Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    hayat her şeye rağmen güzeldir

    avatar
    1001110045


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 24/12/10

    hayat her şeye rağmen güzeldir Empty hayat her şeye rağmen güzeldir

    Mesaj  1001110045 Cuma Ara. 24, 2010 1:58 pm









    BİRİNCİ BÖLÜM

    Aslında doğumu hayatının nasıl olacağını gösterir gibiydi. Zaten yaşayabileceğini de hiç düşünmemişlerdi doğar doğmaz ölen kardeşlerinin ardından.Yolda hayata gözlerini açmıştı.Annesi Emine onu ekin biçme zamanında tarlaya giderken dünyaya getirmişti.Ne çok istemişlerdi onun hayatta kalmasını.Babası Osman Emine’nin hamile haberini öğrenince nasıl hissetmesi gerektiğini bilemedi.Ya o da diğer kardeşleri gibi ölürse. Yedi tane kurban kesmişti.Yedi köyde yetmiş yedi tane fakirin karnını doyurmuştu. Yeter ki yaşasın yeter ki bir daha evlat acısı çekmesinlerdi.
    1933 yılında kızgın Güneşin yeryüzünü yakıp kavurduğu haziran ayında,Güneşin henüz doğmaya çalıştığı sırada, daha sabah bile olmamışken Çamköy’de karnı burnunda Emine ve onun biricik kocası Osman, bahçe yolunda ağır ağır yürüyorlardı.Emine birden durakladı. Sancılar başlamıştı.Osman komşuları çağırmaya gitti fakat onlar gelene kadar doğum gerçekleşmişti.
    Yolda doğmuştu Esma.Hayatı hep yollarda olacaktı.Doğduğunda o kadar çok ağlamıştı ki sanki peşin peşin ağlamıştı başına gelecekleri anlar gibi.
    Çok güzel bir bebekti.Annesi, babası ona bakmaya doyamıyorlardı.Sadece annesiyle babası mı? Her bakan bir daha bakıyordu. Emine öyle çok korkuyordu ki bebeğinin nazar olmasından sürekli dua okuyordu bebeği için.Esma’nın varlığı hiç olmadıkları kadar mutlu etmişti Burgaz ailesini. Emine yatmaya hazırlanırken “Keşke diğerleri de yaşasaydı.” demişti. Osman bebeğinin yüzüne uzun uzun baktı sonra Emine’ye döndü “Allah’ın işine karışılmaz hanım.” dedi.Bu karşılıklı iki cümle, birbirlerine söyleyebilecekleri onlarca teselli cümlesinden daha çok teselli verdi.
    Esma’nın bir abisi vardı ama abisiyle sadece babaları birdi anneleri ayrı insanlardı.Abisi Mestan kardeşinin olmasına çok sevinmişti o kadar mutlu olmuştu ki kardeşinin adını bile o koymuştu.Hatta Esma’nın her yaşında anlatırken yoğun duygular yaşatan değişik bir şekilde koymuştu.
    Emine ve Osman oturmuş bu güzel kıza ne isim koysalar diye düşünürken Mestan atılıp kardeşinin üstüne kapanarak Esma olsun demişti bu ufacık elli güzel yüzlü kardeşine Esma densin istiyordu.Osman ve Emine biricik oğullarının isteğini kırmayarak Esma koydular. Ertesi sabah Osman, ufaklığın nüfus cüzdanını çıkarttırmak için şehre inmeye hazırlanırken Emine de bir huzursuzluk hissetti.Emine hiç konuşmuyordu oysa bugün kızlarının nüfus cüzdanı çıkacaktı heyecanlı olması, yüzünde güllerin açması gerekmez miydi? Osman, Emine’nin bu haline bir anlam veremedi ve hazırlanmaya devam etti.Güzel bir kahvaltı yaptılar.Emine’nin yüzü hala gülmüyordu.En sonunda kocası çizmelerini giyerken dilinden o kelimeler dökülüverdi. “Osman, ya Esma da diğer evlatlarımız gibi ölürse ve bu nüfus cüzdanı da elimizde kalırsa?” dedi bunları söylerken gözleri dolu dolu olmuştu bakamıyordu hayat arkadaşının gözlerine.Osman bunu duyduğunda kızmıştı ama eşinin o halini görünce yumuşayıverdi.Emine’ye sarılarak üzülmemesini bu sefer çocuklarının yaşayacağını söyledi ve karısının alnından öptü ve yola koyuldu.
    Eşeği Fıstığın sırtına binip Germenciğin en tepelerinde en sarp en zorlu yollarında olan Çamköy’den yavaş yavaş inmeye başladı bu yolculuk öğlene kadar sürdü çok yoruldu ama kızı için değerdi.
    Osman nüfus dairesine gidince öyle heyecanlandı ki önce nereye gideceğini bile unuttu oysa buraya ilk evladı Mestan ve diğer ölen çocukları için birçok kez gelmişti.Osman, görevlinin sorularına anlaşılması güç bir gururla cevap veriyordu.
    -İsmi?
    -Esma
    -Soyadı?
    -Burgaz
    -Doğum yeri?

    Sonunda işlemler bitti ve eve doğru yola koyuldu.Yolda çok acıktı birden aklına Emine’nin koyduğu yiyecekler geldi hemen bir zeytin ağacının gölgesine oturarak önce testiden bir bardak soğuk su içti ardından yemeklerin olduğu torbayı çıkarıp karnını doyurdu eh bu yorgunlun üstüne iyi bir uyku hakkıydı.Fıstığın ipini iyice sıktıktan sonra yere küçük bir kilim attı üzerine uzandı kollarını başının altına koyup gözlerini kapadı.Rüzgar ılık ılık eserken sanki tenini okşuyordu; yapraklar rüzgarla dans edercesine ahenkle kıpırdıyor ve insana huzur veriyordu.Böylece rahat bir uykuya daldı.bir anda sıçrayarak uyandı.Kabus görmüştü.Rüyasında eve gittiğinde, ev tıklım tıklım insan doluydu kalabalığı yararak turma odasına gelişti.Gelmişti gelmesine ama gördüklerine inanamıyordu.Esma’nın küçük bedeni beyaz bir çarşafla sarılmış ve üstüne bıçak koyulmuştu.Emine acılı acılı ağlayarak
    “Yavrum gitti, bu da gitti!Allah’ım nasıl bir sınav bu dayanamıyorum artık .” diyordu.Etraftan “Allah’a isyan etme ömrü bu kadarmış toparla kendini Allah’ın gücüne gider.”, “Pek de güzeldi yaşayamayacağındanmış herhalde.” gibi birçok teselli cümlesi yükseliyordu.Ama herkes biliyordu ki bu söylenenler talihsiz ananın acısını hafifletmezdi.
    Osman tam eğilip kızına bakacaktı ki uyanıverdi.Uyanır uyanmaz hemen testiyi bulup su içti ardından da yola koyuldu.
    Emine sanki sabahın bir özrü gibi eşinin en sevdiği yemeği(kızartma), yaparken Fıstığın ayak seslerini duyup kocasını karşıladı. Mestan da annesiyle babasının konuşmalarını duyar duymaz kapıya koştu.Osman içeri girer girmez küçük kızlarının yanına gitti rüyanın etkisinden hala kurtulamamıştı onu sağlıklı görünce yüreğine su serpilmişti.Heyecanla nüfus cüzdanını çıkartıp Emine’ye verdi. Emine okuma yazma bilmezdi ama yine de nüfus cüzdanını inceledi, inceledi bu sırada Mestan da heyecanla bakmak için çırpınıyordu.Nüfus cüzdanını Mestan da inceledikten sonra Emine hemen gidip nüfus cüzdanını sandığa koydu. Osman içeriden aç olduğunu ne zaman yemek yiyeceklerini sordu. Emine hemen yemeği hazırlamaya başladı.




















    İKİNCİ BÖLÜM
    Geriye dönüp bakıldığında Osman ile Emine’nin birleşmesi de Esma’nın doğup yaşaması kadar kaderin güzel ama cilveli bir oyunuydu.Emine daha on iki yaşındayken evlerine görücü geldi.Üstelik istemeye gelenler öz ve öz halasıydı.Emine her genç kız gibi evlenmek isterdi ama hem yaşı küçüktü hem de evleneceği insan abisi gibi gördüğü Mustafa olmamalıydı. Emine babasının bu işe tamam demeyeceğini düşünüyordu ama babası “Tamam” demişti. Usulen Emine’ye de sordular ama Emine ne bu evliliğe karar verebilecek yaştaydı ne de tam olarak evliliğin anlamını biliyordu.Onun tek bildiği büyükleri ne derse tamam demek, babasının sözünden çıkmamaktı.Ne kadar o çocuk aklı yatmasa da “Siz nasıl uygun görürseniz .” cümlesi ağzından çıkıvermişti.Emine’nin bu kelimesinden sonra olaylar o kadar hızlı gelişmişti ki kendisi bile anlayamadı.İsteme olayından bir hafta sonra aralarında yüzük takıldı.Yıllar yılı hala dediği insana anne demek çok acayip geliyordu ama alışmalıydı artık, on iki yıllık halası bir hafta da kayınvalidesi oluvermişti.
    İki ev arasında bohçalar alınıp verildi. Nişandan bir ay sonra da hazırlıklar tamamlandı ve imam nikahı kıyılıp halasının evine gelin olarak girdi.Ama tüm köy eğlencesiz düğün yapılmasına çok şaşırdı.Sanki akraba evliliği yapıp düğünü ucuza getirmişlerdi.Emine düğünden beş ay sonra Mustafa’yı askere uğurladı.Mustafa’nın askerliği tam iki yıl sürdü.Bu iki yılda Emine evliliği boyunca halası tarafından çalıştırıldı durdu.Artık hiç dinlenemiyordu. O küçük zayıf bedeni daha da zayıflamıştı ve Emine biraz güzelliğini kaybetmişti.Nihayet Mustafa askerden geldi.Emine’nin bu halini hiç beğenmedi ve Emine’den boşandı.Bu olaydan sonra iki aile birbirine düşman oldu.
    Osman en sonunda yıllardır beğendiği komşularının kızı Meryem ile evlenmişti. Mutlu bir evlilikleri vardı.Evlendikten bir yıl sonra babalığı tattı.Bir oğulları olmuştu, adını Mestan koymuşlardı ne de olsa Osman’ın babasının adıydı koymak gerekirdi.Osman’ın mutluluğu çok uzun sürmedi.Mestan doğduktan üç yıl sonra Meryem ara ara bayılmaya başlamıştı. Tekrar hamile oluğunu düşünüp mutlu olmuşlardı; ama bir terslik vardı bir gün tükürürken ağzından kan gelivermişti. İlkini önemsemediler ama bu her öksürüşünde olunca doktora gitmeye karar verdiler ve korkunç gerçekle yüz yüze kaldılar. Meryem ince hastalığa yakalanmıştı ve doktor iki aylık ömrünün kaldığını söylemişti.Osman da Meryem de buna inanamadılar olamazdı bu, Meryem daha yirmi yaşındaydı ufacık bir oğulları vardı o küçük çocuk daha üç yaşında öksüz kalacaktı.Bu düşünceler içinde nasıl eve geldiler, ne zaman gece oldu, fark edemeden kendilerini odalarında konuşurken bulmuşlardı.Meryem ağlamaklı ;
    -Ben öldükten sonra
    Osman hemen lafını kesti bunu konuşmak bile istemiyordu ama konuşulacaktı bunlar.
    -Doktor belki bir yanlışlık yapmıştır.
    -Yanlışlık falan yok.
    -Allah büyük belki daha uzun yaşarsın.
    -Osman kendini alıştır.Oğlumun büyüdüğünü göremeyeceğim,senden bir isteğim var.
    -Başımın üstüne, ne istersen yaparım, sen yeter ki iste!
    -Ben öldükten sonra…
    Durakladı, ağlamaktan konuşamıyordu.Osman’a sarılıp:
    -Ben öldükten sonra Mestan’a anne olacak iyi bir insanla evlenmeni istiyorum.
    -Neler söylüyorsun?
    -Doğruyu söylüyorum.Bu gece konuştuklarımız sana vasiyetimdir.

    Bunları konuştuktan sonra odaya büyük bir sessizlik hakim olmuştu. İkisi de derin düşüncelere daldılar ve öylece uyuyup kaldılar.
    Sabah Güneş ışıklarını odaya doldurup “Hadi uyan Meryem daha ölmedin.” diyordu. Günler oğluyla, sarmaş dolaş geçip giderken bir sabah Meryem uyanamadı. Bu Meryem için bir son fakat oğlu ve eşi için bir başlangıçtı.
    Küçük Metsen babaannesine ,sürekli annesini soruyordu. “Annem ne zaman gelecek?” deyip duruyordu. Malesef bu sorunun cevabı yoktu. Yasları, acıları yavaş yavaş geçmeye başlıyordu bu acı asla yok olmazdı ama hafifleyip ilk gün ki gibi de olmuyordu.
    Bir gün düğünde annesi,Osman’a bir kız beğendi. Uzun boylu,uzun saçlı , ela gözlü, güzel vücutlu, kumral bir kızdı. Hemen kızı sorup soruşturmaya başladı.Kız çok iyi bir ailenin kızıydı; ama duldu. Kızı çok beğenmişti fakat oğlu ne der hiç bilmiyordu hemen oğlunu çağırıp kızı gösterdi.Osman Emine’yi çok beğendi ve ertesi akşam istemeye gittiler.
    Emine’nin babası, Osman’ın bir çocuğu olduğu için güzel kızını pek vermek istemese de iyi insan olduklarını öğrendiğinden ikna olup
    -Bence tamam ama bir de kızıma sorayım.Ne dersin kızım?
    -Siz nasıl uygun görürseniz babacım.
    Böylece nikah işleri tamamlanıp evlendiler. Emine bu sefer söylediği söz için hiç pişman olmadı.




































    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
    Çamköy’de okul yoktu. Çocuklar okula gitmek için yağmur çamur demeden Hıdırbeyli köyüne yürüyordu. Osman çocuklarının rezillik çekmesini istemediği için Hıdırbeyli’ye taşınmaya karar verdi.
    -Emine Hıdırbeyli’ye taşınalım diyorum.
    -Nasıl olur bey ne yaparız oralarda.Tamam bahçemiz var; ama evimiz yok nerde kalırız?
    -Ben sorup soruşturdum bir ev varmış; iki oda bir salon.
    -Hangi parayla alacağız?
    -Kenarda birikmiş paramızla yarısını öderiz.
    -Diğer yarısını ne yapacağız?
    -Onu da incirleri sattıktan sonra öderiz olmaz mı?
    -Adam kabul eder mi ki?
    -Konuştum ben tamam dedi.
    -Ev köyün ne tarafına düşüyor?
    -Mehmet Efelerin evini bildin mi?
    -Bildim.
    -İşte onların arka tarafında okula a pek yakın.
    -Oh iyiymiş yeri çocuklar kışın rahat eder.
    -Ben de ondan çok istedim zaten hanım.
    -Ne zaman taşınacağız?
    -Ev zaten boş sen toparlanır toparlanmaz taşınırız.
    -O zaman biran önce toplanayım.
    -Acele etme, çok yorma kendini.
    -Tamam bey.
    Emine yeni doğum yapmış olmasına rağmen evi toparlamaya başlamıştı.Evde bir hareketliliğin olduğunu gören komşular hemen toplanıp yanına gittiler. Çok merak etmişlerdi. Gidince anladılar ki taşınmak için toplanıyordu. Komşular bunu duyduklarında baya üzüldüler çünkü Eminelerin kimseciklere zararı olmaz daha faydaları olurdu. Bir dertleri olsa hemen onlardan yardım isterlerdi; çünkü kendi dertleriymiş gibi koşacaklarını adları gibi biliyorlardı. “Gitmeyin” demek istediler ama bu saatten sonra bu kelimenin pek anlamı yoktu gitmeye kararlıydılar.Bu yüzden onlar da “Gitmeyin” demek yerine yardım etmeye başladılar hemen eşyaları bir köşeye dizdiler zaten pek de eşyaları yoktu. Ardından bir yorgunluk çayı içip dinlendiler .Yarın erken vakit gelip kalanları toplamaya sözleşip evlerine dağıldılar.
    Mestan, annesi evle uğraşırken temizlik yapıyor sanmıştı; yemek yemek için eve geldiğinde eşyaların kenara toplandığını görünce farklı bir şeylerin olduğunu anladı.
    -Anne neden eşyalar burada?
    -Taşınacağız oğlum.
    -Neden ki?
    -Baban öyle uygun gördü oğlum hem gideceğimiz yer çok güzel.
    -Neresi?
    -Hıdırbeyli’ye
    Arkadaşlarından ayrılacağını duyunca hemen sokağa koştu onlara taşınacaklarını söyledi. Üzüldüler ama sonra hiç bir şey yokmuş gibi oyuna daldılar; çocuktu onlar fazla üzülemezlerdi ki . Babasının işten geldiğini gören Mestan kaşlarını çatarak eve geldi. Arkadaşlarından ayıracağı için kızıyordu babasına.
    -Neyin var oğlum?
    -Bir şeyim yok.
    -Neden çattın o zaman kaşlarını?
    -Baba (söylemekten korkarak) taşınmasak olmaz mı?
    -Neden oğlum?
    -Bütün arkadaşlarım burada .Baba orda hiç arkadaşım yok.
    -Orada da arkadaşların olur .
    -Olmaz.
    -Orada mektebe yazdıracağım seni, bir sürü arkadaşın olacak.
    -Ama buradakiler?
    -Arada köye gezmeğe geliriz çok uzağa gitmiyoruz.
    -Geleceksek tamam.
    Okula gitme fikri çok mutlu etmişti ama bir yandan da arkadaşlarından ayrılacağına üzülüyordu. Çok üzülmeye gerek yoktu babası arada gezmeğe getirecekti.
    Ertesi sabah erkenden kalkıp eşyaları at arabasına yüklemeye başladılar komşularda yardım geldi.Eşyaları yükledikten sonra Osman kahveye gidip arkadaşlarıyla, Emine de komşularıyla helalleşti.Artık yola çıkma zamanıydı komşuları arkalarından su döktü ve yavaş yavaş köyden uzaklaşmalarını izledi.Köyün taşlı yollarında yürüyorlardı.Emine’nin kucağında on günlük yavrusu ; Osman’ın bir elinde oğlu bir elinde Fıstık, Hıdırbeyli’ye doğru ilerliyorlardı.Sonunda eve ulaştılar.Emine hemen temizliğe girişti.Odayı temizler temizlemez yerleştiriyordu. Hem yol hem temizlik vücudunu çok yormuştu.Havanın sıcaklığı da bu yorgunluğunu arttırmıştı. Bir anda bayılıverdi Mestan korkuyla babasının yanına koşup haber verdi. Emine’nin önemli bir şeyi yoktu sadece yorulmuştu, dinlendiğinde geçerdi ama Mestan da Osman da çok korkmuşlardı. Meryem’den sonra Emine’yi de kaybedemezlerdi.Hem ölürse ne olurdu bu on günlük yavrucak?
    Osman temizlenen odaya döşeği serip karısını ve kızını yatırdı.Diğer işleri kendisi yapmaya çalıştı. Emine kızıl canlı bir kadındı biraz dinlenip hemen kalktı ve güzel bir tarhana çorbası yapıp hep birlikte yediler. Bayılmasının bir sebebi de açlıktı herhalde; çünkü yemeği yiyince kendine geldi ve kalkıp işleri hemencecik bitirdi.
    Ev temizlenirken Mestan küçük kardeşiyle ilgileniyor ağlamasın diye uğraşıyordu. Kardeşi uyuyunca hemen dışarıyı keşfe başladı. Sokaktaki çocuklarla tanışıp oyunlar oynadı. Hemen kaynaşıverdi yeni arkadaşlarına. Akşam ezanı okunur okunmaz eve doğru koştu. Babası her zaman akşam ezanında evde olması gerektiğini söylerdi.
    Eve yerleştiler tüm aile biraz buruk biraz heyecanlıydılar. Ve aran yıllar geçti köye iyice alıştılar. Esma’nın doğumundan beş yıl sonra bir kardeşi oldu adını Ayşe koydular. Mestan ilkokulu bitirdi. Bu sırada Esmada büyüdü, okul çağına geldi. Annesi kızının kendisi gibi cahil kalmayıp okula gitmesini, okuma yazma öğrenmesini çok istiyordu. Osman da kızının okumasından gurur duyardı. Köylüler kızların okula gitmesinden yana değildi bir sürü laf ediyorlardı; ama Osman bu laflara kulak asmayıp kızını okula yazdırdı.
    Okula en erken giden hep Esma olurdu.Okulu, öğretmenini çok seviyordu; öğretmeni de Esma’yı çok severdi çünkü hem çok uslu hem de çalışkandı. Bir çok insan sınıfta kalırken o hiç kalmadı. Beş yılın sonunda artık ilkokul diploması vardı.
    Mestan yirmi yaşındaydı artık askere gitme zamanı gelmişti. Esma canı gibi sevdiği abisini askere uğurlarken ne de çok ağlamıştı. Neyse ki abisi aslanlar gibi vatan görevini yapıp sağ salim geldi. Artık Mestan’ın evlenme zamanıydı işi vardı e askerliğini de yapmıştı sıra yuva kurmaktaydı. Emine oğullarına kız bakarken Osman da Germencik’ten bir ev bakıyordu. Oturdukları evi oğluna verip kendisi yeni eve taşınmayı planlıyordu. Nihayet oğullarına uygun kız bulup evlendirdiler. Germencik’e taşındılar. Esma başlarda abisinin eşi Hanife’yi biraz kıskanmıştı ama sonradan sevmeye başladı çünkü yengesi gerçekten iyi bir insandı.













































    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
    Bu arada bizim küçük kızımız Esma, kocaman kız oldu; artık on sekiz yaşındaydı. Güzel kızımıza görücü gelip duruyordu. En son gelenleri beğenmişlerdi; zengin insanlardı kızları maddi sıkıntı çekmezdi hem soyları da belliydi. Oğlanın adı Ethem’di. Evlendiler. Esma sanıyordu ki her evlilik annesi babasınınki gibiydi ama öyle olmadı. Ethem çok değişikti durduk yere her şeye kızıyordu, dayak atıyordu. Esma kilo almaya, özellikle de karnı büyümeye başlamıştı; canı her şeyi yemek istiyordu. Esma hamileydi herkes çok sevinmişti annesi, babası, kayınvalidesi, abisi, kardeşi, komşuları… Bir tek Ethem mutlu olmamıştı onun için çocuk olsa da olmasa da olurdu.
    Ethem hiçbir iş bilmez sürekli annesinden babasından para alır, gezer dolaşır o paraları yerdi. Bir gün yine annesinden para istedi:
    -Bana para ver.
    -Yok oğlum.
    -Nasıl yok. Sakladığın paralardan ver.Hepsini kendin yiyorsun.
    -Hepsini sana verdim. Yok bende para falan gezip duracağına çalışta para kazan.
    -Vermiyor musun?
    -Vermiyorum.
    Ethem o kadar sinirlendi ki annesinin boğazına yapıştı. Esma olanları görünce şoka girdi.Nasıl bir deli ile evlenmişti?İnsan annesine nasıl el kaldırırdı ? Ailesinden hiç böyle şeyler görmemişti.Babası küçükken birkaç kez dövmüştü ama bu her çocuğun yediği dayak kadardı.
    Esma hemen girdiği şoktan kurtulup ayılmaya çalıştı. Ama o kadar sinirliydi ki Esma’yı çok fena ittirdi.Yere düşer düşmez kasıklarına ağrı girdi Bebeklerine bir şey olmuştu.Kan geliyordu.Ethem bunları görünce korkup kaçtı.Esma düşük yapmıştı. Onun yüzünden hayata tutunmasını sağlayacak bebeğini hatta bebeklerini kaybetmişti.Eğer doğsaydı ikizleri olacaktı.Ara ara dayak yemeye alışmıştı.Kader diyordu.Ama bebeklerini öldürmesine dayanamadı.Ondan nefret ediyordu.Ethem üzülmüştü biraz.Artık daha iyi davranmaya başlamıştı. Tam düzeldi artık derken yine bir olay patlak verdi.Ethem yine annesinden para istiyordu.Annesi parayı vermeyince kadıncağızı bıçakladı.Allahtan küçük bir sıyrıktı.
    Bu bıçaklama olayı Esma için son noktaydı.Tamam evliliklerde küçük problemler olurdu ama bu dayanılır gibi değildi.Altı üstü yedi aylık evliydi.Ama başına neler gelmişti ve bunların sonu gelecek gibi değildi.En sonunda dayanamayıp annesini evine gitti.Bütün olanları anlattı.Boşanacaktı artık kararlıydı.Evli kalamazdı onunla resmen deliydi. Çok korkmuştu ya bir gün onu da öldürürse.Annesi başlarda “Dayan kızım evliliklerde olur böyle şeyler” diyerek sakinleştirmeye çalışmıştı.Ama bu dayanılacak türden bir insan değildi.
    Ethem akşam eve geldiğinde karısını göremeyince çılgına döndü.Kaçtığını anlamıştı.Hemen eline bir bıçak alıp evden çıktı. Evlerinin önüne gidip:
    -Verin karımı.Yoksa hepinizi bıçaklarım, dedi.
    Esma’nın babası dışarı çıkarak,
    -Veriyim de kızımı da mı bıçakla? Defol git buradan.
    -Verin karımı olay çıkmasın yoksa mahvederim hepinizi
    Esma ailesine de bir şey yapmasından çok korkuyordu.
    -Baba ben gidiyim yoksa hepimize zarar verecek.
    -Saçmalama otur oturduğun yerde ben evladımı o katile verir miyim?
    Esma korkarak “Tamam” dedi.Ama içi hiç rahat değildi. Dışarıdan hala bağırıyordu “ Gel buraya” diye. En sonunda polisi çağırdılar. Ethem bir gece nezarette kaldı.
    Ertesi Sabah Esma’nın abisi geldi. Olanları duyunca :
    -O kim oluyor da evimizi basıyor?
    -Sakin ol oğlum.
    -Göstereceğim gününü.
    -Dur oğlum .Nereye gidiyorsun?
    -İyi bir dayak atayım da dünya kaç bucak görsün.
    -Bu iş dayakla halledilmez hem o deliyle uğraşılar mı? Kardeşinle avukata gidin de başımızdan nasıl atarız bu deliyi öğrenin.
    -Hiç içime sinmiyor ama tamam bu seferlik öyle olsun.
    Esma’nın psikolojisi o kadar bozulmuştu ki dışarı çıkmaktan bile korkuyordu.Ya yolda karşılarına o deli çıkarsa ne yaparlardı? Gerçi abisi uzun boylu, geniş omuzlu güçlü bir erkekti ama yine de korkuyordu. Korkudan ne giydiğinin üstünde ne olduğunun bile farkında değildi. Tam dışarı çıkıyordu ki annesi durdurup bu eskilerle dışarı çıkmamasını söyledi. Haklıydı da altında yamalı bir şalvar, üstünde kolları yırtık bir buluz ve eski yırtılmış bir eşarp vardı. Bu kıyafetler ancak iş yapılırken giyilirdi. İnsan içine de böyle çıkılmazdı ki. Esma şöyle bir durup üstüne baktı. Gerçekten de bu halde dışarı çıkılmazdı annesi haklıydı. Odasına gitti gitmesine de üstünü değiştirmeden geldi.Annesi:
    -Kız ne savsaklanıyorsun? Bir an önce giy üstünü, ağabeyini bekletip durma.
    -Ben ne yapacaktım içeride?
    -Avukata gitmek için üstünü değiştirecektin ya.
    -Tamam değiştirip geleyim o zaman.
    Annesi kızının bu halini görünce iyice üzüldü. O adam yüzünden kızı ne hallere düşmüştü. İki dakika önce konuşulan şeyi unutur hale gelmişti. Abisi de çok şaşırmıştı. Esma en sonunda giyinip geldi. Abisi ile Germenciğin hatta Aydın’ın en iyi avukatlarından biri olan, Hasan Şahin’in bürosuna gittiler. Hasan bey, Esma ile abisini buyur etti. Ardından:
    -Size ne ikram edeyim?
    -Bir bardak çayınızı içeriz.
    Çaylar geldikten sonra dava ile ilgili konuşmaya başladılar. Dayak yediğine dair tanıkları olduğu için boşanması çok kolaydı. Tek celsede Ethem’den kurtulabilirlerdi.
    Hemen boşanma davası açıldı ve bir ay sonraya gün verildi. Esma ve ailesi bir ayı nasıl geçirdiler bir tek Allah biliyordu. Ethem orada burada tehditler savuruyor evlerinin önünden geçip gözlerini korkutmaya çalışıyordu.
    Sonunda beklenen gün geldi.Bütün aile sabah erken kalkıp hazırlandı. Mestan’ın Hıdırbeyli’den gelmesini bekliyorlardı. O da gelince toparlanıp adliyeye gittiler.Onlar adliyeye gittikten beş-on dakika sonra Avukat Hasan geldi.Son kez Ethem’den maddi bir talebinin olup olmadığını sordu. Esma ne para ne de başka bir şey istiyordu tek istediği ondan boşanıp, kurtulmaktı. Buları konuşurken Ethem ile avukatı geldi. İnatla boşanmak istemediğini söylüyordu çok sinirliydi resmen gözü dönmüştü.Mübaşir bağırdı:
    -Davacı Esma Yağcıoğlu Avukat Hasan Şahin, davalı Ethem Yağcıoğlu Avukat Hüner Mert
    İsmi okununca Esma’nın kalbi daha hızlı atmaya başladı. İçeri girdiler. Boşanmaları çok kısa sürdü. Tam dışarı çıkıp rahat bir nefes alacaklardı ki o deli bağırmaya başladı:
    -Seni öldüreceğim. Benden boşandığına pişman olacaksın!
    Hemen oradan uzaklaşıp eve gittiler . Boşanmışlardı ama neden hala kurtulamıyordu bu adamdan? Gece ailecek oturup düşünmeye başladılar. Sürekli bunun korkusuyla yaşayamazlardı akıllarına bir fikir geldi. Esma bir süreliğine Söke’ye amcalarının yanına gidebilirdi. Bu sırada o deli de biraz sakinleşir belki bundan sonra onlara bulaşmazdı.
    Hemen bavulunu hazırlamaya koyuldu. Ertesi sabah gün doğar doğmaz gideceklerdi. Eşyalarını hazırladıktan sonra oturdu ve düşünmeye başladı. Sekiz ay önce ne kadar da mutluydu. Ne düşüncelerle evlenmişti? Ama başına gelenler inanılır gibi değildi. Kendi kendine gülümsedi ve “Oh be sonunda kurtuldum!” dedi . Ama bu sözü söylemek için çok erkendi. Daha başına neler neler gelecek hiç bilmiyordu.
    Başına geleceklerden habersiz huzurla uykuya daldı. Sabah kalktığında kendini daha dinç daha mutlu hissederek uyandı.Gidecekti artık buralardan.Bu gün, onun Ethem’den kurtuluş günüydü.
    Ailesiyle vedalaştı. Abisiyle birlikte tren istasyonunun yolunu tuttular. Tren istasyonunun yanı başında kahve vardı. Esma kafasını kahveye doğru çevirdi . Önce gördüğü suretten emin olamadı . Tekrar çevirince anladı ki gördüğü yüz Ethem’in yüzüydü. Hemen abisine dönüp:
    -Ağabey orada!
    -Kim?
    -O.
    -Ethem mi?
    -Evet. Gördü mü acaba bizi?
    -Görse ne olacak ? Bitti, kapandı artık bu mesele. Hem ben yanındayım korkma.
    Esma; tama diyemedi çünkü çok korkuyordu. Tren’in uzaktan sesi geldi. Biraz sonra içinde yaşanacakları bilir gibi karalara bürünmüş acı acı bağırarak geliyordu.
    Esma ve abisi tren gelir gelmez bindiler. Ethem bindiklerini görünce hemen yerinden kalktı ve koşarak trene bindi.
    -Abi Ethem de bindi.
    Abisi arkasına döndüğü an Ethem kapının arkasına saklandı.
    -Yanlış gördün herhalde yok ben göremedim.
    Esma etrafa bakındı.
    -Bindi ama gördüm.
    -Yok işte hadi bakınıp durma artık etrafa.
    Abisi inanmasa da Ethem oradaydı.Ve arkadan onları gözetliyor bir yandan da plan yapıyordu. Tren odalıydı baştan ikinci odaya girdiler.Ethem hain planı için uygun zaman kolluyordu.Abisi birden ayağa kalktı.
    -Nereye abi?
    -Tuvalete gideceğim bir şey mi oldu?
    -Yok meraktan sordum.
    Aslında meraktan değil korkudan sormuştu. Gitmesini istemiyordu. Mestan’ın odadan çıktığını gören Ethem odaya doğru yürümeye başladı. Tam bu sırada Esma yerinden kalktı abisinin arkasından gitmeye karar verdi.Kapıyı açar açmaz onu görüp bir çığlık attı. Çığlığı duyan yolcular meraklanıp kapılarının önüne çıktılar. Esma abisinin yanına doğru koşuyordu. O koşarken Ethem de arkasından koşup sırtından bıçaklıyordu bir iki üç dört beş acı çekiyordu ama hala koşmaya çalışıyordu altı yedi sekiz Esma sekizinci bıçağa dayanamayıp yere yığıldı. Herkes dehşet içindeydi yakalamaya çalışıyorlardı en sonunda yakalayıp bir odaya kapattılar. Abisi sesleri duymuştu hemen odaya doğru koşmaya başladı ama geç kalmıştı. Kardeşi kanlar içinde yerdeydi. Ağlayarak “Kim yaptı bunu, hangi şerefsiz? Esma, kardeşim seni nasıl yalnız bıraktım? Keşke hiç yanından ayrılmasaydım.” diyordu. Etrafa toplanan insanların kollarından tutup sarsarak “Kim yaptı söyleyin.?” diyordu. İnsanlar sakinleştirmeye çalıştılar; ama nafileydi. Onu kapattıkları odayı bulup dövmeye başladı. Zorla ayırdılar. Bu sırada tren durdurulunca Mestan hemen kardeşinin yanına gitti. Polis ve ambulans geldi. Esma’nın kanlı vücudunu sedyeye koyup Aydın Devlet Hastanesine, Ethem’i de karakola götürdüler. Esma’nın yaraları ağırdı ama genç olduğu için kısa zamanda kendini toplayabilirdi.
    Mestan eve haber vermeliydi ama nasıl söylerdi kardeşini koruyamadığını? Esma’yı hastanede bırakıp minibüse bindi. Gözleri ağlamaktan şişmiş halde kapıyı çaldı. Annesi gülümseyerek :
    -Ne çabuk gidip geldin?
    -Anne şey.
    -Bir şey mi oldu?
    -Şey …
    -Söyle hadi korkutma beni ne oldu?
    -Anne ben kardeşimi koruyamadım.
    -Ne oldu kızıma? Nerde kızım?
    -Otur anne anlatayım. Ben çok pişmanım keşke kardeşimi yalnız bırakmasaydım.
    -Öldü mü, iyi mi söylesene oğlum ?
    -Biz trene bindikten sonra ben tuvalete gitmek için çıktım odadan …
    -Eee?
    -Meğer o manyak da binmiş trene. Ben çıkınca odadan Esma’nın yanına gelip onu bıçaklamış.
    Emine sormaktan korkuyordu ama yine de ağlayarak sordu:
    -Öldü mü?
    -Hayır hayır sadece yaralı şu anda hastane de ben sizi götürmeye geldim.
    Apar topar hazırlanıp Aydına gittiler. Hastaneye gittiklerinde Esma kendine gelmişti polise ifade veriyordu. Sırtı sargılarla doluydu. Tam sekiz yerinden bıçaklanmıştı.
    Doktor yanında sadece bir kişinin kalabileceğini söyledi. Emine çok yorgundu ama kızını bırakamazdı. Diğerlerini gönderip kızının yanında o kaldı.
    Esma on beş gün hastanede kaldı. Bu sırada Ethem’e altı yıl hapis cezası verildi. Artık Esma’nın Söke’ye gitmesini gerektirecek bir şey yoktu ama yine de gitmek, buralardan uzaklaşmak istiyordu. Esma’nın yaraları iyileşip dikişleri alındıktan sonra abisi Söke’ye bıraktı.







    BEŞİNCİ BÖLÜM Hayat hep zor olmak zorunda mı bu sorunun cevabı evet. Çünkü her insan farklı bir güç birimiz için basit olan diğerimiz için ise bir facia. Yani herkesin hayatı farklı dönemlerde farklı olaylarla zor. Ama bu zorluklar sürekli değişiyor. Her dönemde her yaşta hep aynı olan en büyük zorluk ölüm. İbrahim Yunanistan'ın Gümülcine kasabasında doğdu. Bir yaşında babasını üç yaşında da annesini kaybetti. Daha konuşmalarının paytak lığı geçmeden annesini ve babasını kaybetmişti. Neyse ki şanslı sayılırdı. İki ablası ve bir abisi vardı. Evli olan ablası Hayriye onalı yaşında, Ayşe ablası sekiz yaşında ve abisi recep on sekiz yaşındaydı. Evli olan ablası Hayriye annesi de öldükten sonra İbrahim’i yanına aldı. Recep kendine bakabilirdi. Ayşe’yi de evlatlık verdiler. Recep bir gün kahvede otururken kulağına 'Türkiye’ye gitmek çok kolay' lafı ta kılıverdi. Biraz kulak misafiri olmaya karar verdi. Ama pek bir şey anlayamayınca yan masadakilere seslenip: -Birader kusura bakma konuşmalarımıza kulak misafiri oldum. - Önemli değil birader birey mi oldu? - Ben Türkiye'ye gitmeyi düşünüyorum. Bize yapılan baskılardan bıktım artık. İnsan gibi yaşamak istiyorum. Ama pek fazla param yok. -Dert etme ucuza hallederiz. Ama yollar biraz tehlikeli. -Neden yol tehlikeli. -Çünkü kaçak gidiyoruz ve yakalanırsak hapse atılırız ve hapiste işkence görürüz. -Ben herzeyi göze alıyorum kaç para gerekli? -5 altın -Yalnız ben bir de kardeşimi götüreceğim. Ama küçük, sekiz yaşında o da geldiğinde ne kadar vermem gerekiyor. -10altın - Çok dedin sekiz olsun zaten annem babam yok. -Tamam, kardeşim seni mi kıracağım dediğin gibi olsun. Kiminin parası kiminin duası -Sağalasın ne zaman gidiyoruz. - Haftaya cuma - Saat kaçta çıkacağız yola? -Gece birde kahvenin arkasına büyük bir kamyon gelecek limana kadar onunla gideceğiz. Saat 3 gibi limanda olacağız. Siz gemiye bindikten sonrası problem değil. Direk İzmir limanı. Tek tehlike siz kamyonun içindeyken. Hiç bir polisin görmemesi. -Allah yardımcımız olur inşallah. Paraları ne zaman verice. -Kamyona binince. -Tamam, abi sağolasın -Eyvallah Her şeyi ayarlamıştı. Para tamam yolculuk tamam. Oraya gittikten sonrası da kolaydı. Ama işin zoru İbrahim'i Hayriye'den almaktı. Ona söylese asla izin vermezdi. Ama karalıydı. Kardeşini götürecekti. Hemen planını yaptı. Cuma günü bir gece bende kalsın diyerek kandırıp kaçıracaktı. Çok kızacaktı Hayriye ama napasın küçük kardeşini burada bırakmaya gönlü el vermiyordu. En yakın arkadaşına planından bahsetti. Ondan küçük bir isteği vardı. Yazacağı mektubu cuma sabahı ona verecekti o da cumartesi günü gidip Hayriye'ye teslim edecekti. Bunu yapardı yapmasına da gideceğine çok üzülüyordu. Çocuklukları gençlikleri beraber geçmişti. İbrahim hayatının kökten değişeceğinden habersiz abisinin elinden tutup ablasına vecde edip gitmişti. Bilmediği bir şey daha vardı. Hayriye ablasını son görüşü onu son kez öpüp kokladığıydı. Annesi öldükten sonra ona analık eden ablacığını hayatı boyunca bir daha göremeyecekti. -İbrahim söyle bakalım burayı seviyor musun? - Seviyorum abi. -Buradan gitmek ister misin? -Nereye? -Türkiye'ye. -Nerede orası güzel mi? -Çok güzel orada hep Türk var.Hiç Yunanlı yok. -Ablamlar? -Ablanlardan biraz uzak kalacaksın. Hem büyüyünce onları ziyarete gelirsin. Ağlama hadi ama erkek adam ağlar mı? Bak böyle yaparsan üzülürüm. -Tamam, geliriz ama değil mi? -Geliriz tabi. Ağlamasın diye geliriz demişti ama bu kocaman bir yalandı. Çünkü kaçak gidiyorlardı ve dönüşü çok zordu. Eve geldiler ve İbrahim sokakta çocuklarla oyuna daldı. Evden çıktılar yetişeme korkusuyla hızlı hızlı yürüyorlardı. Biri gecenin köründe nereye böyle deseydi ne cevap veriridir. Saatte baya ilerlemişti. Recep'i bir anda yetişememe korkusu sardı. Sanki içine doğan olmuştu. Tam köşeden döndüler ki ne görsünler. Kamyon gidiyordu. Hemen arkasından koşmaya başladılar. Uyku vakti gelmiş olan İbrahim koşmakta zorlanıyordu. Abisi İbrahim'i sırtına alıp koşmaya başladı. Aksilik bu ya koşarlarken ayağı taşa takılıp düşüverdi. Düştüklerini fareden kamyon durdu. İkisinin de canı çok acıyordu ama kamyon durunca gözlerinin içi güldü. Anlaştığı adama altınları verdikten sonra kamyonun kapağı açıldı. Gördükleri Recep'i şaşkınlığa uğrattı. İçeride en az yetmiş kişi vardı. Küçücük yerde kucak kucağa gideceklerdi. Ama bundan sonra yaşamları için değerdi. Önce İbrahim'i oturttu sonra da kendi atladı ve koca kapı üstlerine kapandı. Hava alabilecekleri ufacık bir aralık vardı. Yol kısaydı Allahtan. Ufaklık arabaya biner binmez abisinin kucağında uyuyuverdi. Kamyonun gittikçe havasız kalıyordu. Çok kalabalıktı içerisi ve sonunda yol bitti. Kapaklar açıldı. Şimdi gemiye bineceklere adam bağırıyordu: ' Hızlı olun koşun çabuk beş dakikaya kadar binmezseniz gemi hareket eder ve binen gider binemeyen kalır. ‘Herkes telaşlanıp ayaklandı. Recep kucağında kardeşi olduğu için hızlı hareket edemiyordu. Tam ayağa kalktı ki arkadakiler ittirdi ve yere düştüler. Ufaklık bir anda ne olduğunu anlayamadan acıyla uyandı. Üstlerinden birileri atlayıp duruyordu. Ezilme tehlikesi içindeydi cılız bedeni. Recep hemen kendini toplayıp kardeşini sırtına aldı ve gemiye yetiştiler. Gemi hareket etmeye başladı. Bu sırada bir baba eşini ve çocuğunu bindirdi. Ama kendisi gemiye asılı kaldı. Kadın bağırmaya başladı:' Kocam, kocam düşüyor yardım edin.' diyerek kocasını kurtarmaya çalışırken kaptan da bir yandan kadına 'sus kadın' diye bağırdı. Çocuk ağlamaya başlamıştı. Recep hemen yerinden fırlayıp adamı kolundan yakaladı ve gemiye çıkmasına yardım etti. Adam beline kadar ıslanmış halde gemiye çıktı. Kadını gözleri ağlamaklı : -Sağalasın kardeş senden başka koşan olmadı. -Ne demek yenge insanlık görevimiz.

      Forum Saati Cuma Mayıs 10, 2024 7:29 pm