Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    Düşlerden Umuda Çeyrek Kala

    avatar
    1001060051


    Mesaj Sayısı : 1
    Kayıt tarihi : 03/12/10

    Düşlerden Umuda Çeyrek Kala Empty Düşlerden Umuda Çeyrek Kala

    Mesaj  1001060051 Paz Ara. 19, 2010 5:41 pm
















    DÜŞLERDEN UMUDA ÇEYREK KALA


    '' DÜŞLERİMİ DÜŞÜRDÜM SEN’Lİ YOLLARDA ''
























    BÖLÜM 1:MACERA BAŞLIYOR



    Koyu lacivert gökyüzünde milyonlarca yıldız yerini almaya başladı.Güneşin aya görevini bıraktığı, insanların sokaktan elini eteğini çektiği şu saatlerde Seher yine her zamanki yerindeydi.Yine hayallerine açılan kapı bildiği,hiç kapatmadığı perdesinin önünde sokağı gözlemliyor,sonra minicik ellerini hayallerine açıyordu.Küçücük avuçlarına sığdırdığı kocaman hayali için gözyaşı dökecek kadar büyük yüreği vardı onun.Bu yaşta tek yaptığı şey gözyaşlarıyla süslediği hayallerini dualarla dile getirmekti.Söylediği sözler her akşam aynıydı,tabi kurduğu hayaller de…Yatağına oturup başlamıştı bu gecede duasına.’’Allah’ım bana polis olmayı nasip et,bunu bana yaşat’’diyordu.Ve ardından duasına karşılık beklediği yıldızlara dikerdi gözünü sanki bir işaret yakalayacak gibi.Zeytin gözlerine uykunun düştüğü saatlerde bırakırdı işaret beklemeyi.Yatarken de gelen hayalleri uyuduğu sırada pencereden geri dönecek diye çekmezdi perdelerini odasının.Ve ardından dalardı rüyalarına…

    Hayali hayatı olmuştu onun. Sabah aynı hayal ile kalkar, aynı hayal ile okula giderdi. En tembel hallerinde hayali toparlardı onu. Öğretmenlerinin aldığı cevap hep aynı olurdu. Zaman geçiyor, her şey değişiyordu Seher’in hayatında. Arkadaşları, okulu, ortamı kısaca her şeyi… Değişmeyen tek şey hayalleriydi. Giyeceğini düşündüğü üniforması, uzun saçlarına çok yakışacağını düşündüğü şapkası ve polisliğin vereceği gururu… Her ne kadar hayalleri küçüklüğündeki kadar aydınlık olmasa da ne olduğunu bilmediği bir umudu vardı onun hala. Çevresinin ‘’olmaz’’deyişlerine karşın ‘’olur’’ları vardı onun. Onun hayali yıkılacak olsa da yok olmayacaktı. Boşuna değildi bunca heves, boşuna değildi yıldızlara bakıp uykusuz kaldığı geceler.

    Eğlendiği yerlerden biri olan üzüm bağlarındaydı Seher bu sabah.Kesim zamanı gelmişti bağlarda.O da ailesiyle birlikte geliyordu bütün kavurucu sıcağa rağmen.Sepetlere koyulan üzümleri kaldırmaya çalışırdı.Polis olacaktı o çünkü.Güçlü olmalıydı.Kendisine türlü sebepler buluyordu mutlu olmak için.

    Seher için en korktuğu karanlık, fobisi; en sevmediği yemek, bal olurdu hayallerini düşününce. O kadar gerçekçiydi ki hayalleri bir gün emniyet müdürüyle konuşmaya gidiyordu hiç görmediği emniyete… Babası durdurmuştu bu küçük cesur yüreği. Konuşmalar aynen şöyle geçmişti;

    Seher: Ben gidiyorum, nasıl polis olacağımı öğreneceğim!

    Baba : Nereye zeytin gözlüm?

    Seher:Emniyet müdürüne gideceğim.Polis olmak istediğimi söyleyeceğim.

    Baba:Seni almazlar oraya.Çok küçüksün.

    Seher:Neden?Neden almazlar?

    Baba:Ben seni götüreceğim başka zaman.Söz kızım.

    Seher:Hayır! Şimdi gitmek istiyorum!
    Baba:Olmaz! Şimdi almazlar.Haydi gel buraya.

    Seher: (üzgün bir tavırla)Peki,uff!

    İnatçı tavrını zorla olsa da kıran babası eve götürmeye zor ikna etmişti onu.Gözleri dolmuştu babasının zeytin gözlüsünün.Gitmek istiyordu.Biriken hayalleri onu durdurmuyordu artık.Küçük yüreğiyle verdiği büyük savaşlarıydı bunlar onun.Bir avuç hayalini bir hayata çevirdiği bir kitabıydı bunlar…

    Yıllar geçmişti.Seher artık 18 yaşına gelmişti.Şimdilerde üniversiteye hazırlanıyordu.Güzel gelecek planları,okul,dershane koşuşturması ve yıllardır avuçlarında biriktirdiği,yüreğine kazıdığı hayalleri,her şey üst üste gelmişti şimdi.Yapacak şey belliydi ama.Yıllardır peşinden koştuğu hayaline kavuşmanın ilk adımı olan polislik sınavı başvurularını yapacaktı.Hayal kurma ile hayali yaşamanın çok başka heyecanlar olduğunu anlıyordu bu günlerde Seher.Başvuru için çektirdiği fotoğraflar,doldurduğu formlar…Herşey onun için bir heyecandı.Sanki bunları yaparken kendi kadar yakınındaydı hayaller.Her an kapıdan girmeye hazır…

    Bu tatlı koşuşturmayı da bitirdikten sonra geriye kalan tek şey çalışmaktı artık.Bunu da en güzel şekilde yapıyordu Seher.Arkadaşlarının telaşı üniversiteydi,onunki polis okulu.Masum bir çocukluk hayaliydi onun hayali.Fakat bugün gerçekleşmesine aylar kalan bir gerçek…

    Odasına her girişinde pencerenin önündeki halleri geliyordu Seher’in aklına.Dün gibi canlanıyordu gözünde o günler.Hayal uğruna akan gözyaşları gelirdi ardından aklına,tüyleri ürperirdi.Ne günler geçirdim?derdi hemen ardından.Sonra ardı ardına dizilirdi sorular.

    ‘Umudunu kaybedenin kaybedecek bir şeyi olmaz’ derdi hep Seher.ve ardından takılırdı umudun peşine ,onu gerçekleştirmeye giderdi koşar adım masasının başına.Kaç günü ,kaç gecesi geçmişti bu masanın başında.Kaç geceyi sabah etmişti bu uğurda,kaç sabahı gece...Şimdi mülakat zamanıydı, gün heyecan günü.

    Kuşlar başka ötüyordu bu sabah, güneş başka doğuyordu odasına.Güneşin penceresini tıklattığı bir sabaha daha merhabaydı bugün.Gözlerinin içi gülüyordu Seher’in bugün.Yüreğinin umudu gözlerinden okunuyordu. Sabırsızlanıyordu yola çıkmak için.Bu bekleyiş bekleyiş değildi artık, yaşananlar da hayal değil …

    Kapıdan dualarla çıktı Seher.Mülakat alanına doğru yürümeye başladı. Mülakat alanına geldiğinde heyecanı ikiye katlanmıştı rakiplerini görünce.Birden isminin söylendiğini fark etti Seher.Ve gerekli ölçümler için yetkililerin yanına geçmişti.Giderken ağzı kulaklarına varıyordu mutluluktan.Yarım saat sonra döndüğünde yüzünde aynı sevinç yoktu.Gülen gözlerinde umut yerine bitmişlik vardı.Yıkılan hayallerin yorgunluğu muydu yoksa bu üstündeki? Giderken ağzı kulaklarına varan Seher’in şimdi bir tebessümlük hali yoktu.Çünkü hayalleri onu beş santimetreye değişmişti.1.65 e 5 kala elenmişti hayallerinden.Hayat her şeyini almıştı sanki o 5 cm ile.Onu bugüne korkuyla,endişeyle,umutsuzlukla bir başına bırakarak.Dün alıp götürmüştü onu,umudunu,en önemlisi hayallerinin yarını olan bugünü…

    Bugün anlıyordu insanların boşlukta hissetmek adını verdikleri bir garip duyguyu. Elinden oyuncağı alınan bebekler gibiydi şimdi o.Tek farkı onların oyuncağıydı elinden alınan,Seher’in ise hayalleri.hiç tanışmadığı arkadaşları,hiç giymediği üniforması,hiç takmadığı şapkası...Düne kadar umudum dediği tüm bunlar,bugün hayal kırıklığı adıyla avucundaydılar.Peki şimdi nasıl onarılırdı bu kırıklar? Nasıl yeniden umudu olurlardı?
    Bildiği tek şey o her şeyini umuda 5 kala kaybetmişti.’’Hep biz hayatla dalga geçmiyorduk işte.Gün geliyor zaman en iyi dalgasını geçiyor’’diyordu.Bu yaşına kadar yaşamadığı burukluğun zirvesine ulaşmıştı Seher bugün.Ne yapacağını bilmiyordu.Babasının ‘’Nasılsın kızım’’ sorusu kadar sahteydi ‘’İyiyim’’deyişi o anda.Çünkü her halinden belliydi.Canı yanıyordu.En önemlisi odasına astığı hayallerinin yerini ne ile dolduracaktı şimdi?

    Şimdi herşey boş geliyordu.Böyle bitmemeliydi.Hep süresi dolan hayaller bitmeye mahkum muydu sanki.Hiç bir şey engel olamıyordu şu günlerde kırılan hayallerinin avucuna batıp onu kanatmasına.Elini uzatsa tutacak olduğu hayalleriyle şimdi bir dünya girmişti arasına.Umutlarla birlikte uçurumun kenarında asılı kalmıştı ruhu da sanki.Şimdi onlardan vaz mı geçmeliydi,onları masal kabul edip yola devam mı etmeliydi?

    Sınav da yaklaşıyordu.Üstündeki umutsuzluğu rafa kaldıracaktı bir süre.Yaprak yaprak umut asacaktı içindeki takvime.Avuç avuç tohum serpecekti umut tarlasına.Ama nasıl? Hiç aklına gelmezdi sınavdan sonra gözlerinde oluşan boşluğun,hayatında asla yeri dolmayacak bir boşluk olacağını.

    Provası yoktu hayatın.Geçmiş de geçmiş değildi aslında.Geçebilirse iz olurdu,geçemezse yara.Her polis görüşünde yarası kanayacak olsa da,her aklına gelişinde gözlerinden inci dökecek olsa da güzeldi hayal etmesi polisliği.Güzeldi hayatını bir amaca adamak,güzeldi o amaçla çocukluğunu süslemek.Şimdi söylediği tek şey vardı giden hayalin ardından ‘’Güzeldi ve geçti…Yaşandı ve bitti.’’

    Bugün zoraki hayallerin gerçekleşme günüydü.Hiç heves etmediği ÖSS,hiç içinde kendisini düşünemediği üniversite…Bu sabahın diğerlerinde farkı yoktu Seher için.En heyecanlı sabahını kaybetmişti o zaten.Altı üstü bir sınavdı bu.Zaten hayallerinin sonuna gelmişti,hayallerden inecek var’a bir durak kalmıştı onun için.

    Sınava girişiyle çıkışı bir olmuştu.Yüzünde aynı ifade,gözlerinde aynı boş bakış.Yürüyor,sadece yürüyordu.Ağzından tek kelime çıkmıyordu.Doğru eve gitmişti.Kendini odasına kapatıp saatlerce çıkmamıştı,son günlerde yaptığı gibi yine.Her şeye boşvermişti.Hiçbir şeyi takmıyordu şimdi,kendini bile.Böyle böyle üç ayı geçirmişti.Bu üç ayda tek uğraşı yeğeni Nuri idi.Nuri 2 yaşında ufacık,tefecik,tatlı mı tatlı bir bebekti.Seher’in hayatı sevmesini sağlayan kişilerden biri olmuştu Nuri artık.Onunla uğraşırken bambaşkaydı Seher.Sanki her şey boş,her şey değersiz.

    Gün sınav sonuçlarının açıklanış günüydü.Herkeste bir telaş dershaneye,okullara koşuyordu öğrenciler.Seher de sonuçlarına bakmak üzere çıkmıştı.Dershaneye vardığında ufakta olsa heyecan sarmıştı içini.Garip bir histi bu.Bilgilerini bilgisayara girerken kalbi yerinden çıkacaktı sanki.Açtığında sınav sonucunun çok çok iyi olmadığını görmüştü.Ama beklediğinden de iyi gelmişti.Şimdi tercih zamanıydı.Bir sürü tercih yapmıştı Seher.Kaderi onu nereye götürecekti kim bilir.Nelerle karşılaşacaktı?

    İzmir’di gitmek istediği şehir.Bir sürü bölüm sıralamıştı İzmir için.Tabi ardına yeni hayaller.Bekliyordu bekliyordu zaman geçmiyordu bir türlü.Bu eli kolu bağlılık çok sıkıyordu onu.Bir an önce yaşamak istiyordu olacakları.Hayat ona sabırsız olmayı öğretmişti sanki,sabırla beklemeye inat.
    Sonuçlar açıklandığında Giresun’u kazandığını öğrenmişti.Yazdığından haberi bile olmadığı bu şehre gidecekti o,burada başlayacaktı hayata yeniden.Hiç görmediği Giresun’a önyargısı kırılmıştı kayda geldiği gün.Çok sevmişti burayı.Hem kendi ayakları üstünde durabileceğini düşündüğü kadar uzak,hem insanı bir anda etkileyecek kadar gizemliydi burası.Kimseyi tanımıyor olması,daha önce hiç gelmemiş olması gibi olumsuzluklar çıksa da yoluna bu sefer yılmamıştı o.Kayda geldiği gün yattığı şezlong ona pamuk gibi gelmişti.Yurt bulmak için saatlerce dolaşması bile yormamıştı onu.Babasıyla gezmekten de alıkoymamıştı kendini.Bir an önce keşfe çıkmak istiyordu bu küçük ama gizemli şehirde.

    Babasıyla birlikte gittiği sahilde Vedat abi ile karşılaşmışlardı.İşte o an her şey değişmişti.Yurt sorunu,o gün kalacak yer sorunu hepsi çözüme kavuşmuştu.Allah çıkarmıştı Vedat abiyi bu temiz insanın karşısına.Seher de sevinmişti hala böyle insanların varlığına.Vedat ile uzun bir sohbetten sonra yurda kayıt yaptırmak için çıktılar sahilden.Ve hemen yurda vardılar.Yurdu bir süre gezdiler ve Seher yurdu çok beğendiğini dile getirdi.Yazılma işlemi tamamlandı ve Seher’in içi artık çok rahattı.

    Gitmeden Vedat Abi’nin tavsiyesi üzerine Giresun’un en güzel yerlerinden biri olan Giresun Kalesi’ne de gitmişti Seher.Her anını fotoğrafla ölümsüzleştiriyordu.Bu güzelliği annesine,ablasına göstermek için can atıyordu.

    Buruk olan yanına inat mutluluğa oynuyordu seher bugün.Artık anlamıştı mutluluğun kendi ayaklarıyla insana gelmediğini,onu insanın içinde bulması gerektiğini.Hani bir söz vardır ‘Uçurumun kenarında olsan bile sırf hayata gıcıklık olsun diye gülümse’ işte Seher tam bunu yapıyordu artık.Pollyannacılık değildi bunun adı.bu hayatın kuralıydı,mutluluğun kuralı…

    Geri dönüşte son bir kez baktı Seher etrafına ve bindi otobüse.O an fark etmişti ne kadar yorulduğunu. Ama tatlı yorgunluktu bu. Çocuklar gibi mutluydu şimdi o.

    Yeni umutlara açılan bir kapıydı Giresun onun için. Yolculuk boyunca düşünmüştü bütün her şeyi. Yaşadığı tüm üzüntüler, hayal kırıklarının da varmış bir hayra çıkan yolu. Bütün bunları düşünürken derin bir uykuya dalmıştı Seher.Öyle yorulmuş olacak ki kılı kıpırdamıyordu hiçbir molada.

    Sonunda gelmişti evine.İçinde huzur vardı artık. Kaç aydan sonra rahat bir uyku uyuyacaktı yatağında bu huzurla.Ve ardından başlayacaktı hazırlıklara.

    Onu mutlu görmek ailesinin hoşuna gidiyordu. En çok da çabuk toparlanması, her şeye rağmen kazanmış olması gurur veriyordu ailesine. Görmek istedikleri Seher buydu işte.

    Bir telaş başlamıştı evde şimdi. Yurt için alacakları ,yol için yapması gerekenler, günlük ihtiyaçları derken birçok iş çıkmıştı Seher’e. Hiçbir şey eksik olsun istemiyordu. Bütün bunları hallettiği sıralarda aklına birden evden ayrılışı gelmişti. Ve durgunlaştı Seher birden.İlk olacaktı bu ayrılık.İlk kez bu kadar uzağa gidecekti.Alışacaktı tabi ama alışana kadar geçen süre korkutuyordu onu.Etin tırnaktan ayrılma vakti gelmişti,Seher artık zeytin gözlü cesur yürek değildi.Büyümüştü,yüreği de,hayalleri de…

    Tam gözleri doluyorken aklına hayallerine 5 kala,umudun onu nasıl terk ettiği geliyor ve Seher yine cesur yürek oluyordu.O,hayata rağmen hayatı için mutlu olacaktı.Ve bir daha yenilmemek için çalışacaktı.Bunu anlamak zamansız olmuştu,hatta biraz da geç.

    Hayata yenildiği günlerde çevresinden gelen tepkiler geliyordu birden aklına.Polis okulunu kazanamadı diye üzüldüğü sıralarda söylenenler diziliyordu aklına teker teker.Küçücük bir sorun olarak görüyordu herkes bunu.İncir çekirdeği kadar şey için…Deyip geçiyorlardı.İncir çekirdeğini doldurmayacak kadar diye niye küçümserler ki;kalp pek mi büyüktü incirden? Bakın bakalım insan neler çekiyor,incir çekirdeği kadar kalbe düşenden diye bir söz vardı.Seher’in çok sevdiği bir sözdü bu .O insanlara inat bunu söylüyordu içinden.

    Geçmişe takılı kalmak yaraları kanatmaktan başka işe yaramıyordu.yapması gerekeni yapıyordu o da.Olmak istediği yerde olmasa da olduğu yerde mutlu olmayı öğrenecekti.Elinde kalan bir avuç sıfırı,hayata döndürecekti.

    Manisa’da geçen son günlerini arkadaşlarıyla geçiriyordu.Piknikler,park gezileri,her şey mükemmeldi.Küçüklüğünden beri birlikte olduğu arkadaşlarının gözünün içine bakıyordu.Her biri ayrı diyarlara dağılacaklardı.Belki bir daha hiçbir yerde yakalayamayacaktı bu mutluluğu,bu sıcaklığı.Hepsi için ayrı bir özlem duyacaktı.Ortada sürekli özlem,unutmak kavramları dönüp duruyordu.Ama ayrılıklara çare yoktu işte.Hepsi hayatına kendi yollarında devam etmeliydi.

    Gideceği son hafta yemeden içmeden kesilmişti sanki.Onu bu duruma getiren annesinin gözlerindeki ifade,babasının sık sık sarılıp koklayışı olmuştu.Evindeki en basit eşya bile o kadar önemli görünüyordu.O kadar derin bakıyordu 18 yılının geçtiği evine.Her gece yattığı yatağın bu günlerde bir ayrı bakıyordu.Artık gözünü açtığında masasının üstündeki saatini,küçükken hayallerinin yolunu gözlediği penceresini, görmeyecekti.Başka sabahlara uyanacaktı başka hayatında.

    Üstündeki ilgi onu ne kadar mutlu etse de üzüntülerini de kamçılamaktan geri kalmıyordu aslında.Zaman yaklaştıkça ayrılık korkusu duyuyordu.Daha önce hiç yaşamadığı geride bırakmak duygusunu tadacaktı.Özleminin,özlenmenin kelime anlamının yanında yaşandığı anlamını öğrenecekti.Vedaların soğuk olduğunu görecekti.Hissedecekti iliklerine kadar…

    Artık gitme zamanı gelmişti.Valizler kapıdaydı.Valizleri arabaya koymak üzere gelen abisine bakakalmıştı Seher.Ne hissettiğini bilmeden bakıyordu sadece.Arkadan annesinin sesiyle irkilmişti:

    -Canım kızım ne yapıyor bakalım?

    Seher:
    -Abime bakıyorum.Kavga ettiğimiz günler aklıma geliyor.Hiç aklıma gelmezdi o günleri bu halde hatırlayacağım.

    Annesi:
    -İşte böyle güzel kızım.İnsan yakınındakilerin yahut sahip olduklarının değerini,onları kaybedince anlıyor.

    Seher:
    -Aynen öyleymiş anneciğim.Hayat gerçekten tuhaf.

    Annesi ile kısa bir kucaklaşmadan sonra çantasını alıp arabaya doğru gitti Seher.Ardından da annesi ve babası gelmişti.Otogara kadar düşündüğü şeyleri 18 yıl düşünse akıl edemezdi.Düzgün,saçma,doğru,ters…O kadar şey düşünmüştü ki yolun nasıl bittiğini anlamamıştı bile.

    Valizleri otobüse yerleştirdikten sonra veda vakti gelmişti.Önce abisini,sonra biricik yeğeni Nuri’yi,babasını ve en son annesini kucaklamıştı.İçinden bir parça gidiyordu sanki.Otobüse binerken ayağı hep geri gidiyordu sanki.Dön deseler dön demeye hazırdı adeta.Koltuğuna oturup el sallamaya başlamıştı.Gözyaşları damla damla dökülüyordu yanağından.Zeytin gözleri bir başka buruktu şimdi.Gideni mi vururdu fırtına yoksa limanda kalanı mı?

    Yol büyüdükçe büyüyordu gözünde.Gecenin karanlığı,Seher’in yoluna ışık tutamıyordu.Otobüs camından gölgesini izliyor,boş boş bakıyordu kendine.Uyku tutmamıştı yine. Kulağında müzik eşliğiyle hatıralara daldığı sırada gamzeli yüzüne tebessüm düşmüştü. Artık tek başınaydı. Kendi ayakları üzerinde duracağı bir hayata yol alıyordu.

    Son buluşmasında gördüğü arkadaşlarının veda için gelmesini istememişti o. İyi ki istememişim diyordu. Kardeşi bildiği can dostlarını geride bırakmayla yüzleşmek onu da çok yıkacaktı. Gitmek daha zor gelecekti.

    Sabah sekiz sularında Giresun’a gelmişti Seher. Burada tanıştıkları Vedat Abi Seher’i karşılamıştı ve evlerine götürmüştü. Emekli öğretmen olan eşi Reyhan Abla da Seher’i anne şefkatiyle kucaklamıştı. Onun üzgün haline az da olsa derman olmak istiyordu. Kendi evinde hissetmesi için elinden geleni yapıyordu.
    Derin bir uykudan sonra kalkan Seher için yurda gitme zamanı gelmişti. Bir an önce gidip yeni evine alışmalıydı. Yeni arkadaşlarını görmeli , kafasındaki sorulara yanıt almalıydı.

    Yurda geldiğinde odasındaki arkadaşlarından biri yerleşmişti. Hemen onunla tanışıp eşyalarını çıkardığı sırada ; eşyalarını koyarken yaşadığı heyecan gelmişti. Derin bir nefes aldıktan sonra tekrar devam etti eşyalarını dolaba koymaya.

    Arkadaşları gelmeye başlamıştı. Biri ikisi derken hepsi gelmişti. Gece olduğunda odada toplanmışlardı sekiz on kişi. Birer birer kendilerinden bahsediyordu. Seher hem yol yorgunluğu hem de özlemin ağır baskısından olacak çok sakindi. Hiç konuşmuyordu. Arkadaşlarının da dikkatini çekmişti bu durum. Zamanla geçecekti bu durum da.

    Yeni bir sabaha uyanmıştı Seher. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Güneş yüzünü saklamıştı bulutların ardına. Hiç alışmadığı havalardı bunlar. O alışmıştı her sabah perdesine düşen güneşe merhaba demeye.

    Arkadaşları Deniz ve Naz’da uyanmıştı Seher’in ardından. Günaydınlaşmadan sonra hep birlikte kahvaltıya inmişlerdi. Evinden ayrı geçirdiği ilk sabah , yaptığı ilk kahvaltı olmuştu bu. Keyifli bir kahvaltı olmuştu. Arkadaşları sıcakkanlı ve sevecen insanlardı. Deniz ağırbaşlı , gülmeyi seven ,yardımını esirgemeyen , Naz ise güldürmeyi seven . çok konuşan , eğlenceli birine benziyordu Seher’in ilk tahminlerince.

    Kahvaltıdan sonra sahile gitmişlerdi. Gezerken bir şezlong gören Seher gülmeye başlamıştı. Ne olduğunu merak eden Deniz ve Naz hayretle Seher’e bakıyordu. Sormaya kalmadan Seher şöyle anlatmaya başlamıştı olayı:

    ‘Kayıt için geldiğim ilk gün Vedat adlı emekli öğretmen bir abi ile karşılaştım.Burada otururken yanımıza gelmişti ve yurt bulmam için elinden geleni yapmıştı. İşlerimizi hallettikten sonra buraya , tek bildiğimiz yere geri dönmüştük. Ve o yorgunluğa yenik düşen ben bu şezlongta yatmıştım. Şimdi o geldi ve güldüm.’

    Bu hikayeyi duyan Naz ve Deniz’e de eğlence çıkmıştı. Çeşitli esprilerle bu neşeli sabaha renk getirmeye çalışıyorlardı. Ve kahkaha sesleri yükseliyordu ardından.
    Gezerken birden derin bir sessizlik sarmıştı ortamı. Belli ki hepsi başka şeyler düşünüyordu. Kimisi geride bıraktıklarını , kimi geleceğini , kimisi yaşadığı anı…


    Bir cumartesi günü balık yemeye gitmeye karar vermişlerdi. Her şey güzeldi ta ki geri dönüşe kadar. Tüm iş bittikten sonra sıra dolmuşa binip yurda gitmekteydi. Saat 10:30 olmuştu. Yarım saat içinde yurtta olmak zorundalardı. Ama bir sorun vardı. Üç kişilerdi ama iki liraları vardı ellerinde. Sadece ikisi binebilirdi dolmuşa . Yürümeye kalksalar en az bir saat sürecekti. Bu halde bile birbirlerinin gözlerine bakıp gülmekten geri kalmıyorlardı.

    Bu sırada Naz’dan yeni bir fikir gelmişti. Koşarak gidelim diyordu. Bu tam bir delilikti Deniz ve Seher’e göre. Öyle kalakalmışlardı durakta. Nasıl bu hale gelmişlerdi.

    Ne yapacağız? Ne olacak? Derken bir arkadaşları ile karşılaştılar. Ve ondan 1 lira borç istediler. Dakikasında dolmuşa attılar kendilerini. Hala gülüyorlardı. Hayat ne ilginç be! Diyorlardı. Bunu hiç unutmayacakları bir ders olarak kayıtlara geçmişlerdi.
    11’e 5 kala yurdun önüne gelmişlerdi. Koşmaya başlamışlardı iner inmez. Kapıya gelince zile son güçleri ile basmaya başladılar. Bir an önce bitmeliydi bu rezillik. Kendilerini odaya atmışlardı sonunda.Bu gecenin üstüne derin bir uyku şart olmuştu onlara.

    Sabahın Pazar oluşu onları rahatlatıyordu. Erken kalkma telaşı olmayacaktı. Gülerek , konuşarak, birbirleri ile dalga geçerek uyuyakalmışlardı hepsi de. Sabah kalktıklarında sıkıcı bir Pazar günüydü onlar için . Planları olmadan dört duvarda kalacaklardı bugün.
    Havaların soğuk oluşu , bulutlardan fırsat bulup dile gelmeyen güneş engelliyordu planları. Havalara da alışmışlardı zaten. Sürekli hasta oluyordu Naz ve Deniz . Ve ardından diziliyordu hastalığa isyan kelamları.

    Öğle yemeği için aç kalmak dışında bütün istekler dökülmüştü ortaya. İçlerinden en mantıklısı olan yurdun yakınındaki lokanta fikri kabul görmüştü.

    Hep birlikte toplanıp gitme kararı almışlardı. Gittikleri yerde fiyatlar gözlerini şaşırtmıştı kızların. Ama girilmişti bir kere. Acemilik dedikleri şeyi yaşayarak öğrendiler bugün. Çevreyi ve çevredeki yerleri araştırmaya koyulma kararı aldılar bugünden sonra. Öğrencilik hiçbir şeye benzemez dedikleri zaman hah! Deyip geçenler şimdi her gün defalarca kullanıyorlardı bunu. Başlarından olaylar geçtikçe sıradaki olayları bekler olmuşlardı bir zaman sonra .
    Bütün bunların yaşandığı günlerin sonunda Seher günlüğüyle paylaşırdı yaşananları. Ama bu olayların dışında anlattığı şeyler de vardı günlüğüne. Onları anlattığı sayfalardan birisi şöyleydi:

    ‘Yine bir günün sonundayım. Bugünlerde bize yüzünü ne kadar göstermese de akşam yaklaştıkça yerini yıldızlara ve aya bırakan güneş , yine görevi başında . Bu gece de yıldızlara başka yerden bakıyorum . Yıldızlara sevdiklerimin ismini veriyorum ardından . Her birine bakıp farklı şeyler hissediyorum içimde.

    Ne kadar belli etmesem de özlemiştim her şeyi, herkesi…Artık yolunu gözlediği hayal sokağının bir anlamı yoktu benim için ama onu bile özledim. Nuri ile oynadığım çocuksu oyunları, ablamla yaptığım dedikoduları, annemle uğraşımı,babamla tatlı şöyleşimizi… Kısacası ailemi çok özledim. Bugün benimle birlikte günlüğümü yazmama eşlik eden misafirlerim vardı. Onlar yanağımdan dökülen iki damla gözyaşımdı. Sadece gözyaşım değil biriken özlemim , aileme duyduğum hasretimdi onlar. Ve ardından aklıma geldi en sevdiğim şiirin şu mısraları.

    ‘O kadar da önemli değildi bırakıp gitmeler
    Arkasında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer
    Duyulması o kadar zor değildir büyük ayrılıklar bile en güzel yerde başlatılsaydı eğer
    Utanılacak bir şey değildir ağlamak
    Yürekten süzülüp geliyorsa eğer’

    Gün olup bu şiiri bu kadar anlamlandıracağım hiç aklıma gelmezdi sanırım. Ama bugün, gözümden döktüğüm su damlalarına yenisini ekleyecek kadar anlamlıydı benim için.
    Umarım bu özlem de geçecek zamanla. Geçmese de daha az yakacak canımı.
    Yeni kardeşlerim var artık burada. Beni buraya bağlayan canımdan çok sevdiğim dostlarım olacak belki de . Zamanın neler getireceğini bilemiyorum ama güzel bir sabaha uyanmak dileğiyle iyi geceler günlüğüm.’

    Günlüğünü yazdıktan sonra yastığının altına koydu Seher ve umut ettiği yarın için uykuya koyuldu.
    Sabah erkenden kalkıp okula gitmişlerdi . Her sabah yaptıkları gibi uf,puf ile gidiyorlardı yine. Keşke okulda da birlikte olabilselerdi. Çünkü birlikte eğlendikleri gibi hiçbir yerde eğlenemiyorlardı. Öğle aralarını iple çekiyorlardı. Her gün başka şey buluyorlardı eğlenmek için . En ufak bir şeye dakikalarca güldükleri olurdu.

    Cuma günleri okulda küçük çaplı eğlenceler yapılıyordu. Seher ve arkadaşları da bu hafta oraya gitmek istediler. Eğlence için hazırdı herkes. Şimdi çıkma zamanıydı. Seher bu tür eğlenceleri çok fazla sevmese de Naz ve Deniz için katlanıyordu bu gitme işine. Gittiklerinde salon tıka basa doluydu. Herkesin çok eğlendiği dışarıdan anlaşılıyordu. Bir saat durdukları eğlence istedikleri gibi geçmemişti. Çünkü Deniz bir anda fena olmuştu. Ne yapacağını bilemeyen Naz ve Seher çok korkmuşlardı. Deniz’i hemen temiz havaya çıkarmışlardı. Su içirdikten sonra kendisini toplaması için türlü fikirler veriyorlardı. Deniz biraz iyi olunca hemen yurda gitme kararı almışlardı ve hemen dolmuşa binmek üzere durağın yolunu tutmuşlardı.

    O gece hepsi Deniz’in gözünün içine bakıyorlardı. Bu akşam anlamışlardı sahip çıkmanın, birine gerçekten sahip çıkmanın anlamını. Evlerinden çok uzaktaydılar , birbirlerinden başka kimseler yoktu burada. Bundan sonra her şey daha başka olacaktı. Artık daha çok titreyeceklerdi birbirlerinin üstüne.

    Yarın akşam Reyhan ablaya hamsi yemeye gideceklerdi. Bundan söz açarak Deniz’i güldürmeye çalışıyorlardı. Onun bir tebessümü bile rahatlamalarına yetecekti belki. Türlü şebekliklerle bu geceyi de bitirmişlerdi .Hepsi birbirine iyi geceler diledikten sonra ışık kapandı ve herkes uykuya daldı.Uyuyamayan biri vardı ,Deniz …Gözünde tek damla uyku yoktu.şunları söylüyordu içinden :

    ‘Sevmenin ve sevilmenin güzel şeyler olduğunu biliyordum. Arkadaşlığın, dostluğun bulunmaz birer nimet olduğunu da tabii ki. En son ailemin ve geride bıraktığı arkadaşlarımın yanında hissetmiştim bu duyguyu. Bu gece bir kez daha çaldı kapımı. Bununla beraber yalnızlık korkularım da yıkılmıştı önyargılarım da yeni hayata dair. Sanırım yeni kardeşler katacağım yüreğime.’

    Ardından kalkıp Naz’ın kulağındaki bangır bangır müziği susturdu ,Seher’in açılan battaniyesini düzeltti ve yattı tekrar yerine.

    Sabah olduğunda her zamanki gibi en erken Naz kalkmıştı. Ama bu sabah uyanma sebebi başkaydı. Karşı odadan geldiğini düşündüğü seslerdi uyanmasına sebep bu sabah. Aratan gürültü ile uyanan Seher ve Deniz’i de şaşırtmıştı bu durum.

    Hiç hoş bir sabah değildi. Kapalı havanın verdiği sıkıntı yetmiyor gibi bir de bu kavgalar eksikti. Kahvaltı, konuşma derken geçen zamanın farkına varmamış olacaklar ki saate baktıklarında acele etmek için birbirlerini dürtüyorlardı. Daha Reyhan ablaya hediye bir şeyler almak için dışarı çıkmaları gerekiyordu. Birlikte gittikleri ilk misafirlik olacaktı bu .Heyecanlılardı çok..

    Hazırlanıp çıktıklarında saat yedi olmuştu. Reyhan abla ise saat beşte telefon etmişti . Geç kaldıkları için özür dileyeceklerdi şimdi. Kapının önüne geldiklerinde hangi zile basacaklarını bilememişlerdi.Bu zil bulma telaşından sonra açılan kapıdan merdivenlere doğru gülerek çıkıyorlardı. Yukarıdan bir hoş geldiniz sesi duyulmuştu. Bu reyhan abla idi .Seher ile kısa bir konuşmadan sonra Naz ve Deniz ile de tanışmıştı. Naz ve Deniz çok sevimli bulmuşlardı Reyhan ablayı.

    İçeri girdiklerinde muhteşem bir sofra onları bekliyordu. Muhteşem kokular yükseliyordu sofradan.Hemen Reyhan abla’dan bir ses :

    -Haydi sofraya kızlar .

    Seher :

    -Ellerine sağlık Reyhan abla .Her şey muhteşem görünüyor.

    Reyhan abla:

    -Afiyet olsun .Ee haydi bakalım buyurun.

    Masada hem yemek hem de güzel bir muhabbet havası vardı. Hamsileri bir türlü yemeyi beceremeyen Naz’a Vedat abiden bir tepki geliyordu hemen:

    ‘ Onu çatal ile yersen elinden alırım hemen.’

    Naz bu söz üzerine ne yapacağını bilememişti. Ufak bir şaşkınlıktı yaşadığı. Diğer kızlardan yükselen kahkaha ile rahatlamıştı bir an. Bu geceden sonra Naz asla hamsiyi nasıl yemesi gerektiğini unutmazdı.

    Seher için her şeyin güzel gittiği bugünlerde aklına biricik yeğeni Nuri geliyordu.Ve hemen telefona sarılıyordu bir iki kelime de olsa sesini duymak için Nuri’nin. Hislerini kolay kolay belli edemezdi o .Güçlü gibi görünürdü hep dışarıdan. Dolabını onun resimleri ile süslerdi hep. Her gece yatarken onlara bakardı geçen güne nispet olsun diye. Özleme bi nebze daha katlanırken kavuşmaya bir adım daha yaklaştığını düşünürdü.

    Bu akşam yalnız kalmak istemişti seher. Hasretin ara ara uğradı günlerden biriydi sanırım bu da. Sahile doğru yürümek istemişti canı. Üstünü sıkıca giyinip çıkmıştı dışarı. Biraz sessizliği dinlemek , dalga sesinde huzur bulmak iyi gelecekti ona sanki. Kimseyle paylaşamadığı özlemini deniz ile paylaşacaktı.

    Deniz yine hep olduğu gibi hırçındı.onun da öfkesini kayalara vurur gibi bir hali vardı. Sesi dinledikçe rahatlıyordu.O burada zaman geçirirken Naz ve Deniz odaya gelmişlerdi. Ve geldiklerinde Seher’in nerde olduklarını merak etmişlerdi.Nereye giderdi ki ? Ne yapardı bu saatte ?


    Aradıklarında Seher’in telefonu açması ile rahatlamışlardı.Sahilde olduğunu söylemişti Seher kızlara hemen. Ses tonu onu ele vermişti .Durumu anlayan kızlar hemen yurttan çıkmışlardı Seher’in yanına gitmek için.onun yanına gittiklerinde Seher’in yüzünde ağlamış gibi garip bir ifade vardı. Kızları görünce sarılmıştı direk. Sıcak bir omuza ihtiyacı vardı galiba onun da .Desteğe ihtiyacım var diyemese de her halinden belliydi düşüncesi.

    Kenara geçip oturduklarında ağızlarından tek kelime çıkmamıştı. Sessizliği dinliyordu hepsi. Sessizliği Seher’in ağlaması bozmuştu.Sımsıkı sarılmıştı Naz’a. Naz ve Deniz ile konuşmuştu bir süre.Bu konuşma onu rahatlatmış olacak ki yurda gitmek istemişti artık seher. Sanki üstündeki tonlarca yük hafiflemişti. Gece yattığında dert ortağı günlüğüne şunları eklemişti :

    İnsanın en zor anları olur bazen.Üstesinden gelemeyeceğini sandığı,yenik düşeceğini düşündüğü olaylar olur.Bugün bunların tam ortasına düştüm.Sanki kara bir delik beni var gücüyle çekiyordu içine.

    İnsanın sol yanı acırmış.Her türlü derdi kaldırırmış insan da bir sol yanının acısını dindiremezmiş.’’Kendine iyi bak’’larla ayrılmıştım evden halbuki.Kendime iyi bakamadım bugün çünkü kendim olamadım bugün.Dinlediğim şarkıda da diyordu hani:

    Kendine iyi bak deme,
    Denmez saçma.
    Kendime bakarım elbet,
    Sen hiç korkma.
    Kendine kalıyor insan,
    Eninde sonunda.
    Sen bize iyi bak Tanrım,
    Sevdalı kullarına.

    Üç beş kere dinledim şarkıyı bu gece.Çok içten gelmişti şarkı,çok başka…Küçükken olduğum gibi olmak istedim sonra.Karanlıktan korkmamak için cesur rolü yapardım oysa.Şimdi gözyaşımı tutacak kadar gücüm yoktu.Ayaklarım üstünde durmayı hayal ederken neler de yaşamıştım şu kısa zamanda.Hayat gerçekten çok ilginçti.Hani Cedric diyor ya 18 yaşında ve evinizden uzaktaysanız hayat gerçekten çok zor demektir.





























    BÖLÜM 2:ŞİMDİ AŞK ZAMANI




    Düşler ormanın gece bekçisi derdi Mehmet kendine.Yazdığı şiirleri,yazıları vardı onun.Bilemezdi tüm şiirlerin bir günde hayat bulacağını ta ki Seher’i görene dek…Belki klasik başlamıştı aşıklık hikayesi.Ama böyle devam etmemeliydi tabii.Seher ile tanışmak istiyordu.Ama bu tanışma bir o kadar kayda değer olmalıydı.Ve bir gün yazdığı şu notla Seher’in yanına gelmişti:

    ‘’Bu şehri sevmemin sebebi iki sokak sonra seni göreceğim ihtimalidir.Adının geçtiği tüm cümleler merakım,adın ise aşinalığım.Ummadığım zamanda geldin başıma.Beklemediğim zamanda beklediğim oldun.Ne aradığımı bilmediğim zamanlarda ise bulduğumsun hep.Şimdi ise tek bir damla istiyorum senden sana bir deniz sunmak için.’’

    Notu okuyan Seher neye uğradığını şaşırmıştı. Bir kez olsun görmediği bir insandı bu kişi.Ne yapması gerekiyordu,ne yapıyordu? Bunun farkında bile değildi. Tam bu sırada Mehmet elini uzattı ve ‘ Merhaba ben Mehmet`’ dedi. Ardından konuşma başladı. Mehmet her şeyi baştan anlattı. Mehmet’i dinledikten sonra gitme kararı aldı Seher.

    Hiç beklemediği bir şeydi bu. Yanakları al al olmuştu heyecandan. Böyle bir şey yaşamayalı hayli zaman olmuştu. Yurda gittiğinde hemen kızlara anlatmıştı bu heyecanını. Neden böyle heyecanlıydı kendi de anlamamıştı. Kızların dalga geçer gibi konuşmaları canını sıkmıştı Seher’in. Niye kızdığını o da bilmiyordu. Yoksa hissettikleri ile hissetmek istedikleri başka yönleri mi gösteriyordu?

    Bu durumu şaşkınlığına veren seher bir an önce yatıp uyumak istiyordu, uyuyup bugünü unutmak…

    Çevresinde gördüğü örnekler onu aşka hiç yaklaştırmamıştı. Güzel ifadelerle başlayıp kırıcı sözlerle biten ilişkinin adı aşk olamazdı. Kimisi msn denilen illetin kandırdığı aşkların içinde, kimisi kendinin bile inanmadığı tuhaf bir oyun içinde. Tek bir olumlu örneği yok muydu bu aşkın? Nasıl güvenileceğini unutur olmuştu insanlar. İnsanların hepsi takmıştı birer maske, gülümse Allah gülümse…

    Erkenden kalkıp okula gittiğinde sınıfın kapısında yine aynı tablo ile karşı karşıya idi Seher. Bir gün iki gün derken bu durumdan sıkılmaya başlamıştı Seher. Ona eski acılarını hatırlatmaktan geri kalmıyordu bu durum. İlk aşkının bıraktığı nefreti hatırlatıyordu her bekleyiş. Emre’yi, Emre ile geçen günleri ve daha neleri…

    Emre ile Seher ilkokul dördüncü sınıfta tanışmışlardı. Emre okula yeni gelmişti. Seher’in yanı boştu ve gelir gelmez buraya almıştı hocalar onu. Zamanla Emre ile Seher çok iyi anlaşmışlardı. Öğle yemekleri, sabah okula gitme telaşları, oyunlar derken tüm günleri birlikte geçiyordu. Seher’deki masum çocukluk hoşlantısı idi o zamanlar. Bilemezdi bu şeyin büyüdükçe aşk adını alacağını, kora dönüp yüreğini yakacağı ihtimali ise aklında bile değildi. Son sınıfa kadar her şey güzeldi. Fakat son sınıfta eski hallerinden eser kalmamıştı.

    Hâlbuki Seher’e göre hissettiği şey karşılıklı idi. Emre de ona karşı boş değildi. Sınıfa Elif adlı kızın gelmesi ile değişmişti her şey. Emre ile sınav telaşından fazla görüşemiyordu bu günlerde. Merak da ediyordu ne yaptığını. Bir gün okula geldiğinde Elif ile Emre’nin bahçede dolaştığını görmüştü. Kendi kendine bir şeyler söyleyerek sınıfa gitmişti. Sınıfta ne olup bittiğini öğrenmişti. Eli ayağı titremişti üzüntüden. Nasıl olurdu bu? İlk aşkı idi bu onun, ilk yıkılışı…

    Günlüğüne not düştüğü iki kelam şuydu o gece:


    ‘ Birlikte ne günlerimiz geçmişti. Geleceğe dair mutlu hayallerimiz vardı hep. Ama bu hayallere ayrılığı katmamıştık. Belki birbirimizi hiç ayrı düşünemediğimiz için belki de ayrılığın bu denli zor olduğunu bilmediğimiz için.

    İnsanın bazı şeyleri anlaması için yaşaması lazımmış meğer. Başına geldiğinde anlıyormuş insan felaketin ne olduğunu. Bilmediğin şehirde sonunu bilmeden yürüdüğün sokaklar kadar anlamsızım şimdi. Şimdi adı aşk olan mesafeler mi girdi aramıza? Uzak mı düştük hayallerimize, özlem de mi vardı payımızda?


    Her an, her zaman özlediğimsin… ‘


    Geçmişten yara taşımak zordu. Galiba fazla dalmıştı geçmişe. Hemen toparlamıştı kendini. Ardından Mehmet’i düşündü ve konuşup kapatmak istedi bu konuyu da. Biraz düşünmek istedi ve saatlerce yürüdü yurt yolunda. Kimseyi kırmak istemiyordu Seher, ne kadar çok kez kırılmış olsa da…

    Bu sabah konuşacaktı Mehmet ile. Konuşma için hazırdı artık ne de olsa. Ama Mehmet’i göremedi bu sabah her zamanki yerde. Konuşmayı hissetmiş gibi gelmemişti buraya. Bir gün iki gün derken Mehmet’in artık gelmediğini fark ediyordu. Ve merak da ediyordu nerede olduğunu. Son kez konuşsaydım diyordu.

    Bir gün sahile gidip Mehmet’i orda bulabileceği ihtimali gelmişti Seher’in aklına. Kendisinin sıkıldığında sahile gittiği anlarını hatırlayıp gitmişti buraya. Belki o da derdini denize dökmek istemişti.

    Geldiğinde Mehmet’i burada bulmuştu. Denize yönelmiş hiç kıpırdamadan onu izliyordu. Garip mutluluk vardı içinde. Markete giderken parasını düşüren çocuğun geri dönüşte onu bulması gibi... Yanına gitti hemen Mehmet’in. Kırılan bir kalp görüyordu onun yüzünde.



    Seher:

    -Mehmet! Ne yapıyorsun burada? Okula niye gelmiyorsun?

    Mehmet:

    -Canım sıkıldığında gelirim ben buraya. Peki sen ne arıyorsun burada?

    Seher:

    -Birisi kalbini bende bırakmış küçük bir not kâğıdında. Ona emanetine iyi bakacağım demeye geldim.

    Mehmet:

    -Yani?

    Seher:

    -Evet diyorum Mehmet. Buraya gelirken hayır demekti amacım. Seni bulamadığım için merak etmiştim okulda. Senle karşılaşmak hoşuma gidiyormuş galiba. Seni her sabah aynı yerde görmek ister olmuşum farkında olmadan.

    Mehmet:

    -Bende ümitlerimi rafa alıp gelmiştim buraya. Yaşatamadığım hayallerimi bırakmaya gelmiştim burada. Ama geldin ve ben ilk kez mutluyum günler sonra.

    Seher:

    -Bu kararın doğru olduğunu göstersin zaman bize. Birini üzmekten daha cazip gelir mutluluk. Mutlu etmek için bir ömür uğraşır insan ama üzmek için bir dakika… sen beni mutlu ediyormuşsun.

    Mehmet:

    -İnsan sevdiklerini mutlu etmeyi becerdiği sürece mutludur bence. Tekil mutluluklar çoğul yalnızlıklar gizler ardında. Borç harç mutlulukla hayat sürmek değil benim isteğim. İstediğim ucu bucağı olmayan mutluluklardır benim. Bir tebessümünü yüreğine düşürüp uğruna akan gözyaşımla hatırlatandır…


    Seher:

    -Evet. İşte tam da budur mutluluk. Yüreğine tebessümü ile düşen dilerim gözyaşı ile değil mutluluk ile hatırlatacak kendini sana.







    Bu konuşulanlar üzerine Seher kararında yanılmadığını anladı bir kez daha. Sımsıkı sarıldılar sanki asırların özlemini taşıyorcasına. Hiç bırakmayacak gibi hayat içi, yarın ayrılacak gibi kavuşmak için sarılıyorlardı. Dışı içine dar geliyordu her ikisinin de. Temenniler aynı idi içlerinde ‘ Başıboş sevgi sokağında yüreklerine söyledikleri en güze söz olacaklardı.’ Ucu bucağı olmayan mutluluklara yol alacaklardı.

    Artık hayat iki kişilikti onlar için. Sevinçte, kederde, her şeyde birlikte olacaklardı bundan sonra. Canları sıkıldığında kapısını çalacakları adres belliydi artık.

    Hayat yeni yeni anlam kazanıyordu ikisi için de. Her sabah aynı yerde buluşup okula gidiyorlardı. Bir sabah Mehmet bir telefon edip gelmeyeceğini haber etmişti Seher’e. Ne olduğunu merak eden Seher’in endişelenmemesi için biraz halsizim demişti. Ses tonunun iyi gelmesiyle Seher de ikna olmuştu biraz.

    Sınıfa geldiğinde sırasının üstüne bir günaydın notu vardı Seher’in. Not bir ok işareti ile öndeki sırayı gösteriyordu. Bir öndeki sıraya geçen seher burada da bir not bulmuştu. Notta ‘Yalnız bıraktığım için özür dilerim. Sadece başka bir günaydın olsun istemiştim bu sabah. Eğer kabul edildiysem birinci pencerenin önüne bakmanı istiyorum ‘ yazıyordu. Pencereye giden Seher bir tane gül ile en sevdiği çikolatayı görmüştü orada. Buna bir de Mehmet’in günaydın sesi eklenince Seher’in hissettikleri anlatılmaz şeylerdi. Çok sevinmişti. Bir anlık mutluluklar bile onun deli gibi sevinmesi için yetiyordu.

    Sırada Seher için başka hazırlıklar vardı. Onu mutlu etmek öyle hoşuna gidiyordu ki Mehmet’in. Çok hoşuna giden şeyi yapmıştı da. Bunu nasıl sunacağını bilmiyordu. İlk kez sevdiği adına yazılmıştı bir şiir. İlk kez ona sunulmak için yazılmıştı. Çok istediği şirin ayıcığın içine yerleştirdiği ses kaydı ile sunacaktı ona bu şiiri. O şiiri dinlerken Mehmet de onun tebessümünden yüreğine düşenleri izleyecekti.


    Akşam onu hep gittikleri pastaneye çağırmıştı. Seher de her zamanki gibi hazırlanıp çıkmıştı. Pastanede bir masa ve iki sandalye vardı sadece. Sandalyenin birisi boş diğerinde ise kocaman bir ayıcık oturuyordu. Seher masaya yaklaşır yaklaşmaz o ses başlamıştı.




























    Sevginin anlamı için ne gerek var artık sözlüğe
    En güzel tanımını senle yapmışken içimde
    Ne mutluluk ne heyecanmış sevgi
    İçinde bulmakmış oysa her aradığında seni
    Seher olmuş aşkın adı, yakmış içine düşeni
    Evet, sende yaktın geçen günlerde beni
    Ve ne mutlu içine böyle ateş düşene
    İnciler süzülse de gözünden onun için her hece
    Yine de iyi ki içimdesin diyene…
    Onsuzluğun sonsuzluktan farkı yoksa hele bir de
    Rahat yok artık ne bedene ne de bu kalbe
    Umudun olur önce düşer yüreğine
    Merakın olur sonra yük yaparsın bedene
    Sonra arar olursun ellerinde elini
    Eksik gelir omzunda olmayan başı
    Her gecenden bir uyku eksilir sonra
    Erken üzülmek için dur daha
    Rahat et söyleyip de derdini ona





    Bende söyleyeyim derdimi sana ‘ SENİ SEVİYORUM SEHER ‘














    Seher ağlıyordu. Damla damla gözyaşı akıyordu zeytin gözlerinden. Kendini bu kadar değerli hissettirmemişti ona kimse. Hiçbir zaman adına şiir yazılan kişi olmamıştı daha önce. Oturup kaldığı sandalyeden kalkmadı dakikalarca. Hayatta en çok istediği iki şey aynı anda olmuştu. Mehmet’in yanına gelmesi ile ona sarılması bir olmuştu Seher’in. Defalarca teşekkür çıkmıştı ağzından. Mehmet bu düşüncesinde yanılmadığını anlayınca sevinmişti. Bu şiiri ömür boyu saklayacaktı Seher. Yüreğinin en güzel yerini bu hatıraya açacaktı.


    Bir gün hayallerinden bahsediyorlardı yine. Ortak bir yön daha bulmuşlardı birbirlerinde. Her ikisi de Amerika’ya gitmek istiyorlardı. Erasmus Programı gelmişti birden Mehmet’in aklına. Bundan hemen Seher’e bahsetmişti. Fikir Seher’in de hoşuna gitmişti. Hemen neler yapmaları gerektiğini öğrendiler.

    Kısa zamanda bu fikre çok bağlanmışlardı. Birlikte gitmek fikriydi onları buna bağlayan biraz da. Sınava gireceklerdi. Umutluydular kendilerinden. Hiç olmazsa denemiş olacağız diyorlardı. Hayatın ne getireceği belli olmazdı ne de olsa.

    Aylar sonraydı… Girdikleri sınav sonuçları açıklanmıştı. Mehmet heyecanlı heyecanlı geliyordu Seher’in yanına. Seher de bahçede bankta oturuyordu. Ne oldu diye sormadan Mehmet sınavının kabul edildiğini söyledi. Seher mutlu olmuştu. Kendisi kabul edilmese de Mehmet için mutluydu. Ama sol yanı buruktu işte… Öbür yarısı gidiyordu. Şimdi kiminle buluşup okula geçecekti sabah, kimden şiirler duyacak, kimden sürpriz bekleyecekti? Her şey yarım mı kalacaktı? Kurulan hayallerin boşa çıkması da başka bir şeydi şimdi.

    Mehmet bu durumu öğrendiğinde en az Seher kadar üzülmüştü. Gitmek istemedi başlarda. Kendine yediremedi sevdiğini arkasında bırakmayı. Onsuz bir dakika geçiremezken bir dönem nasıl geçecekti ki? Düşünceler kafasında dolaşıp duruyordu türlü türlü. Seher ile konuşmaya karar vermişti. O en iyi kararı verecekti, buna emindi Mehmet. Sabahın olmasını bekleyemedi Mehmet ve hemen telefona sarıldı. Seher’i aradı anlatmaya başladı derdini.

    Mehmet:

    -Ne olur bana yardım et! Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Seni geride bırakıp nasıl giderim ben? Birlikte kurduğumuz hayali tek başıma yaşamam bencillikten başka bir şey olmayacak.

    Seher:

    -Düşünme böyle. Hayalimiz ortaktı evet ama birimizin bunu yaşatması lazım değil mi? Bu sen olacaksın. Daha ne istiyorsun? Böyle fırsatı kaçırmanı asla istemem. Kaçırmayacaksın da zaten. Ne gerekiyorsa yapacaksın. Geride bırakmak değil hem bunun adı. Beklemektir bu. Hem beklemek de güzeldir beklenen özelse eğer…

    Mehmet:

    -Bunu içtenlikle söylediğine eminim ama bilmiyorum işte.
    Seher:

    -O zaman durma burada. Her şey çok güzel olacak emin ol.


    Gün Mehmet’i yolcu etme günüdür, gün hüzün günü… Hayatın insana neler getireceği belli olmaz demişti Seher. Bugün o dediğini anımsadı ve tebessüm etti kendi kendine. Ne çok şey biliyormuşum ben de diye düşündü. Havaalanı mahşer günü gibiydi. Herkes başka şey derdinde idi. Seher’in tek derdi ise Mehmet idi. Nasıl üzülmüyor gibi duracaktı? O bir yol düşünürken Mehmet de kara kara aynı şeyi düşünüyordu. Seher bir gitme dese gitmeyecekti sanki. Ama artık çok geçti ne kalan dur diyebilirdi gidene ne de giden kalabilirdi dur diyende. Bir duyuru ile uçağına doğru yol alacaktı ve gidecekti Mehmet. Seher için bu birkaç dakikalık şey bir asır gelecekti adeta.

    Beklenen duyuru gelmeden vedalaşmak istediler. Öyle sarılışları vardı ki görenin yüreğine dokunur cinsten. Sanki bir şey gidiyordu içlerinden, bir parça çekilip alınıyordu sanki… Ama önemli olan zamana bırakmak değil, zamanla bırakmamaktı. Onlar bunun farkındaydılar. Hasretten başka korkuları yoktu.

    Vedalar bir kez daha hissettirmişti bugün soğukluğunu. Mehmet’in giderken arkasını dönüp attığı son bakış Seher’i ne çok etkilemişti. Seher bakıyordu ardından akan gözyaşlarının farkına varmadan. Mehmet gitmişti o hala bakıyordu. Neydi beklediği? Görmek istediğini mi görmek istiyordu yoksa sevdiğini gördüğü son yeri kaybetmemek mi?

    Hasret zor işti. Kalanın yanında yeri dolmayacak bir boşluk bırakmak ise daha zordu ondan. Her gün e-mail ile sevgi dolu sözler yazıyorlardı birbirlerine. Sıkılmak, bıkmak nedir bilmiyorlardı. Zaman geçiyordu o ya da bu şekilde. Hayat yine güzeldi ayrılıklara rağmen. Bir zaman sonra Mehmet cevap vermemeye başlamıştı. Sebebini anlayamadığı bir soğukluk girmişti aralarına. Seher son kez şunu yazmıştı ona:


    ‘ Aramızdaki mesafeler büyüdükçe yüreğime senden bir parça ekliyorum. Daha da bağlanıyorum sana. Hasretim, özlemim oluyorsun. Dayanılmaz gibi gelen bu ayrılığı seni yanımda düşünerek atlatıyorum. Senin için açıyorum gözlerimi her sabah. Seni rüyamda görmek içim yumuyorum gözlerimi. Her şey sensin her şey…


    Bende kopsa da fırtına
    Sen gül ne olur, ağlama
    Umudum vuran dalgada
    Bir sabah sen yanımda ‘


    Özlemi cümlelerinden de anlaşılan Seher merak ediyordu artık Mehmet’i. Yapmazdı hiç böyle. Ne bir haber vardı ne bir şey. Telefonlar da kesilmişti. Günde dört kez çalan telefon şimdi çalmaz olmuştu. Aklına gelen kötü şeylerin başına gelmemesini istiyordu. Kötü şeyler hissediyordu.

    Ertesi gün gelen bir telefonla yıkılmıştı Seher. Mehmet’i bir trafik kazasında kaybetmişlerdi. Haberi alınca baygınlık geçiren Seher için de hayat durmuştu o dakika. Bir türlü kendine gelmeyen Seher için ne yapacağını bilemeyen arkadaşları onu hemen hastaneye götürme kararı almışlardı. Hastaneye gittiklerinde Seher hala kendinde değildi. Gelen haberin üstüne bir de Seher’in bu durumu onları iyice telaşa sokmuştu. Uyandığında yataktan kalmaya çalışıyordu. Sinirleri bozulmuştu. Düşünemiyor, anlamlandıramıyordu olanları. Uyanır uyanmaz son duyduğu şey yankılanıyordu kulaklarında. Bu ses kafayı yedirecekti ona. ‘Yalan’ diye bağırıyordu. ‘İnanmam’ diyordu. Bu acı neydi böyle? Daha isteyip de söyleyemediği o kadar çok şey vardı ki. Arkadaşlarına anlatıyordu derdini mırıldandığı şu sözlerle : ‘Biz bu aşkla göklere, duyulmamış düşlere, kirlenmemiş hayallere uçacaktık.’

    Ne diyecekti şimdi? O öldü demek kadar ağır bir söz daha var mıydı? Bir insan bir insanı öldürse can ancak bu kadar yanardı. Sevdiğinin tırnağına zarar gelse üzülen insanoğlu sevdiğinin can vermesine nasıl dayanacaktı? Kafayı yiyecekti, artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemiyordu. Neler umdu neler buldu hayattan?

    Hayattan beklediği hiçbir şey gerçek olmamıştı. Acaba nerdeydi hatası? Ya hayatı fazla basite almıştı ya da hayat onu ciddiye almıyordu. Yanlış rolü oynamıştı meğerse şimdiye kadar. Şimdi hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ne Seher eski Seher olacaktı ne de hayatı. Artık gülücük dağıtmak yoktu zorlayan hayata inat. Mutluluk veda etmişti onu bir hafta önce. Pollyanna yoktu artık. Mehmet ile birlikte o da ölmüştü. O da veda etmişti Seher’e tıpkı Seher’in kendine veda ettiği gibi…

    Okula uğramaz oldu şimdilerde. Birlikte gittikleri yerleri aşındırmıştı gide gele. Hatıralara sığınıyordu hep. Niye bu kadar geç bulmuştu onu? İçinde şimdi öyle bir sıkıntı vardı ki hiçbir şey tesir etmiyordu ona. Manası yok bu gafletin…

    Onun bu durumunu gören arkadaşları ailesine haber vermeyi düşündüler. Çünkü bu böyle yürümezdi. Bu sorunun üstesinden tek başına gelemezdi. Bir uzman yardımı şarttı. Bu da burada olacak iş değildi. Aile desteği şart olmuştu artık. Yoksa Seher’i de kaybedeceklerdi. Bir telefon üzerine babası gelmişti Seher’i almaya. Kızının bu bitmiş hali onu yıkmıştı. Nasıl anlamamışlardı kızlarının çöküşünü? Bunca zaman hiç belli etmemişti. Nasıl da eriyip gitmişti biricik kızı.

    Seher gitmek istemiyordu buradan. Uzak kalacaktı hatıralardan. Koparacaklardı onu buradan, hayallerinden. Ama kendi durumu da ortadaydı. Hazırlılarını yapıyordu babası ile birlikte. Biletleri alınmıştı. Umutlarla geldiği buradan hayal kırıklıkları ile ayrılıyordu şimdi o. Son sözleri şunlar olmuştu:


























    ‘ Varsın geride kalsın gözlerin. Ben giderim bu şehirden önce, sonra gölgem, izim ve hatıralarım. Geri dönülmez bir mevsimdeyim şimdi ben. Ve artık bu şehre sığamam bu acıyla. Oysa bitmek tükenmek bilmeyen umudumdun sen benim, değişmeyecek kaderimdin. Şimdi ise geride bıraktığım gözyaşımsın. Gidiyorum bugün yalınayak biraz da buruk. Gözyaşı gibiyim bugün ben ne yolum belli ne yönüm. Ben gidiyorum. Varsın aşkım da hayallerim de kurduğum yerde kalsın. Umudum burada değil bundan sonra, o artık vuran dalgada. Gözyaşlarıma gelince, onları hiç sorma. Onlar da benden sana birer hatıra… Olur da bir gün özlersen sende gittiğin bilinmeyenlerde, beni bu şehirde değil hatıramda ara…














    .

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 11:19 am