Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    KİMSESİZLER - GÜNGÖR GÜNEŞ

    avatar
    801060060


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 24/12/10
    Nerden : ELAZIĞ

    KİMSESİZLER - GÜNGÖR GÜNEŞ Empty KİMSESİZLER - GÜNGÖR GÜNEŞ

    Mesaj  801060060 Cuma Ara. 24, 2010 12:14 pm

    Bir Pazar günüydü. Selim ailesiyle pikniğe gidecek olmanın verdiği heyecanla hızlı bir şekilde ayakkabılarının topuklarına basarak kapının önünde duran solmuş lacivert rengi, eskimiş koltukları olan arabanın arka koltuğuna kendini attı. Annesi, Selim’in arkasından “Selim yavaş düşeceksin” diye seslendi. Babası da gülerek eşine “Karışma oğluma” dedi. Babası arabanın sürücü koltuğuna, annesi de ön koltuğuna oturdu.
    Yolda giderken piknikte neler yapacaklarını konuşuyorlardı. Annesi mangalda tavuk kızartacak, Selim de babası ile top oynayacaktı. Onlar böyle planlar yaparken, bir anda planlarda olmayan bir şey oldu. Hatalı sollama yapan taş yüklü bir kamyon aniden karşılarına çıktı. Selim o esnada elleri ile yüzünü kapattı. Annesi de çığlılar atıyordu. Babası arabayı kurtarmak için direksiyonu kırmaya çalışsada bunda başarılı olamadı ve büyük bir gürültüyle araba kamyonla çarpıştı.
    Kazadan sonra Selim gözlerini hastanede açtı. Hatırladığı son şey annesinin çığlıklarıydı. Kendine geldiğinde kıpırdamaya çalıştı ama başaramadı. Başını bin bir güçlükle birkaç santim kaldırıp bedenine baktı ve tüm bedeninin sargılar içinde olduğunu gördü. Selim’in kendine geldiğini fark eden hemşire hemen koşup doktora haber verdi. Doktor odaya geldiğinde soluk soluğaydı. “Nasıl oldun bakalım?” dedi. Selim bu soruya zorlukla duyulan titrek bir ses ile başka bir soruyla cevap verdi: “ Annem ve babam nerede?” Doktor “Sen iyileşmene bak onlar da iyi, onları başka bir odada tutuyoruz.” dedi. Oysa durum öyle değildi. Anne ve babası olay yerinde hayatlarını kaybetmiş Selim ise baygın bir halde arabanın arka koltuğunda kanlar içinde iken bulunmuş ve hastaneye yetiştirilmişti. Kazaya sebep olan kamyon şoförü ise hafif yaralanmıştı. Alkollü olduğu tespit edilen kamyon şoförü tutuklanarak cezaevine gönderildi. Selim artık yalnızdı ama yalnız kaldığından henüz haberi yoktu. Selim’in kendine gelmesi birkaç gün sürdü. Bu sürede kendisine bakmaya gelen hemşireye her gün anne ve babasını soruyordu. Her sorduğunda hemşire kaçamak cevaplar vererek konuyu değiştiriyordu. Selim tam olarak iyileşmiş hastaneden taburcu olma zamanı gelmişti. Bu aynı zamanda gerçeği öğrenme vaktinin geldiği anlamına geliyordu. Selim odada hazırlanmış anne babasının gelmesini bekliyordu. Kapı açıldı ve Selim heyecanla kapıya döndü ama kapıdan giren anne, babası değil bir hemşireydi. “Gitmeden önce seninle konuşmak isteyen biri var” dedi. Selim “Hayır, gelemem. Ben anne, babamı bekliyorum” dedi. Hemşire: “ Bu onlarla ilgili zaten, beni takip et lütfen.” dedi. Selim’i hastanenin psikoloji servisine götürdü. Orada üç kişi bulunmaktaydı. Masanın arkasında oturan beyaz saçlarıyla uyumlu bir önlük giyen psikolog, Selim’i gülümseyerek karşıladı. Selim o esnada “Annem ve babam nerede? Beni buraya neden getirdiniz?” diye sordu. Psikolog sakin olmasını ve oturup konuşmaları gerektiğini söyledi. Ona ailesini kaybettiğini uygun bir dille anlattıktan sonra oda da bulunan diğer iki kişiyi göstererek “Bunlar çocuk esirgeme kurumundan görevli arkadaşlar, şimdi onlarla gitmen gerekiyor.” dedi.
    Selim duyduklarına inanamadı. Bir süre hareketsiz kalarak şok geçirdi. Ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendine geldikten bir müddet sonra doktor, kendisiyle konuştu. Artık hayatta tek başına kaldığını ve güçlü olmak zorunda olduğunu anlatmaya çalıştı.
    Selim’in anne ve babası bir yetimhanede büyümüşlerdi. Orada tanışıp birbirlerini sevmiş ve bunun sonucunda hayatlarını birleştirme kararı almışlardı. Evliliklerinin bir meyvesi olan Selim dünyaya gelmişti. Bu yüzden hiçbir akrabası yoktu. Şimdi o da anne ve babası gibi bir yetimhanede büyümek zorunda kalacaktı.

    Kendisini almaya gelen görevliler ile birlikte yetimhanenin dış kapısından içeri girdi. Etrafına meraklı gözlerle bakındı. Artık burası onu yeni eviydi ve uzun bir süre öyle kalacaktı. Bina dört katlı eski bir binaydı. Geniş bir bahçesi ve bu bahçede çeşit çeşit ağaçlar vardı. Bahçenin büyük bir bölümü çimenlerden oluşmaktaydı. Bahçede küçük bir oyun parkı bulunmaktaydı, burada çocuklar oyun oynamaktaydı. Bu çocuklar artık onun yeni arkadaşlarıydı.

    Selim yetimhanede ki ilk gününde buranın müdürü olan Ahmet Bey ile tanıştı. Ahmet Bey kısa koylu, seyrek saçlı, gözlüklü, güleç bir insandı. “Gel bakalım Selimcim, hoş geldin aramıza, yeni yuvanı nasıl buldun?” Selim bu sorulara cevap vermez, başı öne eğik, suskun bir şekilde beklemekteydi. Daha sonra müdür bey, Bakıcı Emel Hanıma seslenir. Odaya giren Emel Hanıma dönerek: ”Selim artık bizimle kalacak, ona yerini gösterip arkadaşlarıyla tanıştırır mısın?” dedi. Emel Hanım” Tabi ki “ dedi Selim’e gülümseyerek. Emel Hanım kısa boylu, şişman, güler yüzlü biriydi. Hiç evlilik yaşamamış çocuğu olmamıştı. Bu yüzden yetimhanede ki çocukları kendi çocukları gibi görürdü. Emel Hanım Selim’i elinden tutarak kalacağı yere götürüyordu. Yürürken çeşit çeşit sorular sorarak Selim’i konuşturmaya çalışsa da bunda başarılı olamıyordu. Odaya geldiklerinde Selim’e pencerenin yanında duran bir ranza göstererek orada kalacağını söyledikten sonra dolabını da gösterir ve odadan ayrılır.
    Selim yatağına yaklaşır. Yatakta renkleri mavi olan bir yorgan ve yastık bulunmaktaydı. Selim yatağın üzerine sırt üstü uzanır ve gözlerini kapatır. Yaşadıklarını düşünürken yaşlar gözlerinden süzülmeye başladı. O esna da odaya birileri girdi. Selim hemen doğrulup gözlerinden süzülen gözyaşlarını silmeye çalıştı ama diğerleri bunu fark etmişti. Selim’in yanına yaklaşarak “Merhaba, sen yenisin galiba?” Selim bu soruya cevap vermez. Çocuklar kendilerini tanıttılar : “Ben Mehmet.” dedi uzun boylu, kahverengi gözlü, siyah gür şaçlı çocuk. Ardından “Ben de Osman.” diye devam etti gözlüklü, saçları yana taralı olan çocuk. Selim çocukların sorularına cevap vermez. Onlar Selim’in bu davranışından rahatsız olsalar da onun gözyaşlarını gördükleri için bir şey demeyip Emel Hanım’a haber verdiler. Emel Hanım, Selim’in bu durumunu görünce onun psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğunu anlar onu yurdun psikologunun yanına götürür. Psikolog Güngör Bey, Selim’i çok sıcak karşıladı. Güngör Bey’in odası çok genişti odanın büyük bir bölümü kitap raflarıyla doluydu. Selim’in gördüğü kitaplar karşısında adeta başı dönmüştü, içinden acaba tüm bu kitapları okumuş mudur?” diye geçiriyordu. Masası dikdörtgen şeklinde koyu kahverengi rengindeydi. Hemen masanın üzerindeki bir aile fotoğrafı Selim’in dikkatini çekti ve özlem ile o fotoğrafa baktığını gören Güngör Bey hemen Selim’in dikkatini başka yönlere çekmek için duvarda asılı duran tabloyu göstererek “Şu tabloda ne görüyorsun” diye sordu. Selim isteksiz bir şekilde tabloya bakar ve bir vazo görüyorum der kısık bir ses tonuyla. Güngör Bey “ Ben de yüzleri birbirlerine dönük iki kişi görüyorum .” Selim tabloya daha ayrıntılı bir şekilde bakınca o da bunu fark etti. Güngör Bey konuşmasına devam ederek: “Hayata her zaman su yüzünde kalanlara bakarız, ayrıntılarına pek inmeyiz bu nedenle hayatımızda çok büyük fırsatları bilmeden elimizin altından kaçırırız. Bu bazen bir sevgili, arkadaş, para veya yeni bir iş olabilir. Bundan dolayı olaylara peşin hüküm vermeden önce her açıdan dikkatli bir şekilde bakmalıyız.” Güngör Bey o gün Selim ile yaklaşık bir saat boyunca sohbet etti ve onu rahatlatmaya, sorunlarına çözüm getirip arkadaşlarıyla uyumlu hale gelmesi için çalıştı. Bunda da başarılıda oldu. Selim terapinin ardından kendini daha iyi hissediyordu odasına gittiğinde orda Osman ve Mehmet aralarında konuşuyorlardı. Selim’i görünce tüm dikkatlerini ona verdiler bu sefer onlara karşılık vererek “Benim adım Selim lise ikinci sınıfta okuyorum anne ve babamı geçenlerde bir trafik kazasında kaybettim.” dedi. Mehmet de kendini tanıtmaya başladı: “Bende senin gibiyim ama annemle babam yaşıyor mu yaşamıyor mu bilmiyorum. Beni yurdun kapısının önünde bulmuşlar. Artık onları merak da etmiyorum ne halleri varsa görsünler.” dedi sitemli bir şekilde. Osman devam eder” Benim de babam vefat etmişti annemi hayal meyal hatırlıyorum üç dört yaşlarındaydım ekonomik gücü olmadığını ve bana bakamayacağını söyleyip beni yurda buraktı. Üçünün ortak bir hikâyesi vardı bir şekilde anne ve babalarından uzaklaşmış ve bu odada bir araya gelmiş olmalarıydı. Daha sonra hep birlikte Selim’e yurdu gezdirmeye başladılar. Önce odaları gezdiler ardından kütüphaneye indiler, ders çalışanlar olduğu için fazla beklemeden oradan çıkıp yemeklerini yedikleri salona geldiler salon oldukça büyüktü mavi masalar ve sandalyeler vardı ayrıca burada televizyon da izlenebiliniyordu. İçeri kısım bitince dışarıya çıktılar. Dışarıda pırıl pırıl bir hava vardı bahçeyi gezdiriyordu o esnada Mehmet’in gözüne Bakıcı Haydar ilişti. Oldukça sert görünümlü yüzünde yılların vermiş olduğu o yorgunluğun çizgileri vardı. Selim’e Haydar’ı göstererek “Bu adamdan uzak dur diyaloga girme.“ dedi. Zaten Selim de ilk görüşte ondan pek hoşlanmamıştı bu çevresine kötü bakışlar atan adamdan. Selim’in ilk günleri böyle geçmişti. Yatağına girdiğinde gözlerini kapatıp anne ve babasıyla geçirdiği o güzel günleri düşünüyordu. Keşke zamanı geri alabilseydim o gün pikniğe keşke hiç gitmeyip evde oturup televizyon izleseydik ya da çekirdek çitleseydik ama o arabaya binmeseydik diye düşünüyordu sürekli.
    Selim arkadaşlarıyla yeni okuluna gitmek için yurttan çıktı. Okulları yurda on dakika uzaklıktaydı. Tesadüfen Selim, Mehmet ile aynı sınıfa düşmüştü. Osman ise aynı hizada bir alt sınıfta derslere giriyordu. Selim pencere tarafındaki sıranın en arkasına Mehmet ile birlikte otururlar. Önlerinde oturan kız arkasını dönerek Selim’e “Hoş geldin sınıfımıza “der samimi bir şekilde. Sonra kendisini tanıtmaya başladı: “Benim adım Naz .“ dedi. Selim de kendini tanıtır. O esnada öğretmen içeriye girdi ve herkes ayağa kalktı.
    Akşam yemeği için yemekhaneye indiler. Selim derslerin vermiş olduğu yorgunlukla epey acıkmıştı. İlk bakışta hoşuna gitmişti kuru fasulye, pilav ve cacıktan oluşan menü. Kaşığını alıp pilava daldırıp ağzına attığında pişmemiş pirinç taneleri adeta diş etlerini deliyordu. Pirinç pilavında aradığı lezzeti bulamayınca kuru fasulyeye kaşığını çevirdi. O da epey soğumuş ve birazda tuzlu olmuştu ama yapacak bir şeyi yoktu. Mecburen yiyecekti.
    Annesinin yaptığı yemekleri şimdiden özlemeye başlamıştı.
    Yemek faslı bittikten sonra Mehmet “Hadi gel sana müzik şöleni vereyim. Benim gitarı alıp bahçede çalayım sana.” der. Selim de küçüklüğünden beri gitar çalmaya çok meraklıydı ve bu yaz tatilinde bir gitar kursuna gitmeyi düşünüyordu. Bahçe de bir ağacın altında bağdaş kurarak oturdular ve Mehmet çalmaya başladı. Gerçekten çok güzel çalıyordu. Selim de dikkatlice onu süzüyor, gitarı nasıl çaldığını izliyordu. Selim” Mehmet bana da gitar çalmayı öğretir misin?” dedi. Mehmet önce biraz şaşırır sonra “Tabi ki sen yeter ki öğrenmek iste ama hocanı yani beni iyi dinlemelisin “dedi gülerek. O esnada Haydar gelir yine kendine has sinirli yüz ifadesi ile bağırarak ”Arkadaşlarınız uyuyor ne ses çıkarıyorsunuz, burayı gazino mu sandınız?” dedi ama o saate kimse uyumazdı çünkü akşam yemeğini yeni yemişlerdi. Bahane bulmak isteyen bulurdu bir şekilde. Bakıcı Haydar’ın neden böyle bir tavır takındığını onlar da anlamıyordu. Selim de bu olaydan sonra çok korkar ama bu olay onun gitara olan aşkını bitirmez. Kendi hayallerinin bu sefer kaybolmasına izin vermeyecekti. Bunu bir şekilde başarmak istiyordu.
    Hafta sonu birlikte Mehmet ile Osman’ın sürekli gittikleri parka gittiler. Park oldukça büyük ve yemyeşildi. İnsanların spor yapabilmeleri için koşu yerleri, koşudan sonra egzersiz yapabilmeleri için egzersiz aletleri vardı. Diğer tarafında ise küçük çocuklar için bir oyun parkı vardı. Yine çimlerin üzerine bağdaş kurup oturdular Mehmet bugün Selim’e nasıl gitar çalınabileceğini öğretecekti. Önce gitarı nasıl tutacağını gösterdi. Hangi elini gitar üzerinde nasıl hareket ettirmesi gerektiğini gösterdi. Selim de o esnada pür dikkat Mehmet’i dinliyordu ancak böyle bakarak öğrenemezdi uygulamada yapmalıydı bunun için kendine bir gitar almaya karar verdi. Yurda dönüş yolunda Selim aniden bir dükkânın önünde durdu ve vitrinde duran siyah kenarları bir alev kıvılcımı gibi döşenmiş bir gitar gördü. Bu gitarı çok beğendi. İçeriye girerek gitarın fiyatını sordu. Adam 200 TL olduğunu söyleyince elini cebine atar sadece 40 TL parası olduğunun farkına varıp ve dışarı çıktı. Arkadaşları da durumuna çok üzüldüler. Mehmet ve Osman para toplamaya karar verdiler. Önce yurt müdürüne olanları anlatırlar sonra diğer yurt çalışanlarından da yardım istediler en sonunda Selim’in beğendiği gitarı alabilecek kadar para toplanmıştı. Ona haber vermeden gitarı alıp yatağının üstüne koydular. Selim odaya girdiğinde yatağının üstündeki gitarı görünce ilk önce acaba yanlışlıkla bunu biri buraya mı koydu diye geçirdi içinden. Sonra bunu geçenlerde o vitrinde görüp beğendiği gitar olduğunu anladı. Osman ve Mehmet de odaya girerler “O senin kardeşim yurtta para topladık sana aldık.” dediler. Bu hediye onu çok mutlu etmişti. Son günlerde yaşadığı onca üzüntü ve sıkıntıdan sonra ilk defa yüzü gülüyordu. Bunun için arkadaşlarına teşekkür ederek sarıldı.
    Yine o parka giderler bu sefer ellerinde iki gitar vardı. Her zamanki yerlerine geçip gitar çalmaya başladılar Mehmet bu defa sesleri nasıl çıkartabileceğini gösterdi. Önce Mehmet çalıyor arkasından da Selim çalıyordu. Arada bir Selim hiç alakası olmayan sesler çıkardığında Mehmet ona ilkokul çocuğuna öğretmenin kızdığı gibi azarlardı. Selim “Merak ediyorum Mehmet böyle güzel gitar çalmasını nasıl öğrendin?” Mehmet cevaplar ”Biz Osman ile sık sık buraya gelir kafamızı dinler laflardık. Aynı zamanda burada yırtık elbiseli, kirli sakalı, orta yaşlı bir abimiz vardı. Burada gitar çalar, ardından başından çıkardığı şapkasını yere atarak para toplardı. O para ile de geçimini sağlardı. Biz de burada tanıştık bende senin gibi çok hevesliydim gitar çalmaya ondan bana öğretmesini istedim. Benim kadar kolay kabul etmedi gitar öğretmeyi.”Peki nasıl kabul etti öğretmeyi?”Mehmet başını yere eğerek anlatmaya devam etti. “Yetimhanede kaldığımı öğrenince kabul etti beni o elinde gitar gezdirip de çalmayı bilmeyen zengin şımarık çocuklardan sanmıştı. Şimdi o adam nerde diye soracaksan ben de bilmiyorum. Artık buralara hiç uğramıyor zaten evini de bilmiyoruz. Belki de bir evi de yoktur dışarıda kalıyordur. Gerçekten çok iyi biriydi, umarım kötü şeyler başına gelmemiştir.” dedi içini çekerek. Fazla geç olmadan yurdun yolunu tuttular. Zaman öyle geçmiş ki akşam olduğun her taraf karanlık olunca anladılar.
    Sınav haftası gelmişti. Yurtta herkes harıl harıl ders çalışıyordu. Kimileri kantinde otururken bile kitaplarını yanından ayırmıyordu. Selim herkesin ders çalışırken Mehmet’ in öylece her gün yatağına uzanıp kulaklıktan müzik dinlediğini görünce Mehmet’ e neden ders çalışmadığını sordu. Mehmet “Liseyi bitirsem yeter bana. Ben gitarıma güveniyorum onun için de ders çalışmama gerek yok, sınav günü yaparım bir şeyler” dedi. Daha sonra hazırladığı kopya kâğıtlarını göstererek “Ben çalışmamı yaptım” dedi. Mehmet nerdeyse tüm yıl işledikleri konuları o ufak tefek kâğıtlara yazmıştı, o kadar küçük yazmıştı ki Selim ne yazdığını okuyamıyordu. Selim ise arkadaşının bu davranışını tasvip etmediğini söyler çünkü hayatta her zaman beklemediğimiz sürprizlerle karışlaşabiliriz. Bunun için çalışmamız gerekir en azından bir lise diploması alacak kadar kendilerini geliştirmeleri gerektiğini belirtir.
    Sınav günü gelmişti, Mehmet ve Selim arka sırada oturuyorlardı. Mehmet pencere tarafında Selim de yanındaydı. Sınıfın içinde büyük bir gürültü vardı. Bazıları yanındaki arkadaşıyla tekrar yapıyor, kimileri ise bağırdığının farkında olmadan kendi kendine tekrar yapıyordu. Mehmet, bağırarak tekrar yapan arkadaşına dönerek “Kafam şişti yeter be!” dedi kızgın bir ses tonuyla. Mehmet sınav günü çalışmamış ve ne olacağını bilmemenin vermiş olduğu stresle çok agresifti sürekli ters cevaplar veriyordu. Bu yüzden Selim pek üstüne gitmeyip konuşmuyordu onunla. Az sonra sınıfa Enver Hoca elinde sınav kâğıtlarıyla girdi. Bir anda herkes çalıştığı ders notlarını sıraların üzerinden kaldırdı. Enver Hoca “Çocuklar sorular çok kolay tüm sene boyunca dersi dikkatli bir şekilde dinleyenler çalışmasalar bile rahatlıkla sorulara cevap verebilir. Sınavda A ve B olmak üzere iki grup vardı. Mehmet A grubunda, Selim de B grubundaydı. Sınav kâğıtları ön sıradan itibaren dağıtılmaya başlandı. Selim sınav kâğıdını alıp okuyunca gerçektende soruların çok kolay olduğunu gördü. İçinden keşke Mehmet de çalışsaydı da kopya çekmek zorunda kalmasaydı diye geçiriyordu. Bir ara sınavda Mehmet’ in kâğıdına baktı ve kalbi gibi bembeyaz boş bir kâğıt gördü. Hiç başlamamıştı belli ki kopya çekmek için fırsat kolluyordu. O fırsat bir ara doğdu. Enver Hoca ayakta gezmekten yorulup masasına geçince Mehmet sağ iç cebinden çıkardığı kopya kâğıdını dizlerinin üstüne koydu ve bakıp bakıp yazmaya başladı. Yazarken öyle heyecanlı ve aceleciydi ki her an bir hata yapacağını belli oluyordu. İşte o esnada bir ön sırada oturan Naz kafasına takılan bir soruyu hocasına sormak için elini kaldırdı. Mehmet, Naz’ın elini kaldırdığını görmez ancak hocasının oraya hareket ettiğini fark edince panikler ve dizlerinin üstünde duran kâğıdı düşürdü. Kâğıt havada süzülerek biraz da sınıf kapısının altından gelen hafif rüzgârla sıranın dışına kadar çıktı. Mehmet kâğıda müdahale edemiyordu zaten iş işten geçmişti Enver hoca yaklaşmıştı, çok korkuyordu. Her şeyin bittiğini çoktan düşünmeye başlamıştı. Enver Hoca eğilerek Naz’ın sorusuna sessizce cevap vermeye çalıştı. O esnada durumu fark eden Selim hemen ayağıyla kâğıdın üzerine basarak sakladı. Enver Hoca tam doğrulurken Selim’in ayağının altından kenarları hafifçe dışarıda kalan kâğıdı fark etti. ”Selim ayağını kaldırabilir misin?” dedi. Bu sefer heyecanlı ve stres dolu dakikalar Selim için başladı. Selim’ in yüzü kızarmaya alnından süzülen terler sınav kâğıdının üstüne dökülmeye başladı. Selim kendisinin suçsuz olduğunu sadece arkadaşının yere düşen kopya kâğıdını sakladığını hocasına söylemek ile söylememek arasında kalır ancak daha sonra arkadaşını koruma içgüdüsü ağır bastı. “Kâğıt benim hocam. Çalışamadığım için bu yola başvurdum, üzgünüm hocam.” dedi. Selim arkadaşını korumayı tercih eder çünkü bu dünyada artık kendisini seven çok az kişi kalmıştı onlardan biri içinde kendini feda etmeye hazırdı. Hocaları “Hepiniz çok iyi saygılı çocuklarsınız sırf böyle kopya gibi kötü bir şey yapmamanız için soruları kalay hazırladım, ama görüyorum ki yine de olmuyor.” dedi. Selim de bu sözler üzerine başımı yere doğru eğerek hocasının azarlamalarını dinliyordu. Mehmet ise olanları şaşkınlıkla izliyordu. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Hocası Selim’in kâğıdını almış sınıftan çıkmasını istiyordu. Selim daha kapıdan çıkmadan Mehmet arka sıradan “Hocam Selim’in bir suçu yok ben kopya çektim, o kâğıtta bana ait. Siz bize doğru yürürken düşürdüm Selim de ayağıyla onu kapatmaya çalıştı.” Diye bağırdı. Selim bu sözleri duyunca arkadaşı hakkında yanılmadığını düşündü. Bu sözler üzerine hocası Mehmet’ten de sınav kağıdını ister, Selim’e de kopya çeken birisine yardım ettiği için yinede affetmez; ama her ikisinde bir daha tekrarlamamak şartıyla disipline kuruluna vermekten vazgeçer. Bunda aralarında ki arkadaşlığın etkisi büyüktür. Mehmet sınavdan sonra arkadaşına sarılarak” Benim için kendini az kalsın feda ediyordun ben buna değer miyim”? Selim “Tabii ki bizim artık birbirimizden başka kimimiz kaldı ki bu dünyada” dedi. Bu olay sayesinde Selim ve Mehmet’ in arkadaşlık duyguları daha çok gelişti. Mehmet yine de arkadaşını böyle zor bir duruma düşürdüğü için çok üzülmüştü ve pişman olmuştu, ömründen bir ömür geçmişti. Bu olaydan ders çıkarıp artık sınavlarına günü gününe çalışmaya karar verdi.
    Okulun son günleriydi, lise sonların mezuniyet partisi hazırlıkları yapıyordu. Selim de bu partiye katılmak istiyordu; ancak sadece lise sonlar katılabiliyordu. Bu sırada Mehmet büyük bir heyecanla kapıyı açarak yatağında uzanan Selim’e” Selim sana bir müjdem var artık sadece çimlerin üzerinde çalmayacağız. Okulun bu seneki mezuniyet partisine iki tane gitarist aranıyor. Okulun tiyatro salonunda seçmeler yapılacak hadi gidip bizde katılalım. ” dedi. Selim gidip gitmemekte karasız kalır; çünkü yeni başladığı bu uğraşta başarısız olup seçilememekten korkuyordu. Mehmet’ e “Bilmiyorum katılsak mı? “ diye sordu. Mehmet “Tabii ki katılacağız, bu kendimizi göstermemiz, biz de buradayız dememiz için büyük bir fırsat.” Mehmet bu fırsatı kaçırmak istemiyordu; çünkü yaklaşık üç senedir bu işi yapıyordu ve hiç kendini gösterme fırsatı bulamamıştı ve bunu kaçıramazdı. Selim, Mehmet’ in gözünde ki bu isteği görünce onu kıramaz ve teklifi kabul etti. Gitarlarını da yanlarına alarak tiyatro salonuna giderler önlerinde epey bir sıra vardı. Onlarda sıraya girdiler. Selim içinden acaba beni seçerler mi diye geçiriyordu. Mehmet ise çok rahat görünüyordu sanki kazanacağından çok emindi. Bunda Selim’den daha önce bu işe başlayıp tecrübeli olmasının etkisi büyüktü. En sonunda sıra onlara gelmişti sahneye çıktılar sahnede iki sandalye vardı, karşılarında ise üç kişilik bir jüri vardı. Yerlerine oturup çalmaya başladılar. Selim bir yandan çalıyor diğer yandan da şarkı söylüyordu o esnada salonda olan herkes başını kaldırıp sahnedeki bu iki gence kulak veriyordu. Şarkıları bitince büyük bir alkış topladılar Selim üzerindeki o stresi attı bunda aldıkları alkış sesleri çok etkili olmuştu. Mehmet elini Selim’ in omzuna atarak” Bak ne demiştim sana, rahat ol bu fırsatı kaçırma seçilebiliriz.” Selim ise “ Hemen seçildik deme daha sonuçlar açıklanmadı. “Sonuç belli “ dedi Mehmet kendinden emin bir edayla. Bekleme salonunda sonuçların açıklanmasını bekliyordular. On dakika sonra kapıdan sınıf arkadaşları Naz’ın abisi Polat kapıdan çıktı bu organizasyonda o da görevliydi. Herkes Polat’ın etrafına toplanır. “Arkadaşlar hepinizin ellerine, ayaklarına, seslerine sağlık buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz. Biliyorsunuz ki aranızdan sadece iki kişi seçebileceğiz onlar: Selim ve Mehmet.” Sonuçları duyunca birbirlerine sarılırlar. Polat onların yanına doğru gelir “Tebrik ederim. Naz sizden daha önce bahsetmişti bana ama ben seçmeler yaparak en iyisini aradım; çünkü bu geceye çok önem veriyorum.” Selim de
    “ İnşallah partinize renk katacağız” dedi. Polat çalışmalarınızı burada yapabileceklerini bunun için tüm izinlerin alındığını kendilerine söyledi. Hemen fırsat kaybetmeden yarın burada çalışmaya karar verirdiler.
    Sabah erken kalktılar, yolda iki simit alıp okulun tiyatro salonuna geçerek ve vakit harcamadan çalışmaya başladılar. Onlar bu işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlardı; çünkü bu onların ilk deneyimleriydi ve başarılı olmak istiyorlardı.
    Mezuniyet günü gelip çatmıştı. Tören için bir düğün salonu kiralanmıştı. Salonun içi süslenerek gece için hazır hale getirilmişti. Selim ve Mehmet erken gelmişlerdi son provalarını da orada yapıp kıyafetlerini değiştirdiler. Selim üstünde özgürlük anıtının resmi olan beyaz bir tişört giymişti, Mehmet ise siyahlara bürünür siyah bir kot pantolon, üstüne siyah bir tişört giymişti.
    Yavaş yavaş salon dolmaya başlamıştı. Davetliler adeta kendi aralarında güzellik yarışması yapıyorlardı. Tüm konuklar gelince sahneye önce Polat çıktı ve kısa bir konuşma yaptı. Ardından sahneye kendilerine müzik ziyafeti verecek olan Selim ve Mehmet’i davet etti. Alkışlar arasında sahneye çıktılar. Gitarları ellerine aldılar ve çalmaya başladılar. İlk olarak hareketli bir şarkıyla başladılar. Bunun üzerine konuklar oturdukları yerlerden kalkarak pistte dans etmeye başlardılar. Sahnede oynayanlar arasında Naz, Selim’in dikkatini çeker. Sadece lise son sınıflar davet edilmişti. Naz ise abisinin organizatör kontenjanından yararlanarak gelmişti. Naz o gün Selim’in dikkatini çekmişti. Giydiği beyaz elbisesi, arkasından dalgalanan siyah saçları ve hafif makyajı ile Selim’i çok etkilemişti. Nasıl olurda bir yıl boyunca ön sırada oturan böyle bir güzelliği fark edememişti. Naz’a o kadar çok bakıyordu ki bir an sözleri unutur gibi oldu. Mehmet, hemen Selim’i uyarır” Kardeş kendine gel” dedi. Selim kendini toparlar ve işine tekrardan konsantre olur. Sahnedeki işini bitirip seyircileri selamladılar, herkes onları çok yoğun bir şekilde alkışlayarak sahneden uğurladı. Selim sahneden ayrıldıktan hemen sonra soluğu Naz’ın yanında alır kendisinden beklenmedik bir şekilde. “ Merhaba Naz, çok güzel görünüyorsun” dedi Selim. Naz, Selim’in bu sözlerine çok sevinir “Teşekkür ederim, sende çok iyisin, abim sana çok güveniyordu karşılığını şimdi fazlasıyla almıştır.” Diye karşılık veriri. Selim “Aslında ben size minnettarım sayenizde burada kendimizi gösterme fırsatı bulduk.” Bu sözlerin ardından Selim ve Naz bir süre öylece bakışırlar o gürültülü ortamda hiçbir ses duymuyorlardı, sanki hiç kimse orada yokmuş o ikisi tek varmış gibi gözleri birbirinden başka kimseyi görmüyordu. Selim ilk defa böyle oluyordu tarif edemediği çok yoğun duygular yaşıyordu ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu sözler boğazında düğümleniyordu. Hafif bir sıcaklık hissetti vücudunda. Her halde bu tarifsiz duygunun adı aşktı.
    Bu sessizliği en sonunda Selim bozar biraz cesaretini toplayarak Naz’a” Naz seni daha yakından tanımak, arkadaşlığımızı ilerletmek istiyorum” dedi. Naz da bu soruya sanki kırk yıldır evlenmeyi bekleyen bir kadının verdiği aceleci bir ses tonuyla “evet” diyerek yanıtlar. O esnada kendilerini bir müddet uzaktan izleyen Mehmet yanlarına geldi. “Ne kaynatıyorsunuz böyle arkadaşlar?” dedi. Selim başını yana sallayarak “Hiç” cevabını verdi.
    Mezuniyet partisi bitmişti herkes birbiriyle vedalaşıp sınav için başarı dileklerinde bulundu.
    Selim ve Mehmet de yurda yürüyerek gidiyordu. Hava çok güzeldi bu havada yürümeyi tercih ettiler. Yolda Mehmet, Selim’e “Naz ile ne konuştunuz öyle dalgın dalgın? Merak ettim bir ara sana seslendim ama hiç oralı olmadın.” Selim arkadaşının bu ısrarlı soruları karşısında artık susamadı ve cevap verdi:”Naz’a onu daha yakından tanımak istediğimi, arkadaşlığımızı ilerletmek istediğimi söyledim.”Mehmet “Sen aşık oluyorsun galiba” dedi. Selim’in bu sözler üzerine yüzü tekrardan hafifçe kızardı.
    Selim o hafta sonu yurtta aynanın önünde sürekli bir kıyafetini çıkarıp diğerini giyiyordu. Hangisini giyeceğine bir türlü karar veremiyordu. Osman, Selim’in bu durumuna çok kızdı. Selim ilk defa Naz ile sinemaya gidecek olmanın verdiği heyecan ile çok kararsız kalıyordu. En sonunda Osman kendisine ait olan paltoyu Selim’e uzatıp “Al bunu giy” dedi. Selim bu kıyafeti beğendi ve arkadaşına teşekkür etti. Arkadaşları onu yurdun kapısının önüne kadar uğurlayıp iyi şanslar dileğinde bulundular. Kararlaştırdıkları gibi sahilde buluşacaklardı. Selim oraya geldiğinde Naz daha gelmemişti bir banka oturup Naz’ı beklemeye başladı. O esnada yanına gül sepeti taşıyan bir kadın yaklaştı “ Abi bir gül almaz mıydınız?”dedi kadın. Konuşmasından Roman olduğu belliydi bu yaşlı kadının. Selim sepetin içindeki kırmızı gülleri çok beğenip bir demet aldı ve Naz’ı beklemeye devam etti. Az sonra Naz geldi” Selim kusura bakma seni çok beklettim galiba.” dedi. Selim elindeki gülleri Naz’a uzatarak “Önemli değil bende az önce geldim, fazla beklemedim” dedi. Naz kendisine uzatılan çiçeği burnunu doğru götürüp kokladıktan sonra dizlerinin üstüne koydu. Selim “ Hangi filmi izlemek istersin?” diye sordu. “Herhangi bir film olabilir ama duygusal filmlerden daha çok hoşlanırım.” Bunun üzerine Selim “Aşk Tutulması” adlı filmi önerdi. Naz da bu filmi çok duyduğunu; ancak hiç izleme fırsatı bulamadığını söyledi. Beraber filmi izlemeye gittiler, kendilerine ait olan koltuklara oturup filmi izlediler. Filmi izlerken Selim, Naz’ın bir ara ağladığını fark eder belli ki çok etkilenmiş duygusal sahnelerden. Selim cebinden çıkardığı mendili Naz’a uzatır. Nihayetin de film bitti, salondan çıkıp sahile doğru gittiler. Naz filmin özellikle başrol oyuncusunu eleştirir ” Bu erkekler hep böyle sevdiklerini çok mu ihmal eder, Futbola daha mı bağlıdır erkekler?” dedi. Selim gülerek bu soruyu cevaplar” Ben Galatasaraylıyım ama futbolla pek ilgilenmem, ilgi alanımda daha çok gitar çalmak var.” dedi. Bu sözler üzerine Naz tam olarak istediği cevabı alamasa da konuyu kapattı. “Bana aileni anlatır mısın?” dedi Naz. Bu soru üzerine Selim içinden bir “ah!” çekerek cevaplar:”Annem ve babamı bir trafik kazasında kaybettim” Naz bir an Selim’in kimsesizler yurdunda kaldığını unuttu. “Başın sağ olsun “dedi. Hemen konuyu dağıtmak için kendinden bahsetti” Okuldan eve evden okula böyle bir hayatım var. Babam çok otoriter biridir ama o kadar da şefkatli ve sevgi doludur. İdealist bir öğretmen olmak istiyorum” dedi. Selim ise ilerde ne olacağına daha karar vermemişti; ancak gitar çalmayı ve ilerde bir müzisyen olmayı düşünüyordu. Naz bir anda saatine baktı“Çok geç kaldım eve gitmem gerekiyor” deyip vedalaşarak oradan ayrıldı. Selim de çok gecikmişti, yurda son giriş saatinden tam yirmi dakika geçmişti. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Naz tesadüfen saatine bakmasaydı belki daha çok gecikecekti, koşar adımlarla yurda gidiyordu. Yolda giderken Naz ile geçirdiği o güzel dakikaları düşünüyordu. Yurda geldiğinde kapının önünde Bakıcı Haydar duruyordu. “Gelmen gereken son giriş saatinden tam otuz dakika geçti seni bu saatten sonra içeri alamam, bu günü dışarıda geçir de aklın başına gelsin” dedi. Bunun üzerine Selim adeta şok geçirir ne yapsa da ikna edemez Haydar’ı ve kapının önündeki betonun üzerine oturup beklemeye başladı. Osman ve Mehmet, Selim’i merak ettiler; çünkü son giriş saati geçmiş ve Selim hala gelmemişti. Selim’in de bahçede olduğunu düşünerek onu aramaya başlardılar ve Selim’i dış kapının önünde yere oturmuş bir şekilde gördüler. Mehmet “Ne oldu, neden burada oturuyorsun?” dedi. Selim cevap verir: ”Haydar abi beni içeri almadı, çok geç kalmışım” dedi. Bunun üzerine hemen Emel Hanım’a haber verdiler. Emel Hanım bir daha böyle bir şey yapmaması şartıyla Selim’i içeri aldı. Bunu öğrenen Haydar, Emel Hanım ile yoğun bir tartışmaya girdi. Tartışma sesleri kendilerine kadar geliyordu bu durumdan Selim kendisini suçlu hissetti. Selim’in iyi başlayan günü bir anda kâbusa dönmüştü çok pişmandı. Naz’ın güzelliğine dalarak zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti. Oysaki kendini her zaman kontrol altına alabiliyordu bu sefer alamamıştı. Galiba bu kıza gerçekten âşıktı.
    Yaz tatiline girmişlerdi öylece bir şey yapmadan oturmak, canlarını çok sıkıyordu. Bir iş bulup çalışmak istiyorlardı en azından ekonomik açıdan rahatlamak istiyorlardı. Selim” Hadi böyle burada boş boş oturmakla iş ayağına gelmez.”dedi. Dışarıya çıkıp dükkanların, kafelerin, iş ilanlarına baktılar. Birkaç yere iş başvurusunda bulundular; ancak olumsuz yanıtını aldılar. Bunda iş tecrübelerinin olmamasının etkisi büyüktü. Aldıkları olumsuz cevaplar karşısında Selim, Mehmet’e “ O zaman bizde tecrübemizin olduğu bir işi yapalım.”dedi. Mehmet “ Peki neymiş bizim tecrübeli olduğumuz o iş? Dedi.” Selim arkadaşına dönüp parmaklarını göstererek” Bizde gitar çalalım kalabalık mekânlarda, sana gitar çalmayı öğreten abin de böyle hayatını sürdürüyordu. Bunu bizde yapabiliriz.” Bu fikir Mehmet’in aklına da yattı. Neden kendisi böyle bir şey düşünmemişti diye içinden yakınıyordu.
    Taksim de boş bir dükkânın önünde oturdular. Gitar çantalarını önlerinde açık bir şekilde bırakıp çalmaya başladılar. Selim de bu esnada yeni bestelediği şarkıyı söylemeye başladı. Bu şarkı yoldan geçenlerin çok hoşuna gitmiş olmalı ki; durup onları dinlediler. Kısa bir süre sonra çantalarına bozuk paralar atılmaya başladı. Selim ve Mehmet bu yeni işlerinden çok hoşnut oludular. Bir aya yakın burada çalıştılar. Bir gün işleri bitip yurda giderken önlerini yüzünde çeşitli bıçak izleri, kolların da çizik ve sigara izleri olan 23–25 yaşlarında biri kesti.” Burada çaldınız eğlendiniz de hani bizim sakal parası” dedi elini sakallarına sürüp. Mehmet “ Ne diyorsun sen ne sakalı?” adam “ Benimle alay mı ediyor sununuz bu mekan bana ait burada çalışmak için beni görmelisin” der. Orada sakalın ne anlama geldiğini öğrenirler. Adam onlardan haraç kesiyordu ama ne kazanıyorlardı ki, ne vereceklerdi? Mehmet “ Biz bir şey kazanmıyoruz ki” dedi. Adam eliyle Mehmet’in boğazını sıkmaya kalkıştı o esnada Selim hemen yerden aldığı taşla adama vurdu. Adam arkasını dönerek çıkardığı bıçağı Selim’in sol bacağına sapladı ve koşar adımlar olay yerinden kaçtı. Mehmet bir müddet adamın peşinden koştuktan sonra arkadaşının durumunu merek ederek onun yanına döndü. Döndüğünde Selim’in etrafında büyük bir kalabalık gördü. Selim hastaneye kaldırıldı. Doktor yarasına baktığında yaranın fazla da derin olmadığını gördü. Bacağına dört dikiş atıp aynı gün taburcu ettiler. Selim’i hastaneden almaya: Emel Hanım, Naz, Osman ve Mehmet geldi. Tabii ki önce kapıda duran polise ifadesini vermek zorundaydı. Kendisini bıçaklayan kişiyi tanımadığını arkadaşı Mehmet’i korumak için ona vurduğunu, onun da kendisini bıçakladığını ve şikâyetçi olduğunu söyledi. Polis de adamı yakalayacağının sözünü vererek oradan uzaklaştı. Naz, Selim’e sarılarak” Çok korkuttun beni bana bir daha bunu yapma ne olursun” dedi hüzünlü bir ses tonuyla.
    Selim artık tamamen iyileşmişti yeniden çalıp söylemeye kendini hazır hissediyordu. Müzik ile olan ilk denemelerinden kötü bir anıları olsa da bu olay Selim’i yıldırmamış aksine onu daha da kamçılamıştı. Selim, Mehmet’e: ” Hadi kalk, yarım kalan işimizi bitirelim” dedi. Mehmet ise” Daha yeni iyileştin hem seni yaralayan adam hala dışarıda geziyor. Bu çok tehlikeli bunu asla kabul edemem.”Selim çok ısrar etmişti ve artık arkadaşını kıramayıp teklifini kabul etti. Bu defa sürekli gitar çaldıkları, gitarı öğrendikleri o parka gittiler ve orada çalmaya devam ettiler.


    En son 801060060 tarafından Çarş. Ara. 29, 2010 2:09 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
    avatar
    801060060


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 24/12/10
    Nerden : ELAZIĞ

    KİMSESİZLER - GÜNGÖR GÜNEŞ Empty Geri: KİMSESİZLER - GÜNGÖR GÜNEŞ

    Mesaj  801060060 Cuma Ara. 24, 2010 12:15 pm

    O gün Osman’ın sağ gözü sürekli kaşınıyordu. Durumunu fark eden Selim” Osman bir sorunun mu var, gözünü neden sürekli kaşıyorsun?” dedi. Osman da “ Benim gözüm ne zaman kaşınırsa o gün güzel bir haber alırım” cevabını verdi. Birkaç dakika sonra o müjdeli haber Naz’dan geldi. Telefonda abisi Polat’ın kendilerine bir eğlence mekânında iş bulduğunu, isterlerse orada çalışabileceklerini söyledi. Bu haberi alınca ikisi de Osman’ın üstüne atlayarak sevinç gösterilerinde bulundular. Hemen ayrıntıları konuşmak için Polat ile buluştular. Polat onları eğlence merkezinin sahibiyle konuşmaları için oraya götürdü. Eğlence merkezinin kapısında iki tane iri yarı badigart vardı. Kendilerini durdurarak “Damsız girilemeyeceğini söylediler. Polat: "Adnan Bey ile görüşecektik, bizi bekliyor” dedi. Badigartlardan biri içeri girdi beş dakika sonra dönerek “Adnan Bey sizi bekliyor buyurun arkadaşlar size eşlik edecekler.”dedi. Kapıdan içeriye girdiklerinde ise yarı karanlık olan bir ortamda buldular kendilerini. Hoparlörden çıkan yüksek ses kulaklarını tırmalıyordu.Eğlenen gençlerin arasından geçerek üst katta patronun odasına doğru ilerlediler. Yürürken bir yandan da üstüne başına çeki düzen veriyorlardı; çünkü ilk izlenim çok önemliydi. Kapıya vurup içeriye girdiklerinde onları göbekli, kısa boylu, gözlüklü adam karşıladı.” Hoş geldiniz, hiç uzatmadan konuya gireyim. Polat, sizi bana çok medetti ona güveniyorum. Personelimi işe araştırmadan almak aslında hiç huyum değildir. Size teklifim şu: Akşam dokuzdan gece üçe kadar burada çalışacaksınız, karşılığında asgari ücret vardır. Aynı zamanda sigortanız da olacak.” Selim ve Mehmet bunun üzerine birbirlerine düşünceli bir şekilde baktılar; çünkü çalışma saatleriyle yurda son giriş saatleri uyuşmuyordu. Selim “ Adnan Bey biz yurtta kalıyoruz çalışma saatlerimiz uyuşmuyor.” dedi. Adnan Bey “Siz bilirsiniz gençler, bana o saatlerde lazımsınız artık bunu siz çözeceksiniz.” dedi. Selim ve Mehmet düşünmek için biraz zaman istediler. Yurda koşar adımlarla gittiler hemen Müdür Beyin bulunduğu odanın kapısını çaldılar. İçeriye girdiklerinde Müdür Beyin yanında Haydar da vardı. Selim ”Müdür Bey, biz bir eğlence merkezinde gitarist olarak iş bulduk ama çalışma saatlerimizle yurda son giriş saatlerimiz uyuşmuyor. Bize yardım edebilir misiniz?” O esnada Bakıcı Haydar hemen konuya balıklama atladı. “ Olur mu gençler! Uymamız gereken yönetmelikler var. Onların dışına çıkamayız. Bir müfettiş gelse bu durumu görse açıklayamayız. Gidin gündüz çalışabileceğiniz bir iş bulun” dedikten sonra müdürün yüzüne baktı onay bekler bir tavırla “Öyle değil mi müdürüm?” dedi. Müdür Bey bakıcının sözlerinden etkilenir. Başının daha sonra ağrımaması için istemeyerek de olsa gençlerin bu teklifini geri çevirdi. Umdukları cevabı bulamayınca çok üzüldüler, dünya adeta başlarına yıkıldı. Müzik kariyerlerini ilerletmek için bu teklifi kaçırmamaları gerekiyordu. Bu sorunu nasıl çözebilirlerdi? Akşam yatarken bu soru ikisinin de kafasını oldukça kurcaladı. Sabah kalktıklarında kahvaltıda hiç konuşmadılar. Okula gitmek için yola çıktıklarında sessizliği bu defa Mehmet bozdu ” Dün olanlar için ne düşünüyorsun?” dedi. Selim “Ben çalışmak istiyorum bunun için her türlü riski göze alabilirim.” Mehmet de aynı şeyleri düşünmüştü ve çözüm olarak yurttan çıkmaya karar verdiler. Bunun üzerine Osman “Ben ne yaparım siz gidince? Siz yokken katlanamam ben buraya, siz yoksanız ben de yokum.”dedi. Bunun üzerine Mehmet elini arkadaşının omzuna attıp ”Bizimle gelirsen bizi çok mutlu edersin kardeşim.”dedi. Selim de başını sallayarak Mehmet’e katıldığını ifade etti.
    Tekrardan eğlence merkezine gittiler. Kapıdaki görevli bu defa onlara kim olduklarını sormadan içeriye aldı. Doğrudan patronun odasına çıktılar, kapıyı çalıp içeriye girdiler. Patron onları görünce ellerini açıp: ”Hoş geldiniz çocuklar, evet kararınızı verdiniz mi?” dedi. Mehmet “Evet Adnan Bey sizinle çalışmak istiyoruz bunun için yurttan çıkmayı da göze aldık.” Adnan Bey, bu davranışlarını çok beğendi ve konuşmasına devem etti.” Hayat bir risktir yaşamakta büyük bir risk. Risk almadan hayallerinizi gerçekleştiremezsiniz. Ben bu eğlence merkezini açmak için tüm servetimi riske ettim. Zarar etseydim her şeyimi kaybedecektim ama şimdi zamanında aldığım bu riskin meyvelerini topluyorum. Bir şeyleri yapmak için fedakârlıkta bulunmayanlar tüm hayatları boyunca hayallerinin gerçekleşmesi için bir şeyler olmasını beklerler.” Selim ve Mehmet de o konuşurken başlarını sallayarak ona katıldıklarını gösteriyorlardı. Daha sonra büyük çelik kasadan çıkardığı parayı onlara uzatarak “Bu ilk avansınız, bununla ihtiyaçlarınızı karşılarsınız.” Selim çok teşekkür ederek bir maruzatlarının daha olduğunu söyledi” Bizim Osman adında bir arkadaşımız daha var. Biz yurttan ayrılınca o da çıkmak istedi. Belki çok şey istiyoruz sizden ama ona da uygun bir iş var mı?” Adnan Bey “ Tabi aslında garson açığımız da var siz yarın işe gelirken, onu da yanınızda getirin.”dedi. Bu sözler üzerine her ikisi de içinden sevinç çığlıkları attı. Mehmet: “Size çok teşekkür ederiz Adnan Bey. Bize çok büyük bir babalık yaptınız.”dedi. Adnan Bey “ Gençler bu bizim görevimiz. Şimdi sizin gözlerinize bakıyorum da kendi gençliğimi görüyorum; hırslı, kararlı ve inanmışsınız. Keşke oğlumda sizin gibi biri olabilseydi. Hazır paraya konmuş harcıyor” dedi sitemli bir ses tonuyla. Selim ve Mehmet tekrardan teşekkür edip oradan ayrıldılar ve kendilerini kapının önünde bekleyen Osman’a müjdeli haberi verdiler. Osman da bu haber üzerine çok mutlu oldu.
    Yurttan çıkmak için tüm hazırlıklar sürüyordu. İlk iş olarak kalacak bir ev aradılar. Bunun için İstanbul’un her yerini gezdiler. Nihayetinde bütçelerine uygun bir ev buldular. Ev bir oda, bir salondu. Evi tuttuktan sonra ilk iş olarak ikinci el eşya satan yerlere giderek evlerine birkaç parça eşya aldılar. Daha sonra da yurttan çıkış belgelerini almak için yurda döndüler.
    Yurtta arkadaşları ve yurt görevlileriyle vedalaştılar. Bu son günlerinde herkes onlara çok sıcak davrandı. Eşyalarını toplayıp yurt kapısından çıkarken Selim arkasını dönerek bir süre yurda bakındı. Buraya ilk geldiği gün hatırlıyordu. O zamanlar hayattan hiçbir umudu yoktu her şeyini kaybettiğini düşünmüştü. Burada kendine yeni bir hayat kurma fırsatı bulmuştu, acısıyla tatlısıyla burada birçok anısı vardı. Yaşadığı günler bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Yeni evlerine doğru artık yola koyuldular.
    İş yerlerindeki ilk mesailerine provalarla başladılar. Mehmet ve Selim’ den başka bir elektrogitarcı, baterist ve solist bulunuyordu. İş arkadaşlarıyla hemen kaynaşıp arkadaş oldular. Bir iş yerinde iyi bir çalışma ortamının olması için çalışanlar arasında iyi ilişkiler olması gerekir. Provalar sırasında hangi parçaları hangi sırayla çalacaklarını prova ettiler.
    İşe başladıkları günden bu yana altı ay geçmişti. Artık işlerinde daha da ustalaşmış, ellerindeki enstrümanlar ile bütünleşmişlerdi. Bir yandan çalışırken diğer yandan da okullarına devam ediyor, ellerinden geldiğince derslerini de ihmal etmemeye çalışıyorlardı. Osman ise dershaneye yazılmış üniversite sınavına hazırlanıyordu. Selim ve Mehmet liseyi bitirmek ve müzik alanında kendilerini geliştirmek istiyordu.
    Gel zaman git zaman artık lise hayatlarının bitmesine bir hafta kalmıştı. Bir hafta sonra hepsi mezun olacaktı. Mezuniyet partisini abisinden aldığı deneyimlerle bu defa Naz organize ediyordu. Naz çok farklı ve güzel bir parti düzenlemek istiyordu bunun için her ayrıntıyı düşünüyordu. Bu seferki parti diğer düzenlenenlerin aksine bir salonda değil de açık bir alanda yapmayı planlıyordu.
    Öncelik uygun bir mekân bulmak gerekiyordu ve zamanı kısıtlıydı ama aklına bu partiyi yapabilecekleri bir mekân gelmiyordu. Diğerlerinden yardım almaya karar verdi. Hemen Selim, Mehmet ve Osman’ı aradı konuyu anlatıp buluşmaları gerektiğini söyledi. Bir kafe de buluşup bu konu hakkında beyin fırtınası yapacaklardı. Öğrencilerin sıklıkla buluştuğu bir kafede bir araya geldiler. Naz düzenlemek istediği partinin ayrıntılarından bahsetti. Akılların da buna uygun bir yer olup olmadığını sordu. Bir süre herkes bu konu hakkında düşündü ama kimseden bir fikir çıkmıyordu. Sonunda Selim bu sessizliği bozarak “İkişerli gruplara ayrılıp etrafta dolaşalım. Uygun yerleri not edelim ve akşam tekrar buluşup, seçenekleri değerlendirelim.” dedi. Herkes bu fikri onaylamıştı. Fikrin fikir babası olan Selim “Ben ve Naz şu tarafa gidelim.” dedi ve eliyle oturdukları yerin kuzey tarafını gösterdi. “Siz de diğer taraflara bakın.” dedi. Hemen hesabı ödeyip, birbirlerine iyi şanslar dileyip ayrıldılar. Naz ve Selim birlikte yürürken parti için mekân bulmaktan çok eski günlerden konuşmak için bir araya gelmiş gibiydiler. Sürekli eski günlerden bahsedip durdular. Bu arada el ele tutuşarak yürümeye devam ederler. Artık geçmiş günlerden bahsetmeyi bırakıp gelecek üzerine konuşmaya başladılar. Naz sınıf öğretmeni olmak istiyordu. Bunda idealist olması ve çocukları sevmesi etkiliydi. Selim ise çok farklı düşüncelere sahipti. O sınava girmeyi düşünmüyordu. Liseyi bitirip, müzik alanında kendini geliştirmeyi düşünüyordu. Naz, Selim’in bu düşüncesine katılmıyordu. “Eğer müzik alanında kendini geliştirmek istiyorsan konservatuar okumalısın” dedi. Selim ise her şey için çok geç olduğunu çünkü sınava başvuru yapmadığını söyledi. Gelecek planları hakkında konuşmayı bırakıp asıl işlerine yoğunlaşmaya karar verdiler. Birkaç yer bulup, sahipleriyle görüşüp bir fiyat belirlediler. Daha önceden kararlaştırdıkları yerde Mehmet ve Osman ile buluştular. Buldukları seçenekler üzerine konuşup onlara uygun olmayan yerleri elediler. Bunlardan bazıları partileri için uygun yer değildi bazılarının ise fiyatları çok yüksekti. En sonunda en uygun şartları veren yeri tutmaya karar verirler.
    Yer sorununu çözdükten sonra partide hangi aktiviteler yapılacağına karar vermeye başladılar. Selim ve Mehmet’e geçen sene olduğu gibi bu sene de gitar çalma görevi verildi. Bu sefer kendileri için çalacaklardı.
    Mezuniyet günü gelmişti. Eğlencenin düzenleneceği yer hazır hale getirilmişti. Renkli ışıklarla adeta bir gece kulübüne benzetilmişti. Bahçenin bir bölümüne beyaz örtülü fiskoslar, üstüne de çerez ve içecekler yerleştirilmişti. Davetliler yavaş yavaş bahçeyi doldurmaya başladı. İçerisi dolunca Selim ve Mehmet yoğun alkışlar arasında sahneye çıktı. Selim bu geceye özgü bestelediği şarkıları söylemeye başladı. Herkes çok eğleniyordu. Yaklaşık bir saat boyunca sahnede kaldılar. Selim’in sahnede ki görevi bittikten sonra uygun bir masa bulup oraya oturdu. Masanın üzerindeki sudan içti. Tam bu sırada Naz, Selim’in yanına gelerek “ Sahnede harikaydın.” dedi. Naz yine o gün çok şıktı. Üzerinde beyazın saflığını, temizliğini ve güzelliğini taşıyan bir elbise vardı. Saçlarını arkadan toplayıp topuz yaptırmıştı. Kulağında ve boynunda kalp şeklinde takıları vardı. Selim yine böyle bir günde Naz’a âşık olmuştu. O gün de üzerinde beyaz bir elbise vardı. Müzik çalamaya başlayınca Selim, Naz’ı dansa kaldırdı. Tüm gece dans ettiler. O gece bir masal gibi geçti. Zamanın nasıl geçtiğini kimse anlayamadı. Herkes artık iki gün sonra gireceği sınavı düşünerek oradan ayrıldı.
    Günlerden Pazardı. Milyonları ilgilendiren bir sınav zamanı gelmişti. Bu sınavın ne kadar adaletli olduğu her zaman bir tartışma konusuydu. Sınava giren öğrenciler kadar velileri de bir sınav maratonuna girdiler. Ne yazık ki bu maratonda bazıları başarısız olur ya da başarısız olarak kabul edilirdi. Naz ve Osman da sınava gireceklerdi. İkisi de çok heyecanlıydı bu yüzlerinden okunuyordu. Selim, Osman’ın o akşam hiç yatmadığına şahit olmuştu. Osman Yavuz Lisesinde, Naz ise ****** Lisesinde sınava girecekti. Naz ailesiyle birlikte sınavın yapılacağı okula gitti. Selim ve Mehmet de Osman’ı yalnız bırakmayıp, onun da sınava gireceği okula gittiler. Okula vardıklarında, okul bahçesi çok kalabalıktı. Kimi öğrenciler sınava aileleriyle kimisi de yalnız gelmişti. Okulun bahçesindeki kalabalık çok heyecanlı ve stresliydi.
    Okul kapısındaki görevlilerin kapıları açmasıyla, sınava girecek olan öğrenciler kapıya doğru yöneldiler. Selim ve Mehmet okulun bahçesindeki bir kaldırımın üzerine oturup, sınavın bitmesini beklediler. O esnada yanlarına kirli sakalı, yaşlı bir adam oturdu. “Merhaba gençler sizin de kardeşiniz mi sınava girdi?” dedi. Mehmet “ Biyolojik olarak olmasa da, kardeşten öte olarak gördüğümüz bir arkadaşımız sınava girdi.” dedi. Bunu üzerine adam “Ne güzel, insanın arkadaşıyla böyle güzel bir bağ kurabilmesi.” dedi. Ardından devam etti:” Benimde kızım sınava girdi. Bu ikinci girişi oldu. Daha önce yerleşecek kadar bir puan aldı ama tercih etmedi.” dedi. Mehmet “ İnşallah kızınız emeklerinin karşılığını alır.”dedi.
    Üç saat on beş dakika geçmişti. Sınava giren öğrenciler yavaş yavaş kapıdan çıkıyordu. Selim ve Mehmet’in gözleri kapıda Osman’ı arıyordu. Nihayetinde Osman kapıda belirdi. Yüzünde bir rahatlama vardı. Merakla sınavının nasıl geçtiğini sordular. Osman “ Sorular genel olarak kolaydı.” dedi. Sınavdan çıkıp bir kafede oturdular. Televizyonda sınav sorularının cevapları veriliyordu. Hemen Osman eline bir kağıt ve kalem aldı. Doğru yaptığı soruların önüne artı, yapamadıklarına eksi, hatırlamadıkların da çarpı işareti atıyordu. Osman soruları cevaplarken attığı her artı için sevinç gösterisinde bulunuyordu. Sınav da hatırlamadığı soru sayısı da epey fazlaydı. Kimi soruların cevabını üç defa değiştirdiği için hatırlayamıyordu.
    Cevaplama işlemi bittikten sonra Osman hedeflediği net sayısına ulaştı. Arkadaşları da onu tebrik etti. Birkaç dakika sonra Naz da o cafeye geldi. Onun da sınavı istediği gibi geçmişti. Böylece sevinçleri ikiye katlandı.
    O gün Selim evde yalnızdı. Evde oturmuş elinde gitarla bir beste yapıyordu. Bardağına doldurduğu kolayı daha ağzına götürmeden kapı zili çaldı. Bardaktan bir yudum aldıktan sonra kapıya doğru yöneldi. Kapı deliğinden zile basana baktı. Kapıda orta yaşlı, siyah uzun saçlı ve şık giyimli bir kadın duruyordu. Selim kapıyı açıp. “ Buyurun” dedi. Kadın da “ Sen galiba Selim olmalısın” dedi. Selim başını sallayarak kendisinin o olduğunu ifade etti. Kadın “ Beni içeri davet edebilir misin? Seninle önemli bir şey konuşmak istiyorum.” dedi. Selim bu sözler üzerine kadını içeri aldı. Kadın, kendini tanıtmaya başladı. “ Benim adım Müzeyyen, Osman’ın annesiyim.” dedi. Selim o anda neye uğradığını bilemez. Acaba kendisine birileri şaka mı yapıyordu? Bu kadın neler söylüyordu böyle hem kendilerini nasıl bulmuştu? Bir anda kafasında milyonlarca soru işareti oluştu. Bunlardan bazılarını cevaplamak için kadına sorular sormaya başladı. “Siz, bizi nerden buldunuz?” dedi. Kadın, ev adreslerini “Yurt bakıcısı Emel Hanım’dan aldığını söyledi.” Selim hala inanamıyordu. “Peki, gerçekleri söylediğini nerden bilelim beklide bir yanlışlık olmuştur.” Kadın “ H ayır yanlışlık yok. Osman’ı bu kapıdan çıkarken gördüm. Eminim ki oda beni görünce tanıyacaktır.” dedi. Selim de bunun üzerine “ Peki, Osman’ın sizi affedebileceğini düşünüyor musunuz? Yanılmıyorsam onu yıllar önce terk etmiştiniz” dedi. Bu sözler üzerine kadın ağlamaya başladı. Selim kadının o halde görünce ona acır ve peçetelikten çıkardığı bir peçeteyi kadına uzatarak gözyaşlarını silmesini istedi. Kadın peçeteyi alarak gözyaşlarını sildikten sonra Selim’den bir bardak su istedi. Selim, kadına mutfaktan bir bardak su getirdi.
    Kadın suyu içtikten sonra anlatmaya başladı. “Kocam vefat edince Osman ile ben bu dünyada yalnız kaldık. Akrabalarımızı aradım ama hiç biri bize yardım etmedi. Osman’ın ihtiyaçlarını tek başıma karşılayamıyordum. Bu yüzden onu yurda vermek zorunda kaldım. Sonra şans yüzüme güldü. Çok iyi biriyle tanıştım bana çok iyi davrandı ve evlendik; ancak Osman’ı yanıma almama izin vermedi. Daha sonra işi gereği Almanya’da yaşamak zorunda kaldım. Bir ay öncede eşimi kaybettim. Şimdi artık yaşama sebebim olan oğluma sahip çıkmak için geri döndüm. Ne olur bana yardımcı ol.” dedi. Selim ne yapacağını ne diyeceğini bilemez, kelimeler boğazında düğümlenir. Arkadaşı adına sevinmeli miydi yoksa üzülmelimiydi kendiside bilemiyordu. Selim kadına “ Lütfen bunu Osman ile aranızda halledin. Ben karışmak istemiyorum.” dedi. Bu sözler sonra tekrardan Müzeyyen Hanım’ın gözleri doldu. Selim kadını öyle görünce gerçekten de pişman olduğunu anladı. Kadına: “ Tamam size yardım edeceğim.” dedi. Kadın, bu sözler üzerine mutlu oludu ve gözyaşlarını sildi. Selim, kadını kapıya kadar uğurladı daha sonra içeriye girip kara kara düşünmeye başladı. Bir süre sonra Osman ve Mehmet eve geldiler. Osman çok aç olduğunu söyleyerek yemek yapmak için mutfağa gitti. Selim bu sırrı tek başına taşımak istemiyordu. Bunun için Mehmet’i boş bir odaya çağırıp gerçekleri ona da anlattı. Mehmet de bunu duyunca çok şaşırdı. Mehmet “ Benim tanıdığım Osman asla annesini affetmez; çünkü onun yüzünden çok acı çekti.” Selim bu sözler üzerine: “Kadın çok pişmandı, saatlerce burada oturup ağladı. Gerçekten durumunu görseydin sende ona çok acırdın.” dedi. O sırada Osman odaya girdi “Neler kaynatıyorsunuz burada bakalım?” dedi. Mehmet: “ Bu gece hangi müziği çalsak diye konuşuyorduk.” dedi. Osman da “Akşam yemeği hazır.” dedi. Birlikte sofraya oturdular Selim ve Mehmet’in iştahı kaçmıştı. Osman: “Yemeğimi yoksa beğenmediniz mi? Neden yemiyorsunuz?” dedi. Mehmet “ Hayır çok güzel yapmışsın. Ben pek aç değilim” dedi. Bir süre daha sofrada oturduktan sonra ikisi de kalktı. Masada yalnız kalan Osman da daha fazla yemek yiyemedi o da masadan kalktı.
    O akşam evde büyük bir sessizlik hakimdi. Osman ters giden bir şeylerin olduğunu anlamıştı; ancak arkadaşlarına neler olduğunu sormadı. Saatler altıyı gösterince işe gitmek üzere evden çıktılar. Sahneye çıktıklarında ise her ikisini aklıda Osman’daydı. Bu yüzden eski sahne performanslarını sergileyemiyorlardı. Bu durum patronlarının gözlerinden kaçmadı.” Arkadaşlar bu gün o eski günlerinizden eser yok. Bir sorununuz mu var?”dedi. Mehmet “ Özür dileriz patron bir daha böyle olmayacak.”dedi. Bundan sonra kendilerini toplayıp tekrardan işlerin konsantre oldular.
    Selim, Mehmet’e “ Mehmet bence artık Osman ve annesini bir araya getirelim ne olacaksa olsun arık böyle olmayacak” dedi. Mehmet de kendisiyle aynı düşüncede olduğunu söyledi. Selim, Osman’ın annesi Müzeyyen Hanımı arayarak bu Cuma evlerine davet etti. Mehmet ve Selim” Osman biz pazara gidiyoruz sen bizi burada bekle.” dedi. Osman da gelmek istediğini söylese de Mehmet kendisinin evde kalmasının daha doğru olacağını söyledi. Osman olanlara bir türlü anlam veremiyordu. Çok geçmeden Müzeyyen Hanım oldukça parlak siyah bir arabayla evlerinin önüne geldi. Kadın adımlarını yavaşça yere sürdüre sürdüre atarak evlerine doğru geldi. Zile basıp Osman’ın kapıyı açmasını bekledi. Bir süre sonra Osman kapıyı açtı. Osman karşısındaki kadını görünce yüzü ona çok tanıdık geldi. “Buyurun Hanfendi “dedi. Kadın “ Beni hatırladın mı Osman?” dedi. Osman o esnada karşısında ki kadının kendisini daha beş yaşında yetimhaneye bırakıp kaçan annesi olduğunu anladı. Hemen kapıyı annesinin yüzüne sert bir şekilde çarptı. Kapı, kadının burnuna çarptı ve kadının burnundan kanlar akmaya başladı ama kadın bu acıyı hissetmez; çünkü kalp acısı daha ağır bastı. “Oğlum ne olursun affet beni. Mecbur kalmıştım her şey senin içindi.” dedi. Osman “ Hayır beni hiç düşünmedin. Kendi bencilliğinin peşinden koştun hep. Eğer beni düşünseydin bunca yıl yurt köşelerinde sürünmeme izin vermezdin. Şimdi çık git seni bir daha görmek istemiyorum.” dedi. Arabanın içinden elinde bir peçete ile şoförü çıktı ve elindeki peçeteyi Müzeyyen Hanıma uzattı. Müzeyyen Hanım da peçeteyi alarak burnundan akan kanları sildi.
    Daha sonra arabaya binerek oradan uzaklaştı. Selim ve Mehmet eve döndüklerin de kapının önündeki kan lekelerini görünce korkuya kapıldılar. İçeriye girdiklerinde Osman’ı odanın bir köşesinde ağlarken gördüler. Osman” Siz de her şeyi biliyordunuz.” dedi ağlamaklı bir ses ile. Selim: ” Ne oldu? Kapıdaki kan izleri kime ait?” dedi. Osman birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra sessizliğini bozdu.” Galiba anneme ait. Kapıyı elimde olmadan yüzüne sertçe çarpmıştım.” dedi. Selim: “ Seni anlıyorum Osman ama keşke annene o kadar sert davranmasaydın. Sonuçta ne yapsa da o senin annen. Anne hakkı ödenmez.”dedi. Osman bu sözler üzerine “Eğer benim üzerimde bir hakkı olsaydı, ödenmezdi. Çocuk doğurmak ile bu işler olmaz önemli olan onu yalnız bırakmayıp sahip çıkmaktır.” dedi sitemli bir sesle.
    Selim ve Mehmet, artık Osman’ın üzerine gitmeyip onu yalnız buraktılar.
    Osman hiç kimseyle konuşmuyordu. Evden çıkmıyor işe de gitmiyordu. Patronu da artık bu davranışlarına katlanamayıp onu işten çıkardı. Osman’ın bu haline arkadaşları çok üzülüyorlardı. O eski Osman gitmiş yerine vurdumduymaz biri gelmişti sanki.
    O gece çok yorulmuşlardı. Eve gidip hemen uyuyacaklardı. Eve gittiklerinde Osman’ı salonun ortasında öylece yüz üstü bir şekilde yerde buldular. Hemen ambulans çağırıp onu hastaneye götürdüler. Doktorlar anında müdahale ettiler. O sırada Selim, Osman’ın annesine haber verdi. Müzeyyen Hanım da soluk soluğa hastanenin acil servisine geldi. “Ne oldu oğluma?” dedi. Mehmet “ Sakin olun, doktorlar ilgileniyorlar. Bizde şu an durumunu bilmiyoruz.” dedi. Kadın dayanamayıp bayıldı. Hemşireler kadına müdahale edip, onu ayılttılar. Bir süre sonra Osman’ın tedavi edildiği yoğun bakım ünitesinden bir doktor çıktı. Herkes heyecanla Osman’ın durumunu doktora sordu. “Hastamız aşırı stresten midesini bozmuş, midesini temizledik. Şimdi durumu iyi, sizden ricam onu stresten uzak tutmanız ve bir psikolog ile görüşmenizdir.”dedi. Bu habere herkes çok sevindi. Annesi oğlunu görmek için odaya girdi. Osman ise hala kendine gelememişti. Annesi yanına gidip elini tuttu. Osman da “Anne anne…” diye sayıklıyordu. Müzeyyen Hanım da duyduklarına inanamıyordu. Bir süre sonra Osman kendisine geldi. Karşısında annesini görünce “Bir daha beni yalnız bırakma anne” dedi. Annesi de “ Sana söz veriyorum artık bizi ölümden başka hiçbir şey ayıramaz.” dedi. Annesi eğilip Osman’ın boynuna sarılarak, yanağına şevkatli bir öpücük kondurdu.
    Müzeyyen Hanı; Selim, Mehmet ve Naz’ı akşam yemeği için evine çağırdı. Eve taksiyle geldiler. Evin önüne geldiklerinde dış kapının sağında ve solunda iki aslan heykeli vardı. Kapıdan içeri girdiklerinde kaldıkları yurdun büyüklüğünde bir bahçeyle karşılaştılar; ancak bu bahçe daha bakımlı ve güzel görünüyordu. Villanın önünde dikdörtgen şeklinde bir havuz vardı. Havuzda bahçenin ve villanın yansıması görünüyordu. Villa kapısının önünde onları Osman ve annesi karşıladı. Annesi “Hoş geldiniz gençler” dedi. İçeriye girdiklerinde salonda duran büyük tablolar dikkatlerini çekti. Evin içi antika eşyalarla doluydu. Selim merak ederek bunu Müzeyyen Hanıma sordu. O da vefat eden kocasının antika eşyalara çok meraklı olduğunu söyledi. Yemek masasına geçtiler. Yemek masasının başköşesine Müzeyyen Hanım karşısına da Osman oturdu. Osman’ın oturduğu yere eskiden kocası otururmuş. Müzeyyen Hanım’ın soluna Naz, karşısına Selim onunda yanına Mehmet oturdu. Bir süre yemek yedikten sonra sohbet etmeye başladılar. Osman, annesine ikinci eşini nasıl kaybettiğini sordu. Annesi de” Eşim’ in ölümüne hala anlam veremiyorum. Çok sağlıklı biriydi. Her sabah sporunu yapardı. Düzenli olarak da doktor kontrolünden geçerdi ama bir sabah yatağımda onu öylece hareketsiz bir şekilde buldum. Kocam kalp krizinden ölmüştü ben ve doktorları buna inanamamıştık. Bu durumu kabullenmekte çok zorlansam da artık onun da yokluğuna alıştırdım kendimi.” dedi. Selim ve Mehmet kadına “Başınız sağ olsun” dedi.
    Yemekten kalkıp bahçede oturdular. Müzeyyen Hanım, Selim ve Mehmet’e dönerek” Artık sizin de bizimle birlikte burada yaşamanızı istiyorum.”dedi. İkisi de bu teklife şaşırmadılar sanki kadının böyle bir teklifte bulunacağını düşünmüşlerdi. Selim kadına “ Teklifiniz için size teşekkür ederiz; ancak biz kendi içimizde bir düzen kurduk böyle devem ediyoruz. Başka bir düzene girmek istemiyoruz. Sizi kırdığımız için de özür dileriz.” dedi. Müzeyyen Hanım, onları ne kadar evinde kalmaya zorlasa da her seferinde onlardan olumsuz bir cevap aldı. Osman” Arkadaşlar eğer siz burada benimle kalmayacaksanız bende kalamam. Zamanında siz de beni yalnız bırakmayıp, yanınıza almıştınız. Şimdi sizi nasıl yalnız bırakabilirim?”dedi. Bu sözler üzerine Mehmet “ Arkadaşım, yıllar sonra anneni bulmuşken şimdi onu yalnız bırakman doğru bir davranış olmaz. Burada anneni yalnız bırakmaya hakkın yok. Hem ayrılmıyoruz ki bazen biz, size geliriz; bazen de siz, bize gelirsiniz.” dedi. Daha sonra her şey için ev sahiplerine teşekkür edip oradan ayrılıp evlerine gittiler.
    Naz heyecanla Selim’i telefondan aradı. “Selim sana harika bir haberim var?” Selim daha ne oldu demeden Naz kendi sorusuna cevap verdi.” Sınav sonuçları açıklandı. İstediğim her şey oldu. İstanbul Üniversitesi Sınıf Öğretmenliğini kazandım.” dedi. Selim de arkadaşını “Tebrik etti.” Birkaç dakika sonra Osman ve Mehmet de eve geldiler. Osman’ın yüzüne bakınca zaten Selim her şeyi anladı. Osman: “Kardeşim, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünü kazandım.” dedi. Hepsi çok mutlu oludular. En azından iki çok sevdiği arkadaşları geleceğe umutla bakabilecekti.

    Selim artık geleceği hakkında daha çok düşünüyordu. Tüm yıllarının bir eğlence mekânında gitar çalarak geçirmek istemiyordu. Daha saygın bir şekilde işini yapmak istiyordu. Arkadaşı Mehmet’in de kendisi gibi düşündüğünden emindi. Bir gün Mehmet’i de karşısına alarak gelecekleri hakkında konuşmaya başladılar. Selim “ Artık başka şeyler yapma zamanımız geldi de geçiyor. Ben işimi daha saygın bir şekilde yapmak istiyorum.” dedi. Mehmet de” Evet kardeşim sana katılıyorum.” dedi. Daha sonra ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Mehmet’in aklına bir fikir geldi.” Selim, bence yaptığın o güzel besteleri değerlendirelim.” dedi. Selim “Peki nasıl olacak?” dedi. “Yaptığın o besteleri bir müzik yapımcısına gösterelim beklide beğenip sana albüm çıkarırlar.” dedi. Bu fikir Selim’in de hoşuna gitti. Hemen birlikte Şişlideki bir müzik yapımcısının bürosuna gittiler. Oradaki müzik yapımcısına şarkılarını dinlettirdiler. Mehmet “Şarkılarımızı beğendiniz mi?” dedi. Adam” Güzel şarkılar yapmışsınız. İsterseniz bir albüm yaparız size; ancak biraz pahalıya mal olur.” dedi. Mehmet “ Ama bizim paramız yok.” dedi. Adam: “ Paranız yoksa istediğiniz kadar iyi şarkılar yapın beş para etmez.” dedi. Selim ve Mehmet bu sözler üzerine boynu bükük bir şekilde oradan çıktılar. Artık umutlarını yitirmişlerdi. Paraları da yoktu.
    Beklenen fırsatı Mehmet bir gazete ilanında okudu. TRT bu sene Eurovision yarışmasına katılacakları, düzenleyeceği bir yarışma programıyla seçeceğini yazıyordu. TRT eskiden bu yarışmaya kendini kanıtlamış sanatçılar seçerdi; ancak son yıllardaki başarısızlıklardan dolayı artık bu yola başvuracaktı. Mehmet, Selim’e bunun kendileri için iyi bir fırsat olduğunu söyledi. Selim de arkadaşı gibi düşünüyordu. Böyle bir fırsat bir daha karşılarına çıkmayabilirdi. Kurdukları hayalleri gerçekleştirme fırsatı ayaklarına kadar gelmişti. Bunları gerçekleştirmek için öncelikle yarışmayı kazanıp Eurovision’a katılmaları gerekiyordu. Hemen gidip başvuru formlarını doldurdular. Yarışmanın olacağı tarihi öğrenip evlerine döndüler. Arkadaşları Osman ve Naz ile de bunu paylaştılar. Onlar da bu habere çok sevindiler. Selim ve Mehmet hiç vakit kaybetmeden yarışma için çalışmaya başladılar.
    Yarışma günü gelip çatmıştı. Yarışmaya birçok kişi başvurmuştu. Yarışmanın yapılacağı binanın önünde uzun bir sıra vardı. Sıra kendilerine geldiğinde içeriye girdiler. İçerde üç kişiden oluşan jüri üyeleri vardı. Selim ve Mehmet çok heyecanlıydı ama heyecanlarını bastırıp işlerine yoğunlaşmaları gerekiyordu. Jürinin karşısına çıkıp şarkılarını söylediler. Jüri üyeleri, Selim ve Mehmet’in söz ve müziği kendilerine ait bir şarkıyla yarışmaya katılmalarını hoşnutla karşıladılar. Kendilerine teşekkür edip daha sonra onları arayıp sonuç hakkında bilgilendireceğini söylediler.
    Selim ve Mehmet artık evde oturup dört gözle telefonun çalmasını beklemeye başladılar. Aradan tam bir hafta geçmişti hiç kimse kendilerini aramamıştı. Acaba jüri üyelerine kendilerini beğendirememişler miydi? Bir anda içlerinde kötü bir his oluştu. Bekledikleri telefon nihayetinde geldi. Mehmet heyecanla telefonu açtı. Telefondaki kadın TRT’den arıyordu.” Tebrikler birinci turu geçtiniz. İkinci tur için tekrardan jüri üyelerinin karşısına çıkacaksınız.” dedi. Hemen hiç vakit kaybetmeden ikinci tur için hazırlıklara başladılar. Selim Eurovision için hazırladığı şarkı olan” Tam Zamanı Şimdiyi” okudu. Mehmet de bu şarkıyı çok beğendi ve eğer seçilirlerse finalde de bu şarkıyı söylemeye karar verdiler.
    İkinci tur yarışması başka bir binada yapılacaktı. Mehmet ve Selim yarışmaya bu sefer arkadaşları Naz ve Osman ile birlikte geldiler. Kapıda arkadaşları onlara başarılar dilediler. Tekrardan jüri üyelerinin karşılarına çıktıklarında ise jüri üyeleri onları çok sıcak karşıladı. Sanki onlar da Selim ve Mehmet’i bekliyorlardı. Belli ki onlarda bu iki gencin performansından çok etkilenmişti. Selim, jüri üyelerine eğer seçildikleri takdirde Eurovision da bu şarkıyı çalacaklarını söyledi. Daha sonra gitarlarını alarak “ Tam Zamanı Şimdi” adlı şarkılılarını çalmaya başladılar. Onlar şarkıyı söylerken jüri üyelerinin hayranlığı yüzlerinden okunuyordu. Şarkıları bitince jüri üyeleri onları ayağa kalkarak alkışladı. Selim ve Mehmet gördükleri tablo karşısında çok duygulandılar. Ortadaki beyaz saçlı, top sakalı jüri üyesi ”Gençler harikaydınız. Bence bizi Eurovisionda siz temsil etmelisiniz.” dedi. Selim ve Mehmet hemen koşar adımlarla dışarıda kendilerinden müjdeli haberi bekleyen arkadaşlarının yanına gittiler. Selim kapıda Naz’ a sarılarak “Seçildik seçildik” dedi.
    Artık son aşamaya gelmişlerdi. Önlerinde sadece bir halk oylaması kalmıştı. Hayallerine sadece bir adım uzaklıktaydılar. O sırda programın yapımcısı, tanıtım ve röportajlar için Selim ve Mehmet’i yanlarına çağırdı. Onlarda yapımcının yanlarına gidip röportaj verdiler.
    Her şeyin belli olacağı o final günü gelmişti. Finalde on yarışmacı vardı. Bunlardan sadece birisi seçilecekti. Heyecan doruktaydı. Kuliste herkes son provalarını yapıyordu. Selim ve Mehmet dokuzuncu sırada sahneye çıkacaktı. Milyonlarda ekranları başında kendilerini Eurovision da temsil edecek olan kişiyi merakla bekliyordu. Programın sunucusu sahneye alkışlarla çıktı. Vakit geçirmeden ilk sırada sahneye çıkacak olan yarışmacıyı çağırdı. Sahneye çıkan yarışmacılar birbirinden iddalıydı. Gerçekten de ekran başında oylamaya katılacak olanları çok zor bir görev bekliyordu. En sonunda sıra kendilerine gelmişti. O muhteşem performanslarını sahnede sergilemeye başladılar. Onlar çalıp söylemeye başlayınca kısa bir süre sonra herkesin aklında bir isim netleşmeye başladı.”Selim ve Mehmet”

    Programın sunucusu “Artık söz ekranları başındakilerde.” dedi ve oylamanın başladığını söyledi. Daha sonra sunucu devam etti.” Oy vermek istediğiniz adayın kodunu yazarak 2323’e göndermeniz yeterli herkes sadece bir oy kullanabilir.” dedi. Bir süre sonra oylama sona erdi. Programın sunucusu kısa bir süre sonra elinde bir zarfla döndü. “Evet, artık her şey belli oldu. Elimdeki zarfta duran ismi biraz sonra açıklayacağım” dedi ve zarfı açtı. O esnada tüm Türkiye genelinde büyük bir heyecan oluştu. En sonunda sunucu çıkardığı zarftaki ismi okudu.” 09 Selim ve Mehmet” dedi. Bu isimleri duyan herkes “Bunlar hak etmişti.” dedi. Selim ve Mehmet bu sonucu sanki bekliyorlarmış gibi oldukça sakin karşıladılar. Sunucu, tekrardan onları sahneye çağırdı. Selim ve Mehmet sahneye çıkıp herkese teşekkür edip Eurovision da başarılı olacakları sözünü verdiler.
    Selim ve Mehmet artık çok meşhur olmuşlardı. Albüm çıkartmak için gittikleri ancak kendilerine yardım etmeyen o müzik firmaları şimdi peşlerinden koşuyordu. Onlar ise sadece Eurovision’a konsantre olmuşlardı. Gidecekleri ülkede dil bakımından zorluk çekmemek için bir İngilizce kursuna kayıt yaptırdılar. Büyük yarışma bu sene Almanya da yapılacaktı ve yarışmaya daha bir ay vardı.
    O gün arkadaşları ile başarılarını kutlamak için bir yerlerde akşam yemeği yemeye karar verdiler. Daha masalarına oturmadan kalabalık bir aile yanlarına yaklaşarak” Siz, bu sene bizi Eurovision da temsil edecek grup değimlisiniz?” dedi. Mehmet “Evet “ cevabını verdi. Daha sonra o aile başarılar dileğinde bulunup oradan ayrıldı. Bunun üzerinden fazla vakit geçmeden iki genç kız gelerek” Siz Selim ve Mehmet olmalısınız? Bir imzalı fotoğrafınızı alabilir miyiz?” dediler. Selim “Maalesef yanımızda fotoğraf yok.” cevabını verdi. Naz, Selim’i kıskanmaya başladı; çünkü onu başkalarıyla paylaşmak istemiyordu. Selim de Naz’ın rahatsız olduğunu fark etmişti bunun için konuşmayı uzatmadı. Fazla ilgiye alışık değillerdi bu durum canlarını çok sıkıyordu. O akşam istedikleri gibi geçmedi.
    Eurovision'da ki sahne gösterileri için bir dans grubu ile anlaşıldı. Selim ve Mehmet sahnede şarkı söylerken, anlaştıkları dans grubu da arkadan onlara danslarıyla eşlik edecekti. Bunun için TRT’nin stüdyolarında provalar yapıyorlardı.
    TRT Genel Müdürü Halil İbrahim Yılmaz her şeyin kusursuz olmasını istiyordu. Bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyordu. Selim ve Mehmet’in kostümlerini Hindistan’dan getirdiği kumaşlardan yaptırdı. Tanıtımları için onları Avrupa’nın önde gelen programlarında sahneye çıkarttı. Onların başarılı olacağına gönülden inanıyordu. Avrupa turnelerinde şarkısı eleştirmeler tarafından oldukça olumlu eleştiriler almıştı. Onlar için her şey çok iyi gidiyordu.

    Eurovision yarışmasının yapılacağı spor salonu hınca hınç doluydu. Herkes ülkesinin bayrağını eline alarak sallıyordu. Çok güzel bir ortam vardı. Yarışmanın yapılacağı yerin Almanya olması Selim ve Mehmet için büyük bir avantajdı. Bu avantajla salonda Türkler sayıca daha fazlaydı. Türkiye 23. sırada sahneye çıkacaktı. Sahneye ilk ev sahibi Almanya çıktı. Almanya’nın şarkısı da oldukça iddalıydı. Bazı çevreler Almanya’yı favori gösteriyordu. Almanya şarkısını söyledikten sonra salonda büyük bir alkış topladı. Sahne çok güzel bir şekilde dekore edilmişti. Sahneye çıkan her yarışmacı için sahne çok farklı renklere bürünüyordu. Her biri sanki farklı bir sahnede şarkı söylüyordu. Beklenen o an geldi. Selim ve Mehmet sahneye çıktı. Onlar sahneye çıkınca orada bulunan Türkler de büyük bir coşku içine girdiler. Selim ve Mehmet “Tam Zamanı Şimdi” adlı şarkılarını çalıp söylemeye başladılar. Onlar şarkıyı söylerken salondaki herkes büyük bir coşku içindeydi. Arkalarındaki dansçılar da çok güzel bir atmosfer sağlıyordu. Şarkıları bitince uzun bir süre salonda alkış topladılar. Onlardan sonra Azerbaycanlı sanatçı da sahneye çıktı. O sahneye çıkan son yarışmacı oldu. Ondan sonra yarışmacıların performansları televizyonda kısaca gösterildi. Yarışmayı sunan sunucu oylamayı başlattı. Oylama iki dakika sürdü. Son on saniyeye girince salondakilerle birlikte geri sayım yapıldı. Oyamla en sonunda bitti. Artık geriye yapılacak tek şey diğer ülkelere canlı yayınlarla bağlanarak sıralamayı öğrenmekti. İlk olarak İskandinav ülkelerine bağlandılar. O bağlantılardan sonra Türkiye yedinci sırada yer aldı. Almanya ise birinciydi. Yavaş yavaş güneye indiklerinde Türkiye’nin de oyları artmaya başladı. Türkiye, Almanya ile farkı bir hayli indirerek ikinciliğe yerleşti. Son beş ülke kaldı oy kullanmayan bunlar: Azerbaycan, Rusya, İtalya, Yunanistan ve Bulgaristan’dı. Türkiye; Azerbaycan, İtalya ve Bulgaristan’dan tam puan alırken Almanya üçünde de en yüksek üçüncü puanı aldı ve Türkiye, Almanya’dan liderliği aldı. Sıra Yunanistan’a gelince Yunanlılar, Almanya’ya tam puan Türkiye’ye ise sıfır puan vererek Almanya’nın Türkiye’yi geçmesini sağladılar. Gerçekten bu müziğin evrenselliğine büyük bir darbeydi. Yununlılar siyasi bir oylama yapmışlardı. Artık her şeyin belli olacağı son ülke olan Rusya’ya bağlandılar. Rusya en yüksek üçüncü oyunu Almanya’ya ikinci yüksek oyu Azerbaycan’a ve Türkiye’ye ise tam puan verdi. Bu sonuçla Türkiye Almanya’yı bir oy farkla geçerek birinci oldu. Sonuçlarla birlikte tüm Türkiye sokaklara döküldü. Herkes çok mutluydu özelikle de Türkçe bir şarkıyla bunun başarılması büyük bir olaydı. Artık bundan sonra kendi dilimizi kullanarak da bu yarışmaları kazanabileceklerini gösterdiler. Türkçenin gücünü herkese göstermiş oldu. Selim ve Mehmet ise hala bir rüyada gibiydiler. Türkiye’ye geldiklerinde onları büyük bir kalabalık karşıladı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Cumhurbaşkanı onları şahsen tebrik etti. Hem hayat hikâyeleri hem bu Eurovision’u kazanış biçimleri oldukça ilginç ve ders niteliğindeydi. İkisi de artık hayallerini gerçekleştirmişti. Ünleri Türkiye sınırlarını aşmış tüm dünyada yayılıyordu.

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 8:48 am