Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    NASIL GEÇTİ ZAMAN?

    avatar
    1001060039


    Mesaj Sayısı : 2
    Kayıt tarihi : 18/10/10

    NASIL GEÇTİ ZAMAN? Empty NASIL GEÇTİ ZAMAN?

    Mesaj  1001060039 Cuma Ara. 24, 2010 8:53 pm

    Çok hareketli bir çocukluk dönemim vardı. Sokaktaki bütün arkadaşlarımın benden yaşça büyük olması ve onlar istemese de peşlerinde dolaşmam çocukluk dönemime büyük hatıralar sığdırmamı sağladı. İstanbul’un GaziOsmanPaşa ilçesinde oturuyorduk. İlçeye genel olarak varoş ilçesi de denilebilirdi. Köpek besleme , misket oynama , mahalle maçı , uçurtma uçurma vb. etkinlikler çevremde modaydı. En zevklisi köpek beslemekti. Herhangi bir yerden gelen sokak köpeklerini alıp boş bulduğumuz arsalarda kasaptan aldığımız tavuk eti artıklarıyla beslerdik. Gelen köpeklerin bazıları cins olurdu. Hiç unutamadığım bir köpeğimiz vardı. Bu köpek diğerlerinden daha atik ve daha sevimliydi. Başka sokaklardan gelen çocuklarla atıştığımız zaman hemen köpeğimizi çıkartıp kendimizi koruyorduk. Bizi koruduğu için herkesin gözünde ayrı bir yeri vardı. Geceleri havlamasından rahatsız olan birisi belediye görevlilerine haber verdi. O kişinin kim olduğunu kimse bilmiyordu. Tek bildiğimiz şey köpeği gözümüzün önünde öldürmüş olmalarıydı. Normalde uyuşturucu iğneyi öldürücü etki yapmayan bölgeye atan belediye görevlileri o gün yanlışlık yapıp iğneyi köpeğin boğazına attılar. Benim ve sokağın diğer çocuklarının gözünün önünde en değer verdiğimiz köpeğimiz kanlar içinde kaldı. Çocukluk çok duygusal bir dönemdir. Köpeği o halde görmek beni çok etkiledi. Hem çok korkmuştum hem de çok üzülmüştüm. O olaydan sonra sokakta hiç köpek beslenmez oldu. Bizim yüzümüzden başka köpeğin ölmesini istemiyorduk. Köpek besleme devri bitmişti artık.
    Okulda iyi bir dinleyiciydim. Sınavlara çalışmadan güzel notlar alıyordum. Zaten ilkokulda kötü not alma gibi bir durum da söz kounusu değildi. Okul ikinci plandaydı. Sadece birkaç saat durduğumuz , bazen kavga ettiğimiz , bazen gülüp eğlendiğimiz ..... Kısacası zaman geçirdiğimiz yerdi. Okulumuzun bahçesi çok büyüktü. Maç yapmak için biçilmiş kaftandı. Çevre okulların öğrencileri sürekli gelir bahçede maç yaparlardı. Kavgaların büyük kısmı da bu nedenle çıkıyordu zaten. Bahçe her ne kadar büyük olsa da belli kapasitesi vardı. Aşırı insan gelince paylaşma davası çıkıyor, ortalık birbirine giriyordu. Bu yönden tehlikeli bir yerdeydim. En ufak tartışmalar büyük kavgalara dönüşüyordu. Varoş yerdi sonuçta. Küçük çocukların sorunlarına büyüklerde karışınca kavga olması kaçınılmazdı. Okulun bahçesinde her zaman serseri grubu vardı. Herhangi bir işte çalışmayan bu insanların yaptıkları başlıca şeyler ; sekizinci sınıf kızlarına laf atıp rahatsız etmek, küçük çocuklardan aldıkları haraçlarla okulun arka bahçesinde karanlık çökünce içki içmek, kendinden yaşça küçük çocukların toplarını sebepsiz yere patlatmak vb. Akla mantığa sığmayan saçma sapan şeyler işte. Sayıca fazla olmaları kimsenin onlara dur demesine izin vermiyordu. Asıl zoruma giden olay polisin bu insanlara tepki göstermemesiydi. Bir gün küçük kardeşine dayak atılan biri geldi.Ben o sırada arkadaşlarımla maç yapıyordum. Gelen kişinin serseri grubuna hesap sorması bizim oraların yabancısı olduğunu apaçık gösteriyordu. Adam daha birkaç kelime etmeden sokak köpeklerinden beter bu insanlar adamın üstüne çullanıp onu yere serdiler. Adam kardeşiyle aynı kaderi paylaşmış oldu. Olayı balkondan gören biri şikayet etmiş olacaktı ki grup dağılmadan polisler geldi. Polisin kuruduğu cümle hiç unutulacak gibi değildi: ’’ Beni niye çağırdınız?’’ Böyle vurdumduymazlıklar içinde yapılacak en iyi şey onlara bulaşmamaktı. Güvenliğimiz yoktu çünkü. Polisin bile durduramadığı bu insanlara biz o yaşta ne yapabilirdik ki.
    Kış aylarını çok seviyordum, özellikle kar yağınca günler bayram gibi geçiyordu. Okul en az birkaç gün tatil oluyordu. Bütün arakadaşlar toplanıp kaymaya giderdik. Sağdan soldan bulduğumuz büyük inşaat varillerini oratadan ikiye kesip kaymak için kullanıyorduk. Sokağımızın yakınlarında kaymak için çok sayıda yüksek yer vardı. O gün nereye gidersek hava kararana kadar kayıyorduk. Benim en sevdiğim yer okula yakın topraklı yokuştu. Zemin beton olmadığı için yere sert düşsem bile sıkıntı olmuyordu.O yaşlarda yaptığımız işlerde mantık aramadığımız için yere düşüp bir tarafımızı kırmak yapacağımız işten bizi caydırmak için yeterli sebep değildi. Kaymak için kullandığımız varillere en az iki, en çok dört kişi biniyorduk. Genelde de dört kişi biniyorduk. Bu da tehlikeli yerlerde kayınca sürekli düşmemize sebep oluyordu. Yerlerin karla kaplı olması her ne kadar bir yerimizi incitmemizi engellese de acı çekiyorduk. Yine çok kar yağan bir kış günü evden çıkmak için izin aldım. Önce annem izin vermedi. Dışarıda rüzgrla beraber müthiş bir şekilde kar yağıyordu. Rüzgar karı sağa sola savuruyor, göz gözü görmüyordu.arkadaşlarımı dışarıda görünce dayanamayıp anneme ısrar edip dışarı çıktım. Bu sefer değişiklilk yapıp okulun merdivenlerinde kayacaktık. Okulun uzun ve geniş merdivenleri vardı. Kar çok yağdığı için merdiven basamakları ortadan kalkmıştı. kaymak için düz bir yokuş görüntüsü oluşmuştu. Merdivende kaymak toprak zeminde kaymaktan çok farklıdır. Üstünde sürekli kayılınca kar yavaş yavş ortadan kalkmıştı. Basamakların köşeleri belli olmaya başladı. Kimsenin umrumda değildi. Herkes keyifli keyifli kaymaya devam ediyordu. En ufak dengesizlikte basamakların köşesine bir yerimizi vurup kırabilirdik. Annemin beni bu kadar isteksiz yollamasından bir şeyler çıkarabilecek yaşta değildim. Saat ilerledikçe zemin de daha tehlikeli olmuştu. Birbirimizle hız yarışına girip dengesizce kaymamız tehlikeyi iyice artırıyordu. Varillere dört yerine üç kişi binmemiz kendimizce bir önlemdi. Ama bu birazdan olacak olaya engel olmadı. Merdivenin başında yan yana duran iki varil vardı. Üçer kişiden altı kişi aşağıya doğru kayacaktık. Hızlı olan grup varilleri eve kadar taşıyacaktı. Ben arkaya oturdum, ortada ve önde birer arkadaşım vardı. Dışarda iki kişi duracak , aynı anda ayaklarıyla varilleri aşağıya doğru itecek böylece adaletsizlik olmayacaktı. Aşağıya inmek en fazla beş altı saniye sürüyordu. Hava kararmak üzereydi. Bu saate kadar üstünde kaydığımız yerler iyice aşınmıştı. Özellikle son basamakla zeminin birleştiği yerler iyice aşınmıştı. Yarış başladı her şey bir kaç saniye içinde gerçekleşti. Tam son basamakla zeminin birleştiği yere geldiğimizde varilin ön tarafı yere sertçe oturdu, arka kısım havalanarak varil takla attı. Ortadaki arkadaş birden yüksek bir sesle bağırdı. Koluna bir şey olduğunu söylüyordu. Varil takla atınca benle öndeki arkadaşın arasında kalıp kolunun üstüne düşmüştü. Hemen doğrulup arkadaşın koluna baktık. Arkadaş kolunun ağrısından yerindeduramıyor, acı içinde kıvranıyordu. Okulun yaklaşık ikiyüz metre ilerisinde sağlık ocağı vardı. Üç dört kişi arkadaşı güzelce kucaklayıp sağlık ocağına götürdük. Kolu kırılmıştı. Hemen alçıya aldılar. Sokağa dönüp annesine haber verdik. Kadıncağız bir yandan bize niye böyle tehlikeli işler yapıyorsunuz diyerek kızarken diğer yandan da olayı anlatmamızı istiyordu. Okulun merdivenlerinde kaydığımızı duyunca daha da bir sinirlenmişti. Haklıydı aslında. Orada kaymak akla mantığa sıymayan bir şeydi. Kötü bir tecrübeyle onu da öğrenmiş olduk. Artık daha dikkatli olup tehlikesiz yerlerde kaymamız gerekiyordu.
    Her mevsimin ayrı bir tadı vardı. İlk bahar mevsimi uçurtma mevsimiydi. Rüzgarın ve sıcak havanın tadını çıkartmak için uçurtma uçurmak bire birdi. Sokağın hemen hemen bütün çocukları kırtasiyeden aldıkları veya kendi yaptıkları uçurtmaları alır, mahallenin kış aylarında kaymak için kullanılan yüksek yerlerine uçurtma uçurmaya giderlerdi. Ben genelde malzemeleri alıp uçurtmayı abime yaptırıyordum. Kullanılan malzemeler nedeniyle uçurtmaya çıtalı da diyorduk. Uçurtma bir kaç tane ince çıta, ip, büyük poşet veya jelatin kullanılarak yapılıyordu. Çıtalar uçurtma şeklini alacak şekilde birbirine bağlanıyordu. Üzerine jelatin veya poşetle kaplama yapılıyordu. Artan poşet veya jelatin parçaları ufak ufak kesilerek uçurtmanın kuyruğu için kullanılıyordu. Uçurtmanın güzelliği havada dengede durabilmesine bağlıydı. Sokakta uçurtma yapmak konusunda uzman arkadaşlarım vardı. Uçurtma uçurmaya tek gitmediğim için kendi uçurtmam uçmasa bile onların uçurtmasından faydalanıyordum. Kullanılan ipin uzunluğu da çok önemliydi. Uçurtma ne kadar güzel olursa olsun kullanılan ip kısaysa sadece bir kaç metre yükselebiliyordu. Eğer uçurtma güzel, ip de uzunsa yükseldikçe yükseliyor gökyüzünde adeta bir nokta halini alıyordu. Uçurtmayı boşluğa bıraktıkça yükseliyor , yükseldikçe kontrol etmek güçleşiyordu. Küçük olduğum için çok yüksekteki uçurtmaları kontrol edemiyordum. Gücüm yetmiyordu. Genelde ortalama boyda ipli uçurtmaları uçuruyordum. Rüzgarın aşırı olduğu zamanlar uçurtma kopabiliyordu. Kopan uçurtmayı bulmak çok zor oluyordu. Hele de çok yüksekteyse bulmak imkansız gibiydi. Çünkü çok yükselen uçurtmalar rüzgarın da etkisiyle savruluyor, bulunduğumuz yerle alakasız bir noktaya-genellikle ev çatılarına- düşüyordu. Uçurtma yüzünden bir çok defa hiç tanımadığım insanlardan evlerinin çatısına çıkmak için izin istemek zorunda kaldım.
    Değişik şeylerle uğraşırken zaman geçiyor mevsimler değişiyordu. Yaz ayına yaklaştığım zaman ayrı bir heyecan olurdu içimde. Okullar tatil edilir, deniz sezonu açılırdı. Denizi çok seviyordum. Yüzmeyi küçükken öğrendim. İstanbulda yüzülecek yer bulmak çok kolaydı. En basiti bir kaç kişi toplanıp, tek otobüsle Eminönne gidip, haliçte yüzebiliyorduk. İstanbulda insan çok hızlı büyüyor. Henüz ilk okul öğrencisi olmama rağmen ilçeler arasında gezebiliyordum. Herhangi bir yere gitmek için para vermiyordum. Otobüsün arka kapsından binip , sessizce bir köşeye oturduktan sonra otobüsün dolmasını bekleyip, ayağa kalkıyordum. Arkadaş ortamı yüzünden bunun gibi çok şey öğrenmiştim. Ne kadar doğru ne kadar yanlış o yaşlarda sorgulayamıyordum. Denize genelde hafta sonları gidiyorduk. Arkadaşlarımın çoğu küçük yaşta işe başlamıştı ve hafta sonları tatilleri oluyordu. Cumartesi günleri arkadaşlarla biraz kendi çevremizde dolaştıktan sonra Pazar günleri toplanıp Eminönü ne gidiyorduk. Yüzmek için kimse şort getirmiyordu. Çünkü evden izinsiz olarak çıkıyorduk. Denize iç çamaşırlarıyla giriyor yine iç çamaşırlarıyla deniz kenarında bir bankta oturup güneşin bizi kurutmasını bekliyorduk. Kimseden utanmıyorduk, kimsede garipsemiyordu zaten. Küçük olmanın en güzel yanlarından biri de buydu. Ne yaparsak yapalım kimsenin umrunda olmuyordu. Aslında bu durum bizim de pek umurumuzda olmuyordu. Eminönü ne gidip de galata köprüsünün üstünde balık tutmak veya balık tutanların kovalarına bakıp az mı çok mu tuttuklarını gözlememek olmazdı. Balık tutmaya hevesim o zamanlar başladı. Yüzmeye gittiğimizde mutlaka balık tutanların yanına giderdim. Köprünün bir ucundan başlayıp diğer ucuna kadar bütün balık kovalarına bakıyordum. Bazılarına çocuk aklımla tek tek sayıyordum. ayrı bir zevkti benim için balık tutmak. Balığın oltaya yakalandığı anda, oltayı tutarken balığın yakalandığını hissetmek ve oltanın titremesi bambaşka bir duyguydu. Aileden habersiz geldiğimizden cebimizde fazla para yoktu. Bu yüzden küçük tahta el oltası almıştık. Bana kalsa sabaha kadar orda dururdum ancak hava kararmadan eve dönmemiz gerekiyordu ve her seferinde bu olaya çok yakınıyordum. Eminönüne gittiğimizde bunların haricinde daha pek çok şey yapıyorduk. Midye dolmacısından mutlaka bir kaç tane midye dolma alıp yerdim. Mısır çarşısındaki o değişik atmosfer daha o yaşdayken bile tüylerimi diken diken ediyor beni bambaşka diyarlara götürüyordu. Mısır çarşısının hemen sol tarafında hayvan pazarı vardı. Bu pazarın içinde evcil veya evcil olmayan çok türde hayvan bulunuyordu. Benim ilgimi akvaryum balıkları,tavşan ve papağan daha çok çekiyordu. Bazı akvaryum dükkanlarındaki büyüleyici balıklara saatlerce bakasım geliyordu. Dükkanların genelde birden çok kapısı olduğu için dükkan sahipleri içeriye giren çıkana pek karışmıyorlardı. Hırsızlık gibi bi durum olması söz konusu bile değildi. Bu nedenle orada istediğimiz kadar zaman geçirebiliyorduk. Hayvan pazarı sayesinde evcil hayvanlara karşı aşırı bir ilgi oluşmuştu bende. Oradan çıktıkdan sonra eminönü gezimize genelde yeni camiinin önüne giderek devam ederdik. Camiinin önündeki güvercinler ilgimi çekiyordu. Bu tatlı hayvanlar bir kaç kişi için ekmek parası bile sağlıyordu. Oraya gelen yerli veye yabancı insanlara güvercinleri beslemek için yem satan genelde yaşlı yem satıcıları vardı. Bu insalar bir yandan önlerine koydukları küçük tahta sehpanın üstünde yem satıyor bir yandan yeni camiinin muhteşem avlusunda yaşlılığın vermiş olduğu yorgunluğu gidermeye çalışıyorlardı. Eminönünden eve dönerken aklımda kalan hayvan pazarı oluyordu. Evdekilere sürekli baskı yaparak hayvan aldırmak istiyordum. Evin en küçküğü olduğum için mümkün olan isteklerimi yerine getiriyorlardı. Akvaryum aldırmakla işe başladım. Camcıdan özel olarak yaptırdığımız bir metre uzunluğunda büyük bir akvaryumum vardı.İçini japon balıklarıyla doldurmuştum. Japon balıklarına ayrı bir ilgim vardı çünkü. Tombul yanakları bana çok şirin geliyordu. Akvaryum yattığım odada kalıyordu. Uyumadan önce akvaryumun ışığını açık bırakıp balıkları izleyerek uyuyordum. İçimdeki hayvan sevgisi sadece balıkla kısıtlı değildi. Tavşanlarıda çok seviyordum. Ama onu aldırmam mümkün değildi. Annem evin içinde koku yapacakları gerekçesiyle izin vermiyordu. Heveslerim çok çabuk değişiyordu o zamanlar. Çünkü çocuksanız ne istediğinizi bilmez bir tavır takınıyorsunuz demektir. Böyle geçici hevesler çeşitli şımarıklıklar derken zaman akıp gidiyordu.
    Ciddi olmam gereken bir konu vardı önümde. Liseye girşi sınavı için yaşım gelmişti. Ailem beni bir dershaneye göndermek istedi ancak bende istek olmadığı için dershaneye gitmedim. Benim için düz lise, anadolu lisesei, fen lisesi fark etmiyordu. Liseler hakkında en ufak bir araştırma yapmıyordum. Ailemi dershaneden vazgeçirmek için evde çalışırım bahanesini üretmiştim ancak evde de en ufak bir hazırlığım yoktu. Sınıfta bir kaç arkadaşım sınava hakkını vererek hazırlanıyordu. İçlerinde beni çalışmam için ikna etmeye çalışanlar da vardı ama ben anlam veremediğim bir rahatlık içinde sanki her şey boşmuş gibi davranıyordum. İçinde bulunduğum durum tamamen mantıksızlıktı. Bir bakıma alışkın değildim bir bakıma rahat bırakılmıştım. O zamanlar ciddi bir şekilde ders çalışmadığım için ders çalışmak bana çok sıkıcı ve zor geliyordu. Aldığım bazı tavsiyelerde de karamsarlık vardı. Sınava bu kadar az zaman kalmışken kazanmak zor demişti bir kaç arkadaşım. Tabi ben tavsiyelerin içinden hep işime geleni uyguladığım için kendi kendime evet bu kadar az zamanda çalışsam ne olacak diyerek işleri boşladım. Bir yandan da doğruydu aslında kısa bir süre vardı ve bu süre içinde İstanbulda herhangi bir anadolu veya fen lisesi kazanmak imkansızdı. Sınava çok zaman kalmışken ilerde çalışırım ne olacak şeklindeki umursamazlığım zaman daraldıktan sonra bu saatten sonra çalışsam ne olacak şeklini aldı. Çalışmayacağım belliydi artık zorlamanın bir anlamı yoktu. Sınav sanki hiç olmayacakmış gibi normal yaşantıma devam ettim. Hatta o kadar rahattım ki maç yapmak için neredeyse okulun bahçesinde sabahlayacaktım. Sınav ben umursamasamda yapıldı ve bir kaç hafta içinde sonuçlar açıklandı. Sınav sistemi değişmişti o yıl. puanım ilk bakışta yüksek gibi görünüyordu bu duruma bende şaşırmıştım çünkü sınavda hiç bir varlık gösterememiştim. Değişen sistemin ortaya çıkardığı bir durumdu bu. Şehir dışındaki anadolu liseleri için bile yeterli değildi puanım. Zaten lise okumak için şehir dışına çıkamazdım. Belki Malatya olabilirdi. Malatyada akrabalarımızın büyük kısmı yaşıyordu. Kazanırsam herhangi birinde kalabilirdim. Ancak Malatyada olmadı. Rezalet bir puan almıştım çünkü.
    Abim düz lise okuyordu. Okulu evden bir hayli uzaktı. Abim oraya kayıt olurken uzaktan bir akraba babamı aramış ve okulu methetmişti. Banada herhangi bir yer kazanamadığım için aynı okulun yolu göründü. Okul ilçe dışında olduğu için ikamet konusunda bir problem çıktı ancak müdür bey sağolsun okulumuza bağış yaparsanız neden kaydetmeyelim dedi. Bu işe de çözüm bulduk. Sınav sisteminin değişmesinin yanında bir sürpriz daha vardı o yıl.Lisede eğitim öğretim dört yıla çıktı. Abim üçüncü sınıfa geçmişti. Bizden önceki dönem bundan etkilenmediği için abimle sadece bir sene aynı okulda okuyacaktık. Lise ilkokuldan farklı olacaktı. Bu farklılığa ayak uydurmam gerekiyordu. Lisenin bulunduğu ilçe farklı olduğundan ilkokul arkadaşlarımdan hiçbiri yoktu. Bu benim için çok zor olacaktı. En azından bir kişi olsa bile bana yeterdi. Yaşım küçük olduğundan böyle ani ortam değişiklikleriyle başa çıkmam çok zordu. Bir arkadaşım olsa bile ortama daha rahat ayak uydurabilirdim. Sınıftakilerin neredeyse hepsi okulun çevresinde oturuyordu. Bu nedenle birbirlerini tanıyorlar ve muhabbet ederek keyifli zaman geçiriyorlardı. İlk günler bunu kafama çok takmıştım ama işleri oluruna bırakınca anladımki böyle şeyleri kafaya takmak kendine zarar vermekten başka bir şey değildi. Ben kimseyle muhabbet etmeyince herkes birbir yanıma gelip benle konuşmak istemeye başladı. Suskun davranıyordum. Böyle davranmam herhalde daha çok hoşlarına gidiyordu. Sürekli kendimden büyük insanlarla zaman geçirdiğim için sınıfta yapılan espiriler bana çocukca ve gereksiz geliyordu. Tanıştığım kişiler arasında çok cana yakın insanlar vardı. İlk hafta geçtiğinde sınıfın çoğu kaynaşmış gibiydi. Bazı arkadaşlar liseye başlamaktan olsa gerek kendini göstermeye çalışıyor, olur olmaz şakalar yapıyordu. Bu nedenle sınıfta gruplaşmalar olacak gibiydi. Bir grup çok sulu ve gereksiz şakalar yapıyor bir grup kendi halinde takılıp fazla dikkat çekmiyordu. Ben dikkat çekmeyen grubun içindeydim. Sürekli göz önünde olmak bana göre değildi. Mantıklı veya mantıksız aklından geçen her şeyi söylemek yapımda yoktu. Ben mantıklı yaşamaya çalışıyordum. Belki bunun için çok erkendi. Liseye yeni başlamış biri olarak çok küçük sayılırdım ama büyüdüğüm çevre bunu gerektiriyordu. Çok geçmeden takındığım tavır nedeniyle bana lakaptakmaya çalışan şımarık bir kız oldu. Sınıfın ortasında ağır abiye bakın bizi hiç takmıyor dedi. Damarıma basılana kadar çok sessiz ve sakin birisiyimdir ama damarıma basıldıkdan sonra kimseyi tanımayan bir yapım vardır. Kızı sınıfın ortasında rezil ederek bi daha bu şekil sözler söylememesi için gerekli uyarıyı yaptım. O günden sonra ne bana nede bir başkasına haddini aşan hiçbir kelime kullanamadı. Benim tek istediğim herkesin birbirine karşı seviyeli olmasıydı. Birinci sınıftı sonuçta kendi çevrelerinde okusalar bile sınıfta tanımadıkları insanlar vardı. Herşey zamanla olmalıydı. Böyle birden bire samimi şakalar çok saçma geliyordu. Sınıfa karşı daha ilk zamanlarda içimde bir soğuma oldu. Okulda eğlencesiz geçen zamanı eve döndükten sonra unutuyordum. İki ruh halim vardı. Okulda sıkılgan evde mutluydum. Bu halimden bende hiç memnun değildim ama şartlar bunu gerektiriyordu. Nasıl olsa birinci sınıfın sonunda bölümler seçilecek çoğu insan farklı sınıfta okuyacaktı.
    Dönemim sonlarına doğru okulda gezi organize edildi. Bursaya gidilecekti. Bursayı daha önce görmemiştim ama gezilere karşı içimde bir isteksizlik vardı. Sınıftaki ortamdan. Geziye gitsem hoşlanmadığım insanlarla bir arada olacaktım gitmesem bursayı görme fırsatını elimden kaçıracaktım. Düşündümki başka insanları sorun ederek kendi eğlencemi kısıtlamam saçma olurdu. Geziye gitmeye karar verdim . Bursa gerçektende görülmeye değer güzelliklere sahipti. Merkezi oldukça haraketli ve kalabalıktı. Zamanında Osmanlınında merkezi olması nedeniyle şehirdeki tarihi yapıların görkemli bir havası vardı. Özellikle ulu camii bambaşkaydı. Yaza doğru gittiğimiz için uludağda kar yoktu. Ancak amIcamız orda piknik yapmaktı. Uludağın yamacında güzel bir piknik yaptık. O gezi beni gitmekle en doğru kararı aldığıma inandırdı. Birinci sınıfın sonlarına doğru ders açısından genel bir değerlendirme yaptığım zaman ilkokuldan farklı olarak işi biraz daha sıkı tutmak gerektiğini anladım. Güzel bir karneyle lise biri tamamlamıştım. Tamamladıktan sonra sevindiğim karnenin güzel olması değil seneye farklı bir sınıfta okuyacağımdı.
    Yaz ayıydı. Derslerden söz edilmeyen yaz aylarına düşkünlüğümde en ufak bir azalma söz konusu değildi. Pek de hoş geçmeyen birinci sınıfın ardından güzel bir yaz tatiliyle eğlenmem gerekiyordu. Ege veya Akdeniz kıyısına gitme geleneğimiz yoktu ama İstanbulda da pek ala yaz tatili geçirebiliyorduk. Tatili ne kadar hak ettiğim ayrı bir konu ama bunu düşüncek durumda değildim. Her yaz olduğu gibi bu yaz da denize gitmek için plan yapmak gerekiyordu. Bir gün arkadaşlarla bizim kapının önünde muhabbet ederken - bizim kapının önü bir hayli geniş olduğu için arkadaşlarla toplanma yerimiz olurdu – amcam geldi. Konu denize gidip orda piknik yapmaktı. Amcam bize bir iyilik yapacağını söyledi. Bizi minibüsüyle Tekirdağ tarafına götürecek, bir gece orada kaldıkdan sonra geri getirecekti. Bu haberi alınca haliyle herkes çok sevindi. Hemen kadroyu toparlayıp malzeme almaya gittik. Denize gitmek bize yabancı değildi ama bir gece orada kalacak olmak yeni bir durumdu. Daha önce kendi imkanlarımızla Eminönüne gider yarı aç yarı tok geri dönerdik. Amcamın böyle bir şey yapması ona olan sevgimi ve saygımı bir kat daha artırmıştı. Zaten sokağın gençleri ona karşı ayrı bir saygı duyuyordu. Küçükle küçük büyükle büyük olmasını bilen “kafa dengi” şeklinde tabir edebileceğimiz bir kişiliğe sahiptir amcam . Hazırlıkları tamamladıktan sonra keyifli bir şekilde yola çıktık. Tekirdağla aramızda yaklaşık iki saatlik yol vardı ama amcam arabayı hızlı kullandığı için yol çabucak bitti. Vardığımızda, arabayı park ederken, gece orada kalacağımız için güzel bir yer seçmemiz gerekiyordu. bizim için en uygun yeri seçtikten sonra hemen malzemeleri arabadan indirip denize koştuk. Yarımız kalacağımız yeri düzenlemek için orda kaldı. Denize gitme kararını akşama doğru aldığımız için biraz yüzdükten sonra hava karardı ve asıl güzellikler ortaya çıkmaya başladı. Tekirdağa geleceğimizi duyunca sadece denizi için sevinmemiştik burada çok sayıda eğlence merkezi vardı. havanın kararmasıyla birlikte ortalık hareketlenmeye başladı. Uzun bir cadde boyunca sağlı sollu sıralanmış eğlence merkezleri son ses açtıkları müzikle kanımızı kıpırdatıyordu. O zamana kadar filmlerde gördüğümüz iri badigardları yakından görme fırsatımız oldu. Bir kaç arkadaş çevreyi meraklı bakışlarla iziliyorduk. Bizim için çok farklı bir ortamdı. Gördüğümüz çoğu şey ilkti. Caddelerdeki eğlenceli turumuzu tamamladıkdan sonra sahile geri döndük. Kendi eğlencemizi düzenlememiz gerekiyordu. Arkadaşlarım yaşça benden büyük olduğu için bu konularda benden daha tecrübeliydiler. Hemen bir tanesi ateş yaktı ve etrafında toplandık. Yaz ayında ateş yakılması mantıksız gelsede sahilde olunca ateş yakmadan olmazdı. Sesi güzel olanlar şarkı söylemeye başladılar. Şarkılar bitince fıkralar başladı. Kahkahalarla dolu geçen gecenin ortalarında içimizden birisi denize girme fikri attı ortaya. Deniz oldukça sıcaktı ve havanın kararması bize engel değildi. Sadece bir kişinin önden giderek bize cesaret vermesi gerekiyordu. Onu da en büyüğümüz yaptı doğal olarak. Ardından herkes denize doğru koşmaya başladı. Gece denize girmek kadar keyifli bir şey yoktu. Saat bir hayli ilerlemişti. Denizden çıkıp kumsala uzandık ve arabada yer olduğu halde geceyi kumların üstünde yatarak geçirdik. O gece kumların üstünde gökyüzüne bakarken çok farklı duygular hissettim. Yıldızları ilk defa bu kadar parlak ve alımlı görüyordum. Sabah olunca kahvaltı yapmak için arabanın yanına döndük. Yirmidört saat boyunca ortalıkta hareket vardı. Havanın güzelliğini fırsat bilenler geceyi dışarda geçiriyordu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra biraz daha denize girdik ve eve dönmek için hazırlandık. Eve döndüğümüzde geçirdiğimiz o geceyi hiç unutamayacağımı biliyordum. Amcama yaptıklarından dolayı çok teşekkür ettim.
    Koca bir yaz boyunca gezip eğlenmek olmazdı. Evimizin altında kendimize ait kot atölyemiz vardı. Fazla işçiye gerek olmadığı için yaz aylarında yardıma gidiyordum. Bu atölyede paketleme işi yapılıyordu. Paketlediğimiz kot pantolonları mağazaya yollayarak satış için hazır hale sokmuş oluyorduk. Mağazanın başında babam duruyordu. Atölyede büyük ve küçük amcam çalışıyordu. Babamın ailesinde üç erkek çocuk vardı. Üçü birbirinden kopmayarak ortak iş yapıyordu. Babam en büyükleriydi. Zamanında böyle bir düzen kurmuşlardı ve bu düzen sıkıntı olmadan devam ediyordu. Atölyede çalışarak hem boş zamanlarımı değerlendirmiş oluyordum hemde iş konusunda amcalarıma yardımcı oluyordum. Paranın nasıl kazanıldığını erken yaşta öğrenmek benim için her zaman avantaj oldu. Arkadaşlarımla eski alışkanlıklarımıza devam ediyorduk ama yaşımızın ilerlemesiyle beraber alışkanlıklarımızın şeklinde de değişme oluyordu. Okulun bahçesinde maç yapmak yerine artık halısahaya gidiyorduk. Halısahada maç yapmak özellikle yaz gecelerinin favorisiydi. Maçlar genelde aramızda oluyordu. Kalabalıktık ve yabancılarla oynarsak bazı arkadaşlarımız saf dışı kalacaktı. Yaşları yirmibeşle otuz arasında değişen sokağımızın abileri vardı. Onlarla iddiasına maç yapmak kadar zevkli bir şey yoktu. Bizden büyük oldukları için kendimizi gösterme çabasına giriyor, maç esnasında bütün marifetlerimizi ortaya döküyorduk. Tatil böyle güzel günlerle geçmeye devam ederken ikinci sınıfa başlama vakti gelmişti. Birinci sınıfın sonunda not ortalamam yüksek olunca babamın da zorlamasıyla sayısal bölüm tercih ettim. Sayısal derslerde kendime hiç güvenim yoktu. Okul başladığında ilk günler çok güzel geçiyordu. İçerikten yoksun yüzeysel sayısal dersleri beni hiç zorlamıyordu. Ancak iki hafta sonra dersler derinlemesine anlatılmaya başlanınca kendi kendime burada ne işim var dedim ve evdekilere de durumu bildirerek eşit ağırlık bölümüne geçiş yaptım. Boşuna zorlamanın bir anlamı yoktu. Bölüm seçme konusunda ailemin neden bu kadar ısrarcı davrandığını da anlamış değildim. Yeni sınıfıma girmeden önce içimde yine bir sıkıntı vardı. Geçen sene yaşadığım tatsız olaylar aklıma geliyordu. Yine aynı tip insanlarla aynı sınıfa düşermiyim, düşersem bu seneyi nasıl bitiririm gibi içimi boğan tatsız düşüncelerle girdim sınıfıma. İlk ders her şey normal gibiydi. Birinci sınıftan iki arkadaşımda bu sınıftaydıve onlarla aram geçen yıl çok iyiydi. Bu benim için yeterli oldu ilk dönemler. Zamanla diğer arkadaşlarla da tanışınca anladımki bu sınıf benim için çok güzel olacaktı. Kendini beğenmiş rol yapan kimse yoktu. Herkes sakin ve cana yakındı. Lise hayatı o saatten sonra başlayacaktı benim için. Sıkılgan bir şekilde geçirdiğim bir senenin ardından kendim gibi insanların bulunduğu bir sınıfa gelmiştim artık. Bir kaç hafta geçer geçmez sınıftaki erkeklerle halı saha maçları almaya başladık. Herkesle aram iyiydi ama bazı arkadaşlarımla farklı bir samimiyetim vardı. Fikret isminde Diyarbakırlı bir arkadaşım vardı. Bende doğulu olduğum için ona karşı kanım başka kaynıyordu. Samimiyetimiz çok kısa sürede ilerlemişti. Birbirimizin evine gidip geliyorduk. Fikret bilardo oynamayı çok seviyordu. Ne zaman yanına gitsem bilardo salonundaydı. Yavaş yavaş bende de bilardoya karşı bir eğilim başladı. Onunla her oynadığımızda kendimi biraz daha geliştiriyordum. Artık bilardo benim için hafta sonlarının vazgeçilmezleri arasındaydı. Bu geleneği okul dışındaki arkadaşlarıma da yaymaya başladım. Hafta sonları evimizin yakınındaki bilardo salonunda saatlerce bilardo oynuyorduk. Zamanı daha güzel geçirmemi sağlayan her türlü etkinliğe katılmaya başladım. İçinde bulunduğum öğrencilik durumuna bu etkinliklerin ne kadar faydası olacağını hiç sorgulamıyordum. Dersleri tamamen oluruna bırakmıştım. Sınavlardan bir gün önce çalışıyor, o çalışmayla ne alırsam razı oluyordum. Derslere karşı içimde en ufak bir iştah yoktu. Dil ve Anlatım dersi hariç. Dil ve anlatım dersimizin hocası çok değişik bir insandı. Fiziksel görünüş olarak tam bir beyefendiydi. Düşünce açısından da benim için örnek alınacak bir insan konumundaydı. Her zaman mütevazi konuşmalarıyla öğrencileri kendine bağlıyor, onların her sorunuyla elinden geldiğince ilgilenmeye çalışıyordu. Hocamla samimiyetim tatsız bir olay sayesinde başladı. Onun ilk dersine girdiğimde sakallarım oldukça uzundu. Beni bu şekilde derse almayacağını, gidip traş olduktan sonra derse girebileceğimi söyledi. Çok sinirlenmiştim o zaman çünkü sakal kontrolü sabah okula girerken olurdu. Okula girdikten sonra hiç bir hoca bu yüzden öğrenciyi dersten çıkarmazdı. Bunu tecrübe edindiğim için o gün rahattım ama böyle farklı bir hocayla karşılaşacağım hiç aklıma gelmezdi. Traş olduktan sonra dersine geri geldim ve benle espirili bir şekilde konuşmaya başladı. O haraketi beni çok etkiledi onun yerinde başka bir hoca olsaydı beni terslemeye devam ederdi ama o öyle yapmayıp sanki suçlu kendisiymiş gibi bana ilgi göstermeye devam etti. Bu davranışları nedeniyle dil ve anlatım dersine özel ilgi gösteriyordum. Sadece o deslerde söz alıyor, yazılılara ayrı bi özenle çalışıyordum.
    Okulda herşey normal gibiydi ama okul dışında bazı şeyler ters gitmeye başladı. Hayatta herşeyin düzgün gittiği bir dönem görmenin imkansız olduğunu anlamaya başlıyordum yavaş yavaş. Birinci sınıfta okuldan bir zevk almıyordum. Dışarda herşey güzeldi. Şimdiyse tam tersiydi. Hayatımda bir şeyler eksik gibiydi. Ne olduğunu bulamıyordum ama bunu hissetmek bile beni rahatsız ediyordu. Eksikliğimi kötü bir alışkanlıkla gidermeye çalışıyordum. Sigara içmeye başladım. Arkadaş çevremin büyük kısmının sigara içmesi ve bendeki heves nedeniyle sonunun ne olacağını düşünmeden bu kötü alışkanlığı edindim. Sigara içtiğimi ne kadar ailemden saklamaya çalışsamda karşı komşumuz sayesinde ailemden ilk annem öğrendi. Karşı komşumuzun kızıyla aynı okula gidiyorduk. Okulun çevresinde beni sigara içerken görmüş olacakki annesine söylemiş. Annesi sürekli bize gelip giden biri olduğu için bu durumu haklı olarak anneme söyledi. Annem bu alışkanlığı hemen terketmemi istedi. Beni, babamı haberdar etmekle tehdit etti. Babamın eskiden bu yana devam eden otoriter tavrı üstümde biraz korku etkisi yaratsada o dönemler korku nedir bilmeyen bir haldeydim. Sorunları sigarayla çözemezdim ama elimden başka bir şey gelmiyordu.
    Dışardaki sorunlu davranışlarım okuldaki derslerimi de etkilemeye başladı. Önceleri karnemde belge olmadan eve gelmeyen ben, ilk dönem karnemde zayıf not getirmiştim. Ailem karnemde zayıf not görmeye alışkın olmadığı için bu durum onlarda şok etkisi yarattı. Babam “senden de bir şey olmazmış bizi yanılttın” gibi beni dövemekten beter eden cümleler kurdu. İşin garip yanı babamın kurduğu bu cümlelerden utanıp derslerime dört elle sarılmam gereken yerde içim daha da rahatladı. Uzun zamandır ailemin benden çok şey beklemesi durumuna fena halde takmıştım. Getireceğim bir zayıf notun beklentilerini bitirmesini istiyordum. Çünkü kendimi büyük işler beklenen birisi olarak görmüyordum. Ve bunun zeminlerini şimdiden atmalıydım. Bu beklenti ilerki yıllara da taşınırsa öss için çok çalışmam gerekecekti. Kendimce böyle bir yöntem uyguladım ve başarılı oldum da. ikinci dönemin sonunda yine belgesiz gelmiştim ama zayıfım yoktu. Babam bunu iyi bir sonuçmuş gibi görerek hiç bir olumsuz tepki göstermedi.
    Okul konusunda ailemin bana yüklediği sorumluluğu üstümden atmış olmanın verdiği rahatlıkla artık üçüncü sınıfta okula tamamen eğlenmek için gidiyordum. Sigara içtiğimi artık babam da öğrenmişti ve okulun çevresinde daha rahat sigara içmeye başladım. Amacım bir şeyler öğrenmek değil, arkadaşlarla biraraya gelip güzel zaman geçirmekti. Bunun için zamanla yeni aktiviteler keşfediyorduk. Amacımız daha kapsamlı bir şeyler yapmaktı okulun çevresinde dolaşmaktan ve cafelere girmekten farklı bir şeyler olsun istiyorduk. Ortaya piknik fikrini attım. Herkesin hoşuna gitti, kısa bir sürede organizasyonu ayarladım ve yaklaşık onbeş kişi bir minibüs tutup erken saatte yola çıktık. Hava soğuktu ama kimsenin umrunda değildi. Herkes birlikte olmanın verdiği mutlulukla yol boyunca şarkılar söylüyor, sabahın erken saatlerinde uykuyu çoktan unutmuş bir tavır sergiliyordu. Bu topluca yaptığımız ilk büyük etkinlikti. Piknik alanı okula yaklaşık 2 saat uzakta neredeyse İstanbulun dışında bir yerdi. Piknik alanına vardığımızda herkesin yüzünde bir gülümseme vardı.Biraz soluklanıp malzemeleri indirdikten sonra hemeniş bölümü yapıp kahvaltıyı hazırlamaya başladık. Erken gitmemizdeki en büyük sebep yeşilliklerin içinde güzel bir kahvaltı yapmaktı. Çay demleme işi bana düşmüştü. En sevdiğim kısım çay demlemekti. Özellikle odun ateşinde pişen çayın tadını hiç bir çay vermiyordu. Sağdan soldan toplanılan odunları yakarak güzelce köz haline getirdikten sonra tavşan kanı bir çay demledim. Yol üzerinden aldığımız sıcacık ekmekle beraber közde pişmiş çayla güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra yandaki boş alana geçip iki kadro kurduk ve maç yapmaya başladık. Saat erken olduğu için çok ateş yakmamıştık ve ısınmanın en iyi yolu maç yapmaktı. Yerler sırılsıklamdı ve toprak tamamen çamur haline dönüşmüştü. Kimsenin üstünde temiz kıyafet kalmadı ama bunun hiç bir önemi yoktu, o ortamda beraber zaman geçirmek ve eğlenmek hiç bir şeye değişilmezdi. Keyifli geçen maçın ardından muhabbet etmek için çardaklardan birine oturmaya gittik. Aile için hazırlanmış bir piknik alanı olduğundan etrafta bolca çardak bulunuyordu. Muhabbet konusu geçen zaman içinde nelerin değiştiği oldu. Üçüncü sınıfa gelmiştik ve arkamızda beraberce geçirdiğimiz uzun bir zaman vardı. Pikniğe gelen arkadaşlardan birkaçı birinci sınıftan tanıştığımız kişiler olduğu için o dönemlerdeki sıkılgan halimi biliyorlardı. Herkesin ağzında söyleyeceği laflar hazır bekliyordu. Birinin sözü bitince hiç sessizlik ortamı oluşmadan bir başkası konuşmaya başlıyordu. Şenşakrak süren muhabbeti bir arkadaşımın aşk konusunu açması durgunlaştırdı. Yaşadığımız devirde bizim yaşlarımızda aşık olmamış insan bulmak imkansız gibiydi. Kimileri bu aşkı içinde yaşar, kimileri dışa vurur, illaki yaşadığı bir aşk olurdu. Sıra sıra herkes hayatında birinin olup olmadığını anlatıyordu. Bazıları platonik bazıları karşılıklı yaşıyordu aşkı. Sıra bana gelince durgunlaştım. Anlatmaya değer bir şeyler yaşamadığımı düşündüm ve bunu arkadaşlarıma söyledim. Belki kimse inanmadı buna ama üstelemediler anlatmam için,konu orda kapandı ve sıra başkasına geçti. Onlar sıra sıra anlatmaya devam ederken ben içimde kendimle hesaplaşmaya başladım. Bir an oradan başka bir düşünce dünyasına geçiş yaptım sanki. Gerçektende anlatılmaya değer bir şeyler yaşamamışmıydım? Bunun cevabını bende bilmiyordum. Aşk benim korkmam gereken bir şeydi o dönemler. Çevremde aşık olup da bundan dert yanmamış bir arkadaşım yoktu. Ben her fırsatta kendimden kaçıyordum bu konuda ve kendimce de haklıydım, zarar görmek istemiyordum. İçimdeki hesaplaşma bitince muhabbete ortak olmaya devam ettim. Biz muhabbet ederken zaman ilerlemişti ve yemek için ateş yakma vakti gelmişti. Ateş yakma işini minibüsü süren abimiz üstlenmişti. Herşey yarım saattlik bir sürede hazırlandı. Yemeği yedikten sonra ormanda yürüyüşe çıktık. Yürüyüşü kısa tuttuk çünkü geri dönüp bir çay içtikten sonra eve gitmemiz gerekiyordu. Saat biz farkında olmasak da bir hayli ilerlemişti. Çaylarımızı yudumlarken herkesin dilinden günün ne kadar güzel geçtiğini ifade eden cümleler çıkıyordu. Eve dönerken içimde ilerde hatırlayacağım güzel bir anıyı yaşamanın vermiş olduğu mutluluk vardı.
    Okul son sürat devam ediyordu. Dersleri dinlemeyişim ilerde bana sorun yaratacaktı ama bende hala bir uyanma söz konusu değildi. İkinci döneme girdiğimizde seneye olacak öss için arkadaşlarım hazırlanmaya başladı. Öss ye hazırlanan arkadaşlarımın çoğu birlikte zaman geçirdiğim kişilerdi. Onların başladığı bu hazırlık çalışmaları birlikte zaman geçirmemizi başlarda biraz, ilerde tamamen kısıtladı. Fikret benim gibi öss yi takmayanlar arasındaydı artık sürekli onunla zaman geçiriyordum.Zaten var olan samimiyetimiz bu şekilde kat kat artmıştı. Yanına gitmelerim haftada birken ikiye üçe çıkmaya başladı. Hayatı toz pembe yaşamaya devam ediyor, her gün eğleniyorduk. Diğer arkadaşlarımla bağlantım neredeyse kopmuş gibiydi. Günler güzel geçiyordu ama bir gün aklıma bir kuşku düştü. Acaba fikret de benim yüzümden mi öss ye çalışmıyordu. Ben sürekli yanına gidip de yapacak bir şeyler söylemesem belki o da bu işin farkına varıp çalışmalarına başlayacaktı. Bir yolunu bulup onu kemdimden uzaklaştırmam gerekiyordu. Ama bunu nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Okulda beraber, çıkışta beraberdik. Hayatımda olup biten her şeyi biliyordu. Bu durumu birden gerçekleştirip bağları koparmak bana çok saçma geldi ve zamana yaymaya karar verdim. Artık çıkışta bir yerlere gidelim mi demiyordum ve okul dışı görüşmelerimiz haftada bir bazen de iki haftada bir şeklinde olmaya başladı. Bu ikimiz içinde hayırlı olacaktı. Hem o ders çalışmaya başlayacaktı hem de benim içim rahat edecekti. Zamanla bu işin de üstesinden geldim artık nadir görüşmeye başladık.
    Çok geçmeden okul tatil oldu. Okul arkadaşlarımla bağlantım öss yüzünden neredeyse kesilmişti. Arada bir msj atıp hal hatır sormak dışında. O yaz ailem her yaz olduğu gibi memlekete gidecekti ama ben arkadaşımdan aldığım teklifi değerlendirmek istiyordum. Bartınlı bir arkadaşım beni köylerine davet etti. Birlikte gidip iki hafta kaldıktan sonra dönecektik. Durumu aileme anlatıp izin aldıkdan sonra hazırlık yapmaya başladım. Bartını daha önce hiç görmemiştim. Karadeniz doğasına olan merakımı bu şekilde biraz gidermiş

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 11:28 am