    Onun evet demesi kalbimdeki yaralarıma tuz basmıştı.
    —Hayırlı olsun, Allah mesut etsin inşallah!
    —Ben burada mesut olan tek bir kişi görüyorum o da Meliha!
    —Bence sende mesut olmalısın. Unutma! Benim için…
    —Zaten sen de olmasan kendimi öldürürdüm.
    —Bana bir şey mi diyecektin dedim ağlamaklı bir sesle:
    —Evet! Sana ne kadar acı çektirdiğini anlatmak isterdim ama yapamam meleğim. Bunu herkese yapsam bile sana asla yapamam.
    —ben de ne kadar acı çektiğimi sana ne kadar anlatmak istesem de anlatamam. Hem bu yaptığımız doğru değil. Lütfen bir daha konuşmayalım. Hem acımız artıyor hem de ona ihanet ediyoruz.
    -…
    Sessiz kalmıştı.
    —Sana iyi günler dedim ve telefonu kapattım.
    Aman Allah’ım bu da neydi? Arayan oydu… Bunca yıl sonra neden aradı ki? Onun sesini o kadar özlemişim ki…
    Akşam eve zor atmıştım kendimi. Odanın kapısını kilitlemiş hiçbir arkadaşımı içeri almamıştım. Kendimi toplamam da zor olmuştu zaten. Ondan sonra Meliha’nın hiçbir telefonunu açmadım. Hep bir bahane uydurdum kendimce.

    ***


    Artık bir öğretmendim…
    Annem babam ile birlikte Konya’ya taşınmış ve oradan bir ev tutmuştuk. Küçük bir kasaba da işe başlamıştım. Küçük öğrencilerim vardı artık. Göreve başladığımda ilk Fatih beyle tanışmıştım. Fatih bey çok iyi bir insandı. Bana her konuda yardımcı olurdu. Bir gün öğretmenler odasında otururken:
    —Ya Ceyda, neden bana Fatih Bey diye hitap ediyorsun ki? Sadece Fatih desene…
    Gülümsedim…
    —Tamam Fatih!
    O kadar iyi bir dostluğu vardı ki kendimi onun yanında çok güvende hissediyordum. Her cumartesi Pazar bir şeyler yapıyorduk. Sinemaya gidiyor, beraber yemek yiyor, vaktimizi birbirimize harcıyorduk. Diğer öğretmenler arasında Fatih’le daha sıkı arkadaşlığım vardı.
    Dönem ortalarında arkadaşlığımız sıkılaşmıştı. Fatih’i annem ve babamla da tanıştırmıştım. Bazen akşam yemeğine bize geliyordu.
    Bir gün Fatih’le sinemaya gitmiştik. Çok acıklı bir aşk filmi sonrasında çay içmeye gitmiştik. Telefonum çalmaya başlamıştı.
    Arayan Meliha’ydı…
    Açmak için masadan kalktım.
    —Efendim!
    —Canım nasılsın?
    —İyiyim güvercin arkadaşla çay içiyordum.
    —Canım sana müjdeli bir haberim var.
    —Neymiş?
    —Biz evleniyoruz. Düğünümüz de Konya’da olacak.
    Bitmiştim. Boğazımda bir acı hissettim.
    —Çok sevindim canım. Ne zaman düğün?
    —Bir ay sonra. Bize yardım edersin değil mi?
    Biz konuşurken Fatih yanıma geldi.
    Güçlükle:
    —Tamam, canım demiş ve telefonu kapatmıştım. Fatih elimden tuttu ve bana destekçi oldu.
    —Ceyda neler oluyor?
    —Gidelim Fatih! Çok kötüyüm.
    Masadan çantamı aldım ve çıktık. Her ne kadar arabada konuşmaya çalışsa da ben konuyu geçiştirdim.
    Aradan bir hafta geçmiş kendimi toplamı

      Forum Saati Perş. Mayıs 16, 2024 10:27 pm