Bu romanda 14 yaşındaki bir kızın ‘hayata yeni bir adım atmak’ diye adlandırdığı OKS’ye hazırlanırken öğrendiği acı gerçeklerle ayağının hayattan kayıp gitmesi anlatılıyor.
Kız şimdi 20 yaşında ve hala hayata bir anlam vermeye çalışıyor. Bir yerden başlamak istiyor ama geçmişini de silip atamıyor.
Güzel bir gün daha başlıyor hayatımdan. Sabahları çok severim. Güneş, ağaç, traktör sesleri bana ayrı bir güzel gelir. İnsanlar yeni bir umutla atılmışlar yeni güne. Sokaktan insan sesleri gelir. Güneş penceremin perdesinin arasından bana göz kırpmaya çalışıyor. Bu güzellikler içimi o kadar rahatlatıyor ki aldığım her nefes bütün hücrelerime doping yapıyor. Bu hava ile doyuyorum sanki.
Birden annemin sesi geliyor mutfaktan:
-Hadi Ayşegül kahvaltı hazır kızım.
Ben zaten ‘sabahı güzel Silifke’ ile doymuştum. Bu söz burada kamyon arkası yazılar olarak kullanılır. Gerçekten de o zaman bir tek bana güzel görünmüyor bu cennet Silifke’m.
Gözüm birden saate takıldı saat yedi buçuğu geçiyordu. Eyvah okula geç kalacaktım. Bir şimşek hızı ile yataktan fırladım. Elimi yüzümü yıkadım, üzerimi giyinip sofraya oturdum. Hızdan dolayı tasarruf ettiğim zamanı rahat rahat sofra başında geçirdim. Çünkü kahvaltıyı çok severim hiç aceleye getirmek istemem. Tam tadını çıkara çıkara yaparım her zaman. Annem de öyle bir özenle hazırlamış ki sofrayı. Canım annem…
Babam da kahvaltı sevdamı bildiği için birde bendeki bu iştahı görünce:
-Hadi sen rahat rahat yap kahvaltını ben şimdi bırakır gelirim seni okula.
Babamın bu teklifi üzerine yolda geçirecek olduğum vakti de kahvaltı masasında harcadım. Sabahına doyduğum gibi kahvaltısına da doymuştum bu canım memleketimin. Artık daha fazla zamanım kalmadı. Hızlı bir şekilde ayakkabılığa yöneldim. Ayakkabılarımı en katından bu şişkin mide ile zorla eğilip aldım. O arada annem seslendi:
-Kızım ben bugün teyzenlere gideceğim sen okuldan geldiğinde evde olmayacağım haberin olsun tatlım.
Ben de ‘tamam’ der edası ile elimi kaldırdım. Babam beni çoktan arabada bekliyordu. Babama bir göz atıp gülümsedim. O da kornaya basarak karşılık verdi bana. Kuş gibi hafif hissediyordum kendimi. O kadar mutluyum ki ailemle bir gün bu büyü bozulursa diye çok korkuyorum. Ailemi çok seviyorum, memleketimi bir ayrı sabahını daha bir ayrı tabi.
Büyük bir gürültü yaratarak merdivenlerden paldır küldür indim. Sanki evi yıkayacağım. O hızla arabaya atladım. Ve babama gülerek:
-Gazla şoför bey.
dedim. O da:
-Tamam küçük hanım siz emredin yeter.
Diyerek gülümsedi. Ve bu sözlerime karşılık babamda İsmail YK’ dan bas gaza şarkısını açtı. Bu şarkıyı hiç sevmeme rağmen babamın jesti karşısında kendimi gülmekten ve eğlenmekten alamadım. Hatta bazı zamanlar da şarkıya eşlik ettiğim bile oldu.
Ne zaman geldik bilmem. Babamın freni ile inmem gerektiğini anladım. Yanağıma kocaman bir öpücük kondurduktan sonra:
-İyi dersler güzel kızım.
Dedi. Ben de ona öpücüklü bay bay yaptım en içten ve coşkulu bir şekilde.
Okulun kapısında beni en yakın arkadaşım Sinem karşıladı. Zaten hangimiz önce gelirse diğerimizi bekler kapıda.
Sinem bana uzun uzun bakıp önce ‘günaydın’ dedi sonra baştan ayağa inceden inceye bir süzüp;
-Ne bu sendeki bu güzellik, bu sevinç, bu neşe
Diyerek muzip bir gülümseme attı. Ben de ‘hiç’ demeye getirerek başımı sallamaya kalmadan zil çaldı. Her sabah büyük bir eziyet gibi gelen şu sıralara geçme işini de bitirdikten sonra teker teker sınıflarımıza geçtik. İşte yeni bir günün yeni bir dersine giriyoruz.
Sinem benim en candan arkadaşım kardeş gibi o benim için. Okulda hep beraber dolaşırız evde birbirimize çok sık gider geliriz. Onunla sık sık çarşıya çıkar gezer tozarız. Birbirimizden hiçbir şey saklamayız. O benim her şeyimi bilir ben de aynı şekilde onun her şeyini. Arkadaşlığımız çoğu kişileri kıskandıracak seviyede. Bazen birbirimizi eleştirip hoşumuza gitmeyen yönleri açık açık söyleriz. Sonra bu eleştiriler doğrultusunda o eksik yönlerimizi telafi etmeye çalışırız. Hatta bazı zamanlarda kendimize itiraf edemediğimiz şeyleri karşıdan duymak daha da iyi geliyor. Böylece arkadaşlığımız hiç pürüzsüz devam ediyor ve hatta bu sayede daha da derinleşiyor.
Konuşmalarımız o kadar samimi ve açık ki onunla konuşurken sanki kendimle konuşurmuş gibi hissediyorum. Acımı, öfkemi, sevincimi, kıskançlığımı… Her şeyimi ama her şeyimi söylerim ona.
Sınıf arkadaşlarım beni hep şımarık, ukala, kendini beğenmiş bir kişi olarak görür. Gerçekten de öyle miyim bilmiyorum. Belki de bir evin bir çocuğu olmamdan kaynaklanan bir durumdur bu. Evet bir evin bir çocuğuyum. Bu dünyada benim için bir annem bir de babam var. Bir kardeşimin olmasını çok istedim ama olmadı. Benim de bir kardeşim olsun ona ablalık yapayım, ona bir şeyler öğreteyim çok istedim. Bir taraftan da anne ve babamın üzerime bu kadar çok düşmelerini biraz olsun hafifletmek için. Bu kadar çok ilgi ve alakadan bazı zamanlar sıkıldığım da oluyordu. Tek çocuk olunca bütün hayallerini benim üstümü kuruyorlar alabildiğine mükemmel olmam isteniliyor. Benim tek kardeşim Sinem.
Bu yıl sınava gireceğiz. Sinem bu sınav için çok çalışıyor çokta zeki bir kız. Ama ben yıllar yılı sevmedim bu dersleri. Ama tabi ki de çalışmasam da sevmesem de bende herkes gibi bu sınavı kazanma ve iyi bir liseye gitmek istiyorum.
Sinem bazen bize gelir, bazen beni evlerine götürür, zorla dersin başına oturtup bana da bir şeyler öğretmeye çalışır.
Son ders matematikti öğretmen herkesi tahtaya çıkartıp problem çözdürüyordu. Evet lanet olsun ki sıra bendeydi. Şu matematiği ömrüm boyunca sevmedim ve sevmeyeceğim gidecek. Ayaklarım zorla beni tahtaya götürdü ve öğretmen soruyu tahtaya yazdırdı. Sinem bu konuyu bana defalarca anlatmasına karşın hiç bir şey anlamamıştım. Çünkü anlamak istemiyordum. Beynimi aklımı kapatıp tek bir bilginin bile girmesini engelliyordum. Artık kafamı öğrenmemeye odaklandırmıştım. Sevmiyorum işte nasıl sevebilirim ki!
Sinem de gözlerimin içine içine bakıyor, yapabileceğime inanıyordu. Ama soru bana o kadar zor geliyordu ki hiç bir şey düşünemiyorum. Kafam büyük bir boşluk içinde kafamdan hiçbir bilgi çıkmıyor bu soru hakkında. Soruya bir öyle bakıyorum bir böyle bakıyorum ama yinede olmuyor. Yüzüm türlü renklere boyanıyor. Suratımda büyük bir sıcaklık ve yanma hissediyorum. Öğretmende bir müddet bekledikten sonra soruyu çözemeyeceğimi anlayınca hiddetli bir şekilde bir şeyler söylemeye başladı. Ama ne dedi hiç bilmiyorum ve hatırlamıyorum. Tahtadaki o mahçupluğum ile bütün algılarım kapanmış vaziyette idi adeta. Öğretmenin yüzü ve ses tonu değişe değişe bir şeyler söyledi. Bazen sesi alçaldı bazen yükseldi. El kol hareketleri yapa yapa bağırmaya devam etti.
En son arka sıralardan Cemal’in kahkahası ile kendime geldim. Bütün duygularım yerini öfke ve sinire bıraktı. Öğretmenin ‘yerine otur’ komutu ile bin bir diz titremesi ile yerime geçip Cemal’e sinirli bir bakış attıktan sonra başımı önüme eğdim. Hemen arkasına teneffüs zili çaldı. Sinem hemen yanıma geldi. O gelince bir kat daha kızardım, bir kat daha utandım ve kendimi aşağılık bir varlık gibi hissettim. Sanki bana ‘seni o kadar çalıştırdım hiç mi bir şey anlamadın insan bu kadar mı beyinsiz olur aptal mısın sen’ diyeceğini düşündüm ve beklemeye başladım. Zaten ne dese haklı kız. Ama kızcağız hiç de öyle demedi. Canım arkadaşım sağ olsun beni teselli etmeye çalıştı. Böyle bir durumda bile bana yardım etmeye çalıştı. Öylesine güzel başlayan bir gün böyle kötü bitebilir miydi? Evet demek ki oluyormuş, öyle başladı ve böyle bitti işte. Kendimi çok aptal hissediyorum.
Canım yürümek istedi. Sinem’e bu teklifi yaptığımda ‘bana uyar’ der gibi başını salladı sadece. Kitaplarımı çantaya koyup moralimin eksilerde gezdiği bir durumda kızarık yüzle ayaklarımı sürüyerek sınıftan en son biz çıktık. Sinem koluma girmek istedi candan bir tavırla. Belli ki o da yürüyecek halimin olmadığını anladı. Yavaş yavaş evin yolunu tuttuk.
Söylenecek fazla bir şey yoktu aslında. ‘Lafı hangimiz açacak acaba’ diye bekledim. Kafamda hala o tahtadaki durumum vardı. O halim gözümün önünden hiç gitmiyor. Rezilliğin en alasını yaşadığımı biliyorum. Hoca da bütün sinirini benden çıkardı. Sanki sadece ben mi yapamadım başka yapamayanlarda vardı halbuki.
Büyük bir sessizlikten sonra Sinem:
-Hadi bize gidelim bir şeyler yaparız hmm ne yapalım ne yapalım hah tamam buldum senin sevdiğin kurabiyelerden yapalım oldu mu?
Dedi neşeli bir sesle bendeki bu havayı dağıtmak için. Canım hiçbir şey istemiyor. Utancıma ve rezilliğime yeterince doydum zaten canım en sevdiğim kurabiyeyi bile istemiyor. Bir an düşündüm annem sabah ‘sen okuldan geldiğinde evde olmayacağım’ demişti. Şimdi evde yalnız daha da kötü olurum. İsteksizce ve kısık sesle ‘tamam’ dedim.
Onun evi biraz daha ilerde bizim evden. ‘Sen git ben eve varayım üzerimi değiştirip çantamı koyup geleyim’ dedim.
Bin bir çile gibi gelen, sabah sevinç içinde büyük bir gürültü ile indiğim merdivenlerden şimdi büyük bir ruh çöküntüsü içinde yavaş yavaş sanki merdivenlerin kırılıp incinmesinden korkar gibi çıktım. Elimi cebime attım yok, çantama baktım yok, bir daha cebime baktım yine yok nerde bu anahtar nerde ise çıksın artık beni uğraştırıp durmasın off. Kapının anahtar deliğinden bir baktım ayakkabılığın önünde bana beni delirtir gibi sırıtıyor anahtar. Sabah ayakkabılarımı alırken düşürmüş olmalıyım. İsyanlar içerisinde söylene söylene Sinemlerin evinin yolunu tuttum. Kapıyı çaldım annesi çıktı o da çarşıya gitmek üzereymiş. Yavaşça ‘iyi günler’ deyip yüzümün bu halini görüp bir şeyler sormasına fırsat vermeden, üzerini değiştirmek için odasına giden Sinem’i yakaladım. ‘ ne oldu da üzerini değiştirmedin’ der gibi yüzüme baktı. Onun sormasını beklemeden bir çırpıda anlattım olayı.
-Hadi gel sana da bir şeyler vereyim de giy.
Dedi. Bende ‘yani zahmet olmazsa’ der gibi bir bakış attım. Üzerimizi giyindik ikimizde birbirimize bakıp ‘ikimizde Sinem olduk’ dedi. Bir kahkaha koptu o an. Bir an için bendeki kasvetli hava dağıldı. Tekrar aklıma o olay gelince eski halime döner gibi oldum. Sinem hemen atıldı:
-Aaa tamam artık kızım gül biraz boş ver artık.
Diyerek beni hayata döndürmeye çalışıyor bende bir değişme olmadığını görünce elleri ile yanağımın iki yanından da çekerek gülümsememi istedi.
-Evet canım şimdi oldu böyle ol tamam mı bak sakın eski moduna döneyim deme. Eee şimdi aşçılık işine başlayabiliriz. Ama önce bir yorgunluk kahvesi içsek iyi olur değil mi? Kendimize geliriz biraz.
Diyerek kendi mutfağa geçip beni de salona yönlendirdi. Sinem kahveyi çok güzel yapıyor. Kahvelerimizi alıp salona geçtik daha ilk yudumu alır almaz kapı açıldı. Gelen Sinem’in abisiydi. Sinemler üç kardeşler; bir abisi bir de kardeşi var. Çok özeniyorum bunların bu kalabalık ailesine. Bizim ev gibi sessiz sakin değil cıvıl cıvıl bir aile ortamları var. Sinem evin büyük kızı konumunda. Ailesi ona tam bir yetişkin gibi davranıyorlar. Ona bir şeyler güvenirler o şeyi yapabileceğine de inanırlar. Bense ailenin küçük kedisi.
Semih’i sadece Sinem’in abisi olarak biliyorum. Evlerimizin çokta uzak olmamasına rağmen pek konuşmuşluğumuz da yoktur. Beni görünce hafif bir gülümseme ile:
-Hoş geldin.
dedi. Bende ince bir ses tonu ile:
-Hoş bulduk teşekkür ederim.
diyerek başımı salladım. Hiç beklemediğim bir anda:
-Çok güzel olmuşsun.
diye bir ses geldi ondan kıyafetlerin Sinem’in olduğunu anlayarak. Bu sözlerle ruhumun hafif bir şekilde okşanıldığını hissettim. Yüzümde utangaç bir ifadeyle gülümsedim sadece, onun bu inceliğine karşılık. İzninizle deyip kapıdaki konuşmaya son verip odasına geçti. İçerden paldır küldür sesler gelmeye başladı biraz sakardı galiba bir şeyler düşürüyordu durmadan. Neyse ki uzun bir süreden sonra odadan çıkabildi. Yanımıza gelip oturdu. Sinem abisini inceden inceye süzdükten sonra:
-Ne o abi bir yere mi çıkacaksın?
Diye sormadan edemedi. Abisi de bu sorunun üzerine hafif bozularak;
-Yok hayır canım buradayım hiçbir yere gitmiyorum.
Diyerek karşılık vermeye çalıştı. Abisinin bu soru üzerine utandığı çok belliydi. Çünkü her zamankinden farklı olduğunu anlamıştı kardeşi üstelik başka bir kızın yanında söylüyordu bunu.
Evet anlaşılmayacak gibi değildi. Sinem hala abisinin bu haline anlam veremeyip sormaya devam etti:
-Birini mi bekliyorsun misafirimiz mi gelecek yoksa?
Diye ısrar edince Semih bu sefer sessiz kalıp cevap vermedi.
-Sen bana da bir kahve yapsana.
Deyip Sinem’i mutfağa gönderdi. Gözlerimiz bir an çakıştı, ben hemen önüme eğilip kahvemi yudumlamaya çalıştım. O da tatlı bir gülümseme ile hala bana bakmaya devam ediyor. İçim bir tuhaf oldu kendimi daha önce hiç böyle hissetmemiştim. İçim kıpır kıpır oldu elim ayağım titredi koltuğun üzerinde kaskatı kesildim. Bazı şeyleri kendime itiraf etmekten korkuyorum. Ben büyüdüm mü acaba ilk defa bir erkek bana böyle davranıyor, bir genç kız gibi görüyordu. Ama annem babam beni hala ‘küçük kedim’ diye sever beni dizlerine yatırıp başımı okşarlardı. Babam hala bana çocukluğumdaki gibi akşamları mutlaka küçük hediyeler getirir. Her akşam babamın elindeki poşette ‘bana ne getirecek acaba’ diye beklerim. Belli ki onların küçük kızıydım ama acaba başkasının büyük aşkı mıydım? Ayy ben de anın da yazdım ne aşkı ya. Hiç mi selam verip konuşmayacaktı ben de hemen başka yöne çekerim olayı ya. Ama nedense kendimi hala böyle düşünmekten alamıyorum. Bilmiyorum ya ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı, ne anlayacağımı.
Biz, Sinem kahveyi yapıp getirinceye kadar hiç konuşmadık. O bana baktı ben de önüme… Sinem kahve fincanı ile içeri geldi. Sanki görücüye çıkmış genç kızlara benziyordu. Abisine kahveyi uzattıktan sonra oturacaktı ki ben hemen atıldım:
-Hadi kurabiyeleri yapmaya başlayalım.
Abisi:
-Aaa kurabiye mi yapacaksınız ooo ziyafet var o zaman bugün.
Diyerek bir kurabiyeyi bu kadar ziyafet aşamasına getirecek kadar abarttı. Sinem şaşkın bir yüz ifadesi ile:
-Dur kızım az oturalım, daha çok kurabiyeler yaparız ne acele ediyorsun. Bak aklıma bir şey geldi sen bu gece bizde kalsana sabaha kadar oturur, konuşur, kurabiye yaparız felekten bir gün çalarız.
Dedi. Ben bu teklifi hiç beklemiyordum. Bir an gözüm Semih’e gitti onda da ayrı bir istek vardı kalmam konusunda. Hemen kendime gelip:
-Bilmem ki.
diyebildim sadece. Sinem:
-Ben hemen anneni arıyorum.
Diyerek telefona koştu. Hiç bir şey diyemedim, düşünemedim. Bir yanım kalmak istedi bir yanım ‘kötü mü olur acaba’ dedi. Hemen öbür yanımı bastırıp tercihimi kalmaktan yana kullandım. Bu tercihten Semih’in de memnun kaldığı her halinden belliydi.
Kahveleri bitirip, kurabiyeleri yapmaya geçmeden önce akşam yemeği yapalım diye düşündük. Önce hep beraber bir akşam yemeği menüsü oluşturduk. Sinem abisinin, bu hareketlerine bir anlam veremiyordu hala. Abisi de kendisini bizim sohbetin içine atıyor, bizim yemek maceramıza dalıyordu. Hep beraber mutfağa geçtik.
-Salatalar benden.
diyerek; hemen mutfağa koştu Semih. Pilav bana yemek de Sineme kaldı. Hepimiz büyük bir iştah ve sevinç içinde işe koyulduk. Hepimiz yemeğimizi büyük bir özenle yapıyoruz. Tam işe dalmıştım ki; Semih benden domates poşetini uzatmamı istedi… Ben o hız ve heyecanla domates poşetini Semihin koluna çarptım, mahcupluk ve utanç içerisinde:
-Özür dilerim affedersin, acıdı mı?
Diyerek kolunu tutup bakacaktım ki; elimi tutuverdi.
-Bir şey olmadı canım önemli değil.
Deyip, o gülümsemesinden birini daha yaptı. Bana ‘canım’ dedi. Bu samimiyet neydi böyle? Zaten elimi tutmasıyla heyecanım bir kat daha arttı. O an tek yapabildiğim anlamsız anlamsız gülümsemekti. Büyük bir duygu kalabalığıyla pilavıma geri döndüm. Kısa bir süre sonra da marulları istedi. Bu sefer daha dikkatli bir şekilde:
-Buyur kazazede.
Diyerek marulları yavaşça uzattım. Büyük bir kahkaha ile gülüştük o an. Yemek maceramız keyifli bir şekilde devam etti. Büyük bir özenle pişirdik her şeyi. Biraz sonrasın da annesi de büyük bir yorgunlukla çarşıdan geldi. Bu güzel yemekleri görünce çok şaşırdı, sevindi ve:
-Teşekkür ederim küçük aşçılar, bende bu yorgunlukla nasıl yemek yapacağım diye kara kara düşünüyordum.
diyerek bizleri şımarttı. Annesi odasına geçip hazırlanırken küçük aşçıları da masayı donattı ve kapı tekrar açıldı. Bu sefer gelen babası idi. Bizi masa hazırlarken gören babası büyük bir ‘ooo’ diyerek karşıladı. Biz masayı hazırlarken, onlarda ellerini yıkayıp sofraya geldi, hep beraber güzel bir akşam yemeği yedik.
Annesi ile babası, Sinem ile kardeşi, benimle de Semih karşı karşıya oturduk yemek masasında. Sanki hiç kimse yok da baş başa bir akşam yemeği yiyor gibiydik semihle. Ben bu duygular içinde gelip giderken, Semih benden tuzluğu uzatmamı istedi ve yine bir kahkaha ile verdim tuzluğu. Artık aramızda bir espri haline gelmişti bu.
Yemekler yenildi, bulaşıklar yıkandı, sıra kurabiyeleri yapmaya geldi. Kurabiyeleri Sinemle ikimiz yaptık, öbür aile fertleri ise salonda televizyon izledi. Sinemle mutfakta rahat rahat dedikodular yaptık. Lafı abisine getirmesi beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Bana muzip bir gülümsemeyle bakarak veya benim öyle hissetmemle:
-Şu ağabeyim de bizi hiç yalnız bırakmıyor, ne bunun derdi bilmem çok garip, aslında benim bulunduğum ortamda hiç bulunmak istemezdi çünkü; pek anlaşamayız ağabeyimle.
Dedi. Bense:
-Sorun değil varsın otursun bizimle, ne olacak sanki bir zararı mı var?
Diyerek saçma sapan, anlamlı anlamsız bir şeyler gevelemeye çalıştım. Kurabiyeleri fırına verirken bir de yanında sıcak çay yaptık. Kurabiyelerin pişmesini beklerken, bizde Sinem ile mutfakta koyu bir sohbet kurduk. Çay da kurabiye de hazır olunca güzel bir servis yapıp salona gittiğimizde kimse kalamamış herkes yatmıştı, ama biri hariç!
Bütün gece hep konuşup gülüştük, gece yarısına doğru havalar soğumaya başlayınca Sinem içeriden battaniyeleri alıp geldi. Hep beraber oturup yaptığımız sakarlıkları konuşup eğlendik. Bu gece sayesinde Semih hakkında bir sürü şeyler öğrenmiş oldum, aslında Semih de Sinem’in anlattığı kadar sıkıcı biri değil, tam tersi oldukça eğlenceli ve hoş birisi imiş.
Derken biran gözlerimi araladım ki, hepimiz koltuklarda uyuya kalmışız ve Semih’i baş ucumda üzerimi örterken görüyorum. Benim şaşkın bakışlarım karşısında yine tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdi bana. Bu davranışı ne amaçlı idi? Bir ağabey olarak mı, misafirim diye mi yoksa … Hiç bir şey bilmiyorum, kafam karmakarışık belki de bu olayları böyle anlamam benim bir yanılmamdı. Yine böyle düşüncelere dalarak, battaniyenin altında hiç gözümü kırpmadan sabahı ettim. Bütün bu bilinmezlikler içinde o sabah Sinemlerden nasıl çıktım bilmiyorum. Kıyafetlerimi ve çantamı toplayıp doğruca eve geçtim.
Çabuk çabuk hazırlanıp hiç aynaya bile bakamdan kendimi yola attım. Saçımı başımı yolda gide gide düzeltirim dedim.
Üstümü başımı düzeltirken; birden arkadan bir sesin geldiğini duydum. Biri bana sesleniyordu. Arkamı dönüp bakmaya kalmadan burun buruna geldik.
-Kravatın…
diyerek bana uzattı, tabi ki de bu Semih idi. Kravatımı sabah acele ile çıkarken Sinemlerde düşürmüşüm, evde de aynaya bakmadığım için yokluğunu fark edemedim. Bana uzattığı kravatı aldım ve taktım. Öyle bir güzel koku vardı ki bütün benliğimi etkisi altına almıştı, belli ki kendi parfümünü sıkmış kravatına. Biran ki sesizlikten sonra kısık ve utangaç, biraz da masum bir sesle:
-Arkadaşın var mı ?
Deyince o an afalladım, ayağımı burktum ve düşeyazdım. Semih beni hemen tuttu, ve bir süre onun kollarında kalakaldım. Çünkü bütün vücudum ve beynim adeta sarhoş olmuştu bu soruyla. Bu nasıl bir soruydu ki? Yüzüm her zaman ki gibi kıpkırmızı kesildi. O sorunun cevabı da öylece gümbürtüye gitti. Bu da benim işime geldi tabi ki. Tekrar sormasından korktuğum için adımlarımı hızlandırdım. Ben hızlandırdıkça yol uzadı sanki. Soğuk terler döktüm. Sonunda yol ayrımına varıp:
-İyi günler.
deyip son sürat okula attım kendimi. Her zaman sıkıcı gelen bu okul, bu durum karşısında bana bir kurtarıcı gibi geldi. Kapı da yine beni Sinem karşılıyor, bana her an bir şey diyeceğini zannediyordum. Olanları bilse ne derdi acaba? Hiç hayal bile edemiyorum.
O günün nasıl geçtiğini anlayamadım, bütün gün boyunca, olanları Sinem’e anlatsam mı, anlatmasam mı diye düşündüm durdum.
Akşam yine dalgın bir şekilde olanlara anlam vermeye çalışırken, telefonumun sesiyle kendime geldim. Bilmediğim bir numaradan bir mesaj:
-İyi akşamlar ben Semih.
Defalarca okudum, ne yapacağım şimdi ben, cevap yazsam mı yoksa yazmasam daha mı iyi olacaktı, ya da yazayım ama ‘ben Ayşegül değilim’ ayaklarına mı yatsam.
Kalbimin sesini dinledim ve bu cevabı yazdım:
-İyi akşamlar.
Mesajın gitmesi ile cevabın gelmesi uzun sürmedi.
-Yarın akşam canlı müzik dinlemeye gider misin?
Bu nasıl bir soru pat diye? Ben şimdi ne yapacağım, bu ne hız böyle? Ne cevap vereceğim, evet mi yoksa hayır mı? Tabi ki yine hayır diyemiyorum, bir şeyler beni yönlendiriyor sanki. Her şeyi akşına bıraktım, artık aklımla değil, duygularımla hareket ediyordum.
Eee şimdi mesajı nasıl yazacağım? Evet mi, tamam mı, olur mu… heyecanım o kadar fazla ki elim telefonu dahi tutmuyor, tek kelime yazabilmek için bile dakikalarca uğraşıyorum. Ne yazdım bilmem. Saatini ve yerini yazıp hiç beklemeden cevabı gönderdi.
Eee Ayşegül ne yapacaksın şimdi, ne giyeceksin, nasıl süsleneceksin. Aaa en önemlisi nasıl izin alacaksın, yoksa yalan mı söyleyeceksin? Evet en sevmediğim şeydir yalan söylemek ama ne diyebileceğim ki başka? Her şeyi de apaçık da söyleyecek halin yok ya kızım! Eee bulacağız artık bir yalan ister istemez. İçim kıpır kıpırdı, kalbim kanatlanıp uçmuş konacak yer arıyordu sanki. Zaten konmasına da az kaldı.
Artık Sinem’le aramıza biraz soğukluğun girdi bariz belli idi, yani ben öyle hissediyor ve öyle davranıyordum. Artık ona her şeyimi anlatamıyorum.
Okul o gün nasıl geçti anlamadım, daha nasıl geçmedi. Sabahtan akşama kadar hep o buluşmayı düşündüm. Okul çıkışı eve hızlı adımlarla gittim, hemen ne giyeceğimi saçımı nasıl yapacağımı karar verdim. O kadar düşünmemin ardından, bir kot bir de mevsimlik şık bir tişört giymekte karar kıldım. Saçlarımı bıraktım, saçlarım belime kadar uzanıyor, bir parfüm ve sade bir makyajla da tam bir genç kız olmuştum.
Anneme odamdan seslenerek:
-Sinemlere gidiyorum.
dedim. Ve annemin benim bu halimi görmesine izin vermeden evden çıktım. Hava kararmıştı, az da korkuyordum karanlıktan, ürkek bir şekilde bahçe kapısından çıkıp kendimi sokağa atar atmaz, birisinin bana doğru yaklaştığını gördüm. Korkum biraz daha arttı, sokak lambasının altına geldiğinde onun Semih olduğunun farkına vardım. Ne kadar da şıktı bu böyle. Bu sefer korku yerini kat kat heyecana bıraktı. Ellerim buz gibiydi ama yine de terliyordu. Yüzümde donuk bir ifadeyle gülümsemeye çalıştım. O da elini uzatıp;
-Merhaba iyi akşamlar
Diyerek elimi sıktı hafiften. Beraber yavaş yavaş yürümeye başladık, uzun bir süre sessiz kaldık, konuşacak bir şey bulamıyoruz çünkü. O da böyle durmaktan sıkılmış olacak ki, havadan sudan sohbet etmeye çalıştı. Ben ise ‘evet, hayır, haklısın…’ gibi manasız ve alakasız birkaç kelime söyleyebildim.
Biraz yürüdükten sonra, artık parka geldik. Yüzüme bakarak;
-Daha iki saat var müzik olayına, gel biraz şöyle yürüyelim.
Ben biran afalladım iki saat uzun bir süreydi, birazda müzikle geçecekti, oldu mu sana en az üç saat. Zaten çok utanıp sıkılıyorum, nasıl geçecek o kadar saat diye düşünürken,
omzumda bir elin varlığının beni sardığını hissettim.
-Üşüdün herhalde.
dedi. Hiç farkında olmadan kollarımı ovuşturmuşum sanırım. Heyecandan ve manzaranın güzelliğinden üşüdüğümü bile fark edememişim. Manzara o kadar güzel ki beni adeta büyülemişti. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıldı, küçük gösterişli havuz ayrı bir hava veriyordu ortama. Ve yan taraftan akan küçük dere doğal bir esinti ve serinlik katıyordu. Her şey mükemmel, böyle bir güzellikleri daha önce hiçbir arada görmemiştim sanırım. Evimizin buraya çok uzak olmamasına rağmen, hiç böyle bir ortamda bulunmamıştım.
Sakin, sessiz bir yere geldiğimizde ceketini çıkarıp çimenlere serdi ve üzerine uzanıp yıldızları seyretmeye daldık. Sanki bir rüyada idim. Bana yine o korktuğum soruyu sordu? Bende artık bu sorudan bir kaçışın olmadığını anlayarak:
-Daha önce çıktığım biri olmadı.
dedim. Yani benim ilkti. Ama onun ki biraz kabarık idi. O anlattı ben dinledim, bu kadar çok kişi ile çıkması beni birazda tedirgin etmedi de değil. Acaba ilişkileri neden kısa süreli olmuştu hep? Bende bu listeye eklenmekten korkuyorum. Tabi ki bu düşünceleri kendi kafamda kuruyordum.
Arkadan yavaştan müzik sesleri gelmeye başladı. Bu müzik adeta bu muhteşem manzaranın dili olmuştu. İşte ben o an biraz daha büyülendim. Artık Semih’e daha da yakındım ve ona güven duymaya başladım, kurduğum düşünceler yavaş yavaş aklımı terk ediyor. Uzun uzun konuşmaya devam ettik her şeyi. Semih benden dört yaş büyük ve üniversite sınavına hazırlanıyordu.
Birden havai fişekler patlamaya başladı, Semih beni cennete getirmişti sanki. Her şey harika ötesiydi. Bir ara gözüm saate gitti, saati görünce şoka girdim, saat on ikiye geliyordu! Çok geç kaldım! Apar topar toplanıp çıktım oradan bu aceleliğimi Semih de anlayışla karşıladı, hızlı adımlarla eve doğru yürüdük. Eve yaklaşmıştık artık ayrılmamız gerekiyordu, maazallah biri görür, Sinem, annemler öğrenir, kötü olur.
Semih’e dönerek (ellerimiz zaten tutuşuk) her şey için teşekkür edip yanağına masum bir buse kondurdum ve o an hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. Sonradan bu davranışımdan çok utandım ama yine de pişman değildim. Evin kapısına varıp arkamı döndüğümde, hala bıraktığım yerde beni izliyor. Yine hiç hızımı kaybetmeden içeriye girdim ve kimseyi uyandırmadan sessizce odama geçtim. Öylece yatağımın üzerine uzandım. Yüzümde masum bir gülümsemeyle olanlara bir anlam vermeye çalıştım taa ki sabah ezanıyla irkildim. Evet hiç uyumadım; ama hala aynı başladığım yerdeyim yani bir anlam vermeye çalışıyorum. Sonuçta belliydi sorgusuz sualsiz sevgiliydik artık biz… Gece uzandığım yerden sabah öylece uykusuz olarak kalktım. Bu sabah her şey farklıydı artık o eski sabahların güzelliğini tadamıyorum yani fark edemiyorum, o güzellikleri düşünüp hissetmekten daha önemli meşgul olabileceğim bir şeyim var.
Yola çıktım okula gitmek için acaba arkamdan yine Semih gelir mi ‘Ayşegül’ diye çağırır mı? Diye hayal kurarak yürürken evet evet duydum ‘Ayşegül’ dedi. ‘Ah Semih beni mi takip ediyorsun ya’ diye iç geçirdim. Hemen yüzüm kızardı elim ayağım titredi heyecandan ölmek üzereyim. Arkamı döndüm ve baktım ki beni çağıran Sinem’di.
-Sen miydin?
deyivermişim bu lafıma hem ben bozuldum hem de Sinem bozuldu. Ne kadar salağım seslerini ayırt edemeyecek kadar hem de. Seslerini ayırt etme gibi bir düşünce oluşturmadım kafamda zaten. Bu seslenişi hayal edince direk ‘o’ dedim. Ben kendimce bu kavgaları ederken Sinem bana yetişti. İmalı imalı bakışlarla beni baştan ayağa ince ince süzerek:
- Ne oluyor sana böyle Ayşegül. Beni neden sabahları beklemez oldun, ayrıca bu güzellik ne böyle düğüne mi gidiyorsun kızım? Yoksa söyle bakalım hayatında biri mi var? Hadi bana anlat kim bu şanslı delikanlı?
Diyerek muzip muzip sırıttı, tabii ben pancar gibi oldum. Korktum acaba bir şeylerden mi şüphelendi Semih olduğunu öğrenirse ne yapar. Belki de bir şey demez sus kızım ya Poliyanna gibi düşünme. Yaptığım şey Sinem’i nasıl üzer? Yine de her şeyi göze alıp anlatsam mı? Biz birbirimizden hiçbir şeyi saklamayız ama.
Ben bu düşüncelerle boğuşurken koluma girip:
-Tamam tamam hemen utanma canım bir şey olsa bana anlatırdın zaten değil mi? Hadi gidelim gel.
Anlatır mıydım anlatırdım evet ama niye anlatmıyorum veya niye anlatamıyorum. Biraz da Sinem’in beni dürtmesiyle sıçrıyorum ‘yardım edersin değil mi?’ diyor.
-Ne ne, ne yardımı pardon bir şey düşünüyordum canım affedersin.
Diyerek durumu kurtarmaya çalıştım.
-Anladım anladım kızım sen acayip aşık olmuşsun.
Diyerek takıldı yine. Alnımda mı yazıyor ya bu kız hemen hemen öyle diyor.
-Yarın akşam abime sürpriz doğum günü partisi yapacağız. Yarın okul çıkışı bize gelip yardım eder misin hazırlıklara?
O an donup kaldım. Kendimde ‘evet’diyecek cesareti bulamadım bir an.bu kadar özel bir günde onunla olmak ona yakın olmak…Ne yapacağım ben ya o kadar kalabalıkta annesi de babası da olur herhalde.
Bu soruya cevap olarak sadece başımı sallayabildim. Eee hediye olarak ne alacağım?
-Bugün okul çıkışı alışverişe gidelim o zaman.
Dedim. O da :
-Tamam tamam zaten hediye ve parti için alışveriş yapmam lazım benim de.
Dedi.
Bugün okul nasıl geçti neler işledik neler yaptık inan ki bilmiyorum. Aklım hep ‘ ne giyeceğim, ne yapacağım, ne hediye alacağım ve en önemlisi partide nasıl davranacağım’ da.
Çıkışta hemen gittik parti için birkaç süs bir de o bizim meşhur kurabiye için malzeme aldıktan sonra pastaneye pasta siparişi verdik. Bu arada onun çilekli pastadan hoşlandığını da öğrendim ve işte son nokta olarak hediye ve kıyafet işi kaldı. Sinem ile birlikte şık bir tşört aldık benim hediye olarak. Birde o arada küçük kalpli şık bir anahtarlık alıp Sinem’in haberi olmadan hediyelerin yanına koydum. Bu benim ona özel olarak vereceğim bir hediye olacak. Semih ‘in motorsikleti var onun için aldım bu anahtarlığı. Bu onun ilk motorsikleti ve o bunu kendi parası ile almış. Şimdi nasıl bir elbise alacağımıza geldi. Sonunda lila renginde boyu dizimde, sıfır kollu şık bir elbise aldım kendime. Acaba beni bu elbise beni beğenir mi? Bu elbisenin içinde güzel olur muyum ?
Eve daha geç kalmadan ayrıldık mağazadan. Sinem:
-Amma da pahalı ve şık bir elbise aldın Ayşegül. Kızım parti yapıyoruz evde başka bir şey değil yani baloya falan gitmiyoruz. Ne bu özen böyle süs püs. Dedim ya kızım var bir şey sende. Ama sanma seni boş bırakacağım. Bu günlerde parti falan yoğunum ama işim biter bitmez seni çözeceğim bunu bil haa.
Diyerek beni iyiden iyiye de korkutuyor. Yine bir şey demiyorum. Adımlarımızı daha da hızlandırarak evlerimize varıyoruz. Acaba parti nasıl olacak.
Eve varır varmaz ilk işim elbiseyi denemek oluyor. O kadar çok yakıştı ki. Prensesler gibi oldum. Sanki üç beş yaş büyüyüp tam bir genç kız oldum. Odanın bir o köşesine bir bu köşesine yürüdüm. Kendi kendime dans ettim. Derken oda da kaç saat geçirdim bilmem. Annemin sesi ile irkilerek uyandım daldığım hayal dünyasından. Annemin mis gibi yemeklerinin kokusunu o zaman algılayabildim. Odayı hızlıca toplayıp yemek için salona çıktım. Her şey nefisti birde babamın teklifi yemeği daha da renklendirdi.
-Bu hafta sonu köye gidelim mi?
dedi. Hemen atıldım ben uzun zamandır görmüyordum köyü. Bütün akrabalarım köyde. Köy hayatı çok eğlenceli geçer her zaman.
Yarın akşamı iple çekiyorum. Yemeği yedik, sofra kaldırmada anneme yardım ettim. Annem de şaşırdı bu halime. Çünkü ben pek ev işi yapmasını sevmem. Odamı toplamak bile zor gelir bana. Zaten çoğu zaman annem toplar odamı. Bulaşıkları yıkamaya da yardım edince annem daha fazla dayanamayıp sordu:
-Neyin var Ayşegül iyi misin kızım farkında mısın ev işlerinde bana yardım ediyorsun. Bu büyük bir olay senin için. Bunun altında bir iş mi var yoksa?
Kadıncağız haklı ilk defa beni böyle görüyor. Belki heyecandan, belki sevinçten, belki de parti zamanının sabırsızlığından zamanın çabuk geçmesi için yardım ediyordum.
Bulaşık işinden sonra televizyon karşısına geçip akşam çaylarımızı da alıp sohbet ediyoruz. Ben evin küçük kedisiyim. Bir annemin kucağına bir babamın kucağına yatıyorum. Onlarda beni küçük bir çocuk gibi sevip şımartırlar.
Gece geç saate kadar oturdum onlarla, sonra odama geçip hemen uyumak istedim, ama yok ne uyku ne bir şey. Aklımda bu düşünceleri atıp bir uykuya odaklansam tamam uyuyacağım da yok yapamıyorum. Sabaha kadar öte dön beri dön zor ettim sabahı.
Okulda akşama kadar partinin mükemmel olması için planlar yapıp durduk. Yaptığımız planları defalarca tekrarlayıp eksiksiz olmasını istedik. İşte heyecan dolu dakikalar başladı. Okul dönüşü hemen hazırlanıp kıyafetlerimi de alıp doğru Sinemlere ya da Semihlere geçtim. Hemen ortamı hazırladık. Pastalar, börekler, tatlılar, kurabiyeler...
Her şey hazır. Salondaki koltukları kanepeleri kenara çektik, ortayı yeterince genişletip masaları ve servisleri koyduk, mavi renkteki kanepelere uygun mavi bir masa örtüsü serdik. Ortam göze muhteşem görünüyor. Birazda renkli ışıklandırmalar takarak daha da harika bir görüntü oluşturduk. Annesi ile babası da dayılarına gittiler. Birkaç arkadaşı daha geldi, ev yeterince kalabalık, simdi sıra Semih’i beklemekte. Bu bekleyişi kocasının iş dönüşünü bekleyen bir kadına benzettim. Tabi ben de iyice süslendim. Elbisemi giydim, saçlarımı bıraktım, bir de hafif makyaj süper oldum süper ya. Heyecan içinde onu beklemeye devam ettim. Semih’te fazla bekletmedi, kapı çalındı. Ben koştum kapıya (nerden bulduysam bu yetkiyi) tabi ışıklar kapalı sadece pasta mumları görülebiliyor. Ben o ortamı fırsat bilip Semih’in boynuna sarılıp kulağına kısık ve ince bir sesle ‘iyi ki doğdun’ dedim. Işıkların açılması korkusu ile kendimi toparlayıp uzaklaştım yanından.
Işıklar açıldı, Semih’in şaşkınlığı her halinden belli; benim boynuna atlamama mı, odanın durumuna mı, görmediği bazı arkadaşlarının da orda olmasına mı şaşırsın? Mumların eriyip bitmesine izin vermeden pasta meselesine geçtik. Semih önce bir dilek tuttu, acaba ne tuttu. Derin bir nefes alarak kuvvetli bir şekilde bütün mumları tek seferde söndürdü. Pastayı keserek ilk dilimi bana uzattı. Benim son derece korkmamın yanında o da o derece rahattı birilerinin bir şey anlaması konusunda. Ben bu korkularla pastayı yiyemedim. Boğazımda düğümlenip kaldı.
Herkes hediyelerini vermeye başladı. Ben de bir abi kardeş gibi hediyemi verip elini sıktım. O ara kalabalık içinde usulca elimi Semih’in cebine atıp ayrıyeten hediye olarak aldığım anahtarlığı bıraktım. Bana dönüp hafif ve sıcak bir gülücük attı.
İlk olarak dans müziği konuldu. Ben ilk dansı Sinem ile yapar diye düşünürken ilk sıraya beni aldı. Yanıma gelip elimden tutup beni kaldırdı. O şaşkınlıkla elim ayağım titreyerek kalktım yerimden. Yoğun duygular içindeyim. Sinem anlayacak diye çok korkuyorum, zaten kız şüpheleniyor. İlk defa herkesin içinde bu kadar samimi oluyoruz. Partide neler yaşandı bilmiyorum. İnsanlar eğlenebildi mi, memnun kaldılar mı? Hiç çevreyi inceleyemedim. Ben yine sadece ikimize odaklandım ve hala o dansta kaldı aklım. Öyle uzun bir süre birbirimize bakışıp, gülüşüp durduk. Aynı Yeşilçam aşıkları gibi. İçten içe de komiğime gitti bu durum.
Sinem ile ben ev sahibi durumundaydık. Servislerle ilgileniyoruz misafirlere hal hatır soruyoruz.
Mutfaktan ellerim tabaklı çıktım salona. Çıktım ama nasıl oldum o kareleri görünce. Semih bir kızla dans ediyor üstelik konuşup konuşup gülerek. O an elimdeki tabakları zor bıraktım masaya. Kan beynime sıçradı. Ben de bana neler olduğunu anlayamadım. Sinir mi oldum kıskandım mı neydi bu? Hiçbir tepki de veremedim. Bu cesareti kendim de bulamadım çünkü. Yüzümün kızardığıyla yüzümün düşmesiyle moralimin bozulması ile kaldım.
Parti bitti gece geç saatte eve geldim. O kadar yorgundum ki eve gelir gelmez üzerimi değiştirip yattım hemen ve öylece uyuya kaldım. Kafamda hiçbir düşüncenin canlanmasına izin vermeden uyumak istedim.
Sabah kalktığımda hala yorgunluğum geçmemiş, her yerim ağrıyor. Yine aralıklı kalan perdemin arasından gelen güneş yüzüme vuruyor. Akşam o yorgunlukla değiştirdiğim kıyafetim sandalyenin üzerinde kalmış. Saç tokamı ise masanın üzerinde duran kitapların arasına fırlatmışım. Bin bir zahmetle yatağımdan kalkıp tokamı bulup saçlarımı topladım. Elimi yüzümü ovuşturarak güneşe dönüp kocaman bir esnedim. Onca para verdiğim, maddi değerinden çok manevi değerinin olduğu bu elbisemin sandalye üzerinde sersefil olmasından rahatsız olup kalktım. Elbiseyi güzelce düzelttikten sonra elbise dolabıma büyük bir özenle yerleştirdim.
O arada telefonun çalması ile irkildim hemen koşup telefonu elime aldım. Baktım ki çalmasının nedeni saatinin alarmı imiş. Her zaman on dakika ertelediğim için yine alışkanlık işte ertelemeye almışım kapatmak yerine. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım.
İçeriden kapı açma kapama sesleri geliyor. Galiba annem de kalkmış. Onun kahvaltı hazırlamasına kadar bende odamı toplayıp çantamı hazırladım. Birini o köşeye birini bu köşeye attığım okul formamın parçalarının kırışmış olduğunu görünce iyice ütülemeye karar verdim. Birde saçımı yaparsam artık hazırım. Saçımı da yukardan topuz yaparak topladım. Çok farklı oldum her gün salkım saçak giderken bugün forma ütülü, saçlar toplu tam bir iş kadınına benzedim.
Son olarak odamın kalan dağınık yerlerini topladıktan sonra perdeyi ve pencereyi de açtım içeriyi havalandırmak için. Annem odamı ilk defa böyle görünce şaşıracak. Kahvaltı masasına geçip oturdum. Annem yine çok güzel bir kahvaltı masası hazırlamış. Az sonrasında babam da geldi, annem de çaylarımızı koyup oturdu.
Kız şimdi 20 yaşında ve hala hayata bir anlam vermeye çalışıyor. Bir yerden başlamak istiyor ama geçmişini de silip atamıyor.
Güzel bir gün daha başlıyor hayatımdan. Sabahları çok severim. Güneş, ağaç, traktör sesleri bana ayrı bir güzel gelir. İnsanlar yeni bir umutla atılmışlar yeni güne. Sokaktan insan sesleri gelir. Güneş penceremin perdesinin arasından bana göz kırpmaya çalışıyor. Bu güzellikler içimi o kadar rahatlatıyor ki aldığım her nefes bütün hücrelerime doping yapıyor. Bu hava ile doyuyorum sanki.
Birden annemin sesi geliyor mutfaktan:
-Hadi Ayşegül kahvaltı hazır kızım.
Ben zaten ‘sabahı güzel Silifke’ ile doymuştum. Bu söz burada kamyon arkası yazılar olarak kullanılır. Gerçekten de o zaman bir tek bana güzel görünmüyor bu cennet Silifke’m.
Gözüm birden saate takıldı saat yedi buçuğu geçiyordu. Eyvah okula geç kalacaktım. Bir şimşek hızı ile yataktan fırladım. Elimi yüzümü yıkadım, üzerimi giyinip sofraya oturdum. Hızdan dolayı tasarruf ettiğim zamanı rahat rahat sofra başında geçirdim. Çünkü kahvaltıyı çok severim hiç aceleye getirmek istemem. Tam tadını çıkara çıkara yaparım her zaman. Annem de öyle bir özenle hazırlamış ki sofrayı. Canım annem…
Babam da kahvaltı sevdamı bildiği için birde bendeki bu iştahı görünce:
-Hadi sen rahat rahat yap kahvaltını ben şimdi bırakır gelirim seni okula.
Babamın bu teklifi üzerine yolda geçirecek olduğum vakti de kahvaltı masasında harcadım. Sabahına doyduğum gibi kahvaltısına da doymuştum bu canım memleketimin. Artık daha fazla zamanım kalmadı. Hızlı bir şekilde ayakkabılığa yöneldim. Ayakkabılarımı en katından bu şişkin mide ile zorla eğilip aldım. O arada annem seslendi:
-Kızım ben bugün teyzenlere gideceğim sen okuldan geldiğinde evde olmayacağım haberin olsun tatlım.
Ben de ‘tamam’ der edası ile elimi kaldırdım. Babam beni çoktan arabada bekliyordu. Babama bir göz atıp gülümsedim. O da kornaya basarak karşılık verdi bana. Kuş gibi hafif hissediyordum kendimi. O kadar mutluyum ki ailemle bir gün bu büyü bozulursa diye çok korkuyorum. Ailemi çok seviyorum, memleketimi bir ayrı sabahını daha bir ayrı tabi.
Büyük bir gürültü yaratarak merdivenlerden paldır küldür indim. Sanki evi yıkayacağım. O hızla arabaya atladım. Ve babama gülerek:
-Gazla şoför bey.
dedim. O da:
-Tamam küçük hanım siz emredin yeter.
Diyerek gülümsedi. Ve bu sözlerime karşılık babamda İsmail YK’ dan bas gaza şarkısını açtı. Bu şarkıyı hiç sevmeme rağmen babamın jesti karşısında kendimi gülmekten ve eğlenmekten alamadım. Hatta bazı zamanlar da şarkıya eşlik ettiğim bile oldu.
Ne zaman geldik bilmem. Babamın freni ile inmem gerektiğini anladım. Yanağıma kocaman bir öpücük kondurduktan sonra:
-İyi dersler güzel kızım.
Dedi. Ben de ona öpücüklü bay bay yaptım en içten ve coşkulu bir şekilde.
Okulun kapısında beni en yakın arkadaşım Sinem karşıladı. Zaten hangimiz önce gelirse diğerimizi bekler kapıda.
Sinem bana uzun uzun bakıp önce ‘günaydın’ dedi sonra baştan ayağa inceden inceye bir süzüp;
-Ne bu sendeki bu güzellik, bu sevinç, bu neşe
Diyerek muzip bir gülümseme attı. Ben de ‘hiç’ demeye getirerek başımı sallamaya kalmadan zil çaldı. Her sabah büyük bir eziyet gibi gelen şu sıralara geçme işini de bitirdikten sonra teker teker sınıflarımıza geçtik. İşte yeni bir günün yeni bir dersine giriyoruz.
Sinem benim en candan arkadaşım kardeş gibi o benim için. Okulda hep beraber dolaşırız evde birbirimize çok sık gider geliriz. Onunla sık sık çarşıya çıkar gezer tozarız. Birbirimizden hiçbir şey saklamayız. O benim her şeyimi bilir ben de aynı şekilde onun her şeyini. Arkadaşlığımız çoğu kişileri kıskandıracak seviyede. Bazen birbirimizi eleştirip hoşumuza gitmeyen yönleri açık açık söyleriz. Sonra bu eleştiriler doğrultusunda o eksik yönlerimizi telafi etmeye çalışırız. Hatta bazı zamanlarda kendimize itiraf edemediğimiz şeyleri karşıdan duymak daha da iyi geliyor. Böylece arkadaşlığımız hiç pürüzsüz devam ediyor ve hatta bu sayede daha da derinleşiyor.
Konuşmalarımız o kadar samimi ve açık ki onunla konuşurken sanki kendimle konuşurmuş gibi hissediyorum. Acımı, öfkemi, sevincimi, kıskançlığımı… Her şeyimi ama her şeyimi söylerim ona.
Sınıf arkadaşlarım beni hep şımarık, ukala, kendini beğenmiş bir kişi olarak görür. Gerçekten de öyle miyim bilmiyorum. Belki de bir evin bir çocuğu olmamdan kaynaklanan bir durumdur bu. Evet bir evin bir çocuğuyum. Bu dünyada benim için bir annem bir de babam var. Bir kardeşimin olmasını çok istedim ama olmadı. Benim de bir kardeşim olsun ona ablalık yapayım, ona bir şeyler öğreteyim çok istedim. Bir taraftan da anne ve babamın üzerime bu kadar çok düşmelerini biraz olsun hafifletmek için. Bu kadar çok ilgi ve alakadan bazı zamanlar sıkıldığım da oluyordu. Tek çocuk olunca bütün hayallerini benim üstümü kuruyorlar alabildiğine mükemmel olmam isteniliyor. Benim tek kardeşim Sinem.
Bu yıl sınava gireceğiz. Sinem bu sınav için çok çalışıyor çokta zeki bir kız. Ama ben yıllar yılı sevmedim bu dersleri. Ama tabi ki de çalışmasam da sevmesem de bende herkes gibi bu sınavı kazanma ve iyi bir liseye gitmek istiyorum.
Sinem bazen bize gelir, bazen beni evlerine götürür, zorla dersin başına oturtup bana da bir şeyler öğretmeye çalışır.
Son ders matematikti öğretmen herkesi tahtaya çıkartıp problem çözdürüyordu. Evet lanet olsun ki sıra bendeydi. Şu matematiği ömrüm boyunca sevmedim ve sevmeyeceğim gidecek. Ayaklarım zorla beni tahtaya götürdü ve öğretmen soruyu tahtaya yazdırdı. Sinem bu konuyu bana defalarca anlatmasına karşın hiç bir şey anlamamıştım. Çünkü anlamak istemiyordum. Beynimi aklımı kapatıp tek bir bilginin bile girmesini engelliyordum. Artık kafamı öğrenmemeye odaklandırmıştım. Sevmiyorum işte nasıl sevebilirim ki!
Sinem de gözlerimin içine içine bakıyor, yapabileceğime inanıyordu. Ama soru bana o kadar zor geliyordu ki hiç bir şey düşünemiyorum. Kafam büyük bir boşluk içinde kafamdan hiçbir bilgi çıkmıyor bu soru hakkında. Soruya bir öyle bakıyorum bir böyle bakıyorum ama yinede olmuyor. Yüzüm türlü renklere boyanıyor. Suratımda büyük bir sıcaklık ve yanma hissediyorum. Öğretmende bir müddet bekledikten sonra soruyu çözemeyeceğimi anlayınca hiddetli bir şekilde bir şeyler söylemeye başladı. Ama ne dedi hiç bilmiyorum ve hatırlamıyorum. Tahtadaki o mahçupluğum ile bütün algılarım kapanmış vaziyette idi adeta. Öğretmenin yüzü ve ses tonu değişe değişe bir şeyler söyledi. Bazen sesi alçaldı bazen yükseldi. El kol hareketleri yapa yapa bağırmaya devam etti.
En son arka sıralardan Cemal’in kahkahası ile kendime geldim. Bütün duygularım yerini öfke ve sinire bıraktı. Öğretmenin ‘yerine otur’ komutu ile bin bir diz titremesi ile yerime geçip Cemal’e sinirli bir bakış attıktan sonra başımı önüme eğdim. Hemen arkasına teneffüs zili çaldı. Sinem hemen yanıma geldi. O gelince bir kat daha kızardım, bir kat daha utandım ve kendimi aşağılık bir varlık gibi hissettim. Sanki bana ‘seni o kadar çalıştırdım hiç mi bir şey anlamadın insan bu kadar mı beyinsiz olur aptal mısın sen’ diyeceğini düşündüm ve beklemeye başladım. Zaten ne dese haklı kız. Ama kızcağız hiç de öyle demedi. Canım arkadaşım sağ olsun beni teselli etmeye çalıştı. Böyle bir durumda bile bana yardım etmeye çalıştı. Öylesine güzel başlayan bir gün böyle kötü bitebilir miydi? Evet demek ki oluyormuş, öyle başladı ve böyle bitti işte. Kendimi çok aptal hissediyorum.
Canım yürümek istedi. Sinem’e bu teklifi yaptığımda ‘bana uyar’ der gibi başını salladı sadece. Kitaplarımı çantaya koyup moralimin eksilerde gezdiği bir durumda kızarık yüzle ayaklarımı sürüyerek sınıftan en son biz çıktık. Sinem koluma girmek istedi candan bir tavırla. Belli ki o da yürüyecek halimin olmadığını anladı. Yavaş yavaş evin yolunu tuttuk.
Söylenecek fazla bir şey yoktu aslında. ‘Lafı hangimiz açacak acaba’ diye bekledim. Kafamda hala o tahtadaki durumum vardı. O halim gözümün önünden hiç gitmiyor. Rezilliğin en alasını yaşadığımı biliyorum. Hoca da bütün sinirini benden çıkardı. Sanki sadece ben mi yapamadım başka yapamayanlarda vardı halbuki.
Büyük bir sessizlikten sonra Sinem:
-Hadi bize gidelim bir şeyler yaparız hmm ne yapalım ne yapalım hah tamam buldum senin sevdiğin kurabiyelerden yapalım oldu mu?
Dedi neşeli bir sesle bendeki bu havayı dağıtmak için. Canım hiçbir şey istemiyor. Utancıma ve rezilliğime yeterince doydum zaten canım en sevdiğim kurabiyeyi bile istemiyor. Bir an düşündüm annem sabah ‘sen okuldan geldiğinde evde olmayacağım’ demişti. Şimdi evde yalnız daha da kötü olurum. İsteksizce ve kısık sesle ‘tamam’ dedim.
Onun evi biraz daha ilerde bizim evden. ‘Sen git ben eve varayım üzerimi değiştirip çantamı koyup geleyim’ dedim.
Bin bir çile gibi gelen, sabah sevinç içinde büyük bir gürültü ile indiğim merdivenlerden şimdi büyük bir ruh çöküntüsü içinde yavaş yavaş sanki merdivenlerin kırılıp incinmesinden korkar gibi çıktım. Elimi cebime attım yok, çantama baktım yok, bir daha cebime baktım yine yok nerde bu anahtar nerde ise çıksın artık beni uğraştırıp durmasın off. Kapının anahtar deliğinden bir baktım ayakkabılığın önünde bana beni delirtir gibi sırıtıyor anahtar. Sabah ayakkabılarımı alırken düşürmüş olmalıyım. İsyanlar içerisinde söylene söylene Sinemlerin evinin yolunu tuttum. Kapıyı çaldım annesi çıktı o da çarşıya gitmek üzereymiş. Yavaşça ‘iyi günler’ deyip yüzümün bu halini görüp bir şeyler sormasına fırsat vermeden, üzerini değiştirmek için odasına giden Sinem’i yakaladım. ‘ ne oldu da üzerini değiştirmedin’ der gibi yüzüme baktı. Onun sormasını beklemeden bir çırpıda anlattım olayı.
-Hadi gel sana da bir şeyler vereyim de giy.
Dedi. Bende ‘yani zahmet olmazsa’ der gibi bir bakış attım. Üzerimizi giyindik ikimizde birbirimize bakıp ‘ikimizde Sinem olduk’ dedi. Bir kahkaha koptu o an. Bir an için bendeki kasvetli hava dağıldı. Tekrar aklıma o olay gelince eski halime döner gibi oldum. Sinem hemen atıldı:
-Aaa tamam artık kızım gül biraz boş ver artık.
Diyerek beni hayata döndürmeye çalışıyor bende bir değişme olmadığını görünce elleri ile yanağımın iki yanından da çekerek gülümsememi istedi.
-Evet canım şimdi oldu böyle ol tamam mı bak sakın eski moduna döneyim deme. Eee şimdi aşçılık işine başlayabiliriz. Ama önce bir yorgunluk kahvesi içsek iyi olur değil mi? Kendimize geliriz biraz.
Diyerek kendi mutfağa geçip beni de salona yönlendirdi. Sinem kahveyi çok güzel yapıyor. Kahvelerimizi alıp salona geçtik daha ilk yudumu alır almaz kapı açıldı. Gelen Sinem’in abisiydi. Sinemler üç kardeşler; bir abisi bir de kardeşi var. Çok özeniyorum bunların bu kalabalık ailesine. Bizim ev gibi sessiz sakin değil cıvıl cıvıl bir aile ortamları var. Sinem evin büyük kızı konumunda. Ailesi ona tam bir yetişkin gibi davranıyorlar. Ona bir şeyler güvenirler o şeyi yapabileceğine de inanırlar. Bense ailenin küçük kedisi.
Semih’i sadece Sinem’in abisi olarak biliyorum. Evlerimizin çokta uzak olmamasına rağmen pek konuşmuşluğumuz da yoktur. Beni görünce hafif bir gülümseme ile:
-Hoş geldin.
dedi. Bende ince bir ses tonu ile:
-Hoş bulduk teşekkür ederim.
diyerek başımı salladım. Hiç beklemediğim bir anda:
-Çok güzel olmuşsun.
diye bir ses geldi ondan kıyafetlerin Sinem’in olduğunu anlayarak. Bu sözlerle ruhumun hafif bir şekilde okşanıldığını hissettim. Yüzümde utangaç bir ifadeyle gülümsedim sadece, onun bu inceliğine karşılık. İzninizle deyip kapıdaki konuşmaya son verip odasına geçti. İçerden paldır küldür sesler gelmeye başladı biraz sakardı galiba bir şeyler düşürüyordu durmadan. Neyse ki uzun bir süreden sonra odadan çıkabildi. Yanımıza gelip oturdu. Sinem abisini inceden inceye süzdükten sonra:
-Ne o abi bir yere mi çıkacaksın?
Diye sormadan edemedi. Abisi de bu sorunun üzerine hafif bozularak;
-Yok hayır canım buradayım hiçbir yere gitmiyorum.
Diyerek karşılık vermeye çalıştı. Abisinin bu soru üzerine utandığı çok belliydi. Çünkü her zamankinden farklı olduğunu anlamıştı kardeşi üstelik başka bir kızın yanında söylüyordu bunu.
Evet anlaşılmayacak gibi değildi. Sinem hala abisinin bu haline anlam veremeyip sormaya devam etti:
-Birini mi bekliyorsun misafirimiz mi gelecek yoksa?
Diye ısrar edince Semih bu sefer sessiz kalıp cevap vermedi.
-Sen bana da bir kahve yapsana.
Deyip Sinem’i mutfağa gönderdi. Gözlerimiz bir an çakıştı, ben hemen önüme eğilip kahvemi yudumlamaya çalıştım. O da tatlı bir gülümseme ile hala bana bakmaya devam ediyor. İçim bir tuhaf oldu kendimi daha önce hiç böyle hissetmemiştim. İçim kıpır kıpır oldu elim ayağım titredi koltuğun üzerinde kaskatı kesildim. Bazı şeyleri kendime itiraf etmekten korkuyorum. Ben büyüdüm mü acaba ilk defa bir erkek bana böyle davranıyor, bir genç kız gibi görüyordu. Ama annem babam beni hala ‘küçük kedim’ diye sever beni dizlerine yatırıp başımı okşarlardı. Babam hala bana çocukluğumdaki gibi akşamları mutlaka küçük hediyeler getirir. Her akşam babamın elindeki poşette ‘bana ne getirecek acaba’ diye beklerim. Belli ki onların küçük kızıydım ama acaba başkasının büyük aşkı mıydım? Ayy ben de anın da yazdım ne aşkı ya. Hiç mi selam verip konuşmayacaktı ben de hemen başka yöne çekerim olayı ya. Ama nedense kendimi hala böyle düşünmekten alamıyorum. Bilmiyorum ya ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı, ne anlayacağımı.
Biz, Sinem kahveyi yapıp getirinceye kadar hiç konuşmadık. O bana baktı ben de önüme… Sinem kahve fincanı ile içeri geldi. Sanki görücüye çıkmış genç kızlara benziyordu. Abisine kahveyi uzattıktan sonra oturacaktı ki ben hemen atıldım:
-Hadi kurabiyeleri yapmaya başlayalım.
Abisi:
-Aaa kurabiye mi yapacaksınız ooo ziyafet var o zaman bugün.
Diyerek bir kurabiyeyi bu kadar ziyafet aşamasına getirecek kadar abarttı. Sinem şaşkın bir yüz ifadesi ile:
-Dur kızım az oturalım, daha çok kurabiyeler yaparız ne acele ediyorsun. Bak aklıma bir şey geldi sen bu gece bizde kalsana sabaha kadar oturur, konuşur, kurabiye yaparız felekten bir gün çalarız.
Dedi. Ben bu teklifi hiç beklemiyordum. Bir an gözüm Semih’e gitti onda da ayrı bir istek vardı kalmam konusunda. Hemen kendime gelip:
-Bilmem ki.
diyebildim sadece. Sinem:
-Ben hemen anneni arıyorum.
Diyerek telefona koştu. Hiç bir şey diyemedim, düşünemedim. Bir yanım kalmak istedi bir yanım ‘kötü mü olur acaba’ dedi. Hemen öbür yanımı bastırıp tercihimi kalmaktan yana kullandım. Bu tercihten Semih’in de memnun kaldığı her halinden belliydi.
Kahveleri bitirip, kurabiyeleri yapmaya geçmeden önce akşam yemeği yapalım diye düşündük. Önce hep beraber bir akşam yemeği menüsü oluşturduk. Sinem abisinin, bu hareketlerine bir anlam veremiyordu hala. Abisi de kendisini bizim sohbetin içine atıyor, bizim yemek maceramıza dalıyordu. Hep beraber mutfağa geçtik.
-Salatalar benden.
diyerek; hemen mutfağa koştu Semih. Pilav bana yemek de Sineme kaldı. Hepimiz büyük bir iştah ve sevinç içinde işe koyulduk. Hepimiz yemeğimizi büyük bir özenle yapıyoruz. Tam işe dalmıştım ki; Semih benden domates poşetini uzatmamı istedi… Ben o hız ve heyecanla domates poşetini Semihin koluna çarptım, mahcupluk ve utanç içerisinde:
-Özür dilerim affedersin, acıdı mı?
Diyerek kolunu tutup bakacaktım ki; elimi tutuverdi.
-Bir şey olmadı canım önemli değil.
Deyip, o gülümsemesinden birini daha yaptı. Bana ‘canım’ dedi. Bu samimiyet neydi böyle? Zaten elimi tutmasıyla heyecanım bir kat daha arttı. O an tek yapabildiğim anlamsız anlamsız gülümsemekti. Büyük bir duygu kalabalığıyla pilavıma geri döndüm. Kısa bir süre sonra da marulları istedi. Bu sefer daha dikkatli bir şekilde:
-Buyur kazazede.
Diyerek marulları yavaşça uzattım. Büyük bir kahkaha ile gülüştük o an. Yemek maceramız keyifli bir şekilde devam etti. Büyük bir özenle pişirdik her şeyi. Biraz sonrasın da annesi de büyük bir yorgunlukla çarşıdan geldi. Bu güzel yemekleri görünce çok şaşırdı, sevindi ve:
-Teşekkür ederim küçük aşçılar, bende bu yorgunlukla nasıl yemek yapacağım diye kara kara düşünüyordum.
diyerek bizleri şımarttı. Annesi odasına geçip hazırlanırken küçük aşçıları da masayı donattı ve kapı tekrar açıldı. Bu sefer gelen babası idi. Bizi masa hazırlarken gören babası büyük bir ‘ooo’ diyerek karşıladı. Biz masayı hazırlarken, onlarda ellerini yıkayıp sofraya geldi, hep beraber güzel bir akşam yemeği yedik.
Annesi ile babası, Sinem ile kardeşi, benimle de Semih karşı karşıya oturduk yemek masasında. Sanki hiç kimse yok da baş başa bir akşam yemeği yiyor gibiydik semihle. Ben bu duygular içinde gelip giderken, Semih benden tuzluğu uzatmamı istedi ve yine bir kahkaha ile verdim tuzluğu. Artık aramızda bir espri haline gelmişti bu.
Yemekler yenildi, bulaşıklar yıkandı, sıra kurabiyeleri yapmaya geldi. Kurabiyeleri Sinemle ikimiz yaptık, öbür aile fertleri ise salonda televizyon izledi. Sinemle mutfakta rahat rahat dedikodular yaptık. Lafı abisine getirmesi beni fazlasıyla heyecanlandırdı. Bana muzip bir gülümsemeyle bakarak veya benim öyle hissetmemle:
-Şu ağabeyim de bizi hiç yalnız bırakmıyor, ne bunun derdi bilmem çok garip, aslında benim bulunduğum ortamda hiç bulunmak istemezdi çünkü; pek anlaşamayız ağabeyimle.
Dedi. Bense:
-Sorun değil varsın otursun bizimle, ne olacak sanki bir zararı mı var?
Diyerek saçma sapan, anlamlı anlamsız bir şeyler gevelemeye çalıştım. Kurabiyeleri fırına verirken bir de yanında sıcak çay yaptık. Kurabiyelerin pişmesini beklerken, bizde Sinem ile mutfakta koyu bir sohbet kurduk. Çay da kurabiye de hazır olunca güzel bir servis yapıp salona gittiğimizde kimse kalamamış herkes yatmıştı, ama biri hariç!
Bütün gece hep konuşup gülüştük, gece yarısına doğru havalar soğumaya başlayınca Sinem içeriden battaniyeleri alıp geldi. Hep beraber oturup yaptığımız sakarlıkları konuşup eğlendik. Bu gece sayesinde Semih hakkında bir sürü şeyler öğrenmiş oldum, aslında Semih de Sinem’in anlattığı kadar sıkıcı biri değil, tam tersi oldukça eğlenceli ve hoş birisi imiş.
Derken biran gözlerimi araladım ki, hepimiz koltuklarda uyuya kalmışız ve Semih’i baş ucumda üzerimi örterken görüyorum. Benim şaşkın bakışlarım karşısında yine tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdi bana. Bu davranışı ne amaçlı idi? Bir ağabey olarak mı, misafirim diye mi yoksa … Hiç bir şey bilmiyorum, kafam karmakarışık belki de bu olayları böyle anlamam benim bir yanılmamdı. Yine böyle düşüncelere dalarak, battaniyenin altında hiç gözümü kırpmadan sabahı ettim. Bütün bu bilinmezlikler içinde o sabah Sinemlerden nasıl çıktım bilmiyorum. Kıyafetlerimi ve çantamı toplayıp doğruca eve geçtim.
Çabuk çabuk hazırlanıp hiç aynaya bile bakamdan kendimi yola attım. Saçımı başımı yolda gide gide düzeltirim dedim.
Üstümü başımı düzeltirken; birden arkadan bir sesin geldiğini duydum. Biri bana sesleniyordu. Arkamı dönüp bakmaya kalmadan burun buruna geldik.
-Kravatın…
diyerek bana uzattı, tabi ki de bu Semih idi. Kravatımı sabah acele ile çıkarken Sinemlerde düşürmüşüm, evde de aynaya bakmadığım için yokluğunu fark edemedim. Bana uzattığı kravatı aldım ve taktım. Öyle bir güzel koku vardı ki bütün benliğimi etkisi altına almıştı, belli ki kendi parfümünü sıkmış kravatına. Biran ki sesizlikten sonra kısık ve utangaç, biraz da masum bir sesle:
-Arkadaşın var mı ?
Deyince o an afalladım, ayağımı burktum ve düşeyazdım. Semih beni hemen tuttu, ve bir süre onun kollarında kalakaldım. Çünkü bütün vücudum ve beynim adeta sarhoş olmuştu bu soruyla. Bu nasıl bir soruydu ki? Yüzüm her zaman ki gibi kıpkırmızı kesildi. O sorunun cevabı da öylece gümbürtüye gitti. Bu da benim işime geldi tabi ki. Tekrar sormasından korktuğum için adımlarımı hızlandırdım. Ben hızlandırdıkça yol uzadı sanki. Soğuk terler döktüm. Sonunda yol ayrımına varıp:
-İyi günler.
deyip son sürat okula attım kendimi. Her zaman sıkıcı gelen bu okul, bu durum karşısında bana bir kurtarıcı gibi geldi. Kapı da yine beni Sinem karşılıyor, bana her an bir şey diyeceğini zannediyordum. Olanları bilse ne derdi acaba? Hiç hayal bile edemiyorum.
O günün nasıl geçtiğini anlayamadım, bütün gün boyunca, olanları Sinem’e anlatsam mı, anlatmasam mı diye düşündüm durdum.
Akşam yine dalgın bir şekilde olanlara anlam vermeye çalışırken, telefonumun sesiyle kendime geldim. Bilmediğim bir numaradan bir mesaj:
-İyi akşamlar ben Semih.
Defalarca okudum, ne yapacağım şimdi ben, cevap yazsam mı yoksa yazmasam daha mı iyi olacaktı, ya da yazayım ama ‘ben Ayşegül değilim’ ayaklarına mı yatsam.
Kalbimin sesini dinledim ve bu cevabı yazdım:
-İyi akşamlar.
Mesajın gitmesi ile cevabın gelmesi uzun sürmedi.
-Yarın akşam canlı müzik dinlemeye gider misin?
Bu nasıl bir soru pat diye? Ben şimdi ne yapacağım, bu ne hız böyle? Ne cevap vereceğim, evet mi yoksa hayır mı? Tabi ki yine hayır diyemiyorum, bir şeyler beni yönlendiriyor sanki. Her şeyi akşına bıraktım, artık aklımla değil, duygularımla hareket ediyordum.
Eee şimdi mesajı nasıl yazacağım? Evet mi, tamam mı, olur mu… heyecanım o kadar fazla ki elim telefonu dahi tutmuyor, tek kelime yazabilmek için bile dakikalarca uğraşıyorum. Ne yazdım bilmem. Saatini ve yerini yazıp hiç beklemeden cevabı gönderdi.
Eee Ayşegül ne yapacaksın şimdi, ne giyeceksin, nasıl süsleneceksin. Aaa en önemlisi nasıl izin alacaksın, yoksa yalan mı söyleyeceksin? Evet en sevmediğim şeydir yalan söylemek ama ne diyebileceğim ki başka? Her şeyi de apaçık da söyleyecek halin yok ya kızım! Eee bulacağız artık bir yalan ister istemez. İçim kıpır kıpırdı, kalbim kanatlanıp uçmuş konacak yer arıyordu sanki. Zaten konmasına da az kaldı.
Artık Sinem’le aramıza biraz soğukluğun girdi bariz belli idi, yani ben öyle hissediyor ve öyle davranıyordum. Artık ona her şeyimi anlatamıyorum.
Okul o gün nasıl geçti anlamadım, daha nasıl geçmedi. Sabahtan akşama kadar hep o buluşmayı düşündüm. Okul çıkışı eve hızlı adımlarla gittim, hemen ne giyeceğimi saçımı nasıl yapacağımı karar verdim. O kadar düşünmemin ardından, bir kot bir de mevsimlik şık bir tişört giymekte karar kıldım. Saçlarımı bıraktım, saçlarım belime kadar uzanıyor, bir parfüm ve sade bir makyajla da tam bir genç kız olmuştum.
Anneme odamdan seslenerek:
-Sinemlere gidiyorum.
dedim. Ve annemin benim bu halimi görmesine izin vermeden evden çıktım. Hava kararmıştı, az da korkuyordum karanlıktan, ürkek bir şekilde bahçe kapısından çıkıp kendimi sokağa atar atmaz, birisinin bana doğru yaklaştığını gördüm. Korkum biraz daha arttı, sokak lambasının altına geldiğinde onun Semih olduğunun farkına vardım. Ne kadar da şıktı bu böyle. Bu sefer korku yerini kat kat heyecana bıraktı. Ellerim buz gibiydi ama yine de terliyordu. Yüzümde donuk bir ifadeyle gülümsemeye çalıştım. O da elini uzatıp;
-Merhaba iyi akşamlar
Diyerek elimi sıktı hafiften. Beraber yavaş yavaş yürümeye başladık, uzun bir süre sessiz kaldık, konuşacak bir şey bulamıyoruz çünkü. O da böyle durmaktan sıkılmış olacak ki, havadan sudan sohbet etmeye çalıştı. Ben ise ‘evet, hayır, haklısın…’ gibi manasız ve alakasız birkaç kelime söyleyebildim.
Biraz yürüdükten sonra, artık parka geldik. Yüzüme bakarak;
-Daha iki saat var müzik olayına, gel biraz şöyle yürüyelim.
Ben biran afalladım iki saat uzun bir süreydi, birazda müzikle geçecekti, oldu mu sana en az üç saat. Zaten çok utanıp sıkılıyorum, nasıl geçecek o kadar saat diye düşünürken,
omzumda bir elin varlığının beni sardığını hissettim.
-Üşüdün herhalde.
dedi. Hiç farkında olmadan kollarımı ovuşturmuşum sanırım. Heyecandan ve manzaranın güzelliğinden üşüdüğümü bile fark edememişim. Manzara o kadar güzel ki beni adeta büyülemişti. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıldı, küçük gösterişli havuz ayrı bir hava veriyordu ortama. Ve yan taraftan akan küçük dere doğal bir esinti ve serinlik katıyordu. Her şey mükemmel, böyle bir güzellikleri daha önce hiçbir arada görmemiştim sanırım. Evimizin buraya çok uzak olmamasına rağmen, hiç böyle bir ortamda bulunmamıştım.
Sakin, sessiz bir yere geldiğimizde ceketini çıkarıp çimenlere serdi ve üzerine uzanıp yıldızları seyretmeye daldık. Sanki bir rüyada idim. Bana yine o korktuğum soruyu sordu? Bende artık bu sorudan bir kaçışın olmadığını anlayarak:
-Daha önce çıktığım biri olmadı.
dedim. Yani benim ilkti. Ama onun ki biraz kabarık idi. O anlattı ben dinledim, bu kadar çok kişi ile çıkması beni birazda tedirgin etmedi de değil. Acaba ilişkileri neden kısa süreli olmuştu hep? Bende bu listeye eklenmekten korkuyorum. Tabi ki bu düşünceleri kendi kafamda kuruyordum.
Arkadan yavaştan müzik sesleri gelmeye başladı. Bu müzik adeta bu muhteşem manzaranın dili olmuştu. İşte ben o an biraz daha büyülendim. Artık Semih’e daha da yakındım ve ona güven duymaya başladım, kurduğum düşünceler yavaş yavaş aklımı terk ediyor. Uzun uzun konuşmaya devam ettik her şeyi. Semih benden dört yaş büyük ve üniversite sınavına hazırlanıyordu.
Birden havai fişekler patlamaya başladı, Semih beni cennete getirmişti sanki. Her şey harika ötesiydi. Bir ara gözüm saate gitti, saati görünce şoka girdim, saat on ikiye geliyordu! Çok geç kaldım! Apar topar toplanıp çıktım oradan bu aceleliğimi Semih de anlayışla karşıladı, hızlı adımlarla eve doğru yürüdük. Eve yaklaşmıştık artık ayrılmamız gerekiyordu, maazallah biri görür, Sinem, annemler öğrenir, kötü olur.
Semih’e dönerek (ellerimiz zaten tutuşuk) her şey için teşekkür edip yanağına masum bir buse kondurdum ve o an hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. Sonradan bu davranışımdan çok utandım ama yine de pişman değildim. Evin kapısına varıp arkamı döndüğümde, hala bıraktığım yerde beni izliyor. Yine hiç hızımı kaybetmeden içeriye girdim ve kimseyi uyandırmadan sessizce odama geçtim. Öylece yatağımın üzerine uzandım. Yüzümde masum bir gülümsemeyle olanlara bir anlam vermeye çalıştım taa ki sabah ezanıyla irkildim. Evet hiç uyumadım; ama hala aynı başladığım yerdeyim yani bir anlam vermeye çalışıyorum. Sonuçta belliydi sorgusuz sualsiz sevgiliydik artık biz… Gece uzandığım yerden sabah öylece uykusuz olarak kalktım. Bu sabah her şey farklıydı artık o eski sabahların güzelliğini tadamıyorum yani fark edemiyorum, o güzellikleri düşünüp hissetmekten daha önemli meşgul olabileceğim bir şeyim var.
Yola çıktım okula gitmek için acaba arkamdan yine Semih gelir mi ‘Ayşegül’ diye çağırır mı? Diye hayal kurarak yürürken evet evet duydum ‘Ayşegül’ dedi. ‘Ah Semih beni mi takip ediyorsun ya’ diye iç geçirdim. Hemen yüzüm kızardı elim ayağım titredi heyecandan ölmek üzereyim. Arkamı döndüm ve baktım ki beni çağıran Sinem’di.
-Sen miydin?
deyivermişim bu lafıma hem ben bozuldum hem de Sinem bozuldu. Ne kadar salağım seslerini ayırt edemeyecek kadar hem de. Seslerini ayırt etme gibi bir düşünce oluşturmadım kafamda zaten. Bu seslenişi hayal edince direk ‘o’ dedim. Ben kendimce bu kavgaları ederken Sinem bana yetişti. İmalı imalı bakışlarla beni baştan ayağa ince ince süzerek:
- Ne oluyor sana böyle Ayşegül. Beni neden sabahları beklemez oldun, ayrıca bu güzellik ne böyle düğüne mi gidiyorsun kızım? Yoksa söyle bakalım hayatında biri mi var? Hadi bana anlat kim bu şanslı delikanlı?
Diyerek muzip muzip sırıttı, tabii ben pancar gibi oldum. Korktum acaba bir şeylerden mi şüphelendi Semih olduğunu öğrenirse ne yapar. Belki de bir şey demez sus kızım ya Poliyanna gibi düşünme. Yaptığım şey Sinem’i nasıl üzer? Yine de her şeyi göze alıp anlatsam mı? Biz birbirimizden hiçbir şeyi saklamayız ama.
Ben bu düşüncelerle boğuşurken koluma girip:
-Tamam tamam hemen utanma canım bir şey olsa bana anlatırdın zaten değil mi? Hadi gidelim gel.
Anlatır mıydım anlatırdım evet ama niye anlatmıyorum veya niye anlatamıyorum. Biraz da Sinem’in beni dürtmesiyle sıçrıyorum ‘yardım edersin değil mi?’ diyor.
-Ne ne, ne yardımı pardon bir şey düşünüyordum canım affedersin.
Diyerek durumu kurtarmaya çalıştım.
-Anladım anladım kızım sen acayip aşık olmuşsun.
Diyerek takıldı yine. Alnımda mı yazıyor ya bu kız hemen hemen öyle diyor.
-Yarın akşam abime sürpriz doğum günü partisi yapacağız. Yarın okul çıkışı bize gelip yardım eder misin hazırlıklara?
O an donup kaldım. Kendimde ‘evet’diyecek cesareti bulamadım bir an.bu kadar özel bir günde onunla olmak ona yakın olmak…Ne yapacağım ben ya o kadar kalabalıkta annesi de babası da olur herhalde.
Bu soruya cevap olarak sadece başımı sallayabildim. Eee hediye olarak ne alacağım?
-Bugün okul çıkışı alışverişe gidelim o zaman.
Dedim. O da :
-Tamam tamam zaten hediye ve parti için alışveriş yapmam lazım benim de.
Dedi.
Bugün okul nasıl geçti neler işledik neler yaptık inan ki bilmiyorum. Aklım hep ‘ ne giyeceğim, ne yapacağım, ne hediye alacağım ve en önemlisi partide nasıl davranacağım’ da.
Çıkışta hemen gittik parti için birkaç süs bir de o bizim meşhur kurabiye için malzeme aldıktan sonra pastaneye pasta siparişi verdik. Bu arada onun çilekli pastadan hoşlandığını da öğrendim ve işte son nokta olarak hediye ve kıyafet işi kaldı. Sinem ile birlikte şık bir tşört aldık benim hediye olarak. Birde o arada küçük kalpli şık bir anahtarlık alıp Sinem’in haberi olmadan hediyelerin yanına koydum. Bu benim ona özel olarak vereceğim bir hediye olacak. Semih ‘in motorsikleti var onun için aldım bu anahtarlığı. Bu onun ilk motorsikleti ve o bunu kendi parası ile almış. Şimdi nasıl bir elbise alacağımıza geldi. Sonunda lila renginde boyu dizimde, sıfır kollu şık bir elbise aldım kendime. Acaba beni bu elbise beni beğenir mi? Bu elbisenin içinde güzel olur muyum ?
Eve daha geç kalmadan ayrıldık mağazadan. Sinem:
-Amma da pahalı ve şık bir elbise aldın Ayşegül. Kızım parti yapıyoruz evde başka bir şey değil yani baloya falan gitmiyoruz. Ne bu özen böyle süs püs. Dedim ya kızım var bir şey sende. Ama sanma seni boş bırakacağım. Bu günlerde parti falan yoğunum ama işim biter bitmez seni çözeceğim bunu bil haa.
Diyerek beni iyiden iyiye de korkutuyor. Yine bir şey demiyorum. Adımlarımızı daha da hızlandırarak evlerimize varıyoruz. Acaba parti nasıl olacak.
Eve varır varmaz ilk işim elbiseyi denemek oluyor. O kadar çok yakıştı ki. Prensesler gibi oldum. Sanki üç beş yaş büyüyüp tam bir genç kız oldum. Odanın bir o köşesine bir bu köşesine yürüdüm. Kendi kendime dans ettim. Derken oda da kaç saat geçirdim bilmem. Annemin sesi ile irkilerek uyandım daldığım hayal dünyasından. Annemin mis gibi yemeklerinin kokusunu o zaman algılayabildim. Odayı hızlıca toplayıp yemek için salona çıktım. Her şey nefisti birde babamın teklifi yemeği daha da renklendirdi.
-Bu hafta sonu köye gidelim mi?
dedi. Hemen atıldım ben uzun zamandır görmüyordum köyü. Bütün akrabalarım köyde. Köy hayatı çok eğlenceli geçer her zaman.
Yarın akşamı iple çekiyorum. Yemeği yedik, sofra kaldırmada anneme yardım ettim. Annem de şaşırdı bu halime. Çünkü ben pek ev işi yapmasını sevmem. Odamı toplamak bile zor gelir bana. Zaten çoğu zaman annem toplar odamı. Bulaşıkları yıkamaya da yardım edince annem daha fazla dayanamayıp sordu:
-Neyin var Ayşegül iyi misin kızım farkında mısın ev işlerinde bana yardım ediyorsun. Bu büyük bir olay senin için. Bunun altında bir iş mi var yoksa?
Kadıncağız haklı ilk defa beni böyle görüyor. Belki heyecandan, belki sevinçten, belki de parti zamanının sabırsızlığından zamanın çabuk geçmesi için yardım ediyordum.
Bulaşık işinden sonra televizyon karşısına geçip akşam çaylarımızı da alıp sohbet ediyoruz. Ben evin küçük kedisiyim. Bir annemin kucağına bir babamın kucağına yatıyorum. Onlarda beni küçük bir çocuk gibi sevip şımartırlar.
Gece geç saate kadar oturdum onlarla, sonra odama geçip hemen uyumak istedim, ama yok ne uyku ne bir şey. Aklımda bu düşünceleri atıp bir uykuya odaklansam tamam uyuyacağım da yok yapamıyorum. Sabaha kadar öte dön beri dön zor ettim sabahı.
Okulda akşama kadar partinin mükemmel olması için planlar yapıp durduk. Yaptığımız planları defalarca tekrarlayıp eksiksiz olmasını istedik. İşte heyecan dolu dakikalar başladı. Okul dönüşü hemen hazırlanıp kıyafetlerimi de alıp doğru Sinemlere ya da Semihlere geçtim. Hemen ortamı hazırladık. Pastalar, börekler, tatlılar, kurabiyeler...
Her şey hazır. Salondaki koltukları kanepeleri kenara çektik, ortayı yeterince genişletip masaları ve servisleri koyduk, mavi renkteki kanepelere uygun mavi bir masa örtüsü serdik. Ortam göze muhteşem görünüyor. Birazda renkli ışıklandırmalar takarak daha da harika bir görüntü oluşturduk. Annesi ile babası da dayılarına gittiler. Birkaç arkadaşı daha geldi, ev yeterince kalabalık, simdi sıra Semih’i beklemekte. Bu bekleyişi kocasının iş dönüşünü bekleyen bir kadına benzettim. Tabi ben de iyice süslendim. Elbisemi giydim, saçlarımı bıraktım, bir de hafif makyaj süper oldum süper ya. Heyecan içinde onu beklemeye devam ettim. Semih’te fazla bekletmedi, kapı çalındı. Ben koştum kapıya (nerden bulduysam bu yetkiyi) tabi ışıklar kapalı sadece pasta mumları görülebiliyor. Ben o ortamı fırsat bilip Semih’in boynuna sarılıp kulağına kısık ve ince bir sesle ‘iyi ki doğdun’ dedim. Işıkların açılması korkusu ile kendimi toparlayıp uzaklaştım yanından.
Işıklar açıldı, Semih’in şaşkınlığı her halinden belli; benim boynuna atlamama mı, odanın durumuna mı, görmediği bazı arkadaşlarının da orda olmasına mı şaşırsın? Mumların eriyip bitmesine izin vermeden pasta meselesine geçtik. Semih önce bir dilek tuttu, acaba ne tuttu. Derin bir nefes alarak kuvvetli bir şekilde bütün mumları tek seferde söndürdü. Pastayı keserek ilk dilimi bana uzattı. Benim son derece korkmamın yanında o da o derece rahattı birilerinin bir şey anlaması konusunda. Ben bu korkularla pastayı yiyemedim. Boğazımda düğümlenip kaldı.
Herkes hediyelerini vermeye başladı. Ben de bir abi kardeş gibi hediyemi verip elini sıktım. O ara kalabalık içinde usulca elimi Semih’in cebine atıp ayrıyeten hediye olarak aldığım anahtarlığı bıraktım. Bana dönüp hafif ve sıcak bir gülücük attı.
İlk olarak dans müziği konuldu. Ben ilk dansı Sinem ile yapar diye düşünürken ilk sıraya beni aldı. Yanıma gelip elimden tutup beni kaldırdı. O şaşkınlıkla elim ayağım titreyerek kalktım yerimden. Yoğun duygular içindeyim. Sinem anlayacak diye çok korkuyorum, zaten kız şüpheleniyor. İlk defa herkesin içinde bu kadar samimi oluyoruz. Partide neler yaşandı bilmiyorum. İnsanlar eğlenebildi mi, memnun kaldılar mı? Hiç çevreyi inceleyemedim. Ben yine sadece ikimize odaklandım ve hala o dansta kaldı aklım. Öyle uzun bir süre birbirimize bakışıp, gülüşüp durduk. Aynı Yeşilçam aşıkları gibi. İçten içe de komiğime gitti bu durum.
Sinem ile ben ev sahibi durumundaydık. Servislerle ilgileniyoruz misafirlere hal hatır soruyoruz.
Mutfaktan ellerim tabaklı çıktım salona. Çıktım ama nasıl oldum o kareleri görünce. Semih bir kızla dans ediyor üstelik konuşup konuşup gülerek. O an elimdeki tabakları zor bıraktım masaya. Kan beynime sıçradı. Ben de bana neler olduğunu anlayamadım. Sinir mi oldum kıskandım mı neydi bu? Hiçbir tepki de veremedim. Bu cesareti kendim de bulamadım çünkü. Yüzümün kızardığıyla yüzümün düşmesiyle moralimin bozulması ile kaldım.
Parti bitti gece geç saatte eve geldim. O kadar yorgundum ki eve gelir gelmez üzerimi değiştirip yattım hemen ve öylece uyuya kaldım. Kafamda hiçbir düşüncenin canlanmasına izin vermeden uyumak istedim.
Sabah kalktığımda hala yorgunluğum geçmemiş, her yerim ağrıyor. Yine aralıklı kalan perdemin arasından gelen güneş yüzüme vuruyor. Akşam o yorgunlukla değiştirdiğim kıyafetim sandalyenin üzerinde kalmış. Saç tokamı ise masanın üzerinde duran kitapların arasına fırlatmışım. Bin bir zahmetle yatağımdan kalkıp tokamı bulup saçlarımı topladım. Elimi yüzümü ovuşturarak güneşe dönüp kocaman bir esnedim. Onca para verdiğim, maddi değerinden çok manevi değerinin olduğu bu elbisemin sandalye üzerinde sersefil olmasından rahatsız olup kalktım. Elbiseyi güzelce düzelttikten sonra elbise dolabıma büyük bir özenle yerleştirdim.
O arada telefonun çalması ile irkildim hemen koşup telefonu elime aldım. Baktım ki çalmasının nedeni saatinin alarmı imiş. Her zaman on dakika ertelediğim için yine alışkanlık işte ertelemeye almışım kapatmak yerine. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım.
İçeriden kapı açma kapama sesleri geliyor. Galiba annem de kalkmış. Onun kahvaltı hazırlamasına kadar bende odamı toplayıp çantamı hazırladım. Birini o köşeye birini bu köşeye attığım okul formamın parçalarının kırışmış olduğunu görünce iyice ütülemeye karar verdim. Birde saçımı yaparsam artık hazırım. Saçımı da yukardan topuz yaparak topladım. Çok farklı oldum her gün salkım saçak giderken bugün forma ütülü, saçlar toplu tam bir iş kadınına benzedim.
Son olarak odamın kalan dağınık yerlerini topladıktan sonra perdeyi ve pencereyi de açtım içeriyi havalandırmak için. Annem odamı ilk defa böyle görünce şaşıracak. Kahvaltı masasına geçip oturdum. Annem yine çok güzel bir kahvaltı masası hazırlamış. Az sonrasında babam da geldi, annem de çaylarımızı koyup oturdu.