Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    HER ŞEYE RAĞMEN (EMİNE ÖZTÜRK)

    avatar
    01001110022


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 22/12/10

    HER ŞEYE RAĞMEN (EMİNE ÖZTÜRK) Empty HER ŞEYE RAĞMEN (EMİNE ÖZTÜRK)

    Mesaj  01001110022 Cuma Ara. 24, 2010 2:20 pm

    HER ŞEYE RAĞMEN

    Yemyeşil bir doğa, ağaçlar, dereler, kuşlar, böcekler… Burada dört mevsimin bütün güzellikleri yaşanır. Ama özelliklede ilkbaharın, yazın tadı bir başka olur. Güneşli havalarda doğanın rengi, kokusu bir başka güzel olur. Her şey o kadar güzeldir ki insan sürekli gezmek o tabiatın güzelliğini yaşamak istiyor. İnsanlar geçimlerini sağlamak için sürekli çalışmak zorundalar. Burası küçük bir ilçe ve burada iş imkânı yok denecek kadar az. Buradaki insanlar özellikle hayvancılıkla ve de tarımla uğraşırlar. Tabi bağ bahçe ve hayvancılık işi daha çok kadının eline bakıyor. Bu sadece burada olan bir değil görüyoruz ki ülkenin genelinde hemen hemen bu böyle. Erkekler de belli bir işi olan işine gider eve geldiğinde ise yemeğini yer ve kahveye gider ya da arkadaşlarıyla vakit geçirir. Kadınlarsa onlara hizmet eder iş yapar çoluğuna çocuğuna bakar. Ama neyse ki eğitimin de artmasıyla geç de olsa bu zihniyet ortadan kalkmaya başlamıştır.

    Elmas ile Osman görücü usulüyle evlendirilmiş köyde Osman’ın annesiyle beraber yaşayan bir çifttir. Elmas küçük yaşta istemeden evlendirildiği için mutsuz bir evlilik geçirmektedir. Osman da köyde yetişmiş ne de olsa annesinden babasından ne gördüyse öyle davranır farkında olmasa da. Elmas’ a karşı anlayışlı bir eş olmamıştır hiçbir zaman. Zaten Osman’ın annesi Fatma nine gelini Elmas’ı hep çalıştırmış, yine de ondan memnun kalmamıştır bir türlü. Yani bütün kaynanalar gibi o da gelininden razı değildir. Fatma ninenin kocası öldüğü için yalnız kalmasın diye Osman annesini bakmaktadır.

    — Herkesin gelini ne güzel işler yapıyor bizimkide ikide bir bebekle uğraşıyor. Sanki bir onun bebeği var. Diğerlerini de görüyorum niye bizimki böyle! Diye sitemleniyordu kendi kendine.

    Elmas’ın bebeği yeni doğmuştu. Elmas işten vakit bulduğu sürece bebeğiyle ilgilenmek istiyordu ama bu bile kaynanasının gözüne batıyordu. Ama yinede bebeği, biricik kızı ona her şeyi unutturuyordu. Küçücük tatlı bir kızları vardı, Ayşe… Elmas’ın Ayşe’yle beraber sanki bütün kötü günleri geride kalmıştı. Kızı ona her şeyi unutturuyordu.

    Günler böyle geçiyordu. Osman inşaat işiyle uğraşıyordu. Elmas da günlük işlerle uğraşıyordu. Köyde ineklere ot kesmeye gitmişti. Ayşe’yi de yanına almıştı. Ayşe bir kenara, güzel bir yere koyduktan sonra ot kesmeye başladı. Kesmeye devam ederken birden bire bir ses duydu. Ayşe olduğu yerde yoktu. Elmas’ın farkında olmadan sürünüp küçük bir çukurun içine düşmüştü. Bebeğin yüzünü oradaki bir cam parçası kesmişti. Baya bir kesik olduğundan çocuk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Elmas korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Ağlamaya başladı. Hemen Ayşe’yi alıp eve götürdü. Kaynanası:

    — Bir çocuğa sahip çıkamadın böyle çocuk bakmak mı olurmuş” diye çıkıştı. Elmas zaten üzülmüştü, ne yapacağını şaşırmıştı.

    — İşten güçten çocuğa zaman ayırabiliyor muyum onunla ilgilenebiliyor muyum sanki diye cevap verdi.

    — Hem şimdi bana cevap vermeyi bırak da Ayşe’yi hemen doktora götürelim diye ekledi Elmas.

    — Tamam, ben hemen Hasan amcanı çağırayım o arabasıyla bizi şehre götürür.

    Apar topar arabaya binip hastaneye gittiler. Doktor gerekenleri yaptı, neyse ki Ayşe’ye önemli bir şey olmamıştı. Ama yüzündeki kesiği diken doktor dikiş izinin yüzünde kalabileceğini söyledi. Elmas buna çok üzülse de Ayşe’ye daha kötü bir şey olmadığı için sevinmişti de. Kaynanası Fatma nine de hem Elmas’a söylendi hem de Ayşe’ye kötü bir şey olmadığı için içi rahatlamış öfkesi biraz olsun dinmişti.


    Eve gelmişlerdi. Ayşe’yi uyutmuştu annesi. Sonra inekleri yedirmek için ahıra gitti. 3-4 tane koca inek… Elmas inekleri yedirdi ahırı temizledi. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp temizlerini de giyindikten sonra kendileri için akşam yemeği hazırladı. Osman da işinden yeni gelmişti ve hep beraber sofraya oturup karınlarını doyurdular. Elmas sofrayı kaldırıp bulaşıkları yıkarken Ayşe uyanmıştı o sırada Osman’a onunla ilgilenmesini söyledi.

    — Osman Ayşe uyandı biraz oyna onla da şuraları toparlayayım.

    — Ben uğraşamam dışarı çıkacağım arkadaşlarla kahveye gideceğiz. Zaten bir şey yaptığın yok bari çocuğa bak. Ben sabahtan akşama kadar inşaatlarda çalışıyorum bir de çocuk mu bakacağım.

    Bunları duyan Elmas çok kızdı.

    — Ben oturuyor muyum sanki. Sabahın köründe kalkıp işlere koyuluyorum. Bir de çocuk var. Hangi birine yetişeyim… O senin de çocuğun. Neden bir kere alıp çocuğunla ilgilenmiyorsun? Böyle babalık mı olur?

    — Çok konuşma babalığı senden öğrenecek değilim dedi ve kapıyı çarpıp çıktı Osman.

    Elmas bu tür tartışmalara alışkındı ama yine de zoruna gitti ve ağlamaya başladı. Ayşe’yi de alıp odasına çekildi. Ayşe sanki onu anlıyormuş gibi Elmas ona dert yanıyordu. Elmas’ın anlattıkları Ayşe’ye masal gibi geldi ve uykuya daldı annesi bebeğine sımsıkı sarıldı ve ikisi beraber uykuya daldılar.

    Ayşe büyümüş genç ve güzel bir kız olmuştu. Yüzündeki iz de sanki büyüdükçe kaybolmuş gibiydi. Bu iz ona hep küçüklüğünü hatırlatan bir anıydı. Ama artık çok fark edilmiyordu. Bu duruma annesi de çok seviniyordu. Ayşe çok saygılı iyi bir kızdı. Fatma nine de torunu Ayşe’yi çok seviyordu tabi Ayşe de aynı şekilde onu çok seviyordu. Ama babasının ve ninesinin annesine anlayışsız davranmalarına dayanamıyordu. Annesini onlara ezdirmiyor, onu seviyor ve onun üzülmesine dayanamıyordu.

    Ayşe liseyi iyi bir dereceyle bitirmişti. Üniversiteye gitmek iyi bir bölümde okumak istiyordu fakat babası onu dershaneye verecek kadar parasının olmadığını söylüyordu. Aslında durumları o kadar da kötü değildi. Kazandığı parayı içkiye kumara yatırdığı için evine pek para götürmüyordu.

    — Sürekli içki içiyorsun, eve sarhoş geliyorsun. Bıktık senin bu halinden. Seninle mutlu bir gün geçiremeyecek miyiz?

    — İçerim içmem sanane be kadın. Sürekli şikâyetçisin bana laf yetiştireceğine git bir işe yara.

    — Bunlar bana mı söylüyorsun? Senin içkin kumarın yüzünden kızımızı dershaneye veremiyoruz. Hâlbuki o çok başarılı, ne istediğini bilen bir kız. Onun okuması gerek. Benim çektiklerimi o da çeksin istemiyorum ve onu okutmak için elimden geleni yapacağım, kızımın istediği hayatı yaşamasını sağlayacağım. Senin bunları anlayacağını sanmıyorum senin aklın içkide kumarda senden ne hayır gelebilir ki!

    Bunları duyan Ayşe çok üzülür. Annesini de zor durumda bırakmak istemez ama annesi kızına üzülmemesi gerektiğini ne olursa olsun onu dershaneye göndereceğini söyler.
    Elmas bir gün Osman’dan gizli bir ineğini satarak kızını dershaneye yazdırdı. Bundan Ayşe’nin haberi yoktu. Annesi eve geldiğinde bunu Ayşe’ye söyledi. Ayşe bunu duyunca çok mutlu oldu.

    — Anneciğim bu zorluklar içinde beni dershaneye verdin. Bende senin emeklerini boşa çıkarmayacağım. İyi bir üniversiteye girip başarılı olacağım ve iyi bir işim olacak. Seni de bu çekilmez hayattan kurtaracağım, söz veriyorum!

    — Sen kendini kurtar bu bana yeter. Benim çektiklerimi sen de çek istemiyorum kızım. Bu emeklerimi boşa çıkarma bana yeter. Ben senin için uğraşıyorum ama biliyorum ki sen akıllı kızsın ve beni de hayal kırıklığına uğratmazsın.

    Ayşe dershaneye yazılır. Bütün sense boyunca çok çalışır. Ödevlerini titizlikle yapar, öğretmenlerini dikkatle dinler. Bol bol test çözerdi. Sınav günü gelip çatmıştı. Ayşe annesinin de hayır duasını alarak sınava gitti. Sınavdan mutlu bir şekilde çıkıp evin yolunu tuttu. Artık geriye sınav sonuçlarının açıklanacağı günü beklemek kalmıştı…

    Yazın gelmesiyle de işler daha da artmıştı. Ayşe annesine her işinde yardımcı oluyordu. Evin işini bitirdikten sonra tarlada annesine yardım ediyor, sonra annesiyle beraber inekler için ot kesmeye gidiyorlardı. Ot keserken annesi Ayşe’ye düştüğü yeri gösterip yüzündeki izin nasıl olduğunu anlatıyor, eski günleri anıyorlardı. Bazı günlerde ise kışa hazırlık olsun diye odun yapmaya gidiyorlardı. Akşamları ise işler bittikten sonra dışarıda komşularla ateş yakıp demlenmiş çaylarını akşam serinliğinde yudumluyorlar, koyu bir sohbete dalıyorlardı. Zaten ondan başka eğlenceleri yoktu köy yerinde. Hep iş hep iş… Bu sohbet bile onlar için büyük bir eğlence demekti.

    Sabahları Ayşe inekleri otlatmaya çıkardı. İnekler otlarken Ayşe de bir kenara oturmuş kitap okuyordu. Bir ara ineklere bakmak için başını kaldırdı. Ama bir de ne görsün ineklerden bir tanesi yok. Ayşe telaşla kalkıp ineği aramaya koyuldu. Aradı aradı… Ama ineği hiçbir yerde bulamadı.

    Eve nasıl gideceğim şimdi. Babam beni öldürecek, bana çok kızacak. Keşke gözüm hep onlarda olsaydı. Ne yapacağım ben şimdi?

    Eve geldi. Durumu annesine anlattı. Annesi tedirgin olmuştu. Çünkü Osman’ın ve kaynanasının kızacağını biliyordu.

    — Neee! İneğimi kaybettin? Koskoca kız oldun birkaç ineğe sahip çıkamadın. Bu ne beceriksizlik böyle. Kim bilir aklın nerdeydi. Ne yapıyordun da kaybettin ineği?

    — Kitap okuyordum baba. Gözümün önündeydiler birden kayboldu.

    — Kitap okuyordun haaa!!! Bir daha kitap okuduğunu görmeyeceğim. Saçma sapan işlerin yüzünden ineğimizden olduk. Defol git! Gözüm görmesin seni.

    Ayşe babasının verdiği bu tepkiden sonra ağlayarak odasına gitti.

    — Niye bu kadar yüklendin kıza? İnsanlık hali işte oldu bir kere. Anlayışla karşılayamaz mısın?

    — Ne anlayışı yaaa! İnek gitmiş sen ne diyorsun, oyuncak değil bu koskoca inek. Zaten bu kıza hep sen yüz veriyorsun. Hep şımartıyorsun. Yeter artık bundan sonra yok öyle, anladın mı? Okuyup da ne olacak zaten otursun iş yapsın kız dediğin evinde oturur.

    Ayşe odasında hem ağlıyor hem de babasıyla annesinin konuşmalarını dinliyordu. Bunları bir babanın ağzından duymak ne kadar kötü değil mi? Ayşe “Benim babam neden böyle?” diye düşünmeden edemiyordu.

    Babası annesine de kendisine de kötü davranıyordu. Onları insan yerine bile koymuyordu. Sürekli hizmet et, iş yap… Hayat bu olamazdı. İnsanın bir hedefi, bir gayesi olmalıydı. Amaçsız, boşa yaşamak Ayşe’nin zoruna gidiyordu. Hele de sürekli içen, ne yaptığını bilmeyen ama sanki ondan başka daha bilgili olmadığını düşünen bir baba ile… Bu yüzden sınav sonuçlarının açıklanacağı gün hemen gelsin istiyor, o evden uzaklaşmak istiyordu. Çok çalışmıştı ve sınavı da kötü geçmemişti. Kazanacağından ümitliydi.

    O gün gelmiş, sonuçlar açıklanmıştı. Ayşe’nin ümidi, çalışmaları boşa gitmemişti. Sınav sonucunu öğrendiğinde mutluluktan havalara uçmuştu. Kazanmıştı ve o evden gidecekti. Ama annesini orda bırakacağı için de bir o kadar üzüntülüydü. Bu düşünceleri bırakıp kazanmanın mutluluğunu yaşamak istiyordu. Bu güzel haberi hemen annesiyle paylaştı.

    — Anne bak! Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım demiştim. Kazandım işte! İstediğim bölümü kazandım!

    — Kızım benim… Sana güveniyordum zaten. Seninle gurur duyuyorum yavrum. Umarım her günün bugünkü gibi mutlu geçer.

    — Teşekkür ederim anneciğim benim. Hep mutlu olacağız. Seni de kurtaracağım bu hayattan. Sen olmasaydın bu günleri göremezdim ben.

    Ayşe annesine sımsıkı sarıldı, hayattaki tek destekçisine…

    Kayıt günü geldiğinde Ayşe annesinden aldığı parayı zar zor denkleştirip kayıt parasını öder. Gittiği yer yaşadığı yere oldukça uzaktı. Annesi onunla gitmeyi çok istemişti fakat kocası Ayşe’nin okumasını zaten istemiyordu bir de onunla gitmesine nasıl izin verecekti! Derken Ayşe’yi tek başına göndermişlerdi. Ayşe sürekli köyde yaşadığı için büyük şehrin kalabalığı, yoğunluğu onu korkutmuştu. Koskoca şehirde tek başına yapayalnız kalmıştı. Babası zaten hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Bu da yetmezmiş gibi annesinin ilgilenmesini de engelliyordu. Elmas kızıyla gidemediği ve onu tek başına gönderdiğine çok üzülüyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Kocasının sözünü dinlemek zorundaydı. Onun içini tek rahatlatan şey Ayşe’nin girişken olmasıydı. Köyde yaşamasına rağmen oldukça girişkendi. Kendi işini halledecek kadar iyiydi en azından.

    Kayıt gününde Ayşe bazı evrakları hazırlamada zorlanmıştı. Neyin nerden alınacağını bilmiyordu. İlk defa büyük bir şehre gitmişti ve hiçbir yeri bilmiyordu. Elindeki yapılması gerekenleri yazdığı deftere bakarken arkadan birisi seslendi.

    — Pardon! Anladığım kadarıyla sizinle aynı bölümdeyiz. Az önce siz konuşurken kulak misafiri oldum. Evrakları nerden temin edeceğimizi bilmiyorsunuz sanırım. İsterseniz size yardımcı olabilirim.

    Ayşe’ye seslenen bu genç yakışıklı, eli yüzü düzgün bir çocuktu. Gayette efendi ve kibar bir çocuğa benziyordu. Ama Ayşe yinede tedirgin olmuştu. Sonuçta kimin nasıl birisi olduğunu nerden bilebilirdi ki?

    — Yok, teşekkür ederim. Ben halletmeye çalışırım.
    — Benden çekinmenize gerek yok. Gerçekten size yardımcı olmak istiyorum sadece. Beni yanlış anlamanızı istemem. Ama tabi yinede siz bilirsiniz.

    — Aslında gerçekten yardıma ihtiyacım var. Buraya ilk defa geliyorum ve hiçbir yeri bilmiyorum.

    — Merak etmeyin benim de aynı evrakları almam gerekiyor zaten. Az çok biliyorum ben buraları. Bu arada benim adım Ömer.

    — Bende Ayşe.

    — Tanıştığıma memnun oldum Ayşe.

    Ömer’le birlikte işlerini hallettiler. Ayşe Ömer’e bolca teşekkür ederek ilk defa kalacağı yurda doğru yola koyuldu.

    Yurt güzeldi. Odada üç kişi kalıyorlardı. Diğer kızlarla da tanıştı. Kızlar çok iyiydiler. Ayşe’nin onlara kanı ısınmıştı. Ama evde gürültü kavga da olsa evini, özellikle de annesini çok özlüyordu. Annesini o evde tek başına bırakmış gibi hissediyordu. “Keşke kardeşim olsaydı en azından o, anneme sahip çıkardı.” Diye düşündü. Ama o tek çocuktu. Köyde yaşayanların çoğunu üç dört çocuğu varken onların tek çocuğu vardı. Annesiyle babası birbirlerini sevmedi hiçbir zaman. Bu yüzden de bir çocuktan fazlasını istemediler. Zaten annesinin içinde kızını istediği gibi yerleştirememenin, ona yeterli desteği sağlayamamanın ezintisi vardı. Bir de daha çok çocukla nasıl uğraşacaktı. Kızı üniversiteyi kazanmıştı. Ona büyük mutluluk yaşatmıştı ama yinede kızından ayrılmak ona çok ağır gelmişti. Yanındaki tek dayanağı, sırdaşı, arkadaşı oydu. Şimdi bu karada uzakta olması onu üzüyordu. Ayşe gittikten sonra evdekiler daha bir baskı uygular olmuştu sanki. Kendini savunmaya kalkışsa da hep susturuluyordu. Çünkü kocasına göre o bir kadındı ve konuşmaya hakkı yoktu. Onun yapması gereken tek şey köle gibi çalışmaktı…

    Osman işini bitirmiş her zamanki gibi meyhanenin yolunu tutmuştu. Kazandığı paranın çoğunu içkiye yatırıyordu zaten. O akşam Osman içtikçe içti kendinden geçmişti. Ayakta duramayacak haldeydi. Meyhane sahibi yeterince içtiğini evine gitmesini söyledi. Arkadaşları ondan daha iyi durumdaydı. Meyhaneci onlara Osman’ı evine götürmelerini söyledi. Hep beraber meyhaneden çıktılar. Osman’ın evine az kala arkadaşları ayrılıp evlerine gittiler. Osman zaten kendinde değildi yürüyordu ama nereye gittiği belli değildi. Hava da kararmıştı. Bir ileri bir geri sallana sallana yürürken bir anda kendini boşlukta hissetti. Kafası yerinde değildi neye uğradığını anlayamadan gözleri kapandı…

    — Gelin Osman hala gelmedi. Bir şey mi oldu yoksa. Ben korkmaya başladım. Geç gelirdi ama bu kadar da gecikmezdi. Saat gecenin üçü oldu.

    — Ben de merak ettim. Yine içmiştir o her zamanki gibi. Sakın gelirken başına bir şey gelmiş olmasın.

    — Sus ağzından yel alsın. Allah’ım sen Osman’ımı koru! İnşallah başına bir hal gelmemiştir. Hemen amcanlara haber verelim de aramaya gidelim Osman’ı.

    Elmas hemen evlerinin yakınında oturan amcalarına, tanıdıklara haber vermeye gitti. Haberi duyanlar telaşlandı. Hemen yola koyulup Osman’ı aramaya başladılar. Osman’ın her zaman gittiği meyhaneye gidip sordular.

    — Osman çoktan arkadaşlarıyla çıktı şimdiye dek evde olması gerekiyordu. Dedi meyhaneci.

    — Bu saat oldu hala gelmedi oğlum. Nereye gider korkmaya başladık artık. Diye üzüntüyle zor konuşabildi Fatma nine.

    — Sizi telaşlandırmak istemem ama çok içkiliydi. Ayakta zor duruyordu. Arkadaşlarıyla çıkmış isterseniz onlara sorun.

    Telaşla oradan uzaklaştılar. Birbirlerinden ayrılarak Osman’ın en samimi olduğu arkadaşlarına teker teker sormaya gittiler. Ama hepsinden aldıkları cevap aynı oldu.

    — Biz Osman’la eve doğru gidiyorduk sonra o ben gidebilirim dedi. Ev yakın diye biz de çok üstelemedik. Biz de evlerimize gittik.

    Bunun üzerine hemen evin çevresine bakınmaya karar verdiler. Herkes aramaya başlamıştı. Elmas ve Fatma nine de hem ağlıyor hem de Osman’ı arıyorlardı. Hava karanlık olduğundan fenerlerle zar zor yürüyorlardı ama neyse ki sonunda Osman’ı gören olmuştu.

    — Geliiin! Burada Osman’ı buldum!

    Osman’ı amcasının küçük oğlu Cengiz bulmuştu. Osman baygın haldeydi ve yüzü kan içindeydi. Onu hiç istemedikleri bir yerde küçük bir uçurumun dibinde buldular. Annesi çıldırmış bir haldeydi. Elmas hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hemen Osman’ı kucaklayıp arabaya bindirdiler. Sabah olmaya yakınken hastaneye vardılar. Doktor apar topar Osman’ı ameliyata aldı. Yakınları telaşla dışarıda haber beklediler. Dakikalar saatler geçmişti ama hala bir haber yoktu. Gün aydınlanmıştı. Sonunda doktor ameliyathaneden çıktı ve:

    — Hastamızın durumu iyi ama size kötü bir haberim var.

    O an annesi ve Elmas için çok kötüydü. Ne duyacaklarından çok korkmuşlardı. Hem ne olduğunu bilmek istiyorlardı hem de kötü bir şey duymak istemiyorlardı.

    — Hastamızın beline cam parçası saplanmış ve sinirlerine büyük hasar vermiş. Ne yazık ki hastanın bir daha yürümesi imkânsız.

    Bunu duyan yakınları özellikle de annesi ve Elmas neye uğradıklarını şaşırdılar. Böyle bir şey beklemiyorlardı. Nasıl olur da Osman’ın başına böyle bir şey gelebilirdi. Annesi ağlayarak:

    — Hep o pis içki yüzünden… Ne vardı bu kadar içecek. Gel evinde otur yemeğini ye yat. Ah bugünleri de mi görecektim ben.

    — Öyle ama çok şükür ki hayatta yine de. Zor olacak ama bu duruma da alışmaktan başka çaremiz yok. Diye cevap verdi annesine.
    — Ağlamayın artık kendinizi harap ettiniz. Bu kadar içkinin sonu böyle olur. Daha ne bekliyordunuz ki. Elmas’ın da dediği gibi çok şükür ki bundan kötüsü olmamış. Dedi amcalarından biri.

    Doktor yanlarından ayrılmıştı. Osman’ı odaya almışlardı. Narkozun etkisinden dolayı baygındı. Osman’ın başında uyanması için beklemeye başladılar.

    Ayşe odasındaki kızlarla tanışmıştı. İkisi de çok iyi kızlardı. Şen şakrak esprili tatlı kızlardı. Bir yandan kızlarla konuşuyor bir yandan da getirdiklerini yerleştirmeye çalışıyordu. Kendine ait geniş, büyük bir dolabı, büyük bir çalışma masası, güzel tek kişilik bir yatağı vardı. Eşyalarını yerleştirdikten sonra kızlarla yurdun kantinine inip bir şeyler yediler. Sonra da odalarına çekilip dinlenmeye gittiler.

    Osman’ı birkaç gün hastanede yattıktan sonra taburcu ettiler. Uyanınca olan biteni ona anlattılar. Tabi onun için de büyük bir şok oldu. İçkiye lanet etti ama artık çok geçti yapacak bir şey yoktu ve daha yürüyemeyecekti. Onu eve götürdüler, yatağına yatırdılar o dinlenirken Elmas Osman’ın sevdiği yemekleri yapmaya gitti. Elmas bir yandan yemek yaparken bir yandan da bu haberi kızına nasıl vereceğini düşünüyordu. Babasıyla arası soğuk olsa da kızının babasını görmesi Osman’a moral verebilirdi. Onu mutlu edebilirdi. Bu yüzden yemekleri ocağa koyar koymaz amcasının evine gidip kızına telefon etmek istediğini söyledi. Onların evinde telefon olmadığı için amcasının evinde telefon etmeye gitti. Elmas telefonu eline aldı. Kızının telefonunun numarasını çevirdi. Telefon çalıyordu.

    — Alo, kızım!

    — Annecim!

    — Nasılsın yavrum, yerleşebildin mi?

    — İyiyim anneciğim, eşyalarımı yerleştirdim, her şey yolunda merak etme.

    — Yurt nasıl iyi mi, güvenli mi? Aklım sende kalmasın.

    — Hiç kalmasın anne yurt gayet güvenli, okuluma da yakın benim için endişelenme olur mu?

    — Tamam kızım öyle olsun da.

    — Babam, ninem nasıl, sen nasılsın annecim?

    — İyiyiz kızım, daha doğrusu iyi olmaya çalışıyoruz.

    — İyi mi olmaya çalışıyorsunuz? Bir sorun mu var anne, ne oldu?

    “Baban”diyebildi Elmas ve ağlamaya başladı.

    — Ne oldu ki babama? Söyle hadi anne korkmaya başladım!

    — Dün çok içmiş yine. Gece geç saatlere kadar gelmedi. Merak ettik, aramaya çıktık amcanlarla. Sonunda onu bir uçurumun dibinde bulduk. Ah bir görsen ne haldeydi! O sarhoşlukla düşmüş uçurumdan. Birkaç gün oluyor ama sana şimdi haber verebildim. Hastanedeydik kaç gündür.

    — Peki, nasıl şimdi, iyi mi, bir sorununu var mı?

    — Pek iyi olduğu söylenemez. Eve getirdik işte. Ama belden aşağısı tutmuyor. Yürüyemeyecekmiş bir daha doktor öyle söyledi. Evimizde neşe yoktu zaten, artık iyice kayboldu.

    Bunları duyan Ayşe şaşkınlıktan ve üzüntüden ne diyeceğini bilemedi. Ona göre sanki babalara bir şey olmazdı. Onlar her zaman çok güçlü, her zorlukla başa çıkan kişilerdi sanki. Her ne kadar Ayşe’ye, annesine kötü davrandıysa da sonuçta o babasıydı. Üzülmemek elde değildi. Ağlamaya başladı birden.

    — Ben hemen oraya geleceğim. Sabah olsun ilk işim bilet alıp oraya gelmek olacak.

    — Evet kızım gel. Babana da moral olur. Senin de içinde kalmamış olur, onu görünce rahatlarsın en azından.

    — Babam iyi mi?

    — İyi olmaya çalışıyor. Morali çok bozuk tabi. Bu hale gelmek aklının ucundan bile geçmiyordu ne de olsa. Neyse kızım biliyorsun amcanlardan arıyorum seni. Çok oldu kapatayım artık. Gelirken dikkatli ol, kendini de üzme tamam mı kızım?

    — Nasıl üzülmeyeyim anne nerden çıktı durup dururken. Neyse annecim kapat hadi sen gelince konuşuruz artık. İyi akşamlar, görüşürüz.

    — İyi akşamlar kızım.

    Ayşe telefonu kapattı. Ama hala konuşmanın etkisindeydi. Bir yandan babasına üzülüyor, bir yandan da içki yüzünden bu hale geldiği için ona kızıyordu. Bir insan bunu kendine nasıl yapabilirdi? Kendisini düşünmüyorsa ailesini de mi düşünmüyordu? Şimdi evin geçimini kim sağlayacaktı? Annesinin baktığı hayvanlarla ne kadar idare edebilirdi ki? Ayşe yatağında bütün gece bunları düşündü durdu. Sonra derince bir uykuya daldı…

    Ayşe sabah erkenden kalktı. Kahvaltı bile yapmadan direkt bilet almaya gitti. Bir an önce eve gitmek istiyordu. Otogara gidince en erken saate biletini aldı. Otobüsün gelmesini beklerken bir şeyler atıştırmaya gitti.

    — Ben bir daha ayağa kalkamayacak mıyım, yürüyemeyecek miyim? Diye feryat etti Osman.

    — Yeter kendini harap ettiğin. Bunun böyle olacağı belliydi. O kadar içme dedim, annen yalvardı içme diye ama bizi dinlemedin hiç. Şimdi bunları konuşmak boşuna ama yine de söylemeden edemiyorum. Değdi mi bunlara? Bak ne hale geldik! Bize şimdi kim bakacak, ne ile geçineceğiz biz? Ayşe okuyor ona para nasıl göndereceğiz?

    — Benim halime bak, sen ne diyorsun. Ben daha yürüyemeyeceğim sen kızının okulundan bahsediyorsun. Okumasın umurumda değil.

    — Belli zaten umurunda olmadığı. Olsaydı bu hallerde olmazdın şimdi. İçki yüzünden bu hale geldiğin için sana o kadar kızıyorum ki! Bile bile bu hale geldin sen. Bizi de mahvettin.

    — Yeter, tamam sus artık! Git buradan seni dinlemek istemiyorum.

    Elmas daha fazla üstüne gitmek istemedi Osman’ın. Uzaklaştı yanından. Osman karısına hak veriyordu ama kendine yediremediği için bunu ona söyleyemiyordu. Olan olmuştu zaten artık olan biteni değiştirmek imkânsızdı.

    Ayşe otobüse binmişti. Uzunca bir yolculuktan sonra evine varmıştı. Hemen babasının yanına gitti. Onu o halde görünce çok üzülmüştü. Hem de çok… Babası Ayşe’yi görünce kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Ayşe babasına doğru yaklaştı. Babası kollarını açtı. Bu duruma Osman bile şaşırmıştı ki Ayşe de bir an ne yapacağını bilemedi. Osman şimdi suçluluk duygusunun etkisiyle duygusallaşmıştı. Ayşe babasının açılmış kollarına doğru gidip sarıldı sıkıca. Sonra Ayşe ağlamaya başladı.

    — Ağlama Ayşe. Ben sana layık bir baba olamadım. Benim için akıtma gözyaşlarını. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Her şey için, size yaşattıklarım için çok üzgünüm.. İşte, bak! Şimdi bunun cezasını çekiyorum…

    Ayşe bir şey diyemedi. Aslında ona içinde biriktirdiklerini söylemek isterdi ama babasının bu durumda olması onu çok etkilemişti. Bu yüzden susmayı tercih etti.

    Ayşe’nin okulu olmasına rağmen bir haftasını evde geçirmek istedi. Evde geçirdiği süre içinde babasının rahat etmesi için elinden geleni yaptı. Onu tekerlekli sandalyesine oturtup dışarıda, yeşilliklerin arasında gezdirdi. Sevdiği yemekleri yapıp yedirdi. Ev halkı artık yavaş yavaş alışıyordu Osman’ın nu haline. Osman ‘da da bir hayli değişiklik görülüyordu. Eskisi gibi değildi. Sanki anlayışsız, kaba Osman gitmiş, yerine tam tersi bir adam gelmişti. İçine düştüğü bu durum onu duygusallaştırmıştı ve değiştirmişti. Artık kızıyla, karısıyla daha iyi anlaşıyor, yaşadığı pişmanlıktan dolayı eskisi gibi davranmıyordu. Elmas eşinin olumlu yönde değişmesinden çok memnundu. Fakat kocası çalışmadığı için evinin geçimini sağlamak ona kalmıştı. İneklerinden evine yağ, süt, peynir yapıyordu. Tarladan da patates, sebzeler falan yetiştiriyordu. Ama evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için paraya ihtiyaç vardı. Zaten bu devirde parasız bir şey olmuyordu ki!

    Bir gün Elmas mutfakta bir şeyler hazırlamaya çalışırken Ayşe yanına geldi. Annesinin dalgın olduğunu ve bir hayli de üzgün olduğunu fark etti.

    — Anne neyin var? Çok dalgınsın.
    — Yok, bir şeyim kızım.
    — Söyle hadi anne. Babama üzülüyorsun di mi?
    — Tabi babana üzülüyorum ama baban özellikle de sen geldikten sonra baya bir toparladı. Artık eskisi gibi üzülmüyor. Ama babanın bu durumu bizim için hiç iyi olmadı. Elde avuçta bir şey kalmadı. Kadın başıma köy yerinde ben ne iş bulup da çalışacağım. Neyle geçineceğiz biz? Sen de okula gidiyorsun. Senin hiç değil üniversite hayatını rahat rahat yaşamanı isterdim. Ama olmuyor işte görüyorsun.

    Ayşe annesinin biraz kırışmış, üstünde onlarca yükün ağırlığıyla ezilmiş, bitkin yüzüne baktı.
    - Anneciğim düşündüğün şeye bak. Sen iyi ol babam iyi olsun yeter bana. Hem düşünme artık. Ben gidince işe girrneyi düşünüyorum.
     Olur mu hiç! Sakın öyle bir şey düşünme. Senin çalışmanı istemiyorum. Ben senin okumanı istiyorum sadece.
     Ben hem çalışıp hem okumak istiyorum. Karışma bana bu konuda. Daha da bir şey söyleme lütfen. İtiraz istemiyorum.
    Deyip uzaklaştı hemen oradan. Annesi arkasında çağırdı ama Ayşe çoktan gitmişti.

    Ayşe'nin okula gitme vakti gelmişti artık. Daha arkadaşlarıyla bile tanışamadan eve gelmek zorunda kalmıştı. Gelirken pek bir şey almamıştı yanına. Küçük bavulunu hazırlayıp babasının yanına gitti vedalaşmak için.

     Babacığım ben gidiyorum.

     Demek gitme vaktin geldi. Keşke hiç gitmeseydin. Biliyorum bunları söylemek için biraz geç oldu ama senin sevgin, insanın evlat sevgisi bir başka oluyormuş. Yeni anladım. Neyse üzmeyeyim seni bunlarla. Hep iyi ol, kendine çok iyi bak. Çok dikkatli ol oralarda.

    Osman yakınındaki dolaptan bir miktar para alıp Ayşe'ye uzattı.

     Yeterli değil ama bende de çok olmadığı için ancak bu kadar verebiliyorum.

     Hayır, istemiyorum baba bende var para. Size daha çok lazım.

    Ayşe istemeden de olsa parayı aldı. Babasına sarılarak veda etti. Annesi ve ninesi onu kapıya kadar geçirdi. Onlarla da kucaklaşıp ilçeye giden arabalara bindi. Ordan da otobüs biletini aldı ve saatin gelmesiyle otobüse bindi. Uzun ve düşünce dolu bir gece onu bekliyordu.

    Sabah otobüsteki bir bebeğin ağlama sesiyle uyandı. Otobüsten inip bavulunu aldı. Yurda gitmek için şehir içi otobüslerinden birine bindi. Yurda vardığında odadaki kızlar onu hemen sorgu suale tuttular. O da olan biteni anlattı. Kızlar geçmiş olsun diyerek üzüntülerini belirttiler. Hep beraber yemeğe indiler. Yemeklerini yerken Ayşe bir grup kızın konuşmasına kulak misafiri oldu. Kızlar iş hakkında konuşuyorlardı. Bir elbise dükkânında bayan kasiyer aranıyormuş. Kız arkadaşlarına öneriyordu. Maaşı da fena değildi. Ayşe gece okuyacağı için bu iş hoşuna gitmişti, ona uygundu. Kızın yanına gidip iş hakkında detaylı bilgi için kıza işle ilgili bazı sorular sormaya başladı.

     Afedersiniz! Konuştuklarınızı duydum da! Eğer içinizden biri istemiyorsa ben o işle ilgilenmek isterim. Gerçekten bu işe çok ihtiyacım var.

     Tabi neden olmasın. Ben sadece ilanı bir görünce söyleyeyim dedim. Benim de bu iş hakkında pek bir bilgim yok. Adresi vereyim bir de siz bakın.

    Ayşe adresi aldı. Yarın sabah ilk işi oraya gitmek olacaktı. Sabah kalktı, elini yüzünü yıkayıp kahvaltısını yaptı. Üzerine kotunu üstüne de güzel spor bir gömleğini giydi. Saçını taradı ve kıyafetlerine uygun hafif bir de makyaj yaptı. İş görüşmesine gidiyordu ne de olsa bakımlı görünmesinde fayda vardı. Ayakkabılarını da ayağına geçirdikten sonra çantasını alıp odadan çıktı. Gideceği yer yurda çok uzak değildi. Yürüyerek gidebileceği bir yerdi. İşin en çok da bu kısmını sevdi. Bu işin olmasını çok istiyordu. Ailesine yardım etmek için her şeyi yapabilirdi. İçinden dua ede ede mağazanın olduğu yere geldi. İşlek bir yerdeydi mağaza orayı kolayca buldu. Çevresinde bir sürü dükkân, işyerleri vardı. Güzel bir yere benziyordu. Mağazaya girmeden önce derin bir nefes aldı. İçeriye girdi ve içerideki görevliyle konuşmak için ilerledi.

     Ben iş ilanı için gelmiştim.

     Müdür beyle görüşmeniz gerekiyor. Odası üst katta.

     Tamam, teşekkür ederim.

    Mağazanın dar merdivenlerini çıktı. Mağazaya ait bölümlerden başka bir de oda vardı. Kapıda “Müdür” yazılı küçük bir tabela vardı. Ayşe odaya doğru ilerledi. Kapıyı üç kere tıkladı. “Girin” sesini duyunca kapıyı açıp içeriye girdi.

     Buyrun, dedi müdür bey.
     Ben iş ilanı için gelmiştim.
     Tamam, buyrun, oturun lütfen.
    Ayşe müdür masasının önündeki sandalyeye oturdu.
     Biz çalışanlarımızdan öncelikle güler yüz, dürüstlük isteriz. Kasiyerlik için geldiniz. Hesap kitap işleriniz nasıldır?
     İyidir efendim. Ben zaten eşit ağırlık mezunuyum. Okuduğum bölüm de bu iş için yatkın bir bölümdür. Matematiğim fena değildir.
     Peki, işe ne zaman başlayabilirsin?
     Hemen, yarın başlayabilirim.
     Tamam, yarın saat 7 de burada ol.
     Tamam efendim. Yani işe alındım mı şimdi ben.
     Şimdilik bir deneyelim bakalım, eğer iyi giderse temelli burada kalabilirsin.
     Tamam efendim. Elimden geleni yapacağım.
     Ha bu arada maaşa gelince yeni çalışanlarımız asgari ücretle başlıyorlar. Bilirsiniz bu çoğu yerde böyledir. Gittikçe maaşınız artacaktır.
     Biliyorum efendim. Bu işe ihtiyacım var ve bu para çok olmasa da başlangıç olarak iyi benim için.
     Anladım. Okulun işe gelmene engel olmaz mı?
     Hayır efendim. Okulum gece olduğu için pek bir engel olacağını sanmıyorum.
     Peki tamam. Yarın gel başla. Sabah 7'den akşam 5'e kadar iştesin ona göre.
     Tamam, efendim dedi ve oturduğu yerden kalktı.
     Bir sıkıntın olursa çekinmeden bana söyleyebilirsin.
     Çok teşekkür ederim efendim. Deyip müdürün elini sıktıktan sonra odadan dışarı çıktı.

    Ayşe odadan çıkmıştı, sevinçliydi. Bu kadar kısa sürede bir işe sahip olacağını düşünmemişti. Kendini çok iyi hissediyordu. Dersinin başlamasına daha vardı. Bu yüzden biraz gezmeyi, çevreyi tanımayı düşünüyordu. Bu aralar çok kötü şeyler yaşamıştı. Babasının bu duruma gelişi, annesinin içine düştüğü bu sıkıntılar... hepsi onun moralini o kadar bozuyor, beynini o kadar meşgul ediyordu ki! Bunları düşünmemesi elinde değildi. Bu düşüncelerle yürürken bir yandan da etrafına bakınıyordu. Sonra birden şoförlerin sesine kulak verdi.

     Güzel şehrimizin en güzel göründüğü yere gidiyoruz. Kalkıyoruz! Gelmek isteyen hemen binsin arabaya...

    Ayşe anlık bir kararla koşup arabaya bindi. Bir yandan da “Ah be deli hem yeterince paran yok hem de yaptığın şeye bak.” diye kendi kendine kızmaya başladı. Ama iş işten geçmiş araba yola çıkmıştı bile. Derken tepeye vardılar. Herkes arabadan indi. Burayı yeni görenler çıkardıkları hayret seslerinden belli oluyordu. Tepe çok güzeldi gerçekten. Ayşe'nin de çok hoşuna gitmişti. Yemyeşil çimenlerin, ağaçların olduğu ve şehrin yüksekten harika göründüğü, huzur verici bir tepe... Ayşe mis gibi havayı içine çekti ve bütün dertlerini unutmuş gibi rahatladı. Burası bir anda bütün kötü düşüncelerini kafasından atmıştı. Etrafta bir sürü çay bahçesi vardı. Onlardan birine gidip bir masaya oturdu. Birazdan yanına garson gelip ne arzu ettiğini nazik bir dille sordu. Ayşe çay istediğini söyledi. Çay geldiğinde bir yandan doyumsuz manzarayı seyrediyor bir yandan da çayını yudumluyordu. Büyük binalarla dolu, masmavi denizinin olduğu şehre bakıyordu. Hava çok güzeldi ve deniz durgundu. Gök mavi, deniz mavi... öyle güzel görünüyordu ki birbirlerini tamamlayan sevgililer gibiydiler. Türlü düşüncelere dalınca zamanın nasıl geçtiğini anlamadı. Saatine baktığında 4 olmuştu bile. Aceleyle kalkarak “ Derse geç kalmam umarım.” diye geçirdi aklından. Hemen merkeze giden bir arabaya bindi. Daha derslere hiç girmemişti. O yüzden geç kalmak istemiyordu ilk günden. Neyse ki zamanında okula vardı. Sınıfının nerde olduğunu öğrendi. Sınıfa gidip ortalardan boş bir sıraya oturdu. Yavaş yavaş diğer öğrenciler de gelmeye başladı. Sınıftakiler az da olsa birbirlerini tanıyorlardı. Ayşe ilk hafta gelmediği için kimseyle tanışamamıştı. Gelen geçene bakarken Ayşe'nin yanına bir kız geldi.

     Merhaba ben Hasret.
     Merhaba ben de Ayşe.
     Tanıştığımıza memnun oldum Ayşe. Nerelisin?
     Trabzonluyum. Sen nerelisin?
     Ben de samsunluyum.

    Onlar konuşurken öğretmenleri içeri girmişti. Hasret Ayşe’yi yalnız bırakmamak için onun yanında oturmuştu. Öğretmen hepsiyle teker teker tanıştı. Nereli olduklarını, bölümleri hakkındaki düşüncelerini, bu bölüme isteyerek gelip gelmediklerini sordu. Sonra ders hakkında bilgi verdi. Dersi nasıl işleyeceklerini, ne gibi etkinlikler yapacaklarını anlattı.

    Sınıfları 35 kişilikti. Neredeyse her bölgeden birileri vardı sınıfta. Ayşe diğer arkadaşlarıyla da tanıştı. Hepsi çok iyi insanlara benziyordu. Kimi durgun kimi hareketli, yerinde duramayan, kimi esprili… Sonra birden yanında Ömer’i gördü. İlk derse girmemişti ömer. Yeni gelmişti okula. Ayşe’nin yanına geldi.

    - Merhaba Ayşe!
    - Merhaba Ömer, nasılsın?
    - İyiyim teşekkür ederim Ömer sen nasılsın? Bir sıkıntı yok umarım, hallettin değil mi yurt işini?
    - Evet, hallettim, biraz uğraştım ama oldu sonunda. O günkü yardımını da unutmuş değilim. Sen olmasan zamanında bitiremezdim. Tekrar tekrar çok teşekkür ederim.
    - Rica ederim, ne demek!

    Yanlarına Hasret geldi.

    - Ayşeciğim gelir misin seni birisiyle tanıştırmak istiyorum.
    Ömer’e görüşürüz deyip sınıftan çıktılar

    - Bak Ayşe şurada bir kız oturuyor ya seni onunla tanıştıracağım. Kız çok iyi çok da girişken. Çoğu kişi tanır onu. Erkek gibidir. Hani olur da bir sıkıntın olursa ona söyleyebilirim.

      Forum Saati Cuma Mayıs 10, 2024 4:48 pm