Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giresun Üniversitesi Türkçe Topluluğu

Türkiye'den erişim engeli nedeniyle yeni adresimiz: turkcetoplulugu.weebly.com

Nar Ağacı
Nazan Bekiroğlu
(%25 İndirimle)
Beyaz Türkler K.
Alev Alatlı
(%25 İndirimle)
turkcetoplulugu.weebly.com Topluluğumuzun yeni adresi
Kendini Açma
B. Çetinkaya

    GERÇEK BİR HAYAT ARANIYOR - Fatma BIYIKLI

    avatar
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 61
    Kayıt tarihi : 20/03/09

    GERÇEK BİR HAYAT ARANIYOR - Fatma BIYIKLI Empty GERÇEK BİR HAYAT ARANIYOR - Fatma BIYIKLI

    Mesaj  Admin Ptsi Ara. 20, 2010 3:03 pm

    Bu romanda 14 yaşındaki bir kızın ‘hayata yeni bir adım atmak’ diye adlandırdığı OKS’ye hazırlanırken öğrendiği acı gerçeklerle ayağının hayattan kayıp gitmesi anlatılıyor.

    Kız şimdi 20 yaşında ve hala hayata bir anlam vermeye çalışıyor. Bir yerden başlamak istiyor ama geçmişini de silip atamıyor.





    Güzel bir gün daha başlıyor hayatımdan. Sabahları çok severim. Güneş, ağaç, traktör sesleri bana ayrı bir güzel gelir. İnsanlar yeni bir umutla atılmışlar yeni güne. Sokaktan insan sesleri gelir. Güneş penceremin perdesinin arasından bana göz kırpmaya çalışıyor. Bu güzellikler içimi o kadar rahatlatıyor ki aldığım her nefes bütün hücrelerime doping yapıyor. Bu hava ile doyuyorum sanki.

    Birden annemin sesi geliyor mutfaktan:

    -Hadi Ayşegül kahvaltı hazır kızım.

    Ben zaten ‘sabahı güzel Silifke’ ile doymuştum. Bu söz burada kamyon arkası yazılar olarak kullanılır. Gerçekten de o zaman bir tek bana güzel görünmüyor bu cennet Silifke’m.

    Gözüm birden saate takıldı saat yedi buçuğu geçiyordu. Eyvah okula geç kalacaktım. Bir şimşek hızı ile yataktan fırladım. Elimi yüzümü yıkadım, üzerimi giyinip sofraya oturdum. Hızdan dolayı tasarruf ettiğim zamanı rahat rahat sofra başında geçirdim. Çünkü kahvaltıyı çok severim hiç aceleye getirmek istemem. Tam tadını çıkara çıkara yaparım her zaman. Annem de öyle bir özenle hazırlamış ki sofrayı. Canım annem…

    Babam da kahvaltı sevdamı bildiği için birde bendeki bu iştahı görünce:

    -Hadi sen rahat rahat yap kahvaltını ben şimdi bırakır gelirim seni okula.

    Babamın bu teklifi üzerine yolda geçirecek olduğum vakti de kahvaltı masasında harcadım. Sabahına doyduğum gibi kahvaltısına da doymuştum bu canım memleketimin. Artık daha fazla zamanım kalmadı. Hızlı bir şekilde ayakkabılığa yöneldim. Ayakkabılarımı en katından bu şişkin mide ile zorla eğilip aldım. O arada annem seslendi:

    -Kızım ben bugün teyzenlere gideceğim sen okuldan geldiğinde evde olmayacağım haberin olsun tatlım.

    Ben de ‘tamam’ der edası ile elimi kaldırdım. Babam beni çoktan arabada bekliyordu. Babama bir göz atıp gülümsedim. O da kornaya basarak karşılık verdi bana. Kuş gibi hafif hissediyordum kendimi. O kadar mutluyum ki ailemle bir gün bu büyü bozulursa diye çok korkuyorum. Ailemi çok seviyorum, memleketimi bir ayrı sabahını daha bir ayrı tabi.

    Büyük bir gürültü yaratarak merdivenlerden paldır küldür indim. Sanki evi yıkayacağım. O hızla arabaya atladım. Ve babama gülerek:

    -Gazla şoför bey.

    dedim. O da:

    -Tamam küçük hanım siz emredin yeter.

    Diyerek gülümsedi. Ve bu sözlerime karşılık babamda İsmail YK’ dan bas gaza şarkısını açtı. Bu şarkıyı hiç sevmeme rağmen babamın jesti karşısında kendimi gülmekten ve eğlenmekten alamadım. Hatta bazı zamanlar da şarkıya eşlik ettiğim bile oldu.

    Ne zaman geldik bilmem. Babamın freni ile inmem gerektiğini anladım. Yanağıma kocaman bir öpücük kondurduktan sonra:

    -İyi dersler güzel kızım.

    Dedi. Ben de ona öpücüklü bay bay yaptım en içten ve coşkulu bir şekilde.
    Okulun kapısında beni en yakın arkadaşım Sinem karşıladı. Zaten hangimiz önce gelirse diğerimizi bekler kapıda.

    Sinem bana uzun uzun bakıp önce ‘günaydın’ dedi sonra baştan ayağa inceden inceye bir süzüp;

    -Ne bu sendeki bu güzellik, bu sevinç, bu neşe

    Diyerek muzip bir gülümseme attı. Ben de ‘hiç’ demeye getirerek başımı sallamaya kalmadan zil çaldı. Her sabah büyük bir eziyet gibi gelen şu sıralara geçme işini de bitirdikten sonra teker teker sınıflarımıza geçtik. İşte yeni bir günün yeni bir dersine giriyoruz.

    Sinem benim en candan arkadaşım kardeş gibi o benim için. Okulda hep beraber dolaşırız evde birbirimize çok sık gider geliriz. Onunla sık sık çarşıya çıkar gezer tozarız. Birbirimizden hiçbir şey saklamayız. O benim her şeyimi bilir ben de aynı şekilde onun her şeyini. Arkadaşlığımız çoğu kişileri kıskandıracak seviyede. Bazen birbirimizi eleştirip hoşumuza gitmeyen yönleri açık açık söyleriz. Sonra bu eleştiriler doğrultusunda o eksik yönlerimizi telafi etmeye çalışırız. Hatta bazı zamanlarda kendimize itiraf edemediğimiz şeyleri karşıdan duymak daha da iyi geliyor. Böylece arkadaşlığımız hiç pürüzsüz devam ediyor ve hatta bu sayede daha da derinleşiyor.

    Konuşmalarımız o kadar samimi ve açık ki onunla konuşurken sanki kendimle konuşurmuş gibi hissediyorum. Acımı, öfkemi, sevincimi, kıskançlığımı… Her şeyimi ama her şeyimi söylerim ona.

    Sınıf arkadaşlarım beni hep şımarık, ukala, kendini beğenmiş bir kişi olarak görür. Gerçekten de öyle miyim bilmiyorum. Belki de bir evin bir çocuğu olmamdan kaynaklanan bir durumdur bu. Evet bir evin bir çocuğuyum. Bu dünyada benim için bir annem bir de babam var. Bir kardeşimin olmasını çok istedim ama olmadı. Benim de bir kardeşim olsun ona ablalık yapayım, ona bir şeyler öğreteyim çok istedim. Bir taraftan da anne ve babamın üzerime bu kadar çok düşmelerini biraz olsun hafifletmek için. Bu kadar çok ilgi ve alakadan bazı zamanlar sıkıldığım da oluyordu. Tek çocuk olunca bütün hayallerini benim üstümü kuruyorlar alabildiğine mükemmel olmam isteniliyor. Benim tek kardeşim Sinem.

    Bu yıl sınava gireceğiz. Sinem bu sınav için çok çalışıyor çokta zeki bir kız. Ama ben yıllar yılı sevmedim bu dersleri. Ama tabi ki de çalışmasam da sevmesem de bende herkes gibi bu sınavı kazanma ve iyi bir liseye gitmek istiyorum.

    Sinem bazen bize gelir, bazen beni evlerine götürür, zorla dersin başına oturtup bana da bir şeyler öğretmeye çalışır.

    Son ders matematikti öğretmen herkesi tahtaya çıkartıp problem çözdürüyordu. Evet lanet olsun ki sıra bendeydi. Şu matematiği ömrüm boyunca sevmedim ve sevmeyeceğim gidecek. Ayaklarım zorla beni tahtaya götürdü ve öğretmen soruyu tahtaya yazdırdı. Sinem bu konuyu bana defalarca anlatmasına karşın hiç bir şey anlamamıştım. Çünkü anlamak istemiyordum. Beynimi aklımı kapatıp tek bir bilginin bile girmesini engelliyordum. Artık kafamı öğrenmemeye odaklandırmıştım. Sevmiyorum işte nasıl sevebilirim ki!

    Sinem de gözlerimin içine içine bakıyor, yapabileceğime inanıyordu. Ama soru bana o kadar zor geliyordu ki hiç bir şey düşünemiyorum. Kafam büyük bir boşluk içinde kafamdan hiçbir bilgi çıkmıyor bu soru hakkında. Soruya bir öyle bakıyorum bir böyle bakıyorum ama yinede olmuyor. Yüzüm türlü renklere boyanıyor. Suratımda büyük bir sıcaklık ve yanma hissediyorum. Öğretmende bir müddet bekledikten sonra soruyu çözemeyeceğimi anlayınca hiddetli bir şekilde bir şeyler söylemeye başladı. Ama ne dedi hiç bilmiyorum ve hatırlamıyorum. Tahtadaki o mahçupluğum ile bütün algılarım kapanmış vaziyette idi adeta. Öğretmenin yüzü ve ses tonu değişe değişe bir şeyler söyledi. Bazen sesi alçaldı bazen yükseldi. El kol hareketleri yapa yapa bağırmaya devam etti.

    En son arka sıralardan Cemal’in kahkahası ile kendime geldim. Bütün duygularım yerini öfke ve sinire bıraktı. Öğretmenin ‘yerine otur’ komutu ile bin bir diz titremesi ile yerime geçip Cemal’e sinirli bir bakış attıktan sonra başımı önüme eğdim. Hemen arkasına teneffüs zili çaldı. Sinem hemen yanıma geldi. O gelince bir kat daha kızardım, bir kat daha utandım ve kendimi aşağılık bir varlık gibi hissettim. Sanki bana ‘seni o kadar çalıştırdım hiç mi bir şey anlamadın insan bu kadar mı beyinsiz olur aptal mısın sen’ diyeceğini düşündüm ve beklemeye başladım. Zaten ne dese haklı kız. Ama kızcağız hiç de öyle demedi. Canım arkadaşım sağ olsun beni teselli etmeye çalıştı. Böyle bir durumda bile bana yardım etmeye çalıştı. Öylesine güzel başlayan bir gün böyle kötü bitebilir miydi? Evet demek ki oluyormuş, öyle başladı ve böyle bitti işte. Kendimi çok aptal hissediyorum.

    Canım yürümek istedi. Sinem’e bu teklifi yaptığımda ‘bana uyar’ der gibi başını salladı sadece. Kitaplarımı çantaya koyup moralimin eksilerde gezdiği bir durumda kızarık yüzle ayaklarımı sürüyerek sınıftan en son biz çıktık. Sinem koluma girmek istedi candan bir tavırla. Belli ki o da yürüyecek halimin olmadığını anladı. Yavaş yavaş evin yolunu tuttuk.

    Söylenecek fazla bir şey yoktu aslında. ‘Lafı hangimiz açacak acaba’ diye bekledim. Kafamda hala o tahtadaki durumum vardı. O halim gözümün önünden hiç gitmiyor. Rezilliğin en alasını yaşadığımı biliyorum. Hoca da bütün sinirini benden çıkardı. Sanki sadece ben mi yapamadım başka yapamayanlarda vardı halbuki.

    Büyük bir sessizlikten sonra Sinem:

    -Hadi bize gidelim bir şeyler yaparız hmm ne yapalım ne yapalım hah tamam buldum senin sevdiğin kurabiyelerden yapalım oldu mu?

    Dedi neşeli bir sesle bendeki bu havayı dağıtmak için. Canım hiçbir şey istemiyor. Utancıma ve rezilliğime yeterince doydum zaten canım en sevdiğim kurabiyeyi bile istemiyor. Bir an düşündüm annem sabah ‘sen okuldan geldiğinde evde olmayacağım’ demişti. Şimdi evde yalnız daha da kötü olurum. İsteksizce ve kısık sesle ‘tamam’ dedim.

    Onun evi biraz daha ilerde bizim evden. ‘Sen git ben eve varayım üzerimi değiştirip çantamı koyup geleyim’ dedim.

    Bin bir çile gibi gelen, sabah sevinç içinde büyük bir gürültü ile indiğim merdivenlerden şimdi büyük bir ruh çöküntüsü içinde yavaş yavaş sanki merdivenlerin kırılıp incinmesinden korkar gibi çıktım. Elimi cebime attım yok, çantama baktım yok, bir daha cebime baktım yine yok nerde bu anahtar nerde ise çıksın artık beni uğraştırıp durmasın off. Kapının anahtar deliğinden bir baktım ayakkabılığın önünde bana beni delirtir gibi sırıtıyor anahtar. Sabah ayakkabılarımı alırken düşürmüş olmalıyım. İsyanlar içerisinde söylene söylene Sinemlerin evinin yolunu tuttum. Kapıyı çaldım annesi çıktı o da çarşıya gitmek üzereymiş. Yavaşça ‘iyi günler’ deyip yüzümün bu halini görüp bir şeyler sormasına fırsat vermeden, üzerini değiştirmek için odasına giden Sinem’i yakaladım. ‘ ne oldu da üzerini değiştirmedin’ der gibi yüzüme baktı. Onun sormasını beklemeden bir çırpıda anlattım olayı.

    -Hadi gel sana da bir şeyler vereyim de giy.

    Dedi. Bende ‘yani zahmet olmazsa’ der gibi bir bakış attım. Üzerimizi giyindik ikimizde birbirimize bakıp ‘ikimizde Sinem olduk’ dedi. Bir kahkaha koptu o an. Bir an için bendeki kasvetli hava dağıldı. Tekrar aklıma o olay gelince eski halime döner gibi oldum. Sinem hemen atıldı:

    -Aaa tamam artık kızım gül biraz boş ver artık.

    Diyerek beni hayata döndürmeye çalışıyor bende bir değişme olmadığını görünce elleri ile yanağımın iki yanından da çekerek gülümsememi istedi.

    -Evet canım şimdi oldu böyle ol tamam mı bak sakın eski moduna döneyim deme. Eee şimdi aşçılık işine başlayabiliriz. Ama önce bir yorgunluk kahvesi içsek iyi olur değil mi? Kendimize geliriz biraz.

    Diyerek kendi mutfağa geçip beni de salona yönlendirdi. Sinem kahveyi çok güzel yapıyor. Kahvelerimizi alıp salona geçtik daha ilk yudumu alır almaz kapı açıldı. Gelen Sinem’in abisiydi. Sinemler üç kardeşler; bir abisi bir de kardeşi var. Çok özeniyorum bunların bu kalabalık ailesine. Bizim ev gibi sessiz sakin değil cıvıl cıvıl bir aile ortamları var. Sinem evin büyük kızı konumunda. Ailesi ona tam bir yetişkin gibi davranıyorlar. Ona bir şeyler güvenirler o şeyi yapabileceğine de inanırlar. Bense ailenin küçük kedisi.

    Semih’i sadece Sinem’in abisi olarak biliyorum. Evlerimizin çokta uzak olmamasına rağmen pek konuşmuşluğumuz da yoktur. Beni görünce hafif bir gülümseme ile:

    -Hoş geldin.

    dedi. Bende ince bir ses tonu ile:

    -Hoş bulduk teşekkür ederim.

    diyerek başımı salladım. Hiç beklemediğim bir anda:

    -Çok güzel olmuşsun.

    diye bir ses geldi ondan kıyafetlerin Sinem’in olduğunu anlayarak. Bu sözlerle ruhumun hafif bir şekilde okşanıldığını hissettim. Yüzümde utangaç bir ifadeyle gülümsedim sadece, onun bu inceliğine karşılık. İzninizle deyip kapıdaki konuşmaya son verip odasına geçti. İçerden paldır küldür sesler gelmeye başladı biraz sakardı galiba bir şeyler düşürüyordu durmadan. Neyse ki uzun bir süreden sonra odadan çıkabildi. Yanımıza gelip oturdu. Sinem abisini inceden inceye süzdükten sonra:

    -Ne o abi bir yere mi çıkacaksın?

    Diye sormadan edemedi. Abisi de bu sorunun üzerine hafif bozularak;

    -Yok hayır canım buradayım hiçbir yere gitmiyorum.

    Diyerek karşılık vermeye çalıştı. Abisinin bu soru üzerine utandığı çok belliydi. Çünkü her zamankinden farklı olduğunu anlamıştı kardeşi üstelik başka bir kızın yanında söylüyordu bunu.

    Evet anlaşılmayacak gibi değildi. Sinem hala abisinin bu haline anlam veremeyip sormaya devam etti:

    -Birini mi bekliyorsun misafirimiz mi gelecek yoksa?

    Diye ısrar edince Semih bu sefer sessiz kalıp cevap vermedi.

    -Sen bana da bir kahve yapsana.

    Deyip Sinem’i mutfağa gönderdi. Gözlerimiz bir an çakıştı, ben hemen önüme eğilip kahvemi yudumlamaya çalıştım. O da tatlı bir gülümseme ile hala bana bakmaya devam ediyor. İçim bir tuhaf oldu kendimi daha önce hiç böyle hissetmemiştim. İçim kıpır kıpır oldu elim ayağım titredi koltuğun üzerinde kaskatı kesildim. Bazı şeyleri kendime itiraf etmekten korkuyorum. Ben büyüdüm mü acaba ilk defa bir erkek bana böyle davranıyor, bir genç kız gibi görüyordu. Ama annem babam beni hala ‘küçük kedim’ diye sever beni dizlerine yatırıp başımı okşarlardı. Babam hala bana çocukluğumdaki gibi akşamları mutlaka küçük hediyeler getirir. Her akşam babamın elindeki poşette ‘bana ne getirecek acaba’ diye beklerim. Belli ki onların küçük kızıydım ama acaba başkasının büyük aşkı mıydım? Ayy ben de anın da yazdım ne aşkı ya. Hiç mi selam verip konuşmayacaktı ben de hemen başka yöne çekerim olayı ya. Ama nedense kendimi hala böyle düşünmekten alamıyorum. Bilmiyorum ya ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı, ne anlayacağımı.

    Biz, Sinem kahveyi yapıp getirinceye kadar hiç konuşmadık. O bana baktı ben de önüme… Sinem kahve fincanı ile içeri geldi. Sanki görücüye çıkmış genç kızlara benziyordu. Abisine kahveyi uzattıktan sonra oturacaktı ki ben hemen atıldım:

    -Hadi kurabiyeleri yapmaya başlayalım.

    Abisi:

    -Aaa kurabiye mi yapacaksınız ooo ziyafet var o zaman bugün.

    Diyerek bir kurabiyeyi bu kadar ziyafet aşamasına getirecek kadar abarttı. Sinem şaşkın bir yüz ifadesi ile:

    -Dur kızım az oturalım, daha çok kurabiyeler yaparız ne acele ediyorsun. Bak aklıma bir şey geldi sen bu gece bizde kalsana sabaha kadar oturur, konuşur, kurabiye yaparız felekten bir gün çalarız.

    Dedi. Ben bu teklifi hiç beklemiyordum. Bir an gözüm Semih’e gitti onda da ayrı bir istek vardı kalmam konusunda. Hemen kendime gelip:

    -Bilmem ki.

    diyebildim sadece. Sinem:

    -Ben hemen anneni arıyorum.

    Diyerek telefona koştu. Hiç bir şey diyemedim, düşünemedim. Bir yanım kalmak istedi bir yanım ‘kötü mü olur acaba’ dedi. Hemen öbür yanımı bastırıp tercihimi kalmaktan yana kullandım. Bu tercihten Semih’in de memnun kaldığı her halinden belliydi.

    Kahveleri bitirip, kurabiyeleri yapmaya geçmeden önce akşam yemeği yapalım diye düşündük. Önce hep beraber bir akşam yemeği menüsü oluşturduk. Sinem abisinin, bu hareketlerine bir anlam veremiyordu hala. Abisi de kendisini bizim sohbetin içine atıyor, bizim yemek maceramıza dalıyordu. Hep beraber mutfağa geçtik.

    -Salatalar benden.

    diyerek; hemen mutfağa koştu Semih. Pilav bana yemek de Sineme kaldı. Hepimiz büyük bir iştah ve sevinç içinde işe koyulduk. Hepimiz yemeğimizi büyük bir özenle yapıyoruz. Tam işe dalmıştım ki; Semih benden domates poşetini uzatmamı istedi… Ben o hız ve heyecanla domates poşetini Semihin koluna çarptım, mahcupluk ve utanç içerisinde:

    -Özür dilerim affedersin, acıdı mı?

    Diyerek kolunu tutup bakacaktım ki; elimi tutuverdi.

    -Bir şey olmadı canım önemli değil.

    Deyip, o gülümsemesinden birini daha yaptı. Bana ‘canım’ dedi. Bu samimiyet neydi böyle? Zaten elimi tutmasıyla heyecanım bir kat daha arttı. O an tek yapabildiğim anlamsız anlamsız gülümsemekti. Büyük bir duygu kalabalığıyla pilavıma geri döndüm. Kısa bir süre sonra da marulları istedi. Bu sefer daha dikkatli bir şekilde:

    -Buyur kazazede.

    Diyerek marulları yavaşça uzattım. Büyük bir kahkaha ile gülüştük o an. Yemek maceramız keyifli bir şekilde devam etti. Büyük bir özenle pişirdik her şeyi. Biraz sonrasın da annesi de büyük bir yorgunlukla çarşıdan geldi. Bu güzel yemekleri görünce çok şaşırdı, sevindi ve:

    -Teşekkür ederim küçük aşçılar, bende bu yorgunlukla nasıl yemek yapacağım diye kara kara düşünüyordum.

    diyerek bizleri şımarttı. Annesi odasına geçip hazırlanırken küçük aşçıları da masayı donattı ve kapı tekrar açıldı. Bu sefer gelen babası idi. Bizi masa hazırlarken gören babası büyük bir ‘ooo’ diyerek karşıladı. Biz masayı hazırlarken, onlarda ellerini yıkayıp sofraya geldi, hep beraber güzel bir akşam yemeği yedik.
    Annesi ile babası, Sinem ile kardeşi, benimle de Semih karşı karşıya oturduk yemek masasında. Sanki hiç kimse yok da baş başa bir akşam yemeği yiyor gibiydik semihle. Ben bu duygular içinde gelip giderken, Semih benden tuzluğu uzatmamı istedi ve yine bir kahkaha ile verdim tuzluğu. Artık aramızda bir espri haline gelmişti bu.

    Yemekler yenildi, bulaşıklar yıkandı, sıra kurabiyeleri yapmaya geldi. Kurabiyeleri Sinemle ikimiz yaptık, öbür aile fertleri ise salonda televizyon izledi. Sinemle mutfakta rahat rahat dedikodular yaptık. Lafı abisine getirmesi beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Bana muzip bir gülümsemeyle bakarak veya benim öyle hissetmemle:


    -Şu ağabeyim de bizi hiç yalnız bırakmıyor, ne bunun derdi bilmem çok garip, aslında benim bulunduğum ortamda hiç bulunmak istemezdi çünkü; pek anlaşamayız ağabeyimle.

    Dedi. Bense:

    -Sorun değil varsın otursun bizimle, ne olacak sanki bir zararı mı var?

    Diyerek saçma sapan, anlamlı anlamsız bir şeyler gevelemeye çalıştım. Kurabiyeleri fırına verirken bir de yanında sıcak çay yaptık. Kurabiyelerin pişmesini beklerken, bizde Sinem ile mutfakta koyu bir sohbet kurduk. Çay da kurabiye de hazır olunca güzel bir servis yapıp salona gittiğimizde kimse kalamamış herkes yatmıştı, ama biri hariç!

    Bütün gece hep konuşup gülüştük, gece yarısına doğru havalar soğumaya başlayınca Sinem içeriden battaniyeleri alıp geldi. Hep beraber oturup yaptığımız sakarlıkları konuşup eğlendik. Bu gece sayesinde Semih hakkında bir sürü şeyler öğrenmiş oldum, aslında Semih de Sinem’in anlattığı kadar sıkıcı biri değil, tam tersi oldukça eğlenceli ve hoş birisi imiş.

    Derken biran gözlerimi araladım ki, hepimiz koltuklarda uyuya kalmışız ve Semih’i baş ucumda üzerimi örterken görüyorum. Benim şaşkın bakışlarım karşısında yine tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdi bana. Bu davranışı ne amaçlı idi? Bir ağabey olarak mı, misafirim diye mi yoksa … Hiç bir şey bilmiyorum, kafam karmakarışık belki de bu olayları böyle anlamam benim bir yanılmamdı. Yine böyle düşüncelere dalarak, battaniyenin altında hiç gözümü kırpmadan sabahı ettim. Bütün bu bilinmezlikler içinde o sabah Sinemlerden nasıl çıktım bilmiyorum. Kıyafetlerimi ve çantamı toplayıp doğruca eve geçtim.
    Çabuk çabuk hazırlanıp hiç aynaya bile bakamdan kendimi yola attım. Saçımı başımı yolda gide gide düzeltirim dedim.

    Üstümü başımı düzeltirken; birden arkadan bir sesin geldiğini duydum. Biri bana sesleniyordu. Arkamı dönüp bakmaya kalmadan burun buruna geldik.

    -Kravatın…

    diyerek bana uzattı, tabi ki de bu Semih idi. Kravatımı sabah acele ile çıkarken Sinemlerde düşürmüşüm, evde de aynaya bakmadığım için yokluğunu fark edemedim. Bana uzattığı kravatı aldım ve taktım. Öyle bir güzel koku vardı ki bütün benliğimi etkisi altına almıştı, belli ki kendi parfümünü sıkmış kravatına. Biran ki sesizlikten sonra kısık ve utangaç, biraz da masum bir sesle:

    -Arkadaşın var mı ?

    Deyince o an afalladım, ayağımı burktum ve düşeyazdım. Semih beni hemen tuttu, ve bir süre onun kollarında kalakaldım. Çünkü bütün vücudum ve beynim adeta sarhoş olmuştu bu soruyla. Bu nasıl bir soruydu ki? Yüzüm her zaman ki gibi kıpkırmızı kesildi. O sorunun cevabı da öylece gümbürtüye gitti. Bu da benim işime geldi tabi ki. Tekrar sormasından korktuğum için adımlarımı hızlandırdım. Ben hızlandırdıkça yol uzadı sanki. Soğuk terler döktüm. Sonunda yol ayrımına varıp:

    -İyi günler.

    deyip son sürat okula attım kendimi. Her zaman sıkıcı gelen bu okul, bu durum karşısında bana bir kurtarıcı gibi geldi. Kapı da yine beni Sinem karşılıyor, bana her an bir şey diyeceğini zannediyordum. Olanları bilse ne derdi acaba? Hiç hayal bile edemiyorum.

    O günün nasıl geçtiğini anlayamadım, bütün gün boyunca, olanları Sinem’e anlatsam mı, anlatmasam mı diye düşündüm durdum.

    Akşam yine dalgın bir şekilde olanlara anlam vermeye çalışırken, telefonumun sesiyle kendime geldim. Bilmediğim bir numaradan bir mesaj:

    -İyi akşamlar ben Semih.

    Defalarca okudum, ne yapacağım şimdi ben, cevap yazsam mı yoksa yazmasam daha mı iyi olacaktı, ya da yazayım ama ‘ben Ayşegül değilim’ ayaklarına mı yatsam.

    Kalbimin sesini dinledim ve bu cevabı yazdım:

    -İyi akşamlar.

    Mesajın gitmesi ile cevabın gelmesi uzun sürmedi.

    -Yarın akşam canlı müzik dinlemeye gider misin?

    Bu nasıl bir soru pat diye? Ben şimdi ne yapacağım, bu ne hız böyle? Ne cevap vereceğim, evet mi yoksa hayır mı? Tabi ki yine hayır diyemiyorum, bir şeyler beni yönlendiriyor sanki. Her şeyi akşına bıraktım, artık aklımla değil, duygularımla hareket ediyordum.

    Eee şimdi mesajı nasıl yazacağım? Evet mi, tamam mı, olur mu… heyecanım o kadar fazla ki elim telefonu dahi tutmuyor, tek kelime yazabilmek için bile dakikalarca uğraşıyorum. Ne yazdım bilmem. Saatini ve yerini yazıp hiç beklemeden cevabı gönderdi.

    Eee Ayşegül ne yapacaksın şimdi, ne giyeceksin, nasıl süsleneceksin. Aaa en önemlisi nasıl izin alacaksın, yoksa yalan mı söyleyeceksin? Evet en sevmediğim şeydir yalan söylemek ama ne diyebileceğim ki başka? Her şeyi de apaçık da söyleyecek halin yok ya kızım! Eee bulacağız artık bir yalan ister istemez. İçim kıpır kıpırdı, kalbim kanatlanıp uçmuş konacak yer arıyordu sanki. Zaten konmasına da az kaldı.

    Artık Sinem’le aramıza biraz soğukluğun girdi bariz belli idi, yani ben öyle hissediyor ve öyle davranıyordum. Artık ona her şeyimi anlatamıyorum.

    Okul o gün nasıl geçti anlamadım, daha nasıl geçmedi. Sabahtan akşama kadar hep o buluşmayı düşündüm. Okul çıkışı eve hızlı adımlarla gittim, hemen ne giyeceğimi saçımı nasıl yapacağımı karar verdim. O kadar düşünmemin ardından, bir kot bir de mevsimlik şık bir tişört giymekte karar kıldım. Saçlarımı bıraktım, saçlarım belime kadar uzanıyor, bir parfüm ve sade bir makyajla da tam bir genç kız olmuştum.

    Anneme odamdan seslenerek:

    -Sinemlere gidiyorum.

    dedim. Ve annemin benim bu halimi görmesine izin vermeden evden çıktım. Hava kararmıştı, az da korkuyordum karanlıktan, ürkek bir şekilde bahçe kapısından çıkıp kendimi sokağa atar atmaz, birisinin bana doğru yaklaştığını gördüm. Korkum biraz daha arttı, sokak lambasının altına geldiğinde onun Semih olduğunun farkına vardım. Ne kadar da şıktı bu böyle. Bu sefer korku yerini kat kat heyecana bıraktı. Ellerim buz gibiydi ama yine de terliyordu. Yüzümde donuk bir ifadeyle gülümsemeye çalıştım. O da elini uzatıp;

    -Merhaba iyi akşamlar

    Diyerek elimi sıktı hafiften. Beraber yavaş yavaş yürümeye başladık, uzun bir süre sessiz kaldık, konuşacak bir şey bulamıyoruz çünkü. O da böyle durmaktan sıkılmış olacak ki, havadan sudan sohbet etmeye çalıştı. Ben ise ‘evet, hayır, haklısın…’ gibi manasız ve alakasız birkaç kelime söyleyebildim.

    Biraz yürüdükten sonra, artık parka geldik. Yüzüme bakarak;

    -Daha iki saat var müzik olayına, gel biraz şöyle yürüyelim.

    Ben biran afalladım iki saat uzun bir süreydi, birazda müzikle geçecekti, oldu mu sana en az üç saat. Zaten çok utanıp sıkılıyorum, nasıl geçecek o kadar saat diye düşünürken,
    omzumda bir elin varlığının beni sardığını hissettim.

    -Üşüdün herhalde.

    dedi. Hiç farkında olmadan kollarımı ovuşturmuşum sanırım. Heyecandan ve manzaranın güzelliğinden üşüdüğümü bile fark edememişim. Manzara o kadar güzel ki beni adeta büyülemişti. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıldı, küçük gösterişli havuz ayrı bir hava veriyordu ortama. Ve yan taraftan akan küçük dere doğal bir esinti ve serinlik katıyordu. Her şey mükemmel, böyle bir güzellikleri daha önce hiçbir arada görmemiştim sanırım. Evimizin buraya çok uzak olmamasına rağmen, hiç böyle bir ortamda bulunmamıştım.

    Sakin, sessiz bir yere geldiğimizde ceketini çıkarıp çimenlere serdi ve üzerine uzanıp yıldızları seyretmeye daldık. Sanki bir rüyada idim. Bana yine o korktuğum soruyu sordu? Bende artık bu sorudan bir kaçışın olmadığını anlayarak:

    -Daha önce çıktığım biri olmadı.

    dedim. Yani benim ilkti. Ama onun ki biraz kabarık idi. O anlattı ben dinledim, bu kadar çok kişi ile çıkması beni birazda tedirgin etmedi de değil. Acaba ilişkileri neden kısa süreli olmuştu hep? Bende bu listeye eklenmekten korkuyorum. Tabi ki bu düşünceleri kendi kafamda kuruyordum.

    Arkadan yavaştan müzik sesleri gelmeye başladı. Bu müzik adeta bu muhteşem manzaranın dili olmuştu. İşte ben o an biraz daha büyülendim. Artık Semih’e daha da yakındım ve ona güven duymaya başladım, kurduğum düşünceler yavaş yavaş aklımı terk ediyor. Uzun uzun konuşmaya devam ettik her şeyi. Semih benden dört yaş büyük ve üniversite sınavına hazırlanıyordu.

    Birden havai fişekler patlamaya başladı, Semih beni cennete getirmişti sanki. Her şey harika ötesiydi. Bir ara gözüm saate gitti, saati görünce şoka girdim, saat on ikiye geliyordu! Çok geç kaldım! Apar topar toplanıp çıktım oradan bu aceleliğimi Semih de anlayışla karşıladı, hızlı adımlarla eve doğru yürüdük. Eve yaklaşmıştık artık ayrılmamız gerekiyordu, maazallah biri görür, Sinem, annemler öğrenir, kötü olur.

    Semih’e dönerek (ellerimiz zaten tutuşuk) her şey için teşekkür edip yanağına masum bir buse kondurdum ve o an hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. Sonradan bu davranışımdan çok utandım ama yine de pişman değildim. Evin kapısına varıp arkamı döndüğümde, hala bıraktığım yerde beni izliyor. Yine hiç hızımı kaybetmeden içeriye girdim ve kimseyi uyandırmadan sessizce odama geçtim. Öylece yatağımın üzerine uzandım. Yüzümde masum bir gülümsemeyle olanlara bir anlam vermeye çalıştım taa ki sabah ezanıyla irkildim. Evet hiç uyumadım; ama hala aynı başladığım yerdeyim yani bir anlam vermeye çalışıyorum. Sonuçta belliydi sorgusuz sualsiz sevgiliydik artık biz… Gece uzandığım yerden sabah öylece uykusuz olarak kalktım. Bu sabah her şey farklıydı artık o eski sabahların güzelliğini tadamıyorum yani fark edemiyorum, o güzellikleri düşünüp hissetmekten daha önemli meşgul olabileceğim bir şeyim var.

    Yola çıktım okula gitmek için acaba arkamdan yine Semih gelir mi ‘Ayşegül’ diye çağırır mı? Diye hayal kurarak yürürken evet evet duydum ‘Ayşegül’ dedi. ‘Ah Semih beni mi takip ediyorsun ya’ diye iç geçirdim. Hemen yüzüm kızardı elim ayağım titredi heyecandan ölmek üzereyim. Arkamı döndüm ve baktım ki beni çağıran Sinem’di.

    -Sen miydin?

    deyivermişim bu lafıma hem ben bozuldum hem de Sinem bozuldu. Ne kadar salağım seslerini ayırt edemeyecek kadar hem de. Seslerini ayırt etme gibi bir düşünce oluşturmadım kafamda zaten. Bu seslenişi hayal edince direk ‘o’ dedim. Ben kendimce bu kavgaları ederken Sinem bana yetişti. İmalı imalı bakışlarla beni baştan ayağa ince ince süzerek:

    - Ne oluyor sana böyle Ayşegül. Beni neden sabahları beklemez oldun, ayrıca bu güzellik ne böyle düğüne mi gidiyorsun kızım? Yoksa söyle bakalım hayatında biri mi var? Hadi bana anlat kim bu şanslı delikanlı?

    Diyerek muzip muzip sırıttı, tabii ben pancar gibi oldum. Korktum acaba bir şeylerden mi şüphelendi Semih olduğunu öğrenirse ne yapar. Belki de bir şey demez sus kızım ya Poliyanna gibi düşünme. Yaptığım şey Sinem’i nasıl üzer? Yine de her şeyi göze alıp anlatsam mı? Biz birbirimizden hiçbir şeyi saklamayız ama.

    Ben bu düşüncelerle boğuşurken koluma girip:

    -Tamam tamam hemen utanma canım bir şey olsa bana anlatırdın zaten değil mi? Hadi gidelim gel.

    Anlatır mıydım anlatırdım evet ama niye anlatmıyorum veya niye anlatamıyorum. Biraz da Sinem’in beni dürtmesiyle sıçrıyorum ‘yardım edersin değil mi?’ diyor.

    -Ne ne, ne yardımı pardon bir şey düşünüyordum canım affedersin.

    Diyerek durumu kurtarmaya çalıştım.

    -Anladım anladım kızım sen acayip aşık olmuşsun.

    Diyerek takıldı yine. Alnımda mı yazıyor ya bu kız hemen hemen öyle diyor.

    -Yarın akşam abime sürpriz doğum günü partisi yapacağız. Yarın okul çıkışı bize gelip yardım eder misin hazırlıklara?

    O an donup kaldım. Kendimde ‘evet’diyecek cesareti bulamadım bir an.bu kadar özel bir günde onunla olmak ona yakın olmak…Ne yapacağım ben ya o kadar kalabalıkta annesi de babası da olur herhalde.

    Bu soruya cevap olarak sadece başımı sallayabildim. Eee hediye olarak ne alacağım?

    -Bugün okul çıkışı alışverişe gidelim o zaman.

    Dedim. O da :

    -Tamam tamam zaten hediye ve parti için alışveriş yapmam lazım benim de.

    Dedi.
    Bugün okul nasıl geçti neler işledik neler yaptık inan ki bilmiyorum. Aklım hep ‘ ne giyeceğim, ne yapacağım, ne hediye alacağım ve en önemlisi partide nasıl davranacağım’ da.

    Çıkışta hemen gittik parti için birkaç süs bir de o bizim meşhur kurabiye için malzeme aldıktan sonra pastaneye pasta siparişi verdik. Bu arada onun çilekli pastadan hoşlandığını da öğrendim ve işte son nokta olarak hediye ve kıyafet işi kaldı. Sinem ile birlikte şık bir tşört aldık benim hediye olarak. Birde o arada küçük kalpli şık bir anahtarlık alıp Sinem’in haberi olmadan hediyelerin yanına koydum. Bu benim ona özel olarak vereceğim bir hediye olacak. Semih ‘in motorsikleti var onun için aldım bu anahtarlığı. Bu onun ilk motorsikleti ve o bunu kendi parası ile almış. Şimdi nasıl bir elbise alacağımıza geldi. Sonunda lila renginde boyu dizimde, sıfır kollu şık bir elbise aldım kendime. Acaba beni bu elbise beni beğenir mi? Bu elbisenin içinde güzel olur muyum ?

    Eve daha geç kalmadan ayrıldık mağazadan. Sinem:

    -Amma da pahalı ve şık bir elbise aldın Ayşegül. Kızım parti yapıyoruz evde başka bir şey değil yani baloya falan gitmiyoruz. Ne bu özen böyle süs püs. Dedim ya kızım var bir şey sende. Ama sanma seni boş bırakacağım. Bu günlerde parti falan yoğunum ama işim biter bitmez seni çözeceğim bunu bil haa.

    Diyerek beni iyiden iyiye de korkutuyor. Yine bir şey demiyorum. Adımlarımızı daha da hızlandırarak evlerimize varıyoruz. Acaba parti nasıl olacak.

    Eve varır varmaz ilk işim elbiseyi denemek oluyor. O kadar çok yakıştı ki. Prensesler gibi oldum. Sanki üç beş yaş büyüyüp tam bir genç kız oldum. Odanın bir o köşesine bir bu köşesine yürüdüm. Kendi kendime dans ettim. Derken oda da kaç saat geçirdim bilmem. Annemin sesi ile irkilerek uyandım daldığım hayal dünyasından. Annemin mis gibi yemeklerinin kokusunu o zaman algılayabildim. Odayı hızlıca toplayıp yemek için salona çıktım. Her şey nefisti birde babamın teklifi yemeği daha da renklendirdi.

    -Bu hafta sonu köye gidelim mi?

    dedi. Hemen atıldım ben uzun zamandır görmüyordum köyü. Bütün akrabalarım köyde. Köy hayatı çok eğlenceli geçer her zaman.

    Yarın akşamı iple çekiyorum. Yemeği yedik, sofra kaldırmada anneme yardım ettim. Annem de şaşırdı bu halime. Çünkü ben pek ev işi yapmasını sevmem. Odamı toplamak bile zor gelir bana. Zaten çoğu zaman annem toplar odamı. Bulaşıkları yıkamaya da yardım edince annem daha fazla dayanamayıp sordu:

    -Neyin var Ayşegül iyi misin kızım farkında mısın ev işlerinde bana yardım ediyorsun. Bu büyük bir olay senin için. Bunun altında bir iş mi var yoksa?

    Kadıncağız haklı ilk defa beni böyle görüyor. Belki heyecandan, belki sevinçten, belki de parti zamanının sabırsızlığından zamanın çabuk geçmesi için yardım ediyordum.

    Bulaşık işinden sonra televizyon karşısına geçip akşam çaylarımızı da alıp sohbet ediyoruz. Ben evin küçük kedisiyim. Bir annemin kucağına bir babamın kucağına yatıyorum. Onlarda beni küçük bir çocuk gibi sevip şımartırlar.

    Gece geç saate kadar oturdum onlarla, sonra odama geçip hemen uyumak istedim, ama yok ne uyku ne bir şey. Aklımda bu düşünceleri atıp bir uykuya odaklansam tamam uyuyacağım da yok yapamıyorum. Sabaha kadar öte dön beri dön zor ettim sabahı.

    Okulda akşama kadar partinin mükemmel olması için planlar yapıp durduk. Yaptığımız planları defalarca tekrarlayıp eksiksiz olmasını istedik. İşte heyecan dolu dakikalar başladı. Okul dönüşü hemen hazırlanıp kıyafetlerimi de alıp doğru Sinemlere ya da Semihlere geçtim. Hemen ortamı hazırladık. Pastalar, börekler, tatlılar, kurabiyeler...

    Her şey hazır. Salondaki koltukları kanepeleri kenara çektik, ortayı yeterince genişletip masaları ve servisleri koyduk, mavi renkteki kanepelere uygun mavi bir masa örtüsü serdik. Ortam göze muhteşem görünüyor. Birazda renkli ışıklandırmalar takarak daha da harika bir görüntü oluşturduk. Annesi ile babası da dayılarına gittiler. Birkaç arkadaşı daha geldi, ev yeterince kalabalık, simdi sıra Semih’i beklemekte. Bu bekleyişi kocasının iş dönüşünü bekleyen bir kadına benzettim. Tabi ben de iyice süslendim. Elbisemi giydim, saçlarımı bıraktım, bir de hafif makyaj süper oldum süper ya. Heyecan içinde onu beklemeye devam ettim. Semih’te fazla bekletmedi, kapı çalındı. Ben koştum kapıya (nerden bulduysam bu yetkiyi) tabi ışıklar kapalı sadece pasta mumları görülebiliyor. Ben o ortamı fırsat bilip Semih’in boynuna sarılıp kulağına kısık ve ince bir sesle ‘iyi ki doğdun’ dedim. Işıkların açılması korkusu ile kendimi toparlayıp uzaklaştım yanından.

    Işıklar açıldı, Semih’in şaşkınlığı her halinden belli; benim boynuna atlamama mı, odanın durumuna mı, görmediği bazı arkadaşlarının da orda olmasına mı şaşırsın? Mumların eriyip bitmesine izin vermeden pasta meselesine geçtik. Semih önce bir dilek tuttu, acaba ne tuttu. Derin bir nefes alarak kuvvetli bir şekilde bütün mumları tek seferde söndürdü. Pastayı keserek ilk dilimi bana uzattı. Benim son derece korkmamın yanında o da o derece rahattı birilerinin bir şey anlaması konusunda. Ben bu korkularla pastayı yiyemedim. Boğazımda düğümlenip kaldı.

    Herkes hediyelerini vermeye başladı. Ben de bir abi kardeş gibi hediyemi verip elini sıktım. O ara kalabalık içinde usulca elimi Semih’in cebine atıp ayrıyeten hediye olarak aldığım anahtarlığı bıraktım. Bana dönüp hafif ve sıcak bir gülücük attı.

    İlk olarak dans müziği konuldu. Ben ilk dansı Sinem ile yapar diye düşünürken ilk sıraya beni aldı. Yanıma gelip elimden tutup beni kaldırdı. O şaşkınlıkla elim ayağım titreyerek kalktım yerimden. Yoğun duygular içindeyim. Sinem anlayacak diye çok korkuyorum, zaten kız şüpheleniyor. İlk defa herkesin içinde bu kadar samimi oluyoruz. Partide neler yaşandı bilmiyorum. İnsanlar eğlenebildi mi, memnun kaldılar mı? Hiç çevreyi inceleyemedim. Ben yine sadece ikimize odaklandım ve hala o dansta kaldı aklım. Öyle uzun bir süre birbirimize bakışıp, gülüşüp durduk. Aynı Yeşilçam aşıkları gibi. İçten içe de komiğime gitti bu durum.

    Sinem ile ben ev sahibi durumundaydık. Servislerle ilgileniyoruz misafirlere hal hatır soruyoruz.

    Mutfaktan ellerim tabaklı çıktım salona. Çıktım ama nasıl oldum o kareleri görünce. Semih bir kızla dans ediyor üstelik konuşup konuşup gülerek. O an elimdeki tabakları zor bıraktım masaya. Kan beynime sıçradı. Ben de bana neler olduğunu anlayamadım. Sinir mi oldum kıskandım mı neydi bu? Hiçbir tepki de veremedim. Bu cesareti kendim de bulamadım çünkü. Yüzümün kızardığıyla yüzümün düşmesiyle moralimin bozulması ile kaldım.

    Parti bitti gece geç saatte eve geldim. O kadar yorgundum ki eve gelir gelmez üzerimi değiştirip yattım hemen ve öylece uyuya kaldım. Kafamda hiçbir düşüncenin canlanmasına izin vermeden uyumak istedim.

    Sabah kalktığımda hala yorgunluğum geçmemiş, her yerim ağrıyor. Yine aralıklı kalan perdemin arasından gelen güneş yüzüme vuruyor. Akşam o yorgunlukla değiştirdiğim kıyafetim sandalyenin üzerinde kalmış. Saç tokamı ise masanın üzerinde duran kitapların arasına fırlatmışım. Bin bir zahmetle yatağımdan kalkıp tokamı bulup saçlarımı topladım. Elimi yüzümü ovuşturarak güneşe dönüp kocaman bir esnedim. Onca para verdiğim, maddi değerinden çok manevi değerinin olduğu bu elbisemin sandalye üzerinde sersefil olmasından rahatsız olup kalktım. Elbiseyi güzelce düzelttikten sonra elbise dolabıma büyük bir özenle yerleştirdim.

    O arada telefonun çalması ile irkildim hemen koşup telefonu elime aldım. Baktım ki çalmasının nedeni saatinin alarmı imiş. Her zaman on dakika ertelediğim için yine alışkanlık işte ertelemeye almışım kapatmak yerine. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım.

    İçeriden kapı açma kapama sesleri geliyor. Galiba annem de kalkmış. Onun kahvaltı hazırlamasına kadar bende odamı toplayıp çantamı hazırladım. Birini o köşeye birini bu köşeye attığım okul formamın parçalarının kırışmış olduğunu görünce iyice ütülemeye karar verdim. Birde saçımı yaparsam artık hazırım. Saçımı da yukardan topuz yaparak topladım. Çok farklı oldum her gün salkım saçak giderken bugün forma ütülü, saçlar toplu tam bir iş kadınına benzedim.

    Son olarak odamın kalan dağınık yerlerini topladıktan sonra perdeyi ve pencereyi de açtım içeriyi havalandırmak için. Annem odamı ilk defa böyle görünce şaşıracak. Kahvaltı masasına geçip oturdum. Annem yine çok güzel bir kahvaltı masası hazırlamış. Az sonrasında babam da geldi, annem de çaylarımızı koyup oturdu.
    avatar
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 61
    Kayıt tarihi : 20/03/09

    GERÇEK BİR HAYAT ARANIYOR - Fatma BIYIKLI Empty Geri: GERÇEK BİR HAYAT ARANIYOR - Fatma BIYIKLI

    Mesaj  Admin Ptsi Ara. 20, 2010 3:04 pm

    Bugün günlerden Cuma. Babam hafta sonu bizi köye götürecek. Kahvaltı masasında yarınki seyahat için plan yaptık. Yanımıza neler alacağımızı sabah kaçta çıkacağımızı falan kararlaştırdık.

    Okul saatinin yeterince yaklaştığını görünce ayakkabılarımı alıp merdivene oturup giydim. Bahçe kapısında Sinem’in gelmesini bekledim. Kıza bayağı bir ayıp oldu kaç seferdir bekleyemedim. O beni kapıda bekler şekilde göremez ise gider. Çünkü benim ya gittiğimi düşünür ya da babamın bırakacağını. Sinem’de daha fazla bekletmeden yolun başında göründü. Adımlarını sıklaştırarak yanıma gelip koluma girdi. Zaten hemen açtı konuyu. Akşam yaptığım yardımlar için teşekkür etti.

    -Çok samimi davranarak ev sahibi gibi görünmen misafirler karşısında benim yükümü bayağı hafifletti.

    Dedi. Ben Sinem’in bu derece mutlu olmasına çok sevindim.

    -Abin ne dedi peki nasıl memnun olabilmiş mi partiden?

    Diye çaktırmadan abisinin de düşüncelerini öğrenmek istedim.

    -Haa abimin sana çok çok selamı var o da her şey için teşekkür ediyor sana.

    Bu sözlerin ardından ben yine hayal dünyasında mutlu bir yolculuğa çıktım. Sinem bir şeyler söylemeye devam ediyor. Neyse ki okul kapısına geldik. Benim için sıkıcı gelen bu okula derin bir nefes alarak girdim tek istediğim çabucak bitmesi. Bir gün gelirde ben de bu okuldan son kez karne alır gider miyim acaba? Liseye geçsem ayrı bir havam olur. Hani derler ya hep ‘liseli kız’ diye nasıl bir duygu liseli olmak. Benim için yeni bir adım olacak hayatımda. Dönüm noktam bu sınav benim. Yeni bir okul, yeni ortam, yeni arkadaş, yeni bir hayat… hayal kurması bile güzel. Kendimi tamamen liseye hazır hissediyorum. İnşallah Sinem ile aynı liseyi kazanırız ondan hiç ayrılmak istemiyorum çünkü.

    Derken hayal kurmakla geçirdiğim bir günün ardından okulu da bugün sağ selamet bitiriyorum. Ve sonun da ev. Yarını iple çekiyorum. Aklıma hemen hediye olarak o bizim meşhur kurabiyeden yapmak geldi. Akşam yemeğini yiyip çaylarımızı da içtikten sonra koyu bir sohbetle noktalıyoruz geceyi. Annemler yatmaya gidiyor ben de mutfağa geçip işe koyuluyorum. Özene bezene ince ince uğraşarak yapıyorum kurabiyeleri. Hepsi sıcak sıcak ve mis gibi kokuyor tabi bu lezzete bakmadan mı yatacağım. Tabağa birkaç kurabiye koyarak akşamdan kalma çayla biraz atıştırıyorum. Yarın için lazım olduğunu bilmesem hepsini yerim valla. Vaktin çok geç olduğunu görünce büyük bir hızla yatmak için odama giriyorum.

    Babamlarda sabahın erken saatlerinde kalkıp bütün hazırlıkları yapmışlar. Bütün işler bitince de artık beni uyandırmışlar. Benim geç yattığımı bildikleri için uyandırmaya kıyamamışlar.

    Bende kalkıp giyiniyorum. İçimde büyük bir heyecan ve sevinç var neden bu kadar mutluyum bilmiyorum. Bu mutluluğumun bozulmasından korkuyorum. Ayy ne bileyim bak içime bir sıkıntı girdi şimdi bunları düşününce. Neyse ya aklıma kötü şeyler getirmeyeyim. Derin bir nefes alarak içimdeki bütün negatif düşüncelerden kurtulmaya çalıştım.

    Arabaya binip köyümüzün yolunu tutuyoruz. Partide Semih’in başka bir kızla dans etmesi geliyor aklıma. İyice silkelenerek bütün düşüncelerden sıyrılıp köyü düşünmeye çalıştım. Mis gibi bir hava, bütün akrabalar, masum dedikodular, eğlenceli günler… bunları düşündükçe açılıyorum. Sabırsızlık içinde yolun bitmesini bekliyorum.

    Sonunda varıyoruz o tatil köyümüze. Yani benim için bu köy bir tatil köyünden kat kat daha güzel. Amcamlar, halamlar dayımlar, teyzemler anneannemler, hepsi köyde kalıyorlar. İnayet ve Fatma adında iki kuzenim var köyde onlarla vakit geçiririm genelde. Onlarda Sinem ile ben gibi çok yakın arkadaşlar kuzen olmaktan öte. Bu yıl sınava hep beraber gireceğiz. Dershaneye gidiyorlar, babam beni de göndermek istedi de ben istemedim. Zaten okul var birde dershane bana iyiden iyiye ağır gelir. O kadar zora da gelemem doğrusu. Yazları bu kuzenleri de yaylaya çıkar orada da hep beraber oluruz. Yaylamızda da güzel bir evimiz var. Üç dört ay kalırız, tatil yapar geliriz.

    Bu güzel tatil iki gün gibi kısa bir süre olmasına karşın hepimize çok iyi geleceği kesin.
    Hep beraber anneannemlerde kalacağız. Eşyalarımızı anneannemin evine bırakıyoruz. Annemler eşyaları yerleştirip yine kendilerince ev işlerine giriştiler. Ben hemen dayımlara çıktım. Küçük kuzenlerim var onlar sevmek için.

    Yengemlerde birkaç misafirler varmış. Yengemle ve o misafirlerle görüştüm, hal hatır sordular hemen. Hiç hoşlanmam öyle konuşmalardan. Daha fazla uzatmamak için bu sıkıcı sohbeti küçük kuzenlerimle ilgilenmeye başladım. O güzel yanaklarından sıktım öte yuvarla beri yuvarla iyice sıkıştıra sıkıştıra sevdim o da halinden yeterince memnun ki bana güzel gülücükler atıyor. Aklıma birden telefonumun çantamda kaldığı geldi e haliyle de çantamda anneannemlerde. O hızla çıktım evden doğru çantama koştum belki Semih arar da beni bulamaz diye. Telefona bakınca bütün hayallerim olduğu gibi suya düştü. Aslında arasa da o geceden sonra onunla pek de konuşmak istemiyorum. Yaa tabi biraz uğraştırıp naz yaptıktan sonra konuşacağım ama önce bir açıklama yapması gerek. Ben ondan asla ayrılamam, o benim için hayatımda ilk ve tek insan. Ondan sonrası diye bir şey olamaz benim için herhalde. Ama en yakın zaman da arasın artık. O gece ona ne kadar çok sinirlendim ve onu ne kadar çok kıskandıysam o anım hala gözlerimin önünde. Sinirimin geçmemesine rağmen telefona bu şekilde koşmam onun beni aramasını ne kadar çok istediğimin apaçık göstergesi.
    Anneannemlere geldiğimde babam odun kırma işine, annem yemek yapma işine girişmiş. Annem benim o kadar kısa sürede geri geldiğimi görünce:

    -Ne oldu küçük kedi.

    Diyerek sevecen bir hava yarattı.

    -Telefon.

    Diyerek aradığı cevabı vermeye çalıştım. Babamı odun kırarken görünce:

    -Kolay gelsin baba.

    Diye neşeli bir sesle babama seslendim. Babam da sağol anlamına gelecek şekilde başını öne doğru sallayarak şevkatle baktı bana. Onların bu sevgileri beni öyle mutlu ediyor ki, öyle hafifliyorum ki hiçbir derdim kalmıyor. Bu kadar sevgi selinden sonra tekrar yengemlere çıkıyorum. Evet ayaklarımın beni korkunç bir gerçeğe götürdüğünü nereden bilebilirdim ki.

    Kapıda ayakkabılarımı çıkarmaya çalışıyorum. Çıkarken o acele ile kapıyı da örtmeyince kapı hafif aralıklı kalmış. Bu ayakkabılarımı da babam doğum günümde almıştı sadece gezmeye gittiğim zamanlarda giyerim. Bağcıkları beni kapıda uzun süre oyalıyor. Yeni de olunca hırpalamak da istemiyorum. Yoksa normalde ben birini o tarafa, birini bu tarafa savurarak çıkarırım ayağımdan. Uzun uğraşlardan sonra çıkıyor ayağımdan güzel ayakkabılarım. Tam içeri girecektim ki bir takım konuşmalar duydum. Duyduklarıma ne kulaklarım inanabiliyor ne de ben inanabiliyorum. Bütün bu konuşulanlar doğru mu? Doğru ise de o kişi ben değilimdir herhalde.

    Yengem ile komşuları aralarında:

    -Bu ne şımarık kız, hiç akıllı uslu durur mu bir yerde. İşte evlatlık olunca iyice şımartmışlar. Dedim ben onlara zamanında bu kızı böyle şımartmayın, biraz da iş yapmasını öğretin, saygı öğretin. Evde hiç iş yapmazmış yer, içer, gezer tozarmış. Bu nasıl bir kız olacak ilerde? Hiç anne-baba terbiyesi almamış, saygı yok, iş becermek yok.

    Gibi saçma sapan şeyler konuşuyorlar. Büyük bir hışımla içeri dalıyorum, elim ayağım tutmuyor çenem titriyor aklım çıkacak gibi oluyor. Önce konuşamıyorum nefesim daralıyor kalbim sıkışıyor. Hepsi bana bakıyor ben de yengeme diktim gözleri derhal bir açıklama bekliyorum.

    Yengem bir şeyler gevelemeye çalıştı:

    -Senin hakkında konuşmadık, o başka bir kız.

    Gibi sözler söyleyerek ancak benim inanabileceğime inanmak istedi. Söylediklerinin hiç biri umurumda değil sadece beni beynimden vurulmuşa döndüren tek nokta “işte evlatlık okunca” sözü oldu. Bu ne anlama geliyordu. Yoksa gerçekten de benim anne babam başka insanlar mı?

    O şok içersinde bütün bunların bir yanlış anlaşılmadan ibaret olmasını dileyerek Allah’a dua edip hızlı adımlarla annemin yanına gidiyorum.
    Öfkeli sinirli karma karışık duygular içinde parça parça kelimelerle sormaya çalıştım olanları. Düzgün bir tek cümle bile kuramadım. Onların da böyle bir gerçeği söylemeye hazır olmadıkları belliydi. Ne diyeceklerini bilemez halde birbirlerine bakıp kaldılar. Onların bu suskunluğu beni git gide korkutuyor. İkisi de gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte olanları yani geçmişimi, kim olduğumu anlatmaya çalıştılar.

    Ben sene sonundaki sınavım hayatımın dönüm noktası olacak derken aslında benim dönüm noktası olacak bir hayatım bile yokmuş. Her şey sahte herkes yapmacıkmış karşımda. Ben yeni bir adım atmaya hazırlanırken ayaklarımın altındaki geçmişim sallantıda. Ben şimdi ne yapacağım hızlıca arkama bakmadan bir adım daha sıçrayıp kurtulabilir miyim bu karmaşadan? Yoksa yeniden onararak mı geleyim? Nasıl onarırım neresinden başlayayım. İleriye bir adım attığımda çürük temeller üzerinde nasıl yaşarım? Allah‘ım yardım et aklımı yitireceğim.

    Büyük bir şoklar içerisinde anlatılanları dinlemekteyim. Meğer ben yine bu köyden bir ailenin kızıymışım. Babam beni annemin bütün yalvarmalarına aldırmadan evlatlık vermiş. Aslında benim de kardeşlerim varmış. Annemin adı Halime babamın adı Bayram’mış.

    Duyduğum bu sözler bana masal gibi geldi, hiç üzerime alınmak istemedim. Artık vücudum beynim uyuşmaya başladı. Bu bütün söylenenler karşısında gözümden tek bir damla yaş gelmiyor. Bu beni daha da tıkıyor, bunaltıyor. Kendimi o kadar aptal, o kadar salak hissediyorum ki; etrafımdaki bunca insan yıllarca beni kandırmış. Artık kime güveneceğim, herkes bu oyunun bir parçası olmuş. Canım kadar sevdiğim annem babam artık bana buz gibi soğuk ve bir o kadar da acımasız geliyor. Önceleri göstermiş oldukları o samimiyet ve sevgi rolleri aynı oranda bende nefret oluşturmuştu. Yüzlerine bakınca artık farklı duygular hissediyorum. Düştüğüm o boşluğun içinde ayakta durmakta zorlanıyorum. Bütün dünyanın yükü benim omuzlarımda. Bu hayatta tek başımayım bütün zorluklara ve kötü insanlara karşı.

    Şimdiden sonra ben ne yapacağım, bana kim yardım edecek? Bu sorunun bir çözümü var mı? Neden ben neden?

    Beni öz annemin babamın yanına götürmelerini istiyorum. Yıllardır yavrusunun özlemini çeken acılı annemi görmek istiyorum. Artık bu hayatta benim için tek annem olur. İkimizde acımasız insanlar yüzünden birbirimize hasret kalmışız.

    Önce pek götürmek istemediler sonradan bağırıp çağırmalarıma dayanamayarak beni götürmek zorunda kaldılar. Hala nereden buluyorlar bu hakkı kendilerinde bunca sene göstermedikleri yetmezmiş gibi şimdi hala bana göstermemeye çalışıyorlar. Onların beni götürmek istememelerinin nedeni onları bırakıp gitmemden korkmalarıydı herhalde. Bırakır mıyım bilmiyorum. Kimi bırakacağım, ben kimin çocuğuyum, benim yerim neresi. Benim dünyam yalanlar dünyasıysa şimdi bu yalanlar da ortadan kalktığına göre benim de bu dünya da ne işim var, ne yerim.

    Büyük bir sessizlik içinde arabaya binip tek kelime bile etmeden doğruca gidiyoruz. Hepimiz az sonra olacakları merak ediyoruz.

    İşte en sonunda geldik o eve. Burası benim doğduğum evmiş. Sadece doğduğum doğup büyüdüğüm ev olamadı. Ben bu eve daha önce gelmiş gibiyim. Evet evet bu evde bir cenaze vardı oraya gelmiştik hep birlikte. Daha önce hiç öyle olmadığım şekilde tuhaf olmuştum bu cenazede. Feryatlar ağıtlar beni çok etkilemişti. Çocukları acı acı bağırıyordu. O zamanlarda ben de anneme sarılmış korkulu gözlerle etrafı seyrediyordum. İyi ki annem benim yanımda demiştim meğerse sahte bir kucakmış.

    Araban indiğimizde bizi ayaklarında çizme elinde iş eldiveni ve bir takım tarım aletleri olan yüzü sıcaktan kıpkırmızı olmuş vücudunda sicim sicim ter akan kara kuru bir adam karşılıyor. Bizi gördüğüne önce sevinir gibi görünüyor sonra ciddi bir durum olduğunu anlayınca onda da bir tedirginlik oluşuyor. Bir müddet boş boş bakındıktan sonra bize birer sandalye getirmesi için içeriden kızına sesleniyor. Bir an adamın ağzından ‘kızım’ kelimesini çıkması beni kötü ediyor. Kız alel acele içeriden kaptığı sandalyeleri yaprakları dökülmeye başlamış olan üzüm talfarının altına koyuyor. Bense bir kıza bir babaya bakıyorum. Kızın bana son derece benzemesi beni daha da bu gerçeğe inandırmaya başladı.

    Konuya kim başlayacak herkes susuyor. Benim anlatacak bir şeyim yok. Bu oyunun başkahramanları onlar. Her şeyi onlar anlatacak ben de öğreneceğim.

    Söze önce üvey babam başlıyor:

    -Ayşegül her şeyi biliyor.

    Bu sözler üzerine öz babamın gözler büyüdü ağzı açık kaldı tek kelime edemedi, hemen bir şeyler gevelemeye çalıştı:

    -Bizim durumumuz pek iyi değildi sana bakamazdık seni de çok sevdiğimiz için bolluk içinde yaşamanı istedik. Her istediğin alınsın mutlu ol diye bu aileye verdik.

    Dedi özrü kabahatinden büyük bir şekilde. Bir evlat bir babaya çok gelebiliyormuş demek ki.

    -Şimdi bu bolluk içinde çok mu mutlu olduğumu düşünüyorsun.

    Dedim ve sonrasını hatırlamıyorum. O kadar şoklara daha fazla dayanamayıp oracıkta düşüp bayılmışım. Özlerimi açtığımda üvey anne babam vardı başucumda. Gözlerim hemen öz babamı arıyor. O da karşıya geçmiş olan bitenleri izliyor. Şimdi bu durumda kim istemez kendi babasının kollarında olmayı. Demek ki o da bana yakın hissedemiyor kendini. Ne kadar tuhaf bir durumdayım. Neyse ki biraz gözlerim açılıyor kendime geliyorum.

    Kucağında bir topla koşa koşa kan ter içinde dokuz on yaşlarında bir erkek çocuk geldi ve yanımıza gelerek hepimize teker teker:

    -Hoş geldiniz.

    dedi ellerimizi öpmek istedi. İşte ikinci kardeşim de buymuş. Aile fertlerini yenice tanımaya başlıyorum. İki ablam daha varmış onlardan biri İstanbul da biri Malatya da evlilermiş. Toplamda üç ablam bir erkek kardeşim varmış. Görünüşe bakılırsa babam erkek evlat istemiş, olanlarda kız olunca beni evlatlık verip kurtulmuş kızın birinden. En sonunda da bir erkek evladı olmuş.

    En son olarak annemi görmek istiyorum. Buna ise en ağır cevabı veriyorlar:

    -Annen öldü.

    Sonra öğreniyorum ki bir zamanlar geldiğimiz o cenaze benim öz annemin cenazesi imiş. Bu gerçekle acıların en büyüğünü yaşadım. Artık vücudum bunu kaldıramıyor. Evladının kucağından zorla alınıp başka bir aileye verilen annenin cenazesiymiş.

    Neler hissettiğimi, neler düşündüğümü,nasıl davranacağını,şimdi ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Artık bir ruh bir gibi hissediyorum kendimi. Nereye sürseler oraya gidiyorum, bu hayatta kendime bir yer arıyorum. Orta yerde kaldım şimdi, buralardan kaçıp başka yerlerde başka bir hayat kurmak istiyorum. Bu yalanları arkada bırakıp temiz ve gerçek bir hayata başlamak istiyorum.

    Tatil bitmeden eve gidiyoruz. Bu eve gitmek doğru mu, ben niye o eve gidiyorum, o ev benim evim mi, benim yerim o ev mi?

    Ayaklarım vücudumu zor taşıyor. Resmen emekleye emekleye zor çıkıyorum merdivenlerden. Kendimi odama atıp yatağıma uzandım. Şimdi gözlerimi kapatıp açtığımda bütün bunların bir kabus olduğun göreyim. Her şey eskisi gibi olsun .

    Ben bu gerçekleri öğrenmekten hiç memnun kalmadım.

    Sinem bakkala gitmek için dışarı çıkınca bizim geldiğimizi görmüş. Hemen bize geldi, beni o halde görünce hastalandığımı sanarak elini alnıma koyup yüzümde gezdirdi. Hem bu kadar erken dönmemizi hem de yüzümdeki bu ifadeyi son derece merak ediyor.

    Önce anlatsam mı anlatmasam mı arasında ikileme düşüyorum. Çünkü bu gerçeğin daha fazla yayılmasından korkuyorum. Daha da doğrusu o kabusu orada bırakıp, buradaki hayatımı etkilemesini engellemek istiyorum. Her şey kaldığı yerden devam etsin.

    Kafamda birçok düşünce geçiyor. En sonunda bunu anlatma ihtiyacı duyuyorum. Ama nereden başlayayım. Acaba direk söylesem mi? Nasıl söyleyeceğim öyle. Neler söyledim ise anladı hemen biraz şaşkınlık geçirse de hemen teselli vermeye başladı. Bu tavrına çok şaşırıyorum. Büyük bir dikkatle süzdükten sonra:

    -Niye şaşırmadın?

    Diyorum imali imalı bakarak.

    -Nasıl şaşırmam?

    Falan filan gibi şeylerle beni inandırmaya çalıştı. Bu bakışlarımı sürdürünce doğruyu söylemek zorunda kaldı.

    -Küçük yaşlardan beri biliyordum bu durumu. Annemler, babamlar sıkı sıkı tembihlediler bu konuda beni. Ben de küçüklükten beri gizledim bunu. Bazen aklıma söylemek gelse bile üzüleceğini bildiğim için geri çekiyorum kendimi bu fikirden.

    Sinemin bu sözlerine daha fazla dayanmayıp ağlamaya başlıyorum. Sıkı sıkı kucaklıyorum onu. Aslında ona da bu konuda kızmak gerekiyor ama başka kimsem kalmadı. Kucağında ağlayacağım kimsem kalmadı artık.
    Durumun teselli edilecek bir yanı yok. Hepsi, tamamı ile insanın başına çöken birer karabulut. Bu bulutlar biraz yağmur bıraksa da yeterli olmuyor. İçinde büyük fırtınalar kopuyor, sert ve soğuk esiyor.

    Sinem bakkaldan döndüğü için elinde bakkal poşetleriyle dönmüştü. Annesi daha fazla beklemesin diye fazla kalmadan gitti. İşte şimdi kaldım tek başıma. Pencereden dışarıya bakmaya çalıştım kafam dağılsın diye. Komşular ineklerini dut ağaçlarının altına bağlamışlar, önlerine ot, yem ve su koymuşlar. Yan taraflarındaki ahırdan küçük buzağının sesi geliyor. İnek otu yemi ve suyu bırakıp buzağının sesine karşılık veriyor.

    İşte her şeyin olsun illaki anne olmazsa olmuyor. Ne kadar da dışarıyla ilgilenmeye çalışsam da aklım saniyede kayabiliyor olanlara.

    Sinem’in bu yaptığı beni çok üzüyor. Ama öbür acıların yanında hafif kaldığı için o kadarda etkilemiyor.

    Gün ne vakit yemek mi yenilecek, uyku mu uyunacak. Ne yemeği ne uykusu hiçbir şey yok artık bende. Hiç yerimde duramıyorum. Vücudum hiperaktif oldu. Sofraya oturunca sanki bir şeylerin eksik kaldığı tamamlanması gerektiği gibi şeyler hissediyorum.

    Dağlar tepeler aşıyorum. Oraya koşuyorum, buraya koşuyorum. Bu dünyanın bir çıkış noktası olmalı. Ayağımda ayakkabı var mı, yok mu bilmem? Ayaklarım hep parçalanmış ama bu acıyı hissedemiyorum. Vücudum titriyor hareketlendiriyor beni. Bağırıyorum sesim duyulmuyor. Bazen yoldan geçen arabaları durdurup biniyorum. Beni alıp götürüyorlar. Tam kurtuldum derken bir süre sonra beni arabadan atıp gidiyorlar. Birkaç insan beni bulup eve teslim ediyor. Hayatım böyle geçmeye devam ediyor.

    Sinem artık eskisi gibi bize gelmiyor, beni aramıyor. O da diğer insanlar gibi benden korkmaya mı başladı acaba.

    Semih hiç aramıyor zaten. Aklıma bir gece semih’le gittiğimiz ırmak kenarı geldi. Hem biraz açılmak hem de o eski günleri hayal etmek için oraya gidiyorum. Irmak kenarına varınca semih i gördüm. Bir de yanında güzel hoş bir kız, sarmaş dolaşlar. Hiç sesimi bile çıkarmadan gerisin geriye dönüyorum. Demek ki olması gereken en ciddi şey bile yalan olabiliyor. En acısı da benim ona hediye ettiğim anahtarlığı sallaya sallaya başka bir kızla romantik bir akşam geçiriyor olması.

    Birkaç hafta ara verdikten sonra okula, bugün gitmeye karar veriyorum. Sinem beni onu yolda bekler vaziyette görünce şaşırdı, biran duraksadı. Sonra yapmacıktan soğuk bir gülümseme yaratmaya çalıştı. Benden uzaklaşmaya çalıştığı besbelliydi. Benim dertlerimle uğraşınca derslerini engeller diye korkuyor olmalı. Bundan sonra benim hiç kimsem yok. Hayatım bir yalan üzerine işliyor. Bir gün de herkesin gerçek yüzünü gördüm. Aslında hayat benim gördüğüm gibi tozpembe değilmiş. Peki hayat neydi?

    Okula gidip geliyorum. İnsanların bakışları üzerimden eksik olmuyor. Herkes bana bakıp bakıp bir şeyler söyleyip, konuşup, eğleniyorlar.

    Hocaların önceleri bu kadar ilgilenmeyip şimdi rehberlik servislerine çağırmaları hepsinin teker teker konuşması beni daha da bunalıma sokuyor. Kötü bir durumda olduğumu hissettiriyorlar.
    Kapalı alanlar bana dar geliyor, beni bunaltıyor. Okula bir süre sonra hiç gitmez oluyorum. Çünkü daralıp fenalaşıyorum ve insanların bakışlar beni kat ve kat rahatsız ediyor.

    Evde kalmaya başladım. Bir süre sonra ev de benim psikolojimi bozuyor. Sürekli bir hareket halindeyim, yerimde duramıyor bir ora bir bura koşuşturuyorum.

    Evde her gün bir misafir geliyor, ellerinde bir tabak yemekle:

    -Geçmiş olsun

    Diyorlar. Her biri bir nasihat veriyor. Kimi:

    -Bu kızı hocaya götürün. Falancanın kızı da böyle oldu. O da hocadan sonra iyileşti.

    Kimi:
    - Sen bu kızı ziyarete götür. İşte bu şehirde kesin o zaman iyileşir.

    Kimi de:
    - En iyisi bunu tımarhaneye götür. Yoksa bu size de saldırır. Maazallah bir yanınıza bir şeyler yapar.
    Diyorlar. Bütün bu nasihatları her gelenden defalarca dinliyor annem, babam.
    Hala anne, baba diyorum, onlar benim annem babam değil oysa. Bu sözler sadece dilde. Alışkanlık olduğu için yani hiç gönlümden geçerek söylemiyorum. Gerçek babama da ‘baba’ diyemiyorum. Tanımadığım bir insana ‘baba’ gibi anlamlı ağır bir sözü nasıl söylerim.

    Annemler beni hocaya götürme kararı alıyorlar. Ne kadar da dirensem gitmemek için zorla götürüyorlar. Annem ve babam koluma girip beni taksinin içine tıkıyorlar. Annem koluma girmiş sıkı sıkı tutuyor. Bir kaçmaya çalışsam üstüme çöküyor. Babamın tedirgin yüz ifadeleriyle söylenen adrese doğru gidiyor. Gidiyoruz, gidiyoruz epey bir yol aldıktan sonra yolumuz toprak bir yola düşüyor. Arabanın arkasından tozlar savrula savrula dağ, tepe aşıyoruz. En sonunda bir köy görünüyor. Köyün ortasında yol kenarında üç beş çocuk top oynuyor, üç beş çocuk da ip atlıyor. Taksinin kaldırdığı tozların içinde kaşıyor çocuklar. İp atlayan kızlar tozdan dolayı öksürmeye başlıyor. Top oynayan erkek çocuklar ise bizim taksinin arkasından yoruluncaya kadar kovalıyor. Derken en sonunda bir yol kenarında duruyoruz. Köyü baya bir geçmişiz. Etrafta tek ev görünmüyor. Büyük bir dağ başı gibi bir yer. Arabanın kilitlerini açınca babam o arada fırsat bilip ellerinde kurtuluyorum ve kaçmaya başlıyorum. Koşuyorum, koşuyorum ama ne tarafa gideyim bilmiyorum. Babam arkada ben önde kaçtım. Birden karşıdan bir adam gelip o da katıldı bu kovalamacaya. Babam adamdan yardım isteyip hep beraber beni yakaladılar. Ayaklarım acıdı, ayakkabılarım parçalandı, üstüm başım toz içinde kaldı. Alnımdan soğuk terler boşaldı. Annem de az sonrasında bize yetişti. Gözleri yaşlı, üstü başı tozlu perişan bir halde. O da öbür koluma girip bir suçluyu hapishaneye götürür gibi hava yaratarak gittik.

    Bir patikadan uzun bir süre daha gittikten sonra uzaklardan köpek sesi gelmeye başladı. Bir müddet daha gittikten sonra eski püskü bir ev göründü. Ev taştan yapılmış, toprakla sıvanmış. Evin önünde tavuklar, horozlar geziniyor. Az ileride kafes içeriside iki tavşan ve ahırda da bir at sesi geliyor.

    Kapıyı çalıyor babam açan yok. Etrafta da hiç komşu falan yok. Mecbur oturup bekliyoruz.
    Zaman ikindine dönmek üzereydi ki karşıdaki dağdan koyun çanları duyuldu. Az sonrasında da beyaz saçlı, sakallı, başında namaz takkesi olan, seksen doksan yaşlarında, göbekli, eli değnekli, yaşlı bir adam çıktı. Bizi görünce elini gözüne gölge yaparak iyice bakmaya çalıştı. İki adım attı bir baktı. İyice yaklaşınca bizim ne amaçla geldiğimizi anlar gibi başını salladı. Koyunları ahıra katarak yanımıza gelip:

    -Hoş geldiniz, selamünaleyküm.

    Dedi. Babam da:

    -Hoş bulduk. Biz kuşluk geldik, öyledir sizi bekliyoruz.

    Dedi. Adam da hiç ses çıkarmadı. Biz hep birlikte evin önünde bulup oturduğumuz kütük parçalarının üzerinden yaşlı adamı izliyoruz. Yaşlı adam yavaş yavaş gidip arka taraflardan bir kütük daha buldu. Bunları sandalye gibi kullanıyor. Evin önünde düz bir taş var, bayağı geniş, onu özenle yerleştirmişler oraya. Üzerine de bulaşık deterjanı, bulaşık bezi, sabun, ibrik ve birkaç tabak ve çatal koymuş. Belli ki burası onun burası lavabosu. Bulaşıkları, elini yüzünü burada yıkıyor. Adam önce terden ve tozdan çamur halini almış çoraplarını çıkardı. Bir eline sabunu bir eline ibriği alarak özenle yıkadı çorabını. Sonra iyice sıkıp çırptıktan sonra rastgele bir taşın üzerine atarak, orada kurumaya bıraktı. Şimdi de ayaklarını yıkamaya başladı. Büyük bir sessizlik ve dikkatle hepimiz yaşlı adamı seyre daldık.
    Öğlen namazının geçmek üzere olduğunu söyleyerek abdest almaya başladı. Nihayetinde o işte bitince yavaştan yavaştan içeriye doğru adım atmaya başladı. Biz de dışarıda ikindi güneşinin altında kaldı. Artık ne kadar geçti bilmiyorum hepimizin sabrı tükendi en sonunda adam içeriye buyur etti. İlk giriş mutfak. Mutfaktan öte bir kapı açılıyor, bizi oraya davet ediyor. Ev topu topu iki oda. Bu oda oldukça karanlık. Önce iki mum yakıyor. Loş bir ortamda soruyor:

    -Nedir derdiniz?

    Babam başlıyor anlatmaya:


    -Bizim kızımız hiç normal değil, hiç yerinde durmuyor,hep kaçıyor,hiç akıllı uslu hareket etmiyor. Bir gün ya bize ya kendine bir şey yapacağından korkuyoruz. Etrafımızdaki insanlar cin kaçabileceğini söylediler. Biz de onun için size getirdik.

    Babamın bu sözlerini duydukça ağırıma gidiyor. Bir insanın yüzüne böyle şeyler söylenir mi? Demek ki benim deli olduğumu, aklımın olmadığını düşünüyorlar. Gerçektende öyle miyim acaba. Ben delirdim mi? Herhalde öyle oldum. Artık ben bir deliyim.

    Adam üzeride Kuran-ı Kerim olan rahlenin arkasına oturdu. Rastgele bir sayfa açıp başını öne arkaya sallayarak bir müddet okudu. En sonunda kokmuş nefesi ile suratıma üfledi. Seyrek dişlerinin arasından birkaç damla tükürük yüzüme yapıştı. Midem bulandı. Kapalı yerin beni bunalttığı açıktı üstelik bu oda hem kapalı hem karanlık olunca daha da kötü oldum. Kendimi ellerinden kurtarıp dışarı attım. Babam cüzdanını çıkarıp bir yüzlüğü adama uzattı. Adam Kuran-ı Kerim’i göstererek onun üzerine bırakmasını istedi. Annem de adamın dediği koca karı ilaçlarını kaydetti.

    Hızlı adımlarla arabaya doğru yürüdük. Hava kararmaya döndü. Artık sokakta oyun oynayan o çocuklar yoktu. Büyük yorgunluktan sonra eve geldik. Annemler yeterince yoruldu. Ama ben bilmiyorum, hissedemiyorum, bu durumuma çare aramak istiyorum.

    Sinem artık bize hiç gelmiyor. Semihten hiç bir ses yok. Semih demek ki gırgırına almış beni. Ya da bu sadece benim kuruntumdu. O bana sormadı ki:

    -Arkadaşım olur musun?

    Diye. Bunu ben kendime sorup cevapladım. Şimdi de öylece çekip gitti.

    Bütün bu bunalım dolu günlerimin ikinci ayındayım. Bugün oks var. Sinem çok çalıştı, bugün sınava girdi. İnayet ve Fatma da öyle. Ben?

    Yarın yaylaya gidecekmişiz. Yani annem babam gidiyor, beni de oradan oraya sürüyorlar.

    Fatmalarda yakın bize yaylada. Fatma benim dayımın kızı.

    Arabaya birkaç eşya aldıktan sonra çıkıyoruz yaylaya. Bütün eşyalarımız var o evimizde. İki saatlik yolculuktan sonra varıyoruz. Ben hemen iner inmez Fatma’nın yanına gidiyorum. O da annesine yardım ediyor. Evi temizliyor, beni görünce o da donuk bir gülümseme yapıyor. Biraz konuştuktan sonra annesi çıkıyor içeriden beni görünce:

    - Aaa merhaba Ayşegül nasılsın, iyi misin? Maşallah iyileşmişsin hiçbir şeyin kalmamış.

    Diyor. Onlarda beni hasta olarak görüyor.

    Ben sık sık gidiyorum Fatmalara. Artık beni görünce saklanıyor. Kimse beni sevmiyor, beni gören kaçıyor.

    Nefesim daralıyor, içim kararıyor, şöyle derin bir nefes alıyorum ve verdiğim nefesle birlikte içimdeki bütün sıkıntılar da gitsin istiyorum. Ama alıyorum veriyorum, alıyorum veriyorum dert yine bende çuvalla.

    Yayla da bir o dağa koşuyorum bir bu dağa. Beni böyle gören insanlar bana acıyarak bakıyor ama kendimi zaptedemiyorum . bir kurtuluş arıyorum sanki biri gelecek bütün dertlerimi yüklenecek gibi. Bana bir anlam verecek, bana bu hayatta bir yer bulacak, bundan sonra nasıl yaşayacağımı öğretecek artık iyiden iyiye alışıyorum bu halime yani bu deli halime

    Herkeste sağolsun yardımcı bu konuda (!) iyice zayıfladığımı hissediyorum canım kaçıyor bazen. Hiçbirşey yemek istemiyorum bu sıkıntılarda bir gün bitecek mi acaba kafamı yastığa koyduğumu görecekmiyim ki.

    Fatma bu günlerde sınav sonucunu bekliyor. Öyle bir heyecanı bende duymak isterdim. Oysa ne hayaller kurmuştum. Sinemle beraber aynı liseye gidecektik, ayrı bir havamız olacaktı.
    Fatma o heyecanlı beklentilerinin sonunda iyi bir puanla bir liseye yerleşiyor. İnayet’inde kazandığını duyuyorum. Sinem’inde onlardan kalır yanı olmuyor. Bir tek ben kaldım.

    Kaçaçak bir yer bulamıyorum yine mecbur eve varıyorum. Evde kimse yok, komşumuz Hacer Teyze benim geldiğimi görünce:

    -Baban rahatsızlandı annen doktora götürdü ne zaman gelirler belli olmaz.

    Diyor. Benim için fark etmez ister gelsinler ister gelmesinler. Yine koşarak dayımlara yani Fatmalara gittim. Annem zaten dayımı aramış bana göz kulak olması konusunda. O gece onlarda kaldım. Yine uyumadım tabi ki de. Onlar benim bu halime alışkın olmadıkları için hepsi tedirgin bir şekilde beni izledi. Benimle beraber uykusuz kaldılar. Sabah ezanı okunuyor. Dayım yine uykuya daldı. Yengem kalkıp inekleri sağmaya gitti. Fatma da sabah kahvaltısını hazırlamaya başladı.

    Evin önüne önce ateş yaktılar sonra sıcak ekmekler yapıp yedik. Kahvaltıyı o kadar çok sevmeme rağmen uzun bir süreden sonra ancak bu kadar yiyebildim.

    Fatma’yla konuşmak bir arada kalmak istiyorum. Belki beni anlar derdime çare bulur diye. O ise sürekli benle yalnız kalmamak için kaçıyor, annesine yardım ediyor, kahvaltıda çayları koyuyor.

    Benim peşinden koştuğumu hissedince:

    -Gel beraber bulaşık yıkayalım, ev temizleyelim.
    Diyor. Bu söyledikleri bana çok boş işler gibi geliyor, onu duymazlıktan geliyorum.
    Amcam yanıma gelerek:

    -Annen aradı baban iyiymiş yarın taburcu oluyormuş.


    Diyor. Sevinçli olmaya çalışarak. Bense hiç tepki vermiyorum.

    Kötü bir gecenin ardından yine sabah oluyor. Öğlene doğru hep beraber bizim eve yürüdük. Biz vardığımızda annemler yeni gelmiş. İçeri geçtim. Annem:


    -Baban yatak odasında.

    Diye sesleniyor. Bu sözüyle benim yanına gitmeyeceğimi bildiği için bir uyarı yapmak istedi. Doğruca kendi odama geçecektim. Açık kalan yatak odası kapısından gözüm babama takılıyor. Ağzı eğilmiş, ağzının suyunu tutamaz halde, eli titreyen bir vaziyette görüyorum onu. Kafamı hızlıca çevirip odama giriyorum. İçerden saatlerce çıkmıyorum.

    Vakit akşam olmuş, hava kararmış, dayımlar gitmiş. Yavaşça yerimden kalkıp kapıya yöneliyorum. Tuvalete gitmek için çıkarken tekrar babamı görüyorum. Elleriyle beni işaret ediyor, usulca yanına gidiyorum. Uzun uzun birbirimizi izliyoruz daha fazla dayanamayıp haykırmak istiyorum. Ne dedim, ne demek istedim, neden dedim bilmem. Koşarak dışarı çıktım. Az sonrasında annem geldi, saçımı okşayarak gözünde birkaç damla yaşla:
    -Kızım artık baban eskisi gibi olmayacak o gün ağır bir hastalık geçirerek felç oldu. Artık baban yatağa bağlı yaşayacak sende buna alış ve babanı üzme.

    Annem sözüne devam ederken ben kalkıp gittim her şey saçma boş ve yalan…

    Günler geçiyor babam hala kalkamıyor. Artık alıştım bu duruma.

    Bir gün ağır bir koku geliyor odama. Odamın kapısını aralıyorum ve yine babam. Onu o halde görünce ne yapacağımı bilemedim. Yataktan düşmüş yerde kıvranıyor. Altını pisletmiş olacak ki birkaç sinek konuyor üstüne, kendide yerinde ağrısında kıvranıyor, yüzünde boncuk boncuk terler, gözünde dolu gibi yaşlarla bana bakıyor. Onu bu halde görmem beni çok kötü etkiliyor. Annem yok ortalıkta. İçeri girip bir yastık alıp başının altına koydum, yatağının üzerinde kalan çarşafını üstüne örttüm. Öylece olduğu yerde kaldı. Fazla geçmeden annem geldi. Babamı görünce önce panikleyerek:


    -Aman Allah’ım ne oldu sana?

    Diyor. Önce yatağını düzeltti, yastığını koydu, çarşafını değiştirdi. Sonra altını temizlemek için banyodan temizlik eşyalarını aldı geldi ve kapıyı kapattı.

    Okulların açılma vakti geliyor, sonbahar iyice yüzünü gösterdi bizse hala yayladayız. Artık okulla işimiz kalmadı. Babamı sıcaktan rahatsız olacağını bildiğimiz için bir müddet sonra geldik yayladan.

    Bağırmalar, çağırmalar, ağlamalar, acılar ile geçiyor günler. Anladım bu dünyadan ne kaçış ne bu dertlerden kurtuluş var. Gayrı pes. Hayata teslim oldum.

    Evden misafir eksik olmuyor. Her gün birkaç kişi ellerinde yiyecekler, içecekler, kıyafetler ve evinde bulunan fazla ilaçlar ile bize geliyor. Maddi durumda hızlı bir çöküşe girdiğimizi hissedebiliyorum. Annem arabamızı satışa çıkarıyor. Acil lazım olduğu için ucuz bir paraya gidiyor güzelim taksi. Bu parayı evin ve babamın ihtiyaçlarında kullandı. Kesenin dibi göründüğü için fazla dayanmadı.

    Bir gece acı bir çığlıkla irkiliyorum. Hemen odamdan dışarı fırladım. Annem babamın morarmış suratına bakarak bağırıyor. Önce anlamak istemedim ama bu gerçekti babam ölmüştü. Yutkunamadım, boğazımda bir şeyler düğümlendi. Kapının ağzında kendimi yere bıraktım, dizlerim çözüldü, gözümden birkaç yaş aktığını hissettim. ‘Bu adam benim babam değil ki neden üzülüyorum.’ Diyorum. Bu sorunun cevabını bulamıyorum, daha doğrusu fazla aramıyorum. Aklıma benim için yaptığı fedakarlıklar geliyor. Beni okula bırakmaları, dizine yattığımda başımı okşaması, bana ‘küçük kedim’ demesi geliyor. Boğazım acıyor, içimdeki haykırış beni sağır ediyor. Usulca kalkıp doğru yine küçük hapishaneme geçtim. Fazla geçmeden etraftan insanlar toplandı bizim eve. Hiçbir şey görmek istemedim. Birinin içeriye girmesinden korktuğum için kapıyıda kilitledim. Ağıtlar yakılmaya başlanıldı. Kulağımı tıkadım bütün bunları duymamak için ama ses içimden çıkar gibiydi resmen. İçerden bir sesin:


    -Ayşegül nerdesin canım?
    Dediğini duydum. Kimin sesi bilmiyorum. Hiç sesimi çıkarmadım. Yatağa girip kafamı yastığın altına soktum, kulaklarımı tıkadım. Taa ki herkes gidip ortalık sessizleşinceye kadar.

    Odamdan dışarı çıktım, babamın yatağı boş. Ortalıkta kimse yok. Kenarda duran sandığın üzerine çıktım, başımı iki dizimin arsına koydum. Hiçbir şey düşünemedim, sadece kendimde değil bir vaziyette oturdum öylece. Az sonrasın da araba sesleri duyuldu. Feryat sesleri ile insanlar yukarı çıkmaya başladı. Beni sandık üzerinde o vaziyette gören annem bana sarılıp ağlamaya çalıştı. Var gücümle onu itip odama koştum.

    Benim başıma gelen bu dertlerin sorumlusu kim? Yıllarca gerçek bir anne baba kucağı görmemişim. Hepsi yapmacıkmış. Annemi hiç göremedim, cenazesine gittiğim halde bir yabancı kalmışım. O en acı günümmüş, tabutuna bile sarılıp ağlayamadım.

    En yakın arkadaşım kardeşim dediğim her şeyimi anlattığım insan benden saklıyor bu gerçeği yıllarca. Sevdiğini sandığım kişi beni en zor günümde yalnız bırakıyor. Bütün acılar ve yalanlar beni mıknatıs gibi çekmiş.

    Annem beni defalarca hacılara hocalara götürmeye devam etti. Hiçbir değişiklik olmadı bende en sonunda dayım beni Ankara ya psikoloğa götürdü. Doktorun verdiği ilaçlarla saatlerce uyudum ama yine de beni bu sıkıntılardan alıp götürmedi.

    İlaçlarında etkisinden midir neden bilmem iyice sinirlerim bozuldu. Bir akşam annem ile aramızda çıkan tartışmadan onu ittirince kafasın kapıya çarptı. Bu durum sonrasında dayımlar beni hastaneye götürme kararı alıyorlar. Ne kadar da dirensem hastaneye gitmekten vazgeçiremedim onları. Adana ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde kalmaya başladım. Artık iyice yalnızlık üstüme çöktü, ve ben tescilli bir deliyim.

    Hastane duvarları arasından duyuyorum annem yayladaki evimizi de satmış. Beni de bir ay gibi bir süre sonra çıkarıyor hastaneden. Eve gelip yine odama kilitledim kendimi. Hala kafamdaki sorulara cevap bulamadım.

    Bir gece dış kapının sesi ile dikkat kesildim. Pencereden baktığımda annemi sokak kapısından çıkarken görüyorum, az ilerde bir adam onu bekler vaziyette. Adam annemi görünce sokak lambasının altına doğru yürüdü. Işık adamın yüzüne vurduğu an şoklara giriyorum. O öz babamdı. Evet annem ölen kocasını öz babamla aldatıyor. İyice bir bezginlik geliyor üzerime. Çok sonraları öğreniyorum ki zaten eskiden sevgililermiş. Yani adam eski sevgilisine evlatlık çocuk vermiş oluyor.

    Daha fazla dayanamayıp annem gelince biraz tartışıp itekliyorum onu ve yan tarafta duran sandalyeyi sırtına indiriyorum. O an oracıkta yere yığıldı. Ben de bu korku ile doğruca odama kaçıp yorganın altına giriyorum. Bayılmış olmalı kibir müddet sonra sesi gelmeye başladı.

    Sabah erken saatlerde ine dayım geldi. Annem her şeyi anlatmış olacak ki beni yine hastaneye götürüyor. Hiç direnmeden ait olduğum yere doğru yürüyorum. Anladım ki buradan çıkış olmayacak benim için.

    Bugün buraya gelişimin beşinci yıl dönümü. İnayet, Fatma ve sinem üniversiteye geçmişler. Ben de burada günahlarımla sevaplarımla öleceğim günü bekliyorum. Belki de bir gün bu günü çabucak getirir kurtulurum.

    Sabah güneşi hastane parmaklıklarının arasından yüzüme vuruyor ve içimi acıtıyor. Gözlerimde birkaç damla yaşla banka oturmuş Sinem’in yolunu gözlüyorum belki beş yıl aradan sonra bir gün çıkar da gelir diye.

    Peki şimdi hayat neydi? Hayat sabah güneşi, güzel kahvaltı, samimi gülümsemeler, dizlerde yatıp başın okşanması, küçük kedi olmak değilmiş. Gerçek hayat yalanlı, bunalımlı, sinirli, stresli, bencilliklerle dolu, acımasız, kalpsiz bir şeymiş.

    Sinem’in bugünde gelmeyeceğini bilerek beklemeye devam edip başımı iki elimin arasına koyarak kafam da gerçek bir hayat arıyorum.

      Forum Saati Cuma Nis. 26, 2024 7:09 pm