Bir Pazar günüydü. Selim ailesiyle pikniğe gidecek olmanın verdiği heyecanla hızlı bir şekilde ayakkabılarının topuklarına basarak kapının önünde duran solmuş lacivert rengi, eskimiş koltukları olan arabanın arka koltuğuna kendini attı. Annesi, Selim’in arkasından “Selim yavaş düşeceksin” diye seslendi. Babası da gülerek eşine “Karışma oğluma” dedi. Babası arabanın sürücü koltuğuna, annesi de ön koltuğuna oturdu.
Yolda giderken piknikte neler yapacaklarını konuşuyorlardı. Annesi mangalda tavuk kızartacak, Selim de babası ile top oynayacaktı. Onlar böyle planlar yaparken, bir anda planlarda olmayan bir şey oldu. Hatalı sollama yapan taş yüklü bir kamyon aniden karşılarına çıktı. Selim o esnada elleri ile yüzünü kapattı. Annesi de çığlılar atıyordu. Babası arabayı kurtarmak için direksiyonu kırmaya çalışsada bunda başarılı olamadı ve büyük bir gürültüyle araba kamyonla çarpıştı.
Kazadan sonra Selim gözlerini hastanede açtı. Hatırladığı son şey annesinin çığlıklarıydı. Kendine geldiğinde kıpırdamaya çalıştı ama başaramadı. Başını bin bir güçlükle birkaç santim kaldırıp bedenine baktı ve tüm bedeninin sargılar içinde olduğunu gördü. Selim’in kendine geldiğini fark eden hemşire hemen koşup doktora haber verdi. Doktor odaya geldiğinde soluk soluğaydı. “Nasıl oldun bakalım?” dedi. Selim bu soruya zorlukla duyulan titrek bir ses ile başka bir soruyla cevap verdi: “ Annem ve babam nerede?” Doktor “Sen iyileşmene bak onlar da iyi, onları başka bir odada tutuyoruz.” dedi. Oysa durum öyle değildi. Anne ve babası olay yerinde hayatlarını kaybetmiş Selim ise baygın bir halde arabanın arka koltuğunda kanlar içinde iken bulunmuş ve hastaneye yetiştirilmişti. Kazaya sebep olan kamyon şoförü ise hafif yaralanmıştı. Alkollü olduğu tespit edilen kamyon şoförü tutuklanarak cezaevine gönderildi. Selim artık yalnızdı ama yalnız kaldığından henüz haberi yoktu. Selim’in kendine gelmesi birkaç gün sürdü. Bu sürede kendisine bakmaya gelen hemşireye her gün anne ve babasını soruyordu. Her sorduğunda hemşire kaçamak cevaplar vererek konuyu değiştiriyordu. Selim tam olarak iyileşmiş hastaneden taburcu olma zamanı gelmişti. Bu aynı zamanda gerçeği öğrenme vaktinin geldiği anlamına geliyordu. Selim odada hazırlanmış anne babasının gelmesini bekliyordu. Kapı açıldı ve Selim heyecanla kapıya döndü ama kapıdan giren anne, babası değil bir hemşireydi. “Gitmeden önce seninle konuşmak isteyen biri var” dedi. Selim “Hayır, gelemem. Ben anne, babamı bekliyorum” dedi. Hemşire: “ Bu onlarla ilgili zaten, beni takip et lütfen.” dedi. Selim’i hastanenin psikoloji servisine götürdü. Orada üç kişi bulunmaktaydı. Masanın arkasında oturan beyaz saçlarıyla uyumlu bir önlük giyen psikolog, Selim’i gülümseyerek karşıladı. Selim o esnada “Annem ve babam nerede? Beni buraya neden getirdiniz?” diye sordu. Psikolog sakin olmasını ve oturup konuşmaları gerektiğini söyledi. Ona ailesini kaybettiğini uygun bir dille anlattıktan sonra oda da bulunan diğer iki kişiyi göstererek “Bunlar çocuk esirgeme kurumundan görevli arkadaşlar, şimdi onlarla gitmen gerekiyor.” dedi.
Selim duyduklarına inanamadı. Bir süre hareketsiz kalarak şok geçirdi. Ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendine geldikten bir müddet sonra doktor, kendisiyle konuştu. Artık hayatta tek başına kaldığını ve güçlü olmak zorunda olduğunu anlatmaya çalıştı.
Selim’in anne ve babası bir yetimhanede büyümüşlerdi. Orada tanışıp birbirlerini sevmiş ve bunun sonucunda hayatlarını birleştirme kararı almışlardı. Evliliklerinin bir meyvesi olan Selim dünyaya gelmişti. Bu yüzden hiçbir akrabası yoktu. Şimdi o da anne ve babası gibi bir yetimhanede büyümek zorunda kalacaktı.
Kendisini almaya gelen görevliler ile birlikte yetimhanenin dış kapısından içeri girdi. Etrafına meraklı gözlerle bakındı. Artık burası onu yeni eviydi ve uzun bir süre öyle kalacaktı. Bina dört katlı eski bir binaydı. Geniş bir bahçesi ve bu bahçede çeşit çeşit ağaçlar vardı. Bahçenin büyük bir bölümü çimenlerden oluşmaktaydı. Bahçede küçük bir oyun parkı bulunmaktaydı, burada çocuklar oyun oynamaktaydı. Bu çocuklar artık onun yeni arkadaşlarıydı.
Selim yetimhanede ki ilk gününde buranın müdürü olan Ahmet Bey ile tanıştı. Ahmet Bey kısa koylu, seyrek saçlı, gözlüklü, güleç bir insandı. “Gel bakalım Selimcim, hoş geldin aramıza, yeni yuvanı nasıl buldun?” Selim bu sorulara cevap vermez, başı öne eğik, suskun bir şekilde beklemekteydi. Daha sonra müdür bey, Bakıcı Emel Hanıma seslenir. Odaya giren Emel Hanıma dönerek: ”Selim artık bizimle kalacak, ona yerini gösterip arkadaşlarıyla tanıştırır mısın?” dedi. Emel Hanım” Tabi ki “ dedi Selim’e gülümseyerek. Emel Hanım kısa boylu, şişman, güler yüzlü biriydi. Hiç evlilik yaşamamış çocuğu olmamıştı. Bu yüzden yetimhanede ki çocukları kendi çocukları gibi görürdü. Emel Hanım Selim’i elinden tutarak kalacağı yere götürüyordu. Yürürken çeşit çeşit sorular sorarak Selim’i konuşturmaya çalışsa da bunda başarılı olamıyordu. Odaya geldiklerinde Selim’e pencerenin yanında duran bir ranza göstererek orada kalacağını söyledikten sonra dolabını da gösterir ve odadan ayrılır.
Selim yatağına yaklaşır. Yatakta renkleri mavi olan bir yorgan ve yastık bulunmaktaydı. Selim yatağın üzerine sırt üstü uzanır ve gözlerini kapatır. Yaşadıklarını düşünürken yaşlar gözlerinden süzülmeye başladı. O esna da odaya birileri girdi. Selim hemen doğrulup gözlerinden süzülen gözyaşlarını silmeye çalıştı ama diğerleri bunu fark etmişti. Selim’in yanına yaklaşarak “Merhaba, sen yenisin galiba?” Selim bu soruya cevap vermez. Çocuklar kendilerini tanıttılar : “Ben Mehmet.” dedi uzun boylu, kahverengi gözlü, siyah gür şaçlı çocuk. Ardından “Ben de Osman.” diye devam etti gözlüklü, saçları yana taralı olan çocuk. Selim çocukların sorularına cevap vermez. Onlar Selim’in bu davranışından rahatsız olsalar da onun gözyaşlarını gördükleri için bir şey demeyip Emel Hanım’a haber verdiler. Emel Hanım, Selim’in bu durumunu görünce onun psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğunu anlar onu yurdun psikologunun yanına götürür. Psikolog Güngör Bey, Selim’i çok sıcak karşıladı. Güngör Bey’in odası çok genişti odanın büyük bir bölümü kitap raflarıyla doluydu. Selim’in gördüğü kitaplar karşısında adeta başı dönmüştü, içinden acaba tüm bu kitapları okumuş mudur?” diye geçiriyordu. Masası dikdörtgen şeklinde koyu kahverengi rengindeydi. Hemen masanın üzerindeki bir aile fotoğrafı Selim’in dikkatini çekti ve özlem ile o fotoğrafa baktığını gören Güngör Bey hemen Selim’in dikkatini başka yönlere çekmek için duvarda asılı duran tabloyu göstererek “Şu tabloda ne görüyorsun” diye sordu. Selim isteksiz bir şekilde tabloya bakar ve bir vazo görüyorum der kısık bir ses tonuyla. Güngör Bey “ Ben de yüzleri birbirlerine dönük iki kişi görüyorum .” Selim tabloya daha ayrıntılı bir şekilde bakınca o da bunu fark etti. Güngör Bey konuşmasına devam ederek: “Hayata her zaman su yüzünde kalanlara bakarız, ayrıntılarına pek inmeyiz bu nedenle hayatımızda çok büyük fırsatları bilmeden elimizin altından kaçırırız. Bu bazen bir sevgili, arkadaş, para veya yeni bir iş olabilir. Bundan dolayı olaylara peşin hüküm vermeden önce her açıdan dikkatli bir şekilde bakmalıyız.” Güngör Bey o gün Selim ile yaklaşık bir saat boyunca sohbet etti ve onu rahatlatmaya, sorunlarına çözüm getirip arkadaşlarıyla uyumlu hale gelmesi için çalıştı. Bunda da başarılıda oldu. Selim terapinin ardından kendini daha iyi hissediyordu odasına gittiğinde orda Osman ve Mehmet aralarında konuşuyorlardı. Selim’i görünce tüm dikkatlerini ona verdiler bu sefer onlara karşılık vererek “Benim adım Selim lise ikinci sınıfta okuyorum anne ve babamı geçenlerde bir trafik kazasında kaybettim.” dedi. Mehmet de kendini tanıtmaya başladı: “Bende senin gibiyim ama annemle babam yaşıyor mu yaşamıyor mu bilmiyorum. Beni yurdun kapısının önünde bulmuşlar. Artık onları merak da etmiyorum ne halleri varsa görsünler.” dedi sitemli bir şekilde. Osman devam eder” Benim de babam vefat etmişti annemi hayal meyal hatırlıyorum üç dört yaşlarındaydım ekonomik gücü olmadığını ve bana bakamayacağını söyleyip beni yurda buraktı. Üçünün ortak bir hikâyesi vardı bir şekilde anne ve babalarından uzaklaşmış ve bu odada bir araya gelmiş olmalarıydı. Daha sonra hep birlikte Selim’e yurdu gezdirmeye başladılar. Önce odaları gezdiler ardından kütüphaneye indiler, ders çalışanlar olduğu için fazla beklemeden oradan çıkıp yemeklerini yedikleri salona geldiler salon oldukça büyüktü mavi masalar ve sandalyeler vardı ayrıca burada televizyon da izlenebiliniyordu. İçeri kısım bitince dışarıya çıktılar. Dışarıda pırıl pırıl bir hava vardı bahçeyi gezdiriyordu o esnada Mehmet’in gözüne Bakıcı Haydar ilişti. Oldukça sert görünümlü yüzünde yılların vermiş olduğu o yorgunluğun çizgileri vardı. Selim’e Haydar’ı göstererek “Bu adamdan uzak dur diyaloga girme.“ dedi. Zaten Selim de ilk görüşte ondan pek hoşlanmamıştı bu çevresine kötü bakışlar atan adamdan. Selim’in ilk günleri böyle geçmişti. Yatağına girdiğinde gözlerini kapatıp anne ve babasıyla geçirdiği o güzel günleri düşünüyordu. Keşke zamanı geri alabilseydim o gün pikniğe keşke hiç gitmeyip evde oturup televizyon izleseydik ya da çekirdek çitleseydik ama o arabaya binmeseydik diye düşünüyordu sürekli.
Selim arkadaşlarıyla yeni okuluna gitmek için yurttan çıktı. Okulları yurda on dakika uzaklıktaydı. Tesadüfen Selim, Mehmet ile aynı sınıfa düşmüştü. Osman ise aynı hizada bir alt sınıfta derslere giriyordu. Selim pencere tarafındaki sıranın en arkasına Mehmet ile birlikte otururlar. Önlerinde oturan kız arkasını dönerek Selim’e “Hoş geldin sınıfımıza “der samimi bir şekilde. Sonra kendisini tanıtmaya başladı: “Benim adım Naz .“ dedi. Selim de kendini tanıtır. O esnada öğretmen içeriye girdi ve herkes ayağa kalktı.
Akşam yemeği için yemekhaneye indiler. Selim derslerin vermiş olduğu yorgunlukla epey acıkmıştı. İlk bakışta hoşuna gitmişti kuru fasulye, pilav ve cacıktan oluşan menü. Kaşığını alıp pilava daldırıp ağzına attığında pişmemiş pirinç taneleri adeta diş etlerini deliyordu. Pirinç pilavında aradığı lezzeti bulamayınca kuru fasulyeye kaşığını çevirdi. O da epey soğumuş ve birazda tuzlu olmuştu ama yapacak bir şeyi yoktu. Mecburen yiyecekti.
Annesinin yaptığı yemekleri şimdiden özlemeye başlamıştı.
Yemek faslı bittikten sonra Mehmet “Hadi gel sana müzik şöleni vereyim. Benim gitarı alıp bahçede çalayım sana.” der. Selim de küçüklüğünden beri gitar çalmaya çok meraklıydı ve bu yaz tatilinde bir gitar kursuna gitmeyi düşünüyordu. Bahçe de bir ağacın altında bağdaş kurarak oturdular ve Mehmet çalmaya başladı. Gerçekten çok güzel çalıyordu. Selim de dikkatlice onu süzüyor, gitarı nasıl çaldığını izliyordu. Selim” Mehmet bana da gitar çalmayı öğretir misin?” dedi. Mehmet önce biraz şaşırır sonra “Tabi ki sen yeter ki öğrenmek iste ama hocanı yani beni iyi dinlemelisin “dedi gülerek. O esnada Haydar gelir yine kendine has sinirli yüz ifadesi ile bağırarak ”Arkadaşlarınız uyuyor ne ses çıkarıyorsunuz, burayı gazino mu sandınız?” dedi ama o saate kimse uyumazdı çünkü akşam yemeğini yeni yemişlerdi. Bahane bulmak isteyen bulurdu bir şekilde. Bakıcı Haydar’ın neden böyle bir tavır takındığını onlar da anlamıyordu. Selim de bu olaydan sonra çok korkar ama bu olay onun gitara olan aşkını bitirmez. Kendi hayallerinin bu sefer kaybolmasına izin vermeyecekti. Bunu bir şekilde başarmak istiyordu.
Hafta sonu birlikte Mehmet ile Osman’ın sürekli gittikleri parka gittiler. Park oldukça büyük ve yemyeşildi. İnsanların spor yapabilmeleri için koşu yerleri, koşudan sonra egzersiz yapabilmeleri için egzersiz aletleri vardı. Diğer tarafında ise küçük çocuklar için bir oyun parkı vardı. Yine çimlerin üzerine bağdaş kurup oturdular Mehmet bugün Selim’e nasıl gitar çalınabileceğini öğretecekti. Önce gitarı nasıl tutacağını gösterdi. Hangi elini gitar üzerinde nasıl hareket ettirmesi gerektiğini gösterdi. Selim de o esnada pür dikkat Mehmet’i dinliyordu ancak böyle bakarak öğrenemezdi uygulamada yapmalıydı bunun için kendine bir gitar almaya karar verdi. Yurda dönüş yolunda Selim aniden bir dükkânın önünde durdu ve vitrinde duran siyah kenarları bir alev kıvılcımı gibi döşenmiş bir gitar gördü. Bu gitarı çok beğendi. İçeriye girerek gitarın fiyatını sordu. Adam 200 TL olduğunu söyleyince elini cebine atar sadece 40 TL parası olduğunun farkına varıp ve dışarı çıktı. Arkadaşları da durumuna çok üzüldüler. Mehmet ve Osman para toplamaya karar verdiler. Önce yurt müdürüne olanları anlatırlar sonra diğer yurt çalışanlarından da yardım istediler en sonunda Selim’in beğendiği gitarı alabilecek kadar para toplanmıştı. Ona haber vermeden gitarı alıp yatağının üstüne koydular. Selim odaya girdiğinde yatağının üstündeki gitarı görünce ilk önce acaba yanlışlıkla bunu biri buraya mı koydu diye geçirdi içinden. Sonra bunu geçenlerde o vitrinde görüp beğendiği gitar olduğunu anladı. Osman ve Mehmet de odaya girerler “O senin kardeşim yurtta para topladık sana aldık.” dediler. Bu hediye onu çok mutlu etmişti. Son günlerde yaşadığı onca üzüntü ve sıkıntıdan sonra ilk defa yüzü gülüyordu. Bunun için arkadaşlarına teşekkür ederek sarıldı.
Yine o parka giderler bu sefer ellerinde iki gitar vardı. Her zamanki yerlerine geçip gitar çalmaya başladılar Mehmet bu defa sesleri nasıl çıkartabileceğini gösterdi. Önce Mehmet çalıyor arkasından da Selim çalıyordu. Arada bir Selim hiç alakası olmayan sesler çıkardığında Mehmet ona ilkokul çocuğuna öğretmenin kızdığı gibi azarlardı. Selim “Merak ediyorum Mehmet böyle güzel gitar çalmasını nasıl öğrendin?” Mehmet cevaplar ”Biz Osman ile sık sık buraya gelir kafamızı dinler laflardık. Aynı zamanda burada yırtık elbiseli, kirli sakalı, orta yaşlı bir abimiz vardı. Burada gitar çalar, ardından başından çıkardığı şapkasını yere atarak para toplardı. O para ile de geçimini sağlardı. Biz de burada tanıştık bende senin gibi çok hevesliydim gitar çalmaya ondan bana öğretmesini istedim. Benim kadar kolay kabul etmedi gitar öğretmeyi.”Peki nasıl kabul etti öğretmeyi?”Mehmet başını yere eğerek anlatmaya devam etti. “Yetimhanede kaldığımı öğrenince kabul etti beni o elinde gitar gezdirip de çalmayı bilmeyen zengin şımarık çocuklardan sanmıştı. Şimdi o adam nerde diye soracaksan ben de bilmiyorum. Artık buralara hiç uğramıyor zaten evini de bilmiyoruz. Belki de bir evi de yoktur dışarıda kalıyordur. Gerçekten çok iyi biriydi, umarım kötü şeyler başına gelmemiştir.” dedi içini çekerek. Fazla geç olmadan yurdun yolunu tuttular. Zaman öyle geçmiş ki akşam olduğun her taraf karanlık olunca anladılar.
Sınav haftası gelmişti. Yurtta herkes harıl harıl ders çalışıyordu. Kimileri kantinde otururken bile kitaplarını yanından ayırmıyordu. Selim herkesin ders çalışırken Mehmet’ in öylece her gün yatağına uzanıp kulaklıktan müzik dinlediğini görünce Mehmet’ e neden ders çalışmadığını sordu. Mehmet “Liseyi bitirsem yeter bana. Ben gitarıma güveniyorum onun için de ders çalışmama gerek yok, sınav günü yaparım bir şeyler” dedi. Daha sonra hazırladığı kopya kâğıtlarını göstererek “Ben çalışmamı yaptım” dedi. Mehmet nerdeyse tüm yıl işledikleri konuları o ufak tefek kâğıtlara yazmıştı, o kadar küçük yazmıştı ki Selim ne yazdığını okuyamıyordu. Selim ise arkadaşının bu davranışını tasvip etmediğini söyler çünkü hayatta her zaman beklemediğimiz sürprizlerle karışlaşabiliriz. Bunun için çalışmamız gerekir en azından bir lise diploması alacak kadar kendilerini geliştirmeleri gerektiğini belirtir.
Sınav günü gelmişti, Mehmet ve Selim arka sırada oturuyorlardı. Mehmet pencere tarafında Selim de yanındaydı. Sınıfın içinde büyük bir gürültü vardı. Bazıları yanındaki arkadaşıyla tekrar yapıyor, kimileri ise bağırdığının farkında olmadan kendi kendine tekrar yapıyordu. Mehmet, bağırarak tekrar yapan arkadaşına dönerek “Kafam şişti yeter be!” dedi kızgın bir ses tonuyla. Mehmet sınav günü çalışmamış ve ne olacağını bilmemenin vermiş olduğu stresle çok agresifti sürekli ters cevaplar veriyordu. Bu yüzden Selim pek üstüne gitmeyip konuşmuyordu onunla. Az sonra sınıfa Enver Hoca elinde sınav kâğıtlarıyla girdi. Bir anda herkes çalıştığı ders notlarını sıraların üzerinden kaldırdı. Enver Hoca “Çocuklar sorular çok kolay tüm sene boyunca dersi dikkatli bir şekilde dinleyenler çalışmasalar bile rahatlıkla sorulara cevap verebilir. Sınavda A ve B olmak üzere iki grup vardı. Mehmet A grubunda, Selim de B grubundaydı. Sınav kâğıtları ön sıradan itibaren dağıtılmaya başlandı. Selim sınav kâğıdını alıp okuyunca gerçektende soruların çok kolay olduğunu gördü. İçinden keşke Mehmet de çalışsaydı da kopya çekmek zorunda kalmasaydı diye geçiriyordu. Bir ara sınavda Mehmet’ in kâğıdına baktı ve kalbi gibi bembeyaz boş bir kâğıt gördü. Hiç başlamamıştı belli ki kopya çekmek için fırsat kolluyordu. O fırsat bir ara doğdu. Enver Hoca ayakta gezmekten yorulup masasına geçince Mehmet sağ iç cebinden çıkardığı kopya kâğıdını dizlerinin üstüne koydu ve bakıp bakıp yazmaya başladı. Yazarken öyle heyecanlı ve aceleciydi ki her an bir hata yapacağını belli oluyordu. İşte o esnada bir ön sırada oturan Naz kafasına takılan bir soruyu hocasına sormak için elini kaldırdı. Mehmet, Naz’ın elini kaldırdığını görmez ancak hocasının oraya hareket ettiğini fark edince panikler ve dizlerinin üstünde duran kâğıdı düşürdü. Kâğıt havada süzülerek biraz da sınıf kapısının altından gelen hafif rüzgârla sıranın dışına kadar çıktı. Mehmet kâğıda müdahale edemiyordu zaten iş işten geçmişti Enver hoca yaklaşmıştı, çok korkuyordu. Her şeyin bittiğini çoktan düşünmeye başlamıştı. Enver Hoca eğilerek Naz’ın sorusuna sessizce cevap vermeye çalıştı. O esnada durumu fark eden Selim hemen ayağıyla kâğıdın üzerine basarak sakladı. Enver Hoca tam doğrulurken Selim’in ayağının altından kenarları hafifçe dışarıda kalan kâğıdı fark etti. ”Selim ayağını kaldırabilir misin?” dedi. Bu sefer heyecanlı ve stres dolu dakikalar Selim için başladı. Selim’ in yüzü kızarmaya alnından süzülen terler sınav kâğıdının üstüne dökülmeye başladı. Selim kendisinin suçsuz olduğunu sadece arkadaşının yere düşen kopya kâğıdını sakladığını hocasına söylemek ile söylememek arasında kalır ancak daha sonra arkadaşını koruma içgüdüsü ağır bastı. “Kâğıt benim hocam. Çalışamadığım için bu yola başvurdum, üzgünüm hocam.” dedi. Selim arkadaşını korumayı tercih eder çünkü bu dünyada artık kendisini seven çok az kişi kalmıştı onlardan biri içinde kendini feda etmeye hazırdı. Hocaları “Hepiniz çok iyi saygılı çocuklarsınız sırf böyle kopya gibi kötü bir şey yapmamanız için soruları kalay hazırladım, ama görüyorum ki yine de olmuyor.” dedi. Selim de bu sözler üzerine başımı yere doğru eğerek hocasının azarlamalarını dinliyordu. Mehmet ise olanları şaşkınlıkla izliyordu. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Hocası Selim’in kâğıdını almış sınıftan çıkmasını istiyordu. Selim daha kapıdan çıkmadan Mehmet arka sıradan “Hocam Selim’in bir suçu yok ben kopya çektim, o kâğıtta bana ait. Siz bize doğru yürürken düşürdüm Selim de ayağıyla onu kapatmaya çalıştı.” Diye bağırdı. Selim bu sözleri duyunca arkadaşı hakkında yanılmadığını düşündü. Bu sözler üzerine hocası Mehmet’ten de sınav kağıdını ister, Selim’e de kopya çeken birisine yardım ettiği için yinede affetmez; ama her ikisinde bir daha tekrarlamamak şartıyla disipline kuruluna vermekten vazgeçer. Bunda aralarında ki arkadaşlığın etkisi büyüktür. Mehmet sınavdan sonra arkadaşına sarılarak” Benim için kendini az kalsın feda ediyordun ben buna değer miyim”? Selim “Tabii ki bizim artık birbirimizden başka kimimiz kaldı ki bu dünyada” dedi. Bu olay sayesinde Selim ve Mehmet’ in arkadaşlık duyguları daha çok gelişti. Mehmet yine de arkadaşını böyle zor bir duruma düşürdüğü için çok üzülmüştü ve pişman olmuştu, ömründen bir ömür geçmişti. Bu olaydan ders çıkarıp artık sınavlarına günü gününe çalışmaya karar verdi.
Okulun son günleriydi, lise sonların mezuniyet partisi hazırlıkları yapıyordu. Selim de bu partiye katılmak istiyordu; ancak sadece lise sonlar katılabiliyordu. Bu sırada Mehmet büyük bir heyecanla kapıyı açarak yatağında uzanan Selim’e” Selim sana bir müjdem var artık sadece çimlerin üzerinde çalmayacağız. Okulun bu seneki mezuniyet partisine iki tane gitarist aranıyor. Okulun tiyatro salonunda seçmeler yapılacak hadi gidip bizde katılalım. ” dedi. Selim gidip gitmemekte karasız kalır; çünkü yeni başladığı bu uğraşta başarısız olup seçilememekten korkuyordu. Mehmet’ e “Bilmiyorum katılsak mı? “ diye sordu. Mehmet “Tabii ki katılacağız, bu kendimizi göstermemiz, biz de buradayız dememiz için büyük bir fırsat.” Mehmet bu fırsatı kaçırmak istemiyordu; çünkü yaklaşık üç senedir bu işi yapıyordu ve hiç kendini gösterme fırsatı bulamamıştı ve bunu kaçıramazdı. Selim, Mehmet’ in gözünde ki bu isteği görünce onu kıramaz ve teklifi kabul etti. Gitarlarını da yanlarına alarak tiyatro salonuna giderler önlerinde epey bir sıra vardı. Onlarda sıraya girdiler. Selim içinden acaba beni seçerler mi diye geçiriyordu. Mehmet ise çok rahat görünüyordu sanki kazanacağından çok emindi. Bunda Selim’den daha önce bu işe başlayıp tecrübeli olmasının etkisi büyüktü. En sonunda sıra onlara gelmişti sahneye çıktılar sahnede iki sandalye vardı, karşılarında ise üç kişilik bir jüri vardı. Yerlerine oturup çalmaya başladılar. Selim bir yandan çalıyor diğer yandan da şarkı söylüyordu o esnada salonda olan herkes başını kaldırıp sahnedeki bu iki gence kulak veriyordu. Şarkıları bitince büyük bir alkış topladılar Selim üzerindeki o stresi attı bunda aldıkları alkış sesleri çok etkili olmuştu. Mehmet elini Selim’ in omzuna atarak” Bak ne demiştim sana, rahat ol bu fırsatı kaçırma seçilebiliriz.” Selim ise “ Hemen seçildik deme daha sonuçlar açıklanmadı. “Sonuç belli “ dedi Mehmet kendinden emin bir edayla. Bekleme salonunda sonuçların açıklanmasını bekliyordular. On dakika sonra kapıdan sınıf arkadaşları Naz’ın abisi Polat kapıdan çıktı bu organizasyonda o da görevliydi. Herkes Polat’ın etrafına toplanır. “Arkadaşlar hepinizin ellerine, ayaklarına, seslerine sağlık buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz. Biliyorsunuz ki aranızdan sadece iki kişi seçebileceğiz onlar: Selim ve Mehmet.” Sonuçları duyunca birbirlerine sarılırlar. Polat onların yanına doğru gelir “Tebrik ederim. Naz sizden daha önce bahsetmişti bana ama ben seçmeler yaparak en iyisini aradım; çünkü bu geceye çok önem veriyorum.” Selim de
“ İnşallah partinize renk katacağız” dedi. Polat çalışmalarınızı burada yapabileceklerini bunun için tüm izinlerin alındığını kendilerine söyledi. Hemen fırsat kaybetmeden yarın burada çalışmaya karar verirdiler.
Sabah erken kalktılar, yolda iki simit alıp okulun tiyatro salonuna geçerek ve vakit harcamadan çalışmaya başladılar. Onlar bu işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlardı; çünkü bu onların ilk deneyimleriydi ve başarılı olmak istiyorlardı.
Mezuniyet günü gelip çatmıştı. Tören için bir düğün salonu kiralanmıştı. Salonun içi süslenerek gece için hazır hale getirilmişti. Selim ve Mehmet erken gelmişlerdi son provalarını da orada yapıp kıyafetlerini değiştirdiler. Selim üstünde özgürlük anıtının resmi olan beyaz bir tişört giymişti, Mehmet ise siyahlara bürünür siyah bir kot pantolon, üstüne siyah bir tişört giymişti.
Yavaş yavaş salon dolmaya başlamıştı. Davetliler adeta kendi aralarında güzellik yarışması yapıyorlardı. Tüm konuklar gelince sahneye önce Polat çıktı ve kısa bir konuşma yaptı. Ardından sahneye kendilerine müzik ziyafeti verecek olan Selim ve Mehmet’i davet etti. Alkışlar arasında sahneye çıktılar. Gitarları ellerine aldılar ve çalmaya başladılar. İlk olarak hareketli bir şarkıyla başladılar. Bunun üzerine konuklar oturdukları yerlerden kalkarak pistte dans etmeye başlardılar. Sahnede oynayanlar arasında Naz, Selim’in dikkatini çeker. Sadece lise son sınıflar davet edilmişti. Naz ise abisinin organizatör kontenjanından yararlanarak gelmişti. Naz o gün Selim’in dikkatini çekmişti. Giydiği beyaz elbisesi, arkasından dalgalanan siyah saçları ve hafif makyajı ile Selim’i çok etkilemişti. Nasıl olurda bir yıl boyunca ön sırada oturan böyle bir güzelliği fark edememişti. Naz’a o kadar çok bakıyordu ki bir an sözleri unutur gibi oldu. Mehmet, hemen Selim’i uyarır” Kardeş kendine gel” dedi. Selim kendini toparlar ve işine tekrardan konsantre olur. Sahnedeki işini bitirip seyircileri selamladılar, herkes onları çok yoğun bir şekilde alkışlayarak sahneden uğurladı. Selim sahneden ayrıldıktan hemen sonra soluğu Naz’ın yanında alır kendisinden beklenmedik bir şekilde. “ Merhaba Naz, çok güzel görünüyorsun” dedi Selim. Naz, Selim’in bu sözlerine çok sevinir “Teşekkür ederim, sende çok iyisin, abim sana çok güveniyordu karşılığını şimdi fazlasıyla almıştır.” Diye karşılık veriri. Selim “Aslında ben size minnettarım sayenizde burada kendimizi gösterme fırsatı bulduk.” Bu sözlerin ardından Selim ve Naz bir süre öylece bakışırlar o gürültülü ortamda hiçbir ses duymuyorlardı, sanki hiç kimse orada yokmuş o ikisi tek varmış gibi gözleri birbirinden başka kimseyi görmüyordu. Selim ilk defa böyle oluyordu tarif edemediği çok yoğun duygular yaşıyordu ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu sözler boğazında düğümleniyordu. Hafif bir sıcaklık hissetti vücudunda. Her halde bu tarifsiz duygunun adı aşktı.
Bu sessizliği en sonunda Selim bozar biraz cesaretini toplayarak Naz’a” Naz seni daha yakından tanımak, arkadaşlığımızı ilerletmek istiyorum” dedi. Naz da bu soruya sanki kırk yıldır evlenmeyi bekleyen bir kadının verdiği aceleci bir ses tonuyla “evet” diyerek yanıtlar. O esnada kendilerini bir müddet uzaktan izleyen Mehmet yanlarına geldi. “Ne kaynatıyorsunuz böyle arkadaşlar?” dedi. Selim başını yana sallayarak “Hiç” cevabını verdi.
Mezuniyet partisi bitmişti herkes birbiriyle vedalaşıp sınav için başarı dileklerinde bulundu.
Selim ve Mehmet de yurda yürüyerek gidiyordu. Hava çok güzeldi bu havada yürümeyi tercih ettiler. Yolda Mehmet, Selim’e “Naz ile ne konuştunuz öyle dalgın dalgın? Merak ettim bir ara sana seslendim ama hiç oralı olmadın.” Selim arkadaşının bu ısrarlı soruları karşısında artık susamadı ve cevap verdi:”Naz’a onu daha yakından tanımak istediğimi, arkadaşlığımızı ilerletmek istediğimi söyledim.”Mehmet “Sen aşık oluyorsun galiba” dedi. Selim’in bu sözler üzerine yüzü tekrardan hafifçe kızardı.
Selim o hafta sonu yurtta aynanın önünde sürekli bir kıyafetini çıkarıp diğerini giyiyordu. Hangisini giyeceğine bir türlü karar veremiyordu. Osman, Selim’in bu durumuna çok kızdı. Selim ilk defa Naz ile sinemaya gidecek olmanın verdiği heyecan ile çok kararsız kalıyordu. En sonunda Osman kendisine ait olan paltoyu Selim’e uzatıp “Al bunu giy” dedi. Selim bu kıyafeti beğendi ve arkadaşına teşekkür etti. Arkadaşları onu yurdun kapısının önüne kadar uğurlayıp iyi şanslar dileğinde bulundular. Kararlaştırdıkları gibi sahilde buluşacaklardı. Selim oraya geldiğinde Naz daha gelmemişti bir banka oturup Naz’ı beklemeye başladı. O esnada yanına gül sepeti taşıyan bir kadın yaklaştı “ Abi bir gül almaz mıydınız?”dedi kadın. Konuşmasından Roman olduğu belliydi bu yaşlı kadının. Selim sepetin içindeki kırmızı gülleri çok beğenip bir demet aldı ve Naz’ı beklemeye devam etti. Az sonra Naz geldi” Selim kusura bakma seni çok beklettim galiba.” dedi. Selim elindeki gülleri Naz’a uzatarak “Önemli değil bende az önce geldim, fazla beklemedim” dedi. Naz kendisine uzatılan çiçeği burnunu doğru götürüp kokladıktan sonra dizlerinin üstüne koydu. Selim “ Hangi filmi izlemek istersin?” diye sordu. “Herhangi bir film olabilir ama duygusal filmlerden daha çok hoşlanırım.” Bunun üzerine Selim “Aşk Tutulması” adlı filmi önerdi. Naz da bu filmi çok duyduğunu; ancak hiç izleme fırsatı bulamadığını söyledi. Beraber filmi izlemeye gittiler, kendilerine ait olan koltuklara oturup filmi izlediler. Filmi izlerken Selim, Naz’ın bir ara ağladığını fark eder belli ki çok etkilenmiş duygusal sahnelerden. Selim cebinden çıkardığı mendili Naz’a uzatır. Nihayetin de film bitti, salondan çıkıp sahile doğru gittiler. Naz filmin özellikle başrol oyuncusunu eleştirir ” Bu erkekler hep böyle sevdiklerini çok mu ihmal eder, Futbola daha mı bağlıdır erkekler?” dedi. Selim gülerek bu soruyu cevaplar” Ben Galatasaraylıyım ama futbolla pek ilgilenmem, ilgi alanımda daha çok gitar çalmak var.” dedi. Bu sözler üzerine Naz tam olarak istediği cevabı alamasa da konuyu kapattı. “Bana aileni anlatır mısın?” dedi Naz. Bu soru üzerine Selim içinden bir “ah!” çekerek cevaplar:”Annem ve babamı bir trafik kazasında kaybettim” Naz bir an Selim’in kimsesizler yurdunda kaldığını unuttu. “Başın sağ olsun “dedi. Hemen konuyu dağıtmak için kendinden bahsetti” Okuldan eve evden okula böyle bir hayatım var. Babam çok otoriter biridir ama o kadar da şefkatli ve sevgi doludur. İdealist bir öğretmen olmak istiyorum” dedi. Selim ise ilerde ne olacağına daha karar vermemişti; ancak gitar çalmayı ve ilerde bir müzisyen olmayı düşünüyordu. Naz bir anda saatine baktı“Çok geç kaldım eve gitmem gerekiyor” deyip vedalaşarak oradan ayrıldı. Selim de çok gecikmişti, yurda son giriş saatinden tam yirmi dakika geçmişti. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Naz tesadüfen saatine bakmasaydı belki daha çok gecikecekti, koşar adımlarla yurda gidiyordu. Yolda giderken Naz ile geçirdiği o güzel dakikaları düşünüyordu. Yurda geldiğinde kapının önünde Bakıcı Haydar duruyordu. “Gelmen gereken son giriş saatinden tam otuz dakika geçti seni bu saatten sonra içeri alamam, bu günü dışarıda geçir de aklın başına gelsin” dedi. Bunun üzerine Selim adeta şok geçirir ne yapsa da ikna edemez Haydar’ı ve kapının önündeki betonun üzerine oturup beklemeye başladı. Osman ve Mehmet, Selim’i merak ettiler; çünkü son giriş saati geçmiş ve Selim hala gelmemişti. Selim’in de bahçede olduğunu düşünerek onu aramaya başlardılar ve Selim’i dış kapının önünde yere oturmuş bir şekilde gördüler. Mehmet “Ne oldu, neden burada oturuyorsun?” dedi. Selim cevap verir: ”Haydar abi beni içeri almadı, çok geç kalmışım” dedi. Bunun üzerine hemen Emel Hanım’a haber verdiler. Emel Hanım bir daha böyle bir şey yapmaması şartıyla Selim’i içeri aldı. Bunu öğrenen Haydar, Emel Hanım ile yoğun bir tartışmaya girdi. Tartışma sesleri kendilerine kadar geliyordu bu durumdan Selim kendisini suçlu hissetti. Selim’in iyi başlayan günü bir anda kâbusa dönmüştü çok pişmandı. Naz’ın güzelliğine dalarak zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti. Oysaki kendini her zaman kontrol altına alabiliyordu bu sefer alamamıştı. Galiba bu kıza gerçekten âşıktı.
Yaz tatiline girmişlerdi öylece bir şey yapmadan oturmak, canlarını çok sıkıyordu. Bir iş bulup çalışmak istiyorlardı en azından ekonomik açıdan rahatlamak istiyorlardı. Selim” Hadi böyle burada boş boş oturmakla iş ayağına gelmez.”dedi. Dışarıya çıkıp dükkanların, kafelerin, iş ilanlarına baktılar. Birkaç yere iş başvurusunda bulundular; ancak olumsuz yanıtını aldılar. Bunda iş tecrübelerinin olmamasının etkisi büyüktü. Aldıkları olumsuz cevaplar karşısında Selim, Mehmet’e “ O zaman bizde tecrübemizin olduğu bir işi yapalım.”dedi. Mehmet “ Peki neymiş bizim tecrübeli olduğumuz o iş? Dedi.” Selim arkadaşına dönüp parmaklarını göstererek” Bizde gitar çalalım kalabalık mekânlarda, sana gitar çalmayı öğreten abin de böyle hayatını sürdürüyordu. Bunu bizde yapabiliriz.” Bu fikir Mehmet’in aklına da yattı. Neden kendisi böyle bir şey düşünmemişti diye içinden yakınıyordu.
Taksim de boş bir dükkânın önünde oturdular. Gitar çantalarını önlerinde açık bir şekilde bırakıp çalmaya başladılar. Selim de bu esnada yeni bestelediği şarkıyı söylemeye başladı. Bu şarkı yoldan geçenlerin çok hoşuna gitmiş olmalı ki; durup onları dinlediler. Kısa bir süre sonra çantalarına bozuk paralar atılmaya başladı. Selim ve Mehmet bu yeni işlerinden çok hoşnut oludular. Bir aya yakın burada çalıştılar. Bir gün işleri bitip yurda giderken önlerini yüzünde çeşitli bıçak izleri, kolların da çizik ve sigara izleri olan 23–25 yaşlarında biri kesti.” Burada çaldınız eğlendiniz de hani bizim sakal parası” dedi elini sakallarına sürüp. Mehmet “ Ne diyorsun sen ne sakalı?” adam “ Benimle alay mı ediyor sununuz bu mekan bana ait burada çalışmak için beni görmelisin” der. Orada sakalın ne anlama geldiğini öğrenirler. Adam onlardan haraç kesiyordu ama ne kazanıyorlardı ki, ne vereceklerdi? Mehmet “ Biz bir şey kazanmıyoruz ki” dedi. Adam eliyle Mehmet’in boğazını sıkmaya kalkıştı o esnada Selim hemen yerden aldığı taşla adama vurdu. Adam arkasını dönerek çıkardığı bıçağı Selim’in sol bacağına sapladı ve koşar adımlar olay yerinden kaçtı. Mehmet bir müddet adamın peşinden koştuktan sonra arkadaşının durumunu merek ederek onun yanına döndü. Döndüğünde Selim’in etrafında büyük bir kalabalık gördü. Selim hastaneye kaldırıldı. Doktor yarasına baktığında yaranın fazla da derin olmadığını gördü. Bacağına dört dikiş atıp aynı gün taburcu ettiler. Selim’i hastaneden almaya: Emel Hanım, Naz, Osman ve Mehmet geldi. Tabii ki önce kapıda duran polise ifadesini vermek zorundaydı. Kendisini bıçaklayan kişiyi tanımadığını arkadaşı Mehmet’i korumak için ona vurduğunu, onun da kendisini bıçakladığını ve şikâyetçi olduğunu söyledi. Polis de adamı yakalayacağının sözünü vererek oradan uzaklaştı. Naz, Selim’e sarılarak” Çok korkuttun beni bana bir daha bunu yapma ne olursun” dedi hüzünlü bir ses tonuyla.
Selim artık tamamen iyileşmişti yeniden çalıp söylemeye kendini hazır hissediyordu. Müzik ile olan ilk denemelerinden kötü bir anıları olsa da bu olay Selim’i yıldırmamış aksine onu daha da kamçılamıştı. Selim, Mehmet’e: ” Hadi kalk, yarım kalan işimizi bitirelim” dedi. Mehmet ise” Daha yeni iyileştin hem seni yaralayan adam hala dışarıda geziyor. Bu çok tehlikeli bunu asla kabul edemem.”Selim çok ısrar etmişti ve artık arkadaşını kıramayıp teklifini kabul etti. Bu defa sürekli gitar çaldıkları, gitarı öğrendikleri o parka gittiler ve orada çalmaya devam ettiler.
Yolda giderken piknikte neler yapacaklarını konuşuyorlardı. Annesi mangalda tavuk kızartacak, Selim de babası ile top oynayacaktı. Onlar böyle planlar yaparken, bir anda planlarda olmayan bir şey oldu. Hatalı sollama yapan taş yüklü bir kamyon aniden karşılarına çıktı. Selim o esnada elleri ile yüzünü kapattı. Annesi de çığlılar atıyordu. Babası arabayı kurtarmak için direksiyonu kırmaya çalışsada bunda başarılı olamadı ve büyük bir gürültüyle araba kamyonla çarpıştı.
Kazadan sonra Selim gözlerini hastanede açtı. Hatırladığı son şey annesinin çığlıklarıydı. Kendine geldiğinde kıpırdamaya çalıştı ama başaramadı. Başını bin bir güçlükle birkaç santim kaldırıp bedenine baktı ve tüm bedeninin sargılar içinde olduğunu gördü. Selim’in kendine geldiğini fark eden hemşire hemen koşup doktora haber verdi. Doktor odaya geldiğinde soluk soluğaydı. “Nasıl oldun bakalım?” dedi. Selim bu soruya zorlukla duyulan titrek bir ses ile başka bir soruyla cevap verdi: “ Annem ve babam nerede?” Doktor “Sen iyileşmene bak onlar da iyi, onları başka bir odada tutuyoruz.” dedi. Oysa durum öyle değildi. Anne ve babası olay yerinde hayatlarını kaybetmiş Selim ise baygın bir halde arabanın arka koltuğunda kanlar içinde iken bulunmuş ve hastaneye yetiştirilmişti. Kazaya sebep olan kamyon şoförü ise hafif yaralanmıştı. Alkollü olduğu tespit edilen kamyon şoförü tutuklanarak cezaevine gönderildi. Selim artık yalnızdı ama yalnız kaldığından henüz haberi yoktu. Selim’in kendine gelmesi birkaç gün sürdü. Bu sürede kendisine bakmaya gelen hemşireye her gün anne ve babasını soruyordu. Her sorduğunda hemşire kaçamak cevaplar vererek konuyu değiştiriyordu. Selim tam olarak iyileşmiş hastaneden taburcu olma zamanı gelmişti. Bu aynı zamanda gerçeği öğrenme vaktinin geldiği anlamına geliyordu. Selim odada hazırlanmış anne babasının gelmesini bekliyordu. Kapı açıldı ve Selim heyecanla kapıya döndü ama kapıdan giren anne, babası değil bir hemşireydi. “Gitmeden önce seninle konuşmak isteyen biri var” dedi. Selim “Hayır, gelemem. Ben anne, babamı bekliyorum” dedi. Hemşire: “ Bu onlarla ilgili zaten, beni takip et lütfen.” dedi. Selim’i hastanenin psikoloji servisine götürdü. Orada üç kişi bulunmaktaydı. Masanın arkasında oturan beyaz saçlarıyla uyumlu bir önlük giyen psikolog, Selim’i gülümseyerek karşıladı. Selim o esnada “Annem ve babam nerede? Beni buraya neden getirdiniz?” diye sordu. Psikolog sakin olmasını ve oturup konuşmaları gerektiğini söyledi. Ona ailesini kaybettiğini uygun bir dille anlattıktan sonra oda da bulunan diğer iki kişiyi göstererek “Bunlar çocuk esirgeme kurumundan görevli arkadaşlar, şimdi onlarla gitmen gerekiyor.” dedi.
Selim duyduklarına inanamadı. Bir süre hareketsiz kalarak şok geçirdi. Ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendine geldikten bir müddet sonra doktor, kendisiyle konuştu. Artık hayatta tek başına kaldığını ve güçlü olmak zorunda olduğunu anlatmaya çalıştı.
Selim’in anne ve babası bir yetimhanede büyümüşlerdi. Orada tanışıp birbirlerini sevmiş ve bunun sonucunda hayatlarını birleştirme kararı almışlardı. Evliliklerinin bir meyvesi olan Selim dünyaya gelmişti. Bu yüzden hiçbir akrabası yoktu. Şimdi o da anne ve babası gibi bir yetimhanede büyümek zorunda kalacaktı.
Kendisini almaya gelen görevliler ile birlikte yetimhanenin dış kapısından içeri girdi. Etrafına meraklı gözlerle bakındı. Artık burası onu yeni eviydi ve uzun bir süre öyle kalacaktı. Bina dört katlı eski bir binaydı. Geniş bir bahçesi ve bu bahçede çeşit çeşit ağaçlar vardı. Bahçenin büyük bir bölümü çimenlerden oluşmaktaydı. Bahçede küçük bir oyun parkı bulunmaktaydı, burada çocuklar oyun oynamaktaydı. Bu çocuklar artık onun yeni arkadaşlarıydı.
Selim yetimhanede ki ilk gününde buranın müdürü olan Ahmet Bey ile tanıştı. Ahmet Bey kısa koylu, seyrek saçlı, gözlüklü, güleç bir insandı. “Gel bakalım Selimcim, hoş geldin aramıza, yeni yuvanı nasıl buldun?” Selim bu sorulara cevap vermez, başı öne eğik, suskun bir şekilde beklemekteydi. Daha sonra müdür bey, Bakıcı Emel Hanıma seslenir. Odaya giren Emel Hanıma dönerek: ”Selim artık bizimle kalacak, ona yerini gösterip arkadaşlarıyla tanıştırır mısın?” dedi. Emel Hanım” Tabi ki “ dedi Selim’e gülümseyerek. Emel Hanım kısa boylu, şişman, güler yüzlü biriydi. Hiç evlilik yaşamamış çocuğu olmamıştı. Bu yüzden yetimhanede ki çocukları kendi çocukları gibi görürdü. Emel Hanım Selim’i elinden tutarak kalacağı yere götürüyordu. Yürürken çeşit çeşit sorular sorarak Selim’i konuşturmaya çalışsa da bunda başarılı olamıyordu. Odaya geldiklerinde Selim’e pencerenin yanında duran bir ranza göstererek orada kalacağını söyledikten sonra dolabını da gösterir ve odadan ayrılır.
Selim yatağına yaklaşır. Yatakta renkleri mavi olan bir yorgan ve yastık bulunmaktaydı. Selim yatağın üzerine sırt üstü uzanır ve gözlerini kapatır. Yaşadıklarını düşünürken yaşlar gözlerinden süzülmeye başladı. O esna da odaya birileri girdi. Selim hemen doğrulup gözlerinden süzülen gözyaşlarını silmeye çalıştı ama diğerleri bunu fark etmişti. Selim’in yanına yaklaşarak “Merhaba, sen yenisin galiba?” Selim bu soruya cevap vermez. Çocuklar kendilerini tanıttılar : “Ben Mehmet.” dedi uzun boylu, kahverengi gözlü, siyah gür şaçlı çocuk. Ardından “Ben de Osman.” diye devam etti gözlüklü, saçları yana taralı olan çocuk. Selim çocukların sorularına cevap vermez. Onlar Selim’in bu davranışından rahatsız olsalar da onun gözyaşlarını gördükleri için bir şey demeyip Emel Hanım’a haber verdiler. Emel Hanım, Selim’in bu durumunu görünce onun psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğunu anlar onu yurdun psikologunun yanına götürür. Psikolog Güngör Bey, Selim’i çok sıcak karşıladı. Güngör Bey’in odası çok genişti odanın büyük bir bölümü kitap raflarıyla doluydu. Selim’in gördüğü kitaplar karşısında adeta başı dönmüştü, içinden acaba tüm bu kitapları okumuş mudur?” diye geçiriyordu. Masası dikdörtgen şeklinde koyu kahverengi rengindeydi. Hemen masanın üzerindeki bir aile fotoğrafı Selim’in dikkatini çekti ve özlem ile o fotoğrafa baktığını gören Güngör Bey hemen Selim’in dikkatini başka yönlere çekmek için duvarda asılı duran tabloyu göstererek “Şu tabloda ne görüyorsun” diye sordu. Selim isteksiz bir şekilde tabloya bakar ve bir vazo görüyorum der kısık bir ses tonuyla. Güngör Bey “ Ben de yüzleri birbirlerine dönük iki kişi görüyorum .” Selim tabloya daha ayrıntılı bir şekilde bakınca o da bunu fark etti. Güngör Bey konuşmasına devam ederek: “Hayata her zaman su yüzünde kalanlara bakarız, ayrıntılarına pek inmeyiz bu nedenle hayatımızda çok büyük fırsatları bilmeden elimizin altından kaçırırız. Bu bazen bir sevgili, arkadaş, para veya yeni bir iş olabilir. Bundan dolayı olaylara peşin hüküm vermeden önce her açıdan dikkatli bir şekilde bakmalıyız.” Güngör Bey o gün Selim ile yaklaşık bir saat boyunca sohbet etti ve onu rahatlatmaya, sorunlarına çözüm getirip arkadaşlarıyla uyumlu hale gelmesi için çalıştı. Bunda da başarılıda oldu. Selim terapinin ardından kendini daha iyi hissediyordu odasına gittiğinde orda Osman ve Mehmet aralarında konuşuyorlardı. Selim’i görünce tüm dikkatlerini ona verdiler bu sefer onlara karşılık vererek “Benim adım Selim lise ikinci sınıfta okuyorum anne ve babamı geçenlerde bir trafik kazasında kaybettim.” dedi. Mehmet de kendini tanıtmaya başladı: “Bende senin gibiyim ama annemle babam yaşıyor mu yaşamıyor mu bilmiyorum. Beni yurdun kapısının önünde bulmuşlar. Artık onları merak da etmiyorum ne halleri varsa görsünler.” dedi sitemli bir şekilde. Osman devam eder” Benim de babam vefat etmişti annemi hayal meyal hatırlıyorum üç dört yaşlarındaydım ekonomik gücü olmadığını ve bana bakamayacağını söyleyip beni yurda buraktı. Üçünün ortak bir hikâyesi vardı bir şekilde anne ve babalarından uzaklaşmış ve bu odada bir araya gelmiş olmalarıydı. Daha sonra hep birlikte Selim’e yurdu gezdirmeye başladılar. Önce odaları gezdiler ardından kütüphaneye indiler, ders çalışanlar olduğu için fazla beklemeden oradan çıkıp yemeklerini yedikleri salona geldiler salon oldukça büyüktü mavi masalar ve sandalyeler vardı ayrıca burada televizyon da izlenebiliniyordu. İçeri kısım bitince dışarıya çıktılar. Dışarıda pırıl pırıl bir hava vardı bahçeyi gezdiriyordu o esnada Mehmet’in gözüne Bakıcı Haydar ilişti. Oldukça sert görünümlü yüzünde yılların vermiş olduğu o yorgunluğun çizgileri vardı. Selim’e Haydar’ı göstererek “Bu adamdan uzak dur diyaloga girme.“ dedi. Zaten Selim de ilk görüşte ondan pek hoşlanmamıştı bu çevresine kötü bakışlar atan adamdan. Selim’in ilk günleri böyle geçmişti. Yatağına girdiğinde gözlerini kapatıp anne ve babasıyla geçirdiği o güzel günleri düşünüyordu. Keşke zamanı geri alabilseydim o gün pikniğe keşke hiç gitmeyip evde oturup televizyon izleseydik ya da çekirdek çitleseydik ama o arabaya binmeseydik diye düşünüyordu sürekli.
Selim arkadaşlarıyla yeni okuluna gitmek için yurttan çıktı. Okulları yurda on dakika uzaklıktaydı. Tesadüfen Selim, Mehmet ile aynı sınıfa düşmüştü. Osman ise aynı hizada bir alt sınıfta derslere giriyordu. Selim pencere tarafındaki sıranın en arkasına Mehmet ile birlikte otururlar. Önlerinde oturan kız arkasını dönerek Selim’e “Hoş geldin sınıfımıza “der samimi bir şekilde. Sonra kendisini tanıtmaya başladı: “Benim adım Naz .“ dedi. Selim de kendini tanıtır. O esnada öğretmen içeriye girdi ve herkes ayağa kalktı.
Akşam yemeği için yemekhaneye indiler. Selim derslerin vermiş olduğu yorgunlukla epey acıkmıştı. İlk bakışta hoşuna gitmişti kuru fasulye, pilav ve cacıktan oluşan menü. Kaşığını alıp pilava daldırıp ağzına attığında pişmemiş pirinç taneleri adeta diş etlerini deliyordu. Pirinç pilavında aradığı lezzeti bulamayınca kuru fasulyeye kaşığını çevirdi. O da epey soğumuş ve birazda tuzlu olmuştu ama yapacak bir şeyi yoktu. Mecburen yiyecekti.
Annesinin yaptığı yemekleri şimdiden özlemeye başlamıştı.
Yemek faslı bittikten sonra Mehmet “Hadi gel sana müzik şöleni vereyim. Benim gitarı alıp bahçede çalayım sana.” der. Selim de küçüklüğünden beri gitar çalmaya çok meraklıydı ve bu yaz tatilinde bir gitar kursuna gitmeyi düşünüyordu. Bahçe de bir ağacın altında bağdaş kurarak oturdular ve Mehmet çalmaya başladı. Gerçekten çok güzel çalıyordu. Selim de dikkatlice onu süzüyor, gitarı nasıl çaldığını izliyordu. Selim” Mehmet bana da gitar çalmayı öğretir misin?” dedi. Mehmet önce biraz şaşırır sonra “Tabi ki sen yeter ki öğrenmek iste ama hocanı yani beni iyi dinlemelisin “dedi gülerek. O esnada Haydar gelir yine kendine has sinirli yüz ifadesi ile bağırarak ”Arkadaşlarınız uyuyor ne ses çıkarıyorsunuz, burayı gazino mu sandınız?” dedi ama o saate kimse uyumazdı çünkü akşam yemeğini yeni yemişlerdi. Bahane bulmak isteyen bulurdu bir şekilde. Bakıcı Haydar’ın neden böyle bir tavır takındığını onlar da anlamıyordu. Selim de bu olaydan sonra çok korkar ama bu olay onun gitara olan aşkını bitirmez. Kendi hayallerinin bu sefer kaybolmasına izin vermeyecekti. Bunu bir şekilde başarmak istiyordu.
Hafta sonu birlikte Mehmet ile Osman’ın sürekli gittikleri parka gittiler. Park oldukça büyük ve yemyeşildi. İnsanların spor yapabilmeleri için koşu yerleri, koşudan sonra egzersiz yapabilmeleri için egzersiz aletleri vardı. Diğer tarafında ise küçük çocuklar için bir oyun parkı vardı. Yine çimlerin üzerine bağdaş kurup oturdular Mehmet bugün Selim’e nasıl gitar çalınabileceğini öğretecekti. Önce gitarı nasıl tutacağını gösterdi. Hangi elini gitar üzerinde nasıl hareket ettirmesi gerektiğini gösterdi. Selim de o esnada pür dikkat Mehmet’i dinliyordu ancak böyle bakarak öğrenemezdi uygulamada yapmalıydı bunun için kendine bir gitar almaya karar verdi. Yurda dönüş yolunda Selim aniden bir dükkânın önünde durdu ve vitrinde duran siyah kenarları bir alev kıvılcımı gibi döşenmiş bir gitar gördü. Bu gitarı çok beğendi. İçeriye girerek gitarın fiyatını sordu. Adam 200 TL olduğunu söyleyince elini cebine atar sadece 40 TL parası olduğunun farkına varıp ve dışarı çıktı. Arkadaşları da durumuna çok üzüldüler. Mehmet ve Osman para toplamaya karar verdiler. Önce yurt müdürüne olanları anlatırlar sonra diğer yurt çalışanlarından da yardım istediler en sonunda Selim’in beğendiği gitarı alabilecek kadar para toplanmıştı. Ona haber vermeden gitarı alıp yatağının üstüne koydular. Selim odaya girdiğinde yatağının üstündeki gitarı görünce ilk önce acaba yanlışlıkla bunu biri buraya mı koydu diye geçirdi içinden. Sonra bunu geçenlerde o vitrinde görüp beğendiği gitar olduğunu anladı. Osman ve Mehmet de odaya girerler “O senin kardeşim yurtta para topladık sana aldık.” dediler. Bu hediye onu çok mutlu etmişti. Son günlerde yaşadığı onca üzüntü ve sıkıntıdan sonra ilk defa yüzü gülüyordu. Bunun için arkadaşlarına teşekkür ederek sarıldı.
Yine o parka giderler bu sefer ellerinde iki gitar vardı. Her zamanki yerlerine geçip gitar çalmaya başladılar Mehmet bu defa sesleri nasıl çıkartabileceğini gösterdi. Önce Mehmet çalıyor arkasından da Selim çalıyordu. Arada bir Selim hiç alakası olmayan sesler çıkardığında Mehmet ona ilkokul çocuğuna öğretmenin kızdığı gibi azarlardı. Selim “Merak ediyorum Mehmet böyle güzel gitar çalmasını nasıl öğrendin?” Mehmet cevaplar ”Biz Osman ile sık sık buraya gelir kafamızı dinler laflardık. Aynı zamanda burada yırtık elbiseli, kirli sakalı, orta yaşlı bir abimiz vardı. Burada gitar çalar, ardından başından çıkardığı şapkasını yere atarak para toplardı. O para ile de geçimini sağlardı. Biz de burada tanıştık bende senin gibi çok hevesliydim gitar çalmaya ondan bana öğretmesini istedim. Benim kadar kolay kabul etmedi gitar öğretmeyi.”Peki nasıl kabul etti öğretmeyi?”Mehmet başını yere eğerek anlatmaya devam etti. “Yetimhanede kaldığımı öğrenince kabul etti beni o elinde gitar gezdirip de çalmayı bilmeyen zengin şımarık çocuklardan sanmıştı. Şimdi o adam nerde diye soracaksan ben de bilmiyorum. Artık buralara hiç uğramıyor zaten evini de bilmiyoruz. Belki de bir evi de yoktur dışarıda kalıyordur. Gerçekten çok iyi biriydi, umarım kötü şeyler başına gelmemiştir.” dedi içini çekerek. Fazla geç olmadan yurdun yolunu tuttular. Zaman öyle geçmiş ki akşam olduğun her taraf karanlık olunca anladılar.
Sınav haftası gelmişti. Yurtta herkes harıl harıl ders çalışıyordu. Kimileri kantinde otururken bile kitaplarını yanından ayırmıyordu. Selim herkesin ders çalışırken Mehmet’ in öylece her gün yatağına uzanıp kulaklıktan müzik dinlediğini görünce Mehmet’ e neden ders çalışmadığını sordu. Mehmet “Liseyi bitirsem yeter bana. Ben gitarıma güveniyorum onun için de ders çalışmama gerek yok, sınav günü yaparım bir şeyler” dedi. Daha sonra hazırladığı kopya kâğıtlarını göstererek “Ben çalışmamı yaptım” dedi. Mehmet nerdeyse tüm yıl işledikleri konuları o ufak tefek kâğıtlara yazmıştı, o kadar küçük yazmıştı ki Selim ne yazdığını okuyamıyordu. Selim ise arkadaşının bu davranışını tasvip etmediğini söyler çünkü hayatta her zaman beklemediğimiz sürprizlerle karışlaşabiliriz. Bunun için çalışmamız gerekir en azından bir lise diploması alacak kadar kendilerini geliştirmeleri gerektiğini belirtir.
Sınav günü gelmişti, Mehmet ve Selim arka sırada oturuyorlardı. Mehmet pencere tarafında Selim de yanındaydı. Sınıfın içinde büyük bir gürültü vardı. Bazıları yanındaki arkadaşıyla tekrar yapıyor, kimileri ise bağırdığının farkında olmadan kendi kendine tekrar yapıyordu. Mehmet, bağırarak tekrar yapan arkadaşına dönerek “Kafam şişti yeter be!” dedi kızgın bir ses tonuyla. Mehmet sınav günü çalışmamış ve ne olacağını bilmemenin vermiş olduğu stresle çok agresifti sürekli ters cevaplar veriyordu. Bu yüzden Selim pek üstüne gitmeyip konuşmuyordu onunla. Az sonra sınıfa Enver Hoca elinde sınav kâğıtlarıyla girdi. Bir anda herkes çalıştığı ders notlarını sıraların üzerinden kaldırdı. Enver Hoca “Çocuklar sorular çok kolay tüm sene boyunca dersi dikkatli bir şekilde dinleyenler çalışmasalar bile rahatlıkla sorulara cevap verebilir. Sınavda A ve B olmak üzere iki grup vardı. Mehmet A grubunda, Selim de B grubundaydı. Sınav kâğıtları ön sıradan itibaren dağıtılmaya başlandı. Selim sınav kâğıdını alıp okuyunca gerçektende soruların çok kolay olduğunu gördü. İçinden keşke Mehmet de çalışsaydı da kopya çekmek zorunda kalmasaydı diye geçiriyordu. Bir ara sınavda Mehmet’ in kâğıdına baktı ve kalbi gibi bembeyaz boş bir kâğıt gördü. Hiç başlamamıştı belli ki kopya çekmek için fırsat kolluyordu. O fırsat bir ara doğdu. Enver Hoca ayakta gezmekten yorulup masasına geçince Mehmet sağ iç cebinden çıkardığı kopya kâğıdını dizlerinin üstüne koydu ve bakıp bakıp yazmaya başladı. Yazarken öyle heyecanlı ve aceleciydi ki her an bir hata yapacağını belli oluyordu. İşte o esnada bir ön sırada oturan Naz kafasına takılan bir soruyu hocasına sormak için elini kaldırdı. Mehmet, Naz’ın elini kaldırdığını görmez ancak hocasının oraya hareket ettiğini fark edince panikler ve dizlerinin üstünde duran kâğıdı düşürdü. Kâğıt havada süzülerek biraz da sınıf kapısının altından gelen hafif rüzgârla sıranın dışına kadar çıktı. Mehmet kâğıda müdahale edemiyordu zaten iş işten geçmişti Enver hoca yaklaşmıştı, çok korkuyordu. Her şeyin bittiğini çoktan düşünmeye başlamıştı. Enver Hoca eğilerek Naz’ın sorusuna sessizce cevap vermeye çalıştı. O esnada durumu fark eden Selim hemen ayağıyla kâğıdın üzerine basarak sakladı. Enver Hoca tam doğrulurken Selim’in ayağının altından kenarları hafifçe dışarıda kalan kâğıdı fark etti. ”Selim ayağını kaldırabilir misin?” dedi. Bu sefer heyecanlı ve stres dolu dakikalar Selim için başladı. Selim’ in yüzü kızarmaya alnından süzülen terler sınav kâğıdının üstüne dökülmeye başladı. Selim kendisinin suçsuz olduğunu sadece arkadaşının yere düşen kopya kâğıdını sakladığını hocasına söylemek ile söylememek arasında kalır ancak daha sonra arkadaşını koruma içgüdüsü ağır bastı. “Kâğıt benim hocam. Çalışamadığım için bu yola başvurdum, üzgünüm hocam.” dedi. Selim arkadaşını korumayı tercih eder çünkü bu dünyada artık kendisini seven çok az kişi kalmıştı onlardan biri içinde kendini feda etmeye hazırdı. Hocaları “Hepiniz çok iyi saygılı çocuklarsınız sırf böyle kopya gibi kötü bir şey yapmamanız için soruları kalay hazırladım, ama görüyorum ki yine de olmuyor.” dedi. Selim de bu sözler üzerine başımı yere doğru eğerek hocasının azarlamalarını dinliyordu. Mehmet ise olanları şaşkınlıkla izliyordu. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Hocası Selim’in kâğıdını almış sınıftan çıkmasını istiyordu. Selim daha kapıdan çıkmadan Mehmet arka sıradan “Hocam Selim’in bir suçu yok ben kopya çektim, o kâğıtta bana ait. Siz bize doğru yürürken düşürdüm Selim de ayağıyla onu kapatmaya çalıştı.” Diye bağırdı. Selim bu sözleri duyunca arkadaşı hakkında yanılmadığını düşündü. Bu sözler üzerine hocası Mehmet’ten de sınav kağıdını ister, Selim’e de kopya çeken birisine yardım ettiği için yinede affetmez; ama her ikisinde bir daha tekrarlamamak şartıyla disipline kuruluna vermekten vazgeçer. Bunda aralarında ki arkadaşlığın etkisi büyüktür. Mehmet sınavdan sonra arkadaşına sarılarak” Benim için kendini az kalsın feda ediyordun ben buna değer miyim”? Selim “Tabii ki bizim artık birbirimizden başka kimimiz kaldı ki bu dünyada” dedi. Bu olay sayesinde Selim ve Mehmet’ in arkadaşlık duyguları daha çok gelişti. Mehmet yine de arkadaşını böyle zor bir duruma düşürdüğü için çok üzülmüştü ve pişman olmuştu, ömründen bir ömür geçmişti. Bu olaydan ders çıkarıp artık sınavlarına günü gününe çalışmaya karar verdi.
Okulun son günleriydi, lise sonların mezuniyet partisi hazırlıkları yapıyordu. Selim de bu partiye katılmak istiyordu; ancak sadece lise sonlar katılabiliyordu. Bu sırada Mehmet büyük bir heyecanla kapıyı açarak yatağında uzanan Selim’e” Selim sana bir müjdem var artık sadece çimlerin üzerinde çalmayacağız. Okulun bu seneki mezuniyet partisine iki tane gitarist aranıyor. Okulun tiyatro salonunda seçmeler yapılacak hadi gidip bizde katılalım. ” dedi. Selim gidip gitmemekte karasız kalır; çünkü yeni başladığı bu uğraşta başarısız olup seçilememekten korkuyordu. Mehmet’ e “Bilmiyorum katılsak mı? “ diye sordu. Mehmet “Tabii ki katılacağız, bu kendimizi göstermemiz, biz de buradayız dememiz için büyük bir fırsat.” Mehmet bu fırsatı kaçırmak istemiyordu; çünkü yaklaşık üç senedir bu işi yapıyordu ve hiç kendini gösterme fırsatı bulamamıştı ve bunu kaçıramazdı. Selim, Mehmet’ in gözünde ki bu isteği görünce onu kıramaz ve teklifi kabul etti. Gitarlarını da yanlarına alarak tiyatro salonuna giderler önlerinde epey bir sıra vardı. Onlarda sıraya girdiler. Selim içinden acaba beni seçerler mi diye geçiriyordu. Mehmet ise çok rahat görünüyordu sanki kazanacağından çok emindi. Bunda Selim’den daha önce bu işe başlayıp tecrübeli olmasının etkisi büyüktü. En sonunda sıra onlara gelmişti sahneye çıktılar sahnede iki sandalye vardı, karşılarında ise üç kişilik bir jüri vardı. Yerlerine oturup çalmaya başladılar. Selim bir yandan çalıyor diğer yandan da şarkı söylüyordu o esnada salonda olan herkes başını kaldırıp sahnedeki bu iki gence kulak veriyordu. Şarkıları bitince büyük bir alkış topladılar Selim üzerindeki o stresi attı bunda aldıkları alkış sesleri çok etkili olmuştu. Mehmet elini Selim’ in omzuna atarak” Bak ne demiştim sana, rahat ol bu fırsatı kaçırma seçilebiliriz.” Selim ise “ Hemen seçildik deme daha sonuçlar açıklanmadı. “Sonuç belli “ dedi Mehmet kendinden emin bir edayla. Bekleme salonunda sonuçların açıklanmasını bekliyordular. On dakika sonra kapıdan sınıf arkadaşları Naz’ın abisi Polat kapıdan çıktı bu organizasyonda o da görevliydi. Herkes Polat’ın etrafına toplanır. “Arkadaşlar hepinizin ellerine, ayaklarına, seslerine sağlık buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz. Biliyorsunuz ki aranızdan sadece iki kişi seçebileceğiz onlar: Selim ve Mehmet.” Sonuçları duyunca birbirlerine sarılırlar. Polat onların yanına doğru gelir “Tebrik ederim. Naz sizden daha önce bahsetmişti bana ama ben seçmeler yaparak en iyisini aradım; çünkü bu geceye çok önem veriyorum.” Selim de
“ İnşallah partinize renk katacağız” dedi. Polat çalışmalarınızı burada yapabileceklerini bunun için tüm izinlerin alındığını kendilerine söyledi. Hemen fırsat kaybetmeden yarın burada çalışmaya karar verirdiler.
Sabah erken kalktılar, yolda iki simit alıp okulun tiyatro salonuna geçerek ve vakit harcamadan çalışmaya başladılar. Onlar bu işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlardı; çünkü bu onların ilk deneyimleriydi ve başarılı olmak istiyorlardı.
Mezuniyet günü gelip çatmıştı. Tören için bir düğün salonu kiralanmıştı. Salonun içi süslenerek gece için hazır hale getirilmişti. Selim ve Mehmet erken gelmişlerdi son provalarını da orada yapıp kıyafetlerini değiştirdiler. Selim üstünde özgürlük anıtının resmi olan beyaz bir tişört giymişti, Mehmet ise siyahlara bürünür siyah bir kot pantolon, üstüne siyah bir tişört giymişti.
Yavaş yavaş salon dolmaya başlamıştı. Davetliler adeta kendi aralarında güzellik yarışması yapıyorlardı. Tüm konuklar gelince sahneye önce Polat çıktı ve kısa bir konuşma yaptı. Ardından sahneye kendilerine müzik ziyafeti verecek olan Selim ve Mehmet’i davet etti. Alkışlar arasında sahneye çıktılar. Gitarları ellerine aldılar ve çalmaya başladılar. İlk olarak hareketli bir şarkıyla başladılar. Bunun üzerine konuklar oturdukları yerlerden kalkarak pistte dans etmeye başlardılar. Sahnede oynayanlar arasında Naz, Selim’in dikkatini çeker. Sadece lise son sınıflar davet edilmişti. Naz ise abisinin organizatör kontenjanından yararlanarak gelmişti. Naz o gün Selim’in dikkatini çekmişti. Giydiği beyaz elbisesi, arkasından dalgalanan siyah saçları ve hafif makyajı ile Selim’i çok etkilemişti. Nasıl olurda bir yıl boyunca ön sırada oturan böyle bir güzelliği fark edememişti. Naz’a o kadar çok bakıyordu ki bir an sözleri unutur gibi oldu. Mehmet, hemen Selim’i uyarır” Kardeş kendine gel” dedi. Selim kendini toparlar ve işine tekrardan konsantre olur. Sahnedeki işini bitirip seyircileri selamladılar, herkes onları çok yoğun bir şekilde alkışlayarak sahneden uğurladı. Selim sahneden ayrıldıktan hemen sonra soluğu Naz’ın yanında alır kendisinden beklenmedik bir şekilde. “ Merhaba Naz, çok güzel görünüyorsun” dedi Selim. Naz, Selim’in bu sözlerine çok sevinir “Teşekkür ederim, sende çok iyisin, abim sana çok güveniyordu karşılığını şimdi fazlasıyla almıştır.” Diye karşılık veriri. Selim “Aslında ben size minnettarım sayenizde burada kendimizi gösterme fırsatı bulduk.” Bu sözlerin ardından Selim ve Naz bir süre öylece bakışırlar o gürültülü ortamda hiçbir ses duymuyorlardı, sanki hiç kimse orada yokmuş o ikisi tek varmış gibi gözleri birbirinden başka kimseyi görmüyordu. Selim ilk defa böyle oluyordu tarif edemediği çok yoğun duygular yaşıyordu ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu sözler boğazında düğümleniyordu. Hafif bir sıcaklık hissetti vücudunda. Her halde bu tarifsiz duygunun adı aşktı.
Bu sessizliği en sonunda Selim bozar biraz cesaretini toplayarak Naz’a” Naz seni daha yakından tanımak, arkadaşlığımızı ilerletmek istiyorum” dedi. Naz da bu soruya sanki kırk yıldır evlenmeyi bekleyen bir kadının verdiği aceleci bir ses tonuyla “evet” diyerek yanıtlar. O esnada kendilerini bir müddet uzaktan izleyen Mehmet yanlarına geldi. “Ne kaynatıyorsunuz böyle arkadaşlar?” dedi. Selim başını yana sallayarak “Hiç” cevabını verdi.
Mezuniyet partisi bitmişti herkes birbiriyle vedalaşıp sınav için başarı dileklerinde bulundu.
Selim ve Mehmet de yurda yürüyerek gidiyordu. Hava çok güzeldi bu havada yürümeyi tercih ettiler. Yolda Mehmet, Selim’e “Naz ile ne konuştunuz öyle dalgın dalgın? Merak ettim bir ara sana seslendim ama hiç oralı olmadın.” Selim arkadaşının bu ısrarlı soruları karşısında artık susamadı ve cevap verdi:”Naz’a onu daha yakından tanımak istediğimi, arkadaşlığımızı ilerletmek istediğimi söyledim.”Mehmet “Sen aşık oluyorsun galiba” dedi. Selim’in bu sözler üzerine yüzü tekrardan hafifçe kızardı.
Selim o hafta sonu yurtta aynanın önünde sürekli bir kıyafetini çıkarıp diğerini giyiyordu. Hangisini giyeceğine bir türlü karar veremiyordu. Osman, Selim’in bu durumuna çok kızdı. Selim ilk defa Naz ile sinemaya gidecek olmanın verdiği heyecan ile çok kararsız kalıyordu. En sonunda Osman kendisine ait olan paltoyu Selim’e uzatıp “Al bunu giy” dedi. Selim bu kıyafeti beğendi ve arkadaşına teşekkür etti. Arkadaşları onu yurdun kapısının önüne kadar uğurlayıp iyi şanslar dileğinde bulundular. Kararlaştırdıkları gibi sahilde buluşacaklardı. Selim oraya geldiğinde Naz daha gelmemişti bir banka oturup Naz’ı beklemeye başladı. O esnada yanına gül sepeti taşıyan bir kadın yaklaştı “ Abi bir gül almaz mıydınız?”dedi kadın. Konuşmasından Roman olduğu belliydi bu yaşlı kadının. Selim sepetin içindeki kırmızı gülleri çok beğenip bir demet aldı ve Naz’ı beklemeye devam etti. Az sonra Naz geldi” Selim kusura bakma seni çok beklettim galiba.” dedi. Selim elindeki gülleri Naz’a uzatarak “Önemli değil bende az önce geldim, fazla beklemedim” dedi. Naz kendisine uzatılan çiçeği burnunu doğru götürüp kokladıktan sonra dizlerinin üstüne koydu. Selim “ Hangi filmi izlemek istersin?” diye sordu. “Herhangi bir film olabilir ama duygusal filmlerden daha çok hoşlanırım.” Bunun üzerine Selim “Aşk Tutulması” adlı filmi önerdi. Naz da bu filmi çok duyduğunu; ancak hiç izleme fırsatı bulamadığını söyledi. Beraber filmi izlemeye gittiler, kendilerine ait olan koltuklara oturup filmi izlediler. Filmi izlerken Selim, Naz’ın bir ara ağladığını fark eder belli ki çok etkilenmiş duygusal sahnelerden. Selim cebinden çıkardığı mendili Naz’a uzatır. Nihayetin de film bitti, salondan çıkıp sahile doğru gittiler. Naz filmin özellikle başrol oyuncusunu eleştirir ” Bu erkekler hep böyle sevdiklerini çok mu ihmal eder, Futbola daha mı bağlıdır erkekler?” dedi. Selim gülerek bu soruyu cevaplar” Ben Galatasaraylıyım ama futbolla pek ilgilenmem, ilgi alanımda daha çok gitar çalmak var.” dedi. Bu sözler üzerine Naz tam olarak istediği cevabı alamasa da konuyu kapattı. “Bana aileni anlatır mısın?” dedi Naz. Bu soru üzerine Selim içinden bir “ah!” çekerek cevaplar:”Annem ve babamı bir trafik kazasında kaybettim” Naz bir an Selim’in kimsesizler yurdunda kaldığını unuttu. “Başın sağ olsun “dedi. Hemen konuyu dağıtmak için kendinden bahsetti” Okuldan eve evden okula böyle bir hayatım var. Babam çok otoriter biridir ama o kadar da şefkatli ve sevgi doludur. İdealist bir öğretmen olmak istiyorum” dedi. Selim ise ilerde ne olacağına daha karar vermemişti; ancak gitar çalmayı ve ilerde bir müzisyen olmayı düşünüyordu. Naz bir anda saatine baktı“Çok geç kaldım eve gitmem gerekiyor” deyip vedalaşarak oradan ayrıldı. Selim de çok gecikmişti, yurda son giriş saatinden tam yirmi dakika geçmişti. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Naz tesadüfen saatine bakmasaydı belki daha çok gecikecekti, koşar adımlarla yurda gidiyordu. Yolda giderken Naz ile geçirdiği o güzel dakikaları düşünüyordu. Yurda geldiğinde kapının önünde Bakıcı Haydar duruyordu. “Gelmen gereken son giriş saatinden tam otuz dakika geçti seni bu saatten sonra içeri alamam, bu günü dışarıda geçir de aklın başına gelsin” dedi. Bunun üzerine Selim adeta şok geçirir ne yapsa da ikna edemez Haydar’ı ve kapının önündeki betonun üzerine oturup beklemeye başladı. Osman ve Mehmet, Selim’i merak ettiler; çünkü son giriş saati geçmiş ve Selim hala gelmemişti. Selim’in de bahçede olduğunu düşünerek onu aramaya başlardılar ve Selim’i dış kapının önünde yere oturmuş bir şekilde gördüler. Mehmet “Ne oldu, neden burada oturuyorsun?” dedi. Selim cevap verir: ”Haydar abi beni içeri almadı, çok geç kalmışım” dedi. Bunun üzerine hemen Emel Hanım’a haber verdiler. Emel Hanım bir daha böyle bir şey yapmaması şartıyla Selim’i içeri aldı. Bunu öğrenen Haydar, Emel Hanım ile yoğun bir tartışmaya girdi. Tartışma sesleri kendilerine kadar geliyordu bu durumdan Selim kendisini suçlu hissetti. Selim’in iyi başlayan günü bir anda kâbusa dönmüştü çok pişmandı. Naz’ın güzelliğine dalarak zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti. Oysaki kendini her zaman kontrol altına alabiliyordu bu sefer alamamıştı. Galiba bu kıza gerçekten âşıktı.
Yaz tatiline girmişlerdi öylece bir şey yapmadan oturmak, canlarını çok sıkıyordu. Bir iş bulup çalışmak istiyorlardı en azından ekonomik açıdan rahatlamak istiyorlardı. Selim” Hadi böyle burada boş boş oturmakla iş ayağına gelmez.”dedi. Dışarıya çıkıp dükkanların, kafelerin, iş ilanlarına baktılar. Birkaç yere iş başvurusunda bulundular; ancak olumsuz yanıtını aldılar. Bunda iş tecrübelerinin olmamasının etkisi büyüktü. Aldıkları olumsuz cevaplar karşısında Selim, Mehmet’e “ O zaman bizde tecrübemizin olduğu bir işi yapalım.”dedi. Mehmet “ Peki neymiş bizim tecrübeli olduğumuz o iş? Dedi.” Selim arkadaşına dönüp parmaklarını göstererek” Bizde gitar çalalım kalabalık mekânlarda, sana gitar çalmayı öğreten abin de böyle hayatını sürdürüyordu. Bunu bizde yapabiliriz.” Bu fikir Mehmet’in aklına da yattı. Neden kendisi böyle bir şey düşünmemişti diye içinden yakınıyordu.
Taksim de boş bir dükkânın önünde oturdular. Gitar çantalarını önlerinde açık bir şekilde bırakıp çalmaya başladılar. Selim de bu esnada yeni bestelediği şarkıyı söylemeye başladı. Bu şarkı yoldan geçenlerin çok hoşuna gitmiş olmalı ki; durup onları dinlediler. Kısa bir süre sonra çantalarına bozuk paralar atılmaya başladı. Selim ve Mehmet bu yeni işlerinden çok hoşnut oludular. Bir aya yakın burada çalıştılar. Bir gün işleri bitip yurda giderken önlerini yüzünde çeşitli bıçak izleri, kolların da çizik ve sigara izleri olan 23–25 yaşlarında biri kesti.” Burada çaldınız eğlendiniz de hani bizim sakal parası” dedi elini sakallarına sürüp. Mehmet “ Ne diyorsun sen ne sakalı?” adam “ Benimle alay mı ediyor sununuz bu mekan bana ait burada çalışmak için beni görmelisin” der. Orada sakalın ne anlama geldiğini öğrenirler. Adam onlardan haraç kesiyordu ama ne kazanıyorlardı ki, ne vereceklerdi? Mehmet “ Biz bir şey kazanmıyoruz ki” dedi. Adam eliyle Mehmet’in boğazını sıkmaya kalkıştı o esnada Selim hemen yerden aldığı taşla adama vurdu. Adam arkasını dönerek çıkardığı bıçağı Selim’in sol bacağına sapladı ve koşar adımlar olay yerinden kaçtı. Mehmet bir müddet adamın peşinden koştuktan sonra arkadaşının durumunu merek ederek onun yanına döndü. Döndüğünde Selim’in etrafında büyük bir kalabalık gördü. Selim hastaneye kaldırıldı. Doktor yarasına baktığında yaranın fazla da derin olmadığını gördü. Bacağına dört dikiş atıp aynı gün taburcu ettiler. Selim’i hastaneden almaya: Emel Hanım, Naz, Osman ve Mehmet geldi. Tabii ki önce kapıda duran polise ifadesini vermek zorundaydı. Kendisini bıçaklayan kişiyi tanımadığını arkadaşı Mehmet’i korumak için ona vurduğunu, onun da kendisini bıçakladığını ve şikâyetçi olduğunu söyledi. Polis de adamı yakalayacağının sözünü vererek oradan uzaklaştı. Naz, Selim’e sarılarak” Çok korkuttun beni bana bir daha bunu yapma ne olursun” dedi hüzünlü bir ses tonuyla.
Selim artık tamamen iyileşmişti yeniden çalıp söylemeye kendini hazır hissediyordu. Müzik ile olan ilk denemelerinden kötü bir anıları olsa da bu olay Selim’i yıldırmamış aksine onu daha da kamçılamıştı. Selim, Mehmet’e: ” Hadi kalk, yarım kalan işimizi bitirelim” dedi. Mehmet ise” Daha yeni iyileştin hem seni yaralayan adam hala dışarıda geziyor. Bu çok tehlikeli bunu asla kabul edemem.”Selim çok ısrar etmişti ve artık arkadaşını kıramayıp teklifini kabul etti. Bu defa sürekli gitar çaldıkları, gitarı öğrendikleri o parka gittiler ve orada çalmaya devam ettiler.
En son 801060060 tarafından Çarş. Ara. 29, 2010 2:09 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi